Bizimle İletişime Geçin

Şahsiyet

İki Bilgenin Kitap Sevgisi Üzerine Ali Emîrî Efendi ve Mehmet Emin Er Hoca

Ali Emîrî Efendi’nin önemli hizmetlerinden ve kitaba karşı merakını gösteren en önemli olaylardan birisi de Kâşgarlı Mahmud’un kendi zamanına kadar ele geçmeyen meşhur Dîvânü Lugâti’t-Türk adlı eserini bulması ve onu satın alarak ilim âleminin hizmetine sunmasıdır

EKLENDİ

:

Cemil Meriç (1916-1987), Avusturyalı ünlü şarkiyatçı Yusuf Hammer Purgstall’ın Geschichte des Osmanischen Reiches/Osmanlı Devleti Tarihi adlı kitabının Nurullah Ataç’ın babası Mehmed Atâ Bey tarafından Fransızca tercümesinden yapılan Türkçe tercümesi eline geçtiğinde yaşadığı sevinç ve heyecanı şöyle dile getirmektedir: “Fransızca Hammer tercümesi sahaflara bir iki defa düştü, ama alamayacağım kadar pahalı idi. Atâ bey tercümesini bütün olarak ancak bir sene evvel bulabildim. Okşadım, kokladım ve kütüphaneye yerleştirdim.”[1] Kitaplar, barındırdıkları bilgilerle kitap oldukları gibi diğer taraftan üzerlerine geçirilen derilerle, nakşedilen hat ve yazılarla, şirazeleriyle ve renkleriyle de kitaptırlar. Hele bazılarının kucak dolusu ebatları ve can alıcı renkleriyle kütüphanelerde yer alışları yok mu; tam da Cemil Meriç’in dediği gibi işte okşanacak ve koklanacak kitaplar bunlardır.

2021 yılı 28-29 Haziran tarihleri arasında düzenlenen İslam Medeniyetinde Âlim II, Mehmet Emin Er Sempozyumu vesileyle Mehmet Emin Er ve hemşehrisi Ali Emîrî Efendi’nin kitaplara karşı besledikleri sevgi hakkında birkaç söz etmek gerekirse her ikisinin de kitap satın alma hususunda maddi açıdan büyük fedakârlıklar gösterdikleri ve birer kitap muhibbi oldukları anlaşılmaktadır. Ali Emîrî, satın aldığı binlerce el yazması ve matbu kitap yanında sadece bir kitap için otuz üç altın/akçe öderken Mehmet Emin Er ise bir kitabı almak için atını satmıştır.

İstanbul/Millet Kütüphanesi’nin Kurucusu Ali Emîrî

Ali Emîrî Efendi (1857-1924), doğum yeri olan Diyarbakır başta olmak üzere Harput, Sivas, Selanik, Sis (Kozan), Adana, Elazığ, Erzurum, Yanya, İşkodra, Halep ve Yemen gibi yerlerde defterdarlık ve maliye müfettişlikleri gibi resmi görevlerde bulunmuştur. 1908 yılında emekliye ayrılan Alî Emîrî Efendi, emekli olduktan sonra da vefatına kadar farklı görevlerde bulunmaya, ilmî ve edebî çalışmalar yapmaya devam etmiştir.[2] Onun kitap merakı ve sevgisi çocukluğundan itibaren başlayan bir sevgi ve merak olduğu anlaşılmaktadır. Daha çocuk yaşta iken, bundan beş altı asır önce Diyarbakır’da bir milyondan fazla kitap barındıran bir kütüphanenin var olduğunu babasından ve akrabalarından duyması kendisinde kitaplara karşı bir merak uyanmasına vesile olmuştur.

Ali Emîrî Efendi, 1918-1920 yılları arasında neşrettiği Osmanlı Târih ve Edebiyat Mecmuası adlı dergide kendisinin kitap merakını şöyle dile getirmektedir: “Bende kitap merâkı dokuz yaşında hâsıl olmuştur. Bu gün tam altmış senedir ne gecem gece, ne gündüzüm gündüzdür; ömrüm kâmilen bu merâk arkasında koşmuştur. Şöyle ki: Diyarbekir’de bundan beş altı yüz sene evvel tamâm 1.040.000 cildi hâvî/içeren bir kütübhâne bulunduğunu pederim ve akrabalarım bana hikâye ederlerdi. Çocukluk bu ya; böyle milyonluk bir kütübhâne meydâna getiremezsem bile karınca kaderince hiç olmazsa onbeş, yirmi bin cildlik bir kütübhâne meydâna getirebilirim ya, diyerek dokuz yaşından şimdiye kadar tam altmış sene oluyor elime ne kadar para geçerse kâmilen kitâb almağa hasr u tahsîs etmeği Cenâb-ı Hak ile ahd u misâk eyledim. İşte o târihten beri kitab almağa başladım. Bundan altı sene evvel kitâblarıma bir göz gezdirdim, on bin cild mikdarından ziyade olduğunu tahmîn ettim ve zaten “kalu belâ”dan beri millet nâmına vakf etmiş olduğum bu kitâbları enzâr-ı umûmiyeye vaz’etmeğe karâr verdim. Yârân-ı kiramım/değerli dostlarım hâneme gelip mütâlaaya başladılar. Fakat ahşab binâlara mülâsık/bitişik olması yüzünden Hudâ nekerde bir harîk/yangın vuku’ bulursa dünyalar değen bu kitâbların bir daha yerine konulamıyacağını yârân-ı kirâmım kemâl-i teessüfle ihtâr ettiler.”[3]

Ali Emîrî Efendi’nin İstanbul Fatih Cami Haziresinde Bulunan Kabri

Ali Emîrî Efendi, aldığı maaşla ömrü boyunca kitap toplama peşinde koşmuş, gittiği yerlerde bulduğu kitaplardan satın alabildiklerini satın almış, alamadıklarını da istinsah/kopyalama suretiyle bir nüshasını elde etmeye çalışmıştır. Böylece hayalini bir nebze olsun geçekleştirerek bir kütüphane oluşturacak kadar kitaba sahip olan Ali Emîrî’nin asıl büyük yanı ise hayatı boyunca topladığı paha biçilemez değerde olan kitaplarını bu millete bağışlamasıdır. O, çoğu ender bulunan ve tek nüsha olan yazma ve matbu olmak üzere 16.000 cilt kitabı İstanbul Fatih’te Feyzullah Efendi Medresesi’nde kendisinin kurduğu Millet Kütüphanesi’ne bağışlamıştır. 1916 yılında kurduğu bu kütüphanesine vefat yılı olan 1924 yılına kadar yöneticilik yapmıştır.

Ali Emîrî Efendi’nin önemli hizmetlerinden ve kitaba karşı merakını gösteren en önemli olaylardan birisi de Kâşgarlı Mahmud’un kendi zamanına kadar ele geçmeyen meşhur Dîvânü Lugâti’t-Türk adlı eserini bulması ve onu satın alarak ilim âleminin hizmetine sunmasıdır. İstanbul’da haftada üç kere uğradığı sahaflar çarşısında Türk dilinin ilk sözlüğü olan Dîvânü Lugâti’t-Türk adlı esere Burhan isimli bir sahafın dükkânında rastlayınca büyük bir sevinç ve mutluluk duymuştur. Kitabı inceledikten sonra Dîvânü Lugâti’t-Türk olduğunu anlayan Ali Emîrî Efendi, kitabı hemen satın almak istemiştir. Sahafa kitabın değerini soran Ali Emîrî, otuz altın/akçe cevabını almıştır. Yanında sadece on beş altını olduğundan kara kara düşünmeye ve Allah’tan bir dost göndermesi için dua etmeye başlamıştır. Kendisinin anlatımıyla iki dakika sonra Darülfünûn edebiyat muallimi, “sahafların sâdık bir müdavimi, değerli bir eser için para esirgemez bir kitap meraklısı olarak tanınan Fâik Reşad’ın (1851-1914)[4] geçtiğini görünce hemen onu çağırmış ve on beş altını ondan ödünç alarak parayı otuz akçeye tamamlayarak kitabı satın almıştır.

Dîvânü Lugâti’t-Türk’ü sahafa yaşlı bir hanım bırakmıştır. O kadına da maddi açıdan dara düştüğünde otuz altından aşağı satmamak üzere maliye nazırlarından Ahmed Nazif Paşa (ö. 1905) vermiştir. Kitabı otuz altın ödeyerek satın alan Alî Emîrî Efendi üç altın da kitapçıya vermiştir. Geride bıraktığı bu büyük miras onun adının hayırla anılmasına vesile olmuştur.  Kilisli Rifat Bilge, kitabın bulunuş macerasını zaman zaman Alî Emîrî Efendi’nin dilinden heyecanlı ve detaylı bir şekilde kaleme aldığı yazısında anlatmaktadır.[5] Şunu da hemen ifade edelim ki Dîvânü Lugâti’t-Türk ilk defa Kilisli Rifat Bilge tarafından incelenerek Arap harfleriyle üç cilt halinde yayımlanmıştır (İstanbul: 1333-1335).[6]

1924 yılında İstanbul’da vefat eden ve Fatih Cami’sinin haziresine/avlusuna defnedilen Ali Emîrî hakkındaki sözü, Yahya Kemal’in “Ali Emîri’ye Gazel”i ile bitirelim.[7]

 

Muhtâc isen füyûzuna eslâf pendinin

Diz çok önünde şimdi Emîrî Efendi’nin

 

Âmid o şehr-i nûr öğünsün ile’l-ebed

Fazl ü fazîletiyle bu necl-î bülendinin

 

İklîm-i Rûm’u gezdi otuz yıl taraf taraf

Bir maksadıyle tab’-ı nefâ’is-pesendinin

 

Yekpâre nûr olan bu kütüphâne-î nefîs

Yekpare servetiydi bu âlemde kendinin

 

Ecdâd-ı pâkimiz gibi vakfetti millete

Hayrânı oldu halk eser-î bî-menendinin

 

Yâ Fahr-ı Kâinaat sen iyfâ et ecrini

Divân-ı Kibriyâ’da bu Şark ercümendinin

 

Kitap Almak İçin Atını Satan Âlim Mehmet Emin Er

Biraz sonra zikredeceğimiz ve Mehmet Emin Er hocanın kitap sevgisini gösteren bu anekdotu yıllar önce onu tanıyan bir hocamızdan dinlemiştim. Yakın zamanda ise yaşananların doğru olduğunu ve hatta atın da son derece kıymetli bir at olduğu bilgisine ulaştık. Sempozyumda Mehmet Emin Er hoca hakkında yeterince bilgi verildiğinden ve bu bilgiler henüz tazeliğini koruduğundan bizler sadece bu anekdotla yetinmek istedik. Hocamızın deyişiyle “Seyda” (Mehmet Emin Er hoca (ö. 2013), büyük müfessir Kadı Beyzâvî’nin “demir leblebi” mesabesindeki Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl adlı tefsirine yazılan ve sayıları üç yüzü bulan şerhleri arasında en önemlilerinden birisi olan Şihâbüddîn el Hafâcî’nin (ö. 1069/1659) İnâyetül Kâdî ve Kifâyetü’r- Râdî (Şihâb hâşiyesi) adlı tefsirini satın almak istemiş, ancak o an için kitabı alacak parası olmadığından kendisine ait olan atı satmış ve adı geçen kitabı satın almıştır. Bu, kitap almak için evin önünde duran arabayı satmak demektir. Bu da hocamızın ilme ve ilmin kalbi olan kitaplara verdiği değeri göstermesi açısından önemlidir.

Ali Emîrî Efendi’nin İstanbul Fatih Cami Haziresinde Bulunan Kabri

[1] Cemil Meriç, Kültürden İrfana, İstanbul: İnsan Yayınlar, 1986, s. 104.

[2] Mehmet Serhan Tayşi, “Ali Emîrî Efendi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: 1989, 2/390-391.

[3] Müjgan Cunbur, “Ali Emirî Efendi, Kütüphanesi ve Çıkardığı Mecmua”, Yıl 1990, Cilt 6, Sayı 16, Sayfa, 239-252

[4] Ömer Faruk Akün, “Fâik Reşad”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: 1995, 12/106.

[5] Kilisli Rifat Bilge, “Divânü Lügati’t-Türk ve Emîrî Efendi”, Türk Kültürü, yıl 7, sayı 88, 1970, s. 253-270.

[6] Mustafa S. Kaçalin, “Dîvânü Lugâti’t-Türk”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: 1994, 9/446-449

[7] Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgârıyla, 1962, s. 59-60.

Çok Okunanlar