Alçakgönüllülük
Kibre Karşı “Alçakgönüllülük” Bir Deva Mıdır?
Günümüzde, herkesin her şeyi bildiği bir dönemde yaşıyoruz. İnternet mi yoksa medya mı yoksa insanoğlunun binlerce yıldır biriktirdiği bilgi ve tecrübeler mi buna sebep oldu? Veya hepsi birden…
Nasıl bu kadar yayıldığından ziyade, bu kısa denemede, “adına çokbilmişlik/küstahlık veya kibir dediğimiz zaafın karşısına ne çıkarmalıyız ki, birlikte yaşam daha mümkün olabilsin?” üzerine biraz kalem oynatmayı deneyeceğim. Kişiyi zamanla yalnızlaştıran bu kusurun karşısına da kimimizin alçak gönüllülük, kimimizin tevazu veya mütevazılık olarak söylediği erdemi çıkartacağım.
İlk ve en temel çıkış noktası zaaf olarak adlandırdığımız kelimelerin anlamları üzerine çalışmak oldu ve buradan anlaşılıyor ki; kelime kökeninde unsurlar arasında bir karşılaştırma söz konusudur ve ölçmeyle ilişkilidir.
Toplumda bir kesimin diğer bir kesime karşı söylemlerine dikkat ettiğimizde, doğa ananın hiç de böyle karşılaştırma yapmadığına tanık oluruz. Bir ağaç, çimenlere “siz çimenler ne zaman büyüyüp, adam olacaksınız” ya da bir aslan sineğe “çekil elimin altında sefil yaratık” şeklinde yaklaşmaz. Hepsi, doğanın farklı ama bir arada uyum içerisinde yaşayan canlıları olarak, doğa içinde yerini alır. Bir bilim insanı bir böceğe “minnacıksın, seni zevkle parçalayacağım” hiddetiyle temas etmez, tersine doğadaki tüm varlıklara hayranlıkla ve merakla yaklaşıp, anlamaya çalışır. Biz insanlar ise, bir azamet yarışına kendimizi kaptırmış giderken, tarihten bir büyüğümüzün bu çağın insanlarına nasıl sesleneceğini de merak ederim. Nitekim buna güzel bir örnek, MÖ 600’lerde yaşayan Antik Yunan’ın yedi bilgesinden biri ve insanlık tarihindeki ilk kanun yapıcı olarak bilinen Solon’a Antik Mısırlı rahiplerin “siz, Yunanlar hep çocuk kalacaksınız” söylemidir.
Doğadan söz açmışken, kendine güvenli kişileri kibirli bir kişi olarak görme kafa karışıklığına da değinelim. Ünlü filozof H. P. Blavatsky (1831-1891) çocukken iyi bir eğitim görür, yabancı dil öğrenir, piyano çalmayı öğrenir, nezaket kurallarının geçerli olduğu bir evde büyür. Ona, döneminde nota bildiği, şarabın iyisinden anladığı veya yabancı dil konuştuğu için kibirli dendiğini sanmıyorum. Doğa içerisinde de bir aslanın zürafaya uzun boyu nedeniyle ağaçların üst dallarına ulaşmasından dolayı çokbilmişlikle yaklaştığını görmeyiz. Toplum içerisinde hiç kimse ve hatta ikizler bile aynı değildir. Herkesin genleri farklı olduğu gibi yaşam koşulları, eğitim seviyesi ve çevresel faktörleri de farklıdır ve bilinç, bu farklılıkların içerisinde gelişir. Ancak insanoğlu, bu farklılıkları üstünlük ya da aşağılık olarak idrak etme eğiliminde olabiliyor.
Karşılaştırma oyunu, biz insanlara özgü zihinsel bir oyun ve bizi ilerlemeye de sevk eder, ancak azamet/küstahlık ve kibire de düşmemize sebebiyet verebilir, yine anahtar kendi içimizdedir. Bu duruma nasıl tepki vereceğiz? Çevremizle uyuşmayı mı tercih edeceğiz yoksa kimin yendiğinin önemi olmayan bir savaşa mı gireceğiz?
Bu noktada, toplumda birlikte yaşamayı seçenler için alçak gönüllülük erdemi çözüm olarak görünür. Bir filozof “Alçakgönüllülük her zaman Tanrının mevcudiyetini sezenlere özgüdür…” der. Nitekim Pamukkale Üniversitesi Osmanlıca-Türkçe Sözlük1’de ve etimolojik2 anlamı bağlamında “mütevazı” ve “tevazu”, alçak gönüllü olmak olarak tanımlanır. Kibirsiz, gösterişsiz olma hâli, büyüklük iddiasında olmamadır. Alçak gönüllülük, Latince “humilitas”3 kelimesinden geliyor ki yeryüzünü (dünya, yer) ifade eden “humus” ve olma kalitesi anlamındaki “itas” ekinden türüyor. Sınırlarımızı kabul etmekle ilişkilidir, “cennetteki Tanrılarla karşılaştırıldığında çok insani niteliklerdir”, denilmektedir. Latince “modestia” da alçak gönüllülük olarak karşımıza çıkar ve kökeni “modus”tan gelir ve ölçü-ölçülendirme demektir. Son olarak aşırılığın olmaması, uygun sınırlar içerisinde olmak4 anlamlarına sahiptir.
Zihnin karşılaştırma oyununu, sadece alçak gönüllülük fikri durdurabilir gibi görünüyor. Aksi takdirde insanlar üstünlüklerini mal, mülk, unvan, soyadı gibi dışsal şekillere sahip olmakla ölçmeye devam edebilir. Oysaki bu sahiplilik oyunu yaşamın bize verdikleridir ve bir süre sonra geri de alabilir ama ruhsal olarak sahip olduklarımız, dış koşullar değişse de elimizden gitmez.
Alçak gönüllülük, bildiğini saklamak, hareket edilmesi gereken yerde durmak da değildir. Böyle olsaydı, hiçbir girişim, hiçbir değişim, hiçbir yenilik başlayamazdı. Bilen insanlar bildiklerini-tecrübelerini aktarmasalardı, ilerleme olamazdı veya şöyle diyelim öğretmen öğrenciye, ebeveyn çocuğa, usta çırağa, bilen bilmeyene aktarmasaydı insanlık ilerler miydi? Tersine, alçak gönüllüler kendi yerini ve diğer varlıklarla ilişkisinin farkında olanlardır. Ne çocuk ile ne de bir uzman ile rekabete girişir, sadece nezaket kuralları içerisinde işbirliği yapar.
Anlıyorum ki, bu karşılaştırma oyunu hep rekabetten kaynaklanıyor ve rekabet ise 19.yyda kapitalizmin topluma öğrettiği bir kavram, oysaki Darwin bile “Sayısız hayvan ve bitki topluluklarında, bireyler arası rekabetin ortadan kalktığını ve en uyumlu olan toplulukların, işbirliği yapan bilgi ve değerlerini oturtan türlerden oluştuğunu” söylemiştir.
Alçakgönüllülük, Aristoteles’in bahsettiği gibi bir denge noktasıdır, kibir-sahte gurur gibi fazlalıkları ve karakter zayıflığı-kırılganlık gibi noksanlıkları olmayan bir orta noktadır. Kim her şeyi bilebilir, kim hatasızdır, kim bir gün hoşgörüye ihtiyaç duymaz ki… Diğer yandan her birimizin bildiği değerler ve tecrübeler vardır. Birbirimizden öğreneceğimiz, geliştireceğimiz çok konu vardır ve bu nedenle birlikte yaşarız. Bu bildiklerimizi yardımlaşarak-işbirliği içerisinde paylaşarak, uyumlu bir birliği kurmak geçmişten günümüze tüm düşünen kişilerin hayalidir.
Tüm yaşam boyunca öğrenmeye devam etme ve cehaletimizi her geçen gün küçültmeye odaklanmak, sanırım hepimizi daha mutlu edecektir. Toplumda bilincimizin duvarlarını genişletecek kişileri bulana, bir öğretmene sahip olana, ilham aldığımız aydınlık insanlarla dolu bir ortamda yaşayana ne mutlu.
Sonuç olarak bu yazıyı yazma amacımız, toplumda bir arada yaşamayı mümkün kılmak ise, alçak gönüllülük bu amaca en fazla hizmet edecek erdemdir, ölçülülük hâlidir, “kötüden iyiyi, sahip olduğumuzu olmadığımızdan ayırt etmek için sağduyunun bir şeklidir”. Onun sayesinde doğanın diğer varlıklarına adalet ile yaklaşacak, hoşgörü gösterecek, saygı duyacak ve yaşamımızda tüm farklı olanlara bir yer açmış olacağız.
Oya UYSAL