You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Başlarken<br />
Sami ÖZDEMİR<br />
Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri<br />
Ses Bayrağım Türkçe…<br />
Dil milletleri millet yapan olmaz ise olmaz kavramların başında gelmektedir.<br />
Ortak dili, bayrağı ile geçmişi olan bir birine tarih, kültür ve ülkü<br />
birliği ile bağlı olan insan topluluklarına millet denilmektedir. Bu unsurlardan<br />
herhangi birini çeker veya ortadan kaldırırsak ifademizdeki insan<br />
topluluğu millet olmaktan çıkar “güruh” olarak ifade edebileceğimiz anlamsız<br />
bir topluluk haline gelir.<br />
Türk tarihi dünya milletleri kadar eskidir. Dünya’nın var oluşundan günümüze<br />
kadar gelen Türk milletinin dili de en az tarihi kadar oturmuş,<br />
gelişmiş, zenginleşmiş ve köklü bir dil halini almıştır.<br />
Bir milletin konuştuğu dil sadece iletişim kurduğu bir araç olarak görülmemeli;<br />
aynı zamanda dili konuşan milletin dünyaya bakışını ve o bakışın<br />
altındaki zihin sistemini de ifade etmektedir. Başka dillerden çevrilen<br />
fıkraların, bilmecelerin ve şiirlerin çevrildiği dilde kendi dilindeki etkiyi<br />
bulamamasının en büyük nedeni budur. Günümüzde dil ve kültüre yönelik<br />
saldırıların arkasında da bu zihinsel süreç yatmaktadır.<br />
Dile millet tarafından sahip çıkılması, dilin geliştirilmesi, toplumun bekası<br />
ile doğru orantılıdır.Türk dilinin geliştirilmesi üzerinde çalışmalar yapan<br />
bilim adamlarına ve Türkologlara teşekkürlerimizi sunarken Türkçeyi<br />
resmi dil yapan Karamanoğlu Mehmet Bey’i ve Türk Dil Kurumu’nu kuran<br />
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle ve minnetle anıyoruz.<br />
Gündemde var olan anayasa tartışmalarına ve anayasa’da Türkçenin<br />
durumu ile ilgili görüşlere karşı bizim de bir katkımız olsun düşüncesiyle<br />
dergimizin bu sayısını Türkçeye ayırdık. Milletimizin ses bayrağı Türkçenin<br />
de hak ettiği yeri alabilmesi ve aldığı zamanda korunabilmesi için en<br />
yüksek toplumsal mutabakat metni olan anayasada yerini alması gerekir.<br />
Bu emanete sahip çıkma konusunda göstereceğimiz duyarlılık evlatlarımıza<br />
örnek olacak ve geleceğimizin teminatı çocuklarımız da bizlerden aldığı<br />
kutsal emaneti layıkıyla koruma cesaretini kendilerinde bulacaklardır.<br />
Sözlerime burada son verirken, Türkçeye göstereceğimiz hassasiyetin bir<br />
onur meselesi olduğunu ve hep beraber bu bayrağı dalgalandırmaya devam<br />
edeceğimizi bir kez daha “Türkçe” haykırıyorum.<br />
Bu sayımızın çıkarılmasında bize destek veren;<br />
AKP Amasya Milletvekili Sayın Prof. Dr. Naci BOSTANCI’ya, CHP<br />
Ankara Milletvekili Sayın Prof Dr. <strong>Sen</strong>cer AYATA’ya, MHP Ankara<br />
Milletvekili Sayın Prof Dr. Özcan YENİÇERİ’ye, MHP Manisa Milletvekili<br />
Sayın Erkan AKÇAY’a, Sakarya Ünv. Fen Ed. Fak. Türk Dili ve Ed.<br />
Bölümü Öğ. Üyesi, Sayın Prof Dr. Vahit TÜRK’e, Araştırmacı Sayın<br />
İkbal VURUCU’ya, Kültür Bakanlığı eski Müsteşarı Sayın Yavuz Bülent<br />
BAKİLER’e, TRT eski spikeri Sayın Mehpare ÇELİK’e Teşekür ediyoruz.<br />
Terör olaylarının güncelliği nedeni ile makalesini sizinle yeniden paylaştığımız<br />
Doç. Dr. Durmuş HOCAOĞLU’nu rahmet ve minnetle anıyoruz.<br />
Saygılarımla.
İÇİNDEKİLER<br />
TÜRK EĞİTİM-SEN<br />
Türkiye Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri<br />
Kolu Kamu Çalışanları <strong>Sen</strong>dikası<br />
GENEL MERKEZİ<br />
Temmız-Ağustos-Ekim 2012<br />
Sayı : 40<br />
Türk Eğitim-<strong>Sen</strong> Genel<br />
Merkezi adına Sahibi<br />
İsmail KONCUK<br />
Genel Başkan<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
Sami ÖZDEMİR<br />
Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri<br />
Yayın Kurulu<br />
Musa AKKAŞ<br />
Seyit Ali KAPLAN<br />
Talip GEYLAN<br />
Cengiz KOCAKAPLAN<br />
M. Yaşar ŞAHİNDOĞAN<br />
Basın Danışmanı<br />
Meltem YALÇINKAYA<br />
Yönetim Yeri<br />
Bayındır 2 Sokak No:46<br />
Kızılay/ANKARA<br />
Tel:0312 424 09 60<br />
Faks:0312 424 09 68<br />
Dergimiz yerel süreli ve ücretsizdir.<br />
Üç ayda bir yayınlanır<br />
Dergide bulunan yazıların sorumluluğu<br />
yazarlarına aittir<br />
Basım Tarihi 16.9.2012<br />
Grafik Tasarım ve Baskı<br />
Altuğ Ajans Reklam Basın Yayın<br />
Fatih Taha AKALAN<br />
Bayındır 2 Sk. No: 68 /13 Kızılay/ANKARA<br />
Tel ve Faks: 0.312 417 81 07<br />
Basım Yeri : Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.<br />
Bahçekapı Mah. 2477 Sokak No:6 Şaşmaz /ANKARA<br />
TÜRK EĞİTİM-SEN, TÜRKİYE KAMU-SEN<br />
(Türkiye Kamu Çalışanları <strong>Sen</strong>dikaları<br />
Konfederasyonu) Üyesidir.<br />
SÖYLEŞİ<br />
Büyük Şair ve Yazar<br />
Yavuz Bülent BAKİLER :<br />
04<br />
‘‘ Dil bir milletin adeta şah damarıdır. Bu şah damar kesildikten<br />
veya çalışmadıktan sonra milletin yaşaması mümkün olmaz. ‘‘<br />
MAKALE<br />
11<br />
TÜRKÇE’NE SAHİP ÇIK...!<br />
Prof. Dr.Vahit TÜRK / Sakarya Ünv.<br />
Fen. Ed. Fk. Türk Dili ve Ed. Öğretim Üyesi<br />
SÖYLEŞİ<br />
16<br />
AK PARTİ Amasya Milletvekili<br />
Prof. Dr. Naci BOSTANCI :<br />
‘‘Devlet marifetiyle değil ama özel girişim şeklinde farklı<br />
dillerde eğitim olabilir.’’<br />
SÖYLEŞİ<br />
23<br />
CHP Genel Başkan Yardımcısı<br />
Ankara Milletvekili Prof. Dr. <strong>Sen</strong>cer AYATA :<br />
‘‘Ulusal dil çok zenginleşmiş değilse, o ülkenin düşünce yetisi<br />
de, entellektüel birikimi de, sanatıda gelişemez.’’<br />
SÖYLEŞİ<br />
28<br />
MHP Ankara Milletvekili<br />
Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ :<br />
‘‘ Anayasa’ya Türkçe’den başka dillerle eğitim girerse, anayasa,<br />
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmaktan çıkar. ‘‘
YAVUZ BÜLENT BAKİLER :<br />
‘‘ Anayasamızın dili, kelimenin gerçek anlamıyla Türkçe olmalıdır.<br />
Birtakım uyduruk kelimeler öz Türkçe’dir düşüncesiyle Anayasaya<br />
girmemelidir. Türkçe karşılığı olduğu halde lüzumsuz yere Arapça ve Farsça<br />
kelimeler de Anayasamızda yer almamalıdır. ‘‘<br />
SÖYLEŞİ<br />
MHP Manisa Milletvekili<br />
Erkan AKÇAY :<br />
‘‘ Türkçe 1923 yılında icat edilmedi. Bu topraklarda<br />
yaşayanlar Selçuklu döneminde de, Osmanlı döneminde<br />
de, Cumhuriyet’te de resmi dil olarak, ortak iletişim dili<br />
olarak bin yıldır Türkçe’yi kullanmaktadır. ’’<br />
MAKALE<br />
38<br />
Mehpare ÇELİK / TRT Eski Spikeri<br />
NACİ BOSTAN :<br />
‘‘ Diller esasen yasalarla<br />
korunmaz.<br />
Dilleri koruyan<br />
o ülkedeki okuryazarlardır,<br />
onların üretimidir. ‘‘<br />
MAKALE<br />
MÜLK’ÜN TAPUSUNUN<br />
MALİKLERİNİN DİRENME HAKKI<br />
Durmuş HOCAOĞLU<br />
SENCER AYATA :<br />
‘‘ Anne babalar ‘Ne olacak<br />
çocuğumun durumu Okula<br />
göndersek mi göndermesek<br />
mi Okula göndersek ne<br />
olur, göndermesek ne olur’<br />
diyorlar. ‘‘<br />
33<br />
42<br />
ÖZCAN YENİÇERİ :<br />
‘‘Gerçek ‘‘<br />
demokratik devlet<br />
-resmi dili hariçkonuşulan<br />
mahalli dillere<br />
karşı tarafsızdır. ‘‘<br />
MAKALE<br />
PKK’NIN YÜKSELİŞİ :<br />
1990’LI YILLARA DÖNÜŞ<br />
İkbal VURUCU / Araştırmacı - Yazar<br />
MAKALE<br />
MİLLET VE ETNİSİTE<br />
Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ / Gazi Ünv. Öğr. Üyesi<br />
MAKALE<br />
HAYSİYET VE UMUDUN ZAFERİ :<br />
30 AĞUSTOS<br />
Prof. Dr. Mustafa TURAN / Gazi Ünv. Öğr. Üyesi<br />
ERKAN AKÇAY :<br />
‘‘ Hükümetin<br />
seçmeli Kürtçe dersi verme<br />
kararı terörle birlikte dile<br />
getirilen ve dayatılan<br />
taleplerin bir uzantısıdır. ‘‘<br />
45<br />
48<br />
52
Söyleşi<br />
Büyük Şair ve Yazar<br />
Yavuz Bülent BAKİLER :<br />
‘‘ Dil bir milletin adeta şah damarıdır. Bu şah damar kesildikten<br />
veya çalışmadıktan sonra milletin yaşaması mümkün olmaz. ‘‘<br />
Söyleşi MeltemYALÇINKAYA<br />
Türkçemizde büyük<br />
bir kirlenme yaşanmaktadır.<br />
Öte yandan Türkçenin<br />
yabancı dillerin etkisi<br />
altında olduğunu da söyleyebiliriz.<br />
Sokak ve cadde<br />
isimleri ile alışveriş merkezleri,<br />
dükkân isimlerinde<br />
bunu net olarak<br />
görüyoruz. Bu kirlenmeyi<br />
önlemek, Türkçeyi yabancı<br />
dillerin etkisinden<br />
çıkarmak, korumak ve<br />
geliştirmek için ne tür tedbirler<br />
alınmalıdır Yeni<br />
Anayasa’da buna yönelik<br />
maddeler yer almalı mıdır<br />
Türkçemizin bir kirlenmeyle<br />
karşı karşıya olduğu doğrudur.<br />
Bunu iş yerlerimizde ayan beyan<br />
görmekteyiz. İş yerlerimizdeki<br />
isimlerin yabancı dillerden<br />
seçilmiş olmasının iki mühim<br />
sebebi vardır. Birincisi; iş yeri<br />
sahipleri kendi mekânlarına<br />
yabancı bir kelime seçtikleri<br />
takdirde daha çok<br />
müşteri celp edeceğini<br />
sanmaktadırlar. Müşteri<br />
açısından konuya<br />
baktığımız zamanda<br />
şöyle söyleyebiliriz:<br />
Birtakım kimselerde<br />
yabancı kelimeler<br />
adı altında<br />
açılan iş yerlerinde<br />
daha sağlam, daha<br />
kaliteli, daha iyi mallar bulunduğunu<br />
sanmaktadırlar. İki gruptaki<br />
bu yanlış anlayış Türkçenin<br />
her gün biraz daha kirlenmesine<br />
yol açmaktadır. Bu meseleyi halletmek<br />
kanaatime göre dünyanın<br />
en kolay işlerinden birisidir. Yani<br />
iş yerlerindeki dil kirlenmesini<br />
halletmek dünyanın en kolay<br />
işlerinden birisidir; ama aynı<br />
zamanda dünyanın en zor işlerinin<br />
de başında gelmektedir. İş<br />
yerlerimizde yabancı kelimelerin<br />
kullanılmamasını ricayla, minnetle<br />
yalvararak, yakararak halledemeyiz.<br />
Bu bir kanun meselesidir.<br />
Aziz devletimiz nasıl kapalı<br />
yerlerde sigara içilmemesini bir<br />
kanun maddesi haline getirdiyse,<br />
kapalı yerlerde sigara içilmesini<br />
para cezasına bağladıysa bu konuyu<br />
da bir kanunla halledebilir.<br />
Benim samimi kanaatime göre<br />
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde<br />
bulunan milletvekillerimizden<br />
herhangi birisi; fazla değil, 5 dakikalık<br />
bir zaman ayırır ve bir<br />
kanun tasarısı hazırlar. Bu kanun<br />
tasarısında ‘Türkiye’de yabancı<br />
kelimelerle işyeri açılmaz’ denilir.<br />
Bu esasa uymayanlar-mesela 100<br />
bin liradan 500 bin liraya kadarpara<br />
cezasına mahkûm edilir. Bu<br />
kanunu belediyeler uygulayabilir.<br />
Bu tasarı Meclis’ten geçtikten<br />
sonra Resmi Gazete’de yayınlanır<br />
ve kesinlik kazanır. Sonra her-<br />
4<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
Anayasamızın dili,<br />
kelimenin gerçek<br />
anlamıyla Türkçe<br />
olmalıdır. Birtakım<br />
uyduruk kelimeler öz<br />
Türkçe’dir düşüncesiyle<br />
Anayasaya girmemelidir.<br />
Türkçe karşılığı olduğu<br />
halde lüzumsuz<br />
yere Arapça ve<br />
Farsça kelimeler de<br />
Anayasamızda yer<br />
almamalıdır.<br />
hangi bir kimse işyerine katiyen<br />
yabancı bir isim vermek yoluna<br />
gidemez. Çünkü belediyeler açılış<br />
izni vermezler, verseler dahi<br />
belediyeler de bu davranışlarıyla<br />
para cezasına mahkûm olurlar.<br />
Bu meseleyi ben Devlet Bakanı<br />
ve Başbakan Yardımcısı Sayın<br />
Bülent Arınç ile görüştüm. Kanaatimi<br />
ona da açık açık söyledim.<br />
İtiraz olarak bana dedi ki; “Biz<br />
kapalı yerlerde sigara içilmesini<br />
yasakladığımız için çok hücumla<br />
karşı karşıya kaldık.” Ben de ona<br />
cevaben “Böyle hücumlarla karşı<br />
karşıya kalmanız son derece tabidir.<br />
Yalnız bu hücumlara katiyen<br />
aldırmamak icap eder” dedim.<br />
Şayet biz bu hücumlarla karşı<br />
karşıya kalacağımızı dikkate alarak<br />
ciddi adımlar atmazsak, Türkiye<br />
en çok 50 yıl sonra tam bir<br />
sömürge devleti durumuna düşer.<br />
Çünkü dil bir milletin adeta<br />
şah damarıdır. Bu şah damar<br />
kesildikten veya çalışmadıktan<br />
sonra milletin yaşaması mümkün<br />
olmaz. O bakımdan devletin<br />
meseleyi bir kanunla halletmesi<br />
şartların şartıdır. “Bu<br />
konu Anayasa’da da yer almalı<br />
mıdır” şeklinde bir sorunuz var.<br />
Benim kanaatime göre konunun<br />
Anayasaya girmesine gerek yoktur.<br />
Böyle bir kanun çıkarılması<br />
kâfidir. Yalnız Anayasamızın<br />
dili, kelimenin gerçek anlamıyla<br />
Türkçe olmalıdır. Birtakım uyduruk<br />
kelimeler öz Türkçedir düşüncesiyle<br />
Anayasaya girmemelidir.<br />
Türkçe karşılığı olduğu halde<br />
lüzumsuz yere Arapça ve Farsça<br />
kelimeler de Anayasamızda yer<br />
almamalıdır. Kısacası işyerlerindeki<br />
Türkçe kirlenmesini bir<br />
tek kanun maddesiyle halletmek<br />
mümkündür. O da Meclisimizin<br />
5-10 dakikalık bir çalışmasına<br />
bağlıdır.<br />
Dil bir toplumu bütünleştiren,<br />
milli kültür için hayati öneme<br />
sahip bir unsurdur. Ancak<br />
özellikle son zamanlarda ana<br />
dilde eğitim tartışmaları yoğun<br />
olarak yaşanmaktadır. Kürtçe<br />
okullarda seçmeli ders olarak<br />
konulmuştur. Hatta Kürtçe eğitim<br />
veren özel ya da vakıf okulların<br />
açılabileceği yönünde haberler<br />
gündeme gelmektedir. Bu<br />
tartışmalara nasıl bakıyorsunuz<br />
Bu yaşananların Türkçeye<br />
etkisi ne yönde olur<br />
Bu sorunuz son derece mühimdir.<br />
Bu sorunuza cevap verebilmek<br />
için veya verilen cevabı<br />
değerlendirebilmek için batı<br />
www.turkegitimsen.org.tr 5
Söyleşi<br />
dünyasının Türkiye üzerinde<br />
1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden<br />
sonra uyguladığı<br />
politikayı, yani Şark Meselesi’ni<br />
çok iyi bilmek lazımdır. Şark Meselesi<br />
bilinmeden Doğu ve Batı<br />
dünyasının Türkiye üzerindeki<br />
oyunları araştırılmadan ana dilde<br />
eğitim meselesine doğru dürüst<br />
bir cevap veremeyiz. Okullarda<br />
Kürtçe ve benzeri dillerde eğitim<br />
yapılsın mı yapılmasın mı<br />
Bu sorunun cevabı, evvelimizde<br />
bizim Ermeni ve Yahudi meselelerini<br />
bilmemize bağlıdır. Ermenistan<br />
yetkilileri, yani devlet<br />
adamları bütün dünya milletlerinin<br />
önünde çok açık ve çok kesin<br />
cümlelerle ‘‘Doğu ve Güneydoğu<br />
Anadolu işgal edilmiş Ermeni<br />
toprağıdır’’ diyorlar. Yani Ermeniler<br />
Diyarbakır da dâhil olmak<br />
üzere bütün Doğu Anadolu vilayetlerimizi<br />
kendi müstakbel<br />
devletlerinin sınırları içerisinde<br />
olarak görüyorlar. İkincisi; Yahudilerin<br />
bir büyük davaları vardır.<br />
Buna Arz-ı Mev’ud denildiğini<br />
biliyoruz. Arz-ı Mev’ud davasında<br />
Yahudilerin iddiası iki kere<br />
ikinin dört ettiği kadar açık ve<br />
kesin bir şekilde ortaya konulmuştur<br />
ve Yahudiler bu davalarını<br />
kendi bayraklarına bile işlemişlerdir.<br />
Bildiğiniz gibi İsrail<br />
bayrağında iki mavi şerit vardır.<br />
Bir beyaz zemin üzerinde iki<br />
mavi şerit. Bu mavi şeritlerin içte<br />
olanı bizim Fırat nehrimizi, alttaki<br />
mavi şerit ise Nil nehrini temsilen<br />
oradadır. İki mavi şerit arasında<br />
iç içe geçen iki üçgen var.<br />
Bu iki üçgen de Hz. Süleyman’ın<br />
mührüdür. Yahudiler bütün<br />
dünya milletlerine Tevrat’ın 15.<br />
Babıyla “Fırat’tan Nil’e kadar<br />
olan bütün topraklar bize vaat<br />
edilmiştir. Biz müstakbel devletimizi<br />
bu iki nehir arasında inşa<br />
edeceğiz” diyorlar. Yahudilerin<br />
büyük davası. Doğu ve Güneydoğu<br />
Anadolu üzerindeki bu politikalardan<br />
bizim insanlarımızın<br />
ve Kürt kardeşlerimizin hiç haberleri<br />
yoktur. Mehmet Akif bir<br />
şiirinde şöyle söylüyor: “Ne Kürt<br />
elifbâyı sökmüş, ne Türk okur, ne<br />
Arap/Ne Çerkez’in ne Lâz’ın var<br />
bakın elinde kitap/Hülâsa milletin<br />
efradı bilgiden mahrum/<br />
Lâkin unutmamak lâzım: zaman,<br />
zaman-ı ulum!” Yani Akif diyor<br />
ki; zaman ilim asrıdır ama Kürt<br />
elifbâyı sökmüş değildir. Türkün,<br />
Lâz’ın, Arap’ın elinde kitap yoktur.<br />
Çerkez’in elinde kitap yoktur.<br />
Bunlar okumayan insanlardır.<br />
Bu okumayan insanlar üzerinde<br />
doğu ve batı dünyasının oyunlarını<br />
kolay kolay göstermek de<br />
mümkün değildir.O bakımdan<br />
ben bu meseleleri biraz yakından<br />
incelemeye çalışan bir kişi olarak<br />
çok açık ve kesin cümlelerle diyorum<br />
ki; okullarımıza Kürtçenin<br />
yardımcı ders olarak konulması<br />
Ermeni ve Yahudi davasına<br />
hizmet etmek manasını taşır. Büyük<br />
devletlerin büyük politikalarında<br />
birtakım meseleler öyle göz<br />
açıp kapayıncaya kadar kısa bir<br />
zaman içerisinde ortaya çıkmaz.<br />
Önce dil meselesi ele alınır. Dil<br />
okullarda önce seçmeli ders olarak<br />
okutulmaya, sonra resmi dil<br />
olarak kabul edilmeye başlanır.<br />
Daha sonra bayrak ve edebiyat<br />
meselesi ortaya çıkar. Coğrafya<br />
dikkate alınır ve son noktada da<br />
vatan bölünmeye ve parçalanmaya<br />
gider. Türkiye bu dil parçalanması<br />
dolayısıyla yıkımla karşı<br />
karşıya kaldığı takdirde kesinlikle<br />
biliyorum ki bunun en büyük<br />
cezasını ülkemizde yaşayan Kürt<br />
kardeşlerimiz göreceklerdir.<br />
Çünkü hem Ermenistan’ın hem<br />
İsrail’in hem de Amerika Birleşik<br />
Devletleri’nin büyük devlet<br />
politikalarında Doğu ve Güneydoğu<br />
Anadolu’da bir Kürt devleti<br />
yoktur. Amerika’nın Büyük<br />
Orta Doğu Projesinde hem Doğu<br />
ve Güney Anadolu’muzda hem<br />
Ortadoğu’da gelecek yıllarda büyük<br />
İsrail Devleti vardır. Burada<br />
dikkatinize sunmak istediğim bir<br />
başka husus daha var: Devleti Aliye<br />
yani Osmanlı İmparatorluğu,<br />
1595 yılında III. Murat Devri’nde<br />
23 milyon 337 bin 600 kilometrekare<br />
üzerinde oturmaktaydı.<br />
1595 yılındaki topraklar, bugünkü<br />
Türkiye’den 30 misli daha büyüktür.<br />
Batı dünyası bu büyük<br />
toprakları parçalaya parçalaya<br />
780 bin kilometrekareye tıktı.<br />
Birinci Dünya Savaşı’nda bizi<br />
Anadolu topraklarından da söküp<br />
atmak için üzerimize çeşitli<br />
hücumlar yapıldı. Allah’a şükürler<br />
olsun ki Mustafa Kemal Paşa<br />
önderliğindeki milli mücadelede<br />
muvaffak olduk ve 780 bin kilometrekare<br />
üzerinde kaldık. Ama<br />
katiyen aklımızdan çıkarmamalıyız<br />
ki; doğu ve batı dünyası bizi<br />
bu 780 bin kilometrekare üzerinde<br />
de barındırmak istemiyor. Bizi<br />
doğu toprakları üzerinden sıyırıp<br />
atmak ve geldiğimiz Orta Asya<br />
topraklarına sürmek istiyor. Bu<br />
bakımdan ülkede Doğu ve Güneydoğu<br />
Anadolu’yu Türkiye’den<br />
koparmak ve küçük, zavallı, aciz<br />
bir Kürt Devleti kurmak hedefleniyor.<br />
Daha sonra facia devam<br />
edecektir. Ne Doğu Anadolu’da,<br />
ne Güneydoğu Anadolu’da Kürtlerin<br />
varlığına Ermeniler ve Yahudiler<br />
müsaade edeceklerdir ne<br />
de Edirne’den başlatıp, Ardahan’a<br />
kadar süren topraklar üzerinde<br />
Türk’ün varlığına göz yumacaklardır.<br />
Kürtçe, Lâzca, Çerkezce,<br />
Arapça, Boşnakça, Arnavutça<br />
bu topraklarda birtakım kimselerin<br />
anadilleridir. Bunu kabul<br />
ediyorum. Ama hepimizi<br />
birleştiren dil Türkçedir. Hepimiz<br />
bu topraklarda kayıtsız<br />
ve şartsız Türkçe konuşmak,<br />
Türkçe düşünmek, Türkçe yazmak<br />
mecburiyetindeyiz. Eğitim<br />
konusunda Kürtçeye bir kapı açtığınız<br />
zaman yarın ister istemez<br />
Çingenelerin de baş kaldırmalarına<br />
bir şey diyemezsiniz. Çingenelerde<br />
“Çingenece’nin seç-<br />
6<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
melik ders olarak okutulmasını<br />
istiyoruz” derler. O zaman Türkiye<br />
kırk yamalı bohçaya döner.<br />
Kimseyi yaradılışı bakımından<br />
küçümseyemeyiz. Çünkü Allah<br />
onları öyle yaratmıştır; ama dil<br />
konusunda, bayrak konusunda<br />
üzerinde iktisapla duracağımız<br />
Türkçedir ve Türk bayrağıdır. O<br />
bakımdan Türkiye’deki herkesin<br />
ama herkesin namusu, şerefi,<br />
hürriyeti Türk Devleti’nin ve<br />
Türk ordusunun ve Türkçenin<br />
ayakta kalmasına bağlıdır. Türkçe<br />
kırk parçaya bölündü mü, ordu<br />
dağıldı mı, vatan parçalandın mı<br />
bu topraklarda yaşayan insanlardan<br />
hiçbir grubun geleceğine<br />
inançla bakmak mümkün olmaz.<br />
Felaketimiz olur. O bakımdan<br />
ben, birtakım Avrupa devletlerinin<br />
zorlamaları ve dayatmaları<br />
karşısında Kürtçenin seçimlik<br />
bir ders olarak okullarda okutulmasını<br />
Türkiye’de yaşayan Kürt<br />
vatandaşlarımız için çok büyük<br />
bir tehlike olarak görüyorum. Biz<br />
bin yıldan beri Anadolu toprakları<br />
üzerinde Kürtler ile birlikte<br />
yaşıyoruz. Meclisimizde Kürt<br />
milletvekillerimiz, Kürt Bakanlarımız,<br />
Kürt Başbakanlarımız ve<br />
Kürt Cumhurbaşkanlarımız var.<br />
Kürtler, Türkiye’nin her noktasında<br />
istedikleri işleri yapmakta<br />
ve istedikleri ölçüler içerisinde<br />
yaşamaktadırlar. Bunları dikkate<br />
almamak dünyanın en büyük<br />
gafletlerinden sayılır. Ben şuna<br />
samimiyetle inanıyorum: Bugün<br />
Kürtçenin seçimlik ders hatta<br />
resmi dil olmasını isteyenler,<br />
bayrağımıza düşmanlık duyanlar,<br />
ortalığa sarı, kırmızı, yeşil renkli<br />
bayraklarla çıkanlar, askerimize,<br />
polisimize kurşun sıkanlar- Allah<br />
göstermesin, muvaffak oldukları<br />
takdirde-yarın Doğu ve Güneydoğu<br />
Anadolu’da yaşayan Kürt<br />
kardeşlerimizin lanetleriyle karşı<br />
karşıya kalacaklardır ve oralarda<br />
yaşayan Kürtler, bu kişilerin mezarlarının<br />
bile orada bulunmasını<br />
istemeyeceklerdir. Türkiye’de<br />
herkes anadilini konuşuyor. Ama<br />
devletimizin resmi dili kayıtsız<br />
ve şartsız Türkçedir, eğitimimiz<br />
kayıtsız ve şartsız Türkçe ile yapılmalıdır.<br />
Türkiye’nin geleceği<br />
buna bağlıdır.<br />
12 yıllık eğitimle birlikte<br />
müfredatta değiştiriliyor. Bu<br />
kapsamda Türkçe dersi ilkokul<br />
1 ve 2’inci sınıflarda birer saat,<br />
ilkokul 3’üncü sınıfta iki saat<br />
azaltıldı. Bu konudaki değerlendirmelerinizi<br />
öğrenebilir miyiz<br />
Bu vermiş olduğunuz örnek<br />
bir büyük faciayla karşı karşıya<br />
bulunduğumuzu gösteriyor.<br />
Ben size Türkiye Büyük Millet<br />
Meclisi’nde milletvekillerimizin<br />
ve bakanlarımızın önünde<br />
yapmış olduğum bir konuşmayı<br />
özetlemek istiyorum. Bizim anadilimiz<br />
Türkçedir. Evlerimizde 7<br />
yıl Türkçe konuşuruz. Eğitimde<br />
ilk 8 yıl Türkçe eğitim görürüz.<br />
3 yıl lisede Türkçe eğitim görürüz.<br />
18 yıl Türkçe eğitimden<br />
geçen çocuklarımız üniversite<br />
sıralarına geldikleri zaman kendilerine<br />
yeni baştan Türkçe dersi<br />
konulur. Çünkü üniversiteye<br />
giden çocuklarımız hocalarının<br />
ders kitaplarını anlamakta zorluk<br />
çekmektedirler ve kendilerini<br />
rahatlıkla ortaya koyamamaktadırlar.<br />
Dolayısıyla Türkçe derslerinin<br />
gittikçe azaltılması yarın<br />
bizi yeni birtakım facialarla karşı<br />
karşıya koyacaktır. Türkiye’nin<br />
gelişmesi, kalkınması, çağdaş<br />
medeniyet seviyesine ulaşması<br />
evvelimizde çok zengin bir dile<br />
sahip olmasıyla mümkündür. O<br />
www.turkegitimsen.org.tr 7
Söyleşi<br />
Büyük devletlerin büyük politikalarında birtakım<br />
meseleler öyle göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir<br />
zaman içerisinde ortaya çıkmaz. Önce dil meselesi<br />
ele alınır. Dil okullarda önce seçmeli ders olarak<br />
okutulmaya, sonra resmi dil olarak kabul edilmeye<br />
başlanır. Daha sonra bayrak ve edebiyat meselesi<br />
ortaya çıkar. Coğrafya dikkate alınır ve son noktada<br />
da vatan bölünmeye ve parçalanmaya gider. Türkiye<br />
bu dil parçalanması dolayısıyla yıkımla karşı karşıya<br />
kaldığı takdirde kesinlikle biliyorum ki bunun en<br />
büyük cezasını ülkemizde yaşayan Kürt kardeşlerimiz<br />
göreceklerdi. Çünkü hem Ermenistan’ın hem İsrail’in<br />
hem de Amerika Birleşik Devletleri’nin büyük devlet<br />
politikalarında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bir<br />
Kürt devleti yoktur. Amerika’nın Büyük Orta Doğu<br />
Projesinde hem Doğu ve Güney Anadolu’muzda hem<br />
Ortadoğu’da gelecek yıllarda büyük İsrail Devleti vardır.<br />
bakımdan müfredattaki Türkçe<br />
derslerinin azaltılması bir felakete<br />
işaret etmektedir. Aksine<br />
her yıl Türkçe daha zengin bir<br />
müfredatla, daha zengin bir<br />
dil dünyasıyla çocuklarımızı<br />
kucaklamalıdır. Aksi takdirde<br />
Türkiye’nin kalkınması ve çağdaş<br />
medeniyet seviyesine ulaşması<br />
mümkün değildir. Çünkü<br />
dünyanın her noktasında, her ülkesinde<br />
insanlar kelimelerle düşünmekte<br />
ve konuşmaktadırlar.<br />
Yeterli miktarda kelimeye sahip<br />
olmayan, yani yeterli miktarda<br />
düşünemeyen ve meramını yeterli<br />
miktarda açıklayamayan kimselerin<br />
edebiyatımıza, ilmimize,<br />
tekniğimize, medeniyetimize<br />
hizmet etmesi mümkün değildir.<br />
O bakımdan bu dil politikası son<br />
derece yanlıştır. Batı dünyası 8<br />
yıllık eğitimden geçen çocukları<br />
lider seviyesinde hazırlamaya çalışmaktadır.<br />
Bu da onları zengin<br />
bir dil dünyasından geçirmekle<br />
sağlanmaktadır. Biz bunun tamamen<br />
tersini yapıyoruz ve sonra<br />
neden batı dünyasından geride<br />
kaldık diye şikâyette bulunuyoruz.<br />
Devletimiz kayıtsız ve şartsız<br />
Türkçeyi çok zengin bir muhteva<br />
ile çocuklarımıza benimsetmeli,<br />
sevdirmelidir. Size bir örnek<br />
vermek istiyorum. 1995 yılında<br />
İngiltere’ye gittim. İngiltere’de<br />
bir gemi kaptanıyla sohbet esansında<br />
ona “Siz neden dilinizdeki<br />
Fransızca ve Latince kelimeleri<br />
atarak öz İngilizceyle konuşmuyorsunuz”<br />
diye sordum. Bana<br />
dedi ki: “Latinceden ve Fransızcadan<br />
dilimize giren ama herkes<br />
tarafından bilinen, sevilen, kullanılan<br />
kelimeler bizim milletimizin<br />
kelimeleri olmuştur. Bunları<br />
hiçbir İngiliz aydını dilimizden<br />
çıkarıp atmak cüretini gösteremez.<br />
Öz İngilizce olmaz. İngilizce<br />
vardır ve bizim dilimiz İngilizcedir.”<br />
Sonra ben, ona yeni bir<br />
soru sordum. Dedim ki: “Sizin<br />
gençleriniz Shakspeare İngilizcesini<br />
biliyor mu” Sizi şerefimle<br />
temin ederek söylüyorum kaptan<br />
bana dedi ki: “İngiltere’de Shakspeare<br />
İngilizcesini bilmeyen bir<br />
kimseye aydın nazarıyla bakılamaz.<br />
Ben nasıl Shakspeare İngilizcesini<br />
öğrendiysem kızım da<br />
o İngilizceyi öğrenmek mecburiyetindedir.”<br />
Kaptan sonra saatine<br />
baktı ve “Şu anda tutmuş olduğum<br />
bir öğretmen kızıma, benim<br />
evimde Shakspeare İngilizcesini<br />
öğretmektedir.” Burada şu hususa<br />
dikkatinizi çekmek istiyorum:<br />
Shakspeare 390 yıl önce ölen bir<br />
İngiliz edibidir ve İngiltere maarif<br />
sistemi 390 yıl önce ölen ediplerinin<br />
dilini, eserlerini çocuklarına<br />
öğretmek istiyor ve öğretiyor.<br />
Bundan hiçbir zarar gelmez.<br />
Türkiye’de biz değil 390 yıl önce,<br />
değil 90 yıl önce, 50 yıl önce ölen<br />
bir edibimizin, bir hikâye veya<br />
roman yazarımızın kitaplarını<br />
okutamıyoruz. Bu Türkçe üzerinde<br />
oynanan oyunları göstermesi<br />
bakımından çok dikkat çekici<br />
bir husustur. O bakımdan ders<br />
saatlerinin azaltılması çocuklarımızın<br />
ve milletimizin aleyhinde<br />
olan bir durumdur.<br />
“Türkiye’de okul kitapları 6-7<br />
bin kelime ile konuşup yazarken,<br />
Avrupa’da 71 bin kelime ile<br />
öğrenciler konuşup yazıyor. Bizler<br />
sokak dili ile konuşmaktayız”<br />
şeklinde bir açıklamanız var.<br />
Türkçeyi neden etkin ve düzgün<br />
şekilde kullanamıyoruz<br />
Türkçeyi etkili ve düzgün şekilde<br />
konuşmamız için evde çok<br />
zengin bir dil dünyasına sahip olmalıyız<br />
ve bu zengin dil ile eğitim<br />
sistemimizi kurmalıyız. Kayıtsız<br />
ve şartsız okumalıyız. Okumadıktan<br />
sonra dil dünyamızı sokak<br />
dilinden edebiyat diline getirmemiz<br />
mümkün değildir. Sizin de<br />
belirttiğiniz gibi 8 yıllık eğitimden<br />
geçen batılı çocukların ders<br />
kitaplarında 71 bin kelime vardır.<br />
Bu rakam Japonya’da 44 bin’dir,<br />
İtalya’da 32 bin’dir. Atatürk’ün ifadesiyle<br />
çağdaş medeniyet seviyesine<br />
yükselmek mecburiyetinde<br />
olan Türkiye’de bu 6-7 bin civa-<br />
8<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
Türkiye’nin kalkınması zengin bir dille sağlanacaktır,<br />
sağlanmalıdır. Ama biz dünyadaki milletler arasında en<br />
az okuyan milletlerdeniz. Evlerimizin yüzde 95’i kitapsız<br />
ve kütüphanesizdir. Bize Cumhuriyetin ilanından sonra<br />
verilen en büyük hürriyet, Türkçeyi tahrip hürriyetidir,<br />
Türkçe’yi bozma hürriyetidir. Her nesil, kendisinden<br />
önceki neslin dilini tahrip ederek ortaya çıkıyor.<br />
Bugünkü nesil dünkü neslin edebiyatını, eserlerini<br />
katiyen okuyup, anlayamıyor. Yarınki nesil de bugünkü<br />
neslin eserlerini okuyup, anlayamayacaktır.<br />
rındadır ve bizim sevgili çocuklarımız<br />
6-7 bin kelimenin yüzde<br />
10 ile yani 600-700 kelimeyle<br />
düşünüp, konuşmaktadır. Felaket<br />
bu noktada kapımızı çalmaktadır.<br />
Çünkü sözlerimin arasında<br />
da belirttiğim gibi dünyanın her<br />
yerinde olduğu gibi Türkiye’de<br />
de insanlar kelimelerle düşünür,<br />
kelimelerle konuşur. Yeterli miktarda<br />
kelime dünyasına sahip<br />
olmayan, yani doğru düşünemeyen<br />
kimseler hayatlarının hiçbir<br />
noktasında başarılı olamazlar.<br />
Türkiye’nin kalkınması zengin<br />
bir dille sağlanacaktır, sağlanmalıdır.<br />
Ama biz dünyadaki<br />
milletler arasında en az okuyan<br />
milletlerdeniz. Evlerimizin yüzde<br />
95’i kitapsız ve kütüphanesizdir.<br />
Bize Cumhuriyetin ilanından<br />
sonra verilen en büyük hürriyet,<br />
Türkçeyi tahrip hürriyetidir,<br />
Türkçeyi bozma hürriyetidir. Her<br />
nesil, kendisinden önceki neslin<br />
dilini tahrip ederek ortaya çıkıyor.<br />
Bugünkü nesil dünkü neslin<br />
edebiyatını, eserlerini katiyen<br />
okuyup, anlayamıyor. Yarınki nesil<br />
de bugünkü neslin eserlerini<br />
okuyup, anlayamayacaktır. Evet,<br />
okumayan bir milletiz. Avrupa<br />
ülkelerinde 3 bin 500 ile 4 bin<br />
500 kişiye bir kütüphane düşmektedir.<br />
Türkiye’de 64 bin kişiye<br />
bir kütüphane düşmektedir.<br />
Batı dünyasında 3 bin 500 kişiye<br />
bir kütüphane düşmektedir,<br />
Türkiye’de ise 95 kişiye bir kahvehane<br />
isabet etmektedir. Amerika<br />
Birleşik Devletleri’nde bir<br />
yılda basılan kitap sayısı, Amerikan<br />
nüfusuna bölündüğü zaman<br />
görülmektedir ki bin kişiye 4 bin<br />
700 kitap düşmektedir. Federal<br />
Almanya’da bin kişiye 2 bin 700<br />
kitap, Fransa’da bin kişiye bin 700<br />
kitap, Japonya’da bin kişiye bin<br />
kitap düşmektedir. Türkiye de<br />
ise bir yılda basılan kitap sayısı<br />
nüfusumuza bölündüğü takdirde<br />
bin kişiye düşen kitap miktarı şu<br />
son yıllarda 30-40 civarına ancak<br />
ulaşmıştır. Bu bakımdan batı<br />
dünyasında kitap bir kimsenin<br />
ihtiyaç listesinin 18. sırasında yer<br />
almasına rağmen; Türkiye’de kitap<br />
ihtiyaç listemizin 122. sırasına<br />
kaymıştır. Bütün bunlar bizim<br />
okumayan, dolayısıyla doğru dürüst<br />
düşünemeyen bir topluluk<br />
olduğumuzu gösteriyor. PPK ihaneti<br />
cehaletten kaynaklanan bir<br />
ihanettir. Tek çıkış yolumuz fert<br />
ve millet olarak tek çıkış yolumuz<br />
okumaktan ve kitabı sevmekten<br />
geçmektedir.<br />
Yabancı dil eğitimine başlama<br />
dönemi 2 yıl öne çekildi. Artık<br />
öğrenciler 2. sınıftan itibaren<br />
yabancı dil öğrenmeye başlayacak.<br />
Yeni sistemde yoğunlaştırılmış<br />
yabancı dil sınıfları önemli<br />
bir yer tutacak. Bu gelişmeleri<br />
nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Felaketimizin başlangıcı olarak<br />
değerlendiriyorum. Her Türk<br />
çocuğu kayıtsız, şartsız bir veya<br />
birkaç lisan bilmelidirler. Buna<br />
hiçbir itirazım yok. Ama kendi<br />
dillerini iyi bilmeden şu veya bu<br />
yabancı dille konuşmaya başlayan<br />
kimseler bir zaman sonra<br />
bizim insanımız olmaktan koparlar.<br />
Bu uygulama, Türkiye’yi<br />
kısa bir zaman sonra bir sömürge<br />
devleti haline getirecektir.<br />
Türkiye’nin bir ve müstakil yaşamasını<br />
isteyen kimseler böyle<br />
bir yanlışlıktan süratle vazgeçmelidirler.<br />
En büyük ağırlık<br />
önce kendi dilimize verilmelidir.<br />
Bu yabancı dil eğitiminin devlet<br />
eliyle yapılması düşünen her<br />
beyin için bir felaket habercisi<br />
manası taşır. Tarzan Türkçesi<br />
ile konuşup, yazan, kendi dilini<br />
yeterli miktarda bilmeyen kimselerin<br />
yabancı bir dille eğitim<br />
görmeleri hem onların hem de<br />
milletimizin felaketi olacaktır.<br />
Diyarbakır’ın büyük vatanperver<br />
evladı Süleyman Nazif diyor ki;<br />
“Türkçe milletimizin iskeletidir.”<br />
Bu çok doğru bir tespittir.<br />
www.turkegitimsen.org.tr 9
Söyleşi<br />
10<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
TÜRKÇE’NE SAHİP ÇIK...!<br />
Prof. Dr. Vahit TÜRK Sakarya Ünv. Fen Ed. Fk. Türk Dili ve Ed. Blm. Öğ. Üyesi<br />
Türkler; yaşadıkları tarihi ve<br />
coğrafi şartlardan dolayı çok<br />
erken devirlerden itibaren pek<br />
çok kavimle ya aynı devlet çatısı<br />
altında iç içe ya da sınırdaş devletlerin<br />
tebaası olarak uzun bir<br />
tarihi paylaşmışlardır. Bu birlikte<br />
yaşanan uzun tarihin sonucunda<br />
sınırları bugün bile tam olarak çizilemeyen<br />
bir karşılıklı etkileşme<br />
söz konusu olmuştur.<br />
Sık sık yer değiştirip başka<br />
coğrafyaları yurt tutmayı, ya da<br />
belirli bir coğrafyaya bağlı olmamayı<br />
neredeyse alışkanlık durumuna<br />
getiren Türk halkları, çoğunlukla<br />
göç ettiği topraklardaki<br />
yerli halklar içerisinde eriyip yok<br />
olma sonucuyla karşılaşmıştır.<br />
Bu yok olmanın çok çeşitli sebepleri<br />
sayılabilir ancak bizce asıl<br />
sebep, halkın inanıp güvendiği<br />
ve toplumu etkileme ve yönlendirme<br />
gücüne sahip olan aydın<br />
kitlenin, ya kendilerine aşırı bir<br />
güven duyması, yani “Bize bir<br />
şey olmaz” duygusu, ya da uzun<br />
uzun tahlil edilme gereğine inandığımız<br />
bir aşağılık duygusuna,<br />
yani “Bizden bir şey olmaz” duygusuna<br />
sahip olmalarıdır. “Bize<br />
bir şey olmaz” da, “Bizden bir şey<br />
olmaz” da, tarihte sıkça örneği<br />
görüleceği üzere, bizi hemen her<br />
zaman aynı sona götürmüştür.<br />
Türk aydınındaki bu iki yönlü<br />
duygunun ne zaman hangi tara-<br />
Eğitimin Sesi 11
Makale<br />
fa yöneldiği ile ilgili olarak da şu<br />
tespiti yapmak belki yol gösterici<br />
olabilecektir: Türk; bütün bilinen<br />
tarih boyunca devletiyle var<br />
olabilen, devletsiz olarak uzun<br />
süre yaşama güç ve iradesine<br />
sahip olamayan bir millettir. Bu<br />
cümlenin ne anlama geldiğine<br />
dair tarihimizden ve Türk coğrafyasının<br />
hemen her yerinden<br />
pek çok örnek gösterebiliriz, ancak<br />
bu durumun en açık ve bizi<br />
çok yakından ilgilendiren örneği<br />
Balkanlar’dır. Balkan Savaşları’na<br />
yani 100 yıl öncesine kadar, kuzeyden<br />
gelen Türkleri saymasak<br />
bile, en az 500 yıllık Türk yurdu<br />
olan Balkan coğrafyasında devleti<br />
ortadan kalkıp da bu kadar<br />
süre komşu olarak yaşadığı güçler<br />
hakim duruma geçince Türk<br />
ahali, yabancı idaresinde yaşamak<br />
istememiş, kendisine ait<br />
gördüğü bayrağın altına sığınmış<br />
ve yurdunu terk etmiştir. Bugün<br />
Balkanlar’da Türk nüfus yok hükmündedir<br />
ve 100 yıl gibi millet<br />
hayatı için çok kısa sayılabilecek<br />
bir sürede bu bölgede normal sayılamayacak<br />
bir nüfus farklılaşması<br />
yaşanmıştır.<br />
Selçuklu ve Osmanlı’nın güçlü<br />
olduğu dönemlerde görüldüğü<br />
üzere Türk aydını, devletinin<br />
gücü oranında kendini güçlü hissetmekte<br />
ve kendinden emin bir<br />
tavır sergilemektedir. Devletin<br />
gücünün aydınların zihnindeki<br />
bir karşılığı da milli değerleri<br />
koruma ve geliştirme görevinin<br />
siyasi otoriteye, yani devlete ait<br />
olarak düşünülmesi biçiminde<br />
olmuştur. Bu düşünceye sahip<br />
olan aydının birey olarak korumacılık<br />
duygusuna gerek kalmamakta<br />
ve konuyla ilgili bir sorumluluk<br />
da duyulmamaktadır.<br />
Bu emniyet duygusu, devletin<br />
zayıflama ve çöküş dönemlerinde<br />
süratli bir biçimde aşağılık<br />
kompleksine evrilebilmektedir.<br />
Çünkü devletin sahiplenmesi ve<br />
Yusuf Has Hacip’in Türkçe<br />
ile ilgili tutumunu eserinin<br />
özellikle başlangıç<br />
bölümü açıkça gösterir.<br />
Yazar, bu bölümde<br />
hemen bütünüyle Türkçe<br />
kelimelerle İslam diniyle<br />
ilgili bir metin kurmuş<br />
ve tabiri caizse adeta bir<br />
kurucu gibi davranarak<br />
“din dili”nin temelini<br />
atmaya çalışmış, ancak<br />
izinden gidilmediği<br />
için Kutadgu Bilig, pek<br />
çok konuda olduğu<br />
gibi, bu konuda da tek<br />
örnek olarak karşımızda<br />
durmaktadır.<br />
üstesinden gelmesi gereken bir<br />
sorunla yüz yüzedir ve kendisinin<br />
birey olarak yapabileceği<br />
çok şey olmadığını düşünmekte,<br />
uğraşmaya gerek görmemekte,<br />
çoğu zaman mevcut durumu kabullenip<br />
şartlara teslim olmakta<br />
ve sonunda maddi vatanı olan<br />
toprağını, ya da manevi vatanı<br />
olan dilini değersiz görüp terk etmektedir.<br />
Bu teslim olma hali bir<br />
müddet sonra alışkanlık haline<br />
gelmekte ve kendi başına “var olmak”<br />
iyice zorlaşmakta, birilerine<br />
dayanma veya bağlanma gereği<br />
duyulmaktadır. Bağlanma, daha<br />
uygun bir tabirle tabi olma, doğal<br />
olarak güçlü olana ya da şartlara<br />
göre güçlü görülene yönelmekte,<br />
yani bir nevi güce tapınma durumu<br />
oluşmaktadır. İzlenebilen<br />
Türk tarihinde kendi gücüyle, hiç<br />
kimseye dayanma gereği duymadan<br />
varlık iddiasında bulunan ve<br />
ortaya koyduklarıyla çağları aşıp<br />
bugüne ulaşan, bütün Türkler<br />
için kutup yıldızı niteliğinde ve<br />
milletin varlığını devam ettirmesinde<br />
büyük işlevleri olan büyük<br />
aydınlar olduğu gibi, şartlara<br />
göre davranmayı alışkanlık haline<br />
getirmiş pek çok insan örneği<br />
göstermek de mümkündür.<br />
Türk aydınlarının ya da daha<br />
genel bir ifadeyle Türklerin yabancı<br />
dillerle ilişkisini de bu<br />
anlatılanlar çerçevesinde değerlendirmenin<br />
uygun olacağı düşüncesindeyiz.<br />
Bu ilişki incelendiğinde<br />
oldukça kaba hatlarıyla<br />
karşımıza çıkan manzara şöyledir:<br />
Birinci Köktürk çağından kalan<br />
tek yazıtımız Soğdakça’dır.<br />
Türklüğün yüz aklarından biri<br />
diyebileceğimiz II. Köktürk çağına<br />
ait yazıtlardaki Bilge Kağan’ın<br />
ağzından yazılan şu cümleler, konumuzla<br />
ilgili fikir vermeleri bakımından<br />
önemlidir: “Türk begler<br />
Türk atın ıtı. Tabgaçkı begler<br />
Tabgaç atın tutupan Tabgaç<br />
kaganka körmiş” (Türk beyleri<br />
Türkçe olan adlarını bıraktılar.<br />
Çin’deki Türk beyleri Çin adları<br />
alarak Çin kağanına bağlandılar).<br />
Uygurlar çağında karşılaştığımız<br />
alfabe bolluğu ise meselenin<br />
bir başka boyutunu karşımıza<br />
getirir. Bu da aydın tavrını tespit<br />
bakımından önemlidir. Bilindiği<br />
üzere Uygurlar çağındaki alfabe<br />
değişikliklerinin temel sebebi;<br />
din değişiklikleridir. Din değişikliğinin<br />
alfabe değişikliğini de beraber<br />
getirmesi, Türk aydınının<br />
12<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
inanma biçimini ve inandığına<br />
tam teslim olma halini gösterir.<br />
Yusuf Has Hacip’in Türkçe ile<br />
ilgili tutumunu eserinin özellikle<br />
başlangıç bölümü açıkça gösterir.<br />
Yazar, bu bölümde hemen bütünüyle<br />
Türkçe kelimelerle İslam<br />
diniyle ilgili bir metin kurmuş ve<br />
tabiri caizse adeta bir kurucu gibi<br />
davranarak “din dili”nin temelini<br />
atmaya çalışmış, ancak izinden<br />
gidilmediği için Kutadgu Bilig,<br />
pek çok konuda olduğu gibi, bu<br />
konuda da tek örnek olarak karşımızda<br />
durmaktadır.<br />
11. yüzyıl Türk tarihi açısından<br />
özellik arz eden bir zamandır.<br />
Doğuda Karahanlı, güneye doğru<br />
Gazneli, batıda ise Selçuklu<br />
olmak üzere üç büyük Türk devleti<br />
aynı asırda yaşamaktadır. Bu<br />
coğrafyalarda kültür tarihimiz<br />
açısından şu tespitleri yapabiliriz:<br />
Kutadgu Bilig bütün Türklerin<br />
sahiplendiği ve övündüğü bir<br />
eserdir ve Karahanlı coğrafyasında<br />
yazılmıştır. Gazneli sarayında<br />
sultanın teşvikiyle Farsların ve<br />
Farsçanın övünç kaynağı Şehname<br />
yazılmıştır, Selçuklu coğrafyasında<br />
ise medreselerde eğitim<br />
Arapça yapılmaktadır. Ancak<br />
Farsların övünç kaynağı nasıl<br />
ki bir Türk kağanının teşvikiyle<br />
Türk başkentinde yazılmışsa bütün<br />
Türklerin övüncü olan Divanü<br />
Lügatit-Türk de Bağdat’ta,<br />
Abbasilerin başkentinde yazılmıştır.<br />
Ancak bu eserin yazılması<br />
ile ilgili olarak herhangi bir kişinin<br />
teşvik veya yardımına dair<br />
bilgimiz yoktur, eser, Kaşgarlı’nın<br />
kendi şuuruyla vücut bulmuştur.<br />
Coğrafyada böyle bir karışık<br />
durum söz konusu olmamakla<br />
birlikte Araplar ve Farslar uzun<br />
yüzyıllar Türk korumasında<br />
yaşadıkları halde bu milletlere<br />
mensup aydınlar çok nadir Türkçe<br />
eser yazmışlardır ki bunlar da<br />
günlük yarar amacı güden bir<br />
kısım gramer kitapları ve sözlüklerdir.<br />
Kişisel ya da toplumsal<br />
zevk için yazılmış edebî eserler<br />
bildiğimiz kadarıyla söz konusu<br />
değildir. Ancak hâkim millet olmalarına<br />
rağmen Türk aydınları<br />
bu dillerle binlerce eser yazmışlardır.<br />
Bu durum da Türk aydınının<br />
konuyla ilgili düşünce tarzını<br />
göstermek bakımından önemlidir.<br />
Arapça ve Farsça ile Türk aydınının<br />
ilişkisi, aynı din ve medeniyet<br />
dairesine dâhil olmaktan kaynaklanmış,<br />
ancak aydınların bu<br />
dillere aşırı düşkünlükleri kötü<br />
sonuçlar doğurmuş, Nevâyî ve<br />
benzeri bazı aydınlar bu durumdan<br />
rahatsızlıklarını dile getirip<br />
aydınları uyarma gereği duymuşlardır.<br />
Anadolu’da oluşan ve Oğuz<br />
Türkçesi’ne dayalı yazı dili, esas<br />
olarak Türkçeden başka dil bilmeyen<br />
Anadolu beylerinin teşvik<br />
ve destekleri sonucunda gelişmiş<br />
ve 13. yüzyıldan bugüne kesintisiz<br />
süren bir yazı dili olmuştur.<br />
Osmanlı’nın çöküş döneminde<br />
devlet eliyle kurulan birkaç yükseköğretim<br />
kurumunda Arapça<br />
ve Farsça’nın dışında yabancı dillerle<br />
(özellikle Fransızca ile) öğretim<br />
yapılmaya başlanmış ve bu<br />
durum; kutsalın dilinin hayatın<br />
bir alanından uzaklaştırılması,<br />
yeni yönelinen medeniyet dairesinin<br />
temsilcisi kabul edilen bir<br />
dile kutsalın dili karşısında imtiyaz<br />
tanınması anlamına gelmektedir.<br />
Bu durumu, mağlup olmuş<br />
bir medeniyetin mensuplarının<br />
galip medeniyete yönelmeleri<br />
olarak değerlendirmek de mümkündür.<br />
Osmanlı’nın son döneminde<br />
asıl büyük tehlike, yabancı dillerle<br />
eğitim ve öğretim yapan<br />
yabancıların kurduğu okullardan<br />
kaynaklanmıştır. Müslüman<br />
olmayan azınlıkların yoğun ilgi<br />
gösterdiği bu okullar yalnızca<br />
öğretim yapmamış, tam anlamıyla<br />
eğitim de yapmışlar ve<br />
azınlıklardaki milli bilinci geliştirip<br />
birtakım hedeflere yönlendirmişlerdir.<br />
Lozan’daki tartışma<br />
konularından birini teşkil eden<br />
bu okulların birkaçı hariç, büyük<br />
çoğunluğu, devletin yeni yöneticileri<br />
tarafından kapatılmıştır.<br />
Cumhuriyet’in temel dayanaklarından<br />
birini oluşturan Türkleşmenin<br />
ana kaynağı dil olarak<br />
görülmüş ve kurucu kadro; bir<br />
yandan Türkçenin eğitim ve<br />
öğretim dili olarak tam hâkim<br />
olmasını sağlamaya çalışırken,<br />
www.turkegitimsen.org.tr<br />
13
Makale<br />
Öğretim dilinin<br />
yabancılaştırılması<br />
orta ve yükseköğretim<br />
kurumlarında gittikçe<br />
yaygınlaştırılmıştır.<br />
1950’li yıllarda orta<br />
öğretimde başlayan<br />
yabancı dille<br />
öğretim, 60’lı yıllarda<br />
yükseköğretime de<br />
sıçramış ve yapılan<br />
propagandalarla yabancı<br />
dille öğretim kaliteli<br />
öğretimle eşanlamlı<br />
gibi anlaşılır olmuştur.<br />
Milyonlarca öğrenci<br />
içerisinden seçilen en<br />
zeki öğrencilerin gittiği<br />
yabancı dille öğrenim<br />
yapan bu okulların<br />
başarısının temelinde,<br />
yabancı dille öğretim<br />
mi, yoksa bu seçkin<br />
öğrencilerin zekâsının mı<br />
etkili olduğu, ayrıca bu<br />
öğrencilerin ana dilleriyle<br />
öğrenim görmeleri<br />
durumunda daha başarılı<br />
olup olamayacakları<br />
hiç tartışma konusu<br />
yapılmamıştır.<br />
diğer yandan da çok önceleri<br />
başlayan ve epeyce mesafe alınan<br />
yazı dilinin sadeleştirilmesi için<br />
tedbirler almışlar ve bunu da büyük<br />
oranda başarmışlardır.<br />
Türkiye Cumhuriyet’inin<br />
kuruluş senedi olan Lozan<br />
Antlaşması’nın ülkedeki bazı<br />
azınlık okullarıyla ilgili şu bölümü<br />
dikkat çekicidir: “… Nitekim<br />
bundan üç hafta önce, İstanbul<br />
Vilâyeti makamları, Müttefik<br />
eğitim kurumlarına (okullarına)<br />
gönderdikleri bir genelgede, Türk<br />
dili, Türk tarihi ve Türkiye coğrafyası<br />
okutmak üzere, üç Türk<br />
öğretmen kullanmalarını buyurmuşlardır.<br />
Bu buyuru, özellikle<br />
can sıkıcı bir niteliktedir; çünkü bu<br />
kurumlar, öğrencilerine Türk dilini<br />
öğretmekten bir an geri kalmamışlardır-<br />
bu da kaldı ki, doğaldır;<br />
fakat onları, kamu makamlarınca<br />
atanmış öğretmenler kullanmaya<br />
zorlamakla; bu öğretmenlere<br />
verilecek ücreti saptamakla; bu<br />
kurumları öğretimlerini Türkçe<br />
yapmak zorunda bırakmakla,<br />
okulların işleyişine çok ciddi engeller<br />
çıkartılmış olduğu da gerçektir.”<br />
İngiliz temsilci M. Ryan’ın<br />
bu konuşmasına İsmet Paşa; “Yabancı<br />
kurumların varlığını kabul<br />
etmekle, Türkiye’nin Müttefik<br />
Devletlere çok büyük bir ödünde<br />
(tavizde) bulunulmakta olduğunu<br />
belirtti. Türkiye, uluslararası bir<br />
sözleşmeye bu konuda bir hüküm<br />
konulmasını karşılığı ne olursa<br />
olsun- kabul edemez.” diye tepki<br />
göstermiştir (Meray, 2001, 6. C.<br />
S. 46, 47). Burada tartışılan mesele<br />
her ne kadar ülke içerisindeki<br />
yabancı okullarıyla ilgiliyse de<br />
konuyla ilgili tutumu göstermesi<br />
bakımından önemlidir.<br />
Kuruluş ve yapılanma döneminde<br />
Devlet, dil konusunda<br />
oldukça hassas davranmış, ancak<br />
aydınların ve devlet yöneticilerinin<br />
milli heyecanı, zaman<br />
içerisinde bütün amaçlara ulaşılmışçasına<br />
başka alanlara evirilmeye<br />
başlamış ve yeni devletin<br />
birtakım iddialarla kurduğu bazı<br />
okullardan başlayarak öğretim<br />
dili değişikliğine gidilmiştir.<br />
Özellikle bu okullardan başlanılması<br />
adeta birtakım güçlerin<br />
kurucu iradeyle hesaplaşması gibidir.<br />
Öğretim dilinin yabancılaştırılması<br />
orta ve yükseköğretim<br />
kurumlarında gittikçe yaygınlaştırılmıştır.<br />
1950’li yıllarda orta<br />
öğretimde başlayan yabancı dille<br />
öğretim, 60’lı yıllarda yükseköğretime<br />
de sıçramış ve yapılan<br />
propagandalarla yabancı dille<br />
öğretim kaliteli öğretimle eşanlamlı<br />
gibi anlaşılır olmuştur. Milyonlarca<br />
öğrenci içerisinden seçilen<br />
en zeki öğrencilerin gittiği<br />
yabancı dille öğrenim yapan bu<br />
okulların başarısının temelinde,<br />
yabancı dille öğretim mi, yoksa<br />
bu seçkin öğrencilerin zekâsının<br />
mı etkili olduğu, ayrıca bu öğrencilerin<br />
ana dilleriyle öğrenim görmeleri<br />
durumunda daha başarılı<br />
olup olamayacakları hiç tartışma<br />
konusu yapılmamıştır. Hâlbuki<br />
bir ya da daha fazla yabancı dili<br />
çok rahat öğrenebilecek seviyede<br />
olan ve de hem ülkenin, hem<br />
de kendilerinin ihtiyaçları için<br />
öğrenmeleri gereken bu öğrencilere<br />
alan derslerini yabancı dille<br />
okutmak gibi bir garabet devlet<br />
tarafından dayatılmış ve esasen<br />
kanunlar ve Anayasa karşısında<br />
suç işlenmiştir. Bu uygulamada<br />
eğer kasıt yoksa amaç ile araç<br />
birbirine karışmıştır. Yabancı dil<br />
bilme, insanların dünyanın farklı<br />
yerlerinde ortaya çıkan birikimlere,<br />
şahıs veya toplum için yararlanmak<br />
üzere ulaşma aracıdır.<br />
Ancak Türkiye’deki eğitimin asıl<br />
amacı, yabancı dili öğrenmek haline<br />
getirilmiş ve belirtildiği üzere<br />
araç, amacın yerine çıkartılmış<br />
ve asıl amaç dikkate alınmaz olduktan<br />
başka seçkin zeki öğrencilerin<br />
zekaları köreltilmiştir.<br />
Yüksek Öğretim Kurumu’nun<br />
yabancı dil konusundaki tutumunu<br />
anlatacak bir tabir, henüz Türkçenin<br />
söz dağarcığında yoktur.<br />
Aslında yabancı dil denildiğinde<br />
çoğulluk söz konusu edilmektedir,<br />
ancak Türkiye’de yaşayan hemen<br />
herkes, bilhassa aydınlar ve YÖK<br />
yabancı dil denildiğinde İngilizceyi<br />
anlamakta ve diğer dillere hiç<br />
ihtiyaç olmadığı ya da olmayacağı<br />
gibi bir anlayış yerleştirilmeye çalışılmaktadır.<br />
14<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
Türkiye’nin, gerek devlet olsun<br />
gerekse vakıf olsun, yükseköğretim<br />
kurumlarının hemen hepsi<br />
İngilizce eğitim yapmayı büyük<br />
bir amaç olarak önlerine koymuş<br />
ve ilk fırsatta da bu amaçlarını<br />
gerçekleştirmişler, bunu yapamayanlar<br />
ise büyük bir eziklik<br />
duygusu içerisinde ikinci sınıflığı<br />
kabullenmişler, adeta Allah’ın<br />
bunu kendilerine de nasip etmesi<br />
için dua eder duruma gelmişlerdir.<br />
Yabancı dille yani İngilizce ile<br />
eğitime karşı çıkanlar ise, başta<br />
çağdaşlık ve ilericilik olmak üzere<br />
bütün zamane kutsallarının<br />
karşıtı olarak görülmekte ve gösterilmektedirler.<br />
Bilindiği üzere bazı vakıf üniversiteleri<br />
ideolojik ya da muhafazakar<br />
gruplara aittir. Hemen<br />
hiçbir konuda bir araya gelemeyen<br />
bu grupların buluşma noktasının<br />
İngilizce ile eğitim yapmak<br />
olması, oldukça dikkat çekici ve<br />
üzerinde düşünülmesi gereken<br />
bir başka husustur. Bu üniversitelerin<br />
reklamlarının en başta gelen<br />
unsurunun Türkçe dışında hangi<br />
dille eğitim yaptıkları olması ve<br />
bunun da rağbet görmesi, konuya<br />
toplumun bakışını göstermek<br />
bakımından ayrıca dikkate değer<br />
bir durumdur.<br />
Bünyesinde yabancı dille öğretim<br />
yapılan üniversiteler ve bölümleri<br />
şimdilik (2011 ÖSS kılavuzuna<br />
göre) şöyledir:<br />
Abant İzzet Baysal Ü. 4 Bölüm<br />
Acıbadem Ü. 1 Fakülte (Tıp)<br />
Afyon Kocatepe Ü. 1 Bölüm<br />
Anadolu Ü. 6 Bölüm<br />
Ankara Ü. 2 Bölüm<br />
Atatürk Ü. 1 Fakülte (Tıp)<br />
Atılım Ü. 22 Bölüm<br />
Bahçeşehir Ü. 28 Bölüm<br />
Beykent Ü. 2 Bölüm<br />
Bilkent Ü. 29 Bölüm<br />
Bilkent Üniversitesi’nde eğitim-öğretim<br />
dili İngilizcedir.<br />
Bazı eğitim programları İngilizce-Türkçe<br />
olmak üzere iki dilde<br />
eğitim veya birden çok yabancı<br />
dilde eğitim yapabilir.<br />
Boğaziçi Ü. 32 Bölüm<br />
Çağ Ü. 7 Bölüm<br />
Çankaya Ü. 14 Bölüm<br />
Çukurova Ü. 6 Bölüm<br />
Doğuş Ü. 15 Bölüm<br />
Dokuz Eylül Ü. 10 Bölüm<br />
Osmangazi Ü. 1 Bölüm<br />
Fatih Sultan Mehmet Ü. 1<br />
Fakülte (İslami İlimler Fakültesi<br />
- Arapça)<br />
Fatih Ü. 19 Bölüm<br />
Galatasaray Ü. 12 Bölüm<br />
Galatasaray Üniversitesi öğretim<br />
dili Fransızca olan bir devlet<br />
üniversitesidir.<br />
Gazi Ü. 2 Fakülte<br />
Gaziantep Ü. 9 Bölüm<br />
Gazikent Ü. 3 Bölüm<br />
Gediz Ü. 7 Bölüm<br />
Hacettepe Ü. 4 Bölüm Almanca<br />
(Biyoloji Öğretmenliği, Fizik<br />
Öğretmenliği, Kimya Öğretmenliği,<br />
Matematik Öğretmenliği) 10<br />
Bölüm İngilizce<br />
Haliç Ü. 1 Bölüm<br />
Işık Ü. 19 Bölüm<br />
İnönü Ü. 1 Fakülte (Tıp)<br />
İstanbul Arel Ü. 7 Bölüm<br />
İstanbul Aydın Ü. 7 Bölüm<br />
İstanbul Bilgi Ü. 32 Bölüm<br />
Kemerburgaz Ü. 8 Bölüm<br />
İstanbul Kültür Ü. 5 Bölüm<br />
Sabahattin Zaim Ü. 1 Bölüm<br />
İstanbul Şehir Ü. 10 Bölüm<br />
İstanbul Teknik Ü. 38 Bölüm<br />
İtü-Kktc Eğitim Araştırma<br />
Yerleşkesi Ü. 3 Bölüm<br />
İstanbul Ticaret Ü. 2 Bölüm<br />
İstanbul Ü. 2 Bölüm<br />
zmir Katip Çelebi Ü. 9 Bölüm<br />
İzmir Yük. Tek.Ens.11 Bölüm<br />
Karabük Ü. 3 Bölüm<br />
Koç Ü. 19 Bölüm<br />
Kto Karatay Ü. 3 Bölüm<br />
Maltepe Ü. 10 Bölüm<br />
Marmara Ü. 15 Bölüm İngilizce,<br />
2 Bölüm Almanca, 1 Bölüm<br />
Fransızca<br />
Melikşah Ü. 6 Bölüm<br />
Mevlana Ü. 3 Bölüm<br />
Muğla Ü. 5 Bölüm<br />
Okan Ü. 16 Bölüm<br />
Orta Doğu Teknik Ü. Öğretim<br />
Dili Bütünüyle İngilizce<br />
Özyeğin Ü. 10 Bölüm<br />
Pamukkale Ü. 3 Bölüm<br />
Piri Reis Ü. 3 Bölüm<br />
Sabancı Ü. Öğretim Dili Bütünüyle<br />
İngilizce<br />
Süleyman Şah Ü. 5 Bölüm<br />
Toros Ü. 8 Bölüm<br />
Turgut Özal Ü. 1 Bölüm<br />
Yalova Ü. 2 Bölüm<br />
Yaşar Ü. 15 Bölüm<br />
Yeditepe Ü. 33 Bölüm<br />
Yıldırım Beyazıt Ü. 9 Bölüm<br />
Zirve Ü. 2 Bölüm<br />
Yukarıda İngilizce dışındaki<br />
dillerle öğretim yapan bölümler<br />
ayrıca belirtilmiştir. Bu listenin<br />
bize gösterdiği bir başka şey de<br />
Türkiye’nin hemen her yöresinin<br />
İngilizce tarafından işgal edilmiş<br />
olduğudur. Dil eğer kültürün taşıyıcısı<br />
ise, eğitim dilinin İngilizce<br />
olduğu üniversitelerde İngiliz<br />
kültürü yaşatılıp geliştirilecek,<br />
Türk kültürü ise bu eğitim kurumlarından<br />
kovulacak demektir.<br />
Ayrıca zaman içerisinde bu<br />
tavır Türkçeyi değersizleştirecek<br />
ve ancak sokakta konuşulan, bilim<br />
kurumlarına giremeyen bir<br />
dil düzeyine indirecektir.<br />
Son söz; toplumlar ya da<br />
milletler ürettiklerini dilleriyle<br />
biriktirirler ve gelecek kuşaklarına<br />
dilleriyle aktarırlar.<br />
Yukarıdaki liste bize, Türkçeyle<br />
ve Türk için değil, İngilizce ile ve<br />
İngiliz için biriktirmeye başladığımızı,<br />
hatta bu konuda epeyce<br />
mesafe aldığımızı göstermektedir.<br />
KAYNAK<br />
Lozan Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler,<br />
(Çev. Seha Meray),<br />
YKY yay., 3. Baskı, İstanbul,<br />
2001.<br />
www.turkegitimsen.org.tr<br />
15
Söyleşi<br />
AK PARTİ AMASYA MİLLETVEKİLİ<br />
Prof. Dr. Naci BOSTANCI :<br />
‘‘ Devlet marifetiyle değil ama özel girişim şeklinde farklı dillerde<br />
eğitim olabilir. ’’<br />
Söyleşi MeltemYALÇINKAYA<br />
16<br />
Eğitimin Sesi<br />
Anayasa çalışmaları kapsamında<br />
anadilde eğitime yönelik<br />
tartışmalar devam etmektedir.<br />
Ana dilde eğitim toplumsal ve<br />
bilimsel olarak bir ihtiyaç mıdır<br />
Bu konudaki değerlendirmelerinizi<br />
öğrenebilir miyiz<br />
Anadilde eğitim tartışmaları<br />
modern zamanlarda gündeme<br />
gelen bir konudur. Daha önce<br />
siyasal iktidar hanedanlıklara aitken;<br />
grupların, kesimlerin, etnik<br />
kimliklerin kendi anadilleriyle<br />
eğitim yapmalarının bir hak olduğuna<br />
dair anlayış çok güçlü<br />
değildi. Çünkü siyasal ilişkiler<br />
hanedanlar tarafından kontrol<br />
ediliyordu. Modernleşmeyle birlikte<br />
iktidarın millete ait olması<br />
gerektiği anlayışı çerçevesinde<br />
milli devletler teşekkül edince,<br />
milli devletlerde egemen millete<br />
ait dilin aynı zamanda resmi dil,<br />
herkes tarafından öğrenilmesi<br />
gereken dil olarak tespiti söz<br />
konusudur ve milli devletler bu<br />
çerçevede bir anlayışla 19 ve 20.<br />
yüzyıllarda eğitim alanını düzenlemişlerdir.<br />
Fakat 20. yüzyılın<br />
özellikle ortalarından sonra<br />
geçmişte yaşanan kimi problemler<br />
daha fazla su yüzüne çıkmış,<br />
hukukun evrenselleşmesi ve insan<br />
haklarına ilişkin normların<br />
ulusal egemenlik sınırlarını aşkın<br />
bir biçimde küresel bir nitelik kazanması<br />
milli devletlerin üzerinde<br />
de etkili olmuştur.
Söyleşi<br />
Mesele şudur: 19. yüzyılda ileri<br />
sürülen her millete bir devlet<br />
veya her devlete bir millet formülü<br />
tutmamıştır. Çünkü insanlar<br />
yeryüzünde farklı ülkelere<br />
dağılmış vaziyettedir. Dolayısıyla<br />
aynı ülkenin içerisinde kendisini<br />
farklı bir kimlik üzerinden gören,<br />
iktidar ilişkileri millete ait olduğunda<br />
da kendisinde de böyle bir<br />
hak olması gerektiğini varsayan<br />
daha alt gruplar ve farklı kesimler<br />
anadille eğitim meselesini<br />
hem iktidarla ilişkileri açısından<br />
önemli hem de kendi kimliklerini,<br />
varlıklarını ve bütünlüklerini<br />
koruma bakımından hayati görmüşlerdir.<br />
O yüzden anadilde<br />
eğitim meselesi Avrupa’da ya da<br />
başka ülkelerde gündeme gelmiştir.<br />
Ana dilde eğitim Türkiye’de de<br />
Kürt meselesi çerçevesinde sık<br />
sık tartışılan bir konu olmuştur.<br />
Meselenin akademik yanı politik<br />
ve normatif tartışmalardan<br />
bağımsız değildir. Meselenin<br />
politik tarafı da vardır. Politik<br />
tarafı derken bir toplumda kimi<br />
kararları verirken ne ölçüde halk<br />
desteği bulacağı ya da ne ölçüde<br />
bir blokajla karşılaşacağı meselesidir.<br />
Eğer demokrasi olmasa<br />
azınlık bir etnik grup kendi bildiği<br />
doğruları uygulamakta daha<br />
serbest olabilir. Fakat demokrasi<br />
söz konusu ise o ülkedeki bütün<br />
seçmenler, bütün insanlar her<br />
türlü hak ve hukuk üzerinde etkilidir<br />
ve onların tutumları yasal<br />
sonuç doğurur. Buradaki bir başka<br />
mesele de insan haklarına ilişkin<br />
alanların demokratik oylama<br />
marifetiyle tayin edilemeyeceği<br />
kararlardır, kanaatlerdir. Bu da<br />
çok doğrudur; ama bunlar hep<br />
gelinen noktalardır. Türkiye’de de<br />
Kürt meselesi etrafında yapılan<br />
tartışmalar kolektif haklar çerçevesinde<br />
kendi anadiliyle eğitim<br />
yapması meselesi gibi konuları<br />
da içermeye başlamıştır. Bu çer-<br />
Şahsi kanaatim devlet<br />
marifetiyle değil ama<br />
özel girişim şeklinde<br />
farklı dillerde eğitim<br />
olabilecektir.<br />
Eğer istenirse Kürtçe<br />
eğitim verecek birtakım<br />
kurumlar da özel girişim<br />
marifetiyle kurulabilir.<br />
Müfredat yine devletin<br />
müfredatı olmak<br />
kaydıyla yapılabilir diye<br />
düşünüyorum.<br />
çevede devlet TRT ŞEŞ adı altında<br />
bir televizyon kanalı kurmuştur.<br />
Kürtçe bütünüyle yasakken,<br />
yazılı hiçbir eser Kürtçe olarak<br />
basılamazken son zamanlarda<br />
Kürtçe dergiler çıkmakta, Kürtçe<br />
kitaplar basılabilmektedir. Yani<br />
Türkiye’nin yaşadığı tartışma ve<br />
Kürt meselesi problemi çerçevesinde<br />
içine girdiğimiz süreç<br />
esasen Kürtçenin belli alanlarda<br />
daha duyulur bir şekilde ortaya<br />
çıkmasını temin etmiştir. Kürt<br />
meselesinin varlığının devlet yetkilileri<br />
tarafından teyit edilmesinin<br />
tarihi de aşağı yukarı 20 yıldır.<br />
Ondan önce böyle bir anlayış,<br />
böyle bir paradigma yöneticiler<br />
nezdinde mevcut değildi. Bugün<br />
bu tartışma halen varlığını sürdürüyor.<br />
İşin akademik ve politik taraflarını<br />
az önce söyledik. Benim<br />
kanaatim esasen kolektif haklara<br />
ilişkin tartışmaların sürekli problem<br />
doğurma niteliği taşıdığıdır.<br />
Bir demokratik devlette birey<br />
hakları esaslı bir yaklaşımın, kişisel<br />
haklar üzerine kurulu bir yaklaşımın<br />
elemine olması gerektiğidir.<br />
Çünkü kolektif kimliklere<br />
ilişkin tartışmalar önemli ölçüde<br />
hayali bir alan oluştururlar ve<br />
kimliklerin hatırlandığı bir zeminde<br />
kimliklerin birbirine karşı<br />
husumet içinde oldukları yerlerde<br />
çok derin problemler doğururlar.<br />
Esasen bizim modern<br />
dünyada kimlikleri hatırlamaktan<br />
ziyade unutmaya ihtiyacımız<br />
vardır. Kimliklerin hatırlandığı<br />
bir zemin iyi bir zemin değildir.<br />
Unutma derken; her kimse,<br />
neyse, orada kalmalı; ama sürekli<br />
gündelik hayatın içerisinde<br />
kimliklerini hatırladığı ve bu çerçevede<br />
yapılıp edilenleri kimlik<br />
perspektifinden değerlendirdiği<br />
bir durumu kast ediyorum.<br />
Ne yazık ki, Türkiye 1984’ten<br />
bu yana yaşadığı terör dolayısıyla<br />
Kürt meselesini de insan<br />
hakları temelinde, toplumsal<br />
mutabakat temelinde tartışma<br />
imkânı bulamamıştır. Esasen dile<br />
ilişkin eğitim ne olacak Bunun<br />
müzakere edilme zemini de bu<br />
çerçevede önemli ölçüde kaybetmiştir.<br />
Benim kanaatim öncelikle<br />
Türkiye’de terörün bittiği bir<br />
ortamı tesis etmektir. Böyle bir<br />
ortam içersinde biz, bu tür konuları<br />
daha olağan, siyasetin ve<br />
insan haklarının temel değerleri<br />
etrafında tartışma imkânını bulabiliriz.<br />
Bugün yaşadığımız terör<br />
bu meseleleri bizim rasyonel<br />
bir şekilde muhakeme etmemize<br />
mani olmaktadır. Ümit ederim<br />
ki, Türkiye böyle bir döneme girer<br />
ve bu çerçevede her tür toplumsal<br />
talebin siyasette serbestçe<br />
müzakere edildiği ve evrensel insan<br />
haklarına yönelik kararların<br />
alındığı bir zemin teşekkül eder.<br />
Şu anda böyle bir zemin imkânı<br />
çok göremiyorum; ama şahsi kanaatim<br />
devlet marifetiyle değil<br />
ama özel girişim şeklinde farklı<br />
dillerde eğitim olabilecektir.<br />
Nitekim İngilizce eğitim veren<br />
kurumlar vardır. Eğer istenirse<br />
Kürtçe eğitim verecek birtakım<br />
kurumlar da özel girişim marifetiyle<br />
kurulabilir. Müfredat yine<br />
devletin müfredatı olmak kaydıyla<br />
yapılabilir diye düşünüyo-<br />
www.turkegitimsen.org.tr 17
Söyleşi<br />
rum. Bu benim şahsi kanaatim.<br />
Ama benim bu şahsi düşüncemin<br />
siyasal bir anlam ve değer<br />
kazanabilmesi için Türkiye’deki<br />
toplumsal ve politik ortamın<br />
bu tür müzakereleri tartışmaya<br />
elverişli olması gerekir. Bu elverişlilik<br />
yoksa söyleyeceğiniz her<br />
şey, ortaya koyacağınız her karar<br />
problemli olacaktır. Şimdi benim<br />
bu söylediğim kanaat de aslında<br />
kamuoyu tarafından problemli<br />
karşılanabilecek bir kanaat.<br />
Kimi insanlar diyebilir ki; ‘Tek<br />
bir resmi dil vardır. Eğitim onun<br />
üzerinden olur’. Kimileri diyebilir<br />
ki; ‘Devlet aynı devlet, Kürtçe<br />
de kamu marifetiyle eğitim verilebilir<br />
hale getirilmelidir’. Biz<br />
bunları dile ilişkin soğukkanlı<br />
bir tartışma üzerinden yürütme<br />
imkânından mahrumuz. Benim<br />
temennim öncelikle bu ortamın<br />
tesis edilmesidir. Ümit ederim<br />
ki; bu ortam tesis edildiğinde çok<br />
daha makul, gerçekten insanların<br />
ne istediğine ilişkin, bir takım<br />
Kürtçe marifetiyle<br />
eğitim yapma talebinin<br />
ne ölçüde karşılığının<br />
olduğunu da bilmiyoruz.<br />
Bugünkü gündeme gelen<br />
bu tartışma daha çok<br />
politik tartışmaların bir<br />
parçası olarak şekilleniyor.<br />
Bir eğitim talebi şeklinde<br />
olup olmadığını<br />
konuşabileceğimiz bir<br />
zemin yok.<br />
taleplerin ne ölçüde halk temelli<br />
olduğunu görebileceğimiz şeffaf<br />
bir tartışmayla bu konularda karara<br />
varırız. Esasen Kürtçe marifetiyle<br />
eğitim yapma talebinin ne<br />
ölçüde karşılığının olduğunu da<br />
bilmiyoruz. Bugünkü gündeme<br />
gelen bu tartışma daha çok politik<br />
tartışmaların bir parçası olarak<br />
şekilleniyor. Bir eğitim talebi<br />
şeklinde olup olmadığını konuşabileceğimiz<br />
bir zemin yok.<br />
İnsanlar daha çok uluslararası<br />
dünyaya açılacak tarzda bir eğitim<br />
donanımı istiyorlar. Eminim<br />
ki etnik köken ne olursa olsun,<br />
bugünün dünyasında insanlar<br />
öncelikle İngilizce bilmeye çok<br />
daha önem veriyorlar. Bunun da<br />
anlaşılır bir yanı var. Küreselleşen<br />
bir dünyada başka insanlarla<br />
ve kültürlerle bağ kurabileceğimiz<br />
ortak dil meselesi mühim. O<br />
yüzden Kürtçe marifetiyle eğitim<br />
yapmak talebinin karşılığı nedir<br />
Bunu bilmekten mahrumuz.<br />
Bunu bilmemiz siyasal kararların<br />
alınabilmesi için çok önemlidir.<br />
Ama ben kişisel olarak durduğum<br />
yer olarak söylüyorum, bir<br />
özel girişim şeklinde bu eğitimler<br />
yapılabilir. Talep varsa insanlar<br />
bu okullarda okurlar. Talep yoksa<br />
o zaman da yapacak bir şey yok<br />
demektir. Esasında Kürt meselesinin<br />
çözümü konusunda Türkiye<br />
önemli adımlar da atmıştır.<br />
Bugün terörü çeşitli nedenlerle<br />
kaçınılmaz gören insanların da<br />
gerekçelerinin elinden alındığı<br />
bir Türkiye vardır. Buna dikkat<br />
etmek gerekir. Türkiye’nin geçmişine<br />
bakarak şiddet üzerinden<br />
18<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
bu yolu çözebilmeye devam etmek<br />
Türkiye’nin geleceğine yazık<br />
etmek demektir. Herkesin bunda<br />
sorumluluğu vardır. O çerçevede<br />
bir bakışın herkesin yararına olacağını<br />
düşünüyorum.<br />
Size göre dil toplumu bütünleştiren<br />
bir unsur mudur Bu<br />
noktada yeni Anayasa’da ana<br />
dilde eğitim talebi yer alırsa bunun<br />
sosyolojik olarak sonuçları<br />
ne olur Öte yandan dilde bir<br />
çözülme başlar mı, milli birlik ve<br />
bütünlüğümüz zarar görür mü,<br />
Türkçe nasıl etkilenir<br />
Anayasa’da nelerin yer alacağını<br />
henüz bilmiyoruz. Onun üzerine<br />
konuşmak çok doğru olmaz.<br />
Bu tartışmayı zaten komisyonun<br />
kendisi yapıyor. Bir toplumsal<br />
mutabakatın arkasında çok çeşitli<br />
unsurlar vardır. En temel unsur<br />
esasen ortak bir adalet duygusudur.<br />
İnsanlar herkesi kuşatan bir<br />
adalet duygusunun varlığında<br />
ortak bir kanaate sahip olurlarsa<br />
birlikte yaşama bakımından o<br />
ortak iradeyi daha da güçlendirecek<br />
bir havayı birlikte solurlar.<br />
Adaletin yanı sıra kültürel, toplumsal<br />
normlara ilişkin ortaklıklar<br />
son derece önemlidir. Toplumsal<br />
mutabakat dediğimizde<br />
bunu yaşanan zamana göre sürekli<br />
güncellenen bir mutabakat<br />
olduğunu unutmamak gerekir.<br />
Geleneksel dünyadaki toplumsal<br />
mutabakatla modernleşen, şehirleşen,<br />
hayatı farklılaşan, çoğullaşan,<br />
farklı fikir gerçeklikleriyle<br />
yüzleşen bir toplumun mutabakat<br />
anlayışının benzer olması düşünülemez.<br />
Mesela şehirler daha<br />
kozmopolit yerlerdir. Bu nedenle<br />
şehirlerde toplumsal mutabakat<br />
herkesin kendi anlayışına, hayat<br />
tarzına saygı göstermekten<br />
geçer. Ama köydeki toplumsal<br />
mutabakat ‘Hepimiz biriz. Aynı<br />
şekilde davranmalıyız. Sosyal<br />
normlar egemen olmalıdır’ şeklindedir.<br />
Dolayısıyla toplumsal<br />
mutabakatın sadece bire indirgemenin<br />
biraz kolaycılık olduğunu<br />
düşünmüyorum. Çok başka faktörlerle<br />
desteklenmesi gerekir.<br />
Adalet duygusuyla, ekonomik<br />
entegrasyonla, kültürel pratiklerle<br />
Türkiye’nin bu açıdan problemi<br />
olduğunu düşünmüyorum.<br />
Farklı etnik kökenden gelen insanların<br />
çok uzun yıllar, asırlara<br />
dayalı ortak bir tecrübesi söz konusu.<br />
Modernleşme bu tecrübeyi<br />
daha da tahkim etmiştir. Hukuk<br />
devleti, demokrasi ve özgürlükler<br />
diyoruz. Çok sık karşılaştığımız<br />
kavramlar bunlar. Çok sık<br />
karşılaşmamız aslında farklı kesimlerin<br />
bu kavramları ne kadar<br />
önemsediğini gösteriyor. Dolayısıyla<br />
bu kavramların da çok<br />
temel olduğunu düşünmüyorum.<br />
İnsanların meşruiyet normları<br />
çerçevesinde haklarını arayabildiği,<br />
siyasi mücadelelerini sürdürebildiği<br />
bir toplumda toplumsal<br />
mutabakat bakımından çok<br />
anlamlı bir durumda demektir.<br />
Bizim özellikle bunlar üzerinde<br />
vurgu yapmamız gerekir.<br />
Diller esasen yasalarla<br />
korunmaz.<br />
Dilleri koruyan<br />
o ülkedeki<br />
okuryazarlardır,<br />
onların üretimidir.<br />
Eğer bir dil artık<br />
yasayla korunmaya<br />
başlanıyor ise<br />
‘vah o dilin haline’ derler.<br />
Bu meydan okuyucu<br />
bir güce karşı kendi<br />
diline ilişkin asli gücüne<br />
güvenemeyen bir<br />
aklın hukuktan yardım<br />
istemesine benzer.<br />
Sayın Başbakan Erdoğan<br />
son açıklamasında tek devlet,<br />
tek millet ve tek bayrak demişti.<br />
Fakat bu konuşmasında tek<br />
dil vurgusu yapmamıştı. Sizce<br />
bunun nedeni nedir ve Sayın<br />
Başbakan’ın açıklaması yeni<br />
Anayasa’da dil konusunda bir<br />
ipucu veriyor mu<br />
Burada dile ilişkin bir opsiyon,<br />
bir açıklık olarak okunabilir<br />
mi Doğrusu ben öyle düşünmüyorum.<br />
Çünkü yeteri kadar<br />
bir toplumsal tartışma ortamı<br />
olmaksızın Sayın Başbakan’ın<br />
hayli gerilimli bu konuya ilişkin<br />
bir politik tavır içinde olduğunu<br />
ben görmedim. Şu anda Anayasa<br />
Komisyonu çalışmalarını<br />
sürdürüyor. Toplumda da bahsettiğimiz<br />
konu yine müzakere<br />
ediliyor. Sonuçta bir arada yaşamak,<br />
birbirimize saygı göstermek<br />
durumundayız. Geçmişten geleceğe<br />
doğru bir akışın içindeyiz.<br />
Birtakım şartların değiştiğini<br />
görüyoruz. İnsanların birbirine<br />
karşı muameleleri değişiyor. Çok<br />
da acı çektik. Yeni acılar çekmeyeceğimiz,<br />
herkesin tabiri caizse<br />
şapkasını önüne koyup düşündüğü<br />
bir Türkiye en gelişmiş<br />
Türkiye’dir. Sayın Başbakan’ın<br />
Türkiye’nin birliği ve dirliği konusunda<br />
çok altı çizilen bir duruşu<br />
söz konusudur. Anayasa<br />
tartışmalarında müzakerelerin<br />
alacağı şekil bu konulara ilişkin<br />
bir açıklık kazandıracaktır.<br />
Başbakan Erdoğan son dönemde<br />
çok sayıda alışveriş<br />
merkezi ve konut inşaatında<br />
yabancı kelimeler kullanıldığını<br />
belirterek, yatırımcılara Türkçe<br />
isimler vermeleri konusunda<br />
uyarıda bulunmuştu. Erdoğan,<br />
“Yeni inşa edilen konut ve işyerlerinde<br />
Towers gibi mall gibi kelime<br />
ve kavramların tamamının<br />
Türkçede aslında güzel karşılıkları<br />
var. Türkçe yüz milyonlarca<br />
www.turkegitimsen.org.tr 19
Söyleşi<br />
insan tarafından konuşuluyor.<br />
İstanbul Türkçesi ülkemizin artan<br />
dış ticaretine paralel olarak,<br />
yatırımcılarımızdan Türkçe<br />
hassasiyetini görmek istediğimizi<br />
özellikle vurgulamak istiyorum.<br />
İstanbul küresel bir şehir<br />
uluslar arası bir markadır ama<br />
burada en zor haliyle Türkçeleşmiş<br />
Türkçeyi benimsersek çok<br />
önemli bir adım atmış oluruz”<br />
demişti. Bu kapsamda Türkçemizin<br />
korunması ve geliştirilmesi<br />
için yeni Anayasa’da hükümler<br />
yer almalı mıdır<br />
Diller esasen yasalarla korunmaz.<br />
Dilleri koruyan o ülkedeki<br />
okuryazarlardır, onların üretimidir.<br />
Eğer bir dil artık yasayla<br />
korunmaya başlanıyor ise ‘vah o<br />
dilin haline’ derler. Bu meydan<br />
okuyucu bir güce karşı kendi<br />
diline ilişkin asli gücüne güvenemeyen<br />
bir aklın hukuktan yardım<br />
istemesine benzer. Oysaki<br />
eğer küresel ölçekte Türkiye’ye<br />
yönelik bir meydan okuma var<br />
ise yasal korunmayla değil; ama<br />
başka alanlarda desteklerle Türkçeyi<br />
desteklemek gerekir. Yani<br />
Yabancı dille eğitimin<br />
problemli olduğunu<br />
düşünüyorum.<br />
Türkçenin bir bilimsel<br />
dil olduğunu,<br />
üniversitelerde yetkin<br />
ve yeterli eğitim vermek<br />
bakımından<br />
Türkçenin önemli<br />
olduğunu, yabancı dille<br />
eğitim yapılmasının<br />
yanlış olduğunu<br />
düşünüyorum.<br />
yasal koruma yerine sanatı, edebiyatı,<br />
kültürü teşvik eden, bunun<br />
ortamını sağlayan, Türkçeyi<br />
teşvik eden bir yaklaşım esastır.<br />
Ak Parti’nin esasen 10 yıldır yaklaşımı<br />
böyledir. Belki belediyeler<br />
kendi alanlarında yabancı isim<br />
verilmesini engelleyici kararlar<br />
alabilirler. Nitekim ben birçok<br />
yerde yabancı isimlerin yanı sıra<br />
böyle otantik anlamlar taşıyan<br />
Türkçe kelimelerin bu tür alanlarda<br />
kullanıldığını, böylesine<br />
güçlü bir trendin olduğunu görüyorum.<br />
Serbest piyasa anlayışıyla<br />
dile ilişkin hassasiyetlerin geriliminde<br />
teşekkül eden bir durum.<br />
Ama buradaki yaklaşımın daha<br />
sivil bir anlayış olması gerektiğini<br />
düşünüyorum. Şahsen ben<br />
yasal korumanın, ille de mahalli<br />
otoritelerce düzenlenebileceğini<br />
ama daha çok merkezi otoritenin<br />
dili teşvik eden ve gündelik kullanımını<br />
güçlendiren birtakım<br />
destekleyici hizmetlerle Türkçeyi<br />
güçlendirmesi gerektiği kanaatindeyim.<br />
Ülkemizde yabancı dille eğitim<br />
ve öğretim tartışılmaktadır.<br />
Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz<br />
Yabancı dil öğretimi okul<br />
öncesi eğitim kurumlarında da<br />
yapılmaktadır. Buna rağmen<br />
öğrenciler liseden mezun olduklarında<br />
yabancı dil açısından<br />
yetersizdir. Bu durum ülkemizdeki<br />
yabancı dil öğretim metotlarının<br />
gözden geçirilmesini<br />
gerektirmiyor mu Ülkemizdeki<br />
20<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
yabancı dil öğretimi, Türkçenin<br />
yabancı dillere karşı korunmasını<br />
ve bu konuda önlem alınmasını<br />
gerektiriyor mu<br />
2000’li yılların ortalarında<br />
YÖK Yasası’na ilişkin birtakım<br />
çalışmalar yapılıyordu. Ben de<br />
çalışmalara katılmıştım. O çalışmalarda<br />
bütün üniversitelerin<br />
rektörleri vardı. Onlarla konuşurken<br />
ortak bir kanaat olarak<br />
ifade ettikleri ve bir bakıma itiraf<br />
ettikleri şuydu: Yabancı dille<br />
eğitim bir pazar meselesidir. Yani<br />
bir eğitim meselesi olmadan önce<br />
bir pazar meselesidir. Yabancı<br />
dilde eğitime insanlar büyük talep<br />
gösteriyor. Biz de eğitimden<br />
daha çok bu toplumsal talebi karşılamak<br />
amaçlı yabancı dilde eğitim<br />
yapıyoruz. Bu vurgunun eğitimden<br />
piyasa ilişkilerine kaydığı<br />
anlamına gelir. Bireysel kayma<br />
söz konusudur. Benim akademisyenlik<br />
yaptığım yer Gazi Üniversitesi.<br />
Orada eğitim dili Türkçe.<br />
Zaman zaman yabancı dilde kısmen<br />
de olsa eğitim tartışmaları<br />
gündeme geliyor. Aynı zamanda<br />
yabancı dilde eğitim veren okullardan<br />
mezun olan çok sayıda<br />
öğrenci tanıdım. Onların ortak<br />
samimi, gayri resmi kanaatleri<br />
yabancı dilde eğitimin, eğitime<br />
ilişkin formasyonu tahkim etmediği,<br />
güçlendirmediği, belki yabancı<br />
dili öğrettiği; ama disipline<br />
ilişkin müktesebat bakımından<br />
yeterli ölçüde katkı sağlamadığı<br />
yönündedir. Bu yüzden yabancı<br />
dille eğitimin problemli olduğunu<br />
düşünüyorum. Türkçenin bir<br />
bilimsel dil olduğunu, üniversitelerde<br />
yetkin ve yeterli eğitim<br />
vermek bakımından Türkçenin<br />
önemli olduğunu, yabancı dille<br />
eğitim yapılmasının yanlış olduğunu<br />
düşünüyorum. Bir dilin<br />
yaşaması ve hayati önemini sürdürmesi<br />
bakımından da üniversitelerdeki<br />
eğitim dilinin Türkçe<br />
olması çok önemlidir. Çünkü çok<br />
Dil sadece bir<br />
iletişim aracı olarak<br />
düşünülemez.<br />
Dil bir varlığın kendisidir.<br />
Dil üzerinden hayal<br />
eder, dil üzerinden<br />
yaşar, dil üzerinden<br />
geçmişle bağ kurarız.<br />
Türkçenin bu nitelikleri<br />
dikkate alındığında<br />
dili yaşatmanın aynı<br />
zamanda bir kültürü, bir<br />
milleti, bir hayat tarzını,<br />
bu dünya içindeki bir<br />
gerçekle yaşatmak<br />
olduğunu anlamak<br />
gerekir.<br />
çeşitli projeksiyonlar dillere erişkin<br />
belli zamanlar tayin etmektedirler.<br />
Arkasındaki nüfus, ülkenin<br />
gelişmişlik düzeyi v.s. diller<br />
bakımından ve o dilleri konuşan<br />
topluluklar bakımından tehdit<br />
edici bir gelecek doğurmaktadır.<br />
Türkçe dünyada kullanılan diller<br />
arasında 5. yaygınlıkta olan bir<br />
dildir. Türkçenin böyle bir tehdit<br />
alması çok daha uzak bir tarihte<br />
gibi görülebilir; ama bu yeterli<br />
değildir. İnsanların böyle bir<br />
konuya bugünden gösterecekleri<br />
mukabele önemlidir. Eğer hep<br />
beraber İngilizce öğrenelim ve<br />
her şeyi İngilizce yapalım havasına<br />
girersek çok kısa zaman içersinde<br />
Türkçeyii böyle sokak dili<br />
olarak konuşmak, her tür seçkin<br />
zümrenin İngilizce konuştuğu,<br />
dolayısıyla Türkçenin kaybettiği<br />
bir geleceği kendi ellerimizle getirmiş<br />
oluruz. Bu, kendisini gerçekleştiren<br />
bir kehanet olur. Modernleşme<br />
süreçlerinde ülkelerde<br />
zaman zaman egemen yabancı<br />
dillere belirli bir ilgi gösterilmiştir.<br />
Mesela Rusya’nın modernleşmesinde<br />
19. yüzyılın ikinci yarısında<br />
saray çevresinde, burjuva<br />
sınıfı arasında Fransızca konuşmak<br />
moda olmuş, Rusça’ya sokak<br />
dili muamelesi yapılmıştır. Halen<br />
kimi Ruslar bundan şikâyetçidir.<br />
Ama Dostoyevski, Tolstoy, Çehov<br />
gibi büyük yazarların çıkmış<br />
olması Rusça’yı bir sokak dili<br />
olmaktan çıkartmıştır. İngilizce<br />
için Shakspeare neyse Rusça için<br />
de bu yazarlar böylesine anlamlı<br />
bir rol oynamıştır.<br />
Üniversitelerde; dilin yaşamasında<br />
ve modern zamanlarının<br />
ruhuna uygun bir nitelik kazanmasında,<br />
hayatı inceleyen gelişmelere<br />
yaşayan bir dil olarak<br />
mukabele etmesinde çok önemli<br />
bir dikkat söz konusu olmalıdır.<br />
Türkçe için bu dikkati gösterecekler,<br />
üniversite eğitiminin de<br />
Türkçe olmasına dikkat göstermelidirler.<br />
Diğer türlü peyderpey<br />
hayatın dışına çıkan ve nihayet<br />
gündelik kullanımdan düşen bir<br />
dil gerçeğiyle karşılaşabiliriz.<br />
Hepimiz şunu biliyoruz: Dil sadece<br />
bir iletişim aracı olarak düşünülemez.<br />
Dil bir varlığın kendisidir.<br />
Dil üzerinden hayal eder,<br />
dil üzerinden yaşar, dil üzerinden<br />
geçmişle bağ kurarız. Türkçenin<br />
bu nitelikleri dikkate alındığında<br />
dili yaşatmanın aynı zamanda<br />
bir kültürü, bir milleti, bir hayat<br />
tarzını, bu dünya içindeki bir<br />
gerçekle yaşatmak olduğunu anlamak<br />
gerekir. İngilizce düşünen<br />
ve İngilizce konuşan birisinin<br />
muhakkak hayatı da bir süre sonra<br />
daha farklı bir hayat olacaktır.<br />
O yüzden Türkçenin bu hayati<br />
önemle dikkate alarak davranmak<br />
gerektiği kanaatindeyim.<br />
www.turkegitimsen.org.tr 21
Söyleşi<br />
22<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
CHP Genel Başkan Yardımcısı<br />
Ankara Milletvekili<br />
Prof. Dr.<br />
<strong>Sen</strong>cer AYATA :<br />
‘‘Ulusal dil çok zenginleşmiş değilse, o ülkenin düşünce yetisi de,<br />
entellektüel birikimi de, sanatı da gelişemez.’’<br />
Söyleşi MeltemYALÇINKAYA<br />
Eğitim kurumlarında yabancı<br />
dil hayati bir öneme sahiptir.<br />
Öyle ki, neredeyse yabancı dil<br />
öğretimi anaokullarına kadar<br />
inmiş durumda. Ancak buna<br />
rağmen lise öğrenimi tamamlandıktan<br />
sonra dahi öğrencilerimiz<br />
yabancı dili asgari düzeyde<br />
de olsa kullanabilir duruma<br />
gelemiyorlar. Size göre bunun<br />
nedenleri neler olabilir Yeterli<br />
yabancı dil öğretimi için ne gibi<br />
tedbirler öneriyorsunuz<br />
Yabancı dilin iyi öğretilmesi<br />
için iyi yabancı dil öğretmeni<br />
olması lazım. Türkiye’de mevcut<br />
kurumlarımız iyi ve yeterli sayıda<br />
yabancı dil öğretmenini yetiştiremiyor.<br />
Temel sorun burada.<br />
Diğer yandan yabancı dil eğitiminin<br />
her bakımdan desteklenmesi,<br />
onu sağlayan bir okul ortamı<br />
lazım. O da yok. Çok zayıf.<br />
Ayrıca bu kültürel bir meseledir.<br />
İsveç’e ya da Hollanda’ya gittiğinizde<br />
liseden yeni mezun olanlar<br />
anadili gibi İngilizce konuşuyor.<br />
Fransızca bilgileri var; ama İngilizce<br />
konuşuyorlar. Bunda şunun<br />
da payı var: Çocuklar çok genç<br />
yaşta seyahat ediyorlar, okullar<br />
arası programlarda İngilizce ile<br />
tanışıyorlar ve diğer Avrupa ülkelerinden<br />
çocuklarla bir araya<br />
geliyorlar. Bu kültürel ortam da<br />
onların İngilizcelerini geliştirmelerini<br />
hızlandırıyor. Bizde bu faz-<br />
Eğitimin Sesi 23
Söyleşi<br />
la yok. Çünkü dil öğrenmek parayla<br />
ilgili olan bir boyut. Onun<br />
için de bizim yabancı dil yetimiz<br />
zayıf kalıyor.<br />
Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde<br />
30 sene öğretim üyeliği<br />
yapmış bir insan olarak söyleyebilirim<br />
ki; bizim öğrencilerimiz<br />
okuduğunu çok iyi anlar. Yazmasını<br />
da bir ölçüde geliştirir;<br />
fakat çok zor konuşur. Çünkü<br />
konuşma pratiği çok bulamaz.<br />
Oysa yabancı ülkelerde okullar<br />
konuşma atmosferini çok daha<br />
iyi yaratabiliyor. Bundan dolayı<br />
ODTÜ’de bile dördüncü senenin<br />
sonunda konuşma İngilizcesi o<br />
kadar gelişmemiş olur. Dinlemeyi<br />
çok iyi öğrenir, okumayı<br />
çok iyi öğrenir; ama konuşmada<br />
zorlanır. Hatta yazmada da biraz<br />
zorlanır. Türkiye’de sıkı yabancı<br />
dil eğitimi veren 5-6 üniversite<br />
var. Bazı üniversiteler yabancı<br />
dil eğitimi veriyor; ama yoğun<br />
şekilde derslerin yabancı dilde<br />
yapılmadığını biliyorum. Bu yetişmiş<br />
bir insan gücü meselesidir.<br />
Bugün dünyanın kültür mirası<br />
ortak hale geliyor ve insanlar sadece<br />
kendi bulundukları yörenin,<br />
çevrenin değil, daha büyük ulusal<br />
çevrenin de dışında diğer kültür<br />
ürünlerini merak ediyorlar, bunları<br />
öğrenmek istiyorlar. Televizyon,<br />
internet gibi olanaklar var.<br />
Bu durum dil öğrenmeyi daha<br />
da önemli hale getiriyor. Diğer<br />
taraftan her türlü mesleki iş birliğinde<br />
dil şart oluyor. Siz çalıştığınız<br />
kurum veya ülke olarak<br />
dünya ölçeğinde rekabet konumu<br />
yakalayacaksınız ve bunu ancak<br />
bir dili iyi bilen insanları yetiştirdiğiniz<br />
sürece başarabilirsiniz.<br />
Aksi halde çok zor oluyor.<br />
Yabancı dil ekonomik, kültürel<br />
açıdan çok önemlidir. Bir de şunu<br />
unutmayalım: İnsanlar artık çok<br />
hareketli. Yabancı dil hareketliliği<br />
artırıyor. Ben Türkçe konuştuğum<br />
zaman hiçbir zaman yabancı<br />
Ulusal dilin zenginliğinin<br />
bir ülke için çok önemli<br />
yönleri var. En iyi<br />
konuştuğumuz dilde<br />
duygularımızı paylaşırız<br />
ve bu çok önemli; ama<br />
eğer bir ülkede ulusal dil<br />
çok zenginleşmiş değilse,<br />
o ülkenin düşünce yetisi<br />
de, entelektüel birikimi<br />
de, sanatı da gelişemez.<br />
Bu nedenle ulusal dil çok<br />
vazgeçilmez bir öneme<br />
sahip.<br />
kelime kullanmamaya çok dikkat<br />
ederim. O özeni göstermemiz<br />
lazım. Ulusal dilin zenginliğinin<br />
bir ülke için çok önemli yönleri<br />
var. En iyi konuştuğumuz dilde<br />
duygularımızı paylaşırız ve bu<br />
çok önemli; ama eğer bir ülkede<br />
ulusal dil çok zenginleşmiş değilse,<br />
o ülkenin düşünce yetisi de,<br />
entelektüel birikimi de, sanatı da<br />
gelişemez. Bu nedenle ulusal dil<br />
çok vazgeçilmez bir öneme sahip.<br />
Birçok Avrupa ülkesi ‘ekonomik<br />
ve kültürel zorunluluktur’<br />
diyerek yabancı dile çok önem<br />
veriyor; ama aynı anda kendi ulusal<br />
dilini de korumaya çok büyük<br />
önem veriyor. 10-12 sene kadar<br />
önce İsveç’te bir toplantıya davet<br />
edilmiştim. Toplantının konusu<br />
dillerdi. Bizim gibi Hollanda’nın,<br />
İsveç’in şikayetleri vardı. İsveçlilerin<br />
özellikle şikâyetleri vardı.<br />
‘İsveç dilini korumamız lazım’ diyorlardı.<br />
O zaman da Avrupa’ya<br />
yeni giren ülkeler vardı. Amaç<br />
küçük dillerin korunmasıydı.<br />
Küçük dilden kasıtları alt diller<br />
mi baktım. Ulusal dillermiş.<br />
Niye Çünkü onlar küçük ülkeler.<br />
Bizde ise sadece ülkemizde<br />
75 milyon kişi Türkçe konuşuyor.<br />
Onların sözünü ettikleri Avrupa<br />
Birliği’ne yeni üye olacak olan<br />
Litvanya, Estonya. Yani çok küçük<br />
ülkeler. Onlara şunu telkin<br />
ediyorlardı: Avrupa Birliği sürecinde<br />
dilinizi kaybetmeyin.<br />
Onun için toplantıyı yapmışlardı.<br />
Avrupa ülkelerinde çok ciddi<br />
olarak ulusal dili koruma çabası<br />
var. Bizim de aynı duyarlılığı her<br />
düzeyde göstermemiz lazım.<br />
Tekrar söylüyorum: Bir ülkenin,<br />
düşünce yetisi, bir ülkenin<br />
entelektüel birikimi, bir ülkenin<br />
sanat yaratıcılığı ulusal dili<br />
zengin ve kuvvetli olmazsa gelişmez.<br />
Türkiye bu konuda çok<br />
büyük ilerleme kaydetti.<br />
Ülkemizdeki yabancı dille<br />
eğitim konusu uzun yıllardır<br />
tartışılmakta. Yabancı dille<br />
eğitimin bir bilim dili olarak<br />
Türkçeyi olumsuz etkilediği ve<br />
uluslar arası bir dil olma özelliğine<br />
zarar verdiği kaygılarına<br />
katılıyor musunuz Yabancı dil,<br />
bir araç mı yoksa bir amaç mı<br />
tartışmasını doğurmaktadır. Siz<br />
bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Yabancı dil çok önemli bir<br />
araçtır. Eğer siz öğrencinize lisenin<br />
sonunda bütün ihtiyaçları<br />
karşılayacak derecede bir İngilizceyi<br />
öğretiyorsanız, o zaman<br />
üniversitede İngilizce eğitimi o<br />
kadar gerekli olmayabilir. Ama<br />
eğer bunu sağlayamıyorsanız, o<br />
zaman ülkenin belirli fırsatları<br />
yakalayabilmesi ve gelişmeleri<br />
zamanında izleyebilmesi açısından<br />
bazı üniversitelerinin İngilizce<br />
ya da başka bir yabancı dille<br />
eğitim yapması zorunluluk haline<br />
geliyor. Çünkü sürekli olarak<br />
yeni bilgi üretiliyor, dünyanın<br />
her yerinde yeni bilimsel bulgular<br />
ya da sanat etkinlikleri söz<br />
konusu oluyor. Eğer yabancı dil<br />
biliyorsanız onu anında öğrenebiliyorsunuz.<br />
Aksi takdirde çeviri<br />
süreçlerini beklemek gerekecek.<br />
Bu telafisi zor bir zaman kaybı<br />
24<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
demektir. Tekrar söylüyorum:<br />
Herkese çok yüksek düzeyde<br />
yabancı dili öğretebiliyorsanız o<br />
zaman özel olarak yabancı dilde<br />
eğitim şart değil. Amaç dünyayı<br />
izlemek, bütün gelişmeleri aynı<br />
anda öğrenebilmektir.<br />
Türkçenin yabancı kelimelerin<br />
etkisi altına girdiği aşikardır.<br />
Tabelalarda, işyeri ve ürünlerde<br />
de yabancı isimleri çok sık<br />
görmek mümkündür. Özellikle<br />
internet kullanımının yaygınlaşması<br />
da bu etki alanını genişletmekte.<br />
Bu noktada Türkçenin<br />
korunması ve geliştirilmesi konusunda<br />
kanuni düzenlemelere<br />
ve ayrıca Anayasa’da buna<br />
yönelik yeni hükümlere ihtiyaç<br />
olduğunu düşünüyor musunuz<br />
Bu tür konuların Anayasa veya<br />
yasalarla düzenlenmesini çok<br />
doğru bulmuyorum. Önemli<br />
olan duyarlılığın olması, farkındalığın<br />
sağlanmasıdır. Anayasada<br />
veya diğer yasalarda kısıtlamalar<br />
getirerek fazla bir yol kat<br />
edemezsiniz. Çok güzel kelimelerimiz,<br />
sözcüklerimiz varken,<br />
onların yerine yabancı kelimeleri<br />
kullanıyoruz. Diğer yandan bazı<br />
Önemli olan duyarlılığın<br />
olması, farkındalığın<br />
sağlanmasıdır. Anayasada<br />
veya diğer yasalarda<br />
kısıtlamalar getirerek fazla<br />
bir yol kat edemezsiniz.<br />
Çok güzel kelimelerimiz,<br />
sözcüklerimiz varken,<br />
onların yerine yabancı<br />
kelimeleri kullanıyoruz.<br />
Diğer yandan bazı<br />
durumlarda bilim ve<br />
teknoloji o kadar hızlı<br />
gelişiyor ki, oradaki<br />
sözcüklerin Türkçe<br />
karşılığını bulmak<br />
zaman alıyor. Bu da dile<br />
yerleşiyor. Bu ikisi büyük<br />
bir sorun.<br />
durumlarda bilim ve teknoloji o<br />
kadar hızlı gelişiyor ki, oradaki<br />
sözcüklerin Türkçe karşılığını<br />
bulmak zaman alıyor. Bu da dile<br />
yerleşiyor. Bu ikisi büyük bir sorun.<br />
Bu sözcüklerin üretimi söz<br />
konusu olacak Bazen eski Farsça<br />
ve Arapça, yani Osmanlı dilinde<br />
benzer sözcüklerin tam teknik<br />
değil ama karşılığı olabiliyor. Sosyal<br />
bilimlerde bu mümkün. Esas<br />
sorun şu. Bazı yabancı kelimelerin<br />
çok güzel bir Türkçe karşılığı<br />
varken, çok yerleşmiş bir kullanımı<br />
varken onun yerine biraz<br />
özentiyle İngilizce veya Fransızca<br />
ya da başka bir dilde kelime kullanılıyor.<br />
İngilizceyle ilgili bir yazı<br />
okumuştum. İngilizce önlenemez<br />
bir şekilde değişiyor ve gelişiyor.<br />
Niye Çünkü sadece teknolojide<br />
değil, bir dil olarak İngilizce bütün<br />
dünyada konuşulduğu için.<br />
Nijerya’da Hindistan’da İngilizce<br />
kelime üretiliyor. Bunlar bir süre<br />
sonra İngilizceye giriyor. Bir başka<br />
örnek teknolojiden. Malum<br />
“google” var. Şimdi “google” artık<br />
resmi bir kelime olarak İngilizceye<br />
girdi. Yani fiil oldu. “To google”<br />
diye geçiyor artık ve lügatte<br />
yer alıyor. “Googlelamak” diyoruz.<br />
Fiil olarak kabul edildi. Şimdi<br />
mesela “googlelamanın” yerine<br />
ne diyeceksiniz Çok zor bir şey.<br />
Google İngilizce bir kelime değil;<br />
ama onların diline “google” olarak<br />
girdi.<br />
4+4+4 sistemi ile ilgili değerlendirmelerinizi<br />
de öğrenmek istiyoruz.<br />
4+4+4 sistemi nedeniyle<br />
bu dönemde öğrencileri, velileri,<br />
öğretmenleri neler bekleyecek<br />
Bununla ilgili çok büyük yanlışlar<br />
var. Bunu bir partinin yöne-<br />
www.turkegitimsen.org.tr 25
Söyleşi<br />
ticisi olarak söylemiyorum. Türkiye<br />
çok kısa bir zaman içerisinde<br />
hiçbir şekilde iyi hazırlanmadan<br />
ve planlanmadan getirilmiş bir<br />
programla karşı karşıya kaldı.<br />
Bu sistemin amacı eğitimin<br />
ihtiyaçlarına dayanmıyor. Bu sistem<br />
Türkiye’yi daha iyi bir noktaya<br />
taşımıyor. Bu sistemin getiriliş<br />
amacı geçmişten hesap sormak<br />
ve ideolojik hedefleri gerçekleştirmektir.<br />
Öyle aşamalar oldu ki,<br />
Bakanlığın haberinin olmadığını<br />
gördük. Gece saatlerinde tamamen<br />
yorgun insanlar tarafından<br />
yüz binlerce çocuğun hayatını<br />
ilgilendiren büyük değişiklikler<br />
yapıldı.<br />
Yaz-boz tahtası gibi, hazırlıksız,<br />
en ana meseleler defaten değiştirildi.<br />
Bir örnek veriyorum:<br />
Tasarıda 5 yaşında çocuk okula<br />
başlayacak deniliyor. Bununla ilgili<br />
tartışmalar yaşanıyor. Bunun<br />
üzerine çocuklar ‘72 aylıkken<br />
okula başlayacak’ deniliyor. Yasa<br />
çıkıyor. Yasada okula başlama<br />
yaşı 60 ay olarak belirleniyor.<br />
Çok önemli bir konu olan çocukların<br />
okula başlama yaşı plansız<br />
bir şekilde belirleniyor. Çocuğun<br />
ve eğitimin gereklerine değer<br />
vermeden hazırlanan bir program<br />
neye yol açacak Bütün uzmanlar,<br />
eğitimciler açıkça şunu<br />
söylüyor: 66 ay ile 72 ayı aynı kefeye<br />
koymak felakettir. Çünkü 5<br />
ya da 5.5 yaşında çocukların eğitim<br />
için gerekli olan fizyolojik ve<br />
psikolojik koşullar oluşmamıştır.<br />
Uzmanlar, ‘Bu çocukları okula<br />
alıp, onlardan 12 ay daha büyük<br />
çocuklarla aynı sınıfa koymak<br />
çocuğun hayatı üzerinde önlenemez<br />
kayıplara yol açıyor’ diyor.<br />
Bu sistemin amacı ideolojik bir<br />
rövanş mı bilmiyorum; ama 5<br />
yaşındaki binlerce çocukla böyle<br />
oynanmaz. Hiçbir siyasi polemiğe<br />
girmeden size şunu söyleyeyim,<br />
çevremde birçok anne-baba<br />
endişe içinde. Anne babalar ‘Ne<br />
Hiçbir siyasi polemiğe<br />
girmeden size şunu<br />
söyleyeyim, çevremde<br />
birçok anne-baba<br />
endişe içinde. Anne<br />
babalar ‘Ne olacak<br />
çocuğumun durumu<br />
Okula göndersek mi<br />
göndermesek mi Okula<br />
göndersek ne olur,<br />
göndermesek ne olur’<br />
diyorlar. Göreceksiniz<br />
nasıl olsa bir yerden bu<br />
yanlış hesap dönecek,<br />
hem de pişmanlıkla<br />
dönecek.<br />
olacak çocuğumun durumu<br />
Okula göndersek mi göndermesek<br />
mi Okula göndersek ne olur,<br />
göndermesek ne olur’ diyorlar.<br />
Göreceksiniz nasıl olsa bir yerden<br />
bu yanlış hesap dönecek,<br />
hem de pişmanlıkla dönecek.<br />
Bununla ilgili ikinci önemli<br />
sorun da temel eğitimin 4 yıl olmasıdır.<br />
Birçok uzmandan görüş<br />
aldık. Uzmanlar temel eğitimin<br />
en az 9 yıl bölünmeden devam<br />
etmesi gerektiğini söylüyor. Biz<br />
bu meseleyi futbol taktiği gibi ‘4,<br />
4, 2’ mi ya da ‘5, 3, 2’ mi şeklinde<br />
tartıştık. Oysa bunun bir<br />
özü var: Bugünün dünyasında<br />
bir insanın hayatta daha sonra<br />
karşılaşacağı durumlarda donanımlı<br />
hale getirmek için en az<br />
9 yıl kesintisiz eğitim verilmesi<br />
gerekiyor. Biz gayet maceracı bir<br />
şekilde hiç bilinmeden 4’ü 4’ten<br />
ayırdık, birine ilk, diğerine orta<br />
dedik. Sorun okul binalarının<br />
bölünmesinde değil, eğitimin bütünlüğünde.<br />
CHP olarak kesintisiz<br />
eğitim 8 yıl diyoruz; aslında<br />
dünya en az 9 yıl diyor. Bunun<br />
size güzel bir örneğini vereyim,<br />
daha ikna edici olabilir. Eskiden<br />
dünyada çalışma koşulları şöyleydi:<br />
Bir vasıf kazanıp, bir meslek<br />
sahibi olursanız sizi çalışma<br />
hayatınızın sonuna gidecek kadar<br />
bir emeklilik bekliyordu. Farz<br />
edelim bir kişi Devlet Planlama<br />
Teşkilatı’nda en alt düzeyde çalışmaya<br />
başladı. Yükselerek önce<br />
uzman sonra daire başkanı oldu<br />
ve emekli oldu. Oysa şimdi dünya<br />
çok farklı. Dünyadaki araştırmalar<br />
‘Bir birey hayatı boyunca<br />
ortalama 8 kere iş değiştirecek’<br />
diyor. Yeni bir dünyaya giriyoruz.<br />
Bugün bir eğitim alıyorum,<br />
vasıf kazanıyorum ve çalışmaya<br />
başlıyorum. Ama ben çalışmaya<br />
başladıktan 12 sene sonra o iş<br />
kolu tamamen ortadan kalkıyor.<br />
Bakın, dünya ekonomisinin en<br />
önemli özelliği her sene yüzlerce<br />
iş kolunun tamamen ortadan kalkarken,<br />
yepyeni iş kollarının devreye<br />
girmesidir. O zaman bir bireye<br />
‘senin hayat boyu yapacağın<br />
iş bu’ deniyor. Biz, seni onun alt<br />
yapısı konusunda en iyi şekilde<br />
eğitiyoruz. Eğitim nedir Eğitim,<br />
her bir iş kolunun ortadan kalkışında,<br />
her işsiz kalmada yepyeni<br />
bir işe kavuşabilmek için gerekli<br />
olan bütün alt yapıyı kazandırmaktır.<br />
Bu nedenle 8 ya da 9 yıl<br />
temel eğitim önemlidir. Kısacası<br />
hayat boyu öğrenmeyi öğrenmek<br />
için bir temel eğitim lazım. Bu en<br />
az sekiz, dokuz yıl sürüyor. Bu<br />
keyfi bir olay değil; ama gördüğümüz<br />
kadarıyla bunu tamamıyla<br />
keyfi biçimde ele aldılar. Başka<br />
amaçları vardı. O amaçlarını gerçekleştirmek<br />
suretiyle büyük bir<br />
başarı kazandıkları kanısına vardılar.<br />
Ama göreceksiniz Türkiye<br />
bu yanlışın faturasını çok ağır<br />
şekilde ödeyecek.<br />
26<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
Eğitimin Sesi 27
Söyleşi<br />
MHP ANKARA MİLLETVEKİLİ<br />
Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ :<br />
‘‘ Anayasa’ya Türkçeden başka dillerle eğitim girerse, anayasa,<br />
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmaktan çıkar. ‘‘<br />
Söyleşi MeltemYALÇINKAYA<br />
Anayasa çalışmaları kapsamında<br />
anadilde eğitime yönelik<br />
tartışmalar devam etmektedir.<br />
Ana dilde eğitim yeni<br />
Anayasa’da yer bulursa sonuçları<br />
ne olur Dilde bir çözülme<br />
başlar mı, milli birlik ve bütünlüğümüz<br />
zarar görür mü, Türkçe<br />
nasıl etkilenir Siz bu durumda<br />
nasıl bir yol izleyeceksiniz<br />
Türkiye’de ana dil Türkçedir.<br />
Ana dilde de Türkiye’de eğitim<br />
yapılmaktadır. Talep edilen aslında<br />
ana dilde değil, anne dilinde<br />
eğitimdir. Türkiye’de bugün bazı<br />
mahalli diller için anne dilinde<br />
özel öğretim kurumları vasıtasıyla<br />
öğretim yapılabiliyor. Anne<br />
dilinde eğitim Türkiye’de mevcut<br />
Anayasa ile yapılamaz. ABD’de<br />
de yapılmıyor.<br />
Gerçek demokratik devlet -resmi<br />
dili hariç- konuşulan mahalli<br />
dillere karşı tarafsızdır. Demokratik<br />
devlette kamunun görevi<br />
özgürlüklerin önünü açmaktır. O<br />
özgürlük alanında bireyler ya da<br />
gruplar kendi imkanlarıyla kendi<br />
dillerini yaşatıcı ve geliştirici<br />
çalışmalar yapabilirler. Devletler<br />
kendi elleriyle kendilerine devlet<br />
içinde devlet ya da millet içinde<br />
millet yaratacak çalışmalara girişmezler.<br />
AİHM konuyla ilgili olarak<br />
verdiği bir kararda ‘Bir dilin ege-<br />
28<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
menlik alanında bir başka dille<br />
eğitim hakkını istemek mümkün<br />
değildir’ der. Bunun anlamı kamusal<br />
alanda Türkçeden başka<br />
bir dil kullanılamayacağı anlamına<br />
gelmektedir.<br />
Türk demek bir anlamda Türkiye<br />
demektir. Türkiye demek<br />
de Türkçe demektir. Türkçeden<br />
başka yaşayan dil ve lehçelerin<br />
yaşatılması, konuşulması ya da<br />
korunması başka bir şey, Türk<br />
milletinin karşısına Türkiye’de<br />
bir başka millet, Türkçenin karşısında<br />
bir başka dil ikame etmek<br />
başka bir şeydir.<br />
Anayasa’ya Türkçeden başka<br />
dillerle eğitim girerse, anayasa<br />
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası<br />
olmaktan çıkar.<br />
Dilde ayrışma eninde sonunda<br />
devlette ve millette ayrışmaya gider.<br />
Millet, manaları aralarında<br />
ortaklaştırmış halktır. Manaların<br />
ortaklaştıran dildir.<br />
Bizim bu konuda izleyeceğimiz<br />
yol, Anayasa ve yasaların öngördüğü<br />
yoldur.<br />
Bölücü örgütün ve bazı sözde<br />
aydınların ana dilde eğitim<br />
talebi Kürt vatandaşlarımıza<br />
mal edilmeye çalışılıyor. Bugün<br />
bu talebin yeni Anayasa’da yer<br />
edinme gayreti konusundaki girişimler<br />
hepimizin malumudur.<br />
Peki anadilde eğitimin sakıncaları<br />
nelerdir Öte yandan Kürtçe<br />
seçmeli ders oldu. Bu konuda<br />
neler söyleyeceksiniz<br />
“Türkiye Cumhuriyetini kuran<br />
halka, Türk milleti denir”.<br />
Anne dilinde eğitim, Türk milleti<br />
içindeki bazı grupların büyük<br />
kitleden yani Türk milletinden<br />
dil olarak kopmaları anlamına<br />
gelir. Dille gelen kopuş, eninde<br />
sonunda devletten kopuşa neden<br />
olacaktır. Tarih bunun sayısız örnekleriyle<br />
doludur.<br />
Kürtçe Seçmeli ders mevcut<br />
Gerçek demokratik<br />
devlet -resmi dili<br />
hariç- konuşulan<br />
mahalli dillere karşı<br />
tarafsızdır. Demokratik<br />
devlette kamunun<br />
görevi özgürlüklerin<br />
önünü açmaktır. O<br />
özgürlük alanında<br />
bireyler ya da gruplar<br />
kendi imkanlarıyla<br />
kendi dillerini yaşatıcı<br />
ve geliştirici çalışmalar<br />
yapabilirler. Devletler<br />
kendi elleriyle<br />
kendilerine devlet içinde<br />
devlet ya da millet<br />
içinde millet yaratacak<br />
çalışmalara girişmezler.<br />
Anayasaya uygun değildir. Anayasaya<br />
uygun davranmayanlar<br />
anayasal suç işlemiş olurlar.<br />
Ana dilde eğitim meselesi resmi<br />
dilin tartışılmasına da yol<br />
açabilir mi<br />
Türkiye’de gerçek sorun anne<br />
dilde eğitim değildir. Sorun<br />
bir takım insanların bölücülük<br />
amaçları için, anne dilde eğitimi<br />
araç olarak kullanması sorunudur.<br />
Bölücülük ve bölünme aşama<br />
aşama uygulamaya sokulan<br />
bir süreçtir. Anne dilde eğitim<br />
bir aşamadır, arkasından resmi<br />
dil talep etme aşaması gelecektir.<br />
Başbakan Erdoğan son açıklamasında<br />
“Tek devlet, tek millet<br />
ve tek bayrak” dedi ancak tek<br />
dil vurgusu yapmadı. Size göre<br />
bunun nedeni nedir Erdoğan’ın<br />
açıklaması yeni Anayasa’da dil<br />
konusunda bir ipucu mu veriyor<br />
Başbakan Erdoğan sürekli konuşmaktadır.<br />
Her konuşmada da<br />
birbirine ters görüşler ileri sürebilmektedir.<br />
Onun söz, açıklama<br />
ve yaklaşımları üzerinde durmaya<br />
değmez. Çünkü her an tam<br />
tersini söyleyebilir.<br />
Bilindiği gibi Türkiye’de bazı<br />
insanların devlet, millet, bayrak<br />
ya da dil diye sorunları yoktur.<br />
Onlar bu kavramları zamanı gelince<br />
kullanılıp atılacak slogan<br />
olarak nitelerler. Kozmopolitan<br />
bakışlıdırlar. Onlar daha büyük<br />
ve makro ideallerin peşindedirler.<br />
Büyük Ortadoğu, Medeniyetler<br />
arası ittifak ve Dünya liderliği<br />
gibi konularla ilgilidirler. Onların<br />
görevi Türkiye’yi küresel dünyaya<br />
eklemlemektir. Bu bakımdan onlar<br />
dinler arası, diller arası, milletler<br />
arası ve bayraklar arasıdırlar.<br />
Bu Türkiye’ye özgü yeni bir<br />
masonluk biçimidir.<br />
Türkçenin korunması ve geliştirilmesi<br />
konusunda TBMM<br />
Başkanlığına Kanun Teklifi sunmuştunuz.<br />
Teklifin içeriğinden<br />
söz eder misiniz Yeni Anayasa’da<br />
bu konu ile ilgili çekinceleriniz<br />
var mı Yeni Anayasa’da<br />
Türkçe nasıl yer bulmalıdır<br />
TBMM’ye sunduğumuz yasa<br />
teklifinin amacı, Türkiye Cumhuriyeti<br />
dâhilinde Türkçenin<br />
ahengini ve doğal gelişimini bozabilecek<br />
etkilerden korunmasını,<br />
kendi özüne ve dil bilgisi<br />
kurallarına uygun bir şekilde<br />
geliştirilmesini düzenlemektir.<br />
Bu bağlamda yasa ile Türkçenin<br />
korunmasına ve geliştirilmesine<br />
yönelik alınacak önlemleri, uygulanacak<br />
yaptırımları ve eğitimöğretim<br />
kurumlarında eğitim<br />
dili olarak Türkçenin etkinliğinin<br />
arttırılmasına ilişkin ilke ve düzenlemeleri<br />
kapsamaktadır.<br />
Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti<br />
Anayasası’nın 3’üncü maddesi<br />
“Türkiye devleti, ülkesi ve<br />
milletiyle bölünmez bir bütün-<br />
www.turkegitimsen.org.tr 29
Söyleşi<br />
dür. Dili Türkçedir”. Hükmüne<br />
yer verilmiştir. Gelişmiş, çağdaş<br />
ülkelerde toplumun birlik ve beraberliğini<br />
sağlayan coğrafyayı<br />
vatanlaştıran, yaşanan mekâna<br />
anlam kazandıran temel unsur<br />
“dil”dir. Türkçemiz yüzlerce yıllık<br />
kültür hayatımızın, medeniyetimizin<br />
gerekçesidir. Rahmetli<br />
Yahya Kemal’in ifadesiyle “annemizin<br />
ağzımızdaki ak sütüdür.”<br />
‘Türk insanını saran kumaşın<br />
markasının bile yabancı olmasından<br />
onu kıskanırım’ sözü aşırı<br />
duyarlılık içerse de Türkçenin<br />
bozulma ve yozlaşma konusunda<br />
geldiği aşama ciddidir.<br />
Türkçenin korunmasına, gelişmesine,<br />
gelecek nesillere iletilmesine<br />
büyük özen gösterilmelidir.<br />
Dili yozlaşan, yabancı dillere<br />
karşı, gerek toplum hayatında gerekse<br />
bilim ve eğitimde geri plana<br />
düşen bir milletin geleceği ciddi<br />
şekilde tehlikeye düşer. Her alanda<br />
kendi dilini hâkim kılmayan<br />
milletler kendilerini başkalarının<br />
Anne dilinde eğitim, Türk<br />
milleti içindeki<br />
bazı grupların büyük<br />
kitleden yani Türk<br />
milletinden dil olarak<br />
kopmaları anlamına<br />
gelir. Dille gelen kopuş,<br />
eninde sonunda<br />
devletten kopuşa neden<br />
olacaktır. Tarih bunun<br />
sayısız örnekleriyle<br />
doludur.<br />
gerçekliğini yaşamaya mahkûm<br />
ederler. Başkalarının anlam ve<br />
kuramlarıyla dünyayı algılayan<br />
bireyler, hayatta başkalarının<br />
maddi pratiklerini yaşamak eğilimi<br />
içinde olacaklar ve düşünce<br />
dünyasında başkalarının sorunsallarına<br />
çözüm getirmeye gayret<br />
edeceklerdir.<br />
Türkçe sözcüklerin, deyimlerin,<br />
konuşma biçiminin bozulması<br />
doğrudan Türkçe düşünmeyi<br />
de etkilemektedir. Bu noktada<br />
Türk olmak özünde Türkçe konuşmak<br />
anlamına gelmektedir.<br />
Farklı kültürel toplumların<br />
birbirini etkilemeleri yüzyıllar<br />
içerisinde doğal görülebilse bile,<br />
bir milletin gündelik hayatını düzenleyen<br />
kuralların olabildiğince<br />
arındırılarak topluma sunulması<br />
daha doğru olacaktır. Türkçenin<br />
toplum hayatındaki işlevi dikkate<br />
alınmalı, bunun milli bir politika<br />
şeklinde benimsenmesi ve yürütülmesi<br />
sağlanmalıdır.<br />
Türkiye Cumhuriyeti sınırları<br />
içinde başta büyükşehirlerimiz<br />
olmak üzere birçok şehrimizde<br />
cadde ve sokaklarında alelusul<br />
yazılmış çok sayıda işyerleri ve<br />
ticari kuruluş levha ve tabelası<br />
bulunmaktadır. Günümüzde,<br />
Türk alfabesi ve Türkçe kelimeler<br />
ile yazılan işyeri ve ticari kuruluş<br />
levha ve tabela sayısı azınlıkta<br />
kalmış durumdadır. Türkçe, vatanında<br />
giderek köşeye sıkışmaktadır.<br />
Sorun yalnızca yabancı tabela,<br />
ad ya da levha sorunu da değildir.<br />
Türkçenin mevcut haliyle varlığı<br />
30<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
Esasında Türkçenin yasayla korunma<br />
ihtiyacının ortaya çıkmasından daha<br />
elim, vahim ve acıtıcı bir durum olamaz.<br />
Çünkü dili millet konuşur, millet yaşar<br />
ve millet korur. Bu konuda hiç kuşku<br />
yoktur. Ancak teknolojik gelişmeler,<br />
kültürel ilişki yoğunluğu, internet,<br />
televizyon ve nesiller arası kopukluk<br />
böyle bir ihtiyacı Türkiye’de zorunluk<br />
haline getirmiştir.<br />
tehdit altındadır. Sözgelimi, bir<br />
işyeri adını “etçi” yerine “ethçi”<br />
bir başkası “perdeci” yerine “perdecci”,<br />
bir başkası da “Kafe Keyif<br />
” yerine “CafeCeyf ” biçiminde<br />
tabela koymaktadır. Türkçe herkesin<br />
keyfine göre eğilip, bükülen<br />
ve üzerinde oynanan bir dil haline<br />
gelmiştir. Bu durumun devamı<br />
halinde elli yıl sonra bambaşka,<br />
Türkçe olmayan bir Türkçeyle<br />
karşı karşıya kalınacaktır.<br />
Teknolojideki gelişmeler, televizyon,<br />
internet ve ulaşım yoğunluğu<br />
dile gerekli özen gösterilmediği<br />
için Türkçeyi tehdit eder hale<br />
gelmiştir. Bu süreç ciddiyetsizlik,<br />
bilgisizlik ve yetersizlikle birleşince<br />
Türkçe iyiden iyiye yozlaşmanın<br />
ve bozulmanın tehdidi<br />
altına girmiştir.<br />
Esasında Türkçenin yasayla<br />
korunma ihtiyacının ortaya çıkmasından<br />
daha elim, vahim ve<br />
acıtıcı bir durum olamaz. Çünkü<br />
dili millet konuşur, millet yaşar<br />
ve millet korur. Bu konuda hiç<br />
kuşku yoktur. Ancak teknolojik<br />
gelişmeler, kültürel ilişki yoğunluğu,<br />
internet, televizyon ve nesiller<br />
arası kopukluk böyle bir ihtiyacı<br />
Türkiye’de zorunluk haline<br />
getirmiştir.<br />
Değişen anayasalara rağmen<br />
değişmeyen hassasiyet Türkçe<br />
konusunda olmalıdır ve olacaktır.<br />
Yabancı dille eğitim ve yabancı<br />
dil öğretimi okul öncesi<br />
eğitim kurumlarında da yapılmaktadır.<br />
Buna rağmen öğrenciler<br />
liseden mezun olduklarında<br />
yabancı dil açısından yetersizdir.<br />
Bu noktadan baktığımızda<br />
ülkemizdeki yabancı dil öğretimi<br />
hakkındaki görüşlerinizi<br />
öğrenebilir miyiz Yabancı dille<br />
eğitim ve yabancı dil öğretimi<br />
Türkçeyi tehdit ediyor mu<br />
Türkiye’de yabancı dil eğitimi<br />
ile yabancı dille eğitim birbirine<br />
karışmış durumdadır. Türkiye’de<br />
eğitimin dili, yasalara göre Türkçedir.<br />
Yabancı dille eğitim anayasaya<br />
aykırıdır. Yabancı dil eğitimindeki<br />
başarısızlığın nedeni<br />
pedagojik unsurlar, teknikler,<br />
yöntemlerdeki yanlışlıklardan<br />
kaynaklandığı kadar Türkçeyi iyi<br />
bilmemek ve kullanamamakla da<br />
yakından ilgilidir.<br />
Türkçeyle ilgili olarak Atatürk’ün<br />
söylediklerini hatırlamakta<br />
yarar vardır. Atatürk der<br />
ki, “Türk milletinin dili, Türkçedir.<br />
Türk dili dünyada en güzel,<br />
en zengin ve en kolay olabilecek<br />
bir dildir. Onun için her Türk dilini<br />
çok sever ve onu yükseltmek<br />
için çalışır. Bizde Türk dili, Türk<br />
Milleti için mukaddes bir hazinedir.<br />
Çünkü Türk milleti geçirdiği<br />
nihayetsiz hadiseler içinde ahlakının,<br />
ananelerinin, hatıralarının,<br />
menfaatlerinin, velhasıl bugün<br />
kendi milliyetini yapan her<br />
şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu<br />
görüyor. Türk dili, Türk<br />
milletinin kalbidir, zihnidir”.<br />
Bulgaristan’da Türkçe olan<br />
adını değiştirmeye direndiği<br />
için zulüm gören ve sonunda da<br />
Türkiye’ye göç eden Ahmet Şerif<br />
Şerefli şunları yazar: “Kiracı yaşadık,<br />
köle olarak yaşadık baba<br />
yurdunda. İnsan yurdunda kiracıysa,<br />
vatanı yoksa dili, hukuku,<br />
neyi vardır onun acaba Ne evi,<br />
ne huzuru, ne dili, ne geleneği, ne<br />
onuru, ne geleceği vardır…./…<br />
vatan diye yaralı anadilime sığındım.<br />
Türkçe ağladım, Türkçe<br />
güldüm sevdimse Türkçe sevdim.<br />
Neden mi Bu ülkede Türk doğmak,<br />
Türk olmak, Türk kalmak<br />
yasaktı da ondan”.<br />
Yahya Kemal, Türkçe için “ağzımda<br />
anamın ak sütü gibidir”<br />
der. Türkçe gibi bir dili, kimsenin<br />
hafife almaya ya da görmezlikten<br />
gelmeye hakkı yoktur. Türkçeyi<br />
küçük düşürmek, aşağılamak ya<br />
da olsa da olmasa da olur, muamelesine<br />
tabi tutmak da kimsenin<br />
haddi değildir.<br />
www.turkegitimsen.org.tr 31
Söyleşi<br />
32<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
MHP Manisa Milletvekili<br />
Erkan AKÇAY :<br />
‘‘ Türkçe 1923 yılında icat edilmedi. Bu topraklarda yaşayanlar<br />
Selçuklu döneminde de, Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet’te<br />
de resmi dil olarak, ortak iletişim dili olarak bin yıldır Türkçe’yi<br />
kullanmaktadır. ’’<br />
Söyleşi MeltemYALÇINKAYA<br />
Terör son yıllarda büyük bir<br />
ivme kazaFndı. Şehit haberleri<br />
ard arda geliyor. Terör böylesine<br />
hortlamışken, Anayasa çalışmaları<br />
kapsamında ana dilde eğitim<br />
konusunda da tartışmalar<br />
yoğunluk kazanmış durumda.<br />
Önümüzdeki eğitim-öğretim yılından<br />
itibaren Kürtçe seçmeli<br />
ders haline gelecek. Tüm bu yaşanan<br />
gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Ana dilde eğitim<br />
bilimsel ve toplumsal bir ihtiyaç<br />
mı Anadilde eğitim tartışmalarını<br />
ve Türkçenin seçmeli ders<br />
olmasına nasıl bakıyorsunuz<br />
Şehitlerimize Allah’tan rahmet<br />
diliyorum, milletimizin başı<br />
sağ olsun. Maalesef her gün şehit<br />
vermeye devam ediyoruz.<br />
Türkiye bin yıldır dünya âlemin<br />
bildiği bir ülkenin adıdır. Türk<br />
vatanında yaşıyoruz ve bin yıldır<br />
defalarca haçlı seferlerini göğüslemiş<br />
topraklardayız. En son<br />
1918 Mondros Mütarekesi’nden<br />
sonra düşman işgaline uğramıştık.<br />
Kurtuluş Savaşı’yla bu işgali<br />
defettik ve yeni bir devlet kurduk.<br />
Türkiye, dünyanın en stratejik<br />
yerlerinden birisidir ve bir<br />
de biz tarihimiz boyunca çok<br />
sayıda imparatorluklar kurmuş<br />
bir millet olarak daima milletler<br />
mücadelesinin en ön cephesinde<br />
yer almışız. Bu nedenle bu yaşanalar<br />
bizim için sürpriz değil.<br />
www.turkegitimsen.org.tr 33
Söyleşi<br />
Terör 1984 yılından önce başlamıştır.<br />
PKK terörünün başlangıcı<br />
1978 yılına kadar gider. Bu sadece<br />
bir örgüt adıdır. Ancak bölücülük<br />
hareketleri ve bizi kendi<br />
vatanımızda boğma gayretlerinin<br />
mazisi çok eskidir. Bin yıla<br />
kadar uzanır. Büyük bir Ermeni<br />
kalkışması olmuştur. Başka isyanları<br />
da yaşadık ama Türkiye<br />
Cumhuriyeti’nde PKK terörüyle<br />
boğuşma sürecimiz 1978 yılından<br />
bu yanadır. Terör olayları<br />
ülkeyi bölüp, parçalamak, bizi<br />
millet olarak bu topraklarda yok<br />
etme amacına yönelik faaliyetlerin<br />
bir uzantısı olduğu için<br />
bununla birlikte dillendirilen<br />
talepler var. Bölücülerin siyasi,<br />
sosyal, ekonomik uzantıları var.<br />
Her yerde yuvalanmışlar. Propaganda<br />
ve beyin yıkama faaliyetinde<br />
çok ciddi mesafe aldılar.<br />
Terörle birlikte dile getirdikleri<br />
taleplerden birisi de anadilde<br />
eğitimdir. Hükümetin seçmeli<br />
Kürtçe dersi verme kararı terörle<br />
birlikte dile getirilen ve dayatılan<br />
taleplerin bir uzantısıdır. Ancak<br />
bu tür taleplerin hiçbir zaman<br />
sonu gelmez. Bu talepler haksız,<br />
dayanaksız, bilimsel manada<br />
temelsiz, siyasi ve kültürel<br />
manada boşlukta kalan taleplerdir.<br />
Özellikle anadilde eğitim<br />
konusuna böyle bakıyoruz. Ancak<br />
bazı kesimler insanlarımızın<br />
beynini öyle bir yıkamışlar ki...<br />
Bunlar doğal talep olarak görülüyor.<br />
Yanlışlık burada başlıyor.<br />
Bu vesile ile bir üzüntümü de<br />
ifade etmek istiyorum. Anadille<br />
eğitimin pedagojik, bilimsel<br />
ve siyasi yönünü değerlendiren<br />
çok sayıda yayın yok. Bu konu<br />
medyada toplumu aydınlatacak<br />
şekilde dile getirilmiyor. Benim<br />
bu konuda bir tespitim var:<br />
Türkiye’de zaten hiç kimse anadiliyle<br />
eğitim görmüyor ki. Bakın,<br />
eğer anadilini annemizden<br />
öğrendiğimiz dil olarak kabul<br />
ediyorsak ki öyledir-Birleşmiş<br />
Terörle birlikte dile<br />
getirdikleri taleplerden<br />
birisi de anadilde<br />
eğitimdir. Hükümetin<br />
seçmeli Kürtçe dersi<br />
verme kararı terörle<br />
birlikte dile getirilen<br />
ve dayatılan taleplerin<br />
bir uzantısıdır. Ancak<br />
bu tür taleplerin hiçbir<br />
zaman sonu gelmez.<br />
Bu talepler haksız,<br />
dayanaksız, bilimsel<br />
manada temelsiz,<br />
siyasi ve kültürel<br />
manada boşlukta kalan<br />
taleplerdir.<br />
Milletler veya uluslararası birtakım<br />
örgütlerin tanımının<br />
anadilden kastı da budur, bölücü<br />
terör örgütünün Meclis’teki<br />
uzantısı BDP temsilcilerinin<br />
Meclis’te anadille ilgili yaptığı<br />
konuşmalarda da annelerinden<br />
öğrendikleri dil şeklinde ifade<br />
ederler-Türkiye’de hiç kimse<br />
ama hiç kimse annelerinden<br />
öğrendiği dille eğitim yapmamaktadır.<br />
Önce bunu bilmemiz<br />
lazım. Bu nedenle eğri oturup,<br />
doğru konuşacağız. Kullandığımız<br />
kelimelere, kavramlara dikkat<br />
edeceğiz. İnsanlar anadiliyle<br />
eğitim görmüyorsa neyle eğitim<br />
görüyorlar 74 milyon Türkiye<br />
Cumhuriyeti vatandaşı en az bin<br />
yıldır bu topraklarda; Selçuklu<br />
döneminde, Osmanlı döneminde<br />
ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde<br />
resmi dil olarak Türkçeyi<br />
kullanmıştır ve halkın ortak iletişim<br />
vasıtası Türkçe olmuştur.<br />
Türkçe bin yıldır bu topraklarda<br />
etnik kökeni, ırkı, dini, mezhebi<br />
ne olursa olsun herkesin ortak<br />
iletişim vasıtası olmuştur. Türkçe<br />
1923 yılında icat edilen, devletin<br />
dayattığı bir dil değildir. Biz İstanbul<br />
Türkçesi’yle eğitimimizi<br />
sürdürüyoruz, medya iletişimini<br />
sağlıyoruz. Devletin resmi dili<br />
Türkçedir, Devletin resmi işleri<br />
Türkçe ile yapılıyor. Biz Türkçe<br />
ile felsefe yapıyoruz, sanat yapıyoruz,<br />
gündelik hayatımızı idame<br />
ettiriyoruz.<br />
Çarşıda, pazarda, kahvede, sokakta,<br />
evde tek bir millet halinde<br />
ve Türk milletinin birliğini, dirliğini<br />
sağlayan, tasada kıvançta<br />
ortak bir toplum haline getiren<br />
bu dili kullanıyoruz. Elbette lehçeleri<br />
de var, değişik ağızları da<br />
var. Denizli’nin köyünde yaşayan<br />
bir vatandaşımızın konuştuğu<br />
Türkçeyle Karadeniz’deki veya<br />
değişik bölgelerde konuşulan<br />
Türkçenin ağız ve lehçe farklılıkları<br />
vardır. Ancak bu dil birliğini<br />
tesis eden ve tamamlayan İstanbul<br />
Türkçesi’dir. Mesela havucun<br />
her yörede farklı adı vardır.<br />
Pürçüklü, sarıot, çörtük v.b. 6<br />
tanesini tespit ettim. Ben anadilimde<br />
havucu çörtük olarak öğrenmişimdir,<br />
başkası sarıotu ya<br />
da pürçüklü olarak öğrenmiştir.<br />
Herkes annesinden öğrendiği dilini<br />
gündelik hayatında konuşur,<br />
kültürünü yaşar, şarkısını söyler.<br />
Zaten kimsenin buna bir şey söylediği<br />
yok. Fakat ana dil eğitimi<br />
talebinin amacı bin yıldır dil birliğini<br />
tesis etmiş Türk milletini<br />
bölmek, Türk milleti içerisinden<br />
ayrı bir millet çıkartmak gayretidir.<br />
Çok açık ve net söylüyorum;<br />
Bilim adamlarının da söylediği<br />
budur: Etnisite, sosyolojik anlamda<br />
milleti ifade etmez. Dolayısıyla<br />
Kürt diye bir millet yoktur.<br />
Millet bir ayrı bir sosyolojik<br />
yapıdır, karakterdir. Türk milleti<br />
vardır, Çin milleti vardır. Belki<br />
de 50’nin üzerinde etnik guruptan<br />
oluşan Çinliler var. Bunlar<br />
binlerce yıllık süreç içerisinde<br />
diliyle, kültürüyle, ortak tarihiyle<br />
millet haline gelmiştir. Türk milleti<br />
de böyle bir millettir. Tarih<br />
boyunca medeniyetlere beşiklik<br />
yapmış, devletler kurmuş olan<br />
34<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
Türkler yönetim ve devlet yeteneği<br />
fevkalade üstün bir millettir.<br />
Dolayısıyla anadille eğitim tamamen<br />
bu topraklarda ayrı millet<br />
yaratıp, bu yapıyı çatıştırmak ve<br />
ülkemizi bölüp, parçalamaya yönelik<br />
bir gayretin tezahürüdür.<br />
Kürtçe diye ifade ettikleri bir<br />
cümle içerisinde diyelim ki 15<br />
kelime var. Bunun zaten 7-8 kelimesi<br />
Türkçe kökenli. Bir kısmı<br />
Farsça, bir kısmı Arapça, artık diğerlerini<br />
de dille ilgilenenler bilir.<br />
Birden ona kadar sayamayan bir<br />
dil olur mu Kürtçe anadilde eğitim<br />
isteyen bir kişiye ‘1’den 10’a<br />
kadar Kürtçe sayar mısın’ diye<br />
sorsak Farsça saymaya başlar.<br />
Oysa sayılarımız, dilimiz öz be<br />
öz Türkçedir. Ne Farsçadan, ne<br />
de başka bir yabancı dilden alınmıştır.<br />
Her şeyden önce bir dilin<br />
matematiği olacak. Var edilmeye<br />
çalışılan bir dil vardır. Dolayısıyla<br />
anadilde eğitim nasıl verilecek<br />
Ayrıca şöyle bir siyasi gerçek vardır:<br />
Devlet, her ‘yoruldum’ diyene<br />
han yapamaz. Herkese ana<br />
dilde eğitim yaptırmaya kalksanız<br />
o zaman çok sayıda bu tür<br />
eğitimler vermeniz gerekecek.<br />
Benim annem ‘geliyorum’ yerine<br />
‘geliban’, “geliyom”; ‘ne yapıyorsunuz’<br />
yerine ‘netçen’ der. Denizlili<br />
bir arkadaşım “annem çok güzel<br />
Çince konuşur” dedi. “Nasıl”<br />
diye sorduğumda şöyle dedi:<br />
“Bayramda çocukları köye götürdük.<br />
Çocuklar bahçede oynuyorlar.<br />
Annem de sofrayı hazırlamış.<br />
Çocukları çağırmış, oyunu bırakıp<br />
gelmiyorlar. Bunun üzerine<br />
başladı bağırmaya, “Len den çençen<br />
edip durman yen, yun, gon”<br />
diyordu. Yani “Hadi, çene çalıp<br />
durmayın, oyunu bırakın, sofraya<br />
oturun, yiyin, yıkayın, koyun”<br />
diyor. Bu köylü bir annemizin<br />
kullandığı dildir ve öz be öz<br />
Türkçedir; ancak bunların hiçbir<br />
kelimesi okullarda eğitim olarak<br />
verilmez. Devletin resmi dilinde<br />
de kullanılmaz.<br />
Anayasamızın 42. maddesi<br />
değiştirilerek, Yeni Anayasa’da<br />
ana dilde eğitim talebi yer alırsa<br />
bunun sonuçları ne olur Bunun<br />
dilde bir çözülme başlatacağı<br />
endişelerine katılıyor musunuz<br />
Milletleşme sürecinin böylesi bir<br />
düzenlemeyle zarar görebileceğini<br />
düşünüyor musunuz<br />
Ana dilde eğitim talebi<br />
Anayasa’da yer alırsa bölünme<br />
Anayasa’da tescillenmiş olur. Dil<br />
demek millet demektir. Şimdi<br />
Biz de ısrarla soruyoruz:<br />
Madem tek millet, bu<br />
milletin adı ne Adı<br />
olmayan bir millet<br />
olur mu Rus milleti,<br />
Çin milleti, Arap<br />
milleti, Yunan milleti,<br />
İngiliz milleti var da,<br />
Türkiye Cumhuriyeti<br />
topraklarında yaşayan<br />
milletin adı yok mu Bu<br />
milletin adı var. Kim ne<br />
derse desin bu milletin<br />
adı Türk milletidir.<br />
Bugün Türk kavramını<br />
Anayasa’dan çıkartmak<br />
isteyenler bunu<br />
başarırsa, yarın devletin<br />
adını da değiştirmek<br />
isteyecekler.<br />
Başbakan ve iktidar mensupları<br />
hatayı burada yapıyorlar. Başbakan<br />
“tek bayrak, tek millet, tek<br />
devlet” diyor, sonra da üzerine<br />
basa basa “tek dil demiyorum” diyor.<br />
İşin püf noktası burada. Bölücülük<br />
burada, milleti ayrıştırmak<br />
ve etnik bölücülük yapmak<br />
burada. Başta Genel Başkanımız<br />
olmak üzere bizler defalarca soruyoruz:<br />
“Tek bayrak diyorsunuz<br />
da bu bayrağın adı ne” Her<br />
ülkenin, her milletin bir bayrağı<br />
var. Mesela bir Alman bayrağını<br />
gördüğümüzde Almanya bayrağı<br />
demiyoruz. Amerikan bayrağını<br />
gördüğümüzde Amerikalı bayrağı<br />
demiyoruz. Amerika’da belki<br />
70 etnik gurup vardır; ama kendi<br />
devletiyle birlikte milletleşmesini<br />
büyük ölçüde başarmıştır.<br />
Fransız bayrağını gördüğümüzde<br />
Fransa bayrağı demiyoruz.<br />
Yunan bayrağı gördüğümüzde<br />
Yunanistan bayrağı demiyoruz.<br />
Bizim bayrağımızın adı da Türk<br />
bayrağıdır. Bir iktidar düşünün<br />
bayrağının adını söylemiyor. Öte<br />
yandan ‘tek millet’ diyorlar ama<br />
adını söylemiyorlar. Bakın, bu<br />
çok dikkat çeken bir durumdur.<br />
www.turkegitimsen.org.tr 35
Söyleşi<br />
Biz de ısrarla soruyoruz: Madem<br />
tek millet, bu milletin adı ne Adı<br />
olmayan bir millet olur mu Rus<br />
milleti, Çin milleti, Arap milleti,<br />
Yunan milleti, İngiliz milleti var<br />
da, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında<br />
yaşayan milletin adı yok<br />
mu Bu milletin adı var. Kim ne<br />
derse desin bu milletin adı Türk<br />
milletidir. Bugün Türk kavramını<br />
Anayasa’dan çıkartmak isteyenler<br />
bunu başarırsa, yarın devletin<br />
adını da değiştirmek isteyecekler.<br />
Özal zamanından bu yana<br />
başlayan ve dillendirilen niyetler<br />
var. Yarın “Türkiye adını da çıkartalım”<br />
diyecekler. “Bu ülkenin<br />
adı Türkiye, devletin adı Türkiye<br />
Cumhuriyeti Devleti olmasın”<br />
diyecekler. Neden Çünkü<br />
Türkiye; Türklerin yaşadığı yer,<br />
Türklerin vatanı demek. ‘36 tane<br />
etnik grup var. Bu ülkenin adına<br />
neden Türkiye diyelim Başka bir<br />
şey diyelim’ şeklinde sesler yükselecek.<br />
“Türk milleti demeyelim,<br />
Türkiyeli diyelim; Türkiye Cumhuriyeti<br />
vatandaşlığı temelinde<br />
birleşelim” diyecekler. Böyle saçmalık<br />
olur mu Sayın Başbakan<br />
“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı<br />
temelinde birleşeceğiz”<br />
diyor. Bu son derece yanlıştır ve<br />
aymazlıktır. Bizim Anayasamızda,<br />
vatandaşlık hukukumuzda,<br />
bütün kanunlarımızda biz Türkiye<br />
Cumhuriyeti vatandaşları<br />
olarak zaten bir bütünüz. Bunu<br />
sen sağlayacak değilsin ki. Bu<br />
bütünlük zaten var. Ama bizim<br />
bir de millet gerçeğimiz var. Biz<br />
Türk milletiyiz. İnsanların soyu,<br />
ırkı, etnik kökeni ve milli kimliği<br />
bunlar hep farklı farklı olgulardır.<br />
Bizde kavramlar çok yanlış<br />
kullanılıyor. Bu kavramları doğru<br />
kullanacak, aydınlatacak olan<br />
aydınlarımız, akademisyenlerimiz,<br />
bilim adamlarımız, sosyologlarımızdır.<br />
Millet nedir Milli<br />
kimlik nedir Dil nedir Anadil<br />
nedir Irk nedir Etnisite nedir<br />
Herkesin anlayacağı ve kabul<br />
Anadilde eğitim<br />
gibi saçmalıklarla<br />
uğraşacağımıza,<br />
çocuklarımızı anaokulu<br />
döneminde ve ilkokulda<br />
Türkçemizi en iyi<br />
şekilde kullanılır hale<br />
getirmemiz gerekiyor.<br />
Ancak okuldaki eğitim<br />
de yetmiyor. Mutlaka bu<br />
konuda medyanın da<br />
devrede olması gerekir.<br />
edebileceği tanımların bu topluma<br />
iyi öğretilmesi gerekiyor.<br />
Örneğin Kürt etnisitesi vardır;<br />
ama Kürt milleti yoktur. Etnisite<br />
ayrıdır, ırk ayrıdır, millet ayrıdır.<br />
Bu kavramların birbirine yakınlıkları<br />
olabilir ama özünde ayrıdır.<br />
Millet ayrı kavramdır. Bunlar<br />
birbirine karıştırılıyor. Dolayısıyla<br />
dil, resmi dil, anadil, kimlik,<br />
millet, ırk, etnisite kavramları<br />
birbirine karıştırılıyor. Türkiye’de<br />
biraz da bu kavram kargaşalığından<br />
yararlanarak beyin yıkama<br />
faaliyeti yürütülüyor Bu nedenle<br />
Türk milleti olarak anadilde eğitim<br />
zırvalıklarına kesinlikle karşı<br />
çıkmamız gerekiyor. Buna karşı<br />
mücadele etmemiz gerekiyor.<br />
Türkçemizde büyük bir kirlenme<br />
yaşanmaktadır. Öte yandan<br />
Türkçenin yabancı dillerin<br />
etkisi altında olduğunu da<br />
söyleyebiliriz. Sokak ve cadde<br />
isimleri ile alışveriş merkezleri,<br />
dükkân isimlerinde bunu net<br />
olarak görüyoruz. Türkçede yaşanan<br />
kirlenmenin önlenmesi,<br />
Türkçenin yabancı dillerin etkisinden<br />
çıkarılması, korunması<br />
ve geliştirilmesi için partinizin<br />
ne tür çalışmaları var<br />
Türk milliyetçisi fikriyatını benimsemiş,<br />
Türk milletinin geçmişten<br />
geleceğe tüm meselelerini<br />
esas almış bir partinin mensubu<br />
ve Türk milliyetçileri olarak Türk<br />
dilinin gelişmesini ve korunmasını<br />
merkez alıyoruz. Özellikle<br />
Milliyetçi Hareket Partili birçok<br />
belediyenin bu konuda çalışmaları<br />
var. Özeleştiri yapacak olursak;<br />
Türk milleti olarak yabancı<br />
kelimelere ve kavramlara karşı<br />
kendi dilimizi korumakta çok<br />
ciddi zafiyetimiz var. Bu yeni bir<br />
şey değil. Selçuklu ve Osmanlı<br />
döneminde de, Türk Cumhuriyetlerinde<br />
de dil ile ilgili sorunlarımız<br />
olmuş. Yabancı kelimeleri<br />
gündelik veya yazım hayatımızda,<br />
resmi işlerimizde kullanma<br />
eğilimimiz olmuş. Buna rağmen<br />
Türkçe bugüne kadar gelişmiştir.<br />
Dildeki kirlenmeye karşı eğitim<br />
ve insanlarımızı bilinçlendirmek<br />
çok önemlidir. Bu konuda görev;<br />
aydınlarımıza, siyasetçilerimize,<br />
yöneticilerimize, medyaya düşüyor.<br />
Maalesef bir İngiliz’in İngilizceye,<br />
bir Fransız’ın Fransızcaya,<br />
bir Yunanlı’nın Yunancaya<br />
sahip çıktığı kadar Türkçemize<br />
millet olarak sahip çıkamıyoruz.<br />
Anadilde eğitim gibi saçmalıklarla<br />
uğraşacağımıza, çocuklarımızı<br />
anaokulu döneminde ve<br />
ilkokulda Türkçemizi en iyi şekilde<br />
kullanılır hale getirmemiz<br />
gerekiyor. Ancak okuldaki eğitim<br />
de yetmiyor. Mutlaka bu konuda<br />
medyanın da devrede olması<br />
gerekir. Televizyonlarda birçok<br />
kamu spotu yayınlanıyor. Dil<br />
konusunda da toplumumuzun<br />
dikkatinin çekilmesi ve Türkçe<br />
işyerlerine özendirilmesi gerekir.<br />
O kadar ucube diyeceğimiz kelimeler<br />
uydurulmuş ki… Bunlar<br />
Türkçe değil, yabancı dil de değil.<br />
Yerel yönetimlere çok iş düşüyor.<br />
Bazı konular insanların keyfine<br />
bırakılamaz. Bazı şeyler devlet<br />
gücüyle olur, zorunlu tutmak gerekir.<br />
Özellikle işyerlerine, alışveriş<br />
merkezlerine verilecek isimler<br />
insanların keyfine bırakılmamalıdır.<br />
36<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
www.turkegitimsen.org.tr 37
Makale<br />
Topraklarını Düşman İşgalinden<br />
Kurtaran Bu Ulus, Dilini de Yabancı Dillerin<br />
Boyunduruğundan Kurtaracaktır.<br />
Mustafa Kemal ATATÜRK<br />
Mehpare ÇELİK TRT Eski Spikeri<br />
Dil bir ulusun, anı denizidir.<br />
Bu denizde tarihinin, kültürünün,<br />
duygu ve düşünce dünyasının<br />
gemileri yüzer. Bu gemilerin<br />
hepsinin kaptanı dildir. Yani dil,<br />
bir ulusun hafızası, onuru, kimliği,<br />
kişiliği kısacası varoluş nedenidir.<br />
Bugün anadilimiz konusunda<br />
karşı karşıya kaldığımız sorun<br />
tam da bu noktada düğümleniyor.<br />
Yeni kuşaklar var oluş nedenlerimizden<br />
kimliğimizden, kültürümüzden,<br />
anadil bilincinden<br />
ve bu dilin zenginliklerinden, söz<br />
dağarından habersizler, sözcükler,<br />
deyimler gerçek anlamlarında<br />
kullanılamıyor. Bir üniversiteli<br />
gencin sözcük dağarcığında kaç<br />
sözcük var, dilsel zenginliğimizden<br />
ne kadar haberdar ... Bu sorunların<br />
yanıtı ne yazık ki iç açıcı<br />
değil. Ülkemizde yazılı ve görsel<br />
basının yarattığı, ne olduğu belirsiz<br />
ve asla bize ait olmayan alt<br />
kültür ve buna bağlı olarak yazılı<br />
kültürde ki yozlaşma, ucuzlama<br />
ne yazık ki dilimizin çok alt düzeyde<br />
kullanımına yol açmıştır.<br />
Aileler artık çocuklarının konuşma<br />
ve yazma düzeylerini hem<br />
kontrolden hem de kendileri olması<br />
gereken düzeyden uzaklaşmışlardır.<br />
Ancak, en başat soru<br />
şudur; Eğitim hayatında çocuk-<br />
38<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
larımıza anadil bilinci verilmekte<br />
midir ve anadil yazı ve konuşmada<br />
doğru ve etkili bir biçimde<br />
öğretilmekte midir... Ne yazık ki<br />
HAYIR… Üzülerek söylemek gerekirse<br />
eğiticilerimizin çoğu artık<br />
doğru ve güzel konuşma - yazma<br />
konusunda örnek olma niteliklerini<br />
yitirmişlerdir. Öğrencisine<br />
Türkçenin yazıldığı gibi okunduğu,<br />
okunduğu gibi yazıldığını<br />
söyleyen bir eğitici Türkçeye en<br />
büyük kötülüğü yapmakta ve bu<br />
güzel dilin sözel, işitsel, güzellik<br />
ve zenginliğinden öğrencilerini<br />
yoksul bırakmaktadır. Şu değişmez<br />
bir kuraldır ki Türkçe asla<br />
yazıldığı gibi okunmaz, okunduğu<br />
gibi yazılmaz. En basitinden<br />
ağabey yazıp, aağbi okuduğumuz<br />
gibi. Bu Türkçenin bir kurallar<br />
dili olduğunun en basit örneğidir<br />
ve Türkçe bunun gibi doğru ve<br />
güzel konuşmak adına bilinmesi<br />
gereken pek çok kuralları barındırır.<br />
Eğitimini yabancı dille yapan<br />
bir ülkede anadil bilincini, ayrıcalığını,<br />
gerekliliğini özelliklerini<br />
ve saygınlığını kimseye anlatamazsınız.<br />
Bugün kurduğu cümlenin<br />
yarısını yabancı bir dilin<br />
sözcükleriyle oluşturan öğrenciden<br />
ne “ AKLIN SÜSÜ DİLDİR,<br />
DİLİN SÜSÜ SÖZDÜR” diyen<br />
Yusuf Has Hacip’e ne de Türkçeye<br />
ilgi ve saygı bekleyemezsiniz.<br />
Beklerseniz gülünç olursunuz.<br />
Çünkü o öğrenciden en basit bir<br />
havuz problemini yabancı bir<br />
dille çözmesini bu eğitim sistemi<br />
dayatmaktadır., oysa unutulmamalıdır<br />
ki bir insan ancak<br />
bir dille doğru düşünür, doğru<br />
muhakeme yapar, doğru konuşur<br />
oda anadilidir. Yabancı dille<br />
eğitim başka bir şeydir, ( bugün<br />
yaşadığımız sorunların birinci<br />
nedenidir) yabancı dil öğretimi<br />
başka bir şeydir. Elbette çocuk-<br />
Elbette çocuklarımız<br />
öğrenebildikleri kadar<br />
yabancı dil öğrenmelidir<br />
ama eğitimleri asla<br />
yabancı bir dille<br />
olmamalıdır, çünkü<br />
bu onlara anadilleriyle<br />
düşünme yetisini<br />
kaybettirmektedir.<br />
Oysa dil bir düşünce<br />
aracıdır. Siz anadilinizle<br />
düşünmüyorsanız,<br />
elbette anadilinizle<br />
konuşamazsınız. Dikkat<br />
edin çevrenize yeni<br />
kuşak İngilizce düşünüp,<br />
Türkçe konuşmaktadır.<br />
Örneğin, hoşça kal bir<br />
veda sözcüğü var iken<br />
kendine iyi bak ya da<br />
kendine iyi davran<br />
gibi çeviri Türkçesiyle<br />
konuşmaktadır.<br />
Dil bir kültür aracıdır,<br />
İngilizin kültüründe bu bir<br />
veda cümlesi olabilir ama<br />
Türkçe de kültürümüzden<br />
fışkıran onlarca veda<br />
sözcüğünün farkında bile<br />
değildir.<br />
larımız öğrenebildikleri kadar<br />
yabancı dil öğrenmelidir ama<br />
eğitimleri asla yabancı bir dille<br />
olmamalıdır, çünkü bu onlara<br />
anadilleriyle düşünme yetisini<br />
kaybettirmektedir. Oysa dil bir<br />
düşünce aracıdır. Siz anadilinizle<br />
düşünmüyorsanız, elbette anadilinizle<br />
konuşamazsınız. Dikkat<br />
edin çevrenize yeni kuşak İngilizce<br />
düşünüp, Türkçe konuşmaktadır.<br />
Örneğin, hoşça kal bir<br />
veda sözcüğü var iken kendine<br />
iyi bak ya da kendine iyi davran<br />
gibi çeviri Türkçesiyle konuşmaktadır.<br />
Dil bir kültür aracıdır,<br />
İngilizin kültüründe bu bir veda<br />
cümlesi olabilir ama Türkçe de<br />
kültürümüzden fışkıran onlarca<br />
veda sözcüğünün farkında<br />
bile değildir. “Allahaısmarladık”<br />
sözcüğü onlara ne kadar yabancı<br />
gelmektedir. Çünkü onlar İngilizce<br />
düşünmekte ve çevirerek<br />
konuşmaktadır.<br />
Anadiliyle düşünmeyen, anadiliyle<br />
konuşmayan bir gençlik<br />
elbette ulusal duygu ve düşüncelere<br />
de yabancılaşmıştır. Büyük<br />
Önder ne güzel söylemiş: “Ulusal<br />
duygu ile dil arasında bağ çok<br />
kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin<br />
olması, ulusal duygunun gelişmesinde<br />
başlıca etkendir. Türk<br />
dili, dillerin en zenginlerindendir.<br />
Yeter ki bu dil bilinçle işlensin…”<br />
Evet dil ulus olmanın ve ulusallığın<br />
ana öğelerindendir. Atatürk<br />
Türkçenin ulusal nitelik kazanmasını,<br />
tam bağımsızlık ilkesinin<br />
bir gereği sayıyordu. Bugün anadilimizden<br />
uzaklaşmanın duyarsızlığın,<br />
ancak bir aşağılık kompleksi<br />
olarak ifade edilebilecek<br />
yabancı dil hayranlığının toplumumuzda<br />
ki yıkımı gözlerimizin<br />
önündedir. Dilini doğru konuşamayan<br />
yazarlar, konuşmacılar,<br />
sunucular, adı yabancı yazılı gö-<br />
www.turkegitimsen.org.tr<br />
39
Makale<br />
Albert Camus’nün<br />
özdeyiş gibi ve ibret<br />
alınacak bir cümlesi var<br />
şöyle diyor: “ İKİ VATANIM<br />
VAR, BİRİ FRANSA,<br />
DİĞERİ FRANSIZCA…<br />
FRANSAYI KORUYUP<br />
KOLLAYABİLMEK<br />
İÇİN FRANSIZCANIN<br />
SINIRLARINDA<br />
NÖBETTEYİM”<br />
rüntülü kitle iletişim araçları bu<br />
sorunu her saniye inanılmaz boyutlara<br />
taşımaktadır.<br />
1930’larda başlayan o cesur<br />
kültürel atılım dönemini ne yazık<br />
ki sürdüremedik. O yıllarda<br />
ki bu cesur kültürel ve eğitimsel<br />
adımlar, insanımıza ilköğretimde<br />
bile nitelikli bir kültürel düzey<br />
kazandırmıştı. 70 li yıllardan başlayarak<br />
olumsuz etkilerini bugün<br />
yaşadığımız eğitim kalitesindeki<br />
inanılmaz düşüş, ilköğrenimden<br />
üniversitelere kadar eğitim hayatımızı<br />
ve toplumsal yapı ve yaşantımızı<br />
derinden etkiledi. Yazım<br />
kurallarından habersiz, dilin<br />
doğru kullanımından, dili zenginleştiren<br />
edebiyat ürünlerinden<br />
yoksun ve bunlara duyarsız<br />
bir nesil yetişti. Şunu da unutmamak<br />
gerekir ki demokratik yaşamda<br />
ki aksamalar kültürel yaşamımızı<br />
da etkiledi. 12 Eylül’ün<br />
getirdiği kültürel çölleşmede, kitabın<br />
düşüncenin suç olduğu bir<br />
dönemde edebiyata, kültür hayatına<br />
kapatılan kapıların ardında<br />
ancak böyle bir nesil yetişirdi..<br />
Düşünmeyen, okumayan, tartışmayan<br />
ve konuşamayan…<br />
Böylesi karmaşık bir sürecin ve<br />
onun yarattığı sorunların çözümü<br />
elbette öğütler ve yakınmalar<br />
değildir… Peki ne yapmalı ...<br />
Önünde sonunda eğitimde niteliği<br />
yükseltmekten başka bir seçeneğimiz<br />
yoktur.. Mutlaka ama<br />
mutlaka nitelikli eğitim. Böyle<br />
bir eğitimle anadillerinin “ses<br />
bayrakları olduğu bilinci ve duyarlılığıyla”<br />
okuma zevki ve kitap<br />
sevgisiyle yetiştirilen, düşünen,<br />
düşündüğünü söyleyebilen, yazabilen,<br />
tartışan, kendi öz kültürüne<br />
yabancılaşmadan çağdaşlığı<br />
yakalayabilen, kimlikli, güvenli<br />
ve yurtsever birer birey olmaları<br />
sağlanmalıdır. Bu niteliklerle<br />
donanmış çocuklarımız bizi biz<br />
yapan bu ülkenin çimentosu olan<br />
anadilimize Türkçemize gerekli<br />
özen ve sevgiyi göstereceklerdir.<br />
Albert Camus’nün özdeyiş gibi<br />
ve ibret alınacak bir cümlesi var<br />
şöyle diyor: “ İKİ VATANIM<br />
VAR, BİRİ FRANSA, DİĞE-<br />
Rİ FRANSIZCA… FRANSAYI<br />
KORUYUP KOLLAYABİLMEK<br />
İÇİN FRANSIZCANIN SINIR-<br />
LARINDA NÖBETTEYİM”<br />
Türkçeyi doğru ve güzel konuşmak,<br />
koruyup kollamak aynı<br />
zaman da TÜRKİYE’Yİ KO-<br />
RUYUP KOLLAMAKTIR… Ve<br />
bugün buna her zamandan daha<br />
çok gereksinimimiz vardır, bu hiç<br />
unutulmasın…<br />
‘‘ Türkçeyi<br />
doğru ve güzel<br />
konuşmak,<br />
koruyup kollamak<br />
aynı zaman da<br />
TÜRKİYE’Yİ<br />
KORUYUP<br />
KOLLAMAKTIR…<br />
Ve bugün<br />
buna her<br />
zamandan<br />
daha çok<br />
gereksinimimiz<br />
vardır, bu hiç<br />
unutulmasın…’’<br />
40<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
www.turkegitimsen.org.tr<br />
41
Makale<br />
Mülk’ün<br />
Tapusunun Maliklerinin<br />
Direnme Hakkı ve Görevi<br />
Dr. Durmuş HOCAOĞLU<br />
Kontrolden çıkma eğilimine<br />
girmiş veya getirilmiş olan<br />
etnisite ve kimlik tartışmaları<br />
Türkiye’yi, Mülk’ün asli maliklerinin<br />
direnme hakkı ve görevi<br />
doğduğu, aksi halde hem haklarını<br />
kaybedecekleri ve hem de<br />
suçlu duruma düşecekleri bir<br />
bıçak sırtına doğru sürüklemektedir<br />
ve bunun en büyük müsebbibi<br />
de sığ ve sıra-altı siyasettir<br />
hal-i hazırdaki durum itibariyle.<br />
İmdi bu, öncelikle bir hak ve fakat<br />
daha da fazlası olarak, bir görev<br />
olmaktadır. Hak’tır: Mülk’ün<br />
tapusunun hakkı! Çünkü,<br />
Mülk’ün kurucusu ve bütün tarih<br />
boyunca omuzlayıcısı, taşıyıcısı<br />
onlardır, öyleyse hak da onlara<br />
aittir. Ve bu noktada hak - bir<br />
kere daha ve vurgu ile: Mülk’ün<br />
tapusunun hakkı - diğer mülki<br />
nisab sahiplerininkiyle “eşit” değil,<br />
“eşitler içinde birinci”(prima<br />
intra pares)’dir. Şundan ki, Millet,<br />
sadece ber-hayat olanlardan müteşekkil<br />
Halk’tan farklı olarak, tarihi<br />
ve sürekli bir olgudur; yaşayanların<br />
ve ölülerin bir ve bütün<br />
oldukları bir süreklilik ve bu süreklilik<br />
ve bir ve bütünlük, ecdad<br />
ile ahfadı aynileştirir ki bu suretle,<br />
nasıl ki Mülk’ün ilk kurucuları<br />
onun asli sahipleri iseler, onların,<br />
Mülk’ü sürdüren ahfadı da aynı<br />
hakka sahip, yani asli sahiplik hüviyetini<br />
haiz olurlar. Bu ise devredilemez<br />
bir hak olduğu gibi, bu<br />
hakkın muhafaza ve müdafaası<br />
da vazgeçilemez bir görevdir aynı<br />
zamanda; çünkü, yaşayanların<br />
ve ölülerin bir ve bütün olması,<br />
aynı zamanda ve ancak, ölülerin<br />
yaşayanlar üzerinde devredilemez<br />
haklarının, yaşayanların<br />
ise ölülere karşı vazgeçilemez ve<br />
redd-i miras edilemez vazifelerinin<br />
mevcudiyeti ile mümkündür;<br />
aksi halde, toprağın fiziki bir veri<br />
olmaktan çıkarılıp içine ruh giydirilmiş<br />
kutlu bir varlık alanına<br />
dönüştürülmesi ile vücut bulan<br />
“vatan” teşekkül edemeyeceği<br />
gibi, devletin sürekliliği de mümkün<br />
ve meşru olamazdı.<br />
Beri yandan, Millet’in tarihi<br />
ve sürekli bir olgu olması, O’nun<br />
aynı zamanda evrilmesi demektir<br />
de ve bu evrilme sürecinde, Kök<br />
Neseb, diğer neseblerin tamamını<br />
veya bir kısmını potasında<br />
eriterek dönüştürmek suretiyle<br />
onları kendileştirir ki böylelikle,<br />
42<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
Bir ulus-devletin bütün<br />
vatandaşları hangi<br />
nesebe ait olurlarsa<br />
olsunlar ve o nesebden<br />
ileri gelen etnik kimlikleri<br />
ne olursa olsun, sırf<br />
ve yalnız “vatandaş”<br />
statülerinden dolayı<br />
sahip oldukları kimlik,<br />
asli unsurun kimliğidir -<br />
mesela Fransa devletinin<br />
bütün vatandaşlarının,<br />
“Fransalı” değil “Fransız”<br />
addedilmesi gibi - ve<br />
hatta, dahası, “vatandaş”<br />
tanımı da yine kurucu<br />
nesebin ismi üzerinden<br />
yapılır, yine mesela aynı<br />
Fransa devletinin bütün<br />
vatandaşlarının, “Fransız”<br />
vatandaşı addedilmesi<br />
gibi. Şu halde, Türkiye<br />
devletinin vatandaşları<br />
da, “Türkiye vatandaşı”<br />
değil, “Türk vatandaşı”<br />
ve “Türkiyeli” değil “Türk”<br />
olmak iktiza eder.<br />
neseb genişlemesi yolu ile, asli<br />
nesebe katılanlar da aynıyla ilk<br />
kurucuların ahfadı haline inkılab<br />
ederek aynı hakları ve vazifeleri<br />
tevarüs ederler. Bu suretle tekevvün<br />
eden Millet, asli kurucu unsurdan,<br />
yani “fi’l asl” olmayan ve<br />
dönüştürül(e)memiş diğer nesebleri<br />
şayet başka tür bir dayanışma<br />
bağı ile sağlıklı bir şekilde<br />
bağlayamayacak olursa, Mülk sürekli<br />
tehdit altında kalır ki bu da<br />
Haldun’un Sebeb Asabiyesi dediği<br />
bağ olup günümüz modern<br />
devletinde almış olduğu şekil,<br />
“vatandaşlık”tır. Vatandaşlık, Sayın<br />
Başbakan Erdoğan’ın sandığının<br />
aksine bir “kimlik” değil, bir<br />
“statü”dür ve fakat modern devlette,<br />
üzerinden, bütün vatandaşların<br />
“kimlik” tanımının yapıldığı<br />
bir statüdür; ancak yine modern<br />
devlette, işbu yol ile tanımlanan<br />
kimlik, kurucu asabiyenin kimliğidir.<br />
Yani, açık bir anlatımla,<br />
bir ulus-devletin bütün vatandaşları<br />
hangi nesebe ait olurlarsa<br />
olsunlar ve o nesebden ileri gelen<br />
etnik kimlikleri ne olursa olsun,<br />
sırf ve yalnız “vatandaş” statülerinden<br />
dolayı sahip oldukları<br />
kimlik, asli unsurun kimliğidir -<br />
mesela Fransa devletinin bütün<br />
vatandaşlarının, “Fransalı” değil<br />
“Fransız” addedilmesi gibi - ve<br />
hatta, dahası, “vatandaş” tanımı<br />
da yine kurucu nesebin ismi üzerinden<br />
yapılır, yine mesela aynı<br />
Fransa devletinin bütün vatandaşlarının,<br />
“Fransız” vatandaşı<br />
addedilmesi gibi. Şu halde, Türkiye<br />
devletinin vatandaşları da,<br />
“Türkiye vatandaşı” değil, “Türk<br />
vatandaşı” ve “Türkiyeli” değil<br />
“Türk” olmak iktiza eder.<br />
Daha açıklayıcı olduğunu düşündüğüm<br />
için “Omurga” olarak<br />
adlandırmayı münasip saydığım<br />
Kurucu Asabiye, bu suretle,<br />
“fi’l-asl” olmayan bütün vatandaşlarıyla,<br />
vatandaşlık statüsü<br />
üzerinden bütün diğer hakları<br />
mütesaviyen paylaşır; ama tekelinde<br />
tuttuğu Mülk’ün Tapusu<br />
hariç. Mülk’ün Tapusu ortak<br />
kabul etmez; çünkü O, sadece<br />
bir iradeye ram olur, iki iradeye<br />
değil. Esasen, Mülk’ün Tapusu<br />
üzerinde, kurucu olmayanların<br />
hakkı yoktur; yardım ve/veya<br />
katkı bu hakkı doğurmaz, onlara<br />
ancak, eşit vatandaşlık statüsü<br />
verir; aksi takdirde, ya Mülk,<br />
belki de bir daha geri dönmemek<br />
üzere, elinden uçar, gider, ya da<br />
yine Haldun’un, Zilzal Suresi’nin<br />
“Arz zelzele ile sarsıldığı zaman”<br />
mealindeki (iza zülziletü’l-arz...)<br />
birinci ayetini işaret ettiği ifadesiyle,<br />
“Onunla birlikte veya<br />
onsuz devlete hakim olmaya<br />
kastetseler, yeryerinden oynar”<br />
(Mukaddime., III.II).<br />
Arz sarsılır, sarsılmalıdır<br />
da; çünkü, Mülk’ün Tapusu,<br />
Omurga’nın devredilemez, vazgeçilemez,<br />
paylaşılamaz hakkı<br />
olduğu gibi, muhafaza ve müdaafaası<br />
da gayri kaabil-i içtinab<br />
vazifesidir ve yine çünkü dünya<br />
hayatında, dünyaya ait olanlar<br />
içerisinde, hiçbir şey, Devlet’ten<br />
daha yüce, daha üstün,daha değerli<br />
değildir; öyle ki, Vatan dahi,<br />
ehemmiyetler hiyerarşisinde, yerine<br />
göre, O’ndan sonra gelir.<br />
Mülk’ün temellerinden olan<br />
Adalet, Hürriyet ve Mülkiyet içerisinde,<br />
Mülkiyet’in yerine göre,<br />
ehemmiyeti birinci plana çıkmakta<br />
ve hatta Mülk’ün kendisi<br />
olmaktadır. Bunun sebebi, benim<br />
burada kastetmiş olduğum anlamıyla<br />
Mülkiyet’in, alelumum<br />
bilinen ve hassaten liberal siyaset<br />
filozoflarının kastettiğinden ve<br />
üzerinde vurgu ile durduklarından<br />
daha farklı ve daha şumullü<br />
bir mana taşıyor olmasındandır.<br />
Mesela, Liberalizm’in başat temsilcilerinden<br />
Locke’un (1632-<br />
1704), bir yönetimin, ancak yönetilenlerin<br />
rızasına dayandığı<br />
müddetçe meşru olabileceğini,<br />
bu rızai mutabakatın ilgası durumunda<br />
yönetilenlerin direnme<br />
haklarının doğduğunu söylerken<br />
ileri sürdüğü gerekçelerden birisi<br />
de, “mülkiyet” ve “mülkiyet<br />
hakkı”dır; fakat, “Hükumet Üzerine<br />
İki İnceleme”nin (Two Treatises<br />
of Government), “Mülkiyete<br />
Dair” (Of Property) bölümünde<br />
hususen ele almış olduğu bu<br />
kavram ile[1] O, Haldun’cu anlamından<br />
farklı olarak, kişilerin<br />
dünya malları üzerindeki sahipliğini<br />
kastetmektedir. Vakıa, Locke,<br />
bununla, bir yorumcunun da<br />
belirtmiş olduğu gibi “mülkiyeti<br />
bir kimsenin sadece kendi vücudunun<br />
ve emeğinin bir damgasını<br />
koyduğu benliğinin bir uzantısı<br />
olarak değil, bir kimseye, cemiyetin<br />
söz hakkını veren bir varlık, bir<br />
yer olarak da görüyordu”[2]; an-<br />
www.turkegitimsen.org.tr<br />
43
Makale<br />
cak, bu yine de, benim referans<br />
olarak aldığım Haldun’cu Mülkiyet<br />
kavramı ile ciddi bir farklılık<br />
içerisindedir. Locke’cu Mülkiyet,<br />
her ne şekilde ele alınırsa alınsın,<br />
esas olarak, “mal-mülk” şeklinde<br />
daha anlaşılabilir hale getirebileceğimiz,<br />
insanların nesneler üzerindeki<br />
sahipliğidir ve mülkiyet<br />
hakkı da bu sahiplikle ilgili bir<br />
haktır; tabiatiyle, bu, ehemmiyetsiz<br />
veya küçümsenebilecek<br />
bir şey olmadığı gibi, elbette bu<br />
kontekstte, sadece Liberalizm<br />
ile mukayyet olmayıp, mesela<br />
İslam’da da, mü’minleri Allah’tan<br />
uzaklaştırmaya vesile olmadığı<br />
müddetçe, “makbul ve memduh”<br />
addedilmiştir ve gerçekten de,<br />
titizlikle korunması gerekir. Ne<br />
var ki, İbn Haldun’un kullandığı<br />
manada Mülk[3], esas olarak<br />
“iktidar” manasında olup, devletin<br />
hem kendisini ve hem de o<br />
devlet üzerindeki sahipliği ifade<br />
etmektedir. Bu kontekstte Devlet,<br />
bir “mülk”tür, ama bir “mal”<br />
değildir; farkı bu şekilde hulasa<br />
edebiliriz.<br />
Şu halde, Liberalizm’in,<br />
Locke’un görüşleri çerçevesinde<br />
müşahhaslaşan mülkiyet ve mülkiyet<br />
hakkı problemi ile, benim,<br />
Haldun’un görüşleri çerçevesinde<br />
müşahhaslaştırmaya çalıştığım<br />
mülkiyet ve mülkiyet hakkı problemi<br />
aynı kategoriye dahil edilemez;<br />
vakıa her ikisi de, gasp ve/<br />
veya ilga edilmeleri durumunda<br />
direnme hakkı vermektedir; ama<br />
fark çok derindir. Benim asıl olarak<br />
üzerinde durduğum, liberalizmin<br />
- en azından bu kontekstte<br />
- ele almadığı bir konudur:<br />
Devlet’in elden çıkması.<br />
İmdi, Mülk, devletin hem kendisini<br />
ve hem de o devlet üzerindeki<br />
sahipliği ifade ettiğine<br />
binaen, Mülk’ün elden çıkması,<br />
Devlet’in elden çıkması demektir<br />
ve buna göre de problem, Liberalizm’deki<br />
darlığın ötesinde çok<br />
şumullü bir mana ve ehemmiyet<br />
kazanarak şu noktaya gelir:<br />
Devlet’in elden çıkmasına rıza<br />
gösterilebilir mi; velev ki, elden<br />
çıkmış bir devlette şahsi mülklerimiz,<br />
yani “mal-mülk” korunsa<br />
bile<br />
Bu nokta, şahsi mülkiyetin,<br />
“mal-mülk”ün ehemmiyetinin<br />
ikincileştiği ve hatta silindiği<br />
ve Devlet’in Devlet olarak değerinin<br />
herşeyin üzerine çıktığı ve<br />
aynı zamanda O’nun, ehemmiyetler<br />
hiyerarşisinde, yerine göre,<br />
Vatan’dan bile daha önce gelebildiği<br />
noktadır da.<br />
Devlet ve Devlet üzerindeki<br />
sahiplik, niçin bu derece önemli<br />
olabilir<br />
Burası, bu yazının sınırlarını<br />
aşmaktadır; ancak, önce saf<br />
felsefi olarak şunu söylemekle<br />
yetineceğim: Mengüşoğlu’nun<br />
da büyük bir isabetle belirtmiş<br />
olduğu gibi[4], Devlet, cemiyet<br />
hayatının ve “dil, din, kültür<br />
ve medeniyet” gibi tüm “insanlık<br />
başarıları”nın temel şartıdır.<br />
Devletimize sahip olmak, ikinci<br />
olarak, yine birincisiyle bağlantılı<br />
olmak üzere, bütün milli hayatımızın<br />
muhafazası ve terakki ve<br />
tekamülü için şart olduğu gibi,<br />
tarihimize ve bize hür ve müstakil<br />
bir devlet ve vatan emanet<br />
eden ecdadımıza, atalarımıza olduğu<br />
kadar, istikbalimize, kendilerine<br />
hür ve müstakil bir devlet<br />
ve vatan teslim etmekle mükellef<br />
ve mecbur olduğumuz ahfadımıza,<br />
çocuklarımıza ve torunlarımıza<br />
karşı sadakat ve namus<br />
borcumuz olduğu için tartışılması<br />
bile caiz olmaz ve uğruna her<br />
türlü fedakarlığın yapılması önce<br />
insani ve sonra da milli bir vazife<br />
olacak kadar birinci dereceden<br />
ehemmiyet taşımaktadır.<br />
Tabiatiyle, Mülk bu kadar büyük<br />
ehemmiyetli olduğu için,<br />
Mülk’ün sahiplerinin, O’nu ellerinden<br />
kim almaya kastetmiş<br />
veya edecek olursa olsun, mülklerine<br />
sahip çıkmak hususunda<br />
direnmeleri, başkaldırmaları,<br />
hem devredilemez hakları olmaktadır<br />
ve hem de kaçınılamaz<br />
vazifeleri.<br />
Buna binaen ikaz etmeyi, hem<br />
hakkım, hem de vazifem addediyorum:<br />
Türkiye Devleti, O’na<br />
vatandaşlık yoluyla bağlı olan<br />
herkesindir ve bu bakımdan her<br />
vatandaş eşittir ve fakat O’nun<br />
tapusunun mülkiyeti Türkler’e<br />
aittir; ancak şimdi Türkler, bu<br />
“Mülk” üzerinde, git-gide, sadece<br />
isim sahibi olmanın ötesinde bir<br />
haklarının kalamayacağı, tapularını<br />
devredecekleri bir süreci<br />
yaşamaktadırlar ve tabiatiyle ve<br />
bittabii, isim haklarının da ellerinden<br />
alınacağı nihai safhayı<br />
yaşamak ve tarihin ve istikbalin<br />
lanetine muhatab olmak istemiyorlarsa,<br />
direnmek haklarını kullanmak<br />
ve vazifelerini bihakkın<br />
ifa etmek mecburiyetindedirler.<br />
[1] John Locke., The Works.,<br />
Volume 4., Economic Writings<br />
and Two Treatises of Government.,<br />
12th Ed., London, Rivington.,<br />
1824., Book II., Chp.<br />
V., p.352; [2] Richard Peters.,<br />
“John Locke”., Maurice Cranston<br />
(Ed.)., Batı Düşüncesinde<br />
Siyaset Felsefeleri., Geniş Hanedanlıklar,<br />
Mülk, Hilafet....”]; [4]<br />
Takiyettin Mengüşoğlu., İnsan<br />
Felsefesi.,Remzi Kitabevi Yay., İst.,<br />
1988., Bölüm: XV: “Devlet Kuran<br />
Bir Varlık Olarak İnsan”Çev.: Nejat<br />
Muallimoğlu., M. Ü. İlahiyat<br />
Fakültesi Yay., İst., 1993, içinde,<br />
s.72; [3]Bkz., mesela: Mukaddime:<br />
I.III: “<br />
* Bu yazıyı, Terör ve Etnik Ayrımcılık<br />
konusunda, güncelliğini<br />
koruması münasebetiyle, sendikamız<br />
üyelerinden kıymetli düşünce<br />
adamı Durmuş Hocaoğlu’nu rahmet<br />
ve minnetle anarak ilgilerinize<br />
sunuyoruz.<br />
44<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
PKK’nın Yükselişi :<br />
1990’lı Yıllara Dönüş<br />
Araştırmacı-Yazar İkbal VURUCU<br />
Başta iktidar aydınları olmak<br />
üzere siyasal karar vericiler şu<br />
soruyu soruyor: Niye terörle 30<br />
yıldır mücadeleden bir sonuç alınamıyor<br />
19 Ekim gecesi Hakkâri’de gerçekleşen<br />
ve 24 askerimizin şehit<br />
olduğu, 18’inin de yaralandığı<br />
PKK saldırısı bize artık bazı<br />
hususları sorgulamayı zorunlu<br />
kılmaktadır. Oysa Türkiye’de terörün<br />
ortaya çıkardığı sonuçların<br />
sebepleri, koşulları, olay ve<br />
olguların arasındaki bağlantıların<br />
sistematik bir açıklanmasına<br />
girişmeden genelleştirmeci<br />
bir yaklaşımla sorunu “Kürt<br />
meselesi”nin çözülmemesine<br />
bağlayan karar vericileri etkileyen<br />
bir zümrenin varlığı söz konusudur.<br />
Bu eğilimdeki aydınlar,<br />
iktidar elitleri biçiminde anılan<br />
fakat tarafımızdan hükümetin<br />
entelektüelleri olarak gerçeğe<br />
daha uygun bir tanımlama ile<br />
anılan gruptur. Bu zümre, her<br />
terör saldırısında derhal savaşa<br />
son verilmesi, silahla değil<br />
demokratik ve barışçıl yollarla<br />
sorunun çözülmesi gerektiğini<br />
ifade etmektedirler. Bu retorikte<br />
Terörün eylemler<br />
tarihini dikkate almadan<br />
anakronik bir tarzda<br />
“terör otuz yıldır devam<br />
ediyor” denmektedir.<br />
Oysa bilinmektedir ki<br />
başarılı bir dış politika<br />
takip edilmesi sonucu<br />
Öcalan himaye gördüğü<br />
Suriye’den çıkarılmış ve<br />
sonra da yakalanmıştır.<br />
Sonrasında terör sıfır<br />
seviyesine inmiştir.<br />
demokrasinin dünya siyasal tarihinde<br />
ne olup olmadığı, dayandığı<br />
tarihsel, toplumsal, kültürel<br />
ve iktisadi temellerin yanında<br />
hangi toplumsal işlevi yerine getirdiği<br />
göz ardı edilmektedir. Bu<br />
bağlamda gerek demokrasinin ve<br />
gerekse diğer sistemlerin olmazsa<br />
olmaz koşulu olan “insan” un-<br />
www.turkegitimsen.org.tr<br />
45
Makale<br />
surunun varlığının yani güvenliğinin<br />
sağlanamadığı bir ortamda<br />
hiçbir rejimin anlamının olmadığı<br />
dikkate alınmamaktadır.<br />
Terörün eylemler tarihini<br />
dikkate almadan anakronik bir<br />
tarzda “terör otuz yıldır devam<br />
ediyor” denmektedir. Oysa bilinmektedir<br />
ki başarılı bir dış politika<br />
takip edilmesi sonucu Öcalan<br />
himaye gördüğü Suriye’den çıkarılmış<br />
ve sonra da yakalanmıştır.<br />
Sonrasında terör sıfır seviyesine<br />
inmiştir. Bu bağlamda terör konusunda<br />
dünyanın önde gelen<br />
uzmanlarından Prof. Dr. Ümit<br />
Özdağ sormaktadır: “1992-1997<br />
arasında verdiği sert ve tavizsiz<br />
mücadele ile sayıları 10 bini aşan<br />
PKK’lı teröristleri, Sivas-Ağrı-<br />
Hakkâri-Osmaniye arasındaki iki<br />
Yunanistan büyüklüğünde geniş<br />
bir alanda yenerek temizleyen<br />
Türk Ordusu 2004 sonrasında neden<br />
terör ile mücadelede 1990’lı<br />
yıllarda kazandığı başarıyı kazanamıyor<br />
Subaylar daha az mı cesur<br />
Askerler daha mı yeteneksiz<br />
Yoksa ordu yeni ve yanlış bir strateji<br />
mi benimsedi de ortaya böyle<br />
bir sonuç çıkıyor” Özdağ cevabını<br />
şöyle veriyor: “Hiç birisi değil.<br />
Subaylar 1990’larda çarpışan<br />
komutanları kadar cesur. Askerler<br />
bırakın “az eğitimli falan” laflarını,<br />
1990’lı yıllarda PKK’yı perişan<br />
eden ağabeyleri gibi aldıkları eğitim<br />
ile PKK’nın canını okuyacak<br />
kadar bu işi biliyorlar. Ordu’nun<br />
da stratejisi, eğitimi değişmedi.<br />
Üstelik kullandıkları silahlar<br />
1990’lı yıllardan daha iyi.” Hayati<br />
önemde bir sorgulama. Cevabının<br />
verilmesi noktasında samimi<br />
olunduğunda cevabı zor olmayan<br />
sorular.<br />
PKK’nın gücünün 1990’lı yıllardaki<br />
gibi doruğa çıktığı bir dönemden<br />
geçilmektedir. PKK 250<br />
kişilik bir grupla 8 ayrı noktaya<br />
eş zamanlı saldırı yapabilecek<br />
bir güce eriştiği görülmektedir.<br />
2004’den itibaren veya<br />
başka bir deyişle AB<br />
tam üyelik sürecinin<br />
başlamasıyla birlikte<br />
özerklik, Kürt kimliğinin<br />
tanınması, ana dilde<br />
eğitim, Öcalan’ın<br />
serbest bırakılması gibi<br />
talepleri olmazsa olmaz<br />
olarak ileri sürmeye<br />
başladılar. “Nitekim<br />
2006 yılında DTP Genel<br />
Başkanı Ahmet Türk,<br />
taleplerini “genel af”,<br />
Anayasa’nın Türk tanımını<br />
içeren 3. Maddesinin<br />
değiştirilmesi, Kürtçe’nin<br />
ikinci resmi dil olarak<br />
tanınması seklinde<br />
açıkladı.<br />
Bunun anlamı PKK’nın 90’lı yıllara<br />
kıyasla daha da güçlendiği ve<br />
buna mukabil devletin zayıfladığıdır.<br />
Bu PKK’nın bitme noktasına<br />
geldiği 1990’ların sonundan<br />
sonra nasıl geliştiği, büyüdüğü,<br />
alan hâkimiyeti yanında siyasal<br />
ve toplumsal etkinlik alanının<br />
geliştiğini göstermesi bakımından<br />
önemlidir.<br />
Devlet alan hâkimiyetini kaybetmiştir.<br />
Bırakın yüksek teknolojiye<br />
dayalı istihbaratı basit bir<br />
istihbarat bile sağlayamayacak<br />
hale gelmiştir. Proaktif bir mücadelenin<br />
terk edildiği inisiyatifin<br />
PKK-BDP ve destekleyicilerine<br />
geçtiği bir süreçtir. Başka bir deyişle<br />
devletin inisiyatifi ele geçirecek<br />
bir güvenlik stratejisi yok.<br />
TSK terörle mücadeleyi terk etti.<br />
Meydan PKK’ya kaldı. PKK bütün<br />
bunların sonunda 1990’ların<br />
başındaki gücüne ulaşmakla kalmamış<br />
daha güçlü hale gelmiştir.<br />
Şehrin ortasında PKK’lıların<br />
Türk subayların ensesine rahatlıkla<br />
kurşun sıkıp gitmeleri, gündüz<br />
vakit roketatarlarla şehrin<br />
göbeğinde karakollara saldırı<br />
düzenlemeleri, askerlerimizin,<br />
mühendislerimizin, öğretmenlerimizin,<br />
kaymakamlarımızın kaçırılması<br />
olağan hale geldi.<br />
Yukarıda belirttiğimiz gibi bir<br />
gecede PKK, 250 kişilik bir grupla<br />
8 ayrı noktaya eş zamanlı saldırı<br />
yapabilmektedir. 250 kişilik bir<br />
grubun başka bir ülke sınırından<br />
geçmesi gerçeğinin beraberinde<br />
getirdiği sorular vardır. Ağır<br />
silahlar taşınırken, bunlar nasıl<br />
fark edilemedi Ağır silahlarla<br />
başka bir deyişle el bombaları,<br />
havan topları ve roketatarlarla<br />
sınırdan geçmişler, sonrasında<br />
şehrin merkezine bu silahları taşımışlar<br />
ve saldırılarını ardından<br />
kayıp vermeden geri gitmişlerdir.<br />
Bu silahlar nasıl bu kadar kolay<br />
taşınmaktadır Hiç mi istihbarat<br />
yoktu, hiç mi denetim söz konusu<br />
değildi Bu ülkenin istihbaratı<br />
nerede Her şeyden önce sorulması<br />
gereken soru bu. Ülke içinde<br />
terör faaliyetini takip edemeyen<br />
bir kurum acaba istihbarat<br />
kimliğini taşımalı mıdır Genelkurmay’daki<br />
en gizli toplantıların<br />
kaydedildiği, Ergenekoncu diye<br />
tutuklananların ne zaman nerede<br />
ne konuştukları en ince ayrıntısına<br />
kadar toplanabiliyorken, 250<br />
kişilik bir terörist grubun girişinden<br />
haberdar olunmaması dikkat<br />
46<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
PKK terörü ilk eylemlerini<br />
gerçekleştirdiğinde bu<br />
örgütün ve eylemin<br />
karakteri, amacı,<br />
yöntemi ve geleceği<br />
konusundaki bilgisizlik<br />
olayın “birkaç çapulcu”<br />
diye Özal yönetimince<br />
küçümsenmesi bugünkü<br />
sorunun kaynağını<br />
oluşturmaktadır.<br />
çekicidir. Güvenlik kuvvetleri, istihbarat<br />
elemanları, uzay teknolojilerine<br />
kadar bütün teknolojik<br />
imkânları ile 250 kişilik bir terör<br />
grubunu göremiyor, haber alamıyor,<br />
olan biteni duymuyorsa,<br />
elbette ülkeyi yönetenlerden yani<br />
sorumlulardan hesap sorulabilmelidir.<br />
En sık gelen eleştirilerin<br />
başında haklı olarak İstihbarat<br />
birimlerinin özel hayatları izlerken,<br />
özel konuşmaları dinlerken,<br />
seçim sürecinde muhalefeti sıkıştırmak<br />
için yoğun mesai harcarken<br />
biraz da bu maharetlerini<br />
PKK terör örgütünün takip edilmesinde<br />
kullanmalarıdır.<br />
Acaba,<br />
1. Kürt Açılımı sebebiyle başlatılan<br />
politikalarda veya PKK ile<br />
müzakerelerde verilen sözler yüzünden<br />
mi bölgedeki istihbarat<br />
en aza indirildi veya etkisiz hale<br />
getirildi<br />
2. ABD ile istihbarat paylaşımı<br />
işlemiyor mu Veya bütün güvenliğimizi<br />
ABD’ye bağladık da<br />
her zamanki gibi ABD bize ulaştırmadı<br />
mı<br />
3. İstihbarat iç politikada hükümetin<br />
muhalifleriyle uğraşmaya<br />
mı odaklandı Yani dış istihbarat<br />
“dış politikada sıfır sorun” adına<br />
tasfiye mi edildi<br />
4. Türk Askerinin başına çuval<br />
geçirildikten sonra Irak’ın<br />
kuzeyinde yer alan birlikler Peşmergelerin<br />
talebiyle çekilince bu<br />
alanda bir zafiyet mi doğdu<br />
AB’ye tam üyelik sürecinden<br />
önce “Kopenhag Kriterleri”nin<br />
Kürt Sorunu’nun çözümünde<br />
yeterli olacağını söyleyen Kürtçü<br />
seçkinler ve BDP gibi PKK’nın<br />
unsurları 2004’den itibaren veya<br />
başka bir deyişle AB tam üyelik<br />
sürecinin başlamasıyla birlikte<br />
özerklik, Kürt kimliğinin tanınması,<br />
ana dilde eğitim, Öcalan’ın<br />
serbest bırakılması gibi talepleri<br />
olmazsa olmaz olarak ileri sürmeye<br />
başladılar. “Nitekim 2006<br />
yılında DTP Genel Başkanı Ahmet<br />
Türk, taleplerini “genel af ”,<br />
Anayasa’nın Türk tanımını içeren<br />
3. Maddesinin değiştirilmesi,<br />
Kürtçe’nin ikinci resmi dil olarak<br />
tanınması seklinde açıkladı.<br />
2005 yazında Türkiye’deki terör<br />
eylemlerinde hızlı bir artış yaşanırken,<br />
PKK militanlarının sayısı<br />
Türkiye içinde 1800-1900, Irak’ın<br />
kuzeyinde 2.800-3.100’e ulaşmıştır.<br />
Bir yandan Irak’ın kuzeyinden<br />
sızan PKK ile çatışmalar<br />
devam ederken Ankara ile Washington<br />
arasında gerilim de artmaya<br />
devam etmiştir. ABD’nin<br />
PKK’ya karsı fiili olarak hiçbir<br />
şey yapmaya niyeti yoktu. 2006<br />
yazında yapılan tüm tehditlere<br />
rağmen PKK, Irak’ın kuzeyindeki<br />
varlığını güçlendirmiş, bunda<br />
Barzani’nin hoşgörü ve desteği<br />
önemli olmuştur.”[1]<br />
Genel olarak ifade edecek olursak,<br />
PKK terörü ilk eylemlerini<br />
gerçekleştirdiğinde bu örgütün<br />
ve eylemin karakteri, amacı, yöntemi<br />
ve geleceği konusundaki bilgisizlik<br />
olayın “birkaç çapulcu”<br />
diye Özal yönetimince küçümsenmesi<br />
bugünkü sorunun kaynağını<br />
oluşturmaktadır. Sivil irade<br />
sorunla mücadeleyi tamamen<br />
askere devretti ve kendi sorumluluğunu<br />
terk etti. Bu da beraberinde<br />
tamamen “güç kullanımını<br />
getirdi. Asker önemli ölçüde büyük<br />
bir zaman dilimine yayılan<br />
sürede terörle mücadelede olumlu<br />
ve sonuç getirici bir mücadele<br />
yürütebildi. Düşük yoğunluklu<br />
bir mücadele olarak silahlı güçlerin<br />
ancak sivil güçlere bir destek<br />
sağlayıcı işlevi göz ardı edildi.<br />
DYÇ’nın özüne uygun yöntem ve<br />
stratejilerin geliştirilememesi gerek<br />
demokratikleşme ve gerekse<br />
siyasi, ekonomik gelişime ciddi<br />
engel oluşturdu. Çünkü terörle<br />
mücadele tamamen “güç” ekseninde<br />
algılandı ve öldürülen<br />
teröristin fazlalığı başarının da<br />
ölçüsü oldu. Ebette bu bir başarı<br />
ölçüsü olmakla birlikte tek başına<br />
bir değer taşımamaktaydı. Çünkü<br />
sivil-siyasi karar vericilerin<br />
bu mücadele biçiminde zorunlu<br />
görevlerini yerine getirmemeleri<br />
mesela askerin zorunlu köy boşaltmalarına<br />
karşı bu köylerden<br />
gidenlere yer, iş, yaşam alanları<br />
yaratmaması terörün kitleselleşmesine<br />
ve taban kazanmasına<br />
büyük katkılar sağladı. İşte PKK<br />
terör örgütü siyasallaşma ve kitleselleşme<br />
sürecinde bu kitleden<br />
gözardı edilemeyecek bir desteğinde<br />
sahibi oldu. Mesela KCK<br />
bu toplumsal kesimlerin ve genç<br />
kuşağın etkin katılımıyla teşkil<br />
edildi.<br />
www.turkegitimsen.org.tr<br />
47
Makale<br />
Millet ve Etnisite<br />
Gazi Ünv. Öğretim Üyesi Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ<br />
Diplomatlar bilir, bir konudaki<br />
toplantı veya tartışmada söylenenler<br />
kadar, hattâ söylenenlerden<br />
de daha önemlisi, o konuda<br />
bir toplantı yapılmasıdır. Veya<br />
yapılmaması...<br />
Türkiye’de ve şimdi “Millet<br />
Kavramı” başlıklı bir toplantı yapıyoruz.<br />
Çok yerinde, çok zamanında.<br />
Fakat önce “niçin yerinde<br />
ve zamanında buluyoruz” diye<br />
sormak lâzım. Kanunî devrinde<br />
“Millet Kavramı”, “Devlet Kavramı”<br />
başlıklı bir toplantı yapar<br />
mıydık O zamanlar bir kimlik<br />
tartışmamız var mıydı<br />
Peki, bugün, Amerika Birleşik<br />
Devletleri’nde veya Almanya veya<br />
Fransa’da “Amerikan milleti”, “Alman<br />
milleti”, “Fransız milleti” başlıklı<br />
beyin fırtınası yapılır mı<br />
Diplomatlar bilir, bir<br />
konudaki toplantı<br />
veya tartışmada<br />
söylenenler kadar, hattâ<br />
söylenenlerden de daha<br />
önemlisi, o konuda bir<br />
toplantı yapılmasıdır.<br />
Veya yapılmaması...<br />
Kimliğimizi bundan önce en<br />
son ne zaman tartışmıştık Yirminci<br />
asrın başında. Osmanlıcılık,<br />
İslamcılık, Türkçülük... Bu<br />
tartışmalardan yirmi yıl sonra<br />
devletimizin yarıdan çoğunu<br />
kaybediverdik. %80’in üzeri<br />
Türk çoğunluğu bulunan ve<br />
Anadolu’dan önce Türkleşen ana<br />
yurdumuz Rumeli dâhil. Bugünkü<br />
Türkiye’mizin büyük kısmı da<br />
gidiyordu ki Millî Mücadele ile<br />
geri alındı.<br />
Biz çıkış yolu bulmak için<br />
kimliğimizi tartışırken emperyalistler<br />
de giriş yolu bulmak<br />
için tartışıyordu. Türkoloji’nin ve<br />
oryantalizmin Batıda en faal olduğu<br />
dönem bizim kimlik sorgulamamızla<br />
çakışır: 19. asır sonu,<br />
20. asır başı. Millî Mücadele’den<br />
sonra Türkoloji o ülkelerde cazibesini<br />
kaybetti.<br />
Ben 1960’larda ABD’de öğrenciyken<br />
en popüler bilimsel araştırma<br />
alanı “Güneydoğu Asya<br />
İncelemeleri” (Southeast Asian<br />
Studies) idi. Tesadüfe bakın; o<br />
sırada Vietnam Savaşı sürüyordu.<br />
Duyduğuma göre bu günlerde<br />
“Orta Doğu İncelemeleri”,<br />
“İslamik İncelemeler” ile “Orta<br />
Asya İncelemeleri” moda imiş.<br />
Çin İncelemeleri de... Rusya<br />
İncelemeleri’nin popülerliği biraz<br />
düşmüş.<br />
* * *<br />
Millet devleti, “nation state”in<br />
dünyadaki devlet formuna kesin<br />
hâkimiyetinden sonra, yani 18.,<br />
19., 20. ve 21. asırlarda, millet,<br />
devletin yegâne meşruiyet kaynağıdır.<br />
Modern sosyolojide bu<br />
gerçek şöyle ifade edilebilir:<br />
“ Modern dünyada, milletlerin<br />
içersinde rekabet ettiği bir milletler<br />
evreni icat etmek zorundayız.<br />
Gellner’in bize anlattığı gibi, bir<br />
milliyet yok olsa, bir başka milliyet<br />
bu boşluğu hızla doldururdu.<br />
Yüksek kültürün yaygınlaştığı bir<br />
dünyada millî olmayanı hayal<br />
bile edemeyiz. Modern devlet ve<br />
ekonomi, işlevini, millet denilen<br />
kabın içinde yürütmektedir.<br />
Gellner(’in dediği gibi), ’Milliyetçilik,<br />
belki her zaman tahripkâr<br />
değildir ama, yer çekimi gibi<br />
48<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
önemli ve sarıcı bir kuvvettir’ [1]<br />
[1].”<br />
Modern sosyolojinin kastettiği<br />
millet, ortak bir yüksek kültür etrafında<br />
belirir ve organize eğitim<br />
kurumlarıyla bu kültürün yeni<br />
nesillere taşınması ile yaşar.<br />
Milletler çağında, yani bugün,<br />
millete muhalif tavırlar,<br />
iki seçenekten birine dayanmak<br />
zorundadır: 1) Millet olgunluğuna<br />
henüz erişememiş toplum<br />
birimlerini milletin yerine koymak:<br />
Kabile, aşiret, etnik grup. 2)<br />
Milletin bağlayıcılığı ile rekabet<br />
edemeyecekleri tarihin laboratuarında<br />
defalarca ispatlanmış<br />
daha büyük fakat hayalî birimlere<br />
dayanmak: Dünya proletaryası<br />
veya siyasî birliği hedefleyen bir<br />
İslâm ümmeti anlayışı. Dünya<br />
proletaryası Berlin Duvarı’nın<br />
altında kaldı. Siyasî ümmetçilik<br />
henüz “dünya proletaryası” kadar<br />
bir varlık gösteremedi.<br />
Milletten küçük olanlar arasında<br />
etnik grupları, aşiret, kabile<br />
gibi ilkel birimleri sayabiliriz.<br />
Bugünlerde Türkiye’deki tartışmalarda-<br />
bilgisizlikten veya kasitle-<br />
en çok etnik grupla millet<br />
karşı karşıya getiriliyor. Dünyada<br />
10 000 civarında etnik grup, buna<br />
karşılık ancak 100 mertebesinde<br />
millet bulunduğu gerçeği bile bu<br />
karışıklığı çözmeye yetecek bir<br />
delildir [1][2].<br />
* * *<br />
“Amerikan” bir milletin ismidir.<br />
“Amerikalı” Türkçe’ye has bir kelime,<br />
onların dilinde yok. Zaten<br />
olsaydı, sadece ABD’yi değil, Kanada,<br />
Brezilya, Arjantin ve başka<br />
Amerika Kıtası ülkelerinde yaşayanları<br />
de kapsardı. İngilizce’de<br />
sadece “Amerikan” denir. Etnisite<br />
belirtilmek istendiğinde “İtalyan<br />
Amerikan”, “Hispanik Amerikan”,<br />
“Yahudi Amerikan” denir<br />
“Amerikan” bir milletin<br />
ismidir. “Amerikalı”<br />
Türkçe’ye has bir kelime,<br />
onların dilinde yok.<br />
Zaten olsaydı, sadece<br />
ABD’yi değil, Kanada,<br />
Brezilya, Arjantin<br />
ve başka Amerika<br />
Kıtası ülkelerinde<br />
yaşayanları de kapsardı.<br />
İngilizce’de sadece<br />
“Amerikan” denir. Etnisite<br />
belirtilmek istendiğinde<br />
“İtalyan Amerikan”,<br />
“Hispanik Amerikan”,<br />
“Yahudi Amerikan”<br />
denir ama Amerika<br />
Amerikanlarındır. Tıpkı<br />
Türkiye’nin Türklerin<br />
olduğu gibi.<br />
ama Amerika Amerikanlarındır.<br />
Tıpkı Türkiye’nin Türklerin olduğu<br />
gibi.<br />
Türkiye mozaiktir, diyenler,<br />
Türk var, Kürt var, Çerkez var<br />
diyenler, etnik grupla milleti karıştırıyor.<br />
“Türk” kelimesi Türk<br />
milletinin ismi olduğu kadar,<br />
Türk etnisitesinin de ismi olarak<br />
kullanılıyor. “Bu yüzden karıştırıyorlar”<br />
diye iyi niyetli bir yorum<br />
yapalım...<br />
Ben bildiğim kadarıyla Türkmen<br />
etnisitesinden gelme bir<br />
Türküm. Fakat Türkmenliğimi<br />
çoktan unuttum. En az üç nesildir<br />
şehirliyim. Etnisitelerin kaderidir<br />
bu. Bir süre sonra millet üst<br />
kimliği içinde yok olurlar.<br />
Mehmet Akif, Arnavut etnisitesinden<br />
gelme bir Türk’tür.<br />
Hovannes Dadyan, Miralay<br />
Bogos Dadyan, Ermeni etnisitesinden<br />
gelme Türklerdir.<br />
Süleyman Nazif, Kürt etnisitesinden<br />
gelme bir Türk’tür.<br />
Zaharya Efendi (Cemil Bey)<br />
Rum etnisitesinden bir Türk’tür.<br />
Büyük bestekâr Üçüncü<br />
Selim’in hocası Tamburi İzak, Yahudi<br />
etnisitesinden bir Türk’tür.<br />
O halde, “Türkiye Türklerindir”e,<br />
“Ne mutlu Türküm<br />
diyene”ye itiraz edenler, eğer başka<br />
bir etnik aidiyet hissetmiyorlarsa,<br />
“Türk etnisitesinden gelme<br />
gayrı-Türklerdir”.<br />
* * *<br />
Bizde “millet” anlayışının yoğun<br />
tartışması, az önce bahsettiğim<br />
gibi, en problemli dönemde<br />
yapıldı. Tabiî olarak...<br />
Yirminci asrın sonu ile<br />
Cumhuriyet’in ilk yıllarını kapsayan<br />
birinci dönemde Ziya<br />
Gökalp’in, “harsa” dayanan millet<br />
anlayışı hâkimdi. Bugünkü<br />
sosyoloji bilgimize göre de doğrusu<br />
budur. Bugün geriye baktığımızda,<br />
Gökalp’de ve Gökalp’ten<br />
de çok, onu izlediklerini sananlarda<br />
tespit ettiğimiz hatâ, kültüre<br />
dayalı bir millet anlayışı değildir.<br />
Çünkü kültürün tanımladığı<br />
millet fikri, hâlâ doğrudur. Hatâ,<br />
sert bir medeniyet- hars ayrımı<br />
ve ikincinin saflığının gerektiği<br />
iddiasıdır. Bu yanlışlık, bin yıllık<br />
yüksek kültür birikimimizin<br />
inkârı yolunu açmıştır.<br />
İkinci dönem, Batı’da yüzyıllardır<br />
hâkim olan «ırkçı» anlayışın,<br />
belli başlı Avrupa ülkelerinde<br />
resmî ideoloji haline geldiği tarih<br />
aralığıdır. Batı ırkçılığının dillendirilmesinin<br />
artık ayıp sayıldığı<br />
II. Dünya Harbi sonuna kadar<br />
devam eder. Hannah Arendt’in<br />
tespit ettiği gibi, ırkçılık, Batı<br />
emperyalizminin tabiî ideolojisidir.<br />
Tarihî tavırları bugünkü<br />
değer hükümlerimizle yargılaya-<br />
www.turkegitimsen.org.tr<br />
49
Makale<br />
mayız. Bu sebeple, daha önceki<br />
yazılarımda da belirttiğim gibi<br />
Türk devlet ve fikir adamlarının<br />
bu dönemdeki “ırkçı” söylemlerini<br />
o günün Batı anlayışı içinde<br />
irdelemek gerekir. Aşağıda birkaçını<br />
tekrarlayacağım o sözleri<br />
söyleten ruh hali, “<strong>Sen</strong> ana aşağılık<br />
ırk diyorsun. Hayır, ben de<br />
yüksek bir ırkın mensubuyum”<br />
müdafaasıdır. Buna, “savunma<br />
ırkçılığı” denebilir: “Türkçülük<br />
ırkçı olmadığı için noksandır,<br />
Kemalizm ona ırkçılığı ilave etmiştir<br />
[1][3]” (Agop Dilaçar,<br />
1940), “Biz Türk’üz, Türkçüyüz<br />
ve daima Türkçü kalacağız. Bizim<br />
için Türkçülük, bir kan meselesi<br />
olduğu kadar ve en az o kadar da<br />
bir vicdan ve kültür meselesidir<br />
[1][4].” (Başbakan Şükrü Saraçoğlu,<br />
1942), “Benim kanaatimce<br />
kahramanlık, milletler arasında<br />
birinci sırada yer tutmak için ilk<br />
şarttır. Kahramanlık, kanın fıtraten<br />
haiz olduğu kudretten gelir.<br />
Irkımızın kahramanlığına Gaziantep<br />
güzel bir numune olmuştur<br />
[1][5].” (Başbakan İsmet İnönü,<br />
1932), “Cumhuriyet idaresinin<br />
genç Türk unsuruna verdiği inandırıcı<br />
kanaat budur ki dünyanın<br />
inanmadığı eserleri vücuda getiren<br />
azim ve fedakârlık ırkımızda<br />
vardır.” (Başbakan İsmet İnönü,<br />
1933) [1][6] İlk Türk Tarih Cemiyeti<br />
kurultaylarına (1932, 1937)<br />
sunulan tebliğler [1][7] bugün<br />
okuyanların ağzını açık bırakacak<br />
niteliktedir ve hekimler, Türk<br />
ırkının karakterleri konusunda<br />
ayrıntıya girmektedir. Ders kitaplarındaki<br />
değişikliklerin biraz<br />
arkadan gelmesinden olmalı,<br />
1960’lı yıllarda benim lisede okuduğum<br />
“İnkılâp Tarihi” dersinde<br />
hâlâ, “Türkler brakisefal, beyaz<br />
bir ırktır” bilgisi yer alırdı.<br />
Üçüncü dönem, İkinci Dünya<br />
Harbi’ni kimin kazanacağı belli<br />
olduktan ve Batı’da galiplerin<br />
“Bizi birbirimize<br />
bağlayan en kuvvetli<br />
bağ İslâm’dır” iddiasıyla<br />
üst kimlik yaratma<br />
teşebbüsü, kesinlikle<br />
anlamsızdır. Bu söz,<br />
meselâ Pakistan,<br />
İran veya Arap<br />
ülkeleriyle ilişkilerimiz<br />
konuşulurken sarf<br />
edilebilir. Fakat,<br />
Türkiye’nin millî birliğine<br />
hizmet maksadıyla<br />
kullanılması her halde<br />
aklı selime sığmaz.<br />
İslamiyet, Türk milletine<br />
mensubiyet şuurunun<br />
unsurları arasında<br />
zaten vardır. Bir Türkün<br />
diğerine, «ben sana<br />
Müslüman olduğun<br />
için bağlıyım» demesi,<br />
babanın oğluna, «ben<br />
seni, babamın torunu<br />
olduğun için seviyorum»<br />
demesine benzer.<br />
ırkçı söyleme karşı çıktıklarının<br />
anlaşılmasıyla başlar. Kesin<br />
başlangıç tarihini Stalingrad’da<br />
Almanların yenilmesine yerleştirebiliriz.<br />
İsmet İnönü’nün muhalefetsiz<br />
iktidarına rastlayan bu<br />
tarihlerde, daha önceki ırkçılıkla<br />
birlikte, Atatürk döneminin milliyetçi<br />
anlayışı da kötülenmiştir.<br />
Atatürk’ün tutumuna nispetle<br />
revizyonist ve hatta karşı devrim<br />
niteliğindeki bu anti-milliyetçi<br />
yeni politikaya, “Atatürk milliyetçiliği”<br />
denmesi olsa olsa ironiktir.<br />
“Atatürk Milliyetçiliği”nin,<br />
Atatürk’ün milliyetçiliği ile uzak<br />
yakın bir ilgisi yoktur.<br />
Nihayet son döneme, 21. asrın<br />
başına geliyoruz. Tıpkı geçen<br />
asrın başındaki gibi bir “kimlik”<br />
tartışmasının içindeyiz. Sonu,<br />
geçen seferkine benzemesin... Bu<br />
yeni tartışmanın en çarpıcı özelliği,<br />
bizzat iktidar mevkiinden<br />
başlatılmasıdır.<br />
Yeni tartışmanın fikir temeli<br />
bulanıktır. Dün söylenene bugün,<br />
“ben öyle dememiştim”<br />
denmektedir. Tek net tarafı,<br />
Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerinin<br />
ve millet devletine (ulus<br />
devlete) pek sempatiyle bakmamasıdır.<br />
Bulanık ifadeler arasında<br />
iki çizgiyi hayal meyal seçmek<br />
mümkün görünüyor. Bunlardan<br />
biri, “siyasî milliyetçilik”<br />
denilen tutumdur: “Millet”i sosyoloji,<br />
kültür filan değil, siyasî<br />
sınırlar belirler. Bu görüşe göre,<br />
Millî Mücadele yapılmasaydı,<br />
bugün Adana ve Mersin’de<br />
Fransız, Antalya’da İtalyan ve<br />
İzmir’de Yunan milleti oturuyordu.<br />
Demek oluyor ki, geçen<br />
asrın başında Sykes-Picot, Sir<br />
Percy Cox ve Gertrude Bell Hanım,<br />
güneyimizde bir dizi millet<br />
yaratıvermiştir. Şimdi buralarda,<br />
“vatandaşlık üst kimliği” hüküm<br />
sürmektedir.<br />
Bu tezin sahipleri, bu yolla<br />
“birlik ve bütünlük” hizmetinde<br />
bulunduklarını sanıyorlarsa, yarın<br />
meselâ bir Amerikan yarbayı<br />
çıkıp, “Hele şu sınırları yeniden<br />
çiziverelim; siz yeni sınırlara göre<br />
üst kimliğinizi kolayca belirleyiverirsiniz”,<br />
derse ne cevap vereceklerini<br />
düşünmelidirler.<br />
Klişe kullanmayı sevmem ama<br />
“arabayı atın önüne koşmak” bu<br />
siyasî milliyetçilik için ısmarlama<br />
uygunluğunda bir ifade. Biz,<br />
önce millet vardır, sınırlar ona<br />
göre belirlenir diye biliyorduk.<br />
Meğerse önce sınırlar çizilir ve<br />
sonra o çizgilerin içinde milletçilik<br />
oynanırmış. Millet, kültürün,<br />
50<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
Millî bütünlüğü korumak<br />
için vatandaşlığa veya<br />
dine dayalı millet tarifi<br />
yapmaya teşebbüs<br />
edenler, milletle<br />
etnik grubun, milletle<br />
ümmetin farkını<br />
anlamıyorlar. Bu, iyi<br />
niyetlilerin yanılgısı. Kötü<br />
niyetlilerin bir yanılgısı<br />
yok. Onlar maksatları<br />
doğrultusunda gerekeni<br />
yapıyorlar.<br />
tarihin veya sosyolojinin konusu<br />
değilmiş. Kadastronun konusuymuş.<br />
Dünyada, dört asırdır<br />
siyasî hâkimiyetin ve<br />
meşruiyetin kaynağı<br />
millettir. Milletten başka<br />
bir şeye dayanmaya<br />
kalkarsanız bu iki unsuru<br />
tartışmaya açarsınız:<br />
Egemenliğinizi ve<br />
meşruiyetinizi.<br />
İkinci flu fikre “siyasî ümmetçilik”<br />
diyebiliriz. Biraz da yüz yıl<br />
öncesinin “İslâmcılık” görüşünü<br />
çağrıştırdığı düşünülebilir. Ben<br />
bu yeni çıkış sahiplerinin 20. asrın<br />
başındaki İslâmcı ve Osmanlıcıların<br />
hislerini paylaştıklarını<br />
hiç sanmıyorum. 1900’lü yılların<br />
başında Türkiye, tek bağımsız<br />
İslâm devletidir. O tarihlerde<br />
İslâmcılık yapmak, İslâm dünyasındaki<br />
zaten mevcut liderliğimizi<br />
vurgulamak, emperyalistler<br />
karşısında daha güçlü bir konum<br />
yakalamak ve en önemlisi, devletin<br />
bütünlüğünü savunmak anlamına<br />
geliyordu. Osmanlıcılık da<br />
öyle. Ben şüphesiz ki eksiğimle,<br />
gediğimle bir Türk milliyetçisiyim.<br />
Fakat kendi kendime, “o tarihlerde<br />
yaşasaydım, Türkçülük,<br />
İslâmcılık ve Osmanlıcılıktan<br />
hangisine taraftar olurdum” diye<br />
sorduğumda cevap vermekte sıkıntı<br />
çekiyorum.<br />
Fakat yüz yıl sonra, “bizi birbirimize<br />
bağlayan en kuvvetli bağ<br />
İslâm’dır” iddiasıyla üst kimlik<br />
yaratma teşebbüsü, kesinlikle<br />
anlamsızdır. Bu söz, meselâ Pakistan,<br />
İran veya Arap ülkeleriyle<br />
ilişkilerimiz konuşulurken sarf<br />
edilebilir. Fakat, Türkiye’nin millî<br />
birliğine hizmet maksadıyla kullanılması<br />
her halde aklı selime<br />
sığmaz. İslamiyet, Türk milletine<br />
mensubiyet şuurunun unsurları<br />
arasında zaten vardır. Bir Türkün<br />
diğerine, «ben sana Müslüman<br />
olduğun için bağlıyım» demesi,<br />
babanın oğluna, «ben seni, babamın<br />
torunu olduğun için seviyorum»<br />
demesine benzer.<br />
Bu yeni siyasî ümmetçilik, milli<br />
birlik ve beraberliğe hizmet için<br />
mi dillendiriliyor Bir an için<br />
öyle düşünenlere sormak isterim:<br />
Bir gün biri, meselâ Barzani soyadlı<br />
biri çıkıp da size, “Tamam<br />
Müslüman kardeşim, sen de<br />
Müslümansın, ben de. Ama senin<br />
devletin var, benim yok. Şuradan<br />
bana bir devletlik bir parça versen<br />
de sonra bir birimize sıkı sıkı<br />
bağlı ve kardeş kardeş yaşasak!”<br />
derse, ne cevap vereceksiniz<br />
Millî bütünlüğü korumak için<br />
vatandaşlığa veya dine dayalı<br />
millet tarifi yapmaya teşebbüs<br />
edenler, milletle etnik grubun,<br />
milletle ümmetin farkını anlamıyorlar.<br />
Bu, iyi niyetlilerin yanılgısı.<br />
Kötü niyetlilerin bir yanılgısı<br />
yok. Onlar maksatları doğrultusunda<br />
gerekeni yapıyorlar.<br />
Dünyada, dört asırdır siyasî<br />
hâkimiyetin ve meşruiyetin kaynağı<br />
millettir. Milletten başka bir<br />
şeye dayanmaya kalkarsanız bu<br />
iki unsuru tartışmaya açarsınız:<br />
Egemenliğinizi ve meşruiyetinizi.<br />
Dipnotlar:<br />
* 12- 13 Aralık’ta Avrasyabir<br />
Vakfı, “Tarihî Süreç ve Sosyolojik<br />
Açıdan Millet Kavramı- Türk<br />
Milleti” başlıklı bir “beyin fırtınası”<br />
düzenledi. Ben de katılanlardandım.<br />
Bu yazı, oradaki konuşmamın<br />
yazılaştırılmış hâlidir.<br />
[1][1] Mark Beissinger, “ The<br />
State of the Nation, Ernest Gellner<br />
and the Theory of Nationalism”,<br />
sayfa 170, editör:John E. Hall,<br />
Cambridge University Press (1998)<br />
[1][2] Son günlerde sık duyduğumuz<br />
“etnik milliyetçilik”, “din<br />
milliyetçiliği”, bir biriyle ilgisiz<br />
kelimelerin yan yana getirilmesi<br />
yanlışıdır. Etnik milliyetçilik<br />
olmaz, etnik ırkçılık olur. Din<br />
milliyetçiliği olmaz, din yobazlığı<br />
olur. Tıpkı Fenerbahçe milliyetçiliği,<br />
Galatasaray milliyetçiliğinin<br />
yanlış; Fener taraftarlığı, Galatasaray<br />
taraftarlığının doğru olması<br />
gibi. Bunları ciddî düşünceler<br />
değil, galatlar diye değerlendirmeliyiz.<br />
[1][3] Cumhuriyet Halk Partisi<br />
Konferansları, I. Konferans,<br />
1940.<br />
[1][4] 5 Ağustos 1942, TBMM<br />
zabıtları.<br />
[1][5] 26.9.1932 Gaziantep<br />
Halkevi’ndeki nutku<br />
[1][6] 19.2.1933’te Ankara Halkevindeki<br />
nutku ve 29.10.1933<br />
Vakit gazetesindeki makalesi.<br />
[1][7] Bu paragraftaki bilgiler<br />
ve kaynaklar, rahmetli Prof. Dr.<br />
Hikmet Tanyu’nun “Atatürk ve<br />
Türk Milliyetçiliği” kitabından<br />
alınmıştır. Kitabın son baskısını<br />
Ankara’da Elips Yayınevi yaptı<br />
(2006). Türk Tarih Kurumu tebliğleri<br />
için Türk Tarih Cemiyeti<br />
Kurultay zabıtlarına bakılmalıdır.<br />
Kitapta zabıtlardan geniş alıntılar<br />
yapılmakta.<br />
www.turkegitimsen.org.tr<br />
51
Makale<br />
Haysiyet ve Umudun Zaferi :<br />
30 AĞUSTOS<br />
Gazi Ünv. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa TURAN<br />
Bütün dünyanın emperyalist<br />
devletler tarafından paylaşıldığı<br />
19. yüzyıldaki olayların bir<br />
sonucu olarak çıkan I. Cihan<br />
Harbi’nde yenilen Osmanlı Devleti<br />
artık paylaşılmak üzere tasfiye<br />
edilecektir. Çanakkale’den<br />
Sarıkamış’a, Yemen’den Galiçya’ya<br />
na-müsait şartlarda düvel-i<br />
muazzamaya karşı verilen mücadeleler<br />
göstermiştir ki, yıkılan<br />
bir devlet, ancak direnen bir<br />
millet vardır. Bütün cephelerde<br />
büyük kahramanlıklar ve destanlarla<br />
dolu mücadelenin sonunda<br />
Osmanlı Devleti kaybetmiştir.<br />
Mondros’u imzalayarak savaştan<br />
çekilen Osmanlı aslında tarih<br />
sahnesinden de çekiliyordu.<br />
18 Mart 1915’te Çanakkale’yi<br />
geçemeyen Müttefikler, 15 Kasım<br />
1918’de yani, üç buçuk yıl sonra<br />
167 gemi ile büyük kahramanlar<br />
gibi ellerini kollarını sallaya sallaya<br />
boğazları geçmişler, 500.000<br />
kişi ile beceremedikleri işgali<br />
3.500 kişi ile gerçekleştirmişlerdir.<br />
Bando eşliğinde sokaklardan<br />
geçen İtilaf Devletleri birliklerinin<br />
önünde levantenler yürüyor;<br />
subay ve askerlere çiçekler atıyor;<br />
bağırışıyor; kucaklaşıyor ve şapkalarını<br />
havaya atıyorlardı. Bunlar<br />
bütün savaş süresince hiç bir<br />
kötülüğe uğramadan İstanbul’da<br />
oturmuş ve hiç ses çıkarmamış<br />
kimselerdi.<br />
Yahya Kemal’in terennüm ettiği<br />
gibi göz kapaklarının arkasında<br />
eski vatan bizim diyar olarak<br />
kaldı ta kıyamete dek; kalanlar<br />
vatanda düşmanı seyretmek ıztırabıyle<br />
yaşayacaktır. Düşman<br />
52<br />
Eğitimin Sesi
Makale<br />
sadece savaştığımız devletler<br />
değilmiş meğer. Düşman süngüsü<br />
adım adım Türk Milleti’nin<br />
harim-i ismetine uzanacak; ancak<br />
Türk’ün haysiyeti ve gururu<br />
umudunu yitirmeyecek ve birgün<br />
bu badireyi atlatacağı inancını<br />
koruyacaktır.<br />
Vatanda korkulu rüya içindeyiz,<br />
gerçek.<br />
Fakat bu çok sürmez, mutlaka<br />
şafak sökecek.<br />
Mondros bir ateşkes idi.<br />
Osmanlı’yı bir madde ile (7.madde)<br />
tamamen esir alan bir ateşkes.<br />
Arkasından meşhur Sevr<br />
Antlaşması imzalatılacak ve Türk<br />
Milleti’nin Anadolu’da yok edilmesine<br />
kalkışılacaktır. Ordusunu<br />
terhis etmiş, silahını, cephanesini<br />
teslim etmiş bir devletin artık yapabileceği<br />
hiçbir şey kalmamıştır.<br />
Yıllarca cephelerde kırılan bir<br />
millet haysiyeti için mücadeleye<br />
girişecektir.<br />
Yeniden ordu kurmak gerekti.<br />
Yeniden başlamak ve düvel-i muazzamayı<br />
dize getirmek lazımdı.<br />
Mustafa Kemal Paşa liderliğinde<br />
oluşturulan Kuva-yı Milliye birlikleri<br />
süratle direnişi başlattılar<br />
ve yeniden destanlar yazmaya<br />
başladılar.<br />
Sakarya…<br />
Ne ağır imtihandır, başındaki,<br />
Sakarya!<br />
Binbir başlı kartalı nasıl taşır<br />
kanarya<br />
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek<br />
için.<br />
22 gün 22 gece süren müthiş<br />
mücadele…<br />
13 Ağustos 1921’de harekâta<br />
geçen Yunanlılar, bir meydan<br />
muhârebesiyle Türk ordusunu<br />
tamamen yok etmeyi<br />
plânlamışlardı. Yunan saldırısı<br />
karşısında çok sıkışık bir duruma<br />
düşen Türk ordusu Sakarya’ya<br />
doğru çekilmeye başladı. İşte bu<br />
sıralarda Mustafa Kemal Paşa,<br />
büyük fedâkârlıklarla oluşturulan<br />
savunma hattından gerilere<br />
çekilmek düşüncesini ortadan<br />
kaldırmak için şunları söylemiştir:<br />
“Hatt-ı müdâfaa yoktur, sath-ı<br />
müdâfaa vardır. O satıh bütün vatandır.<br />
Vatanın her karış toprağı<br />
vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça<br />
terk olunamaz. Onun için küçük<br />
büyük her birlik bulunduğu<br />
mevziden atılabilir. Fakat küçük<br />
büyük her birlik ilk durabildiği<br />
noktada yeniden düşmana cephe<br />
kurup savaş devam eder. Yanındaki<br />
birliğin çekilmeye mecbur<br />
olduğunu gören birlikler ona tâbi<br />
olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna<br />
kadar dayanmaya ve karşı<br />
koymaya mecburdur.”<br />
10 Eylül’de genel bir taarruza<br />
geçen Türk kuvvetlerinin başarısı<br />
www.turkegitimsen.org.tr<br />
53
Söyleşi<br />
karşısında Yunanlılar, mevzilerini<br />
bırakarak bozgun halinde<br />
Sakarya’nın batısına çekilmişlerdir.<br />
Sakarya Muhârebesi ve zaferi,<br />
Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır.<br />
Zira bu savaşla 1683’te<br />
Viyana önlerinde başlayan Türk<br />
bozgunu durdurulmuştur.<br />
Sakarya Savaşı’ndan beri taarruz<br />
için hazırlık yapan Türk<br />
ordusu karşısında Yunanlıları<br />
bırakmak istemeyen İtilâf Devletleri<br />
de mütarake teklifinde<br />
bulundular. 22 Mart 1922 tarihiyle<br />
yapılan mütâreke teklifinde<br />
çatışmaların derhal kesilmesini<br />
ısrarla tavsiye ederlerken,<br />
“Yakındoğu’da barışı iâde etmek<br />
ve yeniden can ve mal kaybetmeden<br />
Anadolu’nun tahliyesini<br />
istediklerini beyan ediyorlardı”<br />
(!).Bu tekliften dört gün sonra<br />
İtilâf Devletlerinin Dışişleri Bakanları<br />
barış şartlarını içeren 26<br />
Mart 1922 tarihli ikinci notayı<br />
gönderdiler. Her iki notanın da<br />
taşıdığı ağır şartları göz önünde<br />
bulunduran ve büyük bir savaşa<br />
hazırlanmak gerektiğine inanan<br />
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu<br />
tahliye edilmeden mütarekenin<br />
yapılamayacağını bildirdi.<br />
Sakarya Savaşı’ndan sonra<br />
mütâreke için bu gelişmeler yaşanırken,<br />
bir yandan da ordunun<br />
eksikleri tamamlanmaya çalışılmıştır.<br />
14/15 Eylül 1921 tarihinde<br />
seferberlik ilân edilerek ordunun<br />
muharip gücü artırılmaya çalışılmıştır.<br />
Batı cephesinde ilk defa<br />
200.000’e yakın insan toplanabilmiştir.<br />
I. Dünya Savaşı’nda 3 milyona<br />
yakın insanımızın cephelere<br />
sevk edildiği düşünülürse 7-8<br />
sene içerisindeki kayıplarımız<br />
daha iyi anlaşılabilir.<br />
Çok sayıda silâh ve cephaneye<br />
de ihtiyaç vardı. Türk vatanseverlerinin<br />
kurdukları Karakol Cemiyeti,<br />
M.M. Grubu, Hamza Grubu<br />
gibi adlarla faaliyet gösteren gizli<br />
teşkilâtlar, büyük fedâkârlıklarla<br />
Müttefiklerin denetimi altındaki<br />
depolardan kaçırdıkları silâh,<br />
cephâne ve diğer savaş malzemesini<br />
gizlice Anadolu’ya yolluyorlardı.<br />
İtilâf Devletlerince kamaları<br />
alındığı için çelik bir borudan<br />
başka işe yaramaz durumdaki<br />
Türk topları Anadolu’da Türk ustaları<br />
tarafından işler hale getiriliyordu.<br />
Artık Türk ordusu Meydan<br />
Muharebesine hazırdı…<br />
Türk Milleti tek yürek Allah’a<br />
dua ediyordu:<br />
Şu kopan fırtına Türk ordusudur<br />
ya rabbi,<br />
<strong>Sen</strong>in uğrunda ölen ordu budur<br />
ya rabbi,<br />
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed<br />
namın,<br />
Galib et çünkü bu son ordusudur<br />
İslâm’ın<br />
26 Ağustos sabahı Türk topçusunun<br />
ateşiyle başlayan Büyük<br />
Taarruz, plânlandığı gibi bir<br />
imha savaşı olacaktı. Düşmanın<br />
kaçmasına fırsat verilmemesi<br />
gerekiyordu. Nitekim Türk kuvvetleri,<br />
Yunan ordusunun büyük<br />
bir kısmını Dumlupınar’da sıkıştırıp<br />
imha etmeyi başarmıştır. 30<br />
Ağustos 1922 tarihinde Başkomutan<br />
Mustafa Kemal Paşa’nın<br />
bizzat sevk ve idare ettiği meydan<br />
muhârebesinde tamamen kuşatı-<br />
54<br />
Eğitimin Sesi
Söyleşi<br />
lan Yunan askerleri imha olmaktan<br />
kurtulabilmek için süratle<br />
kaçmaya başlamışlardır.<br />
1 Eylül 1922 günü Mustafa Kemal<br />
Paşa, birliklere “Ordular ! İlk<br />
hedefiniz Akdenizdir İleri !” emrini<br />
vermiştir. 26 Ağustos 1922<br />
de başlayan ve Afyonkarahisar-<br />
Altıntaş-Dumlupınar arasında<br />
cereyan eden muhârebe beş gün<br />
beş gece devam etmiş, zâlim ve<br />
mağrur düşmanın aslî unsurları<br />
tamamen imha edilmiştir.<br />
Büyük Taarruz başladıktan<br />
sonra Yunan ordusunun ric’atini<br />
gören İngilizler, artık Yunanlılar<br />
marifetiyle hiçbir şey yapamayacaklarını<br />
anlamışlardı. Yunan ordusunu,<br />
Türk ordusu karşısında<br />
daha fazla ezdirmek istemeyen<br />
İngilizler için mütâreke istemekten<br />
başka bir çare kalmıyordu.<br />
Sonuç olarak;<br />
1-Başkomutanlık Meydan<br />
Muharebesi’ni hazırlayan olayların<br />
bugün bihakkın bilinmesi<br />
zarureti vardır. Üzerinde yaşadığımız<br />
coğrafya ve tarihimizin<br />
bizlere empoze ettiği husus: Sevr<br />
Antlaşması ile yapılmak istenen<br />
hiçbir şeyden vaz geçilemeyeceğinin<br />
farkında olmaktır.<br />
2-Osmanlı Devleti’ni tamamen<br />
tasfiye edemediğini düşünen Hıristiyan<br />
Batı’nın, Türk Milleti ve<br />
Türk Devleti/Vatanı hakkındaki<br />
duygu ve düşüncesinin değişmediği<br />
ve değişmeyeceği gerçeğinin<br />
bilinmesi gerekmektedir.<br />
3-Misak_ı Milli, bu topraklar<br />
üzerinde ilelebet bağımsız yaşamak<br />
arzusunun bir ifadesi olarak<br />
bütün mana ve mahiyeti itibariyle<br />
bugün de yeminimizdir. Türk<br />
toprakları üzerinde emelleri olan<br />
emperyalist devletler, hatırımızdan<br />
asla çıkarmadığımız bir yeminin<br />
unutulduğu zehabına kapılmasınlar.<br />
4-Başkomutanlık Meydan Muharebesi<br />
Türk Milleti’nin haysiyet<br />
savaşıdır. Türk’ün haysiyeti istiklal<br />
ile eşdeğer bir kavramdır. 30<br />
Ağustos 1922 tarihinde kazanılan<br />
bu zafer, Türk için haysiyetin, şerefin,<br />
namusun ve istiklalin taşıdığı<br />
anlamı ifade etmektedir.<br />
5-“Türk’ün haysiyeti ve izzet-i<br />
nefis ve kaabiliyeti çok yüksek<br />
ve büyüktür. Böyle bir millet esir<br />
yaşamaktansa, mahvolsun daha<br />
evlâdır !. Binaenaleyh ya istiklâl<br />
ya ölüm!” Millî hâkimiyete dayanan<br />
kayıtsız şartsız, bağımsız<br />
yeni bir Türk Devleti kurmak kararı<br />
ile yola çıkan Mustafa Kemal<br />
Paşa’nın bu kararla ilgili gerekçesini<br />
ifade eden bu sözlerindeki<br />
mana 30 Ağustos’ta kazanılan<br />
büyük zaferle anlaşılmıştır.<br />
www.turkegitimsen.org.tr 55
Söyleşi<br />
56<br />
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede<br />
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de<br />
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,<br />
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi<br />
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,<br />
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.<br />
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,<br />
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.<br />
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garib alem bu!..<br />
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...<br />
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;<br />
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.<br />
Bu sukünette karıştıkca karanlıkla ışık<br />
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;<br />
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,<br />
Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.<br />
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,<br />
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.<br />
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı<br />
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.<br />
En güzel mabedi olsun diye en son dinin<br />
Budur öz şekli hayal ettiği mimarının.<br />
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,<br />
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsi tepeyi;<br />
Taşımış harcını gazileri, serdarıyle,<br />
Taşı yenmiş nice bin işcisi, mimarıyle.<br />
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,<br />
Uhrevi bir kapı açmiş buradan gökyüzüne,<br />
Taa ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları..<br />
Bir neferdir bu zafer mabedinin mimari.<br />
Ulu mabed! <strong>Sen</strong>i ancak bu sabah anlıyorum;<br />
Ben de bir varisin olmakla bügün mağrurum;<br />
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;<br />
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,<br />
<strong>Sen</strong>elerden beri ru’yada görüp özlediğim<br />
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.<br />
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını<br />
Görüyor varliğının bir yere toplandığını;<br />
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes<br />
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;<br />
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,<br />
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!<br />
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri<br />
Eğitimin Sesi<br />
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir’i<br />
Ne kadar saf idi siması bu mu’min neferin!<br />
Kimdi Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin<br />
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu<br />
Bu nefer miydi Derin gözleri yaşlarla dolu,<br />
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,<br />
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;<br />
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz<br />
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;<br />
Vatanın hem yaşıyan varisi hem sahibi o,<br />
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,<br />
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,<br />
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.<br />
Karşı dağlarda tutuşmus gibi gül bahçeleri,<br />
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.<br />
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;<br />
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.<br />
Çok yakından mı bu sesler, cok uzaklardan mı<br />
Üsküdar’dan mı Hisar’dan mı Kavaklar’dan mı<br />
Bursa’dan, Konya’dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,<br />
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;<br />
Şimdi her merhaleden, taa Beyazıd’dan, Van’dan,<br />
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.<br />
Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!<br />
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,<br />
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını,<br />
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.<br />
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor<br />
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:<br />
Kosva’dan, Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’dan..<br />
Anıyor her biri bir vak’ayı heybetle bu an;<br />
Belgrad’dan mı Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı<br />
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı<br />
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor<br />
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..<br />
Adalar’dan mı Tunus’dan mı, Cezayir’den mi<br />
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi<br />
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;<br />
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor<br />
Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.<br />
Çok sükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine<br />
Yaşıyanlarla beraber bulunan ervahı.<br />
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabah<br />
Yahya Kemal BEYATLI