13.01.2015 Views

Başlarken - Türk Eğitim-Sen

Başlarken - Türk Eğitim-Sen

Başlarken - Türk Eğitim-Sen

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Başlarken<br />

Sami ÖZDEMİR<br />

Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri<br />

Ses Bayrağım Türkçe…<br />

Dil milletleri millet yapan olmaz ise olmaz kavramların başında gelmektedir.<br />

Ortak dili, bayrağı ile geçmişi olan bir birine tarih, kültür ve ülkü<br />

birliği ile bağlı olan insan topluluklarına millet denilmektedir. Bu unsurlardan<br />

herhangi birini çeker veya ortadan kaldırırsak ifademizdeki insan<br />

topluluğu millet olmaktan çıkar “güruh” olarak ifade edebileceğimiz anlamsız<br />

bir topluluk haline gelir.<br />

Türk tarihi dünya milletleri kadar eskidir. Dünya’nın var oluşundan günümüze<br />

kadar gelen Türk milletinin dili de en az tarihi kadar oturmuş,<br />

gelişmiş, zenginleşmiş ve köklü bir dil halini almıştır.<br />

Bir milletin konuştuğu dil sadece iletişim kurduğu bir araç olarak görülmemeli;<br />

aynı zamanda dili konuşan milletin dünyaya bakışını ve o bakışın<br />

altındaki zihin sistemini de ifade etmektedir. Başka dillerden çevrilen<br />

fıkraların, bilmecelerin ve şiirlerin çevrildiği dilde kendi dilindeki etkiyi<br />

bulamamasının en büyük nedeni budur. Günümüzde dil ve kültüre yönelik<br />

saldırıların arkasında da bu zihinsel süreç yatmaktadır.<br />

Dile millet tarafından sahip çıkılması, dilin geliştirilmesi, toplumun bekası<br />

ile doğru orantılıdır.Türk dilinin geliştirilmesi üzerinde çalışmalar yapan<br />

bilim adamlarına ve Türkologlara teşekkürlerimizi sunarken Türkçeyi<br />

resmi dil yapan Karamanoğlu Mehmet Bey’i ve Türk Dil Kurumu’nu kuran<br />

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle ve minnetle anıyoruz.<br />

Gündemde var olan anayasa tartışmalarına ve anayasa’da Türkçenin<br />

durumu ile ilgili görüşlere karşı bizim de bir katkımız olsun düşüncesiyle<br />

dergimizin bu sayısını Türkçeye ayırdık. Milletimizin ses bayrağı Türkçenin<br />

de hak ettiği yeri alabilmesi ve aldığı zamanda korunabilmesi için en<br />

yüksek toplumsal mutabakat metni olan anayasada yerini alması gerekir.<br />

Bu emanete sahip çıkma konusunda göstereceğimiz duyarlılık evlatlarımıza<br />

örnek olacak ve geleceğimizin teminatı çocuklarımız da bizlerden aldığı<br />

kutsal emaneti layıkıyla koruma cesaretini kendilerinde bulacaklardır.<br />

Sözlerime burada son verirken, Türkçeye göstereceğimiz hassasiyetin bir<br />

onur meselesi olduğunu ve hep beraber bu bayrağı dalgalandırmaya devam<br />

edeceğimizi bir kez daha “Türkçe” haykırıyorum.<br />

Bu sayımızın çıkarılmasında bize destek veren;<br />

AKP Amasya Milletvekili Sayın Prof. Dr. Naci BOSTANCI’ya, CHP<br />

Ankara Milletvekili Sayın Prof Dr. <strong>Sen</strong>cer AYATA’ya, MHP Ankara<br />

Milletvekili Sayın Prof Dr. Özcan YENİÇERİ’ye, MHP Manisa Milletvekili<br />

Sayın Erkan AKÇAY’a, Sakarya Ünv. Fen Ed. Fak. Türk Dili ve Ed.<br />

Bölümü Öğ. Üyesi, Sayın Prof Dr. Vahit TÜRK’e, Araştırmacı Sayın<br />

İkbal VURUCU’ya, Kültür Bakanlığı eski Müsteşarı Sayın Yavuz Bülent<br />

BAKİLER’e, TRT eski spikeri Sayın Mehpare ÇELİK’e Teşekür ediyoruz.<br />

Terör olaylarının güncelliği nedeni ile makalesini sizinle yeniden paylaştığımız<br />

Doç. Dr. Durmuş HOCAOĞLU’nu rahmet ve minnetle anıyoruz.<br />

Saygılarımla.


İÇİNDEKİLER<br />

TÜRK EĞİTİM-SEN<br />

Türkiye Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri<br />

Kolu Kamu Çalışanları <strong>Sen</strong>dikası<br />

GENEL MERKEZİ<br />

Temmız-Ağustos-Ekim 2012<br />

Sayı : 40<br />

Türk Eğitim-<strong>Sen</strong> Genel<br />

Merkezi adına Sahibi<br />

İsmail KONCUK<br />

Genel Başkan<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

Sami ÖZDEMİR<br />

Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri<br />

Yayın Kurulu<br />

Musa AKKAŞ<br />

Seyit Ali KAPLAN<br />

Talip GEYLAN<br />

Cengiz KOCAKAPLAN<br />

M. Yaşar ŞAHİNDOĞAN<br />

Basın Danışmanı<br />

Meltem YALÇINKAYA<br />

Yönetim Yeri<br />

Bayındır 2 Sokak No:46<br />

Kızılay/ANKARA<br />

Tel:0312 424 09 60<br />

Faks:0312 424 09 68<br />

Dergimiz yerel süreli ve ücretsizdir.<br />

Üç ayda bir yayınlanır<br />

Dergide bulunan yazıların sorumluluğu<br />

yazarlarına aittir<br />

Basım Tarihi 16.9.2012<br />

Grafik Tasarım ve Baskı<br />

Altuğ Ajans Reklam Basın Yayın<br />

Fatih Taha AKALAN<br />

Bayındır 2 Sk. No: 68 /13 Kızılay/ANKARA<br />

Tel ve Faks: 0.312 417 81 07<br />

Basım Yeri : Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.<br />

Bahçekapı Mah. 2477 Sokak No:6 Şaşmaz /ANKARA<br />

TÜRK EĞİTİM-SEN, TÜRKİYE KAMU-SEN<br />

(Türkiye Kamu Çalışanları <strong>Sen</strong>dikaları<br />

Konfederasyonu) Üyesidir.<br />

SÖYLEŞİ<br />

Büyük Şair ve Yazar<br />

Yavuz Bülent BAKİLER :<br />

04<br />

‘‘ Dil bir milletin adeta şah damarıdır. Bu şah damar kesildikten<br />

veya çalışmadıktan sonra milletin yaşaması mümkün olmaz. ‘‘<br />

MAKALE<br />

11<br />

TÜRKÇE’NE SAHİP ÇIK...!<br />

Prof. Dr.Vahit TÜRK / Sakarya Ünv.<br />

Fen. Ed. Fk. Türk Dili ve Ed. Öğretim Üyesi<br />

SÖYLEŞİ<br />

16<br />

AK PARTİ Amasya Milletvekili<br />

Prof. Dr. Naci BOSTANCI :<br />

‘‘Devlet marifetiyle değil ama özel girişim şeklinde farklı<br />

dillerde eğitim olabilir.’’<br />

SÖYLEŞİ<br />

23<br />

CHP Genel Başkan Yardımcısı<br />

Ankara Milletvekili Prof. Dr. <strong>Sen</strong>cer AYATA :<br />

‘‘Ulusal dil çok zenginleşmiş değilse, o ülkenin düşünce yetisi<br />

de, entellektüel birikimi de, sanatıda gelişemez.’’<br />

SÖYLEŞİ<br />

28<br />

MHP Ankara Milletvekili<br />

Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ :<br />

‘‘ Anayasa’ya Türkçe’den başka dillerle eğitim girerse, anayasa,<br />

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmaktan çıkar. ‘‘


YAVUZ BÜLENT BAKİLER :<br />

‘‘ Anayasamızın dili, kelimenin gerçek anlamıyla Türkçe olmalıdır.<br />

Birtakım uyduruk kelimeler öz Türkçe’dir düşüncesiyle Anayasaya<br />

girmemelidir. Türkçe karşılığı olduğu halde lüzumsuz yere Arapça ve Farsça<br />

kelimeler de Anayasamızda yer almamalıdır. ‘‘<br />

SÖYLEŞİ<br />

MHP Manisa Milletvekili<br />

Erkan AKÇAY :<br />

‘‘ Türkçe 1923 yılında icat edilmedi. Bu topraklarda<br />

yaşayanlar Selçuklu döneminde de, Osmanlı döneminde<br />

de, Cumhuriyet’te de resmi dil olarak, ortak iletişim dili<br />

olarak bin yıldır Türkçe’yi kullanmaktadır. ’’<br />

MAKALE<br />

38<br />

Mehpare ÇELİK / TRT Eski Spikeri<br />

NACİ BOSTAN :<br />

‘‘ Diller esasen yasalarla<br />

korunmaz.<br />

Dilleri koruyan<br />

o ülkedeki okuryazarlardır,<br />

onların üretimidir. ‘‘<br />

MAKALE<br />

MÜLK’ÜN TAPUSUNUN<br />

MALİKLERİNİN DİRENME HAKKI<br />

Durmuş HOCAOĞLU<br />

SENCER AYATA :<br />

‘‘ Anne babalar ‘Ne olacak<br />

çocuğumun durumu Okula<br />

göndersek mi göndermesek<br />

mi Okula göndersek ne<br />

olur, göndermesek ne olur’<br />

diyorlar. ‘‘<br />

33<br />

42<br />

ÖZCAN YENİÇERİ :<br />

‘‘Gerçek ‘‘<br />

demokratik devlet<br />

-resmi dili hariçkonuşulan<br />

mahalli dillere<br />

karşı tarafsızdır. ‘‘<br />

MAKALE<br />

PKK’NIN YÜKSELİŞİ :<br />

1990’LI YILLARA DÖNÜŞ<br />

İkbal VURUCU / Araştırmacı - Yazar<br />

MAKALE<br />

MİLLET VE ETNİSİTE<br />

Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ / Gazi Ünv. Öğr. Üyesi<br />

MAKALE<br />

HAYSİYET VE UMUDUN ZAFERİ :<br />

30 AĞUSTOS<br />

Prof. Dr. Mustafa TURAN / Gazi Ünv. Öğr. Üyesi<br />

ERKAN AKÇAY :<br />

‘‘ Hükümetin<br />

seçmeli Kürtçe dersi verme<br />

kararı terörle birlikte dile<br />

getirilen ve dayatılan<br />

taleplerin bir uzantısıdır. ‘‘<br />

45<br />

48<br />

52


Söyleşi<br />

Büyük Şair ve Yazar<br />

Yavuz Bülent BAKİLER :<br />

‘‘ Dil bir milletin adeta şah damarıdır. Bu şah damar kesildikten<br />

veya çalışmadıktan sonra milletin yaşaması mümkün olmaz. ‘‘<br />

Söyleşi MeltemYALÇINKAYA<br />

Türkçemizde büyük<br />

bir kirlenme yaşanmaktadır.<br />

Öte yandan Türkçenin<br />

yabancı dillerin etkisi<br />

altında olduğunu da söyleyebiliriz.<br />

Sokak ve cadde<br />

isimleri ile alışveriş merkezleri,<br />

dükkân isimlerinde<br />

bunu net olarak<br />

görüyoruz. Bu kirlenmeyi<br />

önlemek, Türkçeyi yabancı<br />

dillerin etkisinden<br />

çıkarmak, korumak ve<br />

geliştirmek için ne tür tedbirler<br />

alınmalıdır Yeni<br />

Anayasa’da buna yönelik<br />

maddeler yer almalı mıdır<br />

Türkçemizin bir kirlenmeyle<br />

karşı karşıya olduğu doğrudur.<br />

Bunu iş yerlerimizde ayan beyan<br />

görmekteyiz. İş yerlerimizdeki<br />

isimlerin yabancı dillerden<br />

seçilmiş olmasının iki mühim<br />

sebebi vardır. Birincisi; iş yeri<br />

sahipleri kendi mekânlarına<br />

yabancı bir kelime seçtikleri<br />

takdirde daha çok<br />

müşteri celp edeceğini<br />

sanmaktadırlar. Müşteri<br />

açısından konuya<br />

baktığımız zamanda<br />

şöyle söyleyebiliriz:<br />

Birtakım kimselerde<br />

yabancı kelimeler<br />

adı altında<br />

açılan iş yerlerinde<br />

daha sağlam, daha<br />

kaliteli, daha iyi mallar bulunduğunu<br />

sanmaktadırlar. İki gruptaki<br />

bu yanlış anlayış Türkçenin<br />

her gün biraz daha kirlenmesine<br />

yol açmaktadır. Bu meseleyi halletmek<br />

kanaatime göre dünyanın<br />

en kolay işlerinden birisidir. Yani<br />

iş yerlerindeki dil kirlenmesini<br />

halletmek dünyanın en kolay<br />

işlerinden birisidir; ama aynı<br />

zamanda dünyanın en zor işlerinin<br />

de başında gelmektedir. İş<br />

yerlerimizde yabancı kelimelerin<br />

kullanılmamasını ricayla, minnetle<br />

yalvararak, yakararak halledemeyiz.<br />

Bu bir kanun meselesidir.<br />

Aziz devletimiz nasıl kapalı<br />

yerlerde sigara içilmemesini bir<br />

kanun maddesi haline getirdiyse,<br />

kapalı yerlerde sigara içilmesini<br />

para cezasına bağladıysa bu konuyu<br />

da bir kanunla halledebilir.<br />

Benim samimi kanaatime göre<br />

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde<br />

bulunan milletvekillerimizden<br />

herhangi birisi; fazla değil, 5 dakikalık<br />

bir zaman ayırır ve bir<br />

kanun tasarısı hazırlar. Bu kanun<br />

tasarısında ‘Türkiye’de yabancı<br />

kelimelerle işyeri açılmaz’ denilir.<br />

Bu esasa uymayanlar-mesela 100<br />

bin liradan 500 bin liraya kadarpara<br />

cezasına mahkûm edilir. Bu<br />

kanunu belediyeler uygulayabilir.<br />

Bu tasarı Meclis’ten geçtikten<br />

sonra Resmi Gazete’de yayınlanır<br />

ve kesinlik kazanır. Sonra her-<br />

4<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

Anayasamızın dili,<br />

kelimenin gerçek<br />

anlamıyla Türkçe<br />

olmalıdır. Birtakım<br />

uyduruk kelimeler öz<br />

Türkçe’dir düşüncesiyle<br />

Anayasaya girmemelidir.<br />

Türkçe karşılığı olduğu<br />

halde lüzumsuz<br />

yere Arapça ve<br />

Farsça kelimeler de<br />

Anayasamızda yer<br />

almamalıdır.<br />

hangi bir kimse işyerine katiyen<br />

yabancı bir isim vermek yoluna<br />

gidemez. Çünkü belediyeler açılış<br />

izni vermezler, verseler dahi<br />

belediyeler de bu davranışlarıyla<br />

para cezasına mahkûm olurlar.<br />

Bu meseleyi ben Devlet Bakanı<br />

ve Başbakan Yardımcısı Sayın<br />

Bülent Arınç ile görüştüm. Kanaatimi<br />

ona da açık açık söyledim.<br />

İtiraz olarak bana dedi ki; “Biz<br />

kapalı yerlerde sigara içilmesini<br />

yasakladığımız için çok hücumla<br />

karşı karşıya kaldık.” Ben de ona<br />

cevaben “Böyle hücumlarla karşı<br />

karşıya kalmanız son derece tabidir.<br />

Yalnız bu hücumlara katiyen<br />

aldırmamak icap eder” dedim.<br />

Şayet biz bu hücumlarla karşı<br />

karşıya kalacağımızı dikkate alarak<br />

ciddi adımlar atmazsak, Türkiye<br />

en çok 50 yıl sonra tam bir<br />

sömürge devleti durumuna düşer.<br />

Çünkü dil bir milletin adeta<br />

şah damarıdır. Bu şah damar<br />

kesildikten veya çalışmadıktan<br />

sonra milletin yaşaması mümkün<br />

olmaz. O bakımdan devletin<br />

meseleyi bir kanunla halletmesi<br />

şartların şartıdır. “Bu<br />

konu Anayasa’da da yer almalı<br />

mıdır” şeklinde bir sorunuz var.<br />

Benim kanaatime göre konunun<br />

Anayasaya girmesine gerek yoktur.<br />

Böyle bir kanun çıkarılması<br />

kâfidir. Yalnız Anayasamızın<br />

dili, kelimenin gerçek anlamıyla<br />

Türkçe olmalıdır. Birtakım uyduruk<br />

kelimeler öz Türkçedir düşüncesiyle<br />

Anayasaya girmemelidir.<br />

Türkçe karşılığı olduğu halde<br />

lüzumsuz yere Arapça ve Farsça<br />

kelimeler de Anayasamızda yer<br />

almamalıdır. Kısacası işyerlerindeki<br />

Türkçe kirlenmesini bir<br />

tek kanun maddesiyle halletmek<br />

mümkündür. O da Meclisimizin<br />

5-10 dakikalık bir çalışmasına<br />

bağlıdır.<br />

Dil bir toplumu bütünleştiren,<br />

milli kültür için hayati öneme<br />

sahip bir unsurdur. Ancak<br />

özellikle son zamanlarda ana<br />

dilde eğitim tartışmaları yoğun<br />

olarak yaşanmaktadır. Kürtçe<br />

okullarda seçmeli ders olarak<br />

konulmuştur. Hatta Kürtçe eğitim<br />

veren özel ya da vakıf okulların<br />

açılabileceği yönünde haberler<br />

gündeme gelmektedir. Bu<br />

tartışmalara nasıl bakıyorsunuz<br />

Bu yaşananların Türkçeye<br />

etkisi ne yönde olur<br />

Bu sorunuz son derece mühimdir.<br />

Bu sorunuza cevap verebilmek<br />

için veya verilen cevabı<br />

değerlendirebilmek için batı<br />

www.turkegitimsen.org.tr 5


Söyleşi<br />

dünyasının Türkiye üzerinde<br />

1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden<br />

sonra uyguladığı<br />

politikayı, yani Şark Meselesi’ni<br />

çok iyi bilmek lazımdır. Şark Meselesi<br />

bilinmeden Doğu ve Batı<br />

dünyasının Türkiye üzerindeki<br />

oyunları araştırılmadan ana dilde<br />

eğitim meselesine doğru dürüst<br />

bir cevap veremeyiz. Okullarda<br />

Kürtçe ve benzeri dillerde eğitim<br />

yapılsın mı yapılmasın mı<br />

Bu sorunun cevabı, evvelimizde<br />

bizim Ermeni ve Yahudi meselelerini<br />

bilmemize bağlıdır. Ermenistan<br />

yetkilileri, yani devlet<br />

adamları bütün dünya milletlerinin<br />

önünde çok açık ve çok kesin<br />

cümlelerle ‘‘Doğu ve Güneydoğu<br />

Anadolu işgal edilmiş Ermeni<br />

toprağıdır’’ diyorlar. Yani Ermeniler<br />

Diyarbakır da dâhil olmak<br />

üzere bütün Doğu Anadolu vilayetlerimizi<br />

kendi müstakbel<br />

devletlerinin sınırları içerisinde<br />

olarak görüyorlar. İkincisi; Yahudilerin<br />

bir büyük davaları vardır.<br />

Buna Arz-ı Mev’ud denildiğini<br />

biliyoruz. Arz-ı Mev’ud davasında<br />

Yahudilerin iddiası iki kere<br />

ikinin dört ettiği kadar açık ve<br />

kesin bir şekilde ortaya konulmuştur<br />

ve Yahudiler bu davalarını<br />

kendi bayraklarına bile işlemişlerdir.<br />

Bildiğiniz gibi İsrail<br />

bayrağında iki mavi şerit vardır.<br />

Bir beyaz zemin üzerinde iki<br />

mavi şerit. Bu mavi şeritlerin içte<br />

olanı bizim Fırat nehrimizi, alttaki<br />

mavi şerit ise Nil nehrini temsilen<br />

oradadır. İki mavi şerit arasında<br />

iç içe geçen iki üçgen var.<br />

Bu iki üçgen de Hz. Süleyman’ın<br />

mührüdür. Yahudiler bütün<br />

dünya milletlerine Tevrat’ın 15.<br />

Babıyla “Fırat’tan Nil’e kadar<br />

olan bütün topraklar bize vaat<br />

edilmiştir. Biz müstakbel devletimizi<br />

bu iki nehir arasında inşa<br />

edeceğiz” diyorlar. Yahudilerin<br />

büyük davası. Doğu ve Güneydoğu<br />

Anadolu üzerindeki bu politikalardan<br />

bizim insanlarımızın<br />

ve Kürt kardeşlerimizin hiç haberleri<br />

yoktur. Mehmet Akif bir<br />

şiirinde şöyle söylüyor: “Ne Kürt<br />

elifbâyı sökmüş, ne Türk okur, ne<br />

Arap/Ne Çerkez’in ne Lâz’ın var<br />

bakın elinde kitap/Hülâsa milletin<br />

efradı bilgiden mahrum/<br />

Lâkin unutmamak lâzım: zaman,<br />

zaman-ı ulum!” Yani Akif diyor<br />

ki; zaman ilim asrıdır ama Kürt<br />

elifbâyı sökmüş değildir. Türkün,<br />

Lâz’ın, Arap’ın elinde kitap yoktur.<br />

Çerkez’in elinde kitap yoktur.<br />

Bunlar okumayan insanlardır.<br />

Bu okumayan insanlar üzerinde<br />

doğu ve batı dünyasının oyunlarını<br />

kolay kolay göstermek de<br />

mümkün değildir.O bakımdan<br />

ben bu meseleleri biraz yakından<br />

incelemeye çalışan bir kişi olarak<br />

çok açık ve kesin cümlelerle diyorum<br />

ki; okullarımıza Kürtçenin<br />

yardımcı ders olarak konulması<br />

Ermeni ve Yahudi davasına<br />

hizmet etmek manasını taşır. Büyük<br />

devletlerin büyük politikalarında<br />

birtakım meseleler öyle göz<br />

açıp kapayıncaya kadar kısa bir<br />

zaman içerisinde ortaya çıkmaz.<br />

Önce dil meselesi ele alınır. Dil<br />

okullarda önce seçmeli ders olarak<br />

okutulmaya, sonra resmi dil<br />

olarak kabul edilmeye başlanır.<br />

Daha sonra bayrak ve edebiyat<br />

meselesi ortaya çıkar. Coğrafya<br />

dikkate alınır ve son noktada da<br />

vatan bölünmeye ve parçalanmaya<br />

gider. Türkiye bu dil parçalanması<br />

dolayısıyla yıkımla karşı<br />

karşıya kaldığı takdirde kesinlikle<br />

biliyorum ki bunun en büyük<br />

cezasını ülkemizde yaşayan Kürt<br />

kardeşlerimiz göreceklerdir.<br />

Çünkü hem Ermenistan’ın hem<br />

İsrail’in hem de Amerika Birleşik<br />

Devletleri’nin büyük devlet<br />

politikalarında Doğu ve Güneydoğu<br />

Anadolu’da bir Kürt devleti<br />

yoktur. Amerika’nın Büyük<br />

Orta Doğu Projesinde hem Doğu<br />

ve Güney Anadolu’muzda hem<br />

Ortadoğu’da gelecek yıllarda büyük<br />

İsrail Devleti vardır. Burada<br />

dikkatinize sunmak istediğim bir<br />

başka husus daha var: Devleti Aliye<br />

yani Osmanlı İmparatorluğu,<br />

1595 yılında III. Murat Devri’nde<br />

23 milyon 337 bin 600 kilometrekare<br />

üzerinde oturmaktaydı.<br />

1595 yılındaki topraklar, bugünkü<br />

Türkiye’den 30 misli daha büyüktür.<br />

Batı dünyası bu büyük<br />

toprakları parçalaya parçalaya<br />

780 bin kilometrekareye tıktı.<br />

Birinci Dünya Savaşı’nda bizi<br />

Anadolu topraklarından da söküp<br />

atmak için üzerimize çeşitli<br />

hücumlar yapıldı. Allah’a şükürler<br />

olsun ki Mustafa Kemal Paşa<br />

önderliğindeki milli mücadelede<br />

muvaffak olduk ve 780 bin kilometrekare<br />

üzerinde kaldık. Ama<br />

katiyen aklımızdan çıkarmamalıyız<br />

ki; doğu ve batı dünyası bizi<br />

bu 780 bin kilometrekare üzerinde<br />

de barındırmak istemiyor. Bizi<br />

doğu toprakları üzerinden sıyırıp<br />

atmak ve geldiğimiz Orta Asya<br />

topraklarına sürmek istiyor. Bu<br />

bakımdan ülkede Doğu ve Güneydoğu<br />

Anadolu’yu Türkiye’den<br />

koparmak ve küçük, zavallı, aciz<br />

bir Kürt Devleti kurmak hedefleniyor.<br />

Daha sonra facia devam<br />

edecektir. Ne Doğu Anadolu’da,<br />

ne Güneydoğu Anadolu’da Kürtlerin<br />

varlığına Ermeniler ve Yahudiler<br />

müsaade edeceklerdir ne<br />

de Edirne’den başlatıp, Ardahan’a<br />

kadar süren topraklar üzerinde<br />

Türk’ün varlığına göz yumacaklardır.<br />

Kürtçe, Lâzca, Çerkezce,<br />

Arapça, Boşnakça, Arnavutça<br />

bu topraklarda birtakım kimselerin<br />

anadilleridir. Bunu kabul<br />

ediyorum. Ama hepimizi<br />

birleştiren dil Türkçedir. Hepimiz<br />

bu topraklarda kayıtsız<br />

ve şartsız Türkçe konuşmak,<br />

Türkçe düşünmek, Türkçe yazmak<br />

mecburiyetindeyiz. Eğitim<br />

konusunda Kürtçeye bir kapı açtığınız<br />

zaman yarın ister istemez<br />

Çingenelerin de baş kaldırmalarına<br />

bir şey diyemezsiniz. Çingenelerde<br />

“Çingenece’nin seç-<br />

6<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

melik ders olarak okutulmasını<br />

istiyoruz” derler. O zaman Türkiye<br />

kırk yamalı bohçaya döner.<br />

Kimseyi yaradılışı bakımından<br />

küçümseyemeyiz. Çünkü Allah<br />

onları öyle yaratmıştır; ama dil<br />

konusunda, bayrak konusunda<br />

üzerinde iktisapla duracağımız<br />

Türkçedir ve Türk bayrağıdır. O<br />

bakımdan Türkiye’deki herkesin<br />

ama herkesin namusu, şerefi,<br />

hürriyeti Türk Devleti’nin ve<br />

Türk ordusunun ve Türkçenin<br />

ayakta kalmasına bağlıdır. Türkçe<br />

kırk parçaya bölündü mü, ordu<br />

dağıldı mı, vatan parçalandın mı<br />

bu topraklarda yaşayan insanlardan<br />

hiçbir grubun geleceğine<br />

inançla bakmak mümkün olmaz.<br />

Felaketimiz olur. O bakımdan<br />

ben, birtakım Avrupa devletlerinin<br />

zorlamaları ve dayatmaları<br />

karşısında Kürtçenin seçimlik<br />

bir ders olarak okullarda okutulmasını<br />

Türkiye’de yaşayan Kürt<br />

vatandaşlarımız için çok büyük<br />

bir tehlike olarak görüyorum. Biz<br />

bin yıldan beri Anadolu toprakları<br />

üzerinde Kürtler ile birlikte<br />

yaşıyoruz. Meclisimizde Kürt<br />

milletvekillerimiz, Kürt Bakanlarımız,<br />

Kürt Başbakanlarımız ve<br />

Kürt Cumhurbaşkanlarımız var.<br />

Kürtler, Türkiye’nin her noktasında<br />

istedikleri işleri yapmakta<br />

ve istedikleri ölçüler içerisinde<br />

yaşamaktadırlar. Bunları dikkate<br />

almamak dünyanın en büyük<br />

gafletlerinden sayılır. Ben şuna<br />

samimiyetle inanıyorum: Bugün<br />

Kürtçenin seçimlik ders hatta<br />

resmi dil olmasını isteyenler,<br />

bayrağımıza düşmanlık duyanlar,<br />

ortalığa sarı, kırmızı, yeşil renkli<br />

bayraklarla çıkanlar, askerimize,<br />

polisimize kurşun sıkanlar- Allah<br />

göstermesin, muvaffak oldukları<br />

takdirde-yarın Doğu ve Güneydoğu<br />

Anadolu’da yaşayan Kürt<br />

kardeşlerimizin lanetleriyle karşı<br />

karşıya kalacaklardır ve oralarda<br />

yaşayan Kürtler, bu kişilerin mezarlarının<br />

bile orada bulunmasını<br />

istemeyeceklerdir. Türkiye’de<br />

herkes anadilini konuşuyor. Ama<br />

devletimizin resmi dili kayıtsız<br />

ve şartsız Türkçedir, eğitimimiz<br />

kayıtsız ve şartsız Türkçe ile yapılmalıdır.<br />

Türkiye’nin geleceği<br />

buna bağlıdır.<br />

12 yıllık eğitimle birlikte<br />

müfredatta değiştiriliyor. Bu<br />

kapsamda Türkçe dersi ilkokul<br />

1 ve 2’inci sınıflarda birer saat,<br />

ilkokul 3’üncü sınıfta iki saat<br />

azaltıldı. Bu konudaki değerlendirmelerinizi<br />

öğrenebilir miyiz<br />

Bu vermiş olduğunuz örnek<br />

bir büyük faciayla karşı karşıya<br />

bulunduğumuzu gösteriyor.<br />

Ben size Türkiye Büyük Millet<br />

Meclisi’nde milletvekillerimizin<br />

ve bakanlarımızın önünde<br />

yapmış olduğum bir konuşmayı<br />

özetlemek istiyorum. Bizim anadilimiz<br />

Türkçedir. Evlerimizde 7<br />

yıl Türkçe konuşuruz. Eğitimde<br />

ilk 8 yıl Türkçe eğitim görürüz.<br />

3 yıl lisede Türkçe eğitim görürüz.<br />

18 yıl Türkçe eğitimden<br />

geçen çocuklarımız üniversite<br />

sıralarına geldikleri zaman kendilerine<br />

yeni baştan Türkçe dersi<br />

konulur. Çünkü üniversiteye<br />

giden çocuklarımız hocalarının<br />

ders kitaplarını anlamakta zorluk<br />

çekmektedirler ve kendilerini<br />

rahatlıkla ortaya koyamamaktadırlar.<br />

Dolayısıyla Türkçe derslerinin<br />

gittikçe azaltılması yarın<br />

bizi yeni birtakım facialarla karşı<br />

karşıya koyacaktır. Türkiye’nin<br />

gelişmesi, kalkınması, çağdaş<br />

medeniyet seviyesine ulaşması<br />

evvelimizde çok zengin bir dile<br />

sahip olmasıyla mümkündür. O<br />

www.turkegitimsen.org.tr 7


Söyleşi<br />

Büyük devletlerin büyük politikalarında birtakım<br />

meseleler öyle göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir<br />

zaman içerisinde ortaya çıkmaz. Önce dil meselesi<br />

ele alınır. Dil okullarda önce seçmeli ders olarak<br />

okutulmaya, sonra resmi dil olarak kabul edilmeye<br />

başlanır. Daha sonra bayrak ve edebiyat meselesi<br />

ortaya çıkar. Coğrafya dikkate alınır ve son noktada<br />

da vatan bölünmeye ve parçalanmaya gider. Türkiye<br />

bu dil parçalanması dolayısıyla yıkımla karşı karşıya<br />

kaldığı takdirde kesinlikle biliyorum ki bunun en<br />

büyük cezasını ülkemizde yaşayan Kürt kardeşlerimiz<br />

göreceklerdi. Çünkü hem Ermenistan’ın hem İsrail’in<br />

hem de Amerika Birleşik Devletleri’nin büyük devlet<br />

politikalarında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bir<br />

Kürt devleti yoktur. Amerika’nın Büyük Orta Doğu<br />

Projesinde hem Doğu ve Güney Anadolu’muzda hem<br />

Ortadoğu’da gelecek yıllarda büyük İsrail Devleti vardır.<br />

bakımdan müfredattaki Türkçe<br />

derslerinin azaltılması bir felakete<br />

işaret etmektedir. Aksine<br />

her yıl Türkçe daha zengin bir<br />

müfredatla, daha zengin bir<br />

dil dünyasıyla çocuklarımızı<br />

kucaklamalıdır. Aksi takdirde<br />

Türkiye’nin kalkınması ve çağdaş<br />

medeniyet seviyesine ulaşması<br />

mümkün değildir. Çünkü<br />

dünyanın her noktasında, her ülkesinde<br />

insanlar kelimelerle düşünmekte<br />

ve konuşmaktadırlar.<br />

Yeterli miktarda kelimeye sahip<br />

olmayan, yani yeterli miktarda<br />

düşünemeyen ve meramını yeterli<br />

miktarda açıklayamayan kimselerin<br />

edebiyatımıza, ilmimize,<br />

tekniğimize, medeniyetimize<br />

hizmet etmesi mümkün değildir.<br />

O bakımdan bu dil politikası son<br />

derece yanlıştır. Batı dünyası 8<br />

yıllık eğitimden geçen çocukları<br />

lider seviyesinde hazırlamaya çalışmaktadır.<br />

Bu da onları zengin<br />

bir dil dünyasından geçirmekle<br />

sağlanmaktadır. Biz bunun tamamen<br />

tersini yapıyoruz ve sonra<br />

neden batı dünyasından geride<br />

kaldık diye şikâyette bulunuyoruz.<br />

Devletimiz kayıtsız ve şartsız<br />

Türkçeyi çok zengin bir muhteva<br />

ile çocuklarımıza benimsetmeli,<br />

sevdirmelidir. Size bir örnek<br />

vermek istiyorum. 1995 yılında<br />

İngiltere’ye gittim. İngiltere’de<br />

bir gemi kaptanıyla sohbet esansında<br />

ona “Siz neden dilinizdeki<br />

Fransızca ve Latince kelimeleri<br />

atarak öz İngilizceyle konuşmuyorsunuz”<br />

diye sordum. Bana<br />

dedi ki: “Latinceden ve Fransızcadan<br />

dilimize giren ama herkes<br />

tarafından bilinen, sevilen, kullanılan<br />

kelimeler bizim milletimizin<br />

kelimeleri olmuştur. Bunları<br />

hiçbir İngiliz aydını dilimizden<br />

çıkarıp atmak cüretini gösteremez.<br />

Öz İngilizce olmaz. İngilizce<br />

vardır ve bizim dilimiz İngilizcedir.”<br />

Sonra ben, ona yeni bir<br />

soru sordum. Dedim ki: “Sizin<br />

gençleriniz Shakspeare İngilizcesini<br />

biliyor mu” Sizi şerefimle<br />

temin ederek söylüyorum kaptan<br />

bana dedi ki: “İngiltere’de Shakspeare<br />

İngilizcesini bilmeyen bir<br />

kimseye aydın nazarıyla bakılamaz.<br />

Ben nasıl Shakspeare İngilizcesini<br />

öğrendiysem kızım da<br />

o İngilizceyi öğrenmek mecburiyetindedir.”<br />

Kaptan sonra saatine<br />

baktı ve “Şu anda tutmuş olduğum<br />

bir öğretmen kızıma, benim<br />

evimde Shakspeare İngilizcesini<br />

öğretmektedir.” Burada şu hususa<br />

dikkatinizi çekmek istiyorum:<br />

Shakspeare 390 yıl önce ölen bir<br />

İngiliz edibidir ve İngiltere maarif<br />

sistemi 390 yıl önce ölen ediplerinin<br />

dilini, eserlerini çocuklarına<br />

öğretmek istiyor ve öğretiyor.<br />

Bundan hiçbir zarar gelmez.<br />

Türkiye’de biz değil 390 yıl önce,<br />

değil 90 yıl önce, 50 yıl önce ölen<br />

bir edibimizin, bir hikâye veya<br />

roman yazarımızın kitaplarını<br />

okutamıyoruz. Bu Türkçe üzerinde<br />

oynanan oyunları göstermesi<br />

bakımından çok dikkat çekici<br />

bir husustur. O bakımdan ders<br />

saatlerinin azaltılması çocuklarımızın<br />

ve milletimizin aleyhinde<br />

olan bir durumdur.<br />

“Türkiye’de okul kitapları 6-7<br />

bin kelime ile konuşup yazarken,<br />

Avrupa’da 71 bin kelime ile<br />

öğrenciler konuşup yazıyor. Bizler<br />

sokak dili ile konuşmaktayız”<br />

şeklinde bir açıklamanız var.<br />

Türkçeyi neden etkin ve düzgün<br />

şekilde kullanamıyoruz<br />

Türkçeyi etkili ve düzgün şekilde<br />

konuşmamız için evde çok<br />

zengin bir dil dünyasına sahip olmalıyız<br />

ve bu zengin dil ile eğitim<br />

sistemimizi kurmalıyız. Kayıtsız<br />

ve şartsız okumalıyız. Okumadıktan<br />

sonra dil dünyamızı sokak<br />

dilinden edebiyat diline getirmemiz<br />

mümkün değildir. Sizin de<br />

belirttiğiniz gibi 8 yıllık eğitimden<br />

geçen batılı çocukların ders<br />

kitaplarında 71 bin kelime vardır.<br />

Bu rakam Japonya’da 44 bin’dir,<br />

İtalya’da 32 bin’dir. Atatürk’ün ifadesiyle<br />

çağdaş medeniyet seviyesine<br />

yükselmek mecburiyetinde<br />

olan Türkiye’de bu 6-7 bin civa-<br />

8<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

Türkiye’nin kalkınması zengin bir dille sağlanacaktır,<br />

sağlanmalıdır. Ama biz dünyadaki milletler arasında en<br />

az okuyan milletlerdeniz. Evlerimizin yüzde 95’i kitapsız<br />

ve kütüphanesizdir. Bize Cumhuriyetin ilanından sonra<br />

verilen en büyük hürriyet, Türkçeyi tahrip hürriyetidir,<br />

Türkçe’yi bozma hürriyetidir. Her nesil, kendisinden<br />

önceki neslin dilini tahrip ederek ortaya çıkıyor.<br />

Bugünkü nesil dünkü neslin edebiyatını, eserlerini<br />

katiyen okuyup, anlayamıyor. Yarınki nesil de bugünkü<br />

neslin eserlerini okuyup, anlayamayacaktır.<br />

rındadır ve bizim sevgili çocuklarımız<br />

6-7 bin kelimenin yüzde<br />

10 ile yani 600-700 kelimeyle<br />

düşünüp, konuşmaktadır. Felaket<br />

bu noktada kapımızı çalmaktadır.<br />

Çünkü sözlerimin arasında<br />

da belirttiğim gibi dünyanın her<br />

yerinde olduğu gibi Türkiye’de<br />

de insanlar kelimelerle düşünür,<br />

kelimelerle konuşur. Yeterli miktarda<br />

kelime dünyasına sahip<br />

olmayan, yani doğru düşünemeyen<br />

kimseler hayatlarının hiçbir<br />

noktasında başarılı olamazlar.<br />

Türkiye’nin kalkınması zengin<br />

bir dille sağlanacaktır, sağlanmalıdır.<br />

Ama biz dünyadaki<br />

milletler arasında en az okuyan<br />

milletlerdeniz. Evlerimizin yüzde<br />

95’i kitapsız ve kütüphanesizdir.<br />

Bize Cumhuriyetin ilanından<br />

sonra verilen en büyük hürriyet,<br />

Türkçeyi tahrip hürriyetidir,<br />

Türkçeyi bozma hürriyetidir. Her<br />

nesil, kendisinden önceki neslin<br />

dilini tahrip ederek ortaya çıkıyor.<br />

Bugünkü nesil dünkü neslin<br />

edebiyatını, eserlerini katiyen<br />

okuyup, anlayamıyor. Yarınki nesil<br />

de bugünkü neslin eserlerini<br />

okuyup, anlayamayacaktır. Evet,<br />

okumayan bir milletiz. Avrupa<br />

ülkelerinde 3 bin 500 ile 4 bin<br />

500 kişiye bir kütüphane düşmektedir.<br />

Türkiye’de 64 bin kişiye<br />

bir kütüphane düşmektedir.<br />

Batı dünyasında 3 bin 500 kişiye<br />

bir kütüphane düşmektedir,<br />

Türkiye’de ise 95 kişiye bir kahvehane<br />

isabet etmektedir. Amerika<br />

Birleşik Devletleri’nde bir<br />

yılda basılan kitap sayısı, Amerikan<br />

nüfusuna bölündüğü zaman<br />

görülmektedir ki bin kişiye 4 bin<br />

700 kitap düşmektedir. Federal<br />

Almanya’da bin kişiye 2 bin 700<br />

kitap, Fransa’da bin kişiye bin 700<br />

kitap, Japonya’da bin kişiye bin<br />

kitap düşmektedir. Türkiye de<br />

ise bir yılda basılan kitap sayısı<br />

nüfusumuza bölündüğü takdirde<br />

bin kişiye düşen kitap miktarı şu<br />

son yıllarda 30-40 civarına ancak<br />

ulaşmıştır. Bu bakımdan batı<br />

dünyasında kitap bir kimsenin<br />

ihtiyaç listesinin 18. sırasında yer<br />

almasına rağmen; Türkiye’de kitap<br />

ihtiyaç listemizin 122. sırasına<br />

kaymıştır. Bütün bunlar bizim<br />

okumayan, dolayısıyla doğru dürüst<br />

düşünemeyen bir topluluk<br />

olduğumuzu gösteriyor. PPK ihaneti<br />

cehaletten kaynaklanan bir<br />

ihanettir. Tek çıkış yolumuz fert<br />

ve millet olarak tek çıkış yolumuz<br />

okumaktan ve kitabı sevmekten<br />

geçmektedir.<br />

Yabancı dil eğitimine başlama<br />

dönemi 2 yıl öne çekildi. Artık<br />

öğrenciler 2. sınıftan itibaren<br />

yabancı dil öğrenmeye başlayacak.<br />

Yeni sistemde yoğunlaştırılmış<br />

yabancı dil sınıfları önemli<br />

bir yer tutacak. Bu gelişmeleri<br />

nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Felaketimizin başlangıcı olarak<br />

değerlendiriyorum. Her Türk<br />

çocuğu kayıtsız, şartsız bir veya<br />

birkaç lisan bilmelidirler. Buna<br />

hiçbir itirazım yok. Ama kendi<br />

dillerini iyi bilmeden şu veya bu<br />

yabancı dille konuşmaya başlayan<br />

kimseler bir zaman sonra<br />

bizim insanımız olmaktan koparlar.<br />

Bu uygulama, Türkiye’yi<br />

kısa bir zaman sonra bir sömürge<br />

devleti haline getirecektir.<br />

Türkiye’nin bir ve müstakil yaşamasını<br />

isteyen kimseler böyle<br />

bir yanlışlıktan süratle vazgeçmelidirler.<br />

En büyük ağırlık<br />

önce kendi dilimize verilmelidir.<br />

Bu yabancı dil eğitiminin devlet<br />

eliyle yapılması düşünen her<br />

beyin için bir felaket habercisi<br />

manası taşır. Tarzan Türkçesi<br />

ile konuşup, yazan, kendi dilini<br />

yeterli miktarda bilmeyen kimselerin<br />

yabancı bir dille eğitim<br />

görmeleri hem onların hem de<br />

milletimizin felaketi olacaktır.<br />

Diyarbakır’ın büyük vatanperver<br />

evladı Süleyman Nazif diyor ki;<br />

“Türkçe milletimizin iskeletidir.”<br />

Bu çok doğru bir tespittir.<br />

www.turkegitimsen.org.tr 9


Söyleşi<br />

10<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

TÜRKÇE’NE SAHİP ÇIK...!<br />

Prof. Dr. Vahit TÜRK Sakarya Ünv. Fen Ed. Fk. Türk Dili ve Ed. Blm. Öğ. Üyesi<br />

Türkler; yaşadıkları tarihi ve<br />

coğrafi şartlardan dolayı çok<br />

erken devirlerden itibaren pek<br />

çok kavimle ya aynı devlet çatısı<br />

altında iç içe ya da sınırdaş devletlerin<br />

tebaası olarak uzun bir<br />

tarihi paylaşmışlardır. Bu birlikte<br />

yaşanan uzun tarihin sonucunda<br />

sınırları bugün bile tam olarak çizilemeyen<br />

bir karşılıklı etkileşme<br />

söz konusu olmuştur.<br />

Sık sık yer değiştirip başka<br />

coğrafyaları yurt tutmayı, ya da<br />

belirli bir coğrafyaya bağlı olmamayı<br />

neredeyse alışkanlık durumuna<br />

getiren Türk halkları, çoğunlukla<br />

göç ettiği topraklardaki<br />

yerli halklar içerisinde eriyip yok<br />

olma sonucuyla karşılaşmıştır.<br />

Bu yok olmanın çok çeşitli sebepleri<br />

sayılabilir ancak bizce asıl<br />

sebep, halkın inanıp güvendiği<br />

ve toplumu etkileme ve yönlendirme<br />

gücüne sahip olan aydın<br />

kitlenin, ya kendilerine aşırı bir<br />

güven duyması, yani “Bize bir<br />

şey olmaz” duygusu, ya da uzun<br />

uzun tahlil edilme gereğine inandığımız<br />

bir aşağılık duygusuna,<br />

yani “Bizden bir şey olmaz” duygusuna<br />

sahip olmalarıdır. “Bize<br />

bir şey olmaz” da, “Bizden bir şey<br />

olmaz” da, tarihte sıkça örneği<br />

görüleceği üzere, bizi hemen her<br />

zaman aynı sona götürmüştür.<br />

Türk aydınındaki bu iki yönlü<br />

duygunun ne zaman hangi tara-<br />

Eğitimin Sesi 11


Makale<br />

fa yöneldiği ile ilgili olarak da şu<br />

tespiti yapmak belki yol gösterici<br />

olabilecektir: Türk; bütün bilinen<br />

tarih boyunca devletiyle var<br />

olabilen, devletsiz olarak uzun<br />

süre yaşama güç ve iradesine<br />

sahip olamayan bir millettir. Bu<br />

cümlenin ne anlama geldiğine<br />

dair tarihimizden ve Türk coğrafyasının<br />

hemen her yerinden<br />

pek çok örnek gösterebiliriz, ancak<br />

bu durumun en açık ve bizi<br />

çok yakından ilgilendiren örneği<br />

Balkanlar’dır. Balkan Savaşları’na<br />

yani 100 yıl öncesine kadar, kuzeyden<br />

gelen Türkleri saymasak<br />

bile, en az 500 yıllık Türk yurdu<br />

olan Balkan coğrafyasında devleti<br />

ortadan kalkıp da bu kadar<br />

süre komşu olarak yaşadığı güçler<br />

hakim duruma geçince Türk<br />

ahali, yabancı idaresinde yaşamak<br />

istememiş, kendisine ait<br />

gördüğü bayrağın altına sığınmış<br />

ve yurdunu terk etmiştir. Bugün<br />

Balkanlar’da Türk nüfus yok hükmündedir<br />

ve 100 yıl gibi millet<br />

hayatı için çok kısa sayılabilecek<br />

bir sürede bu bölgede normal sayılamayacak<br />

bir nüfus farklılaşması<br />

yaşanmıştır.<br />

Selçuklu ve Osmanlı’nın güçlü<br />

olduğu dönemlerde görüldüğü<br />

üzere Türk aydını, devletinin<br />

gücü oranında kendini güçlü hissetmekte<br />

ve kendinden emin bir<br />

tavır sergilemektedir. Devletin<br />

gücünün aydınların zihnindeki<br />

bir karşılığı da milli değerleri<br />

koruma ve geliştirme görevinin<br />

siyasi otoriteye, yani devlete ait<br />

olarak düşünülmesi biçiminde<br />

olmuştur. Bu düşünceye sahip<br />

olan aydının birey olarak korumacılık<br />

duygusuna gerek kalmamakta<br />

ve konuyla ilgili bir sorumluluk<br />

da duyulmamaktadır.<br />

Bu emniyet duygusu, devletin<br />

zayıflama ve çöküş dönemlerinde<br />

süratli bir biçimde aşağılık<br />

kompleksine evrilebilmektedir.<br />

Çünkü devletin sahiplenmesi ve<br />

Yusuf Has Hacip’in Türkçe<br />

ile ilgili tutumunu eserinin<br />

özellikle başlangıç<br />

bölümü açıkça gösterir.<br />

Yazar, bu bölümde<br />

hemen bütünüyle Türkçe<br />

kelimelerle İslam diniyle<br />

ilgili bir metin kurmuş<br />

ve tabiri caizse adeta bir<br />

kurucu gibi davranarak<br />

“din dili”nin temelini<br />

atmaya çalışmış, ancak<br />

izinden gidilmediği<br />

için Kutadgu Bilig, pek<br />

çok konuda olduğu<br />

gibi, bu konuda da tek<br />

örnek olarak karşımızda<br />

durmaktadır.<br />

üstesinden gelmesi gereken bir<br />

sorunla yüz yüzedir ve kendisinin<br />

birey olarak yapabileceği<br />

çok şey olmadığını düşünmekte,<br />

uğraşmaya gerek görmemekte,<br />

çoğu zaman mevcut durumu kabullenip<br />

şartlara teslim olmakta<br />

ve sonunda maddi vatanı olan<br />

toprağını, ya da manevi vatanı<br />

olan dilini değersiz görüp terk etmektedir.<br />

Bu teslim olma hali bir<br />

müddet sonra alışkanlık haline<br />

gelmekte ve kendi başına “var olmak”<br />

iyice zorlaşmakta, birilerine<br />

dayanma veya bağlanma gereği<br />

duyulmaktadır. Bağlanma, daha<br />

uygun bir tabirle tabi olma, doğal<br />

olarak güçlü olana ya da şartlara<br />

göre güçlü görülene yönelmekte,<br />

yani bir nevi güce tapınma durumu<br />

oluşmaktadır. İzlenebilen<br />

Türk tarihinde kendi gücüyle, hiç<br />

kimseye dayanma gereği duymadan<br />

varlık iddiasında bulunan ve<br />

ortaya koyduklarıyla çağları aşıp<br />

bugüne ulaşan, bütün Türkler<br />

için kutup yıldızı niteliğinde ve<br />

milletin varlığını devam ettirmesinde<br />

büyük işlevleri olan büyük<br />

aydınlar olduğu gibi, şartlara<br />

göre davranmayı alışkanlık haline<br />

getirmiş pek çok insan örneği<br />

göstermek de mümkündür.<br />

Türk aydınlarının ya da daha<br />

genel bir ifadeyle Türklerin yabancı<br />

dillerle ilişkisini de bu<br />

anlatılanlar çerçevesinde değerlendirmenin<br />

uygun olacağı düşüncesindeyiz.<br />

Bu ilişki incelendiğinde<br />

oldukça kaba hatlarıyla<br />

karşımıza çıkan manzara şöyledir:<br />

Birinci Köktürk çağından kalan<br />

tek yazıtımız Soğdakça’dır.<br />

Türklüğün yüz aklarından biri<br />

diyebileceğimiz II. Köktürk çağına<br />

ait yazıtlardaki Bilge Kağan’ın<br />

ağzından yazılan şu cümleler, konumuzla<br />

ilgili fikir vermeleri bakımından<br />

önemlidir: “Türk begler<br />

Türk atın ıtı. Tabgaçkı begler<br />

Tabgaç atın tutupan Tabgaç<br />

kaganka körmiş” (Türk beyleri<br />

Türkçe olan adlarını bıraktılar.<br />

Çin’deki Türk beyleri Çin adları<br />

alarak Çin kağanına bağlandılar).<br />

Uygurlar çağında karşılaştığımız<br />

alfabe bolluğu ise meselenin<br />

bir başka boyutunu karşımıza<br />

getirir. Bu da aydın tavrını tespit<br />

bakımından önemlidir. Bilindiği<br />

üzere Uygurlar çağındaki alfabe<br />

değişikliklerinin temel sebebi;<br />

din değişiklikleridir. Din değişikliğinin<br />

alfabe değişikliğini de beraber<br />

getirmesi, Türk aydınının<br />

12<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

inanma biçimini ve inandığına<br />

tam teslim olma halini gösterir.<br />

Yusuf Has Hacip’in Türkçe ile<br />

ilgili tutumunu eserinin özellikle<br />

başlangıç bölümü açıkça gösterir.<br />

Yazar, bu bölümde hemen bütünüyle<br />

Türkçe kelimelerle İslam<br />

diniyle ilgili bir metin kurmuş ve<br />

tabiri caizse adeta bir kurucu gibi<br />

davranarak “din dili”nin temelini<br />

atmaya çalışmış, ancak izinden<br />

gidilmediği için Kutadgu Bilig,<br />

pek çok konuda olduğu gibi, bu<br />

konuda da tek örnek olarak karşımızda<br />

durmaktadır.<br />

11. yüzyıl Türk tarihi açısından<br />

özellik arz eden bir zamandır.<br />

Doğuda Karahanlı, güneye doğru<br />

Gazneli, batıda ise Selçuklu<br />

olmak üzere üç büyük Türk devleti<br />

aynı asırda yaşamaktadır. Bu<br />

coğrafyalarda kültür tarihimiz<br />

açısından şu tespitleri yapabiliriz:<br />

Kutadgu Bilig bütün Türklerin<br />

sahiplendiği ve övündüğü bir<br />

eserdir ve Karahanlı coğrafyasında<br />

yazılmıştır. Gazneli sarayında<br />

sultanın teşvikiyle Farsların ve<br />

Farsçanın övünç kaynağı Şehname<br />

yazılmıştır, Selçuklu coğrafyasında<br />

ise medreselerde eğitim<br />

Arapça yapılmaktadır. Ancak<br />

Farsların övünç kaynağı nasıl<br />

ki bir Türk kağanının teşvikiyle<br />

Türk başkentinde yazılmışsa bütün<br />

Türklerin övüncü olan Divanü<br />

Lügatit-Türk de Bağdat’ta,<br />

Abbasilerin başkentinde yazılmıştır.<br />

Ancak bu eserin yazılması<br />

ile ilgili olarak herhangi bir kişinin<br />

teşvik veya yardımına dair<br />

bilgimiz yoktur, eser, Kaşgarlı’nın<br />

kendi şuuruyla vücut bulmuştur.<br />

Coğrafyada böyle bir karışık<br />

durum söz konusu olmamakla<br />

birlikte Araplar ve Farslar uzun<br />

yüzyıllar Türk korumasında<br />

yaşadıkları halde bu milletlere<br />

mensup aydınlar çok nadir Türkçe<br />

eser yazmışlardır ki bunlar da<br />

günlük yarar amacı güden bir<br />

kısım gramer kitapları ve sözlüklerdir.<br />

Kişisel ya da toplumsal<br />

zevk için yazılmış edebî eserler<br />

bildiğimiz kadarıyla söz konusu<br />

değildir. Ancak hâkim millet olmalarına<br />

rağmen Türk aydınları<br />

bu dillerle binlerce eser yazmışlardır.<br />

Bu durum da Türk aydınının<br />

konuyla ilgili düşünce tarzını<br />

göstermek bakımından önemlidir.<br />

Arapça ve Farsça ile Türk aydınının<br />

ilişkisi, aynı din ve medeniyet<br />

dairesine dâhil olmaktan kaynaklanmış,<br />

ancak aydınların bu<br />

dillere aşırı düşkünlükleri kötü<br />

sonuçlar doğurmuş, Nevâyî ve<br />

benzeri bazı aydınlar bu durumdan<br />

rahatsızlıklarını dile getirip<br />

aydınları uyarma gereği duymuşlardır.<br />

Anadolu’da oluşan ve Oğuz<br />

Türkçesi’ne dayalı yazı dili, esas<br />

olarak Türkçeden başka dil bilmeyen<br />

Anadolu beylerinin teşvik<br />

ve destekleri sonucunda gelişmiş<br />

ve 13. yüzyıldan bugüne kesintisiz<br />

süren bir yazı dili olmuştur.<br />

Osmanlı’nın çöküş döneminde<br />

devlet eliyle kurulan birkaç yükseköğretim<br />

kurumunda Arapça<br />

ve Farsça’nın dışında yabancı dillerle<br />

(özellikle Fransızca ile) öğretim<br />

yapılmaya başlanmış ve bu<br />

durum; kutsalın dilinin hayatın<br />

bir alanından uzaklaştırılması,<br />

yeni yönelinen medeniyet dairesinin<br />

temsilcisi kabul edilen bir<br />

dile kutsalın dili karşısında imtiyaz<br />

tanınması anlamına gelmektedir.<br />

Bu durumu, mağlup olmuş<br />

bir medeniyetin mensuplarının<br />

galip medeniyete yönelmeleri<br />

olarak değerlendirmek de mümkündür.<br />

Osmanlı’nın son döneminde<br />

asıl büyük tehlike, yabancı dillerle<br />

eğitim ve öğretim yapan<br />

yabancıların kurduğu okullardan<br />

kaynaklanmıştır. Müslüman<br />

olmayan azınlıkların yoğun ilgi<br />

gösterdiği bu okullar yalnızca<br />

öğretim yapmamış, tam anlamıyla<br />

eğitim de yapmışlar ve<br />

azınlıklardaki milli bilinci geliştirip<br />

birtakım hedeflere yönlendirmişlerdir.<br />

Lozan’daki tartışma<br />

konularından birini teşkil eden<br />

bu okulların birkaçı hariç, büyük<br />

çoğunluğu, devletin yeni yöneticileri<br />

tarafından kapatılmıştır.<br />

Cumhuriyet’in temel dayanaklarından<br />

birini oluşturan Türkleşmenin<br />

ana kaynağı dil olarak<br />

görülmüş ve kurucu kadro; bir<br />

yandan Türkçenin eğitim ve<br />

öğretim dili olarak tam hâkim<br />

olmasını sağlamaya çalışırken,<br />

www.turkegitimsen.org.tr<br />

13


Makale<br />

Öğretim dilinin<br />

yabancılaştırılması<br />

orta ve yükseköğretim<br />

kurumlarında gittikçe<br />

yaygınlaştırılmıştır.<br />

1950’li yıllarda orta<br />

öğretimde başlayan<br />

yabancı dille<br />

öğretim, 60’lı yıllarda<br />

yükseköğretime de<br />

sıçramış ve yapılan<br />

propagandalarla yabancı<br />

dille öğretim kaliteli<br />

öğretimle eşanlamlı<br />

gibi anlaşılır olmuştur.<br />

Milyonlarca öğrenci<br />

içerisinden seçilen en<br />

zeki öğrencilerin gittiği<br />

yabancı dille öğrenim<br />

yapan bu okulların<br />

başarısının temelinde,<br />

yabancı dille öğretim<br />

mi, yoksa bu seçkin<br />

öğrencilerin zekâsının mı<br />

etkili olduğu, ayrıca bu<br />

öğrencilerin ana dilleriyle<br />

öğrenim görmeleri<br />

durumunda daha başarılı<br />

olup olamayacakları<br />

hiç tartışma konusu<br />

yapılmamıştır.<br />

diğer yandan da çok önceleri<br />

başlayan ve epeyce mesafe alınan<br />

yazı dilinin sadeleştirilmesi için<br />

tedbirler almışlar ve bunu da büyük<br />

oranda başarmışlardır.<br />

Türkiye Cumhuriyet’inin<br />

kuruluş senedi olan Lozan<br />

Antlaşması’nın ülkedeki bazı<br />

azınlık okullarıyla ilgili şu bölümü<br />

dikkat çekicidir: “… Nitekim<br />

bundan üç hafta önce, İstanbul<br />

Vilâyeti makamları, Müttefik<br />

eğitim kurumlarına (okullarına)<br />

gönderdikleri bir genelgede, Türk<br />

dili, Türk tarihi ve Türkiye coğrafyası<br />

okutmak üzere, üç Türk<br />

öğretmen kullanmalarını buyurmuşlardır.<br />

Bu buyuru, özellikle<br />

can sıkıcı bir niteliktedir; çünkü bu<br />

kurumlar, öğrencilerine Türk dilini<br />

öğretmekten bir an geri kalmamışlardır-<br />

bu da kaldı ki, doğaldır;<br />

fakat onları, kamu makamlarınca<br />

atanmış öğretmenler kullanmaya<br />

zorlamakla; bu öğretmenlere<br />

verilecek ücreti saptamakla; bu<br />

kurumları öğretimlerini Türkçe<br />

yapmak zorunda bırakmakla,<br />

okulların işleyişine çok ciddi engeller<br />

çıkartılmış olduğu da gerçektir.”<br />

İngiliz temsilci M. Ryan’ın<br />

bu konuşmasına İsmet Paşa; “Yabancı<br />

kurumların varlığını kabul<br />

etmekle, Türkiye’nin Müttefik<br />

Devletlere çok büyük bir ödünde<br />

(tavizde) bulunulmakta olduğunu<br />

belirtti. Türkiye, uluslararası bir<br />

sözleşmeye bu konuda bir hüküm<br />

konulmasını karşılığı ne olursa<br />

olsun- kabul edemez.” diye tepki<br />

göstermiştir (Meray, 2001, 6. C.<br />

S. 46, 47). Burada tartışılan mesele<br />

her ne kadar ülke içerisindeki<br />

yabancı okullarıyla ilgiliyse de<br />

konuyla ilgili tutumu göstermesi<br />

bakımından önemlidir.<br />

Kuruluş ve yapılanma döneminde<br />

Devlet, dil konusunda<br />

oldukça hassas davranmış, ancak<br />

aydınların ve devlet yöneticilerinin<br />

milli heyecanı, zaman<br />

içerisinde bütün amaçlara ulaşılmışçasına<br />

başka alanlara evirilmeye<br />

başlamış ve yeni devletin<br />

birtakım iddialarla kurduğu bazı<br />

okullardan başlayarak öğretim<br />

dili değişikliğine gidilmiştir.<br />

Özellikle bu okullardan başlanılması<br />

adeta birtakım güçlerin<br />

kurucu iradeyle hesaplaşması gibidir.<br />

Öğretim dilinin yabancılaştırılması<br />

orta ve yükseköğretim<br />

kurumlarında gittikçe yaygınlaştırılmıştır.<br />

1950’li yıllarda orta<br />

öğretimde başlayan yabancı dille<br />

öğretim, 60’lı yıllarda yükseköğretime<br />

de sıçramış ve yapılan<br />

propagandalarla yabancı dille<br />

öğretim kaliteli öğretimle eşanlamlı<br />

gibi anlaşılır olmuştur. Milyonlarca<br />

öğrenci içerisinden seçilen<br />

en zeki öğrencilerin gittiği<br />

yabancı dille öğrenim yapan bu<br />

okulların başarısının temelinde,<br />

yabancı dille öğretim mi, yoksa<br />

bu seçkin öğrencilerin zekâsının<br />

mı etkili olduğu, ayrıca bu öğrencilerin<br />

ana dilleriyle öğrenim görmeleri<br />

durumunda daha başarılı<br />

olup olamayacakları hiç tartışma<br />

konusu yapılmamıştır. Hâlbuki<br />

bir ya da daha fazla yabancı dili<br />

çok rahat öğrenebilecek seviyede<br />

olan ve de hem ülkenin, hem<br />

de kendilerinin ihtiyaçları için<br />

öğrenmeleri gereken bu öğrencilere<br />

alan derslerini yabancı dille<br />

okutmak gibi bir garabet devlet<br />

tarafından dayatılmış ve esasen<br />

kanunlar ve Anayasa karşısında<br />

suç işlenmiştir. Bu uygulamada<br />

eğer kasıt yoksa amaç ile araç<br />

birbirine karışmıştır. Yabancı dil<br />

bilme, insanların dünyanın farklı<br />

yerlerinde ortaya çıkan birikimlere,<br />

şahıs veya toplum için yararlanmak<br />

üzere ulaşma aracıdır.<br />

Ancak Türkiye’deki eğitimin asıl<br />

amacı, yabancı dili öğrenmek haline<br />

getirilmiş ve belirtildiği üzere<br />

araç, amacın yerine çıkartılmış<br />

ve asıl amaç dikkate alınmaz olduktan<br />

başka seçkin zeki öğrencilerin<br />

zekaları köreltilmiştir.<br />

Yüksek Öğretim Kurumu’nun<br />

yabancı dil konusundaki tutumunu<br />

anlatacak bir tabir, henüz Türkçenin<br />

söz dağarcığında yoktur.<br />

Aslında yabancı dil denildiğinde<br />

çoğulluk söz konusu edilmektedir,<br />

ancak Türkiye’de yaşayan hemen<br />

herkes, bilhassa aydınlar ve YÖK<br />

yabancı dil denildiğinde İngilizceyi<br />

anlamakta ve diğer dillere hiç<br />

ihtiyaç olmadığı ya da olmayacağı<br />

gibi bir anlayış yerleştirilmeye çalışılmaktadır.<br />

14<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

Türkiye’nin, gerek devlet olsun<br />

gerekse vakıf olsun, yükseköğretim<br />

kurumlarının hemen hepsi<br />

İngilizce eğitim yapmayı büyük<br />

bir amaç olarak önlerine koymuş<br />

ve ilk fırsatta da bu amaçlarını<br />

gerçekleştirmişler, bunu yapamayanlar<br />

ise büyük bir eziklik<br />

duygusu içerisinde ikinci sınıflığı<br />

kabullenmişler, adeta Allah’ın<br />

bunu kendilerine de nasip etmesi<br />

için dua eder duruma gelmişlerdir.<br />

Yabancı dille yani İngilizce ile<br />

eğitime karşı çıkanlar ise, başta<br />

çağdaşlık ve ilericilik olmak üzere<br />

bütün zamane kutsallarının<br />

karşıtı olarak görülmekte ve gösterilmektedirler.<br />

Bilindiği üzere bazı vakıf üniversiteleri<br />

ideolojik ya da muhafazakar<br />

gruplara aittir. Hemen<br />

hiçbir konuda bir araya gelemeyen<br />

bu grupların buluşma noktasının<br />

İngilizce ile eğitim yapmak<br />

olması, oldukça dikkat çekici ve<br />

üzerinde düşünülmesi gereken<br />

bir başka husustur. Bu üniversitelerin<br />

reklamlarının en başta gelen<br />

unsurunun Türkçe dışında hangi<br />

dille eğitim yaptıkları olması ve<br />

bunun da rağbet görmesi, konuya<br />

toplumun bakışını göstermek<br />

bakımından ayrıca dikkate değer<br />

bir durumdur.<br />

Bünyesinde yabancı dille öğretim<br />

yapılan üniversiteler ve bölümleri<br />

şimdilik (2011 ÖSS kılavuzuna<br />

göre) şöyledir:<br />

Abant İzzet Baysal Ü. 4 Bölüm<br />

Acıbadem Ü. 1 Fakülte (Tıp)<br />

Afyon Kocatepe Ü. 1 Bölüm<br />

Anadolu Ü. 6 Bölüm<br />

Ankara Ü. 2 Bölüm<br />

Atatürk Ü. 1 Fakülte (Tıp)<br />

Atılım Ü. 22 Bölüm<br />

Bahçeşehir Ü. 28 Bölüm<br />

Beykent Ü. 2 Bölüm<br />

Bilkent Ü. 29 Bölüm<br />

Bilkent Üniversitesi’nde eğitim-öğretim<br />

dili İngilizcedir.<br />

Bazı eğitim programları İngilizce-Türkçe<br />

olmak üzere iki dilde<br />

eğitim veya birden çok yabancı<br />

dilde eğitim yapabilir.<br />

Boğaziçi Ü. 32 Bölüm<br />

Çağ Ü. 7 Bölüm<br />

Çankaya Ü. 14 Bölüm<br />

Çukurova Ü. 6 Bölüm<br />

Doğuş Ü. 15 Bölüm<br />

Dokuz Eylül Ü. 10 Bölüm<br />

Osmangazi Ü. 1 Bölüm<br />

Fatih Sultan Mehmet Ü. 1<br />

Fakülte (İslami İlimler Fakültesi<br />

- Arapça)<br />

Fatih Ü. 19 Bölüm<br />

Galatasaray Ü. 12 Bölüm<br />

Galatasaray Üniversitesi öğretim<br />

dili Fransızca olan bir devlet<br />

üniversitesidir.<br />

Gazi Ü. 2 Fakülte<br />

Gaziantep Ü. 9 Bölüm<br />

Gazikent Ü. 3 Bölüm<br />

Gediz Ü. 7 Bölüm<br />

Hacettepe Ü. 4 Bölüm Almanca<br />

(Biyoloji Öğretmenliği, Fizik<br />

Öğretmenliği, Kimya Öğretmenliği,<br />

Matematik Öğretmenliği) 10<br />

Bölüm İngilizce<br />

Haliç Ü. 1 Bölüm<br />

Işık Ü. 19 Bölüm<br />

İnönü Ü. 1 Fakülte (Tıp)<br />

İstanbul Arel Ü. 7 Bölüm<br />

İstanbul Aydın Ü. 7 Bölüm<br />

İstanbul Bilgi Ü. 32 Bölüm<br />

Kemerburgaz Ü. 8 Bölüm<br />

İstanbul Kültür Ü. 5 Bölüm<br />

Sabahattin Zaim Ü. 1 Bölüm<br />

İstanbul Şehir Ü. 10 Bölüm<br />

İstanbul Teknik Ü. 38 Bölüm<br />

İtü-Kktc Eğitim Araştırma<br />

Yerleşkesi Ü. 3 Bölüm<br />

İstanbul Ticaret Ü. 2 Bölüm<br />

İstanbul Ü. 2 Bölüm<br />

zmir Katip Çelebi Ü. 9 Bölüm<br />

İzmir Yük. Tek.Ens.11 Bölüm<br />

Karabük Ü. 3 Bölüm<br />

Koç Ü. 19 Bölüm<br />

Kto Karatay Ü. 3 Bölüm<br />

Maltepe Ü. 10 Bölüm<br />

Marmara Ü. 15 Bölüm İngilizce,<br />

2 Bölüm Almanca, 1 Bölüm<br />

Fransızca<br />

Melikşah Ü. 6 Bölüm<br />

Mevlana Ü. 3 Bölüm<br />

Muğla Ü. 5 Bölüm<br />

Okan Ü. 16 Bölüm<br />

Orta Doğu Teknik Ü. Öğretim<br />

Dili Bütünüyle İngilizce<br />

Özyeğin Ü. 10 Bölüm<br />

Pamukkale Ü. 3 Bölüm<br />

Piri Reis Ü. 3 Bölüm<br />

Sabancı Ü. Öğretim Dili Bütünüyle<br />

İngilizce<br />

Süleyman Şah Ü. 5 Bölüm<br />

Toros Ü. 8 Bölüm<br />

Turgut Özal Ü. 1 Bölüm<br />

Yalova Ü. 2 Bölüm<br />

Yaşar Ü. 15 Bölüm<br />

Yeditepe Ü. 33 Bölüm<br />

Yıldırım Beyazıt Ü. 9 Bölüm<br />

Zirve Ü. 2 Bölüm<br />

Yukarıda İngilizce dışındaki<br />

dillerle öğretim yapan bölümler<br />

ayrıca belirtilmiştir. Bu listenin<br />

bize gösterdiği bir başka şey de<br />

Türkiye’nin hemen her yöresinin<br />

İngilizce tarafından işgal edilmiş<br />

olduğudur. Dil eğer kültürün taşıyıcısı<br />

ise, eğitim dilinin İngilizce<br />

olduğu üniversitelerde İngiliz<br />

kültürü yaşatılıp geliştirilecek,<br />

Türk kültürü ise bu eğitim kurumlarından<br />

kovulacak demektir.<br />

Ayrıca zaman içerisinde bu<br />

tavır Türkçeyi değersizleştirecek<br />

ve ancak sokakta konuşulan, bilim<br />

kurumlarına giremeyen bir<br />

dil düzeyine indirecektir.<br />

Son söz; toplumlar ya da<br />

milletler ürettiklerini dilleriyle<br />

biriktirirler ve gelecek kuşaklarına<br />

dilleriyle aktarırlar.<br />

Yukarıdaki liste bize, Türkçeyle<br />

ve Türk için değil, İngilizce ile ve<br />

İngiliz için biriktirmeye başladığımızı,<br />

hatta bu konuda epeyce<br />

mesafe aldığımızı göstermektedir.<br />

KAYNAK<br />

Lozan Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler,<br />

(Çev. Seha Meray),<br />

YKY yay., 3. Baskı, İstanbul,<br />

2001.<br />

www.turkegitimsen.org.tr<br />

15


Söyleşi<br />

AK PARTİ AMASYA MİLLETVEKİLİ<br />

Prof. Dr. Naci BOSTANCI :<br />

‘‘ Devlet marifetiyle değil ama özel girişim şeklinde farklı dillerde<br />

eğitim olabilir. ’’<br />

Söyleşi MeltemYALÇINKAYA<br />

16<br />

Eğitimin Sesi<br />

Anayasa çalışmaları kapsamında<br />

anadilde eğitime yönelik<br />

tartışmalar devam etmektedir.<br />

Ana dilde eğitim toplumsal ve<br />

bilimsel olarak bir ihtiyaç mıdır<br />

Bu konudaki değerlendirmelerinizi<br />

öğrenebilir miyiz<br />

Anadilde eğitim tartışmaları<br />

modern zamanlarda gündeme<br />

gelen bir konudur. Daha önce<br />

siyasal iktidar hanedanlıklara aitken;<br />

grupların, kesimlerin, etnik<br />

kimliklerin kendi anadilleriyle<br />

eğitim yapmalarının bir hak olduğuna<br />

dair anlayış çok güçlü<br />

değildi. Çünkü siyasal ilişkiler<br />

hanedanlar tarafından kontrol<br />

ediliyordu. Modernleşmeyle birlikte<br />

iktidarın millete ait olması<br />

gerektiği anlayışı çerçevesinde<br />

milli devletler teşekkül edince,<br />

milli devletlerde egemen millete<br />

ait dilin aynı zamanda resmi dil,<br />

herkes tarafından öğrenilmesi<br />

gereken dil olarak tespiti söz<br />

konusudur ve milli devletler bu<br />

çerçevede bir anlayışla 19 ve 20.<br />

yüzyıllarda eğitim alanını düzenlemişlerdir.<br />

Fakat 20. yüzyılın<br />

özellikle ortalarından sonra<br />

geçmişte yaşanan kimi problemler<br />

daha fazla su yüzüne çıkmış,<br />

hukukun evrenselleşmesi ve insan<br />

haklarına ilişkin normların<br />

ulusal egemenlik sınırlarını aşkın<br />

bir biçimde küresel bir nitelik kazanması<br />

milli devletlerin üzerinde<br />

de etkili olmuştur.


Söyleşi<br />

Mesele şudur: 19. yüzyılda ileri<br />

sürülen her millete bir devlet<br />

veya her devlete bir millet formülü<br />

tutmamıştır. Çünkü insanlar<br />

yeryüzünde farklı ülkelere<br />

dağılmış vaziyettedir. Dolayısıyla<br />

aynı ülkenin içerisinde kendisini<br />

farklı bir kimlik üzerinden gören,<br />

iktidar ilişkileri millete ait olduğunda<br />

da kendisinde de böyle bir<br />

hak olması gerektiğini varsayan<br />

daha alt gruplar ve farklı kesimler<br />

anadille eğitim meselesini<br />

hem iktidarla ilişkileri açısından<br />

önemli hem de kendi kimliklerini,<br />

varlıklarını ve bütünlüklerini<br />

koruma bakımından hayati görmüşlerdir.<br />

O yüzden anadilde<br />

eğitim meselesi Avrupa’da ya da<br />

başka ülkelerde gündeme gelmiştir.<br />

Ana dilde eğitim Türkiye’de de<br />

Kürt meselesi çerçevesinde sık<br />

sık tartışılan bir konu olmuştur.<br />

Meselenin akademik yanı politik<br />

ve normatif tartışmalardan<br />

bağımsız değildir. Meselenin<br />

politik tarafı da vardır. Politik<br />

tarafı derken bir toplumda kimi<br />

kararları verirken ne ölçüde halk<br />

desteği bulacağı ya da ne ölçüde<br />

bir blokajla karşılaşacağı meselesidir.<br />

Eğer demokrasi olmasa<br />

azınlık bir etnik grup kendi bildiği<br />

doğruları uygulamakta daha<br />

serbest olabilir. Fakat demokrasi<br />

söz konusu ise o ülkedeki bütün<br />

seçmenler, bütün insanlar her<br />

türlü hak ve hukuk üzerinde etkilidir<br />

ve onların tutumları yasal<br />

sonuç doğurur. Buradaki bir başka<br />

mesele de insan haklarına ilişkin<br />

alanların demokratik oylama<br />

marifetiyle tayin edilemeyeceği<br />

kararlardır, kanaatlerdir. Bu da<br />

çok doğrudur; ama bunlar hep<br />

gelinen noktalardır. Türkiye’de de<br />

Kürt meselesi etrafında yapılan<br />

tartışmalar kolektif haklar çerçevesinde<br />

kendi anadiliyle eğitim<br />

yapması meselesi gibi konuları<br />

da içermeye başlamıştır. Bu çer-<br />

Şahsi kanaatim devlet<br />

marifetiyle değil ama<br />

özel girişim şeklinde<br />

farklı dillerde eğitim<br />

olabilecektir.<br />

Eğer istenirse Kürtçe<br />

eğitim verecek birtakım<br />

kurumlar da özel girişim<br />

marifetiyle kurulabilir.<br />

Müfredat yine devletin<br />

müfredatı olmak<br />

kaydıyla yapılabilir diye<br />

düşünüyorum.<br />

çevede devlet TRT ŞEŞ adı altında<br />

bir televizyon kanalı kurmuştur.<br />

Kürtçe bütünüyle yasakken,<br />

yazılı hiçbir eser Kürtçe olarak<br />

basılamazken son zamanlarda<br />

Kürtçe dergiler çıkmakta, Kürtçe<br />

kitaplar basılabilmektedir. Yani<br />

Türkiye’nin yaşadığı tartışma ve<br />

Kürt meselesi problemi çerçevesinde<br />

içine girdiğimiz süreç<br />

esasen Kürtçenin belli alanlarda<br />

daha duyulur bir şekilde ortaya<br />

çıkmasını temin etmiştir. Kürt<br />

meselesinin varlığının devlet yetkilileri<br />

tarafından teyit edilmesinin<br />

tarihi de aşağı yukarı 20 yıldır.<br />

Ondan önce böyle bir anlayış,<br />

böyle bir paradigma yöneticiler<br />

nezdinde mevcut değildi. Bugün<br />

bu tartışma halen varlığını sürdürüyor.<br />

İşin akademik ve politik taraflarını<br />

az önce söyledik. Benim<br />

kanaatim esasen kolektif haklara<br />

ilişkin tartışmaların sürekli problem<br />

doğurma niteliği taşıdığıdır.<br />

Bir demokratik devlette birey<br />

hakları esaslı bir yaklaşımın, kişisel<br />

haklar üzerine kurulu bir yaklaşımın<br />

elemine olması gerektiğidir.<br />

Çünkü kolektif kimliklere<br />

ilişkin tartışmalar önemli ölçüde<br />

hayali bir alan oluştururlar ve<br />

kimliklerin hatırlandığı bir zeminde<br />

kimliklerin birbirine karşı<br />

husumet içinde oldukları yerlerde<br />

çok derin problemler doğururlar.<br />

Esasen bizim modern<br />

dünyada kimlikleri hatırlamaktan<br />

ziyade unutmaya ihtiyacımız<br />

vardır. Kimliklerin hatırlandığı<br />

bir zemin iyi bir zemin değildir.<br />

Unutma derken; her kimse,<br />

neyse, orada kalmalı; ama sürekli<br />

gündelik hayatın içerisinde<br />

kimliklerini hatırladığı ve bu çerçevede<br />

yapılıp edilenleri kimlik<br />

perspektifinden değerlendirdiği<br />

bir durumu kast ediyorum.<br />

Ne yazık ki, Türkiye 1984’ten<br />

bu yana yaşadığı terör dolayısıyla<br />

Kürt meselesini de insan<br />

hakları temelinde, toplumsal<br />

mutabakat temelinde tartışma<br />

imkânı bulamamıştır. Esasen dile<br />

ilişkin eğitim ne olacak Bunun<br />

müzakere edilme zemini de bu<br />

çerçevede önemli ölçüde kaybetmiştir.<br />

Benim kanaatim öncelikle<br />

Türkiye’de terörün bittiği bir<br />

ortamı tesis etmektir. Böyle bir<br />

ortam içersinde biz, bu tür konuları<br />

daha olağan, siyasetin ve<br />

insan haklarının temel değerleri<br />

etrafında tartışma imkânını bulabiliriz.<br />

Bugün yaşadığımız terör<br />

bu meseleleri bizim rasyonel<br />

bir şekilde muhakeme etmemize<br />

mani olmaktadır. Ümit ederim<br />

ki, Türkiye böyle bir döneme girer<br />

ve bu çerçevede her tür toplumsal<br />

talebin siyasette serbestçe<br />

müzakere edildiği ve evrensel insan<br />

haklarına yönelik kararların<br />

alındığı bir zemin teşekkül eder.<br />

Şu anda böyle bir zemin imkânı<br />

çok göremiyorum; ama şahsi kanaatim<br />

devlet marifetiyle değil<br />

ama özel girişim şeklinde farklı<br />

dillerde eğitim olabilecektir.<br />

Nitekim İngilizce eğitim veren<br />

kurumlar vardır. Eğer istenirse<br />

Kürtçe eğitim verecek birtakım<br />

kurumlar da özel girişim marifetiyle<br />

kurulabilir. Müfredat yine<br />

devletin müfredatı olmak kaydıyla<br />

yapılabilir diye düşünüyo-<br />

www.turkegitimsen.org.tr 17


Söyleşi<br />

rum. Bu benim şahsi kanaatim.<br />

Ama benim bu şahsi düşüncemin<br />

siyasal bir anlam ve değer<br />

kazanabilmesi için Türkiye’deki<br />

toplumsal ve politik ortamın<br />

bu tür müzakereleri tartışmaya<br />

elverişli olması gerekir. Bu elverişlilik<br />

yoksa söyleyeceğiniz her<br />

şey, ortaya koyacağınız her karar<br />

problemli olacaktır. Şimdi benim<br />

bu söylediğim kanaat de aslında<br />

kamuoyu tarafından problemli<br />

karşılanabilecek bir kanaat.<br />

Kimi insanlar diyebilir ki; ‘Tek<br />

bir resmi dil vardır. Eğitim onun<br />

üzerinden olur’. Kimileri diyebilir<br />

ki; ‘Devlet aynı devlet, Kürtçe<br />

de kamu marifetiyle eğitim verilebilir<br />

hale getirilmelidir’. Biz<br />

bunları dile ilişkin soğukkanlı<br />

bir tartışma üzerinden yürütme<br />

imkânından mahrumuz. Benim<br />

temennim öncelikle bu ortamın<br />

tesis edilmesidir. Ümit ederim<br />

ki; bu ortam tesis edildiğinde çok<br />

daha makul, gerçekten insanların<br />

ne istediğine ilişkin, bir takım<br />

Kürtçe marifetiyle<br />

eğitim yapma talebinin<br />

ne ölçüde karşılığının<br />

olduğunu da bilmiyoruz.<br />

Bugünkü gündeme gelen<br />

bu tartışma daha çok<br />

politik tartışmaların bir<br />

parçası olarak şekilleniyor.<br />

Bir eğitim talebi şeklinde<br />

olup olmadığını<br />

konuşabileceğimiz bir<br />

zemin yok.<br />

taleplerin ne ölçüde halk temelli<br />

olduğunu görebileceğimiz şeffaf<br />

bir tartışmayla bu konularda karara<br />

varırız. Esasen Kürtçe marifetiyle<br />

eğitim yapma talebinin ne<br />

ölçüde karşılığının olduğunu da<br />

bilmiyoruz. Bugünkü gündeme<br />

gelen bu tartışma daha çok politik<br />

tartışmaların bir parçası olarak<br />

şekilleniyor. Bir eğitim talebi<br />

şeklinde olup olmadığını konuşabileceğimiz<br />

bir zemin yok.<br />

İnsanlar daha çok uluslararası<br />

dünyaya açılacak tarzda bir eğitim<br />

donanımı istiyorlar. Eminim<br />

ki etnik köken ne olursa olsun,<br />

bugünün dünyasında insanlar<br />

öncelikle İngilizce bilmeye çok<br />

daha önem veriyorlar. Bunun da<br />

anlaşılır bir yanı var. Küreselleşen<br />

bir dünyada başka insanlarla<br />

ve kültürlerle bağ kurabileceğimiz<br />

ortak dil meselesi mühim. O<br />

yüzden Kürtçe marifetiyle eğitim<br />

yapmak talebinin karşılığı nedir<br />

Bunu bilmekten mahrumuz.<br />

Bunu bilmemiz siyasal kararların<br />

alınabilmesi için çok önemlidir.<br />

Ama ben kişisel olarak durduğum<br />

yer olarak söylüyorum, bir<br />

özel girişim şeklinde bu eğitimler<br />

yapılabilir. Talep varsa insanlar<br />

bu okullarda okurlar. Talep yoksa<br />

o zaman da yapacak bir şey yok<br />

demektir. Esasında Kürt meselesinin<br />

çözümü konusunda Türkiye<br />

önemli adımlar da atmıştır.<br />

Bugün terörü çeşitli nedenlerle<br />

kaçınılmaz gören insanların da<br />

gerekçelerinin elinden alındığı<br />

bir Türkiye vardır. Buna dikkat<br />

etmek gerekir. Türkiye’nin geçmişine<br />

bakarak şiddet üzerinden<br />

18<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

bu yolu çözebilmeye devam etmek<br />

Türkiye’nin geleceğine yazık<br />

etmek demektir. Herkesin bunda<br />

sorumluluğu vardır. O çerçevede<br />

bir bakışın herkesin yararına olacağını<br />

düşünüyorum.<br />

Size göre dil toplumu bütünleştiren<br />

bir unsur mudur Bu<br />

noktada yeni Anayasa’da ana<br />

dilde eğitim talebi yer alırsa bunun<br />

sosyolojik olarak sonuçları<br />

ne olur Öte yandan dilde bir<br />

çözülme başlar mı, milli birlik ve<br />

bütünlüğümüz zarar görür mü,<br />

Türkçe nasıl etkilenir<br />

Anayasa’da nelerin yer alacağını<br />

henüz bilmiyoruz. Onun üzerine<br />

konuşmak çok doğru olmaz.<br />

Bu tartışmayı zaten komisyonun<br />

kendisi yapıyor. Bir toplumsal<br />

mutabakatın arkasında çok çeşitli<br />

unsurlar vardır. En temel unsur<br />

esasen ortak bir adalet duygusudur.<br />

İnsanlar herkesi kuşatan bir<br />

adalet duygusunun varlığında<br />

ortak bir kanaate sahip olurlarsa<br />

birlikte yaşama bakımından o<br />

ortak iradeyi daha da güçlendirecek<br />

bir havayı birlikte solurlar.<br />

Adaletin yanı sıra kültürel, toplumsal<br />

normlara ilişkin ortaklıklar<br />

son derece önemlidir. Toplumsal<br />

mutabakat dediğimizde<br />

bunu yaşanan zamana göre sürekli<br />

güncellenen bir mutabakat<br />

olduğunu unutmamak gerekir.<br />

Geleneksel dünyadaki toplumsal<br />

mutabakatla modernleşen, şehirleşen,<br />

hayatı farklılaşan, çoğullaşan,<br />

farklı fikir gerçeklikleriyle<br />

yüzleşen bir toplumun mutabakat<br />

anlayışının benzer olması düşünülemez.<br />

Mesela şehirler daha<br />

kozmopolit yerlerdir. Bu nedenle<br />

şehirlerde toplumsal mutabakat<br />

herkesin kendi anlayışına, hayat<br />

tarzına saygı göstermekten<br />

geçer. Ama köydeki toplumsal<br />

mutabakat ‘Hepimiz biriz. Aynı<br />

şekilde davranmalıyız. Sosyal<br />

normlar egemen olmalıdır’ şeklindedir.<br />

Dolayısıyla toplumsal<br />

mutabakatın sadece bire indirgemenin<br />

biraz kolaycılık olduğunu<br />

düşünmüyorum. Çok başka faktörlerle<br />

desteklenmesi gerekir.<br />

Adalet duygusuyla, ekonomik<br />

entegrasyonla, kültürel pratiklerle<br />

Türkiye’nin bu açıdan problemi<br />

olduğunu düşünmüyorum.<br />

Farklı etnik kökenden gelen insanların<br />

çok uzun yıllar, asırlara<br />

dayalı ortak bir tecrübesi söz konusu.<br />

Modernleşme bu tecrübeyi<br />

daha da tahkim etmiştir. Hukuk<br />

devleti, demokrasi ve özgürlükler<br />

diyoruz. Çok sık karşılaştığımız<br />

kavramlar bunlar. Çok sık<br />

karşılaşmamız aslında farklı kesimlerin<br />

bu kavramları ne kadar<br />

önemsediğini gösteriyor. Dolayısıyla<br />

bu kavramların da çok<br />

temel olduğunu düşünmüyorum.<br />

İnsanların meşruiyet normları<br />

çerçevesinde haklarını arayabildiği,<br />

siyasi mücadelelerini sürdürebildiği<br />

bir toplumda toplumsal<br />

mutabakat bakımından çok<br />

anlamlı bir durumda demektir.<br />

Bizim özellikle bunlar üzerinde<br />

vurgu yapmamız gerekir.<br />

Diller esasen yasalarla<br />

korunmaz.<br />

Dilleri koruyan<br />

o ülkedeki<br />

okuryazarlardır,<br />

onların üretimidir.<br />

Eğer bir dil artık<br />

yasayla korunmaya<br />

başlanıyor ise<br />

‘vah o dilin haline’ derler.<br />

Bu meydan okuyucu<br />

bir güce karşı kendi<br />

diline ilişkin asli gücüne<br />

güvenemeyen bir<br />

aklın hukuktan yardım<br />

istemesine benzer.<br />

Sayın Başbakan Erdoğan<br />

son açıklamasında tek devlet,<br />

tek millet ve tek bayrak demişti.<br />

Fakat bu konuşmasında tek<br />

dil vurgusu yapmamıştı. Sizce<br />

bunun nedeni nedir ve Sayın<br />

Başbakan’ın açıklaması yeni<br />

Anayasa’da dil konusunda bir<br />

ipucu veriyor mu<br />

Burada dile ilişkin bir opsiyon,<br />

bir açıklık olarak okunabilir<br />

mi Doğrusu ben öyle düşünmüyorum.<br />

Çünkü yeteri kadar<br />

bir toplumsal tartışma ortamı<br />

olmaksızın Sayın Başbakan’ın<br />

hayli gerilimli bu konuya ilişkin<br />

bir politik tavır içinde olduğunu<br />

ben görmedim. Şu anda Anayasa<br />

Komisyonu çalışmalarını<br />

sürdürüyor. Toplumda da bahsettiğimiz<br />

konu yine müzakere<br />

ediliyor. Sonuçta bir arada yaşamak,<br />

birbirimize saygı göstermek<br />

durumundayız. Geçmişten geleceğe<br />

doğru bir akışın içindeyiz.<br />

Birtakım şartların değiştiğini<br />

görüyoruz. İnsanların birbirine<br />

karşı muameleleri değişiyor. Çok<br />

da acı çektik. Yeni acılar çekmeyeceğimiz,<br />

herkesin tabiri caizse<br />

şapkasını önüne koyup düşündüğü<br />

bir Türkiye en gelişmiş<br />

Türkiye’dir. Sayın Başbakan’ın<br />

Türkiye’nin birliği ve dirliği konusunda<br />

çok altı çizilen bir duruşu<br />

söz konusudur. Anayasa<br />

tartışmalarında müzakerelerin<br />

alacağı şekil bu konulara ilişkin<br />

bir açıklık kazandıracaktır.<br />

Başbakan Erdoğan son dönemde<br />

çok sayıda alışveriş<br />

merkezi ve konut inşaatında<br />

yabancı kelimeler kullanıldığını<br />

belirterek, yatırımcılara Türkçe<br />

isimler vermeleri konusunda<br />

uyarıda bulunmuştu. Erdoğan,<br />

“Yeni inşa edilen konut ve işyerlerinde<br />

Towers gibi mall gibi kelime<br />

ve kavramların tamamının<br />

Türkçede aslında güzel karşılıkları<br />

var. Türkçe yüz milyonlarca<br />

www.turkegitimsen.org.tr 19


Söyleşi<br />

insan tarafından konuşuluyor.<br />

İstanbul Türkçesi ülkemizin artan<br />

dış ticaretine paralel olarak,<br />

yatırımcılarımızdan Türkçe<br />

hassasiyetini görmek istediğimizi<br />

özellikle vurgulamak istiyorum.<br />

İstanbul küresel bir şehir<br />

uluslar arası bir markadır ama<br />

burada en zor haliyle Türkçeleşmiş<br />

Türkçeyi benimsersek çok<br />

önemli bir adım atmış oluruz”<br />

demişti. Bu kapsamda Türkçemizin<br />

korunması ve geliştirilmesi<br />

için yeni Anayasa’da hükümler<br />

yer almalı mıdır<br />

Diller esasen yasalarla korunmaz.<br />

Dilleri koruyan o ülkedeki<br />

okuryazarlardır, onların üretimidir.<br />

Eğer bir dil artık yasayla<br />

korunmaya başlanıyor ise ‘vah o<br />

dilin haline’ derler. Bu meydan<br />

okuyucu bir güce karşı kendi<br />

diline ilişkin asli gücüne güvenemeyen<br />

bir aklın hukuktan yardım<br />

istemesine benzer. Oysaki<br />

eğer küresel ölçekte Türkiye’ye<br />

yönelik bir meydan okuma var<br />

ise yasal korunmayla değil; ama<br />

başka alanlarda desteklerle Türkçeyi<br />

desteklemek gerekir. Yani<br />

Yabancı dille eğitimin<br />

problemli olduğunu<br />

düşünüyorum.<br />

Türkçenin bir bilimsel<br />

dil olduğunu,<br />

üniversitelerde yetkin<br />

ve yeterli eğitim vermek<br />

bakımından<br />

Türkçenin önemli<br />

olduğunu, yabancı dille<br />

eğitim yapılmasının<br />

yanlış olduğunu<br />

düşünüyorum.<br />

yasal koruma yerine sanatı, edebiyatı,<br />

kültürü teşvik eden, bunun<br />

ortamını sağlayan, Türkçeyi<br />

teşvik eden bir yaklaşım esastır.<br />

Ak Parti’nin esasen 10 yıldır yaklaşımı<br />

böyledir. Belki belediyeler<br />

kendi alanlarında yabancı isim<br />

verilmesini engelleyici kararlar<br />

alabilirler. Nitekim ben birçok<br />

yerde yabancı isimlerin yanı sıra<br />

böyle otantik anlamlar taşıyan<br />

Türkçe kelimelerin bu tür alanlarda<br />

kullanıldığını, böylesine<br />

güçlü bir trendin olduğunu görüyorum.<br />

Serbest piyasa anlayışıyla<br />

dile ilişkin hassasiyetlerin geriliminde<br />

teşekkül eden bir durum.<br />

Ama buradaki yaklaşımın daha<br />

sivil bir anlayış olması gerektiğini<br />

düşünüyorum. Şahsen ben<br />

yasal korumanın, ille de mahalli<br />

otoritelerce düzenlenebileceğini<br />

ama daha çok merkezi otoritenin<br />

dili teşvik eden ve gündelik kullanımını<br />

güçlendiren birtakım<br />

destekleyici hizmetlerle Türkçeyi<br />

güçlendirmesi gerektiği kanaatindeyim.<br />

Ülkemizde yabancı dille eğitim<br />

ve öğretim tartışılmaktadır.<br />

Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz<br />

Yabancı dil öğretimi okul<br />

öncesi eğitim kurumlarında da<br />

yapılmaktadır. Buna rağmen<br />

öğrenciler liseden mezun olduklarında<br />

yabancı dil açısından<br />

yetersizdir. Bu durum ülkemizdeki<br />

yabancı dil öğretim metotlarının<br />

gözden geçirilmesini<br />

gerektirmiyor mu Ülkemizdeki<br />

20<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

yabancı dil öğretimi, Türkçenin<br />

yabancı dillere karşı korunmasını<br />

ve bu konuda önlem alınmasını<br />

gerektiriyor mu<br />

2000’li yılların ortalarında<br />

YÖK Yasası’na ilişkin birtakım<br />

çalışmalar yapılıyordu. Ben de<br />

çalışmalara katılmıştım. O çalışmalarda<br />

bütün üniversitelerin<br />

rektörleri vardı. Onlarla konuşurken<br />

ortak bir kanaat olarak<br />

ifade ettikleri ve bir bakıma itiraf<br />

ettikleri şuydu: Yabancı dille<br />

eğitim bir pazar meselesidir. Yani<br />

bir eğitim meselesi olmadan önce<br />

bir pazar meselesidir. Yabancı<br />

dilde eğitime insanlar büyük talep<br />

gösteriyor. Biz de eğitimden<br />

daha çok bu toplumsal talebi karşılamak<br />

amaçlı yabancı dilde eğitim<br />

yapıyoruz. Bu vurgunun eğitimden<br />

piyasa ilişkilerine kaydığı<br />

anlamına gelir. Bireysel kayma<br />

söz konusudur. Benim akademisyenlik<br />

yaptığım yer Gazi Üniversitesi.<br />

Orada eğitim dili Türkçe.<br />

Zaman zaman yabancı dilde kısmen<br />

de olsa eğitim tartışmaları<br />

gündeme geliyor. Aynı zamanda<br />

yabancı dilde eğitim veren okullardan<br />

mezun olan çok sayıda<br />

öğrenci tanıdım. Onların ortak<br />

samimi, gayri resmi kanaatleri<br />

yabancı dilde eğitimin, eğitime<br />

ilişkin formasyonu tahkim etmediği,<br />

güçlendirmediği, belki yabancı<br />

dili öğrettiği; ama disipline<br />

ilişkin müktesebat bakımından<br />

yeterli ölçüde katkı sağlamadığı<br />

yönündedir. Bu yüzden yabancı<br />

dille eğitimin problemli olduğunu<br />

düşünüyorum. Türkçenin bir<br />

bilimsel dil olduğunu, üniversitelerde<br />

yetkin ve yeterli eğitim<br />

vermek bakımından Türkçenin<br />

önemli olduğunu, yabancı dille<br />

eğitim yapılmasının yanlış olduğunu<br />

düşünüyorum. Bir dilin<br />

yaşaması ve hayati önemini sürdürmesi<br />

bakımından da üniversitelerdeki<br />

eğitim dilinin Türkçe<br />

olması çok önemlidir. Çünkü çok<br />

Dil sadece bir<br />

iletişim aracı olarak<br />

düşünülemez.<br />

Dil bir varlığın kendisidir.<br />

Dil üzerinden hayal<br />

eder, dil üzerinden<br />

yaşar, dil üzerinden<br />

geçmişle bağ kurarız.<br />

Türkçenin bu nitelikleri<br />

dikkate alındığında<br />

dili yaşatmanın aynı<br />

zamanda bir kültürü, bir<br />

milleti, bir hayat tarzını,<br />

bu dünya içindeki bir<br />

gerçekle yaşatmak<br />

olduğunu anlamak<br />

gerekir.<br />

çeşitli projeksiyonlar dillere erişkin<br />

belli zamanlar tayin etmektedirler.<br />

Arkasındaki nüfus, ülkenin<br />

gelişmişlik düzeyi v.s. diller<br />

bakımından ve o dilleri konuşan<br />

topluluklar bakımından tehdit<br />

edici bir gelecek doğurmaktadır.<br />

Türkçe dünyada kullanılan diller<br />

arasında 5. yaygınlıkta olan bir<br />

dildir. Türkçenin böyle bir tehdit<br />

alması çok daha uzak bir tarihte<br />

gibi görülebilir; ama bu yeterli<br />

değildir. İnsanların böyle bir<br />

konuya bugünden gösterecekleri<br />

mukabele önemlidir. Eğer hep<br />

beraber İngilizce öğrenelim ve<br />

her şeyi İngilizce yapalım havasına<br />

girersek çok kısa zaman içersinde<br />

Türkçeyii böyle sokak dili<br />

olarak konuşmak, her tür seçkin<br />

zümrenin İngilizce konuştuğu,<br />

dolayısıyla Türkçenin kaybettiği<br />

bir geleceği kendi ellerimizle getirmiş<br />

oluruz. Bu, kendisini gerçekleştiren<br />

bir kehanet olur. Modernleşme<br />

süreçlerinde ülkelerde<br />

zaman zaman egemen yabancı<br />

dillere belirli bir ilgi gösterilmiştir.<br />

Mesela Rusya’nın modernleşmesinde<br />

19. yüzyılın ikinci yarısında<br />

saray çevresinde, burjuva<br />

sınıfı arasında Fransızca konuşmak<br />

moda olmuş, Rusça’ya sokak<br />

dili muamelesi yapılmıştır. Halen<br />

kimi Ruslar bundan şikâyetçidir.<br />

Ama Dostoyevski, Tolstoy, Çehov<br />

gibi büyük yazarların çıkmış<br />

olması Rusça’yı bir sokak dili<br />

olmaktan çıkartmıştır. İngilizce<br />

için Shakspeare neyse Rusça için<br />

de bu yazarlar böylesine anlamlı<br />

bir rol oynamıştır.<br />

Üniversitelerde; dilin yaşamasında<br />

ve modern zamanlarının<br />

ruhuna uygun bir nitelik kazanmasında,<br />

hayatı inceleyen gelişmelere<br />

yaşayan bir dil olarak<br />

mukabele etmesinde çok önemli<br />

bir dikkat söz konusu olmalıdır.<br />

Türkçe için bu dikkati gösterecekler,<br />

üniversite eğitiminin de<br />

Türkçe olmasına dikkat göstermelidirler.<br />

Diğer türlü peyderpey<br />

hayatın dışına çıkan ve nihayet<br />

gündelik kullanımdan düşen bir<br />

dil gerçeğiyle karşılaşabiliriz.<br />

Hepimiz şunu biliyoruz: Dil sadece<br />

bir iletişim aracı olarak düşünülemez.<br />

Dil bir varlığın kendisidir.<br />

Dil üzerinden hayal eder,<br />

dil üzerinden yaşar, dil üzerinden<br />

geçmişle bağ kurarız. Türkçenin<br />

bu nitelikleri dikkate alındığında<br />

dili yaşatmanın aynı zamanda<br />

bir kültürü, bir milleti, bir hayat<br />

tarzını, bu dünya içindeki bir<br />

gerçekle yaşatmak olduğunu anlamak<br />

gerekir. İngilizce düşünen<br />

ve İngilizce konuşan birisinin<br />

muhakkak hayatı da bir süre sonra<br />

daha farklı bir hayat olacaktır.<br />

O yüzden Türkçenin bu hayati<br />

önemle dikkate alarak davranmak<br />

gerektiği kanaatindeyim.<br />

www.turkegitimsen.org.tr 21


Söyleşi<br />

22<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

CHP Genel Başkan Yardımcısı<br />

Ankara Milletvekili<br />

Prof. Dr.<br />

<strong>Sen</strong>cer AYATA :<br />

‘‘Ulusal dil çok zenginleşmiş değilse, o ülkenin düşünce yetisi de,<br />

entellektüel birikimi de, sanatı da gelişemez.’’<br />

Söyleşi MeltemYALÇINKAYA<br />

Eğitim kurumlarında yabancı<br />

dil hayati bir öneme sahiptir.<br />

Öyle ki, neredeyse yabancı dil<br />

öğretimi anaokullarına kadar<br />

inmiş durumda. Ancak buna<br />

rağmen lise öğrenimi tamamlandıktan<br />

sonra dahi öğrencilerimiz<br />

yabancı dili asgari düzeyde<br />

de olsa kullanabilir duruma<br />

gelemiyorlar. Size göre bunun<br />

nedenleri neler olabilir Yeterli<br />

yabancı dil öğretimi için ne gibi<br />

tedbirler öneriyorsunuz<br />

Yabancı dilin iyi öğretilmesi<br />

için iyi yabancı dil öğretmeni<br />

olması lazım. Türkiye’de mevcut<br />

kurumlarımız iyi ve yeterli sayıda<br />

yabancı dil öğretmenini yetiştiremiyor.<br />

Temel sorun burada.<br />

Diğer yandan yabancı dil eğitiminin<br />

her bakımdan desteklenmesi,<br />

onu sağlayan bir okul ortamı<br />

lazım. O da yok. Çok zayıf.<br />

Ayrıca bu kültürel bir meseledir.<br />

İsveç’e ya da Hollanda’ya gittiğinizde<br />

liseden yeni mezun olanlar<br />

anadili gibi İngilizce konuşuyor.<br />

Fransızca bilgileri var; ama İngilizce<br />

konuşuyorlar. Bunda şunun<br />

da payı var: Çocuklar çok genç<br />

yaşta seyahat ediyorlar, okullar<br />

arası programlarda İngilizce ile<br />

tanışıyorlar ve diğer Avrupa ülkelerinden<br />

çocuklarla bir araya<br />

geliyorlar. Bu kültürel ortam da<br />

onların İngilizcelerini geliştirmelerini<br />

hızlandırıyor. Bizde bu faz-<br />

Eğitimin Sesi 23


Söyleşi<br />

la yok. Çünkü dil öğrenmek parayla<br />

ilgili olan bir boyut. Onun<br />

için de bizim yabancı dil yetimiz<br />

zayıf kalıyor.<br />

Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde<br />

30 sene öğretim üyeliği<br />

yapmış bir insan olarak söyleyebilirim<br />

ki; bizim öğrencilerimiz<br />

okuduğunu çok iyi anlar. Yazmasını<br />

da bir ölçüde geliştirir;<br />

fakat çok zor konuşur. Çünkü<br />

konuşma pratiği çok bulamaz.<br />

Oysa yabancı ülkelerde okullar<br />

konuşma atmosferini çok daha<br />

iyi yaratabiliyor. Bundan dolayı<br />

ODTÜ’de bile dördüncü senenin<br />

sonunda konuşma İngilizcesi o<br />

kadar gelişmemiş olur. Dinlemeyi<br />

çok iyi öğrenir, okumayı<br />

çok iyi öğrenir; ama konuşmada<br />

zorlanır. Hatta yazmada da biraz<br />

zorlanır. Türkiye’de sıkı yabancı<br />

dil eğitimi veren 5-6 üniversite<br />

var. Bazı üniversiteler yabancı<br />

dil eğitimi veriyor; ama yoğun<br />

şekilde derslerin yabancı dilde<br />

yapılmadığını biliyorum. Bu yetişmiş<br />

bir insan gücü meselesidir.<br />

Bugün dünyanın kültür mirası<br />

ortak hale geliyor ve insanlar sadece<br />

kendi bulundukları yörenin,<br />

çevrenin değil, daha büyük ulusal<br />

çevrenin de dışında diğer kültür<br />

ürünlerini merak ediyorlar, bunları<br />

öğrenmek istiyorlar. Televizyon,<br />

internet gibi olanaklar var.<br />

Bu durum dil öğrenmeyi daha<br />

da önemli hale getiriyor. Diğer<br />

taraftan her türlü mesleki iş birliğinde<br />

dil şart oluyor. Siz çalıştığınız<br />

kurum veya ülke olarak<br />

dünya ölçeğinde rekabet konumu<br />

yakalayacaksınız ve bunu ancak<br />

bir dili iyi bilen insanları yetiştirdiğiniz<br />

sürece başarabilirsiniz.<br />

Aksi halde çok zor oluyor.<br />

Yabancı dil ekonomik, kültürel<br />

açıdan çok önemlidir. Bir de şunu<br />

unutmayalım: İnsanlar artık çok<br />

hareketli. Yabancı dil hareketliliği<br />

artırıyor. Ben Türkçe konuştuğum<br />

zaman hiçbir zaman yabancı<br />

Ulusal dilin zenginliğinin<br />

bir ülke için çok önemli<br />

yönleri var. En iyi<br />

konuştuğumuz dilde<br />

duygularımızı paylaşırız<br />

ve bu çok önemli; ama<br />

eğer bir ülkede ulusal dil<br />

çok zenginleşmiş değilse,<br />

o ülkenin düşünce yetisi<br />

de, entelektüel birikimi<br />

de, sanatı da gelişemez.<br />

Bu nedenle ulusal dil çok<br />

vazgeçilmez bir öneme<br />

sahip.<br />

kelime kullanmamaya çok dikkat<br />

ederim. O özeni göstermemiz<br />

lazım. Ulusal dilin zenginliğinin<br />

bir ülke için çok önemli yönleri<br />

var. En iyi konuştuğumuz dilde<br />

duygularımızı paylaşırız ve bu<br />

çok önemli; ama eğer bir ülkede<br />

ulusal dil çok zenginleşmiş değilse,<br />

o ülkenin düşünce yetisi de,<br />

entelektüel birikimi de, sanatı da<br />

gelişemez. Bu nedenle ulusal dil<br />

çok vazgeçilmez bir öneme sahip.<br />

Birçok Avrupa ülkesi ‘ekonomik<br />

ve kültürel zorunluluktur’<br />

diyerek yabancı dile çok önem<br />

veriyor; ama aynı anda kendi ulusal<br />

dilini de korumaya çok büyük<br />

önem veriyor. 10-12 sene kadar<br />

önce İsveç’te bir toplantıya davet<br />

edilmiştim. Toplantının konusu<br />

dillerdi. Bizim gibi Hollanda’nın,<br />

İsveç’in şikayetleri vardı. İsveçlilerin<br />

özellikle şikâyetleri vardı.<br />

‘İsveç dilini korumamız lazım’ diyorlardı.<br />

O zaman da Avrupa’ya<br />

yeni giren ülkeler vardı. Amaç<br />

küçük dillerin korunmasıydı.<br />

Küçük dilden kasıtları alt diller<br />

mi baktım. Ulusal dillermiş.<br />

Niye Çünkü onlar küçük ülkeler.<br />

Bizde ise sadece ülkemizde<br />

75 milyon kişi Türkçe konuşuyor.<br />

Onların sözünü ettikleri Avrupa<br />

Birliği’ne yeni üye olacak olan<br />

Litvanya, Estonya. Yani çok küçük<br />

ülkeler. Onlara şunu telkin<br />

ediyorlardı: Avrupa Birliği sürecinde<br />

dilinizi kaybetmeyin.<br />

Onun için toplantıyı yapmışlardı.<br />

Avrupa ülkelerinde çok ciddi<br />

olarak ulusal dili koruma çabası<br />

var. Bizim de aynı duyarlılığı her<br />

düzeyde göstermemiz lazım.<br />

Tekrar söylüyorum: Bir ülkenin,<br />

düşünce yetisi, bir ülkenin<br />

entelektüel birikimi, bir ülkenin<br />

sanat yaratıcılığı ulusal dili<br />

zengin ve kuvvetli olmazsa gelişmez.<br />

Türkiye bu konuda çok<br />

büyük ilerleme kaydetti.<br />

Ülkemizdeki yabancı dille<br />

eğitim konusu uzun yıllardır<br />

tartışılmakta. Yabancı dille<br />

eğitimin bir bilim dili olarak<br />

Türkçeyi olumsuz etkilediği ve<br />

uluslar arası bir dil olma özelliğine<br />

zarar verdiği kaygılarına<br />

katılıyor musunuz Yabancı dil,<br />

bir araç mı yoksa bir amaç mı<br />

tartışmasını doğurmaktadır. Siz<br />

bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Yabancı dil çok önemli bir<br />

araçtır. Eğer siz öğrencinize lisenin<br />

sonunda bütün ihtiyaçları<br />

karşılayacak derecede bir İngilizceyi<br />

öğretiyorsanız, o zaman<br />

üniversitede İngilizce eğitimi o<br />

kadar gerekli olmayabilir. Ama<br />

eğer bunu sağlayamıyorsanız, o<br />

zaman ülkenin belirli fırsatları<br />

yakalayabilmesi ve gelişmeleri<br />

zamanında izleyebilmesi açısından<br />

bazı üniversitelerinin İngilizce<br />

ya da başka bir yabancı dille<br />

eğitim yapması zorunluluk haline<br />

geliyor. Çünkü sürekli olarak<br />

yeni bilgi üretiliyor, dünyanın<br />

her yerinde yeni bilimsel bulgular<br />

ya da sanat etkinlikleri söz<br />

konusu oluyor. Eğer yabancı dil<br />

biliyorsanız onu anında öğrenebiliyorsunuz.<br />

Aksi takdirde çeviri<br />

süreçlerini beklemek gerekecek.<br />

Bu telafisi zor bir zaman kaybı<br />

24<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

demektir. Tekrar söylüyorum:<br />

Herkese çok yüksek düzeyde<br />

yabancı dili öğretebiliyorsanız o<br />

zaman özel olarak yabancı dilde<br />

eğitim şart değil. Amaç dünyayı<br />

izlemek, bütün gelişmeleri aynı<br />

anda öğrenebilmektir.<br />

Türkçenin yabancı kelimelerin<br />

etkisi altına girdiği aşikardır.<br />

Tabelalarda, işyeri ve ürünlerde<br />

de yabancı isimleri çok sık<br />

görmek mümkündür. Özellikle<br />

internet kullanımının yaygınlaşması<br />

da bu etki alanını genişletmekte.<br />

Bu noktada Türkçenin<br />

korunması ve geliştirilmesi konusunda<br />

kanuni düzenlemelere<br />

ve ayrıca Anayasa’da buna<br />

yönelik yeni hükümlere ihtiyaç<br />

olduğunu düşünüyor musunuz<br />

Bu tür konuların Anayasa veya<br />

yasalarla düzenlenmesini çok<br />

doğru bulmuyorum. Önemli<br />

olan duyarlılığın olması, farkındalığın<br />

sağlanmasıdır. Anayasada<br />

veya diğer yasalarda kısıtlamalar<br />

getirerek fazla bir yol kat<br />

edemezsiniz. Çok güzel kelimelerimiz,<br />

sözcüklerimiz varken,<br />

onların yerine yabancı kelimeleri<br />

kullanıyoruz. Diğer yandan bazı<br />

Önemli olan duyarlılığın<br />

olması, farkındalığın<br />

sağlanmasıdır. Anayasada<br />

veya diğer yasalarda<br />

kısıtlamalar getirerek fazla<br />

bir yol kat edemezsiniz.<br />

Çok güzel kelimelerimiz,<br />

sözcüklerimiz varken,<br />

onların yerine yabancı<br />

kelimeleri kullanıyoruz.<br />

Diğer yandan bazı<br />

durumlarda bilim ve<br />

teknoloji o kadar hızlı<br />

gelişiyor ki, oradaki<br />

sözcüklerin Türkçe<br />

karşılığını bulmak<br />

zaman alıyor. Bu da dile<br />

yerleşiyor. Bu ikisi büyük<br />

bir sorun.<br />

durumlarda bilim ve teknoloji o<br />

kadar hızlı gelişiyor ki, oradaki<br />

sözcüklerin Türkçe karşılığını<br />

bulmak zaman alıyor. Bu da dile<br />

yerleşiyor. Bu ikisi büyük bir sorun.<br />

Bu sözcüklerin üretimi söz<br />

konusu olacak Bazen eski Farsça<br />

ve Arapça, yani Osmanlı dilinde<br />

benzer sözcüklerin tam teknik<br />

değil ama karşılığı olabiliyor. Sosyal<br />

bilimlerde bu mümkün. Esas<br />

sorun şu. Bazı yabancı kelimelerin<br />

çok güzel bir Türkçe karşılığı<br />

varken, çok yerleşmiş bir kullanımı<br />

varken onun yerine biraz<br />

özentiyle İngilizce veya Fransızca<br />

ya da başka bir dilde kelime kullanılıyor.<br />

İngilizceyle ilgili bir yazı<br />

okumuştum. İngilizce önlenemez<br />

bir şekilde değişiyor ve gelişiyor.<br />

Niye Çünkü sadece teknolojide<br />

değil, bir dil olarak İngilizce bütün<br />

dünyada konuşulduğu için.<br />

Nijerya’da Hindistan’da İngilizce<br />

kelime üretiliyor. Bunlar bir süre<br />

sonra İngilizceye giriyor. Bir başka<br />

örnek teknolojiden. Malum<br />

“google” var. Şimdi “google” artık<br />

resmi bir kelime olarak İngilizceye<br />

girdi. Yani fiil oldu. “To google”<br />

diye geçiyor artık ve lügatte<br />

yer alıyor. “Googlelamak” diyoruz.<br />

Fiil olarak kabul edildi. Şimdi<br />

mesela “googlelamanın” yerine<br />

ne diyeceksiniz Çok zor bir şey.<br />

Google İngilizce bir kelime değil;<br />

ama onların diline “google” olarak<br />

girdi.<br />

4+4+4 sistemi ile ilgili değerlendirmelerinizi<br />

de öğrenmek istiyoruz.<br />

4+4+4 sistemi nedeniyle<br />

bu dönemde öğrencileri, velileri,<br />

öğretmenleri neler bekleyecek<br />

Bununla ilgili çok büyük yanlışlar<br />

var. Bunu bir partinin yöne-<br />

www.turkegitimsen.org.tr 25


Söyleşi<br />

ticisi olarak söylemiyorum. Türkiye<br />

çok kısa bir zaman içerisinde<br />

hiçbir şekilde iyi hazırlanmadan<br />

ve planlanmadan getirilmiş bir<br />

programla karşı karşıya kaldı.<br />

Bu sistemin amacı eğitimin<br />

ihtiyaçlarına dayanmıyor. Bu sistem<br />

Türkiye’yi daha iyi bir noktaya<br />

taşımıyor. Bu sistemin getiriliş<br />

amacı geçmişten hesap sormak<br />

ve ideolojik hedefleri gerçekleştirmektir.<br />

Öyle aşamalar oldu ki,<br />

Bakanlığın haberinin olmadığını<br />

gördük. Gece saatlerinde tamamen<br />

yorgun insanlar tarafından<br />

yüz binlerce çocuğun hayatını<br />

ilgilendiren büyük değişiklikler<br />

yapıldı.<br />

Yaz-boz tahtası gibi, hazırlıksız,<br />

en ana meseleler defaten değiştirildi.<br />

Bir örnek veriyorum:<br />

Tasarıda 5 yaşında çocuk okula<br />

başlayacak deniliyor. Bununla ilgili<br />

tartışmalar yaşanıyor. Bunun<br />

üzerine çocuklar ‘72 aylıkken<br />

okula başlayacak’ deniliyor. Yasa<br />

çıkıyor. Yasada okula başlama<br />

yaşı 60 ay olarak belirleniyor.<br />

Çok önemli bir konu olan çocukların<br />

okula başlama yaşı plansız<br />

bir şekilde belirleniyor. Çocuğun<br />

ve eğitimin gereklerine değer<br />

vermeden hazırlanan bir program<br />

neye yol açacak Bütün uzmanlar,<br />

eğitimciler açıkça şunu<br />

söylüyor: 66 ay ile 72 ayı aynı kefeye<br />

koymak felakettir. Çünkü 5<br />

ya da 5.5 yaşında çocukların eğitim<br />

için gerekli olan fizyolojik ve<br />

psikolojik koşullar oluşmamıştır.<br />

Uzmanlar, ‘Bu çocukları okula<br />

alıp, onlardan 12 ay daha büyük<br />

çocuklarla aynı sınıfa koymak<br />

çocuğun hayatı üzerinde önlenemez<br />

kayıplara yol açıyor’ diyor.<br />

Bu sistemin amacı ideolojik bir<br />

rövanş mı bilmiyorum; ama 5<br />

yaşındaki binlerce çocukla böyle<br />

oynanmaz. Hiçbir siyasi polemiğe<br />

girmeden size şunu söyleyeyim,<br />

çevremde birçok anne-baba<br />

endişe içinde. Anne babalar ‘Ne<br />

Hiçbir siyasi polemiğe<br />

girmeden size şunu<br />

söyleyeyim, çevremde<br />

birçok anne-baba<br />

endişe içinde. Anne<br />

babalar ‘Ne olacak<br />

çocuğumun durumu<br />

Okula göndersek mi<br />

göndermesek mi Okula<br />

göndersek ne olur,<br />

göndermesek ne olur’<br />

diyorlar. Göreceksiniz<br />

nasıl olsa bir yerden bu<br />

yanlış hesap dönecek,<br />

hem de pişmanlıkla<br />

dönecek.<br />

olacak çocuğumun durumu<br />

Okula göndersek mi göndermesek<br />

mi Okula göndersek ne olur,<br />

göndermesek ne olur’ diyorlar.<br />

Göreceksiniz nasıl olsa bir yerden<br />

bu yanlış hesap dönecek,<br />

hem de pişmanlıkla dönecek.<br />

Bununla ilgili ikinci önemli<br />

sorun da temel eğitimin 4 yıl olmasıdır.<br />

Birçok uzmandan görüş<br />

aldık. Uzmanlar temel eğitimin<br />

en az 9 yıl bölünmeden devam<br />

etmesi gerektiğini söylüyor. Biz<br />

bu meseleyi futbol taktiği gibi ‘4,<br />

4, 2’ mi ya da ‘5, 3, 2’ mi şeklinde<br />

tartıştık. Oysa bunun bir<br />

özü var: Bugünün dünyasında<br />

bir insanın hayatta daha sonra<br />

karşılaşacağı durumlarda donanımlı<br />

hale getirmek için en az<br />

9 yıl kesintisiz eğitim verilmesi<br />

gerekiyor. Biz gayet maceracı bir<br />

şekilde hiç bilinmeden 4’ü 4’ten<br />

ayırdık, birine ilk, diğerine orta<br />

dedik. Sorun okul binalarının<br />

bölünmesinde değil, eğitimin bütünlüğünde.<br />

CHP olarak kesintisiz<br />

eğitim 8 yıl diyoruz; aslında<br />

dünya en az 9 yıl diyor. Bunun<br />

size güzel bir örneğini vereyim,<br />

daha ikna edici olabilir. Eskiden<br />

dünyada çalışma koşulları şöyleydi:<br />

Bir vasıf kazanıp, bir meslek<br />

sahibi olursanız sizi çalışma<br />

hayatınızın sonuna gidecek kadar<br />

bir emeklilik bekliyordu. Farz<br />

edelim bir kişi Devlet Planlama<br />

Teşkilatı’nda en alt düzeyde çalışmaya<br />

başladı. Yükselerek önce<br />

uzman sonra daire başkanı oldu<br />

ve emekli oldu. Oysa şimdi dünya<br />

çok farklı. Dünyadaki araştırmalar<br />

‘Bir birey hayatı boyunca<br />

ortalama 8 kere iş değiştirecek’<br />

diyor. Yeni bir dünyaya giriyoruz.<br />

Bugün bir eğitim alıyorum,<br />

vasıf kazanıyorum ve çalışmaya<br />

başlıyorum. Ama ben çalışmaya<br />

başladıktan 12 sene sonra o iş<br />

kolu tamamen ortadan kalkıyor.<br />

Bakın, dünya ekonomisinin en<br />

önemli özelliği her sene yüzlerce<br />

iş kolunun tamamen ortadan kalkarken,<br />

yepyeni iş kollarının devreye<br />

girmesidir. O zaman bir bireye<br />

‘senin hayat boyu yapacağın<br />

iş bu’ deniyor. Biz, seni onun alt<br />

yapısı konusunda en iyi şekilde<br />

eğitiyoruz. Eğitim nedir Eğitim,<br />

her bir iş kolunun ortadan kalkışında,<br />

her işsiz kalmada yepyeni<br />

bir işe kavuşabilmek için gerekli<br />

olan bütün alt yapıyı kazandırmaktır.<br />

Bu nedenle 8 ya da 9 yıl<br />

temel eğitim önemlidir. Kısacası<br />

hayat boyu öğrenmeyi öğrenmek<br />

için bir temel eğitim lazım. Bu en<br />

az sekiz, dokuz yıl sürüyor. Bu<br />

keyfi bir olay değil; ama gördüğümüz<br />

kadarıyla bunu tamamıyla<br />

keyfi biçimde ele aldılar. Başka<br />

amaçları vardı. O amaçlarını gerçekleştirmek<br />

suretiyle büyük bir<br />

başarı kazandıkları kanısına vardılar.<br />

Ama göreceksiniz Türkiye<br />

bu yanlışın faturasını çok ağır<br />

şekilde ödeyecek.<br />

26<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

Eğitimin Sesi 27


Söyleşi<br />

MHP ANKARA MİLLETVEKİLİ<br />

Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ :<br />

‘‘ Anayasa’ya Türkçeden başka dillerle eğitim girerse, anayasa,<br />

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmaktan çıkar. ‘‘<br />

Söyleşi MeltemYALÇINKAYA<br />

Anayasa çalışmaları kapsamında<br />

anadilde eğitime yönelik<br />

tartışmalar devam etmektedir.<br />

Ana dilde eğitim yeni<br />

Anayasa’da yer bulursa sonuçları<br />

ne olur Dilde bir çözülme<br />

başlar mı, milli birlik ve bütünlüğümüz<br />

zarar görür mü, Türkçe<br />

nasıl etkilenir Siz bu durumda<br />

nasıl bir yol izleyeceksiniz<br />

Türkiye’de ana dil Türkçedir.<br />

Ana dilde de Türkiye’de eğitim<br />

yapılmaktadır. Talep edilen aslında<br />

ana dilde değil, anne dilinde<br />

eğitimdir. Türkiye’de bugün bazı<br />

mahalli diller için anne dilinde<br />

özel öğretim kurumları vasıtasıyla<br />

öğretim yapılabiliyor. Anne<br />

dilinde eğitim Türkiye’de mevcut<br />

Anayasa ile yapılamaz. ABD’de<br />

de yapılmıyor.<br />

Gerçek demokratik devlet -resmi<br />

dili hariç- konuşulan mahalli<br />

dillere karşı tarafsızdır. Demokratik<br />

devlette kamunun görevi<br />

özgürlüklerin önünü açmaktır. O<br />

özgürlük alanında bireyler ya da<br />

gruplar kendi imkanlarıyla kendi<br />

dillerini yaşatıcı ve geliştirici<br />

çalışmalar yapabilirler. Devletler<br />

kendi elleriyle kendilerine devlet<br />

içinde devlet ya da millet içinde<br />

millet yaratacak çalışmalara girişmezler.<br />

AİHM konuyla ilgili olarak<br />

verdiği bir kararda ‘Bir dilin ege-<br />

28<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

menlik alanında bir başka dille<br />

eğitim hakkını istemek mümkün<br />

değildir’ der. Bunun anlamı kamusal<br />

alanda Türkçeden başka<br />

bir dil kullanılamayacağı anlamına<br />

gelmektedir.<br />

Türk demek bir anlamda Türkiye<br />

demektir. Türkiye demek<br />

de Türkçe demektir. Türkçeden<br />

başka yaşayan dil ve lehçelerin<br />

yaşatılması, konuşulması ya da<br />

korunması başka bir şey, Türk<br />

milletinin karşısına Türkiye’de<br />

bir başka millet, Türkçenin karşısında<br />

bir başka dil ikame etmek<br />

başka bir şeydir.<br />

Anayasa’ya Türkçeden başka<br />

dillerle eğitim girerse, anayasa<br />

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası<br />

olmaktan çıkar.<br />

Dilde ayrışma eninde sonunda<br />

devlette ve millette ayrışmaya gider.<br />

Millet, manaları aralarında<br />

ortaklaştırmış halktır. Manaların<br />

ortaklaştıran dildir.<br />

Bizim bu konuda izleyeceğimiz<br />

yol, Anayasa ve yasaların öngördüğü<br />

yoldur.<br />

Bölücü örgütün ve bazı sözde<br />

aydınların ana dilde eğitim<br />

talebi Kürt vatandaşlarımıza<br />

mal edilmeye çalışılıyor. Bugün<br />

bu talebin yeni Anayasa’da yer<br />

edinme gayreti konusundaki girişimler<br />

hepimizin malumudur.<br />

Peki anadilde eğitimin sakıncaları<br />

nelerdir Öte yandan Kürtçe<br />

seçmeli ders oldu. Bu konuda<br />

neler söyleyeceksiniz<br />

“Türkiye Cumhuriyetini kuran<br />

halka, Türk milleti denir”.<br />

Anne dilinde eğitim, Türk milleti<br />

içindeki bazı grupların büyük<br />

kitleden yani Türk milletinden<br />

dil olarak kopmaları anlamına<br />

gelir. Dille gelen kopuş, eninde<br />

sonunda devletten kopuşa neden<br />

olacaktır. Tarih bunun sayısız örnekleriyle<br />

doludur.<br />

Kürtçe Seçmeli ders mevcut<br />

Gerçek demokratik<br />

devlet -resmi dili<br />

hariç- konuşulan<br />

mahalli dillere karşı<br />

tarafsızdır. Demokratik<br />

devlette kamunun<br />

görevi özgürlüklerin<br />

önünü açmaktır. O<br />

özgürlük alanında<br />

bireyler ya da gruplar<br />

kendi imkanlarıyla<br />

kendi dillerini yaşatıcı<br />

ve geliştirici çalışmalar<br />

yapabilirler. Devletler<br />

kendi elleriyle<br />

kendilerine devlet içinde<br />

devlet ya da millet<br />

içinde millet yaratacak<br />

çalışmalara girişmezler.<br />

Anayasaya uygun değildir. Anayasaya<br />

uygun davranmayanlar<br />

anayasal suç işlemiş olurlar.<br />

Ana dilde eğitim meselesi resmi<br />

dilin tartışılmasına da yol<br />

açabilir mi<br />

Türkiye’de gerçek sorun anne<br />

dilde eğitim değildir. Sorun<br />

bir takım insanların bölücülük<br />

amaçları için, anne dilde eğitimi<br />

araç olarak kullanması sorunudur.<br />

Bölücülük ve bölünme aşama<br />

aşama uygulamaya sokulan<br />

bir süreçtir. Anne dilde eğitim<br />

bir aşamadır, arkasından resmi<br />

dil talep etme aşaması gelecektir.<br />

Başbakan Erdoğan son açıklamasında<br />

“Tek devlet, tek millet<br />

ve tek bayrak” dedi ancak tek<br />

dil vurgusu yapmadı. Size göre<br />

bunun nedeni nedir Erdoğan’ın<br />

açıklaması yeni Anayasa’da dil<br />

konusunda bir ipucu mu veriyor<br />

Başbakan Erdoğan sürekli konuşmaktadır.<br />

Her konuşmada da<br />

birbirine ters görüşler ileri sürebilmektedir.<br />

Onun söz, açıklama<br />

ve yaklaşımları üzerinde durmaya<br />

değmez. Çünkü her an tam<br />

tersini söyleyebilir.<br />

Bilindiği gibi Türkiye’de bazı<br />

insanların devlet, millet, bayrak<br />

ya da dil diye sorunları yoktur.<br />

Onlar bu kavramları zamanı gelince<br />

kullanılıp atılacak slogan<br />

olarak nitelerler. Kozmopolitan<br />

bakışlıdırlar. Onlar daha büyük<br />

ve makro ideallerin peşindedirler.<br />

Büyük Ortadoğu, Medeniyetler<br />

arası ittifak ve Dünya liderliği<br />

gibi konularla ilgilidirler. Onların<br />

görevi Türkiye’yi küresel dünyaya<br />

eklemlemektir. Bu bakımdan onlar<br />

dinler arası, diller arası, milletler<br />

arası ve bayraklar arasıdırlar.<br />

Bu Türkiye’ye özgü yeni bir<br />

masonluk biçimidir.<br />

Türkçenin korunması ve geliştirilmesi<br />

konusunda TBMM<br />

Başkanlığına Kanun Teklifi sunmuştunuz.<br />

Teklifin içeriğinden<br />

söz eder misiniz Yeni Anayasa’da<br />

bu konu ile ilgili çekinceleriniz<br />

var mı Yeni Anayasa’da<br />

Türkçe nasıl yer bulmalıdır<br />

TBMM’ye sunduğumuz yasa<br />

teklifinin amacı, Türkiye Cumhuriyeti<br />

dâhilinde Türkçenin<br />

ahengini ve doğal gelişimini bozabilecek<br />

etkilerden korunmasını,<br />

kendi özüne ve dil bilgisi<br />

kurallarına uygun bir şekilde<br />

geliştirilmesini düzenlemektir.<br />

Bu bağlamda yasa ile Türkçenin<br />

korunmasına ve geliştirilmesine<br />

yönelik alınacak önlemleri, uygulanacak<br />

yaptırımları ve eğitimöğretim<br />

kurumlarında eğitim<br />

dili olarak Türkçenin etkinliğinin<br />

arttırılmasına ilişkin ilke ve düzenlemeleri<br />

kapsamaktadır.<br />

Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti<br />

Anayasası’nın 3’üncü maddesi<br />

“Türkiye devleti, ülkesi ve<br />

milletiyle bölünmez bir bütün-<br />

www.turkegitimsen.org.tr 29


Söyleşi<br />

dür. Dili Türkçedir”. Hükmüne<br />

yer verilmiştir. Gelişmiş, çağdaş<br />

ülkelerde toplumun birlik ve beraberliğini<br />

sağlayan coğrafyayı<br />

vatanlaştıran, yaşanan mekâna<br />

anlam kazandıran temel unsur<br />

“dil”dir. Türkçemiz yüzlerce yıllık<br />

kültür hayatımızın, medeniyetimizin<br />

gerekçesidir. Rahmetli<br />

Yahya Kemal’in ifadesiyle “annemizin<br />

ağzımızdaki ak sütüdür.”<br />

‘Türk insanını saran kumaşın<br />

markasının bile yabancı olmasından<br />

onu kıskanırım’ sözü aşırı<br />

duyarlılık içerse de Türkçenin<br />

bozulma ve yozlaşma konusunda<br />

geldiği aşama ciddidir.<br />

Türkçenin korunmasına, gelişmesine,<br />

gelecek nesillere iletilmesine<br />

büyük özen gösterilmelidir.<br />

Dili yozlaşan, yabancı dillere<br />

karşı, gerek toplum hayatında gerekse<br />

bilim ve eğitimde geri plana<br />

düşen bir milletin geleceği ciddi<br />

şekilde tehlikeye düşer. Her alanda<br />

kendi dilini hâkim kılmayan<br />

milletler kendilerini başkalarının<br />

Anne dilinde eğitim, Türk<br />

milleti içindeki<br />

bazı grupların büyük<br />

kitleden yani Türk<br />

milletinden dil olarak<br />

kopmaları anlamına<br />

gelir. Dille gelen kopuş,<br />

eninde sonunda<br />

devletten kopuşa neden<br />

olacaktır. Tarih bunun<br />

sayısız örnekleriyle<br />

doludur.<br />

gerçekliğini yaşamaya mahkûm<br />

ederler. Başkalarının anlam ve<br />

kuramlarıyla dünyayı algılayan<br />

bireyler, hayatta başkalarının<br />

maddi pratiklerini yaşamak eğilimi<br />

içinde olacaklar ve düşünce<br />

dünyasında başkalarının sorunsallarına<br />

çözüm getirmeye gayret<br />

edeceklerdir.<br />

Türkçe sözcüklerin, deyimlerin,<br />

konuşma biçiminin bozulması<br />

doğrudan Türkçe düşünmeyi<br />

de etkilemektedir. Bu noktada<br />

Türk olmak özünde Türkçe konuşmak<br />

anlamına gelmektedir.<br />

Farklı kültürel toplumların<br />

birbirini etkilemeleri yüzyıllar<br />

içerisinde doğal görülebilse bile,<br />

bir milletin gündelik hayatını düzenleyen<br />

kuralların olabildiğince<br />

arındırılarak topluma sunulması<br />

daha doğru olacaktır. Türkçenin<br />

toplum hayatındaki işlevi dikkate<br />

alınmalı, bunun milli bir politika<br />

şeklinde benimsenmesi ve yürütülmesi<br />

sağlanmalıdır.<br />

Türkiye Cumhuriyeti sınırları<br />

içinde başta büyükşehirlerimiz<br />

olmak üzere birçok şehrimizde<br />

cadde ve sokaklarında alelusul<br />

yazılmış çok sayıda işyerleri ve<br />

ticari kuruluş levha ve tabelası<br />

bulunmaktadır. Günümüzde,<br />

Türk alfabesi ve Türkçe kelimeler<br />

ile yazılan işyeri ve ticari kuruluş<br />

levha ve tabela sayısı azınlıkta<br />

kalmış durumdadır. Türkçe, vatanında<br />

giderek köşeye sıkışmaktadır.<br />

Sorun yalnızca yabancı tabela,<br />

ad ya da levha sorunu da değildir.<br />

Türkçenin mevcut haliyle varlığı<br />

30<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

Esasında Türkçenin yasayla korunma<br />

ihtiyacının ortaya çıkmasından daha<br />

elim, vahim ve acıtıcı bir durum olamaz.<br />

Çünkü dili millet konuşur, millet yaşar<br />

ve millet korur. Bu konuda hiç kuşku<br />

yoktur. Ancak teknolojik gelişmeler,<br />

kültürel ilişki yoğunluğu, internet,<br />

televizyon ve nesiller arası kopukluk<br />

böyle bir ihtiyacı Türkiye’de zorunluk<br />

haline getirmiştir.<br />

tehdit altındadır. Sözgelimi, bir<br />

işyeri adını “etçi” yerine “ethçi”<br />

bir başkası “perdeci” yerine “perdecci”,<br />

bir başkası da “Kafe Keyif<br />

” yerine “CafeCeyf ” biçiminde<br />

tabela koymaktadır. Türkçe herkesin<br />

keyfine göre eğilip, bükülen<br />

ve üzerinde oynanan bir dil haline<br />

gelmiştir. Bu durumun devamı<br />

halinde elli yıl sonra bambaşka,<br />

Türkçe olmayan bir Türkçeyle<br />

karşı karşıya kalınacaktır.<br />

Teknolojideki gelişmeler, televizyon,<br />

internet ve ulaşım yoğunluğu<br />

dile gerekli özen gösterilmediği<br />

için Türkçeyi tehdit eder hale<br />

gelmiştir. Bu süreç ciddiyetsizlik,<br />

bilgisizlik ve yetersizlikle birleşince<br />

Türkçe iyiden iyiye yozlaşmanın<br />

ve bozulmanın tehdidi<br />

altına girmiştir.<br />

Esasında Türkçenin yasayla<br />

korunma ihtiyacının ortaya çıkmasından<br />

daha elim, vahim ve<br />

acıtıcı bir durum olamaz. Çünkü<br />

dili millet konuşur, millet yaşar<br />

ve millet korur. Bu konuda hiç<br />

kuşku yoktur. Ancak teknolojik<br />

gelişmeler, kültürel ilişki yoğunluğu,<br />

internet, televizyon ve nesiller<br />

arası kopukluk böyle bir ihtiyacı<br />

Türkiye’de zorunluk haline<br />

getirmiştir.<br />

Değişen anayasalara rağmen<br />

değişmeyen hassasiyet Türkçe<br />

konusunda olmalıdır ve olacaktır.<br />

Yabancı dille eğitim ve yabancı<br />

dil öğretimi okul öncesi<br />

eğitim kurumlarında da yapılmaktadır.<br />

Buna rağmen öğrenciler<br />

liseden mezun olduklarında<br />

yabancı dil açısından yetersizdir.<br />

Bu noktadan baktığımızda<br />

ülkemizdeki yabancı dil öğretimi<br />

hakkındaki görüşlerinizi<br />

öğrenebilir miyiz Yabancı dille<br />

eğitim ve yabancı dil öğretimi<br />

Türkçeyi tehdit ediyor mu<br />

Türkiye’de yabancı dil eğitimi<br />

ile yabancı dille eğitim birbirine<br />

karışmış durumdadır. Türkiye’de<br />

eğitimin dili, yasalara göre Türkçedir.<br />

Yabancı dille eğitim anayasaya<br />

aykırıdır. Yabancı dil eğitimindeki<br />

başarısızlığın nedeni<br />

pedagojik unsurlar, teknikler,<br />

yöntemlerdeki yanlışlıklardan<br />

kaynaklandığı kadar Türkçeyi iyi<br />

bilmemek ve kullanamamakla da<br />

yakından ilgilidir.<br />

Türkçeyle ilgili olarak Atatürk’ün<br />

söylediklerini hatırlamakta<br />

yarar vardır. Atatürk der<br />

ki, “Türk milletinin dili, Türkçedir.<br />

Türk dili dünyada en güzel,<br />

en zengin ve en kolay olabilecek<br />

bir dildir. Onun için her Türk dilini<br />

çok sever ve onu yükseltmek<br />

için çalışır. Bizde Türk dili, Türk<br />

Milleti için mukaddes bir hazinedir.<br />

Çünkü Türk milleti geçirdiği<br />

nihayetsiz hadiseler içinde ahlakının,<br />

ananelerinin, hatıralarının,<br />

menfaatlerinin, velhasıl bugün<br />

kendi milliyetini yapan her<br />

şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu<br />

görüyor. Türk dili, Türk<br />

milletinin kalbidir, zihnidir”.<br />

Bulgaristan’da Türkçe olan<br />

adını değiştirmeye direndiği<br />

için zulüm gören ve sonunda da<br />

Türkiye’ye göç eden Ahmet Şerif<br />

Şerefli şunları yazar: “Kiracı yaşadık,<br />

köle olarak yaşadık baba<br />

yurdunda. İnsan yurdunda kiracıysa,<br />

vatanı yoksa dili, hukuku,<br />

neyi vardır onun acaba Ne evi,<br />

ne huzuru, ne dili, ne geleneği, ne<br />

onuru, ne geleceği vardır…./…<br />

vatan diye yaralı anadilime sığındım.<br />

Türkçe ağladım, Türkçe<br />

güldüm sevdimse Türkçe sevdim.<br />

Neden mi Bu ülkede Türk doğmak,<br />

Türk olmak, Türk kalmak<br />

yasaktı da ondan”.<br />

Yahya Kemal, Türkçe için “ağzımda<br />

anamın ak sütü gibidir”<br />

der. Türkçe gibi bir dili, kimsenin<br />

hafife almaya ya da görmezlikten<br />

gelmeye hakkı yoktur. Türkçeyi<br />

küçük düşürmek, aşağılamak ya<br />

da olsa da olmasa da olur, muamelesine<br />

tabi tutmak da kimsenin<br />

haddi değildir.<br />

www.turkegitimsen.org.tr 31


Söyleşi<br />

32<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

MHP Manisa Milletvekili<br />

Erkan AKÇAY :<br />

‘‘ Türkçe 1923 yılında icat edilmedi. Bu topraklarda yaşayanlar<br />

Selçuklu döneminde de, Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet’te<br />

de resmi dil olarak, ortak iletişim dili olarak bin yıldır Türkçe’yi<br />

kullanmaktadır. ’’<br />

Söyleşi MeltemYALÇINKAYA<br />

Terör son yıllarda büyük bir<br />

ivme kazaFndı. Şehit haberleri<br />

ard arda geliyor. Terör böylesine<br />

hortlamışken, Anayasa çalışmaları<br />

kapsamında ana dilde eğitim<br />

konusunda da tartışmalar<br />

yoğunluk kazanmış durumda.<br />

Önümüzdeki eğitim-öğretim yılından<br />

itibaren Kürtçe seçmeli<br />

ders haline gelecek. Tüm bu yaşanan<br />

gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Ana dilde eğitim<br />

bilimsel ve toplumsal bir ihtiyaç<br />

mı Anadilde eğitim tartışmalarını<br />

ve Türkçenin seçmeli ders<br />

olmasına nasıl bakıyorsunuz<br />

Şehitlerimize Allah’tan rahmet<br />

diliyorum, milletimizin başı<br />

sağ olsun. Maalesef her gün şehit<br />

vermeye devam ediyoruz.<br />

Türkiye bin yıldır dünya âlemin<br />

bildiği bir ülkenin adıdır. Türk<br />

vatanında yaşıyoruz ve bin yıldır<br />

defalarca haçlı seferlerini göğüslemiş<br />

topraklardayız. En son<br />

1918 Mondros Mütarekesi’nden<br />

sonra düşman işgaline uğramıştık.<br />

Kurtuluş Savaşı’yla bu işgali<br />

defettik ve yeni bir devlet kurduk.<br />

Türkiye, dünyanın en stratejik<br />

yerlerinden birisidir ve bir<br />

de biz tarihimiz boyunca çok<br />

sayıda imparatorluklar kurmuş<br />

bir millet olarak daima milletler<br />

mücadelesinin en ön cephesinde<br />

yer almışız. Bu nedenle bu yaşanalar<br />

bizim için sürpriz değil.<br />

www.turkegitimsen.org.tr 33


Söyleşi<br />

Terör 1984 yılından önce başlamıştır.<br />

PKK terörünün başlangıcı<br />

1978 yılına kadar gider. Bu sadece<br />

bir örgüt adıdır. Ancak bölücülük<br />

hareketleri ve bizi kendi<br />

vatanımızda boğma gayretlerinin<br />

mazisi çok eskidir. Bin yıla<br />

kadar uzanır. Büyük bir Ermeni<br />

kalkışması olmuştur. Başka isyanları<br />

da yaşadık ama Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nde PKK terörüyle<br />

boğuşma sürecimiz 1978 yılından<br />

bu yanadır. Terör olayları<br />

ülkeyi bölüp, parçalamak, bizi<br />

millet olarak bu topraklarda yok<br />

etme amacına yönelik faaliyetlerin<br />

bir uzantısı olduğu için<br />

bununla birlikte dillendirilen<br />

talepler var. Bölücülerin siyasi,<br />

sosyal, ekonomik uzantıları var.<br />

Her yerde yuvalanmışlar. Propaganda<br />

ve beyin yıkama faaliyetinde<br />

çok ciddi mesafe aldılar.<br />

Terörle birlikte dile getirdikleri<br />

taleplerden birisi de anadilde<br />

eğitimdir. Hükümetin seçmeli<br />

Kürtçe dersi verme kararı terörle<br />

birlikte dile getirilen ve dayatılan<br />

taleplerin bir uzantısıdır. Ancak<br />

bu tür taleplerin hiçbir zaman<br />

sonu gelmez. Bu talepler haksız,<br />

dayanaksız, bilimsel manada<br />

temelsiz, siyasi ve kültürel<br />

manada boşlukta kalan taleplerdir.<br />

Özellikle anadilde eğitim<br />

konusuna böyle bakıyoruz. Ancak<br />

bazı kesimler insanlarımızın<br />

beynini öyle bir yıkamışlar ki...<br />

Bunlar doğal talep olarak görülüyor.<br />

Yanlışlık burada başlıyor.<br />

Bu vesile ile bir üzüntümü de<br />

ifade etmek istiyorum. Anadille<br />

eğitimin pedagojik, bilimsel<br />

ve siyasi yönünü değerlendiren<br />

çok sayıda yayın yok. Bu konu<br />

medyada toplumu aydınlatacak<br />

şekilde dile getirilmiyor. Benim<br />

bu konuda bir tespitim var:<br />

Türkiye’de zaten hiç kimse anadiliyle<br />

eğitim görmüyor ki. Bakın,<br />

eğer anadilini annemizden<br />

öğrendiğimiz dil olarak kabul<br />

ediyorsak ki öyledir-Birleşmiş<br />

Terörle birlikte dile<br />

getirdikleri taleplerden<br />

birisi de anadilde<br />

eğitimdir. Hükümetin<br />

seçmeli Kürtçe dersi<br />

verme kararı terörle<br />

birlikte dile getirilen<br />

ve dayatılan taleplerin<br />

bir uzantısıdır. Ancak<br />

bu tür taleplerin hiçbir<br />

zaman sonu gelmez.<br />

Bu talepler haksız,<br />

dayanaksız, bilimsel<br />

manada temelsiz,<br />

siyasi ve kültürel<br />

manada boşlukta kalan<br />

taleplerdir.<br />

Milletler veya uluslararası birtakım<br />

örgütlerin tanımının<br />

anadilden kastı da budur, bölücü<br />

terör örgütünün Meclis’teki<br />

uzantısı BDP temsilcilerinin<br />

Meclis’te anadille ilgili yaptığı<br />

konuşmalarda da annelerinden<br />

öğrendikleri dil şeklinde ifade<br />

ederler-Türkiye’de hiç kimse<br />

ama hiç kimse annelerinden<br />

öğrendiği dille eğitim yapmamaktadır.<br />

Önce bunu bilmemiz<br />

lazım. Bu nedenle eğri oturup,<br />

doğru konuşacağız. Kullandığımız<br />

kelimelere, kavramlara dikkat<br />

edeceğiz. İnsanlar anadiliyle<br />

eğitim görmüyorsa neyle eğitim<br />

görüyorlar 74 milyon Türkiye<br />

Cumhuriyeti vatandaşı en az bin<br />

yıldır bu topraklarda; Selçuklu<br />

döneminde, Osmanlı döneminde<br />

ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde<br />

resmi dil olarak Türkçeyi<br />

kullanmıştır ve halkın ortak iletişim<br />

vasıtası Türkçe olmuştur.<br />

Türkçe bin yıldır bu topraklarda<br />

etnik kökeni, ırkı, dini, mezhebi<br />

ne olursa olsun herkesin ortak<br />

iletişim vasıtası olmuştur. Türkçe<br />

1923 yılında icat edilen, devletin<br />

dayattığı bir dil değildir. Biz İstanbul<br />

Türkçesi’yle eğitimimizi<br />

sürdürüyoruz, medya iletişimini<br />

sağlıyoruz. Devletin resmi dili<br />

Türkçedir, Devletin resmi işleri<br />

Türkçe ile yapılıyor. Biz Türkçe<br />

ile felsefe yapıyoruz, sanat yapıyoruz,<br />

gündelik hayatımızı idame<br />

ettiriyoruz.<br />

Çarşıda, pazarda, kahvede, sokakta,<br />

evde tek bir millet halinde<br />

ve Türk milletinin birliğini, dirliğini<br />

sağlayan, tasada kıvançta<br />

ortak bir toplum haline getiren<br />

bu dili kullanıyoruz. Elbette lehçeleri<br />

de var, değişik ağızları da<br />

var. Denizli’nin köyünde yaşayan<br />

bir vatandaşımızın konuştuğu<br />

Türkçeyle Karadeniz’deki veya<br />

değişik bölgelerde konuşulan<br />

Türkçenin ağız ve lehçe farklılıkları<br />

vardır. Ancak bu dil birliğini<br />

tesis eden ve tamamlayan İstanbul<br />

Türkçesi’dir. Mesela havucun<br />

her yörede farklı adı vardır.<br />

Pürçüklü, sarıot, çörtük v.b. 6<br />

tanesini tespit ettim. Ben anadilimde<br />

havucu çörtük olarak öğrenmişimdir,<br />

başkası sarıotu ya<br />

da pürçüklü olarak öğrenmiştir.<br />

Herkes annesinden öğrendiği dilini<br />

gündelik hayatında konuşur,<br />

kültürünü yaşar, şarkısını söyler.<br />

Zaten kimsenin buna bir şey söylediği<br />

yok. Fakat ana dil eğitimi<br />

talebinin amacı bin yıldır dil birliğini<br />

tesis etmiş Türk milletini<br />

bölmek, Türk milleti içerisinden<br />

ayrı bir millet çıkartmak gayretidir.<br />

Çok açık ve net söylüyorum;<br />

Bilim adamlarının da söylediği<br />

budur: Etnisite, sosyolojik anlamda<br />

milleti ifade etmez. Dolayısıyla<br />

Kürt diye bir millet yoktur.<br />

Millet bir ayrı bir sosyolojik<br />

yapıdır, karakterdir. Türk milleti<br />

vardır, Çin milleti vardır. Belki<br />

de 50’nin üzerinde etnik guruptan<br />

oluşan Çinliler var. Bunlar<br />

binlerce yıllık süreç içerisinde<br />

diliyle, kültürüyle, ortak tarihiyle<br />

millet haline gelmiştir. Türk milleti<br />

de böyle bir millettir. Tarih<br />

boyunca medeniyetlere beşiklik<br />

yapmış, devletler kurmuş olan<br />

34<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

Türkler yönetim ve devlet yeteneği<br />

fevkalade üstün bir millettir.<br />

Dolayısıyla anadille eğitim tamamen<br />

bu topraklarda ayrı millet<br />

yaratıp, bu yapıyı çatıştırmak ve<br />

ülkemizi bölüp, parçalamaya yönelik<br />

bir gayretin tezahürüdür.<br />

Kürtçe diye ifade ettikleri bir<br />

cümle içerisinde diyelim ki 15<br />

kelime var. Bunun zaten 7-8 kelimesi<br />

Türkçe kökenli. Bir kısmı<br />

Farsça, bir kısmı Arapça, artık diğerlerini<br />

de dille ilgilenenler bilir.<br />

Birden ona kadar sayamayan bir<br />

dil olur mu Kürtçe anadilde eğitim<br />

isteyen bir kişiye ‘1’den 10’a<br />

kadar Kürtçe sayar mısın’ diye<br />

sorsak Farsça saymaya başlar.<br />

Oysa sayılarımız, dilimiz öz be<br />

öz Türkçedir. Ne Farsçadan, ne<br />

de başka bir yabancı dilden alınmıştır.<br />

Her şeyden önce bir dilin<br />

matematiği olacak. Var edilmeye<br />

çalışılan bir dil vardır. Dolayısıyla<br />

anadilde eğitim nasıl verilecek<br />

Ayrıca şöyle bir siyasi gerçek vardır:<br />

Devlet, her ‘yoruldum’ diyene<br />

han yapamaz. Herkese ana<br />

dilde eğitim yaptırmaya kalksanız<br />

o zaman çok sayıda bu tür<br />

eğitimler vermeniz gerekecek.<br />

Benim annem ‘geliyorum’ yerine<br />

‘geliban’, “geliyom”; ‘ne yapıyorsunuz’<br />

yerine ‘netçen’ der. Denizlili<br />

bir arkadaşım “annem çok güzel<br />

Çince konuşur” dedi. “Nasıl”<br />

diye sorduğumda şöyle dedi:<br />

“Bayramda çocukları köye götürdük.<br />

Çocuklar bahçede oynuyorlar.<br />

Annem de sofrayı hazırlamış.<br />

Çocukları çağırmış, oyunu bırakıp<br />

gelmiyorlar. Bunun üzerine<br />

başladı bağırmaya, “Len den çençen<br />

edip durman yen, yun, gon”<br />

diyordu. Yani “Hadi, çene çalıp<br />

durmayın, oyunu bırakın, sofraya<br />

oturun, yiyin, yıkayın, koyun”<br />

diyor. Bu köylü bir annemizin<br />

kullandığı dildir ve öz be öz<br />

Türkçedir; ancak bunların hiçbir<br />

kelimesi okullarda eğitim olarak<br />

verilmez. Devletin resmi dilinde<br />

de kullanılmaz.<br />

Anayasamızın 42. maddesi<br />

değiştirilerek, Yeni Anayasa’da<br />

ana dilde eğitim talebi yer alırsa<br />

bunun sonuçları ne olur Bunun<br />

dilde bir çözülme başlatacağı<br />

endişelerine katılıyor musunuz<br />

Milletleşme sürecinin böylesi bir<br />

düzenlemeyle zarar görebileceğini<br />

düşünüyor musunuz<br />

Ana dilde eğitim talebi<br />

Anayasa’da yer alırsa bölünme<br />

Anayasa’da tescillenmiş olur. Dil<br />

demek millet demektir. Şimdi<br />

Biz de ısrarla soruyoruz:<br />

Madem tek millet, bu<br />

milletin adı ne Adı<br />

olmayan bir millet<br />

olur mu Rus milleti,<br />

Çin milleti, Arap<br />

milleti, Yunan milleti,<br />

İngiliz milleti var da,<br />

Türkiye Cumhuriyeti<br />

topraklarında yaşayan<br />

milletin adı yok mu Bu<br />

milletin adı var. Kim ne<br />

derse desin bu milletin<br />

adı Türk milletidir.<br />

Bugün Türk kavramını<br />

Anayasa’dan çıkartmak<br />

isteyenler bunu<br />

başarırsa, yarın devletin<br />

adını da değiştirmek<br />

isteyecekler.<br />

Başbakan ve iktidar mensupları<br />

hatayı burada yapıyorlar. Başbakan<br />

“tek bayrak, tek millet, tek<br />

devlet” diyor, sonra da üzerine<br />

basa basa “tek dil demiyorum” diyor.<br />

İşin püf noktası burada. Bölücülük<br />

burada, milleti ayrıştırmak<br />

ve etnik bölücülük yapmak<br />

burada. Başta Genel Başkanımız<br />

olmak üzere bizler defalarca soruyoruz:<br />

“Tek bayrak diyorsunuz<br />

da bu bayrağın adı ne” Her<br />

ülkenin, her milletin bir bayrağı<br />

var. Mesela bir Alman bayrağını<br />

gördüğümüzde Almanya bayrağı<br />

demiyoruz. Amerikan bayrağını<br />

gördüğümüzde Amerikalı bayrağı<br />

demiyoruz. Amerika’da belki<br />

70 etnik gurup vardır; ama kendi<br />

devletiyle birlikte milletleşmesini<br />

büyük ölçüde başarmıştır.<br />

Fransız bayrağını gördüğümüzde<br />

Fransa bayrağı demiyoruz.<br />

Yunan bayrağı gördüğümüzde<br />

Yunanistan bayrağı demiyoruz.<br />

Bizim bayrağımızın adı da Türk<br />

bayrağıdır. Bir iktidar düşünün<br />

bayrağının adını söylemiyor. Öte<br />

yandan ‘tek millet’ diyorlar ama<br />

adını söylemiyorlar. Bakın, bu<br />

çok dikkat çeken bir durumdur.<br />

www.turkegitimsen.org.tr 35


Söyleşi<br />

Biz de ısrarla soruyoruz: Madem<br />

tek millet, bu milletin adı ne Adı<br />

olmayan bir millet olur mu Rus<br />

milleti, Çin milleti, Arap milleti,<br />

Yunan milleti, İngiliz milleti var<br />

da, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında<br />

yaşayan milletin adı yok<br />

mu Bu milletin adı var. Kim ne<br />

derse desin bu milletin adı Türk<br />

milletidir. Bugün Türk kavramını<br />

Anayasa’dan çıkartmak isteyenler<br />

bunu başarırsa, yarın devletin<br />

adını da değiştirmek isteyecekler.<br />

Özal zamanından bu yana<br />

başlayan ve dillendirilen niyetler<br />

var. Yarın “Türkiye adını da çıkartalım”<br />

diyecekler. “Bu ülkenin<br />

adı Türkiye, devletin adı Türkiye<br />

Cumhuriyeti Devleti olmasın”<br />

diyecekler. Neden Çünkü<br />

Türkiye; Türklerin yaşadığı yer,<br />

Türklerin vatanı demek. ‘36 tane<br />

etnik grup var. Bu ülkenin adına<br />

neden Türkiye diyelim Başka bir<br />

şey diyelim’ şeklinde sesler yükselecek.<br />

“Türk milleti demeyelim,<br />

Türkiyeli diyelim; Türkiye Cumhuriyeti<br />

vatandaşlığı temelinde<br />

birleşelim” diyecekler. Böyle saçmalık<br />

olur mu Sayın Başbakan<br />

“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı<br />

temelinde birleşeceğiz”<br />

diyor. Bu son derece yanlıştır ve<br />

aymazlıktır. Bizim Anayasamızda,<br />

vatandaşlık hukukumuzda,<br />

bütün kanunlarımızda biz Türkiye<br />

Cumhuriyeti vatandaşları<br />

olarak zaten bir bütünüz. Bunu<br />

sen sağlayacak değilsin ki. Bu<br />

bütünlük zaten var. Ama bizim<br />

bir de millet gerçeğimiz var. Biz<br />

Türk milletiyiz. İnsanların soyu,<br />

ırkı, etnik kökeni ve milli kimliği<br />

bunlar hep farklı farklı olgulardır.<br />

Bizde kavramlar çok yanlış<br />

kullanılıyor. Bu kavramları doğru<br />

kullanacak, aydınlatacak olan<br />

aydınlarımız, akademisyenlerimiz,<br />

bilim adamlarımız, sosyologlarımızdır.<br />

Millet nedir Milli<br />

kimlik nedir Dil nedir Anadil<br />

nedir Irk nedir Etnisite nedir<br />

Herkesin anlayacağı ve kabul<br />

Anadilde eğitim<br />

gibi saçmalıklarla<br />

uğraşacağımıza,<br />

çocuklarımızı anaokulu<br />

döneminde ve ilkokulda<br />

Türkçemizi en iyi<br />

şekilde kullanılır hale<br />

getirmemiz gerekiyor.<br />

Ancak okuldaki eğitim<br />

de yetmiyor. Mutlaka bu<br />

konuda medyanın da<br />

devrede olması gerekir.<br />

edebileceği tanımların bu topluma<br />

iyi öğretilmesi gerekiyor.<br />

Örneğin Kürt etnisitesi vardır;<br />

ama Kürt milleti yoktur. Etnisite<br />

ayrıdır, ırk ayrıdır, millet ayrıdır.<br />

Bu kavramların birbirine yakınlıkları<br />

olabilir ama özünde ayrıdır.<br />

Millet ayrı kavramdır. Bunlar<br />

birbirine karıştırılıyor. Dolayısıyla<br />

dil, resmi dil, anadil, kimlik,<br />

millet, ırk, etnisite kavramları<br />

birbirine karıştırılıyor. Türkiye’de<br />

biraz da bu kavram kargaşalığından<br />

yararlanarak beyin yıkama<br />

faaliyeti yürütülüyor Bu nedenle<br />

Türk milleti olarak anadilde eğitim<br />

zırvalıklarına kesinlikle karşı<br />

çıkmamız gerekiyor. Buna karşı<br />

mücadele etmemiz gerekiyor.<br />

Türkçemizde büyük bir kirlenme<br />

yaşanmaktadır. Öte yandan<br />

Türkçenin yabancı dillerin<br />

etkisi altında olduğunu da<br />

söyleyebiliriz. Sokak ve cadde<br />

isimleri ile alışveriş merkezleri,<br />

dükkân isimlerinde bunu net<br />

olarak görüyoruz. Türkçede yaşanan<br />

kirlenmenin önlenmesi,<br />

Türkçenin yabancı dillerin etkisinden<br />

çıkarılması, korunması<br />

ve geliştirilmesi için partinizin<br />

ne tür çalışmaları var<br />

Türk milliyetçisi fikriyatını benimsemiş,<br />

Türk milletinin geçmişten<br />

geleceğe tüm meselelerini<br />

esas almış bir partinin mensubu<br />

ve Türk milliyetçileri olarak Türk<br />

dilinin gelişmesini ve korunmasını<br />

merkez alıyoruz. Özellikle<br />

Milliyetçi Hareket Partili birçok<br />

belediyenin bu konuda çalışmaları<br />

var. Özeleştiri yapacak olursak;<br />

Türk milleti olarak yabancı<br />

kelimelere ve kavramlara karşı<br />

kendi dilimizi korumakta çok<br />

ciddi zafiyetimiz var. Bu yeni bir<br />

şey değil. Selçuklu ve Osmanlı<br />

döneminde de, Türk Cumhuriyetlerinde<br />

de dil ile ilgili sorunlarımız<br />

olmuş. Yabancı kelimeleri<br />

gündelik veya yazım hayatımızda,<br />

resmi işlerimizde kullanma<br />

eğilimimiz olmuş. Buna rağmen<br />

Türkçe bugüne kadar gelişmiştir.<br />

Dildeki kirlenmeye karşı eğitim<br />

ve insanlarımızı bilinçlendirmek<br />

çok önemlidir. Bu konuda görev;<br />

aydınlarımıza, siyasetçilerimize,<br />

yöneticilerimize, medyaya düşüyor.<br />

Maalesef bir İngiliz’in İngilizceye,<br />

bir Fransız’ın Fransızcaya,<br />

bir Yunanlı’nın Yunancaya<br />

sahip çıktığı kadar Türkçemize<br />

millet olarak sahip çıkamıyoruz.<br />

Anadilde eğitim gibi saçmalıklarla<br />

uğraşacağımıza, çocuklarımızı<br />

anaokulu döneminde ve<br />

ilkokulda Türkçemizi en iyi şekilde<br />

kullanılır hale getirmemiz<br />

gerekiyor. Ancak okuldaki eğitim<br />

de yetmiyor. Mutlaka bu konuda<br />

medyanın da devrede olması<br />

gerekir. Televizyonlarda birçok<br />

kamu spotu yayınlanıyor. Dil<br />

konusunda da toplumumuzun<br />

dikkatinin çekilmesi ve Türkçe<br />

işyerlerine özendirilmesi gerekir.<br />

O kadar ucube diyeceğimiz kelimeler<br />

uydurulmuş ki… Bunlar<br />

Türkçe değil, yabancı dil de değil.<br />

Yerel yönetimlere çok iş düşüyor.<br />

Bazı konular insanların keyfine<br />

bırakılamaz. Bazı şeyler devlet<br />

gücüyle olur, zorunlu tutmak gerekir.<br />

Özellikle işyerlerine, alışveriş<br />

merkezlerine verilecek isimler<br />

insanların keyfine bırakılmamalıdır.<br />

36<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

www.turkegitimsen.org.tr 37


Makale<br />

Topraklarını Düşman İşgalinden<br />

Kurtaran Bu Ulus, Dilini de Yabancı Dillerin<br />

Boyunduruğundan Kurtaracaktır.<br />

Mustafa Kemal ATATÜRK<br />

Mehpare ÇELİK TRT Eski Spikeri<br />

Dil bir ulusun, anı denizidir.<br />

Bu denizde tarihinin, kültürünün,<br />

duygu ve düşünce dünyasının<br />

gemileri yüzer. Bu gemilerin<br />

hepsinin kaptanı dildir. Yani dil,<br />

bir ulusun hafızası, onuru, kimliği,<br />

kişiliği kısacası varoluş nedenidir.<br />

Bugün anadilimiz konusunda<br />

karşı karşıya kaldığımız sorun<br />

tam da bu noktada düğümleniyor.<br />

Yeni kuşaklar var oluş nedenlerimizden<br />

kimliğimizden, kültürümüzden,<br />

anadil bilincinden<br />

ve bu dilin zenginliklerinden, söz<br />

dağarından habersizler, sözcükler,<br />

deyimler gerçek anlamlarında<br />

kullanılamıyor. Bir üniversiteli<br />

gencin sözcük dağarcığında kaç<br />

sözcük var, dilsel zenginliğimizden<br />

ne kadar haberdar ... Bu sorunların<br />

yanıtı ne yazık ki iç açıcı<br />

değil. Ülkemizde yazılı ve görsel<br />

basının yarattığı, ne olduğu belirsiz<br />

ve asla bize ait olmayan alt<br />

kültür ve buna bağlı olarak yazılı<br />

kültürde ki yozlaşma, ucuzlama<br />

ne yazık ki dilimizin çok alt düzeyde<br />

kullanımına yol açmıştır.<br />

Aileler artık çocuklarının konuşma<br />

ve yazma düzeylerini hem<br />

kontrolden hem de kendileri olması<br />

gereken düzeyden uzaklaşmışlardır.<br />

Ancak, en başat soru<br />

şudur; Eğitim hayatında çocuk-<br />

38<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

larımıza anadil bilinci verilmekte<br />

midir ve anadil yazı ve konuşmada<br />

doğru ve etkili bir biçimde<br />

öğretilmekte midir... Ne yazık ki<br />

HAYIR… Üzülerek söylemek gerekirse<br />

eğiticilerimizin çoğu artık<br />

doğru ve güzel konuşma - yazma<br />

konusunda örnek olma niteliklerini<br />

yitirmişlerdir. Öğrencisine<br />

Türkçenin yazıldığı gibi okunduğu,<br />

okunduğu gibi yazıldığını<br />

söyleyen bir eğitici Türkçeye en<br />

büyük kötülüğü yapmakta ve bu<br />

güzel dilin sözel, işitsel, güzellik<br />

ve zenginliğinden öğrencilerini<br />

yoksul bırakmaktadır. Şu değişmez<br />

bir kuraldır ki Türkçe asla<br />

yazıldığı gibi okunmaz, okunduğu<br />

gibi yazılmaz. En basitinden<br />

ağabey yazıp, aağbi okuduğumuz<br />

gibi. Bu Türkçenin bir kurallar<br />

dili olduğunun en basit örneğidir<br />

ve Türkçe bunun gibi doğru ve<br />

güzel konuşmak adına bilinmesi<br />

gereken pek çok kuralları barındırır.<br />

Eğitimini yabancı dille yapan<br />

bir ülkede anadil bilincini, ayrıcalığını,<br />

gerekliliğini özelliklerini<br />

ve saygınlığını kimseye anlatamazsınız.<br />

Bugün kurduğu cümlenin<br />

yarısını yabancı bir dilin<br />

sözcükleriyle oluşturan öğrenciden<br />

ne “ AKLIN SÜSÜ DİLDİR,<br />

DİLİN SÜSÜ SÖZDÜR” diyen<br />

Yusuf Has Hacip’e ne de Türkçeye<br />

ilgi ve saygı bekleyemezsiniz.<br />

Beklerseniz gülünç olursunuz.<br />

Çünkü o öğrenciden en basit bir<br />

havuz problemini yabancı bir<br />

dille çözmesini bu eğitim sistemi<br />

dayatmaktadır., oysa unutulmamalıdır<br />

ki bir insan ancak<br />

bir dille doğru düşünür, doğru<br />

muhakeme yapar, doğru konuşur<br />

oda anadilidir. Yabancı dille<br />

eğitim başka bir şeydir, ( bugün<br />

yaşadığımız sorunların birinci<br />

nedenidir) yabancı dil öğretimi<br />

başka bir şeydir. Elbette çocuk-<br />

Elbette çocuklarımız<br />

öğrenebildikleri kadar<br />

yabancı dil öğrenmelidir<br />

ama eğitimleri asla<br />

yabancı bir dille<br />

olmamalıdır, çünkü<br />

bu onlara anadilleriyle<br />

düşünme yetisini<br />

kaybettirmektedir.<br />

Oysa dil bir düşünce<br />

aracıdır. Siz anadilinizle<br />

düşünmüyorsanız,<br />

elbette anadilinizle<br />

konuşamazsınız. Dikkat<br />

edin çevrenize yeni<br />

kuşak İngilizce düşünüp,<br />

Türkçe konuşmaktadır.<br />

Örneğin, hoşça kal bir<br />

veda sözcüğü var iken<br />

kendine iyi bak ya da<br />

kendine iyi davran<br />

gibi çeviri Türkçesiyle<br />

konuşmaktadır.<br />

Dil bir kültür aracıdır,<br />

İngilizin kültüründe bu bir<br />

veda cümlesi olabilir ama<br />

Türkçe de kültürümüzden<br />

fışkıran onlarca veda<br />

sözcüğünün farkında bile<br />

değildir.<br />

larımız öğrenebildikleri kadar<br />

yabancı dil öğrenmelidir ama<br />

eğitimleri asla yabancı bir dille<br />

olmamalıdır, çünkü bu onlara<br />

anadilleriyle düşünme yetisini<br />

kaybettirmektedir. Oysa dil bir<br />

düşünce aracıdır. Siz anadilinizle<br />

düşünmüyorsanız, elbette anadilinizle<br />

konuşamazsınız. Dikkat<br />

edin çevrenize yeni kuşak İngilizce<br />

düşünüp, Türkçe konuşmaktadır.<br />

Örneğin, hoşça kal bir<br />

veda sözcüğü var iken kendine<br />

iyi bak ya da kendine iyi davran<br />

gibi çeviri Türkçesiyle konuşmaktadır.<br />

Dil bir kültür aracıdır,<br />

İngilizin kültüründe bu bir veda<br />

cümlesi olabilir ama Türkçe de<br />

kültürümüzden fışkıran onlarca<br />

veda sözcüğünün farkında<br />

bile değildir. “Allahaısmarladık”<br />

sözcüğü onlara ne kadar yabancı<br />

gelmektedir. Çünkü onlar İngilizce<br />

düşünmekte ve çevirerek<br />

konuşmaktadır.<br />

Anadiliyle düşünmeyen, anadiliyle<br />

konuşmayan bir gençlik<br />

elbette ulusal duygu ve düşüncelere<br />

de yabancılaşmıştır. Büyük<br />

Önder ne güzel söylemiş: “Ulusal<br />

duygu ile dil arasında bağ çok<br />

kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin<br />

olması, ulusal duygunun gelişmesinde<br />

başlıca etkendir. Türk<br />

dili, dillerin en zenginlerindendir.<br />

Yeter ki bu dil bilinçle işlensin…”<br />

Evet dil ulus olmanın ve ulusallığın<br />

ana öğelerindendir. Atatürk<br />

Türkçenin ulusal nitelik kazanmasını,<br />

tam bağımsızlık ilkesinin<br />

bir gereği sayıyordu. Bugün anadilimizden<br />

uzaklaşmanın duyarsızlığın,<br />

ancak bir aşağılık kompleksi<br />

olarak ifade edilebilecek<br />

yabancı dil hayranlığının toplumumuzda<br />

ki yıkımı gözlerimizin<br />

önündedir. Dilini doğru konuşamayan<br />

yazarlar, konuşmacılar,<br />

sunucular, adı yabancı yazılı gö-<br />

www.turkegitimsen.org.tr<br />

39


Makale<br />

Albert Camus’nün<br />

özdeyiş gibi ve ibret<br />

alınacak bir cümlesi var<br />

şöyle diyor: “ İKİ VATANIM<br />

VAR, BİRİ FRANSA,<br />

DİĞERİ FRANSIZCA…<br />

FRANSAYI KORUYUP<br />

KOLLAYABİLMEK<br />

İÇİN FRANSIZCANIN<br />

SINIRLARINDA<br />

NÖBETTEYİM”<br />

rüntülü kitle iletişim araçları bu<br />

sorunu her saniye inanılmaz boyutlara<br />

taşımaktadır.<br />

1930’larda başlayan o cesur<br />

kültürel atılım dönemini ne yazık<br />

ki sürdüremedik. O yıllarda<br />

ki bu cesur kültürel ve eğitimsel<br />

adımlar, insanımıza ilköğretimde<br />

bile nitelikli bir kültürel düzey<br />

kazandırmıştı. 70 li yıllardan başlayarak<br />

olumsuz etkilerini bugün<br />

yaşadığımız eğitim kalitesindeki<br />

inanılmaz düşüş, ilköğrenimden<br />

üniversitelere kadar eğitim hayatımızı<br />

ve toplumsal yapı ve yaşantımızı<br />

derinden etkiledi. Yazım<br />

kurallarından habersiz, dilin<br />

doğru kullanımından, dili zenginleştiren<br />

edebiyat ürünlerinden<br />

yoksun ve bunlara duyarsız<br />

bir nesil yetişti. Şunu da unutmamak<br />

gerekir ki demokratik yaşamda<br />

ki aksamalar kültürel yaşamımızı<br />

da etkiledi. 12 Eylül’ün<br />

getirdiği kültürel çölleşmede, kitabın<br />

düşüncenin suç olduğu bir<br />

dönemde edebiyata, kültür hayatına<br />

kapatılan kapıların ardında<br />

ancak böyle bir nesil yetişirdi..<br />

Düşünmeyen, okumayan, tartışmayan<br />

ve konuşamayan…<br />

Böylesi karmaşık bir sürecin ve<br />

onun yarattığı sorunların çözümü<br />

elbette öğütler ve yakınmalar<br />

değildir… Peki ne yapmalı ...<br />

Önünde sonunda eğitimde niteliği<br />

yükseltmekten başka bir seçeneğimiz<br />

yoktur.. Mutlaka ama<br />

mutlaka nitelikli eğitim. Böyle<br />

bir eğitimle anadillerinin “ses<br />

bayrakları olduğu bilinci ve duyarlılığıyla”<br />

okuma zevki ve kitap<br />

sevgisiyle yetiştirilen, düşünen,<br />

düşündüğünü söyleyebilen, yazabilen,<br />

tartışan, kendi öz kültürüne<br />

yabancılaşmadan çağdaşlığı<br />

yakalayabilen, kimlikli, güvenli<br />

ve yurtsever birer birey olmaları<br />

sağlanmalıdır. Bu niteliklerle<br />

donanmış çocuklarımız bizi biz<br />

yapan bu ülkenin çimentosu olan<br />

anadilimize Türkçemize gerekli<br />

özen ve sevgiyi göstereceklerdir.<br />

Albert Camus’nün özdeyiş gibi<br />

ve ibret alınacak bir cümlesi var<br />

şöyle diyor: “ İKİ VATANIM<br />

VAR, BİRİ FRANSA, DİĞE-<br />

Rİ FRANSIZCA… FRANSAYI<br />

KORUYUP KOLLAYABİLMEK<br />

İÇİN FRANSIZCANIN SINIR-<br />

LARINDA NÖBETTEYİM”<br />

Türkçeyi doğru ve güzel konuşmak,<br />

koruyup kollamak aynı<br />

zaman da TÜRKİYE’Yİ KO-<br />

RUYUP KOLLAMAKTIR… Ve<br />

bugün buna her zamandan daha<br />

çok gereksinimimiz vardır, bu hiç<br />

unutulmasın…<br />

‘‘ Türkçeyi<br />

doğru ve güzel<br />

konuşmak,<br />

koruyup kollamak<br />

aynı zaman da<br />

TÜRKİYE’Yİ<br />

KORUYUP<br />

KOLLAMAKTIR…<br />

Ve bugün<br />

buna her<br />

zamandan<br />

daha çok<br />

gereksinimimiz<br />

vardır, bu hiç<br />

unutulmasın…’’<br />

40<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

www.turkegitimsen.org.tr<br />

41


Makale<br />

Mülk’ün<br />

Tapusunun Maliklerinin<br />

Direnme Hakkı ve Görevi<br />

Dr. Durmuş HOCAOĞLU<br />

Kontrolden çıkma eğilimine<br />

girmiş veya getirilmiş olan<br />

etnisite ve kimlik tartışmaları<br />

Türkiye’yi, Mülk’ün asli maliklerinin<br />

direnme hakkı ve görevi<br />

doğduğu, aksi halde hem haklarını<br />

kaybedecekleri ve hem de<br />

suçlu duruma düşecekleri bir<br />

bıçak sırtına doğru sürüklemektedir<br />

ve bunun en büyük müsebbibi<br />

de sığ ve sıra-altı siyasettir<br />

hal-i hazırdaki durum itibariyle.<br />

İmdi bu, öncelikle bir hak ve fakat<br />

daha da fazlası olarak, bir görev<br />

olmaktadır. Hak’tır: Mülk’ün<br />

tapusunun hakkı! Çünkü,<br />

Mülk’ün kurucusu ve bütün tarih<br />

boyunca omuzlayıcısı, taşıyıcısı<br />

onlardır, öyleyse hak da onlara<br />

aittir. Ve bu noktada hak - bir<br />

kere daha ve vurgu ile: Mülk’ün<br />

tapusunun hakkı - diğer mülki<br />

nisab sahiplerininkiyle “eşit” değil,<br />

“eşitler içinde birinci”(prima<br />

intra pares)’dir. Şundan ki, Millet,<br />

sadece ber-hayat olanlardan müteşekkil<br />

Halk’tan farklı olarak, tarihi<br />

ve sürekli bir olgudur; yaşayanların<br />

ve ölülerin bir ve bütün<br />

oldukları bir süreklilik ve bu süreklilik<br />

ve bir ve bütünlük, ecdad<br />

ile ahfadı aynileştirir ki bu suretle,<br />

nasıl ki Mülk’ün ilk kurucuları<br />

onun asli sahipleri iseler, onların,<br />

Mülk’ü sürdüren ahfadı da aynı<br />

hakka sahip, yani asli sahiplik hüviyetini<br />

haiz olurlar. Bu ise devredilemez<br />

bir hak olduğu gibi, bu<br />

hakkın muhafaza ve müdafaası<br />

da vazgeçilemez bir görevdir aynı<br />

zamanda; çünkü, yaşayanların<br />

ve ölülerin bir ve bütün olması,<br />

aynı zamanda ve ancak, ölülerin<br />

yaşayanlar üzerinde devredilemez<br />

haklarının, yaşayanların<br />

ise ölülere karşı vazgeçilemez ve<br />

redd-i miras edilemez vazifelerinin<br />

mevcudiyeti ile mümkündür;<br />

aksi halde, toprağın fiziki bir veri<br />

olmaktan çıkarılıp içine ruh giydirilmiş<br />

kutlu bir varlık alanına<br />

dönüştürülmesi ile vücut bulan<br />

“vatan” teşekkül edemeyeceği<br />

gibi, devletin sürekliliği de mümkün<br />

ve meşru olamazdı.<br />

Beri yandan, Millet’in tarihi<br />

ve sürekli bir olgu olması, O’nun<br />

aynı zamanda evrilmesi demektir<br />

de ve bu evrilme sürecinde, Kök<br />

Neseb, diğer neseblerin tamamını<br />

veya bir kısmını potasında<br />

eriterek dönüştürmek suretiyle<br />

onları kendileştirir ki böylelikle,<br />

42<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

Bir ulus-devletin bütün<br />

vatandaşları hangi<br />

nesebe ait olurlarsa<br />

olsunlar ve o nesebden<br />

ileri gelen etnik kimlikleri<br />

ne olursa olsun, sırf<br />

ve yalnız “vatandaş”<br />

statülerinden dolayı<br />

sahip oldukları kimlik,<br />

asli unsurun kimliğidir -<br />

mesela Fransa devletinin<br />

bütün vatandaşlarının,<br />

“Fransalı” değil “Fransız”<br />

addedilmesi gibi - ve<br />

hatta, dahası, “vatandaş”<br />

tanımı da yine kurucu<br />

nesebin ismi üzerinden<br />

yapılır, yine mesela aynı<br />

Fransa devletinin bütün<br />

vatandaşlarının, “Fransız”<br />

vatandaşı addedilmesi<br />

gibi. Şu halde, Türkiye<br />

devletinin vatandaşları<br />

da, “Türkiye vatandaşı”<br />

değil, “Türk vatandaşı”<br />

ve “Türkiyeli” değil “Türk”<br />

olmak iktiza eder.<br />

neseb genişlemesi yolu ile, asli<br />

nesebe katılanlar da aynıyla ilk<br />

kurucuların ahfadı haline inkılab<br />

ederek aynı hakları ve vazifeleri<br />

tevarüs ederler. Bu suretle tekevvün<br />

eden Millet, asli kurucu unsurdan,<br />

yani “fi’l asl” olmayan ve<br />

dönüştürül(e)memiş diğer nesebleri<br />

şayet başka tür bir dayanışma<br />

bağı ile sağlıklı bir şekilde<br />

bağlayamayacak olursa, Mülk sürekli<br />

tehdit altında kalır ki bu da<br />

Haldun’un Sebeb Asabiyesi dediği<br />

bağ olup günümüz modern<br />

devletinde almış olduğu şekil,<br />

“vatandaşlık”tır. Vatandaşlık, Sayın<br />

Başbakan Erdoğan’ın sandığının<br />

aksine bir “kimlik” değil, bir<br />

“statü”dür ve fakat modern devlette,<br />

üzerinden, bütün vatandaşların<br />

“kimlik” tanımının yapıldığı<br />

bir statüdür; ancak yine modern<br />

devlette, işbu yol ile tanımlanan<br />

kimlik, kurucu asabiyenin kimliğidir.<br />

Yani, açık bir anlatımla,<br />

bir ulus-devletin bütün vatandaşları<br />

hangi nesebe ait olurlarsa<br />

olsunlar ve o nesebden ileri gelen<br />

etnik kimlikleri ne olursa olsun,<br />

sırf ve yalnız “vatandaş” statülerinden<br />

dolayı sahip oldukları<br />

kimlik, asli unsurun kimliğidir -<br />

mesela Fransa devletinin bütün<br />

vatandaşlarının, “Fransalı” değil<br />

“Fransız” addedilmesi gibi - ve<br />

hatta, dahası, “vatandaş” tanımı<br />

da yine kurucu nesebin ismi üzerinden<br />

yapılır, yine mesela aynı<br />

Fransa devletinin bütün vatandaşlarının,<br />

“Fransız” vatandaşı<br />

addedilmesi gibi. Şu halde, Türkiye<br />

devletinin vatandaşları da,<br />

“Türkiye vatandaşı” değil, “Türk<br />

vatandaşı” ve “Türkiyeli” değil<br />

“Türk” olmak iktiza eder.<br />

Daha açıklayıcı olduğunu düşündüğüm<br />

için “Omurga” olarak<br />

adlandırmayı münasip saydığım<br />

Kurucu Asabiye, bu suretle,<br />

“fi’l-asl” olmayan bütün vatandaşlarıyla,<br />

vatandaşlık statüsü<br />

üzerinden bütün diğer hakları<br />

mütesaviyen paylaşır; ama tekelinde<br />

tuttuğu Mülk’ün Tapusu<br />

hariç. Mülk’ün Tapusu ortak<br />

kabul etmez; çünkü O, sadece<br />

bir iradeye ram olur, iki iradeye<br />

değil. Esasen, Mülk’ün Tapusu<br />

üzerinde, kurucu olmayanların<br />

hakkı yoktur; yardım ve/veya<br />

katkı bu hakkı doğurmaz, onlara<br />

ancak, eşit vatandaşlık statüsü<br />

verir; aksi takdirde, ya Mülk,<br />

belki de bir daha geri dönmemek<br />

üzere, elinden uçar, gider, ya da<br />

yine Haldun’un, Zilzal Suresi’nin<br />

“Arz zelzele ile sarsıldığı zaman”<br />

mealindeki (iza zülziletü’l-arz...)<br />

birinci ayetini işaret ettiği ifadesiyle,<br />

“Onunla birlikte veya<br />

onsuz devlete hakim olmaya<br />

kastetseler, yeryerinden oynar”<br />

(Mukaddime., III.II).<br />

Arz sarsılır, sarsılmalıdır<br />

da; çünkü, Mülk’ün Tapusu,<br />

Omurga’nın devredilemez, vazgeçilemez,<br />

paylaşılamaz hakkı<br />

olduğu gibi, muhafaza ve müdaafaası<br />

da gayri kaabil-i içtinab<br />

vazifesidir ve yine çünkü dünya<br />

hayatında, dünyaya ait olanlar<br />

içerisinde, hiçbir şey, Devlet’ten<br />

daha yüce, daha üstün,daha değerli<br />

değildir; öyle ki, Vatan dahi,<br />

ehemmiyetler hiyerarşisinde, yerine<br />

göre, O’ndan sonra gelir.<br />

Mülk’ün temellerinden olan<br />

Adalet, Hürriyet ve Mülkiyet içerisinde,<br />

Mülkiyet’in yerine göre,<br />

ehemmiyeti birinci plana çıkmakta<br />

ve hatta Mülk’ün kendisi<br />

olmaktadır. Bunun sebebi, benim<br />

burada kastetmiş olduğum anlamıyla<br />

Mülkiyet’in, alelumum<br />

bilinen ve hassaten liberal siyaset<br />

filozoflarının kastettiğinden ve<br />

üzerinde vurgu ile durduklarından<br />

daha farklı ve daha şumullü<br />

bir mana taşıyor olmasındandır.<br />

Mesela, Liberalizm’in başat temsilcilerinden<br />

Locke’un (1632-<br />

1704), bir yönetimin, ancak yönetilenlerin<br />

rızasına dayandığı<br />

müddetçe meşru olabileceğini,<br />

bu rızai mutabakatın ilgası durumunda<br />

yönetilenlerin direnme<br />

haklarının doğduğunu söylerken<br />

ileri sürdüğü gerekçelerden birisi<br />

de, “mülkiyet” ve “mülkiyet<br />

hakkı”dır; fakat, “Hükumet Üzerine<br />

İki İnceleme”nin (Two Treatises<br />

of Government), “Mülkiyete<br />

Dair” (Of Property) bölümünde<br />

hususen ele almış olduğu bu<br />

kavram ile[1] O, Haldun’cu anlamından<br />

farklı olarak, kişilerin<br />

dünya malları üzerindeki sahipliğini<br />

kastetmektedir. Vakıa, Locke,<br />

bununla, bir yorumcunun da<br />

belirtmiş olduğu gibi “mülkiyeti<br />

bir kimsenin sadece kendi vücudunun<br />

ve emeğinin bir damgasını<br />

koyduğu benliğinin bir uzantısı<br />

olarak değil, bir kimseye, cemiyetin<br />

söz hakkını veren bir varlık, bir<br />

yer olarak da görüyordu”[2]; an-<br />

www.turkegitimsen.org.tr<br />

43


Makale<br />

cak, bu yine de, benim referans<br />

olarak aldığım Haldun’cu Mülkiyet<br />

kavramı ile ciddi bir farklılık<br />

içerisindedir. Locke’cu Mülkiyet,<br />

her ne şekilde ele alınırsa alınsın,<br />

esas olarak, “mal-mülk” şeklinde<br />

daha anlaşılabilir hale getirebileceğimiz,<br />

insanların nesneler üzerindeki<br />

sahipliğidir ve mülkiyet<br />

hakkı da bu sahiplikle ilgili bir<br />

haktır; tabiatiyle, bu, ehemmiyetsiz<br />

veya küçümsenebilecek<br />

bir şey olmadığı gibi, elbette bu<br />

kontekstte, sadece Liberalizm<br />

ile mukayyet olmayıp, mesela<br />

İslam’da da, mü’minleri Allah’tan<br />

uzaklaştırmaya vesile olmadığı<br />

müddetçe, “makbul ve memduh”<br />

addedilmiştir ve gerçekten de,<br />

titizlikle korunması gerekir. Ne<br />

var ki, İbn Haldun’un kullandığı<br />

manada Mülk[3], esas olarak<br />

“iktidar” manasında olup, devletin<br />

hem kendisini ve hem de o<br />

devlet üzerindeki sahipliği ifade<br />

etmektedir. Bu kontekstte Devlet,<br />

bir “mülk”tür, ama bir “mal”<br />

değildir; farkı bu şekilde hulasa<br />

edebiliriz.<br />

Şu halde, Liberalizm’in,<br />

Locke’un görüşleri çerçevesinde<br />

müşahhaslaşan mülkiyet ve mülkiyet<br />

hakkı problemi ile, benim,<br />

Haldun’un görüşleri çerçevesinde<br />

müşahhaslaştırmaya çalıştığım<br />

mülkiyet ve mülkiyet hakkı problemi<br />

aynı kategoriye dahil edilemez;<br />

vakıa her ikisi de, gasp ve/<br />

veya ilga edilmeleri durumunda<br />

direnme hakkı vermektedir; ama<br />

fark çok derindir. Benim asıl olarak<br />

üzerinde durduğum, liberalizmin<br />

- en azından bu kontekstte<br />

- ele almadığı bir konudur:<br />

Devlet’in elden çıkması.<br />

İmdi, Mülk, devletin hem kendisini<br />

ve hem de o devlet üzerindeki<br />

sahipliği ifade ettiğine<br />

binaen, Mülk’ün elden çıkması,<br />

Devlet’in elden çıkması demektir<br />

ve buna göre de problem, Liberalizm’deki<br />

darlığın ötesinde çok<br />

şumullü bir mana ve ehemmiyet<br />

kazanarak şu noktaya gelir:<br />

Devlet’in elden çıkmasına rıza<br />

gösterilebilir mi; velev ki, elden<br />

çıkmış bir devlette şahsi mülklerimiz,<br />

yani “mal-mülk” korunsa<br />

bile<br />

Bu nokta, şahsi mülkiyetin,<br />

“mal-mülk”ün ehemmiyetinin<br />

ikincileştiği ve hatta silindiği<br />

ve Devlet’in Devlet olarak değerinin<br />

herşeyin üzerine çıktığı ve<br />

aynı zamanda O’nun, ehemmiyetler<br />

hiyerarşisinde, yerine göre,<br />

Vatan’dan bile daha önce gelebildiği<br />

noktadır da.<br />

Devlet ve Devlet üzerindeki<br />

sahiplik, niçin bu derece önemli<br />

olabilir<br />

Burası, bu yazının sınırlarını<br />

aşmaktadır; ancak, önce saf<br />

felsefi olarak şunu söylemekle<br />

yetineceğim: Mengüşoğlu’nun<br />

da büyük bir isabetle belirtmiş<br />

olduğu gibi[4], Devlet, cemiyet<br />

hayatının ve “dil, din, kültür<br />

ve medeniyet” gibi tüm “insanlık<br />

başarıları”nın temel şartıdır.<br />

Devletimize sahip olmak, ikinci<br />

olarak, yine birincisiyle bağlantılı<br />

olmak üzere, bütün milli hayatımızın<br />

muhafazası ve terakki ve<br />

tekamülü için şart olduğu gibi,<br />

tarihimize ve bize hür ve müstakil<br />

bir devlet ve vatan emanet<br />

eden ecdadımıza, atalarımıza olduğu<br />

kadar, istikbalimize, kendilerine<br />

hür ve müstakil bir devlet<br />

ve vatan teslim etmekle mükellef<br />

ve mecbur olduğumuz ahfadımıza,<br />

çocuklarımıza ve torunlarımıza<br />

karşı sadakat ve namus<br />

borcumuz olduğu için tartışılması<br />

bile caiz olmaz ve uğruna her<br />

türlü fedakarlığın yapılması önce<br />

insani ve sonra da milli bir vazife<br />

olacak kadar birinci dereceden<br />

ehemmiyet taşımaktadır.<br />

Tabiatiyle, Mülk bu kadar büyük<br />

ehemmiyetli olduğu için,<br />

Mülk’ün sahiplerinin, O’nu ellerinden<br />

kim almaya kastetmiş<br />

veya edecek olursa olsun, mülklerine<br />

sahip çıkmak hususunda<br />

direnmeleri, başkaldırmaları,<br />

hem devredilemez hakları olmaktadır<br />

ve hem de kaçınılamaz<br />

vazifeleri.<br />

Buna binaen ikaz etmeyi, hem<br />

hakkım, hem de vazifem addediyorum:<br />

Türkiye Devleti, O’na<br />

vatandaşlık yoluyla bağlı olan<br />

herkesindir ve bu bakımdan her<br />

vatandaş eşittir ve fakat O’nun<br />

tapusunun mülkiyeti Türkler’e<br />

aittir; ancak şimdi Türkler, bu<br />

“Mülk” üzerinde, git-gide, sadece<br />

isim sahibi olmanın ötesinde bir<br />

haklarının kalamayacağı, tapularını<br />

devredecekleri bir süreci<br />

yaşamaktadırlar ve tabiatiyle ve<br />

bittabii, isim haklarının da ellerinden<br />

alınacağı nihai safhayı<br />

yaşamak ve tarihin ve istikbalin<br />

lanetine muhatab olmak istemiyorlarsa,<br />

direnmek haklarını kullanmak<br />

ve vazifelerini bihakkın<br />

ifa etmek mecburiyetindedirler.<br />

[1] John Locke., The Works.,<br />

Volume 4., Economic Writings<br />

and Two Treatises of Government.,<br />

12th Ed., London, Rivington.,<br />

1824., Book II., Chp.<br />

V., p.352; [2] Richard Peters.,<br />

“John Locke”., Maurice Cranston<br />

(Ed.)., Batı Düşüncesinde<br />

Siyaset Felsefeleri., Geniş Hanedanlıklar,<br />

Mülk, Hilafet....”]; [4]<br />

Takiyettin Mengüşoğlu., İnsan<br />

Felsefesi.,Remzi Kitabevi Yay., İst.,<br />

1988., Bölüm: XV: “Devlet Kuran<br />

Bir Varlık Olarak İnsan”Çev.: Nejat<br />

Muallimoğlu., M. Ü. İlahiyat<br />

Fakültesi Yay., İst., 1993, içinde,<br />

s.72; [3]Bkz., mesela: Mukaddime:<br />

I.III: “<br />

* Bu yazıyı, Terör ve Etnik Ayrımcılık<br />

konusunda, güncelliğini<br />

koruması münasebetiyle, sendikamız<br />

üyelerinden kıymetli düşünce<br />

adamı Durmuş Hocaoğlu’nu rahmet<br />

ve minnetle anarak ilgilerinize<br />

sunuyoruz.<br />

44<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

PKK’nın Yükselişi :<br />

1990’lı Yıllara Dönüş<br />

Araştırmacı-Yazar İkbal VURUCU<br />

Başta iktidar aydınları olmak<br />

üzere siyasal karar vericiler şu<br />

soruyu soruyor: Niye terörle 30<br />

yıldır mücadeleden bir sonuç alınamıyor<br />

19 Ekim gecesi Hakkâri’de gerçekleşen<br />

ve 24 askerimizin şehit<br />

olduğu, 18’inin de yaralandığı<br />

PKK saldırısı bize artık bazı<br />

hususları sorgulamayı zorunlu<br />

kılmaktadır. Oysa Türkiye’de terörün<br />

ortaya çıkardığı sonuçların<br />

sebepleri, koşulları, olay ve<br />

olguların arasındaki bağlantıların<br />

sistematik bir açıklanmasına<br />

girişmeden genelleştirmeci<br />

bir yaklaşımla sorunu “Kürt<br />

meselesi”nin çözülmemesine<br />

bağlayan karar vericileri etkileyen<br />

bir zümrenin varlığı söz konusudur.<br />

Bu eğilimdeki aydınlar,<br />

iktidar elitleri biçiminde anılan<br />

fakat tarafımızdan hükümetin<br />

entelektüelleri olarak gerçeğe<br />

daha uygun bir tanımlama ile<br />

anılan gruptur. Bu zümre, her<br />

terör saldırısında derhal savaşa<br />

son verilmesi, silahla değil<br />

demokratik ve barışçıl yollarla<br />

sorunun çözülmesi gerektiğini<br />

ifade etmektedirler. Bu retorikte<br />

Terörün eylemler<br />

tarihini dikkate almadan<br />

anakronik bir tarzda<br />

“terör otuz yıldır devam<br />

ediyor” denmektedir.<br />

Oysa bilinmektedir ki<br />

başarılı bir dış politika<br />

takip edilmesi sonucu<br />

Öcalan himaye gördüğü<br />

Suriye’den çıkarılmış ve<br />

sonra da yakalanmıştır.<br />

Sonrasında terör sıfır<br />

seviyesine inmiştir.<br />

demokrasinin dünya siyasal tarihinde<br />

ne olup olmadığı, dayandığı<br />

tarihsel, toplumsal, kültürel<br />

ve iktisadi temellerin yanında<br />

hangi toplumsal işlevi yerine getirdiği<br />

göz ardı edilmektedir. Bu<br />

bağlamda gerek demokrasinin ve<br />

gerekse diğer sistemlerin olmazsa<br />

olmaz koşulu olan “insan” un-<br />

www.turkegitimsen.org.tr<br />

45


Makale<br />

surunun varlığının yani güvenliğinin<br />

sağlanamadığı bir ortamda<br />

hiçbir rejimin anlamının olmadığı<br />

dikkate alınmamaktadır.<br />

Terörün eylemler tarihini<br />

dikkate almadan anakronik bir<br />

tarzda “terör otuz yıldır devam<br />

ediyor” denmektedir. Oysa bilinmektedir<br />

ki başarılı bir dış politika<br />

takip edilmesi sonucu Öcalan<br />

himaye gördüğü Suriye’den çıkarılmış<br />

ve sonra da yakalanmıştır.<br />

Sonrasında terör sıfır seviyesine<br />

inmiştir. Bu bağlamda terör konusunda<br />

dünyanın önde gelen<br />

uzmanlarından Prof. Dr. Ümit<br />

Özdağ sormaktadır: “1992-1997<br />

arasında verdiği sert ve tavizsiz<br />

mücadele ile sayıları 10 bini aşan<br />

PKK’lı teröristleri, Sivas-Ağrı-<br />

Hakkâri-Osmaniye arasındaki iki<br />

Yunanistan büyüklüğünde geniş<br />

bir alanda yenerek temizleyen<br />

Türk Ordusu 2004 sonrasında neden<br />

terör ile mücadelede 1990’lı<br />

yıllarda kazandığı başarıyı kazanamıyor<br />

Subaylar daha az mı cesur<br />

Askerler daha mı yeteneksiz<br />

Yoksa ordu yeni ve yanlış bir strateji<br />

mi benimsedi de ortaya böyle<br />

bir sonuç çıkıyor” Özdağ cevabını<br />

şöyle veriyor: “Hiç birisi değil.<br />

Subaylar 1990’larda çarpışan<br />

komutanları kadar cesur. Askerler<br />

bırakın “az eğitimli falan” laflarını,<br />

1990’lı yıllarda PKK’yı perişan<br />

eden ağabeyleri gibi aldıkları eğitim<br />

ile PKK’nın canını okuyacak<br />

kadar bu işi biliyorlar. Ordu’nun<br />

da stratejisi, eğitimi değişmedi.<br />

Üstelik kullandıkları silahlar<br />

1990’lı yıllardan daha iyi.” Hayati<br />

önemde bir sorgulama. Cevabının<br />

verilmesi noktasında samimi<br />

olunduğunda cevabı zor olmayan<br />

sorular.<br />

PKK’nın gücünün 1990’lı yıllardaki<br />

gibi doruğa çıktığı bir dönemden<br />

geçilmektedir. PKK 250<br />

kişilik bir grupla 8 ayrı noktaya<br />

eş zamanlı saldırı yapabilecek<br />

bir güce eriştiği görülmektedir.<br />

2004’den itibaren veya<br />

başka bir deyişle AB<br />

tam üyelik sürecinin<br />

başlamasıyla birlikte<br />

özerklik, Kürt kimliğinin<br />

tanınması, ana dilde<br />

eğitim, Öcalan’ın<br />

serbest bırakılması gibi<br />

talepleri olmazsa olmaz<br />

olarak ileri sürmeye<br />

başladılar. “Nitekim<br />

2006 yılında DTP Genel<br />

Başkanı Ahmet Türk,<br />

taleplerini “genel af”,<br />

Anayasa’nın Türk tanımını<br />

içeren 3. Maddesinin<br />

değiştirilmesi, Kürtçe’nin<br />

ikinci resmi dil olarak<br />

tanınması seklinde<br />

açıkladı.<br />

Bunun anlamı PKK’nın 90’lı yıllara<br />

kıyasla daha da güçlendiği ve<br />

buna mukabil devletin zayıfladığıdır.<br />

Bu PKK’nın bitme noktasına<br />

geldiği 1990’ların sonundan<br />

sonra nasıl geliştiği, büyüdüğü,<br />

alan hâkimiyeti yanında siyasal<br />

ve toplumsal etkinlik alanının<br />

geliştiğini göstermesi bakımından<br />

önemlidir.<br />

Devlet alan hâkimiyetini kaybetmiştir.<br />

Bırakın yüksek teknolojiye<br />

dayalı istihbaratı basit bir<br />

istihbarat bile sağlayamayacak<br />

hale gelmiştir. Proaktif bir mücadelenin<br />

terk edildiği inisiyatifin<br />

PKK-BDP ve destekleyicilerine<br />

geçtiği bir süreçtir. Başka bir deyişle<br />

devletin inisiyatifi ele geçirecek<br />

bir güvenlik stratejisi yok.<br />

TSK terörle mücadeleyi terk etti.<br />

Meydan PKK’ya kaldı. PKK bütün<br />

bunların sonunda 1990’ların<br />

başındaki gücüne ulaşmakla kalmamış<br />

daha güçlü hale gelmiştir.<br />

Şehrin ortasında PKK’lıların<br />

Türk subayların ensesine rahatlıkla<br />

kurşun sıkıp gitmeleri, gündüz<br />

vakit roketatarlarla şehrin<br />

göbeğinde karakollara saldırı<br />

düzenlemeleri, askerlerimizin,<br />

mühendislerimizin, öğretmenlerimizin,<br />

kaymakamlarımızın kaçırılması<br />

olağan hale geldi.<br />

Yukarıda belirttiğimiz gibi bir<br />

gecede PKK, 250 kişilik bir grupla<br />

8 ayrı noktaya eş zamanlı saldırı<br />

yapabilmektedir. 250 kişilik bir<br />

grubun başka bir ülke sınırından<br />

geçmesi gerçeğinin beraberinde<br />

getirdiği sorular vardır. Ağır<br />

silahlar taşınırken, bunlar nasıl<br />

fark edilemedi Ağır silahlarla<br />

başka bir deyişle el bombaları,<br />

havan topları ve roketatarlarla<br />

sınırdan geçmişler, sonrasında<br />

şehrin merkezine bu silahları taşımışlar<br />

ve saldırılarını ardından<br />

kayıp vermeden geri gitmişlerdir.<br />

Bu silahlar nasıl bu kadar kolay<br />

taşınmaktadır Hiç mi istihbarat<br />

yoktu, hiç mi denetim söz konusu<br />

değildi Bu ülkenin istihbaratı<br />

nerede Her şeyden önce sorulması<br />

gereken soru bu. Ülke içinde<br />

terör faaliyetini takip edemeyen<br />

bir kurum acaba istihbarat<br />

kimliğini taşımalı mıdır Genelkurmay’daki<br />

en gizli toplantıların<br />

kaydedildiği, Ergenekoncu diye<br />

tutuklananların ne zaman nerede<br />

ne konuştukları en ince ayrıntısına<br />

kadar toplanabiliyorken, 250<br />

kişilik bir terörist grubun girişinden<br />

haberdar olunmaması dikkat<br />

46<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

PKK terörü ilk eylemlerini<br />

gerçekleştirdiğinde bu<br />

örgütün ve eylemin<br />

karakteri, amacı,<br />

yöntemi ve geleceği<br />

konusundaki bilgisizlik<br />

olayın “birkaç çapulcu”<br />

diye Özal yönetimince<br />

küçümsenmesi bugünkü<br />

sorunun kaynağını<br />

oluşturmaktadır.<br />

çekicidir. Güvenlik kuvvetleri, istihbarat<br />

elemanları, uzay teknolojilerine<br />

kadar bütün teknolojik<br />

imkânları ile 250 kişilik bir terör<br />

grubunu göremiyor, haber alamıyor,<br />

olan biteni duymuyorsa,<br />

elbette ülkeyi yönetenlerden yani<br />

sorumlulardan hesap sorulabilmelidir.<br />

En sık gelen eleştirilerin<br />

başında haklı olarak İstihbarat<br />

birimlerinin özel hayatları izlerken,<br />

özel konuşmaları dinlerken,<br />

seçim sürecinde muhalefeti sıkıştırmak<br />

için yoğun mesai harcarken<br />

biraz da bu maharetlerini<br />

PKK terör örgütünün takip edilmesinde<br />

kullanmalarıdır.<br />

Acaba,<br />

1. Kürt Açılımı sebebiyle başlatılan<br />

politikalarda veya PKK ile<br />

müzakerelerde verilen sözler yüzünden<br />

mi bölgedeki istihbarat<br />

en aza indirildi veya etkisiz hale<br />

getirildi<br />

2. ABD ile istihbarat paylaşımı<br />

işlemiyor mu Veya bütün güvenliğimizi<br />

ABD’ye bağladık da<br />

her zamanki gibi ABD bize ulaştırmadı<br />

mı<br />

3. İstihbarat iç politikada hükümetin<br />

muhalifleriyle uğraşmaya<br />

mı odaklandı Yani dış istihbarat<br />

“dış politikada sıfır sorun” adına<br />

tasfiye mi edildi<br />

4. Türk Askerinin başına çuval<br />

geçirildikten sonra Irak’ın<br />

kuzeyinde yer alan birlikler Peşmergelerin<br />

talebiyle çekilince bu<br />

alanda bir zafiyet mi doğdu<br />

AB’ye tam üyelik sürecinden<br />

önce “Kopenhag Kriterleri”nin<br />

Kürt Sorunu’nun çözümünde<br />

yeterli olacağını söyleyen Kürtçü<br />

seçkinler ve BDP gibi PKK’nın<br />

unsurları 2004’den itibaren veya<br />

başka bir deyişle AB tam üyelik<br />

sürecinin başlamasıyla birlikte<br />

özerklik, Kürt kimliğinin tanınması,<br />

ana dilde eğitim, Öcalan’ın<br />

serbest bırakılması gibi talepleri<br />

olmazsa olmaz olarak ileri sürmeye<br />

başladılar. “Nitekim 2006<br />

yılında DTP Genel Başkanı Ahmet<br />

Türk, taleplerini “genel af ”,<br />

Anayasa’nın Türk tanımını içeren<br />

3. Maddesinin değiştirilmesi,<br />

Kürtçe’nin ikinci resmi dil olarak<br />

tanınması seklinde açıkladı.<br />

2005 yazında Türkiye’deki terör<br />

eylemlerinde hızlı bir artış yaşanırken,<br />

PKK militanlarının sayısı<br />

Türkiye içinde 1800-1900, Irak’ın<br />

kuzeyinde 2.800-3.100’e ulaşmıştır.<br />

Bir yandan Irak’ın kuzeyinden<br />

sızan PKK ile çatışmalar<br />

devam ederken Ankara ile Washington<br />

arasında gerilim de artmaya<br />

devam etmiştir. ABD’nin<br />

PKK’ya karsı fiili olarak hiçbir<br />

şey yapmaya niyeti yoktu. 2006<br />

yazında yapılan tüm tehditlere<br />

rağmen PKK, Irak’ın kuzeyindeki<br />

varlığını güçlendirmiş, bunda<br />

Barzani’nin hoşgörü ve desteği<br />

önemli olmuştur.”[1]<br />

Genel olarak ifade edecek olursak,<br />

PKK terörü ilk eylemlerini<br />

gerçekleştirdiğinde bu örgütün<br />

ve eylemin karakteri, amacı, yöntemi<br />

ve geleceği konusundaki bilgisizlik<br />

olayın “birkaç çapulcu”<br />

diye Özal yönetimince küçümsenmesi<br />

bugünkü sorunun kaynağını<br />

oluşturmaktadır. Sivil irade<br />

sorunla mücadeleyi tamamen<br />

askere devretti ve kendi sorumluluğunu<br />

terk etti. Bu da beraberinde<br />

tamamen “güç kullanımını<br />

getirdi. Asker önemli ölçüde büyük<br />

bir zaman dilimine yayılan<br />

sürede terörle mücadelede olumlu<br />

ve sonuç getirici bir mücadele<br />

yürütebildi. Düşük yoğunluklu<br />

bir mücadele olarak silahlı güçlerin<br />

ancak sivil güçlere bir destek<br />

sağlayıcı işlevi göz ardı edildi.<br />

DYÇ’nın özüne uygun yöntem ve<br />

stratejilerin geliştirilememesi gerek<br />

demokratikleşme ve gerekse<br />

siyasi, ekonomik gelişime ciddi<br />

engel oluşturdu. Çünkü terörle<br />

mücadele tamamen “güç” ekseninde<br />

algılandı ve öldürülen<br />

teröristin fazlalığı başarının da<br />

ölçüsü oldu. Ebette bu bir başarı<br />

ölçüsü olmakla birlikte tek başına<br />

bir değer taşımamaktaydı. Çünkü<br />

sivil-siyasi karar vericilerin<br />

bu mücadele biçiminde zorunlu<br />

görevlerini yerine getirmemeleri<br />

mesela askerin zorunlu köy boşaltmalarına<br />

karşı bu köylerden<br />

gidenlere yer, iş, yaşam alanları<br />

yaratmaması terörün kitleselleşmesine<br />

ve taban kazanmasına<br />

büyük katkılar sağladı. İşte PKK<br />

terör örgütü siyasallaşma ve kitleselleşme<br />

sürecinde bu kitleden<br />

gözardı edilemeyecek bir desteğinde<br />

sahibi oldu. Mesela KCK<br />

bu toplumsal kesimlerin ve genç<br />

kuşağın etkin katılımıyla teşkil<br />

edildi.<br />

www.turkegitimsen.org.tr<br />

47


Makale<br />

Millet ve Etnisite<br />

Gazi Ünv. Öğretim Üyesi Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ<br />

Diplomatlar bilir, bir konudaki<br />

toplantı veya tartışmada söylenenler<br />

kadar, hattâ söylenenlerden<br />

de daha önemlisi, o konuda<br />

bir toplantı yapılmasıdır. Veya<br />

yapılmaması...<br />

Türkiye’de ve şimdi “Millet<br />

Kavramı” başlıklı bir toplantı yapıyoruz.<br />

Çok yerinde, çok zamanında.<br />

Fakat önce “niçin yerinde<br />

ve zamanında buluyoruz” diye<br />

sormak lâzım. Kanunî devrinde<br />

“Millet Kavramı”, “Devlet Kavramı”<br />

başlıklı bir toplantı yapar<br />

mıydık O zamanlar bir kimlik<br />

tartışmamız var mıydı<br />

Peki, bugün, Amerika Birleşik<br />

Devletleri’nde veya Almanya veya<br />

Fransa’da “Amerikan milleti”, “Alman<br />

milleti”, “Fransız milleti” başlıklı<br />

beyin fırtınası yapılır mı<br />

Diplomatlar bilir, bir<br />

konudaki toplantı<br />

veya tartışmada<br />

söylenenler kadar, hattâ<br />

söylenenlerden de daha<br />

önemlisi, o konuda bir<br />

toplantı yapılmasıdır.<br />

Veya yapılmaması...<br />

Kimliğimizi bundan önce en<br />

son ne zaman tartışmıştık Yirminci<br />

asrın başında. Osmanlıcılık,<br />

İslamcılık, Türkçülük... Bu<br />

tartışmalardan yirmi yıl sonra<br />

devletimizin yarıdan çoğunu<br />

kaybediverdik. %80’in üzeri<br />

Türk çoğunluğu bulunan ve<br />

Anadolu’dan önce Türkleşen ana<br />

yurdumuz Rumeli dâhil. Bugünkü<br />

Türkiye’mizin büyük kısmı da<br />

gidiyordu ki Millî Mücadele ile<br />

geri alındı.<br />

Biz çıkış yolu bulmak için<br />

kimliğimizi tartışırken emperyalistler<br />

de giriş yolu bulmak<br />

için tartışıyordu. Türkoloji’nin ve<br />

oryantalizmin Batıda en faal olduğu<br />

dönem bizim kimlik sorgulamamızla<br />

çakışır: 19. asır sonu,<br />

20. asır başı. Millî Mücadele’den<br />

sonra Türkoloji o ülkelerde cazibesini<br />

kaybetti.<br />

Ben 1960’larda ABD’de öğrenciyken<br />

en popüler bilimsel araştırma<br />

alanı “Güneydoğu Asya<br />

İncelemeleri” (Southeast Asian<br />

Studies) idi. Tesadüfe bakın; o<br />

sırada Vietnam Savaşı sürüyordu.<br />

Duyduğuma göre bu günlerde<br />

“Orta Doğu İncelemeleri”,<br />

“İslamik İncelemeler” ile “Orta<br />

Asya İncelemeleri” moda imiş.<br />

Çin İncelemeleri de... Rusya<br />

İncelemeleri’nin popülerliği biraz<br />

düşmüş.<br />

* * *<br />

Millet devleti, “nation state”in<br />

dünyadaki devlet formuna kesin<br />

hâkimiyetinden sonra, yani 18.,<br />

19., 20. ve 21. asırlarda, millet,<br />

devletin yegâne meşruiyet kaynağıdır.<br />

Modern sosyolojide bu<br />

gerçek şöyle ifade edilebilir:<br />

“ Modern dünyada, milletlerin<br />

içersinde rekabet ettiği bir milletler<br />

evreni icat etmek zorundayız.<br />

Gellner’in bize anlattığı gibi, bir<br />

milliyet yok olsa, bir başka milliyet<br />

bu boşluğu hızla doldururdu.<br />

Yüksek kültürün yaygınlaştığı bir<br />

dünyada millî olmayanı hayal<br />

bile edemeyiz. Modern devlet ve<br />

ekonomi, işlevini, millet denilen<br />

kabın içinde yürütmektedir.<br />

Gellner(’in dediği gibi), ’Milliyetçilik,<br />

belki her zaman tahripkâr<br />

değildir ama, yer çekimi gibi<br />

48<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

önemli ve sarıcı bir kuvvettir’ [1]<br />

[1].”<br />

Modern sosyolojinin kastettiği<br />

millet, ortak bir yüksek kültür etrafında<br />

belirir ve organize eğitim<br />

kurumlarıyla bu kültürün yeni<br />

nesillere taşınması ile yaşar.<br />

Milletler çağında, yani bugün,<br />

millete muhalif tavırlar,<br />

iki seçenekten birine dayanmak<br />

zorundadır: 1) Millet olgunluğuna<br />

henüz erişememiş toplum<br />

birimlerini milletin yerine koymak:<br />

Kabile, aşiret, etnik grup. 2)<br />

Milletin bağlayıcılığı ile rekabet<br />

edemeyecekleri tarihin laboratuarında<br />

defalarca ispatlanmış<br />

daha büyük fakat hayalî birimlere<br />

dayanmak: Dünya proletaryası<br />

veya siyasî birliği hedefleyen bir<br />

İslâm ümmeti anlayışı. Dünya<br />

proletaryası Berlin Duvarı’nın<br />

altında kaldı. Siyasî ümmetçilik<br />

henüz “dünya proletaryası” kadar<br />

bir varlık gösteremedi.<br />

Milletten küçük olanlar arasında<br />

etnik grupları, aşiret, kabile<br />

gibi ilkel birimleri sayabiliriz.<br />

Bugünlerde Türkiye’deki tartışmalarda-<br />

bilgisizlikten veya kasitle-<br />

en çok etnik grupla millet<br />

karşı karşıya getiriliyor. Dünyada<br />

10 000 civarında etnik grup, buna<br />

karşılık ancak 100 mertebesinde<br />

millet bulunduğu gerçeği bile bu<br />

karışıklığı çözmeye yetecek bir<br />

delildir [1][2].<br />

* * *<br />

“Amerikan” bir milletin ismidir.<br />

“Amerikalı” Türkçe’ye has bir kelime,<br />

onların dilinde yok. Zaten<br />

olsaydı, sadece ABD’yi değil, Kanada,<br />

Brezilya, Arjantin ve başka<br />

Amerika Kıtası ülkelerinde yaşayanları<br />

de kapsardı. İngilizce’de<br />

sadece “Amerikan” denir. Etnisite<br />

belirtilmek istendiğinde “İtalyan<br />

Amerikan”, “Hispanik Amerikan”,<br />

“Yahudi Amerikan” denir<br />

“Amerikan” bir milletin<br />

ismidir. “Amerikalı”<br />

Türkçe’ye has bir kelime,<br />

onların dilinde yok.<br />

Zaten olsaydı, sadece<br />

ABD’yi değil, Kanada,<br />

Brezilya, Arjantin<br />

ve başka Amerika<br />

Kıtası ülkelerinde<br />

yaşayanları de kapsardı.<br />

İngilizce’de sadece<br />

“Amerikan” denir. Etnisite<br />

belirtilmek istendiğinde<br />

“İtalyan Amerikan”,<br />

“Hispanik Amerikan”,<br />

“Yahudi Amerikan”<br />

denir ama Amerika<br />

Amerikanlarındır. Tıpkı<br />

Türkiye’nin Türklerin<br />

olduğu gibi.<br />

ama Amerika Amerikanlarındır.<br />

Tıpkı Türkiye’nin Türklerin olduğu<br />

gibi.<br />

Türkiye mozaiktir, diyenler,<br />

Türk var, Kürt var, Çerkez var<br />

diyenler, etnik grupla milleti karıştırıyor.<br />

“Türk” kelimesi Türk<br />

milletinin ismi olduğu kadar,<br />

Türk etnisitesinin de ismi olarak<br />

kullanılıyor. “Bu yüzden karıştırıyorlar”<br />

diye iyi niyetli bir yorum<br />

yapalım...<br />

Ben bildiğim kadarıyla Türkmen<br />

etnisitesinden gelme bir<br />

Türküm. Fakat Türkmenliğimi<br />

çoktan unuttum. En az üç nesildir<br />

şehirliyim. Etnisitelerin kaderidir<br />

bu. Bir süre sonra millet üst<br />

kimliği içinde yok olurlar.<br />

Mehmet Akif, Arnavut etnisitesinden<br />

gelme bir Türk’tür.<br />

Hovannes Dadyan, Miralay<br />

Bogos Dadyan, Ermeni etnisitesinden<br />

gelme Türklerdir.<br />

Süleyman Nazif, Kürt etnisitesinden<br />

gelme bir Türk’tür.<br />

Zaharya Efendi (Cemil Bey)<br />

Rum etnisitesinden bir Türk’tür.<br />

Büyük bestekâr Üçüncü<br />

Selim’in hocası Tamburi İzak, Yahudi<br />

etnisitesinden bir Türk’tür.<br />

O halde, “Türkiye Türklerindir”e,<br />

“Ne mutlu Türküm<br />

diyene”ye itiraz edenler, eğer başka<br />

bir etnik aidiyet hissetmiyorlarsa,<br />

“Türk etnisitesinden gelme<br />

gayrı-Türklerdir”.<br />

* * *<br />

Bizde “millet” anlayışının yoğun<br />

tartışması, az önce bahsettiğim<br />

gibi, en problemli dönemde<br />

yapıldı. Tabiî olarak...<br />

Yirminci asrın sonu ile<br />

Cumhuriyet’in ilk yıllarını kapsayan<br />

birinci dönemde Ziya<br />

Gökalp’in, “harsa” dayanan millet<br />

anlayışı hâkimdi. Bugünkü<br />

sosyoloji bilgimize göre de doğrusu<br />

budur. Bugün geriye baktığımızda,<br />

Gökalp’de ve Gökalp’ten<br />

de çok, onu izlediklerini sananlarda<br />

tespit ettiğimiz hatâ, kültüre<br />

dayalı bir millet anlayışı değildir.<br />

Çünkü kültürün tanımladığı<br />

millet fikri, hâlâ doğrudur. Hatâ,<br />

sert bir medeniyet- hars ayrımı<br />

ve ikincinin saflığının gerektiği<br />

iddiasıdır. Bu yanlışlık, bin yıllık<br />

yüksek kültür birikimimizin<br />

inkârı yolunu açmıştır.<br />

İkinci dönem, Batı’da yüzyıllardır<br />

hâkim olan «ırkçı» anlayışın,<br />

belli başlı Avrupa ülkelerinde<br />

resmî ideoloji haline geldiği tarih<br />

aralığıdır. Batı ırkçılığının dillendirilmesinin<br />

artık ayıp sayıldığı<br />

II. Dünya Harbi sonuna kadar<br />

devam eder. Hannah Arendt’in<br />

tespit ettiği gibi, ırkçılık, Batı<br />

emperyalizminin tabiî ideolojisidir.<br />

Tarihî tavırları bugünkü<br />

değer hükümlerimizle yargılaya-<br />

www.turkegitimsen.org.tr<br />

49


Makale<br />

mayız. Bu sebeple, daha önceki<br />

yazılarımda da belirttiğim gibi<br />

Türk devlet ve fikir adamlarının<br />

bu dönemdeki “ırkçı” söylemlerini<br />

o günün Batı anlayışı içinde<br />

irdelemek gerekir. Aşağıda birkaçını<br />

tekrarlayacağım o sözleri<br />

söyleten ruh hali, “<strong>Sen</strong> ana aşağılık<br />

ırk diyorsun. Hayır, ben de<br />

yüksek bir ırkın mensubuyum”<br />

müdafaasıdır. Buna, “savunma<br />

ırkçılığı” denebilir: “Türkçülük<br />

ırkçı olmadığı için noksandır,<br />

Kemalizm ona ırkçılığı ilave etmiştir<br />

[1][3]” (Agop Dilaçar,<br />

1940), “Biz Türk’üz, Türkçüyüz<br />

ve daima Türkçü kalacağız. Bizim<br />

için Türkçülük, bir kan meselesi<br />

olduğu kadar ve en az o kadar da<br />

bir vicdan ve kültür meselesidir<br />

[1][4].” (Başbakan Şükrü Saraçoğlu,<br />

1942), “Benim kanaatimce<br />

kahramanlık, milletler arasında<br />

birinci sırada yer tutmak için ilk<br />

şarttır. Kahramanlık, kanın fıtraten<br />

haiz olduğu kudretten gelir.<br />

Irkımızın kahramanlığına Gaziantep<br />

güzel bir numune olmuştur<br />

[1][5].” (Başbakan İsmet İnönü,<br />

1932), “Cumhuriyet idaresinin<br />

genç Türk unsuruna verdiği inandırıcı<br />

kanaat budur ki dünyanın<br />

inanmadığı eserleri vücuda getiren<br />

azim ve fedakârlık ırkımızda<br />

vardır.” (Başbakan İsmet İnönü,<br />

1933) [1][6] İlk Türk Tarih Cemiyeti<br />

kurultaylarına (1932, 1937)<br />

sunulan tebliğler [1][7] bugün<br />

okuyanların ağzını açık bırakacak<br />

niteliktedir ve hekimler, Türk<br />

ırkının karakterleri konusunda<br />

ayrıntıya girmektedir. Ders kitaplarındaki<br />

değişikliklerin biraz<br />

arkadan gelmesinden olmalı,<br />

1960’lı yıllarda benim lisede okuduğum<br />

“İnkılâp Tarihi” dersinde<br />

hâlâ, “Türkler brakisefal, beyaz<br />

bir ırktır” bilgisi yer alırdı.<br />

Üçüncü dönem, İkinci Dünya<br />

Harbi’ni kimin kazanacağı belli<br />

olduktan ve Batı’da galiplerin<br />

“Bizi birbirimize<br />

bağlayan en kuvvetli<br />

bağ İslâm’dır” iddiasıyla<br />

üst kimlik yaratma<br />

teşebbüsü, kesinlikle<br />

anlamsızdır. Bu söz,<br />

meselâ Pakistan,<br />

İran veya Arap<br />

ülkeleriyle ilişkilerimiz<br />

konuşulurken sarf<br />

edilebilir. Fakat,<br />

Türkiye’nin millî birliğine<br />

hizmet maksadıyla<br />

kullanılması her halde<br />

aklı selime sığmaz.<br />

İslamiyet, Türk milletine<br />

mensubiyet şuurunun<br />

unsurları arasında<br />

zaten vardır. Bir Türkün<br />

diğerine, «ben sana<br />

Müslüman olduğun<br />

için bağlıyım» demesi,<br />

babanın oğluna, «ben<br />

seni, babamın torunu<br />

olduğun için seviyorum»<br />

demesine benzer.<br />

ırkçı söyleme karşı çıktıklarının<br />

anlaşılmasıyla başlar. Kesin<br />

başlangıç tarihini Stalingrad’da<br />

Almanların yenilmesine yerleştirebiliriz.<br />

İsmet İnönü’nün muhalefetsiz<br />

iktidarına rastlayan bu<br />

tarihlerde, daha önceki ırkçılıkla<br />

birlikte, Atatürk döneminin milliyetçi<br />

anlayışı da kötülenmiştir.<br />

Atatürk’ün tutumuna nispetle<br />

revizyonist ve hatta karşı devrim<br />

niteliğindeki bu anti-milliyetçi<br />

yeni politikaya, “Atatürk milliyetçiliği”<br />

denmesi olsa olsa ironiktir.<br />

“Atatürk Milliyetçiliği”nin,<br />

Atatürk’ün milliyetçiliği ile uzak<br />

yakın bir ilgisi yoktur.<br />

Nihayet son döneme, 21. asrın<br />

başına geliyoruz. Tıpkı geçen<br />

asrın başındaki gibi bir “kimlik”<br />

tartışmasının içindeyiz. Sonu,<br />

geçen seferkine benzemesin... Bu<br />

yeni tartışmanın en çarpıcı özelliği,<br />

bizzat iktidar mevkiinden<br />

başlatılmasıdır.<br />

Yeni tartışmanın fikir temeli<br />

bulanıktır. Dün söylenene bugün,<br />

“ben öyle dememiştim”<br />

denmektedir. Tek net tarafı,<br />

Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerinin<br />

ve millet devletine (ulus<br />

devlete) pek sempatiyle bakmamasıdır.<br />

Bulanık ifadeler arasında<br />

iki çizgiyi hayal meyal seçmek<br />

mümkün görünüyor. Bunlardan<br />

biri, “siyasî milliyetçilik”<br />

denilen tutumdur: “Millet”i sosyoloji,<br />

kültür filan değil, siyasî<br />

sınırlar belirler. Bu görüşe göre,<br />

Millî Mücadele yapılmasaydı,<br />

bugün Adana ve Mersin’de<br />

Fransız, Antalya’da İtalyan ve<br />

İzmir’de Yunan milleti oturuyordu.<br />

Demek oluyor ki, geçen<br />

asrın başında Sykes-Picot, Sir<br />

Percy Cox ve Gertrude Bell Hanım,<br />

güneyimizde bir dizi millet<br />

yaratıvermiştir. Şimdi buralarda,<br />

“vatandaşlık üst kimliği” hüküm<br />

sürmektedir.<br />

Bu tezin sahipleri, bu yolla<br />

“birlik ve bütünlük” hizmetinde<br />

bulunduklarını sanıyorlarsa, yarın<br />

meselâ bir Amerikan yarbayı<br />

çıkıp, “Hele şu sınırları yeniden<br />

çiziverelim; siz yeni sınırlara göre<br />

üst kimliğinizi kolayca belirleyiverirsiniz”,<br />

derse ne cevap vereceklerini<br />

düşünmelidirler.<br />

Klişe kullanmayı sevmem ama<br />

“arabayı atın önüne koşmak” bu<br />

siyasî milliyetçilik için ısmarlama<br />

uygunluğunda bir ifade. Biz,<br />

önce millet vardır, sınırlar ona<br />

göre belirlenir diye biliyorduk.<br />

Meğerse önce sınırlar çizilir ve<br />

sonra o çizgilerin içinde milletçilik<br />

oynanırmış. Millet, kültürün,<br />

50<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

Millî bütünlüğü korumak<br />

için vatandaşlığa veya<br />

dine dayalı millet tarifi<br />

yapmaya teşebbüs<br />

edenler, milletle<br />

etnik grubun, milletle<br />

ümmetin farkını<br />

anlamıyorlar. Bu, iyi<br />

niyetlilerin yanılgısı. Kötü<br />

niyetlilerin bir yanılgısı<br />

yok. Onlar maksatları<br />

doğrultusunda gerekeni<br />

yapıyorlar.<br />

tarihin veya sosyolojinin konusu<br />

değilmiş. Kadastronun konusuymuş.<br />

Dünyada, dört asırdır<br />

siyasî hâkimiyetin ve<br />

meşruiyetin kaynağı<br />

millettir. Milletten başka<br />

bir şeye dayanmaya<br />

kalkarsanız bu iki unsuru<br />

tartışmaya açarsınız:<br />

Egemenliğinizi ve<br />

meşruiyetinizi.<br />

İkinci flu fikre “siyasî ümmetçilik”<br />

diyebiliriz. Biraz da yüz yıl<br />

öncesinin “İslâmcılık” görüşünü<br />

çağrıştırdığı düşünülebilir. Ben<br />

bu yeni çıkış sahiplerinin 20. asrın<br />

başındaki İslâmcı ve Osmanlıcıların<br />

hislerini paylaştıklarını<br />

hiç sanmıyorum. 1900’lü yılların<br />

başında Türkiye, tek bağımsız<br />

İslâm devletidir. O tarihlerde<br />

İslâmcılık yapmak, İslâm dünyasındaki<br />

zaten mevcut liderliğimizi<br />

vurgulamak, emperyalistler<br />

karşısında daha güçlü bir konum<br />

yakalamak ve en önemlisi, devletin<br />

bütünlüğünü savunmak anlamına<br />

geliyordu. Osmanlıcılık da<br />

öyle. Ben şüphesiz ki eksiğimle,<br />

gediğimle bir Türk milliyetçisiyim.<br />

Fakat kendi kendime, “o tarihlerde<br />

yaşasaydım, Türkçülük,<br />

İslâmcılık ve Osmanlıcılıktan<br />

hangisine taraftar olurdum” diye<br />

sorduğumda cevap vermekte sıkıntı<br />

çekiyorum.<br />

Fakat yüz yıl sonra, “bizi birbirimize<br />

bağlayan en kuvvetli bağ<br />

İslâm’dır” iddiasıyla üst kimlik<br />

yaratma teşebbüsü, kesinlikle<br />

anlamsızdır. Bu söz, meselâ Pakistan,<br />

İran veya Arap ülkeleriyle<br />

ilişkilerimiz konuşulurken sarf<br />

edilebilir. Fakat, Türkiye’nin millî<br />

birliğine hizmet maksadıyla kullanılması<br />

her halde aklı selime<br />

sığmaz. İslamiyet, Türk milletine<br />

mensubiyet şuurunun unsurları<br />

arasında zaten vardır. Bir Türkün<br />

diğerine, «ben sana Müslüman<br />

olduğun için bağlıyım» demesi,<br />

babanın oğluna, «ben seni, babamın<br />

torunu olduğun için seviyorum»<br />

demesine benzer.<br />

Bu yeni siyasî ümmetçilik, milli<br />

birlik ve beraberliğe hizmet için<br />

mi dillendiriliyor Bir an için<br />

öyle düşünenlere sormak isterim:<br />

Bir gün biri, meselâ Barzani soyadlı<br />

biri çıkıp da size, “Tamam<br />

Müslüman kardeşim, sen de<br />

Müslümansın, ben de. Ama senin<br />

devletin var, benim yok. Şuradan<br />

bana bir devletlik bir parça versen<br />

de sonra bir birimize sıkı sıkı<br />

bağlı ve kardeş kardeş yaşasak!”<br />

derse, ne cevap vereceksiniz<br />

Millî bütünlüğü korumak için<br />

vatandaşlığa veya dine dayalı<br />

millet tarifi yapmaya teşebbüs<br />

edenler, milletle etnik grubun,<br />

milletle ümmetin farkını anlamıyorlar.<br />

Bu, iyi niyetlilerin yanılgısı.<br />

Kötü niyetlilerin bir yanılgısı<br />

yok. Onlar maksatları doğrultusunda<br />

gerekeni yapıyorlar.<br />

Dünyada, dört asırdır siyasî<br />

hâkimiyetin ve meşruiyetin kaynağı<br />

millettir. Milletten başka bir<br />

şeye dayanmaya kalkarsanız bu<br />

iki unsuru tartışmaya açarsınız:<br />

Egemenliğinizi ve meşruiyetinizi.<br />

Dipnotlar:<br />

* 12- 13 Aralık’ta Avrasyabir<br />

Vakfı, “Tarihî Süreç ve Sosyolojik<br />

Açıdan Millet Kavramı- Türk<br />

Milleti” başlıklı bir “beyin fırtınası”<br />

düzenledi. Ben de katılanlardandım.<br />

Bu yazı, oradaki konuşmamın<br />

yazılaştırılmış hâlidir.<br />

[1][1] Mark Beissinger, “ The<br />

State of the Nation, Ernest Gellner<br />

and the Theory of Nationalism”,<br />

sayfa 170, editör:John E. Hall,<br />

Cambridge University Press (1998)<br />

[1][2] Son günlerde sık duyduğumuz<br />

“etnik milliyetçilik”, “din<br />

milliyetçiliği”, bir biriyle ilgisiz<br />

kelimelerin yan yana getirilmesi<br />

yanlışıdır. Etnik milliyetçilik<br />

olmaz, etnik ırkçılık olur. Din<br />

milliyetçiliği olmaz, din yobazlığı<br />

olur. Tıpkı Fenerbahçe milliyetçiliği,<br />

Galatasaray milliyetçiliğinin<br />

yanlış; Fener taraftarlığı, Galatasaray<br />

taraftarlığının doğru olması<br />

gibi. Bunları ciddî düşünceler<br />

değil, galatlar diye değerlendirmeliyiz.<br />

[1][3] Cumhuriyet Halk Partisi<br />

Konferansları, I. Konferans,<br />

1940.<br />

[1][4] 5 Ağustos 1942, TBMM<br />

zabıtları.<br />

[1][5] 26.9.1932 Gaziantep<br />

Halkevi’ndeki nutku<br />

[1][6] 19.2.1933’te Ankara Halkevindeki<br />

nutku ve 29.10.1933<br />

Vakit gazetesindeki makalesi.<br />

[1][7] Bu paragraftaki bilgiler<br />

ve kaynaklar, rahmetli Prof. Dr.<br />

Hikmet Tanyu’nun “Atatürk ve<br />

Türk Milliyetçiliği” kitabından<br />

alınmıştır. Kitabın son baskısını<br />

Ankara’da Elips Yayınevi yaptı<br />

(2006). Türk Tarih Kurumu tebliğleri<br />

için Türk Tarih Cemiyeti<br />

Kurultay zabıtlarına bakılmalıdır.<br />

Kitapta zabıtlardan geniş alıntılar<br />

yapılmakta.<br />

www.turkegitimsen.org.tr<br />

51


Makale<br />

Haysiyet ve Umudun Zaferi :<br />

30 AĞUSTOS<br />

Gazi Ünv. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa TURAN<br />

Bütün dünyanın emperyalist<br />

devletler tarafından paylaşıldığı<br />

19. yüzyıldaki olayların bir<br />

sonucu olarak çıkan I. Cihan<br />

Harbi’nde yenilen Osmanlı Devleti<br />

artık paylaşılmak üzere tasfiye<br />

edilecektir. Çanakkale’den<br />

Sarıkamış’a, Yemen’den Galiçya’ya<br />

na-müsait şartlarda düvel-i<br />

muazzamaya karşı verilen mücadeleler<br />

göstermiştir ki, yıkılan<br />

bir devlet, ancak direnen bir<br />

millet vardır. Bütün cephelerde<br />

büyük kahramanlıklar ve destanlarla<br />

dolu mücadelenin sonunda<br />

Osmanlı Devleti kaybetmiştir.<br />

Mondros’u imzalayarak savaştan<br />

çekilen Osmanlı aslında tarih<br />

sahnesinden de çekiliyordu.<br />

18 Mart 1915’te Çanakkale’yi<br />

geçemeyen Müttefikler, 15 Kasım<br />

1918’de yani, üç buçuk yıl sonra<br />

167 gemi ile büyük kahramanlar<br />

gibi ellerini kollarını sallaya sallaya<br />

boğazları geçmişler, 500.000<br />

kişi ile beceremedikleri işgali<br />

3.500 kişi ile gerçekleştirmişlerdir.<br />

Bando eşliğinde sokaklardan<br />

geçen İtilaf Devletleri birliklerinin<br />

önünde levantenler yürüyor;<br />

subay ve askerlere çiçekler atıyor;<br />

bağırışıyor; kucaklaşıyor ve şapkalarını<br />

havaya atıyorlardı. Bunlar<br />

bütün savaş süresince hiç bir<br />

kötülüğe uğramadan İstanbul’da<br />

oturmuş ve hiç ses çıkarmamış<br />

kimselerdi.<br />

Yahya Kemal’in terennüm ettiği<br />

gibi göz kapaklarının arkasında<br />

eski vatan bizim diyar olarak<br />

kaldı ta kıyamete dek; kalanlar<br />

vatanda düşmanı seyretmek ıztırabıyle<br />

yaşayacaktır. Düşman<br />

52<br />

Eğitimin Sesi


Makale<br />

sadece savaştığımız devletler<br />

değilmiş meğer. Düşman süngüsü<br />

adım adım Türk Milleti’nin<br />

harim-i ismetine uzanacak; ancak<br />

Türk’ün haysiyeti ve gururu<br />

umudunu yitirmeyecek ve birgün<br />

bu badireyi atlatacağı inancını<br />

koruyacaktır.<br />

Vatanda korkulu rüya içindeyiz,<br />

gerçek.<br />

Fakat bu çok sürmez, mutlaka<br />

şafak sökecek.<br />

Mondros bir ateşkes idi.<br />

Osmanlı’yı bir madde ile (7.madde)<br />

tamamen esir alan bir ateşkes.<br />

Arkasından meşhur Sevr<br />

Antlaşması imzalatılacak ve Türk<br />

Milleti’nin Anadolu’da yok edilmesine<br />

kalkışılacaktır. Ordusunu<br />

terhis etmiş, silahını, cephanesini<br />

teslim etmiş bir devletin artık yapabileceği<br />

hiçbir şey kalmamıştır.<br />

Yıllarca cephelerde kırılan bir<br />

millet haysiyeti için mücadeleye<br />

girişecektir.<br />

Yeniden ordu kurmak gerekti.<br />

Yeniden başlamak ve düvel-i muazzamayı<br />

dize getirmek lazımdı.<br />

Mustafa Kemal Paşa liderliğinde<br />

oluşturulan Kuva-yı Milliye birlikleri<br />

süratle direnişi başlattılar<br />

ve yeniden destanlar yazmaya<br />

başladılar.<br />

Sakarya…<br />

Ne ağır imtihandır, başındaki,<br />

Sakarya!<br />

Binbir başlı kartalı nasıl taşır<br />

kanarya<br />

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek<br />

için.<br />

22 gün 22 gece süren müthiş<br />

mücadele…<br />

13 Ağustos 1921’de harekâta<br />

geçen Yunanlılar, bir meydan<br />

muhârebesiyle Türk ordusunu<br />

tamamen yok etmeyi<br />

plânlamışlardı. Yunan saldırısı<br />

karşısında çok sıkışık bir duruma<br />

düşen Türk ordusu Sakarya’ya<br />

doğru çekilmeye başladı. İşte bu<br />

sıralarda Mustafa Kemal Paşa,<br />

büyük fedâkârlıklarla oluşturulan<br />

savunma hattından gerilere<br />

çekilmek düşüncesini ortadan<br />

kaldırmak için şunları söylemiştir:<br />

“Hatt-ı müdâfaa yoktur, sath-ı<br />

müdâfaa vardır. O satıh bütün vatandır.<br />

Vatanın her karış toprağı<br />

vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça<br />

terk olunamaz. Onun için küçük<br />

büyük her birlik bulunduğu<br />

mevziden atılabilir. Fakat küçük<br />

büyük her birlik ilk durabildiği<br />

noktada yeniden düşmana cephe<br />

kurup savaş devam eder. Yanındaki<br />

birliğin çekilmeye mecbur<br />

olduğunu gören birlikler ona tâbi<br />

olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna<br />

kadar dayanmaya ve karşı<br />

koymaya mecburdur.”<br />

10 Eylül’de genel bir taarruza<br />

geçen Türk kuvvetlerinin başarısı<br />

www.turkegitimsen.org.tr<br />

53


Söyleşi<br />

karşısında Yunanlılar, mevzilerini<br />

bırakarak bozgun halinde<br />

Sakarya’nın batısına çekilmişlerdir.<br />

Sakarya Muhârebesi ve zaferi,<br />

Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır.<br />

Zira bu savaşla 1683’te<br />

Viyana önlerinde başlayan Türk<br />

bozgunu durdurulmuştur.<br />

Sakarya Savaşı’ndan beri taarruz<br />

için hazırlık yapan Türk<br />

ordusu karşısında Yunanlıları<br />

bırakmak istemeyen İtilâf Devletleri<br />

de mütarake teklifinde<br />

bulundular. 22 Mart 1922 tarihiyle<br />

yapılan mütâreke teklifinde<br />

çatışmaların derhal kesilmesini<br />

ısrarla tavsiye ederlerken,<br />

“Yakındoğu’da barışı iâde etmek<br />

ve yeniden can ve mal kaybetmeden<br />

Anadolu’nun tahliyesini<br />

istediklerini beyan ediyorlardı”<br />

(!).Bu tekliften dört gün sonra<br />

İtilâf Devletlerinin Dışişleri Bakanları<br />

barış şartlarını içeren 26<br />

Mart 1922 tarihli ikinci notayı<br />

gönderdiler. Her iki notanın da<br />

taşıdığı ağır şartları göz önünde<br />

bulunduran ve büyük bir savaşa<br />

hazırlanmak gerektiğine inanan<br />

Mustafa Kemal Paşa, Anadolu<br />

tahliye edilmeden mütarekenin<br />

yapılamayacağını bildirdi.<br />

Sakarya Savaşı’ndan sonra<br />

mütâreke için bu gelişmeler yaşanırken,<br />

bir yandan da ordunun<br />

eksikleri tamamlanmaya çalışılmıştır.<br />

14/15 Eylül 1921 tarihinde<br />

seferberlik ilân edilerek ordunun<br />

muharip gücü artırılmaya çalışılmıştır.<br />

Batı cephesinde ilk defa<br />

200.000’e yakın insan toplanabilmiştir.<br />

I. Dünya Savaşı’nda 3 milyona<br />

yakın insanımızın cephelere<br />

sevk edildiği düşünülürse 7-8<br />

sene içerisindeki kayıplarımız<br />

daha iyi anlaşılabilir.<br />

Çok sayıda silâh ve cephaneye<br />

de ihtiyaç vardı. Türk vatanseverlerinin<br />

kurdukları Karakol Cemiyeti,<br />

M.M. Grubu, Hamza Grubu<br />

gibi adlarla faaliyet gösteren gizli<br />

teşkilâtlar, büyük fedâkârlıklarla<br />

Müttefiklerin denetimi altındaki<br />

depolardan kaçırdıkları silâh,<br />

cephâne ve diğer savaş malzemesini<br />

gizlice Anadolu’ya yolluyorlardı.<br />

İtilâf Devletlerince kamaları<br />

alındığı için çelik bir borudan<br />

başka işe yaramaz durumdaki<br />

Türk topları Anadolu’da Türk ustaları<br />

tarafından işler hale getiriliyordu.<br />

Artık Türk ordusu Meydan<br />

Muharebesine hazırdı…<br />

Türk Milleti tek yürek Allah’a<br />

dua ediyordu:<br />

Şu kopan fırtına Türk ordusudur<br />

ya rabbi,<br />

<strong>Sen</strong>in uğrunda ölen ordu budur<br />

ya rabbi,<br />

Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed<br />

namın,<br />

Galib et çünkü bu son ordusudur<br />

İslâm’ın<br />

26 Ağustos sabahı Türk topçusunun<br />

ateşiyle başlayan Büyük<br />

Taarruz, plânlandığı gibi bir<br />

imha savaşı olacaktı. Düşmanın<br />

kaçmasına fırsat verilmemesi<br />

gerekiyordu. Nitekim Türk kuvvetleri,<br />

Yunan ordusunun büyük<br />

bir kısmını Dumlupınar’da sıkıştırıp<br />

imha etmeyi başarmıştır. 30<br />

Ağustos 1922 tarihinde Başkomutan<br />

Mustafa Kemal Paşa’nın<br />

bizzat sevk ve idare ettiği meydan<br />

muhârebesinde tamamen kuşatı-<br />

54<br />

Eğitimin Sesi


Söyleşi<br />

lan Yunan askerleri imha olmaktan<br />

kurtulabilmek için süratle<br />

kaçmaya başlamışlardır.<br />

1 Eylül 1922 günü Mustafa Kemal<br />

Paşa, birliklere “Ordular ! İlk<br />

hedefiniz Akdenizdir İleri !” emrini<br />

vermiştir. 26 Ağustos 1922<br />

de başlayan ve Afyonkarahisar-<br />

Altıntaş-Dumlupınar arasında<br />

cereyan eden muhârebe beş gün<br />

beş gece devam etmiş, zâlim ve<br />

mağrur düşmanın aslî unsurları<br />

tamamen imha edilmiştir.<br />

Büyük Taarruz başladıktan<br />

sonra Yunan ordusunun ric’atini<br />

gören İngilizler, artık Yunanlılar<br />

marifetiyle hiçbir şey yapamayacaklarını<br />

anlamışlardı. Yunan ordusunu,<br />

Türk ordusu karşısında<br />

daha fazla ezdirmek istemeyen<br />

İngilizler için mütâreke istemekten<br />

başka bir çare kalmıyordu.<br />

Sonuç olarak;<br />

1-Başkomutanlık Meydan<br />

Muharebesi’ni hazırlayan olayların<br />

bugün bihakkın bilinmesi<br />

zarureti vardır. Üzerinde yaşadığımız<br />

coğrafya ve tarihimizin<br />

bizlere empoze ettiği husus: Sevr<br />

Antlaşması ile yapılmak istenen<br />

hiçbir şeyden vaz geçilemeyeceğinin<br />

farkında olmaktır.<br />

2-Osmanlı Devleti’ni tamamen<br />

tasfiye edemediğini düşünen Hıristiyan<br />

Batı’nın, Türk Milleti ve<br />

Türk Devleti/Vatanı hakkındaki<br />

duygu ve düşüncesinin değişmediği<br />

ve değişmeyeceği gerçeğinin<br />

bilinmesi gerekmektedir.<br />

3-Misak_ı Milli, bu topraklar<br />

üzerinde ilelebet bağımsız yaşamak<br />

arzusunun bir ifadesi olarak<br />

bütün mana ve mahiyeti itibariyle<br />

bugün de yeminimizdir. Türk<br />

toprakları üzerinde emelleri olan<br />

emperyalist devletler, hatırımızdan<br />

asla çıkarmadığımız bir yeminin<br />

unutulduğu zehabına kapılmasınlar.<br />

4-Başkomutanlık Meydan Muharebesi<br />

Türk Milleti’nin haysiyet<br />

savaşıdır. Türk’ün haysiyeti istiklal<br />

ile eşdeğer bir kavramdır. 30<br />

Ağustos 1922 tarihinde kazanılan<br />

bu zafer, Türk için haysiyetin, şerefin,<br />

namusun ve istiklalin taşıdığı<br />

anlamı ifade etmektedir.<br />

5-“Türk’ün haysiyeti ve izzet-i<br />

nefis ve kaabiliyeti çok yüksek<br />

ve büyüktür. Böyle bir millet esir<br />

yaşamaktansa, mahvolsun daha<br />

evlâdır !. Binaenaleyh ya istiklâl<br />

ya ölüm!” Millî hâkimiyete dayanan<br />

kayıtsız şartsız, bağımsız<br />

yeni bir Türk Devleti kurmak kararı<br />

ile yola çıkan Mustafa Kemal<br />

Paşa’nın bu kararla ilgili gerekçesini<br />

ifade eden bu sözlerindeki<br />

mana 30 Ağustos’ta kazanılan<br />

büyük zaferle anlaşılmıştır.<br />

www.turkegitimsen.org.tr 55


Söyleşi<br />

56<br />

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede<br />

Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de<br />

Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,<br />

Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi<br />

Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,<br />

Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.<br />

Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,<br />

Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.<br />

Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garib alem bu!..<br />

Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...<br />

Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;<br />

O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.<br />

Bu sukünette karıştıkca karanlıkla ışık<br />

Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;<br />

Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,<br />

Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.<br />

Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,<br />

Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.<br />

Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı<br />

Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.<br />

En güzel mabedi olsun diye en son dinin<br />

Budur öz şekli hayal ettiği mimarının.<br />

Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,<br />

Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsi tepeyi;<br />

Taşımış harcını gazileri, serdarıyle,<br />

Taşı yenmiş nice bin işcisi, mimarıyle.<br />

Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,<br />

Uhrevi bir kapı açmiş buradan gökyüzüne,<br />

Taa ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları..<br />

Bir neferdir bu zafer mabedinin mimari.<br />

Ulu mabed! <strong>Sen</strong>i ancak bu sabah anlıyorum;<br />

Ben de bir varisin olmakla bügün mağrurum;<br />

Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;<br />

Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,<br />

<strong>Sen</strong>elerden beri ru’yada görüp özlediğim<br />

Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.<br />

Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını<br />

Görüyor varliğının bir yere toplandığını;<br />

Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes<br />

Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;<br />

Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,<br />

Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!<br />

Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri<br />

Eğitimin Sesi<br />

Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir’i<br />

Ne kadar saf idi siması bu mu’min neferin!<br />

Kimdi Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin<br />

Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu<br />

Bu nefer miydi Derin gözleri yaşlarla dolu,<br />

Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,<br />

Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;<br />

Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz<br />

Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;<br />

Vatanın hem yaşıyan varisi hem sahibi o,<br />

Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,<br />

Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,<br />

Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.<br />

Karşı dağlarda tutuşmus gibi gül bahçeleri,<br />

Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.<br />

Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;<br />

Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.<br />

Çok yakından mı bu sesler, cok uzaklardan mı<br />

Üsküdar’dan mı Hisar’dan mı Kavaklar’dan mı<br />

Bursa’dan, Konya’dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,<br />

Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;<br />

Şimdi her merhaleden, taa Beyazıd’dan, Van’dan,<br />

Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.<br />

Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!<br />

Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,<br />

Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını,<br />

Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.<br />

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor<br />

Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:<br />

Kosva’dan, Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’dan..<br />

Anıyor her biri bir vak’ayı heybetle bu an;<br />

Belgrad’dan mı Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı<br />

Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı<br />

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor<br />

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..<br />

Adalar’dan mı Tunus’dan mı, Cezayir’den mi<br />

Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi<br />

Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;<br />

O mübarek gemiler hangi seherden geliyor<br />

Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.<br />

Çok sükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine<br />

Yaşıyanlarla beraber bulunan ervahı.<br />

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabah<br />

Yahya Kemal BEYATLI

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!