Bazı Dinlerin En Korkunç Uygulamaları (Kendini Kırbaçlama)

REVAN
10 min readNov 12, 2022

--

Başlamadan evvel bu yazının bir de video versiyonunun olduğunu belirtmek istiyorum. Linkini şuraya bırakmış olalım: https://youtu.be/JaWe9IuOoLA

İnsanlar acı çektiklerinde üstlerini başlarını yırtabilir, avazı çıktığı kadar bağırabilir hatta onu sakinleştirmeye çalışan kişiyi başından savmak ve acısını yaşamak için sertçe yana itebilir. Peki ya insanlar yüzyıllar önce olmuş bitmiş bir olayı bugün hala kanlı ayinlerle anarsa ve dahası bunu bir kültür haline getirirse buna hala “Acı çektikleri için böyle yapıyorlar” diyebilir misiniz? Neticede acı geçici bir şeydir ve öyle ya da böyle unutulur veya duruma alışılır. Ancak insanların güpegündüz ortalık yerde ve işin içine zaman zaman çocukları da katarak kanlar içinde feryatlarından göğü delmesi salt bir acı reaksiyonu demek değildir. Belli bir inanç içerisinde büyüyen bir kültün gereksinimlerini yerine getirmek demektir.

Yunan mitolojisine ilgi duyanlar ve bu yönde iyi kötü birkaç okuma yapmış olanlar Demeter kültünü, Dionisos kültünü ve Orpheus kültünü hatırlayacaklardır. Klasik Homeros-Hesiodos dininin dışında Yunan dünyasında bu kültlere inanan pek çok insan vardı. Demeter kültünde Demeter, kızı Persephone için acı çekmektedir. Hades onu kendisinden çekip alarak yer altı dünyasına götürmüştür ve karısı olmaya zorlamıştır. Demeter, Zeus dahil sırayla tüm tanrılardan yardım ister ancak kimseden yardım görmez. Bunun üzerine son olarak Güneş Tanrısı Helios’a başvurur. Helios, Zeus ile Hades arasında yapılan anlaşmanın sonucunda Persephone’nin Hades’e verildiğini söylediğinde Demeter kızgın şekile Zeus’un yanına varır. Eğer kızını vermezse yeryüzünde hiçbir araziyi yeşertmeyeceğini söyler ve çok geçmeden dünyanın kurak bir yere dönüşmesine müsaade edeceğini söyler. Bunun üzerine pazarlık yapmak zorunda kalırlar ve yapılan pazarlık sonucunda Persephone yılın üçte birinde yeryüzüne dönecektir ve kalan kısmında da yeraltında kalacaktır. Bu külte inanan insanlar, yaptıkları ayinler ve ibadetler esnasında Demeter’in kızından ayrı kalırken yaşadığı acı ve ıstırapı hatırlar ve bunu yansıtırlar.

Dionisos kültünde ise Dionisos acı çeken bir tanrıdır. Genç yaşta titanlar onu ele geçirip parçalara ayırarak yerler. Zeus onun intikamını almak için titanları küle çevirir ve bu külden de insanları yaratır. Dolayısıyla insanlar bu külden yaratıldıkları için tanrısal bir taraf barındırırlar çünkü titanlar Dionisos’u yemişlerdi. Bunun yanında kötü bir taraf da barındırırlar çünkü titan külünden yaratılmışlardır. Bu külte inanan insanlar yaptıkları ayinler sırasında acı çeken tanrıyı anarlar ve kendi benliklerindeki kötü taraftan sıyrılıp tanrısal tarafı saflaştırmaya çalışırlar. Şarabın etkisi ile iyice sarhoş olduktan sonra kestikleri hayvanların kanlarını çarapa katıp içer ve etlerini çiğ çiğ yerlerdi.

Gördüğünüz üzere acı çeken kutsalların acılarını kendi hayatlarında yaşamaya ve anmaya çalışmak çok uzun bir geçmişe sahiptir. İnsan doğası çok garip gerçekten. Kendini neye inandırsan inandır işin içinde biraz şiddet, kan ya da nefes zikri olunca daha inandırıcı ve daha uyarıcı bulunabiliyor. Kendini bıçaklama ya da kendini kırbaçlama yoluyla yaşanan kerbela olayını yeniden hatırlamak ve dahası orada yaşanan acıyı hissetmeye çalışmak bu nedenle ya bir külttür ya da asketik bir tutumdur. Nitekim Doğu’da binlerce yıl boyunca asketik keşişler günde üç dört zeytin tanesi yiyerek, dillerine taş bağlayarak, dilenme yoluyla öz saygılarını yok etmeye çalışarak, sert ve soğuk yerlerde yatarak ya da kendilerini dikenlerle kaplatarak bu acıyı bedenlerine yaşatıyorlardı. Beden arzularla doludur oysa fazla arzu tanrısallığa yani mokşaya ulaşmaya engel olur. Bu nedenle beden ne kadar dizginlenirse ruh tanrısallığa o denli fazla kavuşur.

Ancak Şiilerin pratiklerine baktığımızda gördüğümüz tutum asketik bir tutum değildir. Yunanda gördüğümüz Demeter kültü, Dionisos kültü veyahut Orpheus kültü gibi bir Kerbela kültünden başka bir şey değildir aslında. Nasıl ki Dionisos dinine inanan insanlar acı çeken tanrı olan Dionisos’un acılarını anmak yoluyla bazı ritüeller yaptılarsa ve benzer şekilde Demeter dinine inanan insanlar baharın gelişini Demeter’in kızına kavuşması olarak, kışın gelişini ise Demeter’in kızından ayrı kalması olarak gördülerse ve yaptıkları ayinlerde Demeter’in kızından ayrı kalırken çektiği acıyı yaşamaya ve göstermeye çalıştılarsa burada da Kerbela hadisesi her yıl Muharrem ayının onuncu günü olan Aşure gününde tekrar hatırlanır ve Kerbela şehitlerinin çektikleri acılar hatırlanarak aynı acıları yaşamaya çalışma tasarısıyla pratiğe dökülür.

Muharrem ayının ilk on günü içerisinde en büyüğü aşure günü yapılacak olan bir dizi ritüel ve ayin uygulanmaya başlanır. Peygamberin torunu olan Hüseyin’in hile ve dalavere ile yanındaki yetmiş kadar aile üyesi ile birlikte bugün Irak’ın güneyinde kalan Kerbela denen yerde MS 680 yılında katledilişi hatırlanmaya çalışılır. Ancak olayı hatırlamak ve anmak için yaptıkları bazı uygulamalar ister istemez fazla abartılı olarak anlaşılmaktadır çünkü olay ne olursa olsun eğer bu olayı anmak için kan dökülüyorsa burada bir merak oluşuyor ve tabir caizse “Ne yapıyor bu adamlar?” diye sormak durumunda kalıyoruz. Bizim de burada yapacağımız şey esasında “Ne yapıyor bu insanlar?” sorusundan ve bunun cevaplarından oluşmaktadır. Adına “Tatbir” ya da “Qama zani” dedikleri kafayı ve sırtı keskin bıçaklarla veya kimi zaman kılıçla yarma işlemi genellikle Muharrem ayının onuncu günü olan aşure gününün sabahına denk getirilir ki zaten Aşure günü Arapça’da on sayısı demek olan “عشرة” kelimesinden gelmektedir.

Şii erkekler bu ayinler esnasında kimi zaman kafalarına ve göğüslerine şiddetli yumruklar indirmektedirler. Bunu yaptıklarında bile sırtlarına baktığınızda kesilip biçilmekten dolayı oluşan yaraları rahatlıkla görebilirsiniz. Kimi zaman da ellerinde tuttukları birkaç adet ince uçlu ve esneyebilen bıçakla sırtlarına hedef tutmakta ve ameliyat masasına oturmak zorunda kalana kadar o bıçaklarla sırtlarını yarmakta ve kanatmaktadırlar. Uygulayıcıların bunu yaparken ne kadar rahat şekilde ve korkusuzca bunu yaptıklarına şahit olurken kültürün ve toplumun insana her şeyi yaptırabileceğine ve yine her şeye normal gözüyle bakmasına sebep olabileceğine şahit olabiliyoruz.

Kimi zaman ise Azerbaycan, İran ve Kafkasya yörelerinde ya da Hindistan ve Pakistan’da görebildiğimiz gibi yine Şii erkekler, ellerinde tuttukları kılıcı sertçe kafalarına geçirmekte ve bunu birkaç defa yaptıktan sonra kafatası kemiklerini birkaç farklı yerden sağlam şekilde kırmak suretiyle kafa ve yüzlerini kana bulamaktadırlar. Kimi zaman bu yaraların şiddetiyle uygulayıcı bu baskıya dayanamamakta ve bayılmaktadır. Ancak çocukluğundan itibaren her sene bu uygulamalara katılan kişilerde bir çeşit adaptasyon gelişmekte ve kanlar içinde kalmalarına rağmen uygulamayı sonuna kadar bitirebilmektedirler.

Şunu da söylemeden geçmek olmaz: Bu uygulamalar ve kanlı ritüeller yalnızca erkeklerin pratiğine açık bırakılmıştır. Kadınlar bu tür rollerde görev alamazlar ve yalnızca seyretmekle yükümlüdürler. Bunun yanında erkek bireyler yaş olarak ne kadar küçük olurlarsa olsunlar çocuk olsalar dahi işin ucundan kıyısından dahil olmaktadırlar ve gelecekte bu ritüeli sağlam şekilde uygulayacak şekilde yetiştirilmekte ve dahil edilmektedir. Erkekler zaman zaman kefenlerini de giyerek başlamaktadırlar. Böylece “Seyyid el-Şuheda” yani “Şehitlerin Üstadı” dedikleri Hüseyin için ölmeye ve kanlar içinde kalmaya ne kadar hazır olduklarını göstermeye çalışmaktadırlar.

Bu uygulamalar bütün Şii dünyasında ve hatta kimi zaman Türkiye’de sıklıkla uygulanmasına karşın hakkında yeterli araştırmalar yapılmamış ve hala örnekleri gösterildiğinde insanların şaşkınlığına sebebiyet vermektedir. Kimileri bunun gerçek olmadığını düşünür yani sanki bir uzaylı ırkı bu uygulamaları pratik etmiş de birileri de bunu kameraya almış gibi davranırlar. Kimileri ise uzak yerlerin birinde bazı ilkel kabilelerin bunu yaptığını düşünür kimi de bunun Şii dünyasının geleneksel uygulamalarından olduğunu ilk bakışta bilir. Esasında bu Tatbir ya da Matem geleneği hiç de azımsanmayacak bir kitle tarafından her yıl uygulanmaktadır ve belki ilginç gelecek ama Türkiye’de bile bunun çok aşırılığa kaçmayan örneklerini görebilmekteyiz. Dünyada ise neredeyse her yerde var. İranlı, Hindistanlı, Pakistanlı ve Azeri vatandaşlar hangi ülkede yaşıyorlasa yaşasınlar bu ritüelleri oraya da taşımakta ve uygulamaktadırlar.

Bu uygulamalar yapıladururken öbür tarafta hakkında pek çok tartışma ortaya çıkmıştır. Sünni din adamları ve hatta Şii bazı din adamları bu uygulamaların birer bit’at olduğunu yani dinde yeri olmayan bir uygulama olduğunu, kökeninin İslam ile bağlantılı olmadığını tersine bazı pagan ve Hristiyan temellerden geldiğini ve dolayısıyla İslam’da bu türden bir pratiğin yerinin asla olamayacağını söylemişlerdir. Hakikaten de kendini kırbaçlama ritüellerinin temellerine ve tarihine indiğimizde bunun Yahudi ve Hristiyan temelden başladığını görebilmekteyiz ama bu kısma burada girmeyelim. Buna daha sonra geleceğiz. Bunun yanında başka bir tartışma konusu da şöyle ortaya çıkamaktadır. Dünya üzerinde Sunni ve Şii pratikleri arasındaki fark ve sessiz rekabet çok rahat sezildiğinden bu tür uygulamalar Şii dünyasına kötü bir itibar kazandırmakta ve Sunniler ile içinde bulundukları tartışmalarda kendilerine zarar veren bir unsur haline gelmektedir. Batı dünyası için ise bu gayet açık bir argüman haline gelmiştir zira Batı İslam’ın şiddet dolu bir din olduğunu göstermek için bu matem uygulamalarını, kendini kırbaçlayan çıplak adamları, her yeri kana bulanmış uygulayıcıları örnek vermekten kaçınmayacaktır.

Ama durum her ne olursa olsun Onikiciler Şia’sına bağlı olan bu kimseleri hiçbir şey durduramayacaktır çünkü bu durum inancın doğasında yatmaktadır. Neye inanıyorsanız olun ya da aileniz size neyi inandırmış olursa olsun ona bağlandığınızda gözünüz dünyayı görmez artık. Dünya bir yana inancınız bir yana olur. Bu insanlar Kerbela kültüne inandıklarını söylediklerinde ve önlerinden gelen uygulamalar da bu türden uygulamalar olduğunda ne kadar vahşice algılanırsa algılansın uygulamaya devam edeceklerdir. Hüseyin’in ve ailesinin çektiği acılar ve sussuzluk temsili onların tüm dünyalarını oluşturmaktadır. Hüseyin, aile bireyleriyle beraber 70 kişiydi oysa onlara karşı gelen kişiler gerçek bir ordu gibiydi ve sayıları yaklaşık 1000 kişi kadardı. O, peygamberin öz torunuydu buna rağmen katledilmişti. İşte Onikiler Şia’sı bu temel olay üzerine şekillenmiştir ve buna bağlı olanlar onu ellerinden geldiği kadar yaşatmaya çalışmak isteyeceklerdir. Kendileri orada değillerdi belki ama o acıyı yaşadıklarını göstermek isteyeceklerdir. Ritüeller esnasındaki ağlamalar, bağırmalar, isyanlar ve onca kan dolu uygulamalar hep bunun içindir.

Bunları konuşurken akla şöyle bir soru gelir: Bu uygulamalar ne zaman başladı? Yani ne zamandan itibaren Şiiler bu anmaları gerçekleştirmek için kendilerini kırbaçlamaya ve hatta bıçaklamaya başladılar? Doğrusunu söylemek gerekirse bunun ne zaman başladığı bilinmiyor ancak en erken kayıtlarla ilgili birkaç fikir vardır. Kaynakçada belirttiğim araştırmacılar bu olayın uygulandığını gören bazı seyyahların gözlemlerine yer vermektedirler. Buna göre Suriyeli bir Sunni hoca olan İbn Tulun el-Salihi, bu ritüellerin Şii Müslümanlarca Şam’da uygulandığına şahit olduğunu söylemektedir. İbn Tulun 16. yüzyılda yaşadığına göre bu uygulamalar epey eski gibi görünmektedir.

Başka bir araştrmacı olan Masse, diğer bazı gözlemcilerin alıntılarına yer vermektedir. Buna göre bir gözlemci bu uygulamaların 1602 yılında Azerbaycan’da uygulandığına şahit olduğunu söylemektedir. Başka bir tanesi 1676 yılında Erdebil’de buna benzer bir matem ayinini gördüğünü aktarmaktadır. Wilson adında başka bir seyyah ise Tebriz’deyken 1896 yılında matem ritüellerine denk geldiğini aktarmaktadır. Buradan sonra Evliya Çelebi gibi kayıtları ve rivayetleri aktarmama gerek yok sanıyorum ama şunu söylemek gerekli olabilir. Masse devamında bu matem uygulamalarının Azerbaycan ve Kafkasya bölgelerinde başlamış olabileceğini ve daha sonraları İran’ın diğer bölgelerine aktarılmış olabileceğini belirtmektedir ve bu uygulamaları başlatan milletin Karakoyunlu Türkleri olabileceğini söylemektedir.

Pekala zannediyorum Muharrem ayı yapılan bu kendini kesme ritüelinden ve kökeninden yeterince bahsettik. Ancak elbette Muharrem ayında yapılan tek faaliyet Şii erkeklerin kendini kesmesi değil. Anma için başka da bir sürü şey yapılmaktadır ve bütün bunları en temelde beş başlık etrafında toparlayabiliriz. İlk olarak insanlar bu aya girdiklerinde Kerbela olayını ve Hüseyin’in ailesi ile birlikte öldürülüşünü bir anma hizmetiyle anarlar. Daha sonra tarihte gerçekleşmiş bu olayı bir canlandırmayla görsel hale getirirler ve mesela bu canlandırmalar esnasında kana bulanmış atlar ve ehli beytin üyeleri yüzleri kapalı olacak şekilde sergilenir. Yapılan üçüncü faaliyet ise erkeklerin bir kırbaç, kılıç, satır ya da zincir yardımıyla genellikle kafalarını ya da sırtlarını hedef alarak kırbaçlamaları veya kesmeleridir. Sonrasında bütün cemaat toplu halde yas tutar. Bu yas esnasında bağırmalar, ağlamalar ve göğsünü dövme çok sık görülmektedir. Son olarak da Aşure Gününde ve Kerbela’dan sonraki kırkıncı günde Hüseyin’in türbesi ziyaret edilir.

Kendini Kırbaçlamanın Hristiyanlıktaki Versiyonu

Daha evvel tatbir ya da matem uygulamalarının bütün Şiilerce kabul görmediğini ve bunu eleştiren bir güruhun da olduğunu söyledik. Eleştiri getiren kimseler bu uygulamaların Hristiyan temelli olduğunu söylüyorlardı. Esasında bu hiç de yanlış bir yorum değildir çünkü Hristiyan manastır yaşamına girdiğimizde de yine karşımıza oldukça ilginç ritüeller ve uygulamalar çıkmaktadır. 14. yüzyıla gittiğimizde burada kendini kırbaçlayan insanların aslında bir cezalandırma ya da arınma amacından ziyade kendilerini aşan ruhban sınıfına uymayı reddetmesi olarak görülüyordu. Yani orada bir isyan dürtüsü vardı. Uygulayıcılar bunu yaparken din adamlarının ruhsal ve kutsi görevlerini kabul etmediklerini göstermek için bunu yapıyorlardı.

16. yüzyıla geldiğimizde kendini kırbaçlama bir öz-kontrol simgesi haline gelmişti. Buradan da şunu anlamalıyız: Kendini kırbaçlayan kimse bir disiplin kazanma ve kendini dizginleme amacıyla bunu yapıyordu. Kırbacı vurduğu yerler de kollar, bacaklar ya da sırt bölgesi değil genellikle kalça bölgeleriydi. Tabi bu uygulamaların yine asketik bir amaçla yapıldığını söyleyebiliriz çünkü burada kişi bir olayı anmak veya hatırlamak için kendini kırbaçlamıyor. Bundan ziyade kendini dizginlemek ve acı yoluyla nefsini köreltmek için bunu yapıyordu.

Hristiyan inancındaki Tanrı, acı çekmiş bir Tanrı’dır. İsa en yakınındaki insanlardan biri tarafından yani on iki havarisinden biri olan Yahuda İskariyot tarafından Romalılara ihbar edilmiş ve bunun sonucunda mahkeme sonucuyla İsa’nın çarmıhta asılmasına karar verilmiştir. İncil anlatımlarına göre İsa çarmıha gerilmeden önce sırtı soyulmuş ve Roma askerleri tarafından kanla bulanıncaya dek kırbaçlanmıştır. Daha sonrasında o haliyle kendi çarmıhını taşımaya zorlanmış ve çarmıhını Golgotha Tepesine taşıdığında orada çarmıha gerilerek idam edilmiştir. Bir Şii Müslüman için Hüseyin’in Kerbela’da çektiği acılar neyi tarif ediyorsa bir Hristiyan için de İsa’nın çektiği acılar onu tarif eder. Ancak arada küçük bir fark vardır. Hristiyanlar için İsa, Tanrının oğluydu ve kendisi de Tanrıydı. Dolayısıyla Tanrı, insanlar için acı çekmiş ve onların günahlarının kefareti için çarmıhta kanını akıtmıştır.

Müslümanlar içerisinde nasıl ki bazı aşırıcı mezhepler varsa aynı şekilde Hristiyanlar içerisinde de İsa’nın bu ölümünü aşırıya kaçarak anan mezhepler ve tarikatlar vardır. Hristiyan dünyası “Holy Week” adı altında yani “Çile Haftası” adı altında İsa’nın çarmıhta çektiği acıları paylaşırlar. İnsanlar çeşitli konuşmalar ve konferanslar aracılığıyla bunları birbirleriyle konuşarak anarlar ve hatta bazen “The Passion of the Christ” filmi beraberce izlenir. Ancak bununla yetinmeyen ve çok daha ötesine geçen Hristiyanlar da vardır. Filipinlerde bu hafta geldiğinde sokaklar çok ilginç manzaralara şahit olabilir. Çileci ve tutucu bazı Hristiyanlar İsa’nın çektiği acıları göze hitap eder şekilde göstermek için bu olayı baştan kurgulayarak yaşatırlar. Gerçek manada bir haçı sırtına alıp taşıyan insanlar bu yolla İsa’yı anmaya çalışırlar. Ancak hikayeyi baştan kurgulamaları gerekmektedir ve bu yüzden İsa’nın haçı taşıdığı sırada Romalı askerlerce kırbaçlanmaya devam edilişi ve haçı taşımasına bile izin verilmeyişi gibi burada da insanlar sembolik haçı taşırken bazen yanındakiler onu döverek yere düşürmektedirler.

Ancak bununla da yetinmezler ve ellerine aldıkları zincir ya da metal kırbaçlarla sırtlarına vurmak suretiyle kendileri de aynı acıyı yaşamaya ve İsa’yı hatırlamaya çalışırlar. Bazı zamanlarda kendini kırbaçlama aşaması başlamadan önce uygulayıcıların sırtları bir jilet yardımıyla yeterince kanatılır ve sonrasında daha hafif bir kırbaçlama yapıldığında akan kanın tüm sırta sirayet etmesi sağlanır.

Sonuç

Pekala sonuç babında birkaç şey söyleyip bitirelim. çeşitli dinler çeşitli şekillerde bireyin kendisine acı çektirmesi vasıtasıyla bir anma, hatırlama ve arınma amaçlarını gerçekleştirmeyi amaçlar. İlk pagan dinlerindeki hayvan ve insan kurbanlarından tutalım da Antik yunanın gizem dolu ayinlerine kadar ve oradan da günümüz dünyasına kadar benzer şeyler yapılagelmiştir. İnsan doğası şiddet dolu bir doğadır çünkü evrimsel süreçte durmadan birbirimizi öldürdük. Aç kaldığımızda çevremizde yiyebileceğimiz hayvanları öldürdük ve onlarla beslendik. Daha fazla toprak istediğimizde komşularımızı işgal ettik ve onları öldürdük. Homo Sapiensin ilk zamanlarına baktığımızda benzer sebeplerle ya da korkusundan dolayı muhtemel olarak Neandertal türünü de katlederek öldürdüğü yönünde teoriler vardır. Aynı şekilde Homo Denisovalıları da soyunu kurutarak yok ettiğimiz yönünde teoriler vardır. Homo Sapiensin kan tarihi bu denli uzak tarihlere uzanıyorken insanların bugün dahi kan akıtarak ayin yapmaları şaşırtıcı gelmemelidir.

Sineklerin Tanrısı’nı hatırlayın. Şu anda bir grup insanı bir adaya hapsetseniz ve tamamen doğayla, ilkel yaşamla baş başa bıraksanız ne olurdu dersiniz? Muhtemelen çok geçmeden daha çok besin ve varlık için o birkaç insan birbirini öldürmeye başlayacak ve vahşi doğaları ortaya çıkacaktır. Hepimiz bu vahşi doğayı evrimsel genler olarak taşıyoruz ancak kimimiz daha iyi bir eğitimle evcilleştirildiği için bu vahşi doğalarını törpüleyebiliyor. Kimi ise yeterince düzgün bir eğitime ve uygar bir topluma maruz bırakılmadığı için ilkel dürtülerle yaşamaya devam ediyor.

KAYNAKÇA:

  • Oliver Scharbrodt (2022): Contesting ritual practices in Twelver Shiism: modernism, sectarianism and the politics of self-flagellation (taṭbīr), British Journal of Middle Eastern Studies, DOI: 10.1080/13530194.2022.2057279
  • Vandermeersch, Patrick. (2009). Self-flagellation in the early modern era. 12. 253–265.
  • Monsutti, A., Naef, S., & Sabahi, F. (2007). The other Shiites: From the Mediterranean to Central Asia. Bern: Peter Lang. Page: 115
  • Pinault, David. 2001. Horse of Karbala: Muslim devotional life in India. New York: Palgrave. Pages: 121–123

--

--

REVAN

Teoloji, Felsefe ve Edebiyat yazıları yazmaktayım. YouTube hesabım: https://www.youtube.com/c/REVAN-8/videos