You are on page 1of 401

NE DÜŞÜNDÜGÜNÜ

• •

BiLiYORUM
Sosyal Çevrede,
İş Ortamında ve
Evlilikte Aldatılmamanın Yolları

PaulEkman
Eğer durum tam da olması gerektiği gibi görünüyorsa, en büyük
olasılık durumun tamamen kurgu olduğudur. Sahtelik fazla belirgin­
se, o zaman diğer ihtimal, hiçbir şeyin sahte olmadığıdır.
Erving Goffman, Stratejik Etkileşim

Toplumda bireylerin gelişmesi ve insan bilincinin dengelenmesi


için sıradan kamuflajdan tutun da şiirsel bakış açısına kadar her se­
viyede, gizlemek, yanlış bilgilendirmek, muğlakta bırakmak, hipotez
kurmak ve yalan uydurmak için dilbilgisi hakimiyeti vazgeçilmezdir.
George Steiner, Babil'den Sonra

Eğer yalanın dürüstlük gibi sadece tek bir yüzü olsaydı, daha iyi
bir durumda olurduk. Böylece yalancının söylediği şeyin tam aksini
doğru olarak kabul ederdik. Fakat dürüstlüğün tersinin yüz binlerce
şekli ve sınırsız bir alanı vardır.
Montaigne, Denemeler
Olağanüstü bir arkadaş ve
meslektaş olan Erving Gojfman ile
bana hem sırdaş olup hem de eleştirmenlik
yapan karım Mary Ann Mason 'a ithafen

içindekiler

Teşekkür 7

Giriş 9

BİR• Yalan Söyleme, Sızıntı ve Aldatma Belirtisi 20

İKİ• Yalanlar Neden Başarısız Olur? 39

üç• Sözcüklerden, Ses Tonundan veya

Beden Dilinden

Yalan Söylendiğini Tespit Etme 79

DÖRT • Yüzdeki Aldatma Belirtileri 127

BEŞ• Tehlikeler ve Önlemler 168

ALTI• Yalan Avcısı Olarak Poligraf 200

YEDİ• Yalan Kontrolü 253

SEKİZ• Doksanlı Y ıllarda Yalan Teşhisi 295

DOKUZ• Toplum Hayatında Yalan 317


ON• Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla İlgili

Yeni Bulgu ve Fikirler 345

ON BİR• Mikro, Tehlikeli ve Fark Edilmesi

Zor Olan Yüz İfadeleri 370

Sonsöz 383

Ek Bölüm 389
Teşekkür

1 963 ve 198 1 yıllan arasında sözlü olmayan iletişim üzeri­


ne sürdürmüş olduğum araştırmalarıma verdiği destekten dolayı
Ulusal Ruh ve Sinir Hastalıkları Enstitüsü'nün Klinik Araştır­
malar Bölümü'ne çok müteşekkirim. Ulusal Ruh ve Akıl Sağlığı
Enstitüsü'nün Araştırmacı B ilim Adamı Ödül Programı, önce­
likle yirmi yıldan uzun süren araştırma programımın bitmesini
ve bu kitabın yazılmasını teşvik etmiştir. 4. ve 5. bölümlerde
bahsedilen bazı araştırmalara katkıda bulundukları için Harry F.
Guggenheim ve John D. ve Catherine T. MacArthur Vakfı ' na,
aynı zamanda yirmi yıldan fazla birlikte çalıştığım Wallace V.
Friesen'e de teşekkür etmek istiyorum, yukarıdaki bölümlerde
bahsi geçen bulgular yan yanya kendisine aittir. Bu kitap içeri­
sinde bulunan fikirler ilk olarak bu yirmi yıllık diyalog içerisinde
filizlenmiştir.
Arkadaşım, meslektaşım ve hocam Silvan S. Tomkins' e tas­
lakla ilgili tavsiyeleri ve yorumlan, aynca bu kitabı yazarken
vermiş olduğu teşvikten dolayı minnettarım. Metni farklı uzman­
lık alanlarından ele alan sayılı arkadaşlarımın eleştirilerinden de

7
Ne Düşündüğünü Biliyorum

istifade ettim. Fizikçi Robert Blau, dava avukatı Stanley Caspar,


yazar Jo Carson, emekli FBI ajanı Ross Mullaney, politik düşünür
Robert Pickus, psikiyatr Robert Ornstein, ve yönetim danışmanı
Bill Williams. İ lk okurum olarak kanın Mary Ann Mason, sabırlı ve
eleştirilerinde yapıcıydı.
Farklı görüşlerimizden keyif alan -ki bunlar çelişkili bakış açı­
lan değildi- ve yalan söyleme konusuyla tamamen farklı bir açıdan
ilgilenen Erving Goffman' la bu kitaptaki fikirler üzerine pek çok
kez müzakerelerde bulundum. Onun da taslakla ilgili yorumlarından
istifade edebilirdim ancak kendisi ben metni göndermeden evvel,
beklenmedik bir şekilde öldü. Bu nedenle okuyucularım ve ben,
onunla yaptığım karşılıklı diyaloglarımızın sadece aklımda kalan
kısmıyla yetinmek zorunda kaldık.

8
Giriş

1 5 Eylül 1 93 8 ; yalanların en çirkini ve en ölümcülü baş­


lamak üzereydi. Almanya'nın şansölyesi Adolf Hitler
ve Büyük Britanya Başbakanı Neville Chamberlain ilk
defa karşılaşılacaklardı. Bunun, başka bir dünya savaşını önle­
menin son ümidi olabileceğini düşünen tüm dünya onları izli­
yordu (Sadece altı ay önce Hitler' in orduları Almanya toprak­
larına katmak üzere Avusturya'ya girmişti. İ ngiltere ve Fransa o
ana kadar protesto etmekten daha fazlasını yapamamıştı). Hitler,
Chamberlain' le görüşme yapmadan üç gün önce, 1 2 Eylül' de,
Almanya topraklarına katmak üzere Çekoslovakya bölgesini ele
geçirmek istiyordu ve bu nedenle ülkede karışıklık çıkmasını sağ­
lamıştı. Hitler halihazırda Alman Ordusu'nu Çekoslovakya'ya
saldırmak üzere seferber etmişti fakat ordunun eylül sonuna ka­
dar hazırlanması mümkün değildi.
Eğer Çekleri, ordularını seferber etmeden birkaç hafta daha
oyalayabilirse, Hitler bir sürpriz saldırı avantaj ını kazanmış ola­
caktı. Hitler zaman kazanmak için, Çeklerin onun istekleri doğ­
rultusunda hareket etmeleri durumunda barışın korunacağı sözü-

9
Ne Düşündüğünü Biliyorum

nü vererek, savaş planlarını Chamberlain'den gizledi. Chamber­


lain bu duruma kandı ve Çekleri, daha uzlaşma zemini varken
ordularını seferber etmemeleri konusunda ikna etmeye çalıştı.
Hitler'le yaptığı görüşmeden sonra Chamberlain kız kardeşine
şöyle yazıyordu: " ... Y üzünde gördüğüme inandığım tüm katı­
lığa ve acımasızlığa rağmen, karşımda söz verdiği zaman sözü­
ne güven duyulabilecek bir adam olduğu izlenimini edindim."
Chamberlain beş gün sonra parlamentoda, Hitler'in sözlerine
şüpheyle bakanlara kendi politikasını savunarak, Hitler'le yaptı­
ğı kişisel görüşmenin, Hitler'in "sözünün eri" bir adam olduğunu
söylemesine imkan verdiğini ifade etti.

On beş yıl önce yalan konusunu incelemeye başladığımda


çalışmalarımın böyle bir yalanla ilintilenebileceği hiç aklıma
gelmemişti. Bu araştırmanın sadece akıl ve ruh hastalarıyla il­
gilenenler için yararlı olacağını düşünmüştüm. Yalan söyleme
üzerine yaptığım çalışmalar, elde ettiğim bulguları -yüz ifadele­
ri evrenselken jestlerin her kültürde farklı oluşunu- terapistlere
öğretirken bana, bu sözlü olmayan davranışlara bakarak hasta­
ların yalan söyleyip söylemedikleri anlaşılır mı sorusunun yö­
neltilmesiyle başladı. Bu genellikle bir sorun teşkil etmez ancak
intihara teşebbüsten hastaneye getirilen hastalar kendilerini daha
iyi hissettiklerini söylediklerinde bu durum önem kazanır. Her
doktor, hastane gözetiminden çıkar çıkmaz intihar edebilecek bir
hasta tarafından kandırılmaktan korkar. Gerçek hayatta yaşadık­
ları endişeler, insan iletişimi üzerinde önemli bir soru olarak öne
çıkmıştı. İnsanlar, çok üzgün oldukları zamanlarda bile, etrafa
verdikleri mesajları kontrol edebilirler miydi? Veya vücut dilleri,
kelimeler arkasında saklananları açığa çıkarabilir miydi?

Yalan söylemeyle ilgili bir örnek bulmak için psikiyatrik has­


talarla yaptığım görüşmelerin filmlerini inceledim. Bu filmleri,
başka bir amaç -akıl hastalıklarının çeşidi ve derecesinin teşhi-

10
Giriş

sinde yardımcı olması amacıyla ifadeleri ve vücut hareketlerini


birbirinden ayırıp belirlemek- için çekmiştim. Ama şimdi, yalan
söylemek üzerine odaklanmıştım, birkaç filmde yalan söyleme
emareleri olduğunu fark ettim. Ancak sorun, bunların ne kadar
kesinlik ifade ettiği idi. Sadece birinde -mülakattan sonra olanlar
nedeniyle- şüphe götürecek hiçbir şey yoktu.

Mary 42 yaşında bir ev hanımıydı. Son üç intihar teşebbüsü


oldukça ciddiydi. Y üksek dozda aldığı uyku haplarıyla ölmeden
önce birilerinin onu bulması sadece bir tesadüftü. Hikayesi diğer
orta yaş bunalımına giren kadınlarınkinden pek farklı değildi.
Çocukları büyümüştü ve artık ona ihtiyaçları kalmamıştı. Kocası
işleriyle fazla meşgul görünüyordu. Mary kendini işe yaramaz
hissediyordu. Hastaneye gelmeden önce, uykusu düzensizleşmiş
ve artık ev işleriyle başa çıkamaz hale gelmişti, zamanının çoğu­
nu kendi başına oturup ağlayarak geçiriyordu. Hastanede geçir­
diği ilk üç haftasında grup terapi ve ilaç tedavisi görmüştü. Uy­
gulanan tedaviye çok iyi yanıt veriyor gibiydi; tavırları canlan­
mıştı ve artık intihar etmekten söz etmiyordu. Çektiğimiz film­
lerin birinde doktora kendini ne kadar iyi hissettiğini anlatırken,
bir hafta sonu tatili için izin istiyordu. Ancak bu olayın ertesinde,
izni almadan hemen önce, söylediklerinin yalan olduğunu itiraf
etti. Hala şiddetle intihar etmek istiyordu. Hastalığı bir yıl son­
ra nüksetmesine rağmen, Mary hastanede üç ay kaldıktan sonra
fevkalade bir iyileşme göstermişti. Artık hastaneden çıkmıştı ve
görünüşe göre uzun süredir sağlıklı bir şekilde yaşamına devam
ediyordu.

Mary ile yapılan mülakat filmi pek çok genci yanıltmıştı, hatta
filmi seyrettirdiğim çoğu deneyimli psikiyatr ve psikologları bile.
Yalan söylediğini gösteren herhangi bir işaret bulmak için tüm vü­
cut hareketleri ve mimikleri ağır çekimde kontrol edip tekrar tek­
rar üzerinden geçerek yüzlerce saat inceleme yapmıştık. Doktorun,

11
Ne Düşündüğünü Biliyorum

onun gelecek planlarıyla ilgili sorusuna cevap vermeden önce, kısa


bir tereddüt anında, ağır çekimde yüzünde kısa süreli bir üzüntü
ifadesi yakaladık. Bu mimik o kadar hızlıydı ki filmi izlediğimiz
ilk birkaç seferde bu ifadeleri kaçırmıştık. Bu gibi kısa mikro ifa­
delerin, gizlenmiş duygulara delil teşkil ettiği fıkrini edindikten
sonra, genellikle bir gülüşle hemen kapatılabilen, daha pek çok
davranışı araştırıp ortaya çıkarttık. Aynı zamanda bir mikro vücut
hareketi de yakalamıştık. Mary sorunlarıyla nasıl baş ettiğini dok­
toruna anlatırken bir parça silkindi - bu tam bir silkinme değil­
di, sadece bu hareketin bir bölümüydü. Sadece bir elini çevirerek
bunu yapabilir ya da ellerini hareketsiz bırakarak omuzlarından
birini bir anlık silkebilirdi.

Biz farklı bir aldatma belirtisi yakaladığımızı düşündük ancak


bu bir keşif miydi yoksa kafamızda kurduğumuz bir hayal mi,
emin olamıyorduk. Bir insanın yalan söylediğini bildiğinizde,
tamamen masum bir davranış bile size şüpheli gelebilir. Sade­
ce kişinin yalan söyleyip söylemediği bilgisinden etkilenmeksi­
zin yapılan objektif ölçümler, bulduklarımızın doğruluğunu test
edebilirdi. Elde ettiğimiz verilerin kişiye özgü davranışlar olup
olmadığının doğrulanması için pek çok kişinin incelenmesi gere­
kiyordu. Eğer bir kişinin yalan söylerken gösterdiği davranışlar
diğerleri için de bir delil teşkil ederse, kendisine yalan söylenip
söylenmediğini anlamaya çalışanların, yani yalan avcılarının iş­
leri daha da kolaylaşacaktı; ne var ki yalan söyleme belirtileri
kişiye özgü de olabilirdi. Mary'nin yalanından sonra vücut bu­
lan, inceleyeceğimiz insanların özellikle yalan söyledikleri sıra­
da hissettikleri yoğun ve olumsuz duygulan tamamen gizlemeye
yönlendirildikleri bir deney tertip ettik. Araştırma için kullandı­
ğımız denekler oldukça keyif kaçıran, kanlı ameliyat sahneleri
içeren bir film izlerken, izledikleri filmi görmeyen bir mülakat­
çıdan gerçekte hissettikleri sıkılma, acı ve iğrenme duygularını

12
Giriş

gizleyip onu hoş bir film izlediklerine ikna etmeye çalışacaklar­


dı. (4. ve 5. bölümlerde bulgularımızdan bahsedilmiştir).

Bir yıl kadar olmamıştı -yalan üzerine yaptığımız deneylerin


daha başlangıç dönemindeyken- farklı tür yalanlarla ilgilenen in­
sanlar beni arayıp buldular. Araştırmalarım ve tekniklerim casus
olduğundan şüphelenilen Amerikalıları yakalamak amacıyla kulla­
nılabilir miydi? Yıllar geçtikçe, hasta ve doktor arasındaki aldatma
belirtileri üzerine yaptığım analizler bilimsel dergilerde yayınlandı,
araştırmalar yoğunlaştı. Eğer bakanları koruyan görevliler bu ko­
nuda eğitilirse, suikast yapmayı aklına koymuş bir teröristi yürüyü­
şünden ve davranışlarından ayırt edebilirler miydi? Bir şüphelinin
yalan söyleyip söylemediğini daha iyi ayırt etmek için FBI'a po­
lislerini nasıl eğitebileceğini gösterebilir miydik? Artık biri bana,
üst düzey müzakerecilere, rakiplerinin yalan söyleyip söylemediği
hususunda yardım etmemi istese ya da Patricia Hearst'in bir ban­
ka soygunu sırasında çekilmiş fotoğrafına bakarak, bu işi gönüllü
mü gönülsüz mü yaptı diye sorsa şaşırmayacaktım. Son beş yılda
ilgi uluslararası bir boyuta ulaşmıştı. Amerika'ya dost olan iki ülke
temsilcisi ve Sovyetler Birliği'nde konferans verirken, bir "elekt­
rik kurumunda" sorgulamadan sorumlu olduklarını söyleyen resmi
görevliler benimle bağlantı kurmuştu.

Bu ilgiden pek memnun değildim. Bulgularımın yanlış kulla­


nılmasından, yorum yapılmaksızın kabul edilmesinden, aceleye
getirilmesinden korkuyordum. Vücut dilinin kriminal, politik ve
diplomatik aldatmaların çoğunda genellikle belirgin olmayaca­
ğını düşünüyordum. Bu sadece bir önseziydi. Sorulduğunda ne­
denini açıklayamıyordum. Bu açıklamayı yapabilmek için önce
insanların neden yalan söylerken devamlı hata yaptıklarını öğ­
renmeliydim. Yalanların tümü başarısız değildi. Bazıları kusur­
suzca söyleniyordu. Yalan söylerken görülen belirtilerin -bir mi­
miğin yüzde uzun süre kalması, eksik bir hareket, sesteki ani bir

13
Ne Düşündüğünü Biliyorum

değişim- her zaman yapılması gibi bir durum söz konusu değildi.
Yalanı söyleyen kişiyi ele veren, sahte işaretlerin de bulunması
gerekmezdi. Ama yine de yalanı ortaya çıkaracak bazı işaretler
olduğunu biliyordum. En usta yalancılar bile kendi davranışla­
rı tarafından yakayı ele verebilirlerdi. Yalanın ne zaman başarılı

olacağı ya da olamayacağının anlaşılması, aldatma belirtilerinin


nasıl anlaşılacağı ve ne zaman üzerinde durulmayacağı, yalanlar,
yalan söyleyenler ve yalan avcılarının nasıl farklılık gösterdikle­
rini bilmekle bağıntılıdır.

Hitler'in Chamberlain'e söylediği yalanla Mary'nin doktoru­


na söylediği yalan, ortada ölüm söz konusu olduğu için çok tehli­
keli aldatmalardan sayılır. Her ikisi de gelecekle ilgili planlarını
gizleyip yalanlarının ana teması olarak hissetmedikleri duygula­
n taklit ettiler. Ancak ikisinin yalanı arasında muazzam bir fark

vardı. Hitler, ileride doğal oyuncu diye tanımladığım insanlara


bir örnektir. Hitler doğuştan kabiliyetli olmasının yanı sıra yalan
konusunda Mary'den daha fazla tecrübeliydi.

Bunun yanı sıra Hitler yanlış yönlendirilmeye hazır birini al­


datma avantajına sahipti. Chamberlain, Çekoslovakya sınırları­
nın Hitler'in isteği doğrultusunda yeniden çizilmesi halinde onun
savaşa niyetli olmadığı yalanına inanmaya hazır, gönüllü bir kur­
bandı. Aksi halde uzlaşmacı politikasının başarısızlığa uğradı­
ğını, tam aksine ülkesini zayıflattığını kabul etmek zorundaydı.
Benzer bir konuda, siyasi bilimler uzmanı Roberta Wohlstetter,
silahlanma yarışında aldatmaca analizlerinde bu konuya dikkati
çekmiştir... l 936'da İngiltere-Almanya Deniz Paktı'nı Alman­
ların ihlal etmesi üzerine yapılan müzakerelerde şöyle dedi: " ...
Aldatan ve aldatılan kişinin ... hataları sürdürmede ısrarlı oluş­
larında bir menfaat ilişkisi vardır. İkisi de yapılan anlaşmanın
ihlal edilmediği yalanını saklama ihtiyacı hissetmektedir. Bri­
tanyalıların silahlanma yarışındaki korkusu Hitler tarafından çok

14
Giriş

güzel bir şekilde manipüle edilerek, Britanyalılann (İtalyanlara


ve Fransızlara danışmaksızın) Versailles Paktı'nı zımnen tekrar
gözden geçirip düzeltebilecekleri bir deniz anlaşmasıyla netice­
lendirilmiştir ve Londra'nın silahlanma korkusu, yeni anlaşma­
nın ihlal edildiği gerçeğini kabul etmesine ve bunu tanımasına
engel olmuştur."

Aldatmalann çoğunda kurban, yalancının yaptığı hatalan


önemsemez; belirsiz bir tavır sergilemesi yalanı fark ettiğinin en
iyi göstergesidir. Yalanın ortaya çıkması gibi korkunç bir durum­
la karşılaşmamak için karşılıklı anlaşmışlar gibi yalancıya yar­
dım eder. Kansının onu aldattığını gösteren işaretleri görmezden
gelen bir koca, en azından toplumda boynuz yiyen biri olarak
görülüp aşağılanmamak ve boşanmayı önlemek amacıyla bu ola­
yın ortaya çıkma zamanını erteleyebilir. Hatta kansının ihanetini
kendi kendine itiraf etmiş olsa bile, yüz göz olmamak ve aldatıl­
dığı gerçeğini kabullendiğini kansına bildirmemek için yalan or­
taya çıkmasın diye ona destek bile verebilir. Ne kadar küçük bir
ihtimal olursa olsun, hiçbir şey açıkça söylenmedikçe, hala karı­
sını yanlış anlamış olduğu ve aldatılmadığı umudunu taşıyabilir.

Ancak her kurban bu kadar gönüllü değildir. Bazı zamanlar,


bir yalana iştirak ederek ya da görmezden gelerek kazanılacak
bir şey yoktur. Sadece bazı yalan avcılan, bir yalanı ortaya çı­
karttığında kazanırlar ve kaybedecekleri hiçbir şey yoktur. Ve
yine sadece bankada kredilerden sorumlu memurlar ve sorgu
yargıçtan aldatıldıklarında kaybederler ve her ikisi de yalan söy­
lendiğini fark edip gerçeği gördüklerinde işlerini iyi yaparlar.
Genellikle kurban, yanlış yönlendirilerek ya da söylenen yalanı
fark ederek kazanır ya da kaybeder fakat bu kazanım ve kayıplar
aynı miktarda olmayabilir. Doktorun Mary'nin yalanına inanarak
küçük bir menfaat elde etme ihtimali vardı. Eğer Mary gerçekten
depresyonda değilse, onun iyileşmesindeki katkılarından dolayı

15
Ne Düşündüğünü Biliyorum

bir miktar övgü alabilirdi. Ancak tamamıyla iyileşmediyse, dok­


torun kaybı fazla olmayacaktı. Chamberlain'in aksine doktorun
tüın meslek hayatı söz konusu değildi. Bu durum hala bir sorun
teşkil etmekle birlikte, doktor herkesin ortasında Mary'nin yala­
nını anladığını gösteren bir düşünceyi kabullenmemişti. Dokto­
run, Mary tarafından aldatıldığında kaybedecekleri, doğru söyle­
diğinde kazanacaklarından daha fazlaydı. l 938'de Chamberlain
için artık çok geçti. Hitler'in güvenilmeyen biri olması ve savaş
dışında onun saldırganlığını durduracak bir şey bulunmaması de­
mek, Chamberlain'in kariyer hayatının sonu ve engel olabilece­
ğini düşündüğü savaşın başlaması demekti.

Chamberlain'in Hitler'e inanma güdülerinden tamamen ayn


olarak, söylenen yalanın başarılı olması muhtemeldi, çünkü or­
tada saklanacak güçlü bir duygusal yoğunluk yoktu. Gizlenen
duygulardan birinin, elde olmayan sebeplerle dışa vurulması pek
çok yalanı başarısız kılar. Yalan söylenirken hisler ne kadar yoğun
olursa, duygu çeşitliliği de o kadar artar ve bu da yapılacak hatalar
nedeniyle yalanın ortaya çıkma ihtimalinin yükselmesi demektir.
Hitler kesinlikle suçluluk hissetmiyordu. Hissedilen bir duygu,
yalancı için iki misli problem anlamına gelir - sadece bu duygu­
ların kendini belli etmesi değil, aynı anda duymuş olduğu vicdan
azabı yalancının hatalar yapmasına sebep olur ve böylece yakayı
ele verir. Hitler hayatı boyunca, Almanya'nın utanç verici askeri
bir yenilgi almasına neden olduğu söylenen bir ülkenin temsilcisi­
ne yalan söylediği için suçluluk duymayacaktı. Mary'nin aksine,
Hitler kendi için önemli olan sosyal değerlerini kurbanıyla pay­
laşmamıştı. Ona karşı ne bir hayranlık ne de bir saygı besliyordu.
Mary ise yalanının başarılı olabilmesi için, içindeki yoğun duygu­
lan gizlemek mecburiyetindeydi. Onun intihar isteğini tetikleyen
acılarını ve umutsuzluklarını bastırmak zorundaydı. Ve doktorla­
rına yalan söylediği için her şekilde kendini suçlu hissediyordu;

16
Giriı

onları seviyor, onlara hayranlık duyuyor ve istediklerinin sadece


kendine yardım etmek olduğunu biliyordu.
Tüm bu nedenlerden dolayı intihar etmek isteyen bir hastanın
ya da yalan söyleyen bir eşin yalanını ortaya çıkarmak, bir dip­
lomatın, ikiyüzlü bir ajanınkini ortaya çıkarmaktan ziyadesiyle
kolaydır. Fakat bu, her diplomat, her suçlu ve her istihbarat aja­
nının mükemmel bir yalancı olduğu anlamına gelmez. Hatalar
her zaman yapılabilir. Yaptığım araştırmalar insanlara, yalan söy­
leme belirtilerini ve yanlış yönlendirmeyi tespit etme olasılığını
hesaplama imkanı verecektir. Kriminal ve politik yalanlan yaka­
lamak isteyenlere benim önerim, vücut dilini gözden kaçırma­
maları, aynı zamanda daha tedbirli olmak amacıyla ayrımları iyi
yapmaları ve fırsatları daha iyi gözetmeleridir.
Yalan söylendiğini gösteren davranışlara dair bazı deliller
olsa bile, henüz kesin olarak bunlar kanıtlanmış değildir. İnsan­
ların neden ve nasıl yalan söyledikleri, yalanlarında ne zaman
başarısız oldukları üzerine yapmış olduğum analizler ile yalan
üzerine yapılan deneyler, tarihi ve imgesel olaylar birbirleriyle
örtüşüyor. Ancak bu teorilerin ileride yapılacak, daha üst düzey
araştırmaları ve eleştirel müzakereleri ne yönde etkileyeceğini
bilme şansımız yoktur. Bu kitabı yazmak için tüm cevapların eli­
me geçmesini beklememeye karar verdim. Çünkü yalan avcıları
beklemiyordu. Verilen ödül büyük olunca, aldatma belirtilerini
belirleme çalışmaları çoktan başlamıştı. Tüm bu delil ve argü­
manlardan uzak olan "eksper"lerin, işçi almak ve jüriye ifade
vermek üzere yalan gözetmeni olarak hizmet vermeleri isteni­
yordu. Yalan makinesini kullanan bazı polis ve görevlilerin, ya­
lan söylenildiğini gösteren belirtileri anladıkları düşünülüyordu.
Onların eğitiminde verilen bilgilerin yansı, şahit olduğum kada­
rıyla yanlıştı. Gümrük memurları, kaçakçılıkla ilgili aldatma be­
lirtilerini anlama konusunda ayn bir eğitime tabi tutuluyorlardı.

17
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Bana bu eğitimde çalışmalarımın kullanıldığı söylendi fakat eği­


tim materyallerini görmek için istekte bulunduğumda "En kısa
sürede size döneceğiz" şeklinde tekrarlanan vaatlerden başka bir
cevap alamadım. Aynca işleri gizli olduğu için istihbarat ajanları­
nın ne yaptığını bilmek de mümkün değildi. İlgilendiklerini bili­
yorum, çünkü altı yıl önce Savunma Departmanı elverişli ve teh­
likeli durumlar hakkında onlara ders vermem için beni davet etti.
Çalışmanın işe yaradığını gördükten sonra, bu işe dahil olanların
isimlerini aldım. Onlara yazdığım mektuplar ya cevapsız kaldı
ya da verilen cevaplarda bana hiçbir şey söylenemeyeceği bildi­
rildi. Toplumda tartışmasız "eksper" diye geçinenler ve bilimsel
çevrede durmadan kusur bulan eleştirmenler için endişeliydim.
Bu kitap, onların yanı sıra elverişli ve tehlikeli durumlarla ilgili
görüşlerimi inceleyenlerin akıllarındaki soruları giderecektir.

Bu kitabı yazarken, yalnızca sonuçlan ölümcül olabilecek ya­


lanlarla ilgilenenleri hedef almayı düşünmedim. Kişilerin nasıl ve
ne zaman yalan ya da doğru söyledikleri üzerine yapılan incele­
melerin, insan ilişkilerinin çoğunda işe yarayacağını inanmaya
başlar hale geldim. Bazı şeyler yalana girmez, en azından böyle
bir ihtimal yoktur. Ebeveynler çocuklarının hazır olmadıkları­
nı düşündükleri için seks konusunda bilgi vermekten kaçınır ve
yalan söylerler, nitekim onların çocukları da, ergenliğe geldikle­
rinde ebeveynlerinin anlamayacağını düşünerek cinsel hayatlarını
gizlerler. Öğretmen, öğrenci; doktor, hasta; kan koca; şahit, jüri;
avukat, müvekkil; satıcı ve müşteri, hatta arkadaşlar arasında bile
("bana söylemez" dediğiniz en yakın arkadaşlarınız dahil) yalan
söylenir.

Yalan söylemek hayatın öyle merkezi bir unsurudur ki, onu


daha iyi anlamak neredeyse tüm insan ilişkilerinde işe yarar. Ki­
mileri bu söylemden ürkebilir, çünkü onlar yalanı kınanması ge­
reken bir şey olarak görürler. Bu görüşe katılmıyorum. Herkesin

18
Giriş

bütün ilişkilerinde hiç yalan söylememesi gerektiğine inanmak


ya da tüm yalanların açığa çıkarılmasını istemek çok basit olur­
du. Ann Landers'ın okuyucularına tavsiyelerde bulunurken yap­
mış olduğu doğru bir tespit vardır: Gerçek denilen şey, acı veren
bir sopa gibi zalimce kullanılabilir. Yalanlar da acımasız olabi­
lir fakat tüm yalanlar böyle değildir. Bazı yalanlar, yalancıların
iddia ettiğinden çok daha seyrek olarak, özgecildir. Bazı sosyal
ilişkiler, sakladıkları gizemden dolayı daha eğlendirici olur. Fa­
kat hiçbir yalancı, kurbanın kandırılmaya açık olduğu anlamını
çabucak çıkarmamalı ve hiçbir yalan avcısı da tespit ettiği her
yalanı ortaya dökme hakkına sahip olduğunu düşünmemelidir.
Bazı yalanlar tamamen zararsızdır, hatta insancıldır. Bazı yalan­
ları ifşa etmek ise kurbanı veya üçüncü şahısları rencide edebilir.
Fakat tüm bunlar, diğer pek çok konu değerlendirildikten sonra
daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmalıdır. Başlangıç noktası önce
yalanın tespiti, iki temel formunun ayırt edilmesi ve aldatmada
görülen iki farklı belirtiyi tespit etmek olmalıdır.

19
BİR

Yalan Söyleme, Sızıntı ve


Aldatma Belirtisi

ro. hard Nixon ABD başkanlığından ayrıldıktan se­


z yıl sonra, yalan söylediğini reddetti fakat diğer
m politikacılar gibi gerçekleri gizlediğini doğrula-
dı. Bu, kazanması ve devlet başkanı olarak kalabilmesi için ge­
rekliydi, şöyle bir açıklamada bulundu: "O şahıs ya da bu şahıs
hakkında aklınıza estiği gibi konuşamazsınız, çünkü bir gün o
kişiyi kullanmak zorunda kalabilirsiniz ... Dünya liderleri hak­
kında da kendi görüşlerinizi belirtemezsiniz, çünkü ileride on­
larla iş birliği yapmak zorunda kalabilirsiniz." Nixon, doğruyu
söylememenin mazur görülebileceği durumlarda yalan kelime­
sinden kaçınılması hususunda yalnız değildir. 1 Oxford İngilizce
Sözlüğü nün bize bildirdiğine göre, "Modem çevrelerde, (yalan)
'

'Belki de bu tutum artık değişiyor. Jody Powell, eski Başkan Carter'in Basın Sekreteri,
bazı yalanlan kabul ederek, "İlk günden, bir gazeteci resmi hükümet görevlisine zor bir
soru sordu, hükümetin yalan söylemeye hakkı var mıydı? Evet, buna hakkı vardı. Bel­
li durumlarda, sadece hakkı değil aynı zamanda mutlak bir göreviydi. Beyaz Saray'da
geçirdiğim dört yıl boyunca, iki sefer böyle bir durumla karşılaştım" dedi. Durumu kur­
tarmak için yalan söylediği bir olaydan bahsederek "Tamamen suçsuz bir grup insan
için gerçek bir acı ve utanç oldu" dedi. Doğruladığı diğer yalan ise Amerikalı rehineleri
lran'dan kurtarmak için askeri planların saklanmasıydı. (Jody Powell, The Other Side of
the History, New York: William Morrow&Co., ine., 1984).

20
Yalan Söyleme, Sızıntı ve Aldatma Belirtisi

kelimesi ahlaki kınamayı göstermek için kullanılan, kibar konuş­


malarda uzak durulması gereken sert bir ifadedir, eş anlamlı ger­
çek dışı ve asılsız kelimeleri çoğu zaman nispeten daha örtülü bir
anlam içerdiği için yalan kelimesi yerine kullanılır. " Sevilmeyen
hilekar birini yalancı diye çağırmak kolaydır ancak tüm yapmış
olduğu sahtekarlığa rağmen, sevilen ve hayranlık duyulan bir in­
sana bu kelimeyi kullanmak oldukça zordur.

Watergate skandalından önce, hasıraltı etme ve maskeleme


kabiliyetleri, Cumhuriyetçi hayranları tarafından politik sağduyu
olarak görülüp övüldüğü sıralarda Nixon, Demokratik Muhalif­
lerine yalan söyleyen kişiyi örnek getirerek, "Bu adamdan kulla­
nılmış bir araba alır mıydınız?" diye sordu.

Gelgelelim bu konular benim yalan ve aldatma tanımları­


mın dışında kalıyor (Yalan ve aldatma kelimelerini dönüşümlü
olarak kullanıyorum). Pek çok insan -örneğin, bilmeden yanlış
bilgi verenler- yalan söylemeden aldatır. İddia ettiği şey doğru
olmamasına rağmen, Mary Magdalene (Magdalalı Meryem) ol­
duğuna dair paranoid sanrılar gören bir kadın, yalancı değildir.
Bir müşteriye kötü bir yatırım önerisi vermek, danışman yanlış
bir bilgi verdiğinin farkında olmadığı müddetçe bir yalan sayıl­
maz. Birinin görünüş itibariyle etrafa yanlış bir izlenim vermesi
her zaman yalan söyleyeceği anlamına gelmez. Bir peygamber­
devesinin yaprağa benzemek için kamuflaj yapması, alnı yük­
sek olan bir insanın daha zeki izlenimini vermesinden farklı
değildir ve yalan olarak görülemez. 2

2 Halk arasında yerleşmiş bu tip inançların nereden geldiğini bulmak oldukça


ilginçtir. Geniş alınlı olmak , aslı olmamakla birlikte , zeka üstünlüğüne delalet
eder. İ nce dudaklı birinin zalim olduğu inanışı , sinirlenildiğinde dudakların bü­
zülmesi gibi gözle görülür bir bel irtiden gelmektedir. Kişilik özelliklerinin de­
ğerlendirmesinde geçici duygusal ifadelerin esas alınması bir hatadır. Böyle bir
yargı, ince dudaklı insanların sinirlendikleri zaman dudaklarını devamlı surette
sıkmalarından dolayı dudaklarının inceldiği anlamına gelmektedir, oysa ince

21
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Gerçek bir yalancı yalan söylememeyi tercih edebilir. Kur­


banı yanıltmak kasıtlı olmalı ve yalancı, kurbanı yanlış bilgi­
lendirmek istemelidir. Yalan, toplumun ve yalancının gözünde
gerekçeli olabilir ya da olmayabilir. Yalancı sevilen veya sevil­
meyen, iyi ya da kötü biri olabilir. Ancak yalan söyleyen kişi,
yalan söylemeyi ya da doğru söylemeyi seçebilmeli ve bu ikisi
arasındaki farkı ayırt edebilmelidir. Yalan söylediklerini bildikle­
ri halde buna engel olamayan patolojik hastalar bu özellikleri ta­
şımamaktadır. Kendi yalanlarına inanarak mağdur olan ve yalan
söylediklerinden bihaber insanlar da bu gruptandır.3 Bir yalancı,
zamanla kendi yalanına inanmaya başlayabilir. Eğer bu durum
gerçekleşirse, artık o kişi yalancı olmaktan çıkar ve söylediği ya­
lanların anlaşılması çok daha zorlaşır, bazı nedenlerden dolayı bu
konuyu bir sonraki bölümde ele alacağım. Mussolini 'nin başına
gelen bir olay, kendi yalanına inanmanın her zaman fayda getir­
mediğini göstermektedir: " ... 193 8 ' de (İtalyan) ordu birliklerinin
düzenlemesi sırasında, üç alaydan oluşan birlikler iki alaya dü­
şürülmüştü. Bu, Mussolini'nin hoşuna gitmişti, çünkü ona, yansı
kadar bir rakam vermek yerine, faşizmin altmış birliği olduğunu
söyleme imkanı vermişti. Fakat bu dönüşüm, savaş başlamadan
hemen önce büyük bir karışıklığa sebep oldu. Yaptığı değişikliği
unutunca da birkaç yıl sonra askeri kuvvetlerinin gerçek gücünü
trajik bir şekilde yanlış hesapladı. Belli ki kendinden başka bir­
kaç kişi daha bu yalana inanmıştı."

dudaklar kalıtsal bir özellik de olabilir. Yine kalın dudaklı insanların şehvetli
olduğu inanışı görüntüsel bir delilin hatalı yorumlanmasından gelir, cinsel açı­
dan uyan olduğunda dudaklara kan hücum eder ve kalınlaşır, bu durum kalıtsal
bir özelliğin yanlış değerlendirilmesine neden olur; dudaklar doğuştan da kalın
olabilir.
3 Patolojik hastaların varlığını ya da kendi yalanlarının mağduru olan şahıslan

kabul etmiyor değilim, bu durumu belirlemek zor. Kesin olan bir şey var ki ya­
lan söyleyen kişinin sözleri kanıt olarak alınamaz. Bir kez bu durum bilindi mi
tüm yalancılar daha az ceza almak için bu tip şeyleri kullanabilir.

22
Yalan Söyleme, Sızıntı ve Aldatma Belirtisi

Bir yalan tespitinde sadece yalancının kendisi değil, hedef­


leri de göz önünde bulundurulmalıdır. Bir yalan söylenirken he­
defteki kişilere, kandırılmayı istiyor musunuz, diye sorulmaz ya
da yalan söyleyen kişiler, bu amaçla bir ön bildiride bulunmaz.
Aktörlerin, yalancı diye çağrılması garip olurdu. Seyirciler bir
süreliğine kandırılma hususunda anlaşmıştır, orada olmalarının
asıl sebebi de budur. Aktörler, bir dolandırıcıyı taklit etmez, bir
süreliğine sahneleyecekleri hareketlerin bilincinde olarak rolleri­
ni canlandım. Bir müşteri bilerek, kendisine inandırıcı fakat yan­
lış bilgiler vereceğini söyleyen bir komisyoncunun tavsiyelerine
uymaz. Psikiyatrik hasta Mary'nin, doktoruna gerçekte hisset­
mediği duyguları hissettiğini söylemesi, Hitler'in Chamberlain'e
gidip vadettiği sözlere güvenmemesini söylemesinden farklı de­
ğildir ve yalan olarak görülemez.

Şu halde bir şeyin yalan veya aldatma sayılabilmesi için ön­


ceden tasarlanması, yalancı tarafından kendi niyetini belli edecek
hiçbir ön uyan yapılmaması ve hedefteki kişinin özellikle bu işi
istememesi gerekmektedir.4 İki temel yalan söyleme formu var­
dır: Gizlemek ve yanlış bilgilendirmek. Gizlemede, yalancı aslın­
da gerçek dışı şeyler söylemeden bazı bilgileri saklamaya çalışır.
Yanlış bilgilendirmede ise bir adım daha ileriye gidilmiştir. Yalan
söyleyen, sadece gerçekleri gizlemez, aynı zamanda sahte bilgileri
gerçekmiş gibi sunar. Aldatmada başarı sağlayabilmek için, çok
defa gizleme ve yanlış bilgilendirmenin kombine edilmesi gerekir
fakat bazen yalancı sadece gizleyerek durumu kurtulabilir.

4 Benim hedefimdeki yalanlar, Goffman ' ın yüzsüz yalanlar diye tabir ettiği ,
"yalancının yalan söylediğini bildiği ve bunu isteyerek yaptığı , kesin olarak
ispat edilebilir olanlar"dır. Goffman , doğrunun ve yanlışın daha az görünür
olduğu durumlarla ilgilenmiş ve bu konu üzerine odaklanmamıştır: "Güdülen
duygularla uyum içinde olmayıp gizli işler çevirenlerin , günlük işlerinde ve
ilişkilerinde neredeyse hiç mantık yoktur." Her iki alıntı da, The Presentation of
Self in Everyday Life adlı kitaptan alınmıştır (New York , Anchor Books , 1 959,
s. 59, 64).

23
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Herkes gizlemeyi yalancılık olarak addetmez, hatta yanlış bil­


gilendirmeden daha takdir edilesi bir eylem olarak görür. Eğer
doktor hastasına, hastalığın ölümcül olduğunu söylemezse; koca,
öğle yemeği molasını kansının en iyi arkadaşıyla birlikte bir mo­
telde geçirdiğinden bahsetmezse; polis, şüpheliye avukatıyla yap­
tığı görüşmenin bir "böcek" tarafından kaydedildiğini bildirmezse
yanlış bir bilgi vermemiş olur, ama yine de bu örnekler, benim
yalan tanımımdaki unsurları taşımaktadırlar. Hedeflere kandırıl­
mak isteyip istemedikleri sorulmamış, bir ön uyan yapılmamış ve
önceden tasarlanarak hareket edilmiştir. Bilgi, bir rastlantı sonucu
değil bilerek ve kasti olarak gizlenmiştir. Aldatmada rıza olması
ve bir ön uyarının yapılması halinde, gizlemenin yalan olmadığı
istisnalar vardır. Eğer kan koca, doğrudan sorulmadıkça girdikleri
ilişkileri söylemeyecekleri bir açık evlilik yapmışsa, otelde yapılan
buluşmanın gizlenmesi bir yalan olmaz. Eğer hasta doktorundan,
haberler kötü olursa kendisine söylememesini rica ederse, bu bil­
giyi gizlemek de yalan sayılmaz. Resmi olarak, her şekilde şüphe­
linin, avukatıyla gizli görüşme hakkı vardır ve bu hakkın ihlali her
zaman bir yalandır.

Seçme şansları olsaydı yalancılar genellikle gizlemeyi, yan­


lış bilgilendirmeye tercih ederlerdi. Çünkü pek çok avantajı var­
dır. Bunlardan sadece biri, gizlemenin yanlış bilgilendirmeden
daha kolay olmasıdır. Hiçbir şey uydurmaya gerek yoktur. Tüm
hikayeyi tam olarak ayrıntıları ile hazırlamadan önce, yakalan­
ma ihtimali bulunmaz. Abraham Lincoln'ün, yalancı olmak için
yeterince iyi bir zekaya sahip olmadığını söylediği nakledilir.
Bir doktor, hastalığın ölümcül olduğunu gizlemek için hastanın
semptomlarıyla ilgili yanlış bir bilgilendirme yaparsa, birkaç yıl
sonra, vermiş olduğu bu bilgiler kendisine tekrar sorulduğunda
çelişkili bir ifade vermemek için ne söylediğini hatırlamak zo­
rundadır.

24
Yalan Söyleme, Sızıntı ve Aldatma Belirtisi

Gizlemek, yanlış bilgilendirmekten daha az kınandığı için de


tercih sebebi olabilir. Pasiftir, aktif değildir. Hedefteki şahıs, aynı
derecede zarar görse bile, yalancılar yanlış bilgilendirip gizledikle­
rinde kendilerini daha az suçlu hissederler.5 Yalancı, aslında karşı­
sındaki kişinin gerçeği bildiği ama bu durumla yüzleşmek isteme­
diği düşüncesini, kendini rahatlatmak için devam ettirir. Böyle bir
yalancı, "Kocam sağda solda oyalandığımı biliyor olmalı, çünkü
hiçbir zaman öğleden sonra ne yaptığımı sormaz. Ağzımın sıkı
olması büyük bir nimet; ne yaptığımla ilgili kesinlikle yalan söy­
lemiyorum. Onu küçük düşürmek istemiyorum, ilişkilerimi kabul
etmesi için onu zorlamıyorum" şeklinde düşünebilir.
Eğer bir şey gizlenirse, ortaya çıktığı zaman örtbas etmesi de
çok kolaydır. Yalancı fazla bir şey uydurmak zorunda değildir.
Bulunabilecek pek çok özür vardır; dikkat etmemek, daha sonra
söyleme niyetinde olmak, hafıza kaybı vs. Yeminli ifade veren
biri "hatırlayabildiğim kadarıyla" diyerek, daha sonra gizlediği
bir şeyin ortaya çıkma ihtimaline karşı kendine bir kaçış yolu
bırakır. Yalancının, aslında hatırlayıp da hatırlamadığını iddia et­
mesi ve bilgi vermemesi, gizleme ve yanlış bilgilendirme arasın­
da, ortada bir yerdedir. Yalancının söyleyecek bir şeyi kalmadı­
ğında, bir soru sorulduğunda ya da bir itiraz olduğunda hatırlaya­
mamak aklına gelir. Hafızam zayıf diyerek yapılan aldatmalarda,
yalancı, yanlış bir hikayeyi hatırlama gibi bir durumun önüne
geçmiş olur. Tüm bu hatırlanması gerekenler, zayıf bir hafıza için
ciddi bir sorun teşkil eder. Ve eğer bir gün yalan ortaya çıkarsa,
her seferinde bunun bir hafıza problemi olduğu ve yalan söylen­
mediği iddia edebilir.

5 Eve Sweetser ilginç bir tespitte bulunarak, kurbanın gerçeğin saptırılmasın­

dan çok , kendine yalan söylenmesini daha aşağılayıcı bulduğunu belirtmiştir.


Kendilerine yalan söylendiğini iddia edemezler, daha çok hasımlarının bir yasal
boşluktan faydalanıp sıyrı ldıklarına inanırlar.

25
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Başkan Nixon'ın görevden ayrılmasına neden olan Waterga­


te Skandalı'ndan bir olay hafıza zayıflığı stratejisine güzel bir
örnektir. Zorla girme ve örtbas etme olaylarına dahil olduklarını
gösteren kanıtlar fazlalaştığından, başkan asistanları H. R. Hal­
deman ve John Ehrlichman zorla istifa ettirilir. Nixon üzerinde
yapılan baskılar artarken Haig, Haldeman'ın yerine getirilir. "Ta­
rih, 4 Haziran l 973 'ü gösterdiğinde Haig, Beyaz Saray'a döneli
bir aydan az bir zaman olmuştur. O ve Nixon, Beyaz Saray'ın
resmi hukuk danışmanı John W. Dean tarafından yapılacak ciddi
ithamların nasıl cevaplandırılacağı hususunda tartışırlar. Tahki­
katlar sırasında ortaya çıkan bir Haig-Nixon konuşma kaydında
Haig, Nixon'a, sadece hatırlamadığını söyleyerek, işin içinden
sıyrılmasını öğütlemektedir."

Hafıza kaybı sadece belirli durumlarda inandırıcı olur. Testle­


rin olumsuz olup olmadığı sorulan doktor ya da odanın dinlenip
dinlenmediği zanlı tarafından sorulan polis, hatırlamadığını iddia
edemez. Sadece belirgin olmayan durumlarda ya da üzerinden
çok zaman geçmiş olaylarda bir hatırlamama söz konusu olabilir.
Üzerinden uzun zaman geçmesi, herkesin hatırlaması beklenen
olağan dışı olayların hatırlanmaması durumunu mazur göstermez.

Kurban, yalancıdan açıklama istediği andan itibaren, artık


yalancı gizleme ve yanlış bilgilendirme arasında seçim yapma
şansını kaybetmiş olur. Eğer kadın kocasına, öğle yemeğinde
neden ona ulaşamadığını sorarsa, bu sefer koca yaşadığı ilişkiyi
sürdürebilmek için bir şeyler uydurmak zorunda kalır. Normal
bir akşam yemeğinde sorulan "Günün nasıl geçti?" tarzındaki bir
soru bile, bilgi istendiğini gösteren fakat atlatılamayacak nitelik­
te bir sorudur. Doğru söylemekle yalan söylemek arasında seçim
yapmasını gerektiren bir soru gelmedikçe, buluşmayı gizlemek
için kişi başka şeylerden bahsedecektir.

Bazı aldatmalar baştan itibaren yanlış bilgilendirmeyi gerek-

26
Yalan Söyleme, Sızıntı ve Aldatma Belirtisi

tirir. Gizlemek tek başına yetmez. Psikiyatrik hasta Mary'nin sa­


dece acılarını ve intihar isteklerini gizlemesi işe yaramazdı, aynı
zamanda doktorunu daha iyi olduğuna ve hafta sonunu ailesiyle
birlikte geçirmek istediğine inandırmak zorundaydı. Bir işe gir­
mek için daha önceki deneyimleri hakkında yalan söyleyen biri,
bunu sadece gizleyerek yapamaz. Yalnızca tecrübesiz olduğunu
gizlemeyecek, aynı zamanda böyle bir geçmişi uydurmak zorun­
da kalacaktır. Ev sahibesini incitmeden bir partiden ayrılmak, sa­
dece evde TV seyredeceğini gizlemekle olmaz, geçerli bir özür
bulmayı da gerektirir; sabah erken saatlerinde bir randevunun
olması, bakıcı problemi gibi.

Aldatmada yanlış bilgilendirmeye hemen ihtiyaç duyulmasa


da daha sonradan gizlenen şeyin deiillerini örtmek için bu gerekli
olabilir. Bu başvuru, özellikle duyguların saklanması gerektiği
durumlarda, gizlenen şeyi maskelemek içindir. Hissedilmeyen
bir duyguyu gizlemek kolaydır fakat yalan söyleme anında his­
sedilen bir duyguyu, özellikle de yoğunsa gizlemek çok daha
güçtür. Dehşet duygusunu gizlemek, üzüntüyü gizlemekten daha
zordur, tıpkı öfke ve rahatsız olma duygularında olduğu gibi. Ya­
lancı ne kadar uğraşırsa uğraşsın, duyguların yoğunluğuna bağlı
olarak yakayı ele verme ihtimali de artar. Hissedilmeyen bir duy­
gunun taklidi, gizlenen hissi maskelemeye yardımcı olabilir. Bir
duyguyu taklit etmek, gizlenen duygunun kendini hissettirmesini
önleyebilir.

John Updike'ın romanı Marry Me'de geçen bir olay bunu ve


daha önce bahsettiğim birkaç olayı tasvir eder. Ruth'un sevgi­
lisiyle yaptığı konuşma, kocası tarafından tesadüfen işitilir. Ki­
tapta o ana kadar Ruth, yaşadığı ilişkiyi yalan söylemeksizin
gizlemiştir ama şimdi, kocası onu doğrudan sorgulamaktadır ve
artık yalan söylemesi gerekmektedir. Amacı, kocasının olaydan
haberdar olmamasıdır, bu hadise ayrıca duyguların bir yalana na-

27
Ne Düşündüğünü Biliyorum

sıl karışacağını ve bir kez karıştığında gizlenmesi gereken şeyin


yükünü nasıl ağırlaştırdığını gösterir.

"Jerry (Ruth'un kocası), Dick (Ruth'un sevgilisi) ile yaptığı


telefon konuşmasının sonuna kulak misafiri olarak Ruth'u kor­
kutmuştu. Ruth kocasının arka bahçeyi tırmıkladığını sanıyordu.
Mutfaktan çıkarak Ruth'a 'Telefondaki kimdi?' diye sordu.

"Panikleyen Ruth, 'Pazar Okulu'ndan bir kadın işte, Joanna


ve Charlie'yi kaydedip kaydettirmeyeceğimizi soruyor,' dedi."

Paniğin kendisi yalan söylediğini ispat edemezdi ancak Jerry


bu duyguyu fark ederse şüphelenebilir ve Ruth'un saklayacak bir
şeyi olmasa bu kadar paniklemeyeceğini düşünebilirdi. Son de­
rece masum insanlar bile sorguya çekildiklerinde korkabilirler,
ne var ki sorgu yargıçları genelde bu duruma önem vermezler.
Ruth zor bir durumdaydı. Yalana ihtiyaç duyacağını önceden
kestirememiş, izleyeceği yolu belirleyememişti. Kötü bir zaman­
da yakalanmıştı, foyası ortaya çıkacak diye panikliyordu. Panik,
saklanması zor bir duygu olduğundan Jerry'nin onu yakalama
ihtimalini de artırıyordu.

Taktiklerden biri şu olabilirdi: Mademki artık saklama şansı


yoktu, paniklemesinin sebepleriyle ilgili yalanlar uydurmaktan­
sa sadece doğruyu söyleyebilirdi. Panik yaptığını kabul edip bu
duyguyu saklayacak bir şeyi olduğu için değil, Jerry'nin inanma­
masından korktuğu için hissettiğini iddia edebilirdi. O anda eski,
yersiz suçlamaları ima ederek Jerry'nin kendisiyle uğraşmasına
mani olabilirdi ancak Jerry'nin Ruth'a inanmadığı ve daha son­
ra hep Ruth'un haklı çıktığıyla ilgili uzun bir geçmişleri yoksa
muhtemelen bu işe yaramazdı. Büyük ihtimalle Ruth'un tamamen
doğal, ifadesiz ve sakin görünmeye çalışması inandırıcı olmazdı.
Elleri titremeye başladığında, öylece hareketsiz kalmalanndansa,
başka bir şeylerle meşgul etmek daha kolaydır; yumruk yapmak

28
Yaları Söyleme, Sızıntı ve Aldatma Belirtisi

ya da birbirine kavuşturmak gibi. Dudaklar gerilip büzülürken, üst


göz kapaklan ve kaşları korkuyla yukarı kalkmış bir halde sakin
bir yüz ifadesini korumak oldukça zordur. Bu ifadeler, diğer kas
hareketleriyle birlikte daha iyi gizlenebilir - dişleri gıcırdatma, du­
dakları birbirine bastırma, kaşları indirme, düşmanca bakma gibi.
Yoğun duygulan gizlemenin en iyi yollarında biri de maske­
lemektir. Y üzün tümünü ya da bir bölümünü eliyle kapatmak,
konuşulan kişiden yüz çevirmek genellikle yalan olmadan ya­
pılmayacak davranışlardır. En iyi maske sahte bir ifade kullan­
maktır. Sadece yanlış yönlendirmekle kalmaz aynı zamanda çok
iyi bir kamuflajdır. Bir duygu çok yoğun hissedildiğinde elleri
hareketsiz tutmak ve yüze kayıtsız bir ifade vermek son derecede
güçtür. İfadesiz, sakin ve doğal bir görüntü sergilemek, duygu
var olduğu müddetçe gerçekten zordur. Rol yapmak, hissedilen
duyguların neden olduğu hareketleri başka davranışlarla yok et­
meye ve durdurmaya çalışmaktan çok daha kolaydır.
Updike'ın hikayesinde, bir süre sonra Jerry, Ruth'a, ona inan­
madığını söyler. Tahmin edileceği gibi Ruth'un paniği artar ve hat­
ta saklaması daha zor hale gelir. Ruth paniklediğini gizlemek için
öfke, hayret ve şaşırma ifadelerini kullanmayı deneyebilir. Jerry'yi
bir hafiye olmakla, ona güvenmemekle suçlayabilir. Kendisine
inanmamasından dolayı hayrete düşmüş, konuşmasını dinlediği
için de şaşırmış gibi görünebilir.
Her durum, yalancıya hissedilen duyguyu maskeleme imkanı
vermez. Bazı aldatmalarda yalan söylemeksizin duygulan gizle­
mek daha fazla uğraş gerektirir. Eski İsrail Savunma Bakanı Ezer
Weizman, böyle zor bir durumdan bahseder. Enver Sedat'ın dra­
matik Kudüs ziyaretinden sonra, müzakereleri başlatmak için ya­
pılan görüşmeler askıya alınmıştır. Bir müzakere sırasında, Mı­
sır heyetinin başkanı olan Muhammed el-Gamasi, Weizman'a,
İsraillilerin Sina Yarımadası'nda yeni bir yerleşim merkezi ku-

29
Ne Düşündüğünü Biliyorum

racakları haberini aldıklarını söyler. Weizman, İsrail'in mevcut


yerleşim birimleri daha henüz kabul görmezken, bu durumun
görüşmeleri tehlikeye atacağını anlar.

"Sinirimi etrafa belli edemesem de çok utandım. İşte burada


güvenlik tedbirlerini müzakere ediyor ve barış vagonunu biraz
daha ileriye itmeye çalışıyorduk - ve Kudüs'teki meslektaşlarım,
uyduruk yerleşim birimlerinden ders almak yerine, görüşmelerin
başladığı sırada yeni bir tanesini daha kuruyorlardı."

Weizman'ın Kudüs'te meslektaşlarına duygularını gösterme


müsaadesi yoktu. Onun öfkesini saklaması, Kudüs'teki meslek­
taşlarının kendisiyle görüşmediğini de gizlemeyi kabul etmesi de­
mekti. Başka bir duyguyu maske olarak kullanmadan, bu güçlü
hissi saklamak zorundaydı. Mutlu, korkmuş, şaşırmış, tiksinmiş ya
da üzüntülü görünemezdi. Gamasi 'nin vermiş olduğu bilgiler so­
nucu oluşan etkiyi sezdirmeden, dikkatli ama sakin görünmeliydi.
Kitabı bunu başarıp başaramadığı ile ilgili bir bilgi vermiyor.

Poker, duyguları gizlemek için maskelemenin işe yaramadığı


farklı bir ortamdır. Bir oyuncuya süper bir el gelirse ve çok para
kazanma ihtimali nedeniyle heyecanlanırsa, diğer oyuncuların
pas dememeleri için bu duyguyu gizlemesi gerekir. Başka duy­
gularla maskelemeye çalışmak riskli olabilir. Hayal kırıklığına
uğramış ya da sinirlenmiş gibi görünürse, diğerleri elinin çok
kötü olduğunu ve beklememek için oyundan çekileceğini düşü­
nebilir. Yüzü tamamıyla ifadesiz ve boş görünmelidir. Kötü bir
el geldiğinde blöf yaparak, diğerlerini çekilmeye zorlamak için,
hayal kırıklığını ve sinirlendiğini göstermemeye karar verirse, o
zaman maskelemeyi kullanabilir. Mutlu ve heyecanlı görünerek
hayal kırıklığını gizleyebilir ve iyi bir eli varmış gibi hissettire­
bilir. Rakipleri onu bir çömez gibi görmedikçe bu pek inandırı­
cı olmaz. Tecrübeli bir poker oyuncusunun duygularını gizleme

30
Yalan Söyleme, Sızıntı ve Aldatma Belirtisi

işinde ustalaşmış olması beklenir'i (Yeri gelmişken, pokerdeki


yalanlar-gizleme ve blöf yapma- benim yalan tanımıma uymaz.
Kimse poker oyuncularının çektikleri kartları belli etmesini bek­
leyemez. Oyunun kendisi, oyuncuların birbirlerini yanıltmaya
çalışacakları ön uyarısını verir).
Herhangi bir duygu, başka bir duyguyu gizlemek için taklit
edilebilir. Gülümseme, sık sık iş değiştirenlerin kullandığı bir
maskedir. Tüm negatif duyguların tersi işlevini görür - korku,
sinir, üzüntü vs. Çoğunlukla mutluluğun bir göstergesi olduğu
için tercih edilen gülümseme, pek çok aldatmanın başarıya ulaş­
masında gerekli bir mesajdır. Hayal kırıklığına uğrayan bir işçi
gülümsemelidir, çünkü patronunu, kendinin terfi ettirilmeyişi ko­
nusunda incinmemiş ve sinirlenmemiş olduğuna inandırmalıdır.
Hain bir arkadaş iyi niyetli görünerek, alakadar bir gülümseyişle
iğneleyici eleştirilerini size yönlendiriyor olabilir.
Gülümsemenin maskelemede daha fazla kullanılmasının se­
beplerinden biri de, standart selamlaşmanın bir parçası olması ve
üst düzey görüşmelerde sık sık kullanılmasıdır. Bir kişi kendini
kötü hissediyorsa, görüşmeler sırasında genellikle bu gösteril­
memeli ya da itiraf edilmemelidir. Bunun yerine mutsuz kişi­
nin "Bugün nasılsınız?" ifadesine karşılık olarak "Çok iyiyim,
ya siz nasılsınız?" biçiminde karşılık vererek nazik bir şekilde
gülümsemesi ve negatif duygularını gizlemesi beklenir. Muhte­
melen gerçek duygulan fark edilmeyecektir, bunun nedeni sade­
ce gülümsemenin iyi bir maskeleme yöntemi olması değil, aynı

6 David Hayano, poker oyuncuları üzerine yaptığı bir çalışmada profesyonel­


lerin kullandığı başka bir stilden bahseder: "Neşeli oyuncular, oyun boyunca
rakiplerini sinirlendirmek ve endişelendirmek için devamlı konuşurlar. Gerçek­
leri yalan , yalanları gerçek olarak konuşurlar. Aptalca konuşmalarla bağıntılı
canlandırmalar ve aşırı hareketler yapılır. Bir oyuncunun ifade ettiği gibi: "Bir
dansözden daha çok hareket biliyor" (Poker Lies and Telis , Mart 1979, s. 20).

31
Ne Düşündüğünü Biliyorum

zamanda üst düzey ilişkilerde insanların karşı taraftaki kişinin


nasıl hissettiğine nadiren dikkat etmesidir. Bunların çoğu bekle­
nen, sahte cana yakınlık ve hoşnutluk ifadeleridir. Diğer insanlar
nadiren böyle gülüşlere dikkat ederler. Kibar selamlaşmaların
formatı gereği insanlar yalana göz yummaya alışmışlardır. Kimi
bunların yalan diye adlandırılmasına karşı çıkabilir, çünkü bu tip
üst düzey toplantılardaki örtülü kurallar, hissedilen duyguların
dışa vurulmama ön uyarısını vermektedir.
Bir maskeleme tipi olarak gülümsemeye başvurulmasının asıl
nedenlerinden biri de istemli olarak yapılabilen en kolay duygu
mimiği olmasıdır. Bebekler bir yaşına gelmeden bile, istemli bir
şekilde gülümseyebilirler. Gülümseme, etrafındakileri memnun
etmek için bebekler tarafından bilinçli olarak yapılan ilk yüz
ifadelerinden biridir. Hayatın her alanında sosyal gülümsemeler
hissedilmeyen duygulan ifade eder fakat yapılması gerekli ve ya­
rarlıdır. Hatalar belki bu hissedilmeyen gülümsemelerin zaman­
lamasıyla ilgili olabilir; gülümseme çok yavaş ya da çok hızlı
olabilir. Hatalar gülümsemenin konuşmadaki yeriyle de ilgili
olabilir. Eşlik etmesi gereken sözcüklerden ve cümlelerden çok
önce ya da çok sonra gelebilir. Fakat gülümseme hareketlerinin
kendisini yapmak kolaydır ancak diğer tüm duygu ifadeleri için
aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Pek çok insan için olumsuz duygulan taklit etmek daha zordur.
5. Bölüm'de yer verdiğim araştırmalar, insanların çoğunun üzün­
tü ve korkuyu gerçekçi bir şekilde taklit etmek için gerekli olan
belirli kas hareketlerini rahatlıkla yapamadıklarını ortaya çıkardı.
Öfke ve iğrenme, hissedilmese bile canlandırılması daha kolay ifa­
delerdir fakat hala hata yapılması muhtemeldir. Eğer aldatma bir
gülümsemeyi değil de olumsuz bir duyguyu taklit etmeyi gerek­
tiriyorsa yalancı zor durumda kalabilir. Bazı istisnalar her zaman
vardır; Hitler 'in mükemmel bir oyuncu olduğu bilinir, çünkü kolay

32
Yalan Söyleme, Sızıntı ve Aldatma Belirtisi

bir şekilde negatif duyguları taklit edebiliyordu. Bir seferinde İngi­


liz Konsolosu'yla yaptığı bir görüşmede, Hitler tamamıyla çileden
çıkmış ve konulan daha fazla tartışacak hali kalmamış gibi görü­
nüyordu. Olay yerinde bulunan bir Alman yetkilinin naklettiğine
göre: "Hitler kendi bacağına bir şaplak atıp Konsolos'un arkasın­
dan kapıyı zar zor kapattı ve gülerek şöyle dedi, ' Chamberlain bu
görüşmeden sonra sağ kalamaz. Bu akşama kabinesi düşer! "'
Gizlemenin ve yanlış bilgilendirmenin yanı sıra, yalan söy­
lemenin birkaç yolu daha vardır. John Updike' ın romanı Marry
Me'den alıntı yaptığım bir olayda Ruth'un tüm heyecanına rağ­
men yalanını sürdürebilmesi için yapabileceklerini değerlendi­
rirken, bu yollardan birini aslında gösterdim bile. Yapılması daha
zor olan paniği saklama yerine, duyguyu itiraf edilebilir ama ona
neyin sebep olduğu konusunda yalan söyleyebilirdi. Hissettiği
duygunun nedenini yanlış tanımlayarak, tamamen suçsuz oldu­
ğunu ve Jerry' nin kendisine inanmayacağından korktuğunu iddia
edebilirdi. Psikiyatrist, Mary 'ye neden biraz sinirli göründüğünü
sorduğunda Mary benzer bir şekilde duyguyu itiraf edebilir an­
cak sebebi konusunda yanlış bilgi verebilirdi: "Evet gerginim,
ailemle birlikte o�abilmeyi o kadar çok istiyorum ki . . . " Bu, his­
sedilen duygu hakkında dürüst olunarak, duygunun asıl sebebi
hususunda yanlış yönlendirme yapmaktır.
Bir başka benzer teknik ise gerçeği yalan süsü vererek söy­
lemektir, böylece kurban buna inanmaz. Gerçek şakaymış gibi
söylenir. Jerry, telefonda kiminle konuştuğunu sorduğunda Ruth
diyebilirdi ki, "Sevgilimle konuşuyordum, her saat başı beni arar.
Günde üç kez onunla yattığımdan beri buluşmalarımızı ayarla­
mak için sürekli haberleşiyoruz." Gerçeği bu şekilde abartmak,
Jerry'nin şüphesini sürdürmesini zorlaştıracak ve komik duru­
ma düşmesine sebep olacaktır. Ses ya da mimiklerin dalga geçer
tarzda olması da aynı işi görür.

33
Ne Düşündüğünü Biliyorum

G erçeğ i, yalan süsü vererek şakayla karışık söylemeye bir


örnek de R obert Daley'nin Prince of the City: The True Story of
a Cop Who Knew Too Much adlı fi lme uyarlanan kitabında ge­
çer. Alt başlıktan da anlaşılac ağı üzere, söylenen, bu hikayenin
kurgu değil gerçek olduğudur. Robert Leuc i, avukatlar, kefalet
şirketleri, uyu şturuc u satıc ıları, mafya üyeleri ve polis teşkila­
tı arasındaki kriminal bozulmalar hakkında delil toplamak içi n
fe deral ajanlar adına gizli muhbir olarak çalışan bir polistir. Pek
çok bilgi, üzerinde sakladığı kayıt cihazında bulunmaktadır. Bir
noktada Leuc i ispiyonculukla itham edilir. Eğer üzerinde bir
tertibat ol duğ u ortaya çıkarsa hayatı tehlikeye girec ektir. Leuc i,
bir kanun kaçağı olan Destefano'yla delil toplayanlar hakkında
konuşmaya başlar.
"Bugün müzik kutusunun yanına oturmayalım, hiç ses kayde­
demiyorum." (Leuci konuşuyor)
"Hiç komik değil," dedi Destefano.
"Leuci gerçekten devlet için çalıştığını söyleyerek böbürlen­
meye başladı, karşı taraftaki barmaidin de aynı şekilde çalıştığını
ve alıcının üzerinde bir yerlerde olduğunu söyledi . . .
"Buna herkes güldü fakat Destefano'nun yüzünde donuk bir
gülümseme vardı."
Leuci arsız bir şekilde gerçekleri söyleyerek Destefano'yla
dalga geçer - gerçekten de müzik kutusunun yanında kayıt yap­
ması mümkün değildir ve devlet için çalışmaktadır. Bunu böyle
ulu orta söyleyip garson kızın sutyeninde ya da külotunda bir
kayıt cihazı bulunduğuyla ilgili şakalar yaparak, D estefano'nun
aptal gibi görünmeden şüpheleri nin arkasından gitmesini zorlaş­
tırmıştı r.
Gerçeği yalanmış gibi söylemenin en bilinen yöntemi, kısmi
gizlemedir. Gerçek söylenmektedi r fakat sadece kı smen. Oldu-

34
Yalan Söyleme, Sızıntı ve Aldatma Belirtisi

ğundan önemsiz göstermek ya da en önemli noktayı dışarıda bı­


rakmak, yalancıya gerçek dışı bir şey söylemeden yalanı sürdür­
me imkanı verir. Marry Me kitabından alıntı yaptığım olaydan
kısa bir süre sonra, Jerry yatağa Ruth'un yanına girer, ona sarılır
ve kimi sevdiğini sorar.
'" Seni seviyorum, ' dedi, ' ve şu ağaçtaki tüm güvercinleri,
mahal lede çöp kutularımızı devirmeyen tüm köpekl eri, L ulu'yu
hamile bırakan kedi hariç diğer tüm kedileri. Ve sahil deki tüm
cankurtaranları, bana çarşıda yaptığım U dönüşü için bağıran po­
l is hariç diğer tüm pol isleri, özellikl e de kafayı bul duğumda kötü
arkadaşlarımızın bazılarını . . . '
" ' D ick Mathias'ı ne kadar seviyorsun?' (Dick, Ruth'un sev­
gilisidir. )
"'Umurumda değil . "'
Yalancının gerçek dışı bir şey söylememesine imkan tanıyan
bir başka teknik ise yanlış çıkarıml ar yaptırarak işin içinden sıy­
rılmaktır. Bir gazetedeki köşe yazarlarından biri, bu tekniğin, ar­
kadaşının çalışmasını beğenmeyen ve ne söyleyeceğini bileme­
yen biri tarafından nasıl kull anılabileceği ile ilgil i komik bir yazı
yazar. Arkadaşınızı n resim sergisi açılışındasınız. Çalışmasının
korkunç olduğunu düşünüyorsunuz fakat siz kaçamadan, arkada­
şınız hemen yanınıza gel ir ve ne düşündüğünüzü sorar. "' Jerry, '
( burada sanatçının adının Jerry olduğunu farz ediyoruz) duyguyl a
tam gözlerinin içine bakarak, ' Jerry, Jerry, Jerry, ' deyin. Ell erini
tutmaya devam edip göz temasını kesmeyin. Y üzde yüz elini çe­
kecek ve bir iki mütevazı söz söyleyip yanınızdan ayrıl acaktır . . .
Veya görünmez üçüncü bir şahsı da katarak yüksek perdeden sa­
nat eleştirileri yapılabilir, bu iki aşamalıdır. Bunun için: "Jerry.
Jer-ry. Buna kim ne diyebilir ki?' ya da daha aldatıcı bir şekil de
alçak perdeden ' Jerry. Bunu kelimelere sığdıramıyorum' ya da
daha da alaycı bir tarzda ' Jerry. Herkes, herkes, sadece bu eser

35
Ne Düşündüğünü Biliyorum

hakkında konuşuyor ' denilebilir." Bu tekniğin üstün yanı, kısmi


gizleme ve gerçeği yalan süsü vererek söylemede olduğu gibi,
yalancıyı gerçek dışı bir şey söylemek zorunda bırakmayışıdır.
Yine de be:n bu tip durumları aldatma olarak değerlendiriyorum,
çünkü bir ön bildiri yapılmaksızın, kişiyi yanlış yönlendirme yö­
nünde bilinçli bir girişim vardır.

Bu yalanların herhangi biri, yalancının bazı tavırlarında kendini


belli edebilir. İki çeşit aldatma belirtisi vardır. Yapılan bir hata, ger­
çeği ortaya çıkarabilir ya da gerçeği ortaya çıkarmasa bile söylenen
ya da sahnelenen şeyin sahte olduğu fıkrini verebilir. Bir yalancı
istemeyerek gerçeği belli ettiğinde ben bu durumu sızıntı olarak ad­
landırıyorum. Eğer yalancının tavırları, gerçek söylenmediği halde,
o kişinin yalaıı söylediğini düşündürüyorsa, o zaman bir aldatma
belirtisi söz konusudur. Şayet doktor, Mary kendini iyi hissettiğini
söylediğinde onwı ellerini büktüğüne dikkat etmiş olsaydı, yalan
söylediğine işaret eden bir aldatma belirtisi yakalayabilirdi. Her­
hangi bir sızıntı olmadıkça, doktorwı Mary'nin gerçekte nasıl his­
settiğini bilmesi mümkün değildi - Mary hastaneye sinirlenmiş,
kendinden nefret ediyor ya da geleceği için endişeleniyor olabilirdi.
Bir yüz ifadesi, ses tonu, ağızdan kaçırma ya da belirli vücut hare­
ketleri onun gerçek duygularını dışarı sızdırabilirdi.

Bir aldatma belirtisi, neyin gizlendiğini açığa çıkarmasa bile,


kişinin yalan söyleyip söylemediği soruswıa bir cevap getirir. Yal­
nız sızıntı, gerçeği ortaya çıkarabilir. Ancak çok defa bwıun bir

önemi yoktur. Soru, neyin gizlendiğinden çok kişinin yalan söy­


leyip söylemediği olduğunda, bir aldatma belirtisi yeterince işe
yarar. Sızıntıya ihtiyaç yoktur. Ne gizlendiği anlaşılabilir ya da ta­
mamen konu dışı olabilir. Eğer bir işveren aldatma belirtilerinden

faydalanarak yalan söyleyen bir adayı ayırt edebilirse, bu yeterli


olabilir, gizlenen şeyin bilinmesi sadece yalan söyleyen bir adayın
neden işe alınmadığıyla ilgili bir karar için gerekli olabilir.

36
Yalan Söyleme, Sızıntı ve Aldatma Belirtisi

F akat her zaman aldatma belirtileri yeterli olmayabilir. Bazen


gerçekte neyin gizlendiğini bilmek önemli olabilir. Güvenilen bir
işçinin zimmetine para geçirdiğini anlamak yeterli olmayabilir. Bir
aldatma belirtisi işçinin yalan söylediği fikrini verebilir; bir itirafa
ya da yüzleşmeye sebep olabilir. Konu açığa çıkmış, işçi görevden
alınmış, dava tamamlanmış olabilir fakat hala işveren, bir sızıntı
arıyor olabilir. İşçinin bu işi nasıl becerdiğini ve zimmetine geçir­
diği parayla ne yaptığını bilmek isteyebilir. Keşke Chamberlain,
Hitler'in yalan söylediğine dair herhangi bir belirti fark edebilsey­
di, gerçi o durumda Hitler'i n işgal planlan ve ne kadar ileriye gi­
debileceğine dair sızıntılar elde etmek faydalı olu rdu.
Bazen sızı ntı, saklanan şeyin tamamını olmasa da bir aldat­
ma belirtisinden daha fazlasını sağlayarak, kurbanın öğrenmek
istediği bilginin sadece bir kısmını içerebilir. Daha önce Many
Me adlı kitaptan yaptığımız alıntıyı hatırlarsak, Ruth panikledi­
ği sırada kocasının, sevgilisiyle yaptığı konuşmanın ne kadarını
duyduğundan emin değildi. J erry o na soruyu yönelttiğinde pa­
niklediğini belli eden şeyler yapmış olabilirdi - dudaklarında bir
titreme ya da kaşlarını kaldırma gibi. Bu bağlamda böyle bir pa­
nik belirtisi Ruth'un yalan söyleyebileceğini akla getirebilirdi .
B aşka hangi sebeple endişelenebilirdi ki? Ancak böyle bir ipu­
c u Jerry 'ye Ruth'un ne hakkında yalan söylediğini ve kiminle
konuştuğunu söyleyemezdi. Jerry kan sını n sesindeki sızıntıdan
bilginin bir kısmını elde etmişti:
"' . . . ses tonun farklıydı. ' (Jerry Ruth'a telefonda konuştuğu
kişiyle ilgili yaptığı açıklamaya neden inanmadığını anlatıyor.)
"'Gerçekten mi? Nas ıl yani? ' Ruth gülmemek için kendini zor
tutuyo rdu.
"Jerry yüzünde bir estetik problemi varmış gibi boş bakıyor­
du. Yorgun, genç ve zayıf görünüyordu. Saçları çok kısalmıştı.
' Sesin farklıydı, ' dedi. ' D aha sıcaktı . . . Kadın sesi gibi. '

37
Ne Düşündüğünü Biliyorum

"'Ben zaten bir kadınım. '


"'Benimle konuşurken," diye devam etti, "daha çok bir genç
kız gibi . "'
Sesi Pazar Okulu'ndan biriyle konuşuyormuş gibi değil, sev­
gilisiyle konuşuyormuş gibi çıkıyordu. Bu, aldatmanın bir gönül
macerası olduğunu sızdırıyor fakat Jerry'ye tüm hikayeyi anlat­
mıyordu. Jerry ne bu ilişkinin başladığı zamanı ne de meçhul
sevgilinin kim olduğunu biliyordu, buna rağmen yalan söylen­
diğini gösteren bir aldatma belirtisinden daha fazlasına sahipti.

Yalanı, bir hedefi, niyeti gösteren bir ön uyarı yapmaksızın,


bilinçli olarak yanlış yönlendirme şeklinde tanımladım. Aldat­
manın iki temel formu vardır: Gizlemek, gerçek olanı saklamak;
yanlış bilgilendirmek, gerçek olmayan bir şeyi doğruymuş gibi
göstermek. Diğer aldatma yöntemleri : Yanlış yönlendirme, his­
sedilen duyguyu kabul ederek sadece sebepleri hakkında yalan
söyleme; gerçeği şakaymış gibi aktarma, hedefi yanlış yönlendir­
me veya aynı durumda kalmasını sağlamak amacıyla gerçeği bü­
yük bir abartıyla ya da şakayla karışık itiraf etme; kısmi gizleme,
gerçeğin sadece bir kısmını kabul ederek, hedefin odağını gizli
kalan şeye çekme; yanlış çıkarımlar yaptırarak durumu kurtarma,
söylenen şeyin aksini ifade edecek şekilde gerçeği söyleme. Al­
datmayı tespitte iki çeşit ipucu vardır: Sızıntı, yalancının gerçeği
istemeyerek belli etmesi; aldatma belirtisi, yalancının tavırları­
nın, gerçek dışı şeyler söylediğini belli etmesidir.
Hem sızıntı hem de aldatma belirtisi hatalardan kaynaklanır.
Ama bu hatalar her zaman ortaya çıkmaz. Tüm yalanlar başarı­
sızlığa uğramaz. Bir sonraki bölüm bazı yalanların neden başarılı
olduğunu açıklamaktadır.

38
iKi

Yalanlar Neden
Başarısız Olur?

V':1 lanlar pek çok sebeple başarı sızlı ğa uğrar. Aldatılan


.I. �banlar, rastlantı sonucu herhangi bir gizli doküman
ya da mendil üzerinde görülen bir ruj lekesi gibi kanıt­
ları ele geçirebilirler. Başka biri, yalancıyı ele verebilir. Kıskanç
bir meslektaş, terk edilmiş bir eş, kiralanmış bir ispiyoncu yala­
nın ortaya çıkmasında en büyük rolü oynar. O ysa bizi ilgilendi­
ren, yalan söylerken yapılan hatalardı r; yalancının kendine engel
olmaya çalıştığı halde yaptığı yanlışlıklar ve yalancının davra­
nışları nedeniyle başarısız olan yalanlar. Aldatma belirtileri ve
sızıntılar, yüzdeki bir ifade değişikliğinde, vücudun bir hareke­
tinde, ses tonunun değişiminde, bir yutkunmada, derin ya da sık
sık nefes almada, kelimeler arasındaki duraksamalarda, ağızdan
kaçırmalarda, küçük bir mikro yüz ifadesinde, bir hareket kay­
masında görülebilir. Asıl soru şudur; neden yalancılar bu davra­
nış açıklarının önüne geçemezler? Bazen bu konularda başarılı
olabilirler. Kimi yalanlar gerçekten güzel sahnelenir; yalancının
söylediklerinde ve davranışlarında yalanı belli edebilecek hiçbir
şey yoktur. Ama neden bu her zaman olmaz? İ ki sebebi vardır;
biri düşünmekten, diğeri hissetmekten gelir.

39
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Kötü Stratejiler
Yalancılar ne zaman yalana ihtiyaç duyacaklarını daima bi­
lemezler. Her zaman izlenecek stratejiyi hazırlamak, provasını
yapmak ve hatırlamak için yeterince zaman yoktur. Updike'ın
romanı Marry Me kitabından alıntı yaptığım bir olayda Ruth,
sevgilisiyle yaptığı konuşmanın kocası Jerry tarafından duyul­
ması olayına hazırlıklı değildi. O anda uydurduğu baş hikaye -
Pazar Okulu'nun çocukları aradığıydı- kocasının duyduklarıyla
örtüşmediği için onu ele veriyordu.
Yeterli bir ön bildiri ve özenli bir yalan stratejisi hazırlanmış
olsa bile, yalancı sorulabilecek tüm sorulara hazırlıklı olacak ve
bu soruların cevaplarının ne olması gerektiğini düşünebilecek ka­
dar zeki olmayabilir. Bazen zeki olmak bile yeterli olmayabilir,
olaylardaki beklenmeyen değişiklikler, etkin stratejileri bile suya
düşürebilir. Watergate jüri heyeti soruşturmalarında, federal hakim
John J. Sirica, Başkan Nixon'ın özel danışmanı Fred Buzhardt'ın
ifadesi hakkındaki görüşlerini açıkladığı sırada böyle bir problem­
den bahseder: "Kaybolan bant kayıtlan hakk ında uydurduğu hi­
kayeyi düzeltmeye çalışmak, F red Buzhardt'ın yaşadığı ilk prob­
lemdi. Duruşmanın açılış gününde, zamanlayıcı çalışmadığı için
Başkanın 1 5 N isan günü Dean'le yaptığı görüşmeye ait bir kayıt
bulunmadığını söylemişti. Oysa ilk yaptığı açıklamaların, yeniden
gözden geçirilmesinin hemen ardından, (Buzhardt zamanlayıcıla­
nn çalıştığını gösteren başka kanıtların ortaya çıkacağı haberini
alır) ifadesini şu şekilde değiştirmişti: Çok yoğun bir iş günü nede­
niyle mevcut iki kaset tamamen dolmuş ve bu sebeple kayıt yapıla­
mamıştı." Yalancılar, değişen olaylar nedeniyle planlarını değiştir­
mek zorunda kalmasalar bile, bazıları daha önceden hazırladıkları
stratejileri hatırlamakta sorun yaşar ve bu nedenle karşılaştıkları
yeni sorulan mütemadiyen çabucak cevaplayamazlar.

40
Yalanlar Neden Başansız Olur?

Bu başarı sızlıklardan her biri -ne zaman yalan söyleneceğine


hazırlıklı olamamak, değişen olaylara uygun yeni hikayeler uy­
duramamak, kendi hazırladığı stratej iyi hatırlayamamak- kolay
algılanabilecek belirtilere neden olur. Konuşmanın gerçekleştiği
anda ya da daha sonra yalan ortaya çıkarsa, ki şinin söyledikleri,
doğruluğundan şüphe edilmeyen gerçeklerle ya içten ç elişkili ya
da onlardan farklı olabilir. Bu tip bariz aldatma belirtileri, her
zaman g öründükleri kadar güvenilir ve doğru olmayabilir. İz­
lenen planın çok düzgün olması, pratik yapmış bir dolandırıcı
izlenimi verebilir. Kimi hilekarlar, bu durumu bildiklerinden,
ortam bulansın diye, çok mükemmel g örünmemek için bilerek
küçük hatalar yaparlar. Araştırmacı- yazar James Phelan, Howard
Hughes'ün biyog rafi kandırmacasıyla ilgili yazısında bu hileye
örnek olabilecek çok enteresan bir olaydan bahseder.
Las Vegas'ta büyük bir kumarhane, bir hava yolu ve film şir­
keti sahibi olan Hughes'ü yıllardır kimse g örmemişti, bu nedenle
halkın bu milyonere olan ilgisi artmıştı. Hughes çok uzun za­
mandır ortalarda g örünmediği için bazıları onun öldüğüne bile
inanmaya başlamıştı. Toplumdan elini eteğini çeken böyle bir
insanın biyografisini yazması için başka birine yetki verm esi
gerç ekten şaşırtıcıydı. Ancak C lifford Irving bunu başardığını
iddia ediyordu. McGraw Hill, lrving'e basım için 750 bin dolar
öder; Life dergisinde üç özel basım yapılması için 250 bin dolar
öder ve daha sonra bunun tamamen yalan olduğu ortaya çıkar!
C lifford lrving " . . . Muhteşem bir dolandı rıcıydı, en iyilerinden
biri. İşte size bir örnek, lrving'i, hikayesinin ayrıntılarına inerek
çaprazlama sorgulama yaptı ğı mız sırada hikayesini her sefe rinde
aynı şekilde anlatmak g ibi bir hataya düşmedi. Yakaladığımızda
rahatlıkla itiraf edip doğrulamak için aralarda küçük farklılıklar
bırakıyordu. Vasat bir dolandırıcı, hikayesini su gibi ezbere bilir,
böylece ihtilafa düşmeden defalarca anlatabilir. Dürüst bir insan,

41
Ne Düşündüğünü Biliyorum

özellikle de Cliff'in hikayesi gibi uzun ve karmaşık olanlarda


genellikle ufak tefek hatalar yapar. Cliff bunu bilecek kadar ze­
kiydi, dürüst bir adamın tavrını mükemmel bir şekilde canlan­
dırıyordu. Onu suçlamak için bir şey bulduğumuzda rahatlıkla,
' Ya! Bu beni kötü durum a soktu değil mi? Ama ne diyebilirim ki
olay bu şekilde gerçekleşti ' derdi. Yalan ardına yalan dizerken,
kendi aleyhine bile olsa samimi görüntü veriyordu. Bu şekilde
bir kurnazlığa çare yoktur; çok yetenekli dolandırıcılar bu işi ba­
şarabilir. Neyse ki pek çok yalancı bu kadar kurnaz değildir."
Hazırlıksız olmak veya uyarladığı stratej iyi hatırlayamamak,
söylenen şeylerde tutarsızlığa olmasa bile, sözlerin söylenişinde
aldatma belirtilerine neden olabilir. Konuşmadan önce her keli­
meyi düşünmek -ihtimalleri tartmak, bir kelime ya da bir fikir
bulmak- konuşma arasındaki duraksamalarda belirginleşebilir
ya da davranışlarda hemen göze çarpmayan değişikliklere sebep
olabilir, kaşın ve gözün alt kısmını germek gibi (bu konu 4. ve
5. bölümlerde daha ayrıntılı anlatılmıştır). Her kelimeyi konuş­
madan önce düşünmek, her zaman aldatma belirtisi olacak diye
bir şey yoktur ama bazı durumlarda gerçekten aldatma belirti­
sidir. Jerry, Ruth' a telefonda kiminle konuştuğunu sorduğunda
Ruth'un kelimeleri dikkatli seçtiğini gösteren herhangi bir işaret,
yalan söylediği izlenimini verebilirdi.

Duygular Hakkında Yalan Söylemek


Geleceği tahmin edememek, tamamen planlı olmamak ve ya­
lan stratejisini prova etmemek, yalan söylerken meydana gelen
aldatma belirtilerinin oluşumundaki sebeplerden bazılarıdır. Ha­
talar, duyguları gizleme ve sahte duyguları canlandırmadaki zor­
luklardan da kaynaklanabilir. Her yalanda duygu olması gerek­
mez ama bu da yalancının karşısına farklı problemler çıkarabilir.

42
Yalanlar Neden Başarısız Olur?

Yalan anında hissedilen bir duyguyu gizleme çabası, kullanılan


sözcüklerden belli olabilir ancak ağızdan kaçırmada genellikle
durum farklıdır. Hissedilen duygunun itiraf edilmesiyle ilgili bir
istek olmadıkça, yalancının gizlediği duygulan kelimelere dök­
mesine gerek yoktur. Yüzündeki bir ifadeyi, sesindeki kısılmayı
ya da ani nefes alıp verme gibi bir durumu gizlediğinde kişinin
daha az seçeneği vardır.
Duygular harekete geçince, düşünüp seçim yapmaya fırsat
olmaksızın değişiklikler otomatik olarak gerçekleşir. Bu deği­
şiklikler saliseler içinde gerçekleşir. Evlen Benimle adlı kitapta
Jerry, Ruth'u yalan söylemekle suçladığında Ruth, "Evet, bu
doğru" kelimelerinin ağzından çıkmasına engel olma konusun­
da bir sorun yaşamamıştı. Ama yaşadığı ilişkinin fark edilme­
sinin neden olduğu panik, onu ele geçirmişti, sesli ve görsel
hatalar yapıyordu. Panik yapmamayı seçme ya da bu duyguyu
hissetmeme şansı yoktu. Durum kontrolünün dışındaydı. İ na­
nı y orum ki bu, duygusal deneyimlerin doğasında bulunan bir
kuraldır.
Kişiler bir duyguyu ne zaman hissedeceklerini aktif olarak se­
çemezler. Onun yerine, duygular içlerinde canlanırken daha pasif
olarak bu hisleri yaşarlar ve hissettikleri duygu korku ya da öfke
gibi negatif bir duygu olduğunda bu duygunun ortaya çıkmasına
engel olamazlar. Bunun nedeni sadece seçim şanslarının daha az
olması değil, diğer insanlara bu duygu mimiklerinin çok belir­
gin gelip gelmemesi hususunda fazla şansları olmadığına inan­
malarıdır. Ruth, panik belirtilerini kolayca ortadan kaldıramazdı.
Üzerine basacağı, duygusal reaksiyonlarını durduracak bir rahat­
lama düğmesi yoktu. Bir duygu çok yoğun hissedilirse kişinin
davranışlarım bile kontrol etmesi mümkün olmayabilir. Güçlü
bir duygu, her zaman bir özür sebebi olmasa da, uygunsuz davra­
nışları açıklama amacıyla kullanılır. "Sana bağırmak istemedim

43
Ne Düşündüğünü Biliyorum

(masaya vurmak, hakaret etmek, o kişiye vurmak) fakat kendimi


kaybettim. Kontrolden çıkmıştım."
Bir duygu birdenbire değil de daha çok yavaş yavaş ve alt
seviyelerden -öfkeden ziyade rahatsız olma gibi- başlarsa ve
kişi ne hissettiğinin bilicindeyse, ki pek çok insan değildir, dav­
ranışlardaki değişiklikler küçük olur ve nispeten saklanması
daha kolaydır. Bir duygu alt seviyelerden başlayıp ilerlerse ve
hafif olarak seyretmeye devam ederse bu durum, duygu daha
fazla yoğunlaşmadıkça bilinç konusunu kayda almayan kişinin
kendinden çok başkalarının dikkatini çekebilir. Duygu bir defa
güçlendi mi kontrol etmesi her şekilde çok daha zordur. Yüzde,
vücutta ve seste oluşan değişiklikleri gizlemek büyük çaba ge­
rektirir. Gizleme ve duygulan dışarı vurmama konusunda haşan
sağlandıysa bile, bazen bu çabanın kendisi bir aldatma belirtisi
olarak görülebilir.
Bir duyguyu saklamak kolay değilken, başka bir duygu his­
setmeden, hissedilmeyen bir duyguyu taklit etmeye çalışmak da
zordur, "Korkuyorum" ya da "sinirliyim" demekten çok daha
fazlasını gerektirir. Aldatan kişi inandırıcı olmak istiyorsa, sinirli
ya da korkmuş gibi görünmeli ve öyle konuşmalıdır. Duygula­
n canlandırmak için gerekli olan doğru hareketleri taklit etmek,
seste belirli değişiklikler yapmak ve bunları kombine etmek ko­
lay değildir. Örneğin yüzde, çok az kişinin kolayca yapabildiği
belirli hareketler vardır (Bunlar 5. Bölüm'de açıklanmıştır). Bu
canlandırılması zor hareketler üzüntü, korku ve öfke duyguları­
nın başarılı sahnelenmesi için bir zorunluluktur.
Taklit etmek, en çok başka bir duyguyu gizleme zorunluluğu
olduğunda güçleşir. Sinirli görünmek o kadar kolay bir iş değildir
ancak kişinin hissettiği duygu korkuysa ve öfkeliymiş gibi gö­
rünmeye çalışılıyorsa o zaman kişi hırpalanır. Bir yandan korku
nedeniyle artan kalp atışları çeker, diğer yandan kasıtlı olarak

44
Yalanlar Neden Başarısız Olur ?

sinirli görünmeye çabalar... Mesela kaşlar, istemsiz olarak korkuyla


kalkar. Fakat öfkelenmiş taklidi yapabilmek için kişi onları aşağı
itmelidir. Çoğu zaman hissedilen ve taklit edilmeye çalışılan duygular
arasındaki içsel mücadelenin kendisi aldatmayı ele verir.
Hareketler, planlar, düşünceler, gerçekler, fanteziler ya da niyetlerle
ilgili duygulara yol açmayan yalanlara ne dersiniz? Bu tip yalanlar,
yalancıların tavırlarından anlaşılabilir mi?

Yalan Hakkında Hissedilenler


Tüm aldatmalarda duyguları taklit etmek ya da gizlemek gerekmez.
Zimmetine para geçiren biri, parayı çaldığı gerçeğini gizler. Sanat hırsızı,
başka birinin eserini aldığı gerçeğini gizler ve onu kendisine aitmiş gibi
gösterir. Kendini beğenen orta yaşlı bir adam yaşını gizler, kırlaşmış
saçlarını boyatıp yedi yaş daha genç olduğunu söyler. Ancak yalan,
duygular hakkında değil de başka şeylere ilişkin söylense bile, yine de
duygular olaya dahil olabilir. Kendini beğenen adam, yaptığı gösteriş
nedeniyle utanç duyabilir. Aldatırken başarılı olabilmesi için sadece yaşını
saklaması yetmez, aynı zamanda utancını da gizlemelidir.

Sanat hırsızı yanlış yönlendirdiği kişilere karşı aşağılama duygusu


hissediyor olabilir. Bu nedenle sadece o eseri yapma kabiliyetinde
olmadığını gizlemesi yetmez, ayrıca aşağılanma duygusunu da
saklamalıdır. Zimmetine para geçiren biri, kendi işlediği suç yüzünden
başka biri suçlanırsa şaşırabilir. Dolayısıyla bu duyguyu saklamalı ya da
en azından nedenini belli etmemelidir.

Nitekim duygular, başka duyguları gizleme görevini üstlenmeksizin


çoğu kez yalana dahil olur. Olaya karışır karışmaz, yalanın açığa çıkması
istenmiyorsa bu duygular gizlenmelidir. Herhangi bir duygu bundan
sorumlu olabilir fakat ayrı ayrı deği

45
Ne DÜjündüğünü Biliyorum

nilmeyi hak eden üç duygu yalanla iç içedir: Yakalanma korkusu,


yalan söyleme nedeniyle duyulan suçluluk duygusu, bir insanı
aldatmaktan duyulan haz.

Yakalanma Korkusu
Bu duygunun zayıf hali işleri karıştırmaz , aksine yalancı­
yı tetikte tutarak hata yapmasını önler. Orta derecede bir kor­
ku, usta yalan avcılarının fark edebileceği davranışsa) işaretlere
neden olabilir, çok kuvvetli olduğunda ise yakalanma korkusu
korkulan şeyi başa getirir. E ğer bir yalancı, yalan tespit edildi­
ğinde ne kadar korkacağını tahmin edebilirse, bu riski alıp alma­
ma hususunda da daha iyi karar verebilir. Suç işlenmiş olsa bile,
muhtemelen ne kadar endişe duyulabileceğinin hesap edilmesi,
korkusunu gizlemesi ve azaltması için gerekli önlemleri almasını
sağlayabilir. Bu bilginin bir yalan avcısına da faydası olabilir. Bir
yalancının yakalandığı zaman çok korkacağını düşünüyorsa, bu
tip korku işaretlerine karşı uyanık olmalıdır.
Hissedilecek korkunun şiddetini pek çok faktör etkiler. Göz
önünde bulundurulması gereken ilk faktör, yalancının, bir ya­
lan avcısı olarak hedefinin kabiliyetleri hakkında inandıklarıdır.
E ğer hedef kandırılması çok kolay, saf bir insan gibi görülüyor­
sa, yakalanma korkusu fazla hissedilmeyecektir. Öte yandan usta
bir yalan avcısı olarak tanınan, kandırılması oldukça zor olan bir
6işi, yakalanma korkusunu içe işler. Çoğunlukla ebeveynler, ço­
cuklarını yalan tespiti konusunda uzman olduklarına ikna eder­
ttr. "Gözlerine bakarak bana yalan söyleyip söylemediğini anla-
, yabilirim." D oğru söylemeyen bir çocuk, korkusunun kendini ele
vere6bğ�i düşünerek yakalanma endişesiyle iyice korkar ya da
baımtı *hs1nın çok düşük olduğuna inandığı için itirafta bulunur.
1%0'1de <ti.ime uyarlanan Terrance Rattigan'ın oyunu The

46
Yalanlar Neden Başarısız Olur?

Winslow Boy 'da, baba bu taktiği oldukça dikkatli bir biçimde


uygular. Ergenlik dönemindeki oğlu Ronnie, Deniz Harp Okulu
tarafından, bir posta havalesini çalmakla itham edilerek görev­
den alınmıştır.
"ARTHUR. (Baba) Bu mektupta bir posta havalesini çaldığın
söyleniyor. (RONNIE konuşmak için ağzını açar. ARTHUR ona
engel olur. ) Söyleyeceklerimi duymadan herhangi bir şey söyle­
meni istemiyorum. Bu işi yaptıysan bana hemen söylemelisin.
Bana doğruyu söylediğin müddetçe sana sinirlenmeyeceğim,
Ronnie. Ama eğer bana yalan söylersen, bunu anlarım, çünkü
senin ve benim aramda hiçbir yalan gizli kalamaz, Ronnie. Bu
nedenle konuşmadan evvel iyice düşün ( Ve duraksar). Bu posta
havalesini çaldın mı?
RONNIE. (Tereddüt ederek) Hayır, baba. Çalmadım.
(Arthur ona doğru bir adım atar.)
ARTHUR. (Gözlerinin içine bakarak) Bu posta havalesini çal­
dın mı?
RONNIE. Hayır, baba. Çalmadım. (Arthur bir saniye daha
gözlerinin içine bakar ve sonra bırakır)
Arthur, Ronnie'ye inanır ve bundan sonra oyun baba ve ai­
lenin Ronnie'yi temize çıkarmak için yaptıkları fedakarlıkları
anlatır.
Bir ebeveyn, gerçeği anlamak için her zaman Arthur'un stra­
tejisini kullanamayabilir. Geçmişte pek çok kez yalan söyleye­
rek babasını aldatan bir çocuğun, yeniden başaramayacağını dü­
şünmesi için hiçbir sebep yoktur. Bir ebeveyn geçmişte yaşanan
olaylar yüzünden çocuğuna inanmayabilir ya da itiraf karşılığın­
da affetmek istemeyebilir. Çocuk babasına güvenmelidir, onun
kendisine inanabileceğinden emin olmalıdır. Daha önce doğru
söylediği halde oğluna inanmayan, şüpheci ve güvensiz bir baba,

47
Ne Düşündüğünü Biliyorum

masum çocuğun korkusunu artıracaktır. Bu, yalanı saptama ko­


nusunda ciddi bir problem oluşturur: in anılm am akt an korkan
bir çocuğun endişesi ile yalan söyleyen bir çocuğun yakalanma
korkusunu ayırt etmek neredeyse imkansızdır. Korku belirtileri
aynıdır.
Bu problem sadece çocuk ve ebeveyn arasında gerçekleşen
aldatmaların tespitine özel değildir. İnanılmadığını düşünen bir
masumun korkusu ile bir yalancının yakalanma korkusu arasında
ayrım yapmak daima bir problemdir. Yalan avcısının, meşhur, şüp­
heci ve daha önce hiçbir şeyi doğru kabul etmiş olmaması işleri
daha da zorlaştırır. Her geçen dakika, yalan avcısının, yakalanma
korkusunu, inanılmama korkusundan ayırt etmesini güçleştirir. Al­
datmada pratik yapma ve bu konuda başarı elde etme daima yaka­
lanma korkusunu azaltır. On dördüncü ilişkisini yaşayan bir koca
artık yakalanmaktan korkmaz. Çünkü pratik yapmıştır. Nasıl ha­
zırlıklı olacağını ve yalanlarını ne şekilde kapatacağını bilir, daha
da önemlisi bu işin nasıl yapılacağını bilmektedir. Kendine güven
yakalanma korkusunu azaltır. Yine de bu durum uzun sürerse, ya­
lancı dikkatsizce hatalar yapabilir. Ancak yakalanma korkusunun
azı yalancı için faydalıdır.
Yalan makinesi de davranışsa} aldatma belirtilerini tespit
ederken aynı prensiple çalışır ve aynı problemlere karşı savun­
masızdır. Poligraf testleri, yalanı tespit edemez, sadece belirtileri
algılar. Poligraftaki kablolar terleme, nefes alma ve kan basın­
cındaki değişiklikleri ölçmek için şüpheliye bağlanır. Kan ba­
sıncı ve terlemenin kendisi aldatma belirtisi değildir. Duygular
yoğunlaşmaya başladığında eller yapış yapış olur ve kalp daha
hızlı atmaya başlar. Yalan makinesi testine başlamadan önce, pek
çok yalan makinesi operatörü, stimülasyon ya da stim testi ya­
parak, şüpheliyi poligrafın yalan tespitinde hiç yanıltılamadığı­
na inandırmaya çalışır. En çok kullanılan yöntemlerden biri de

48
Yalanlar Neden Başansız Olur?

şüpheliye makinenin, şüphelinin desteden çektiği kartı bileceğini


göstermektir. Şüpheli kartı çekip desteye geri koyduktan sonra,
yalan makinesi operatörü şüpheliden, kendisine göstereceği her
bir kart için, kartın seçilen kart olup olmadığını sorduğunda her
seferinde hayır demesini ister. Yalan tespitinde yalan makinesi­
ne güvenmedikleri için işaretli deste kullandıklarından, bazıları
bu tekniği kullanırken kesinlikle hata yapmaz. İki farklı zeminde
aldatan şüpheliyi belirlerler. Eğer kişi masumsa makinenin hata
yapmadığına inanması önemlidir, aksi takdirde inanılmama kor­
kusu yaşayabilirler. Eğer suçluysa yakalanma korkusu yaşatıl­
ması önemlidir, aksi takdirde makine işe yaramaz. Çoğu operatör
bu aldatmacalarla pek meşgul olmaz ve daha ziyade hangi kartın
çekildiğini belirleyen poligraf kayıtlarına güvenir.
Tıpkı The Winslow Boy' da olduğu gibi, şüpheli, yalan avcısı­
nın kabiliyetine inanmalıdır. Korku sinyalleri, ortam sadece ya­
lancının korkup doğruyu söyleyenin korkmayacağı bir hale geti­
rilmedikçe belirsiz olacaktır. Poligraf sırf bazı masum insanların
haksız yere suçlanmaktan korkmaları ya da test yapılırken oluşan
diğer sebepler nedeniyle değil, aynı zamanda bazı suçluların ya­
lan makinesi mucizesine inanmamaları sebebiyle de yanılır. Bu
işten kurtulabileceklerini bilirler ve bunu bildiklerinde de bu işi
başarma şansları çok daha fazla artar. 7
The Winslow Boy 1a bir başka paralellik ise yalan makinesi
operatörlerinin şüpheliyi itiraf ettirmeye çalışmalarıdır. Tıpkı,
eğer Ronnie suçu işlediyse, onun itiraf etmesini sağlamak ama­
cıyla babanın yalanı sezme hususunda özel güçleri olduğunu
iddia etmesi gibi, bazı poligraf operatörleri de suçluları yalan

' Bazı poligraf uzmanları, kişinin makinenin doğruluğuyla ilgili inançlarının


fazla önemli olmadığını düşünürler. Bu ve poligraf testiyle ilgili diğer konular,
yalan tespitinde aldatma belirtilerinin nasıl kullanıldığı , 6. Bölüm' de anlatıl­
maktadır.

49
Ne Düşündüğünü Biliyorum

makinesinin yanıltılamayacağına inandırarak itiraf ettirmeye ça­


lışırlar. Eğer bir suçlu itiraf etmezse, kimi poligraf operatörleri
bakışlarıyla korkutarak şüpheliye, makine doğru söylemediğini
gösteriyor, der. Amaç yakalanma korkularını artırarak suçlarını
itiraf etmelerini sağlamaktır. Yanlış bir suçlama nedeniyle ma­
sumlar da bundan zarar görebilir ancak bunu ispat edebilecekleri
düşünülür. Maalesef bazı masum kişiler de bu tarz baskılar al­
tında yaşadıkları eziyetten kurtulmak için itirafta bulunabilirler.
Poligraf operatörlerinin, ebeveynler gibi, bir itiraf söz konusu
olduğunda affetme seçenekleri yoktur. Kriminal sorgu yargıçları
bu durumu, şüpheli itiraf ettiğinde alınacak cezada indirim yapı­
labileceğini söyleyerek dengelerler. Her ne kadar tam bir af söz
konusu değilse de suçu işlediği için utanç duymasına gerek ol­
madığını veya hatta bundan sorumlu olmadığını söyleyerek, sor­
gu yargıçları, itiraf ettirebilmek umuduyla şüpheliye psikolojik
bir af teklif edebilirler. Bir sorgu yargıcı sempatik bir şekilde,
benzer bir durumda kalsaydı kendisinin de aynı şeyi yapabile­
ceğini söyleyerek durumu anlaşılır bulduğunu söyleyebilir. Bir
diğer varyasyon, suçluya, suçu nedeniyle itibarını kurtarmaya
yarayan bir açıklama teklifinde bulunmaktır. Aşağıda verilen ör­
nek, bir cinayet zanlısının kaydedilen sorgulamasından alınmıştır
ki bu arada şüpheli masumdur. Sorgu yargıcı şüpheliye hitaben
şöyle der:
"İnsanlar hastalık ve çevre baskısı gibi pek çok sebeple her
zaman doğru olanı yapmazlar ve işlerini zora sokarlar. . . Bazen
yaptıklarımıza engel olamayız. Bazen de bazı şeyleri sırf kafa­
mız almadı diye bir kızgınlık ya da öfke anında yaparız. Normal
insanlar yanlış yaptıklarını anladıklarında bunu telafi etmek is­
terler."
Şimdiye kadar yalan avcısının kendi alanında sahip olduğu
şöhretin yalancı üzerinde yakalanma ve masum kişide inanılma-

50
Yalanlar Neden Başansız Olur?

ma korkusunu nasıl etkileyeb ileceği üzerinde durduk . Yakalan­


ma korkusunu etkileyen sebeplerden biri de yalancının karakteri­
di r. İ nsanların bir kısmı bu işi dikkat çekici bir şekilde doğal ya­
p a rken, diğer bir kısmı da yalan söylemekte zorluk ç eker. Yalan
s öyleyemeyenlerden ziyade yalan söyleyenlerle ilgili daha çok
şey b ilinir. Negatif duyguların gizlenmesi üzerine yaptığım araş­
tırmal ar sırasında bu insanlarla ilgili bir miktar bilgi toplamayı
başardım.
1 . bölümde bahsettiğim psikiyatrik hasta Mary'nin filmini ana­
l iz ederken keşfettiğim yalan belirtilerini doğrulamak için 1 970'te
bir dizi deney başlattım. Mary'nin bir hafta sonu izni için dok­
torundan üzüntüsünü ve ıstırabını nasıl gizlediğini bir hatırlayın,
bu yolla gözetimden çıkarak yeniden intihar girişiminde buluna­
bilecekti. Filmde bulduğum aldatma belirtilerinin diğer insanlar
tarafından da yapılıp yapılmadığını görmek için başka ki şilerin
söylediği benzer yalanlan incelemek durum unda kaldım. Yeterin­
ce klinik sonuç bulabileceğime dair küçük bir umut taşıyordum.
Mary'nin yaptığı gibi, hasta itiraf etmedikçe doktor genellikle has­
tanın yalan söylediğinden şüphe edebilir ama emin olamaz. Tek
şansım, Mary'nin yalanından modellenmiş, diğer insanların yalan
söylerken yaptıkları hataları görebileceğim bir deneysel ortam
oluşturmaktı.
Mary'nin durumuyla bağıntılı olması için, deneyde kullanı­
lan denekler çok güç lü negatif duygular hissetmeli ve bu duy­
guları saklamak için oldukça istekli olmalıydılar. Korkunç tıbbi
görüntüler seyrettirerek deneklerimde güçlü negatif duygular
oluşturdum, izlerken hissedecekleri herhangi bir duyguyu hiçbir
şekilde dışarı belli etmemelerini istedim. Başlangıçta deneklerim
başarısız ol du; kimse başarmak için kendini fazla zorlamıyordu.
İnsanlara laboratuvar ortamında yalan söyletmeye çalışmanın
ne kadar zor olabile ceğini hesap edememiştim. İnsanlar, yanlı ş

51
Ne Düşündüğünü Biliyorum

bir iş yaparken bilim adamları tarafından izlendiklerini bildikle­


ri için utanıyorlardı . Yalan söyleseler bile, bu sefer de çoğu kez
ortada riske ettikleri önemli bir şey olmadığından, gerçek hayatta
kendilerini zorladıkları gibi çaba göstermiyorlardı. Daha sonra
denek olarak öğrenci hemşireleri seçtim, çünkü bu tarz bir ya­
landa başarılı olmak onlar için oldukça önemliydi. Hemşireler,
ameliyat ya da diğer kanlı sahneleri gördüklerinde hissettikleri
negatif duygulan saklayabilmeliydiler. Benim araştırmam, hem­
şirelik öğrencilerine kariyerleriyle ilgili böyle bir beceriyi pratik
yapma imkanı veriyordu. Hemşireleri seçmemin sebeplerinden
biri de böyle korkunç sahnelerin sıradan bir insana gösterilme­
si nedeniyle oluşabilecek etik problemleri ortadan kaldırmaktı.
Hemşireler kariyer seçimleriyle bu tip materyallerle yüz yüze
gelmeyi kabul ederler. Onlara verdiğim talimatlar şu şekildeydi :

"Acil serviste çalışırken bir anne, kucağında kötü bir şekilde


kaza geçirmiş çocuğuyla size koşarak geldiğinde çocuğun duru­
munun çok kötü ve yaşama şansının çok az olduğunu bilseniz
bile üzüntünüzü gösteremezsiniz. Hissettiğiniz duygulan bastırıp
doktor gelene kadar anneyi sakinleştirmeniz gerekmektedir. Ya
da bağırsak hareketlerini kontrol edemeyen bir hastanın dışkısı­
nı temizlemek zorunda kaldığınızda neler yapacağınızı bir hayal
edin. Hasta halihazırda bir bebek konumuna düşmekten dolayı
utanıp sıkılmaktadır. Muhtemelen tiksinti hissedeceksiniz ancak
bu duyguyu o kişiden saklamak zorundasınız. Bu deney size duy­
gularınızı kontrol etme yetinizi test etme ve pratik yapma şansı
veriyor. İlk olarak okyanus manzaralarıyla dolu hoş bir film izle­
yeceksiniz ve ne izlediğinizi görmeyen bir mülakatçıya duygula­
rınızı dürüstçe söyleyeceksiniz. Ve daha sonra hemşirelik haya­
tınızda kolay kolay şahit olamayacağınız ve hazırlıklı bulunama­
yacağınız korkunç görüntüler izleyeceksiniz. Bu sahneleri seyre­
derken gerçek duygularınızı gizleyeceksiniz, böylece mülakatçı

52
Yalanlar Neden Başarısız Olur?

hoş bir film izlediğinize kanaat getirecek; (San Francisco 'nun)


Golden Gate Parkı 'ndaki güzel çiçeklerin gösterildiğini söyleye­
bilirsiniz. Elinizden gelenin en iyisini yapın."

Bulabildiğimiz filmlerin en korkunçlarını seçtik. Ön çalışma­


larda, yanmış bir insanın çektiği korkunç acıların tıbbi ilaçlarla
fazla dindirilemediğini bildiklerinden, bazı öğrencilerin ciddi ya­
nık sahnelerinin gösterildiği filmlerden oldukça etkilendiğini gör­
dük. Diğerleri ise daha çok organ kesiminden etkilenmişti. Bunun
sebebi kısmen, fışkıran kan olmakla birlikte daha sonra o kişinin
uyanınca bir organının olmadığını fark ettiği zaman kendini nasıl
hissedeceği düşüncesiydi. İki filmi bir araya getirerek, bir yanık
hastasını aynı anda organlarından biri kesiliyormuş gibi gösterdik.
Bu korkunç filmleri kullanarak, insanların, çok güçlü duygulan
saklamaları gerektiğinde ya da bunu istediklerinde bu duygulan
ne kadar başarılı bir şekilde gizleyebileceklerini bulabilirdik.
Üniversitemin hemşirelik bölümüne kabul edilme rekabeti ol­

dukça fazladır. Bu genç öğrencilerin hepsinin çeşitli performans


testlerinde yüksek dereceleri, oldukça yüksek notları ve mükem­
mel karakter referansları vardı . Böyle seçkin bir grup olmaları­
na karşın belirgin bir şekilde duygularını saklamakta farklılıklar
gösterdiler. Bazıları hiç beceremezken, diğerleri harika bir şe­
kilde duygularını gizledi . Onlarla daha sonra yaptığım görüşme­
lerden, korkunç filmlerin izlenirken görülen yalan söyleyememe
acizliğinin benim deneyime özel olmadığını anladım. Bazı öğ­
renci hemşireler duygulan hakkında yalan söylerken her zaman
zorluk çekiyordu. Bazı insanlar yakalanma korkusuna karşı özel­
likle savunmasızdır. Yalan söylerken yakalanmayla ilgili büyük
korkulan vardır. Onlara bakan herkesin, yalan söyleyip söyleme­
diklerini anlayabileceğine kesin gözüyle bakarlar ve bu durum
olması beklendiği için gerçekleşen kehanetler haline gelir. Tüm
bu öğrencilere obj ektif karakter testleri yaptım ve bu testlerde

53
Ne Düşündüğünü Biliyorum

yalan söylemekte zorluk çeken grubun diğerlerinden farklılık


göstermediğini bulmak benim için büyük sürpriz oldu. Bu ga­
rip olay dışında diğerlerinden farklı görünmüyorlardı. Aileleri ve
arkadaşları onların karakterlerini biliyor ve onları fazla dürüst
oldukları için bağışlıyorlardı.
Aynca büyük bir rahatlıkla ve başarıyla yalan söyleyenler
hakkında da daha fazla bilgi edinmeye çalıştım. Doğal oyuncu­
lar kendi kabiliyetlerini ve çevrelerindeki insanları iyi tanıyor­
lardı. Çocukluklarından beri olaylarla bu şekilde başa çıkıyor,
istedikleri zaman ailelerini, öğretmenlerini ve arkadaşlarını alda­
tıyorlardı. Yakalanma korkusu hissetmiyor, tam aksine aldatma
kabiliyetlerine güveniyorlardı. Kişinin kendine duyduğu bu tarz
bir güven, yalan söylerken yakalanma korkusunu fazla hissetme­
me, psikopat kişiliğin ayırt edici özelliklerinden biridir. Ancak
bu, psikopatlar ve doğal oyuncuların tek ortak özelliğidir. Psi­
kopatların aksine doğal oyuncular zayıf muhakeme göstermez
ve hatalarından ders alırlar. Ayrıca diğer psikopatik özellikleri
de taşımazlar: " . . . Yüzeysel etki . . . Vicdan ve utanç yoksunlu­
ğu, belirgin bir çekinme olmadan edinilen anti sosyal davranışlar
patoloj ik benmerkezcilik, sevgide iktidarsızlık." ( İ lerleyen say­
falarda aldatma suçluluğunu değerlendirirken, vicdan ve utancın
yalanı nasıl ortaya çıkarabileceğini açıklayacağım.)
Deneyimdeki doğal oyuncular, çeşitli objektifkişilik testlerinde
aldıkları skorlarda diğerlerinden farklılık göstermediler. Testlerin­
de herhangi bir psikiyatrik kişilik bozukluğu bulgusuna da rastlan­
madı. Yapılarında anti sosyal olan hiçbir şey yoktu. Psikopatların
aksine yeteneklerini diğerlerine zarar vermek için kullanmıyorlar­
dı. 8 Doğuştan yalancılar, aldatmada oldukça başarılı olmakla bir-

' Cani psikopatlar uzmanları aldatırlar. "Otuz altı katille görüşen FBl ' ın Dav­
ranış Bilimleri Süpervizörü Robert Resllser. . . (der ki) Çoğunun görünüşleri ve
konuşmaları normaldi . . . (Ann) Rule , polis memuru , ruh bilim araştırmacısı ve

54
Yalanlar Neden Başarısız Olur?

likte ahlaki duygulardan yoksun değillerdi, yeteneklerinden (ak­


törlük, dava avukatlığı, satıcılık, aracılık, aj anlık veya diplomatlık
gibi) belli alanlarda faydalanabilirlerdi.

Askeri yalanlar üzerine araştırma yapan gözlemciler, çok iyi


yalan söyleyenlerin özellikleri hakkında araştırma yapıyorlardı :
"Çok esnek kombinasyona! bir zekaya sahip olmalılar. Bu öyle
bir zeka olmalı ki fikirleri, kavranılan ya da kelimeleri temel par­
çalarına ayırabilmeli ve bunları tekrar çeşitli yollarla kombine
edebilmeliler (Bu çeşit düşünmeye bir örnek, kelime bulma oyu­
nu olabilir) . Yalanın en büyük ustaları . . . Daha bireyci ve hırslıy­
dılar, yalnız çalışmaya meyilliydiler. Büyük bir organizasyona
kolaylıkla dahil olamazlardı . Çoğunlukla kendi düşüncelerinin
üstün olduğuna inanırlardı. Eksantrik ve kural tanımayan bir sa­
natçının muhtemel karakteriyle bazı yönlerden uyumluydular,
sadece sergiledikleri sanat farklıydı. Görünüşe göre bu, Churc­
hill, Hitler, Dayan ve T. E. Lawrence gibi iyi aldatma pratiği ya­
pan insanların tek ortak noktasıydı."

"Bu işin iyileri" iki farklı yeteneğe ihtiyaç duyabilir: Aldat­


ma stratej isi belirleme ve yüz yüze görüşmelerde rakibi yanlış
yönlendirme kabiliyeti. Görünen o ki Hitler bu iki yeteneğe de
sahipti fakat tahminen bir insan sadece bir beceride sivrilebilir,
iki beceride birden değil. Ne yazık ki büyük düzenbazların özel­
liklerine dair çok az çalışma yapılmıştır; başarılı düzenbazların
kişilik özelliklerinin aldatmanın uygulandığı arenaya göre de-

seri katillerle ilgili beş cinayet romanı yazan . . . Korkunç bir rastlantı sonucu ,
kısa bir süre bir seri katilin düşüncelerini görme şansı yakalar. Ted Bundy ile
birlikte çalışmaya başlar (Daha sonra cinayetten mahkum olur. Bazı cinayetleri
Rule ile çalışırken işlemiştir) . Çabucak arkadaş olurlar. (Rule şöyle der) Ted
acayip dalavereci bir adamdı , sizi aldatıp aldatmadığını asla bilemezdiniz . . .
Anti sosyal kişilik kulağa hep hoş gelir, kesinlikle mükemmel bir maskeleme­
dir. Neyi aradığımı bildiğimi sanıyordum, ancak Ted'le çalıştığımda onda ne
bir işaret ne de bir belirti gördüm" (Edward lwata, "The Baffling Normalcy of
Serial Murders," San Francisco Chronicle, 5 Mayıs 1 984) .

55
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ğişip değişmediği sorusunu cevaplandıran herhangi bir çalışma


yoktur. Askeri alanda başarılı bir şekilde yalan söyleyenler, ticari
alanda da oldukça başarılı yalan söyleyebilecekleri için cevabın
hayır olduğundan şüpheliyim.

Anti sosyal, psikopat bir karakter gibi yalan söylediği bilinen


politik bir düşmanı lanetlemek oldukça baştan çıkarıcı gelebilir.
Elimde bu durum a karşı çıkmamı gerektirecek bir kanıt olma­
masına rağmen bu tip yargılardan şüpheliyim. Tıpkı herhangi
bir insanın politik inançlarına göre kahraman ya da düşman olan
Nixon gibi , yabancı liderler de söyledikleri yalanların kişilerin
değer yargılarına uyup uymamasına göre psikopat ya da hilekar
olarak görülebilir. Bu çeşit psikopatların, bir ulusal liderlik gö­
revini elde edecek kadar bürokratik yapı içinde nadiren hayatta
kalabileceklerini tahmin ediyorum.

Buraya kadar yakalanma korkusunun iki belirleyici faktörün­


den bahsettim: Yalancının kişiliği ve, ondan daha öncelikli ola­
rak, yalan avcısının karakteri ve şöhreti. Göze alınan risk de aynı
derecede önem taşır. Basit bir kural vardır: Riskin büyüklüğü
şiddetinde yakalanma korkusu artar. Bu basit kuralı uygulamak
karmaşık olabilir çünkü her zaman riske edilen şeyin öneminin
ne olduğunu belirlemek o kadar kolay değildir.

Ancak bazı durumlarda kolaydır. Hemşire öğrenciler kariyer­


lerinde başarılı olma yönünde iyi bir şekilde motive edildikle­
ri için, özellikle de eğitimleri başlayınca, deneyimiz onlar için
büyük önem taşıyordu. Bu nedenle hemşireler yüksek seviyede
yakalanma korkusu yaşıyor olmalıydılar ki bu korku sızıntı ya­
pabilir ya da başka yolla yalanlarım ele verebilirdi . Eğer kariyer­
leri söz konusu olmasaydı, yakalanma korkulan daha az olurdu.
Örneğin, dükkan hırsızlığının ne kadar ahlaki olduğu konusunda
duygularım gizlemelerini isteseydik, büyük olasılıkla pek çoğu
başarısız olup olmadıklarım daha az önemseyecekti. Bu deneme-

56
Yalanlar Neden Başansız Olur?

terde başarısız olanların hemşire okuluna kabul edilmeyecekleri­


ne inandınlsalardı, korkulan bir kat daha artardı. 9

Müşterisini yanlış yönlendiren bir satıcı, küçük bir komisyon


yerine büyük bir komisyon sağlayan satışla ilgilenmeyi tercih
eder. Ödülün büyüklüğü ölçüsünde, yakalanma korkusunun art­
ması beklenir. Ortada daha önemli bir ödül vardır. Bazen büyük
bir ödül aldatan kişi için önem taşımıyor olabilir. Belki de satıcı,
arkadaşlarının hayranlığı peşindedir. Kazanılan komisyon küçük
bile olsa, zor bir müşteriyi enayi yerine koymak, iş arkadaşları­
nın hayranlığı yönünden daha büyük bir ödül ihtiva etmektedir.
Küçük miktarlarla oynanan bir poker oyununda bile, bir poker
oyuncusu kız arkadaşını etkilemek için rakiplerini bozguna uğ­
ratmaya çalışıyorsa ortadaki ödül çok önemli olabilir. Bazı insan­
lar için yenmek her şey demektir. Milyar dolar ya da sent olması
fark etmez, onlar için her müsabakanın önemi büyüktür. Belki
riske edilen şey çok kişisel ya da normalde dışarıdan bir gözlem­
cinin anlayabileceği bir şey değildir. Çapkın bir adam şiddetli
bir arzuyu tatmin etmekten daha çok olaylan gizlemek için kimi
baskıları tekrarlayarak kansını aldatmaktan zevk alıyor olabilir.
Göze alınan riske, sadece alınacak ödül değil, ceza almamak
da dahil olduğunda, yakalanma korkusu büyür. Aldatma karan
ilk verildiğinde sadece kazanılacak şey düşünülür. Yalancı daha
çok elde edebileceği şeyleri hayal eder. Zimmetine para geçiren
bir adam aldatmaya ilk başladığında sadece "şarap, kadın ve
şarkılar" hakkında düşünür. Aldatmaya başlar başlamaz ortada
kazanılacak bir şey kalmayabilir. Şirket, para sızdırıldığını fark
ederek zimmetine para geçiren kişinin bu işi daha fazla yapama­
yacağını düşünebilir. Artık ceza söz konusu olduğundan, kişi sırf

• Araştırmalar, yaptığımız deneylerde duygularını kontrol etme konusunda ba­


şarılı olan öğrencilerin , üç yıllık eğitimleri boyunca daha iyi bir performans
sergilediklerini gösterdi .

57
Ne Düşündüğünü Biliyorum

yakalanmamak için para çalmaya devam edebilir. Hedefteki kişi


şüpheci biriyse ya da aldatan kişinin kendine yeterince güveni
yoksa ceza almamak başlangıçtan itibaren dikkate alınabilir.

Aldatmada iki önemli ceza söz konusudur: Aldatma açığa


çıkınca alınacak mevcut ceza ve suçu gizlemek amacıyla yalan
söylendiğinde alınacak ceza. Eğer her iki durum da söz konusuy­
sa, yakalanma korkusu daha da artacaktır. Bazen de aldatırken
yakalanmanın cezası, durumu bertaraf etmek için söylenen yala­
nın cezasından daha büyük olabilir. The Winslow Boy' daki baba
bu meseleyi daha anlaşılır hale getiriyor. Eğer yalan avcısı, sor­
gulama yapmadan önce, yalan söyleyeceği için alacağı cezanın
işlediği suç için alacağı cezadan daha büyük olacağını şüpheliye
belirtirse, şüpheliyi doğru söyleme hususunda daha çok yürek­
lendirme şansı olur.

Ebeveynler, verilen cezanın büyüklüğünün, çocukların itiraf


edip etmemelerini ve suçları hakkında yalan söyleyip söyle­
memelerini etkileyen faktörlerden biri olduğunu bilirler. Kla­
sik tasvir Mason Locke Weems ' in biraz kurgusal yazısı, The
Life and Memorable Actions of George Washington' dan gelir.
Baba genç oğlu George ' la konuşuyor: "Aslında pek çok aile,
ufacık bir hatada çocuklarını barbarca döverek onları bu adi
işe (yalan söylemeye) zorlar: Bu yüzden başka bir suç işledi­
ğinde, korkmuş küçük yaratık ağzından bir yalan kaçırır ! Sırf
sopa yememek için. Sana gelince, George, her zaman sana ne
söylediğimi bilirsin ve şimdi yine aynı şeyi söylüyorum. Kaza­
ra bir şeyi yanlış yaparsan ki çoğunlukla da bu böyledir, küçük
bir çocuk olduğundan, deneyimsizliğinden ya da bilgisizliğin­
den, bunu gizlemek için asla bir şey uydurmayacaksın. Onun
yerine cesurca gelip, benim oğlum, küçük bir erkek gibi bana
gerçeği söyleyeceksin. Dövmek yerine, George, seni o zaman
daha büyük bir gururla seveceğim. Benim canım oğlum." Kiraz

58
Yalanlar Neden Başarısız Olur?

ağacı hikayesi, George 'un babasının söylediklerine inandığını


gösteriyor.

Yalan söylediklerinde kaybedecekleri, doğru söylediklerin­


de kaybedeceklerinden fazla olan sadece çocuklar değildir. Bir
adam, kendisi için zor olmasına rağmen kansına, yaşadığı iliş­
k iye dair yalan söylemeyip özür dilerse, onu affedebileceğini
söyleyebilir. Adamın anlatmaya çalıştığı şey, aralarındaki güven
kaybının, onun sadakatine olan güvenini yitirmesinden daha
önemli olduğudur. Kadın bunu ayırt edemeyebilir ya da belki de
bu olay, gerçek de olmayabilir. Eşler çoğu kez aynı görüşte ol­
maz. Bir evlilik süresince duygularda değişiklikler yaşanabilir.

Bir kez evlilik dışı bir ilişki yaşandı mı tavırlar, konunun varsa­
yım olduğu zamanlardakinden farklılaşarak radikal bir şekilde
değişebilir.

Suçluya yaptığı işin anlaşılması durumunda ortaya çıkacak


kaybın, suçu itiraf ettiğinde ortaya çıkacak kayıptan daha faz­
la olacağını bilse bile, doğruyu söylemek ani ve kesin kayıplara
sebep olacağından, bir yalan hiçbir şeyi kaybetmeme ihtimalini
vadettiği sürece yalan söylemek daha çekici gelebilir. Hemen alı­
nacak bir cezadan kurtulma olasılığı, yalancının yakalanmanın
sonuçlarını ve olası ihtimalleri eksik tahmin etmesine sebep olur
ve bu da süreci alma isteğini daha cazip hale getirebilir. Bir aldat­
ma itirafın daha az ceza almayı sağlamadığı detayıyla çok üzün
süredir devam ediyorsa, itirafın daha iyi bir davranış olacağı çok
geç kabul edilir.

Bazen saklanmaya devam edilen sırlar aleyhinde yapılan iti­


rafın nispi bedeli hakkında bir belirsizlik vardır. Suçun kendisi­
nin öyle kötü olduğu durumlar vardır ki bunları itiraf etmek için
öne çıkmak az bir takdir görür ve onları saklamak suçluyu bekle­
yen cezayı fazla hafifletmez. Çocuk tacizi, terörizm, cinayet, va­
tana ihanet veya bir ensest ilişkiyi gizleme böyle durumlardandır.

59
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Bazı pişman olmuş çapkın adamların alacağı takdirin aksine, bu


tarz suçlan işleyenler (pişmanlık nedeniyle itirafta bulunanlar­
da cezanın hafifleme durumu olsa da) affedilmeyi beklemez. Bir
kez gizledikleri şey ortaya çıktığında ahlaki bir rezillik olarak
görülmemesi gibi bir ihtimal yoktur. Ancak bu durum kötü ve
zalim insanlara has değildir. Naziler tarafından işgal edilmiş bir
ülkede kimliklerini gizleyen Yahudilerin, savaş zamanı yapılan
denetlemelerde kimliklerini itiraf ettiklerinde hemen hemen ka­
zanacakları ve yalanlarını sürdürmeyi denediklerinde ise kaybe­
decekleri hiçbir şey yoktu. Bazen daha az ceza alma şansı olmasa
bile, bir yalancı, yalana devam etmenin verdiği yükten kurtul­
mak, içindeki şiddetli yakalanma korkusuyla mücadeleyi bitir­
mek ve suçluluktan kurtulmak için itirafta bulunabilir.
Yakalanma korkusunu etkileyen kazanım ve kayıplar hakkın­
da göz önünde bulundurulması gereken bir diğer faktör ise sade­
ce yalancının değil, hedefin bundan ne kazanıp ne kaybedeceği­
dir. Genellikle aldatan kişinin kazandıkları, hedefin zararınadır.
İşverenin kaybettiğini, zimmete para geçiren işçi kazanır. Bu her
zaman iki tarafa eşit olarak yansımaz. Bir satıcının, bir ürünü
göz boyayarak satıp kazandığı komisyon, enayi bir müşterinin
içine düştüğü zarardan, daha az olabilir. Yalancı ve hedef tara­
fından kazanılacak ve kaybedilecek şeyler sadece miktar değil,
nitelik olarak da farklılık gösterebilir. Boynuzlu bir eş onurunu
kaybederken, çapkın kişi bir macera kazanabilir. Kazanım ve ka­
yıplar yalancı ve hedef için farklılık gösterdiğinde, her ikisinin
de kazanıp kaybedecekleri yalancının yakalanma korkusunun
belirleyicisi olabilir. Bu, yalancının farkı ayırt edip edememesine
bağlıdır.
Yalancılar, çoğu kez hedeflerindeki kişiler için neyin önemi
olduğunu değerlendirme konusunda yeterince güvenilir kaynak
değildir. Amaçlarına hizmet eden şeylere inanmak işlerine gelir.

60
Yalanlar Neden Başarısız Olur?

Aldatan kişi, yalan söyleyenden çok, hedeflerin yalanlardan kıir


sağladığını düşünmeyi rahatlatıcı bulur. Bu mümkündür. Tüm
yalanlar hedefteki kişiye zarar vermez. Özveriyle söylenen ya­
lanlar da vardır:

" 1 1 yaşında solgun, zayıf bir çocuk kaza geçirmişti ve buna


rağmen hayattaydı, dün Ulusal Yosemite Parkı dağlarına pazar
günü düşen bir uçağın kalıntıları arasından çıkarılmıştı. Yaklaşık
3500 metre yüksekliğindeki kaza alanında, hava sıcaklığının sı­
fır derecenin altını gösterdiği geceler ve karlı fırtınalı günlerden
sonra hayatta kalan çocuk, karla kaplı enkazın arkasındaki uyku
tulumunun içine yerleştirilmişti. Yalnızdı. "Annemle babam na­
sıl?" diye sordu. Kurtarma ekibi ona, halen uçağın parçalanmış
kokpitinde, yerlerinde kemerleri bağlı vaziyette oturan, anne si­
nin ve üvey babasının öldüğünü söyleyemedi."

Az sayıda insan, bunun kurtarma ekibine hiçbir fayda verme­


yip sadece hedefe kazanç sağlayan, özveriyle söylenmiş bir ya­
lan olduğunu kabul etmeyebilir. Hedefteki kişinin menfaat elde
etmesi demek, yakalanma korkusunun olmayacağı anlamına gel­
mez. Risk büyük olduğunda kimin kazanacağı önem taşımaz, bü­
yük bir yakalanma korkusu olacaktır. Çocuğun bir şoka dayanıp
dayanamayacağından endişe eden kurtarma ekibi gizleme işinde
başarılı olmayı oldukça önemseyecektir.
Özetlemek gerekirse, yakalanma korkusunun en yüksek oldu-
ğu durumlar:
• Hedefin zor aldatılan biri olduğuna dair şöhreti olması,
• Hedefin şüphelenmeye başlaması,
• Yalancının pratiği az ve bu konuda bir haşan geçmişinin
bulunmaması,
• Yalancının yakalanma korkusuna karşı özellikle hassas ol-
ması,

61
Ne Düşündüğünü Biliyorum

• Göze alınan riskin büyük olması,


• Ö dül ve cezanın bir arada bulunması ya da sadece cezalan­
dırılma olması,
• Yalan söylerken yakalanıldığında alınacak cezanın fazla ol­
ması ya da hakkında yalan söylenen şey için alınacak ceza
çok büyük olduğu için ortada itirafa yönlendirecek bir şeyin
kalmamış olması,
• Hedefin hiçbir şekilde yalandan çıkan olmaması.

Aldatma Suçluluğu
Aldatma suçluluğu, birinin suçlu ya da masum olup olmama­
sıyla ilgili kanuni bir meseleye değil, yalan söylemekle ilgili bir
duyguya tekabül eder. Aldatma suçluluğu, aynı zamanda yalanın
içeriği nedeniyle hissedilen suçluluktan ayırt edilmelidir. The
Winslow Boy'da Ronnie'nin gerçekten posta havalesini çaldığı­
nı düşünelim, yaptığı hırsızlık için suçluluk duygusu hissedebilir
ve bu olay nedeniyle kendini çok kötü bir insan olarak görebilir­
di. Şayet Ronnie babasından yaptığı hırsızlığı gizlemiş olsaydı,
söylediği yalan için de kendini aynca suçlu hissedecekti; işte bu,
aldatma suçluluğudur. Söylenen yalana dair kendini suçlu hisset­
mek, ille de aldatmanın içeriğinden dolayı suçlu hissetmeyi ge­
rektirmez. Ronnie'nin bir okul yarışmasında kendisini yenmek
amacıyla hile yapan bir çocuğun parasını çaldığını varsayalım.
Ronnie böyle kötü bir okul arkadaşından para çaldığı için kendini
suçlu hissetmeyebilir, bunu haklı bir intikam gibi görebilir. Fakat
hata babasına ve okul müdürüne yalan söylediği için kendini suç­
lu hissedebilir. Psikiyatrik hasta Mary intihara teşebbüs planlarıy­
la ilgili olarak kendini suçlu hissetmemişti ama doktoruna yalan
söylediği için suçluluk hissediyordu.
Yakalanma korkusunda olduğu gibi aldatma suçluluğu da

62
Yalanlar Neden Başansız Olur?

f iddet yönünden çeşitlilik gösterir. Çok zayıf ya da çok güçlü


olup sızıntı yapabilir ya da aldatma belirtilerine neden olarak
yalanı başarısızlığa uğratabilir. Aldatma suçluluğu aşın olarak
hissedilmeye başlandığında büyük bir eziyet haline gelir ve bu
durumdan acı çeken kişinin kendisine saygı duymasını sağlayan
en önemli duyguyu sarsmaya başlar. Böyle yüksek bir aldatma

suçluluğundan kurtulup rahatlamak, yapılan kötü hareketlerden


doğacak ceza ihtimali olsa bile, insanı itirafa yönlendirmeye ye­
tebilir. Aslında eziyet veren hisleri hafifletmek için belki de ge­
rekli olan şey tam olarak cezadır ve kişinin itiraf sebebidir.

Yalan söyleme karan ilk alındığında insanlar daha sonra ken­


dilerini ne derece suçlu hissedeceklerini daima doğru bir şekil­
de tahmin edemezler. Yalancılar, yardımsever göründükleri için
kurbanları tarafından kendilerine teşekkür edildiğinde nasıl etki­
leneceklerini ya da kendi yaptıkları işten dolayı başkası suçlan­
dığında nasıl hissedeceklerini bilemeyebilirler. Bu tip sahneler
tipik olarak suçluluk hissini artırmasına karşın bazıları için cez­
bedicidir, yalanı yalan yapan heyecandır. Bu reaksiyonu aşağıda
aldatma zevki adı altında anlatacağım. Yalancıların ne kadar suç­
luluk duygusu hissedeceklerini tam olarak kestirememelerinin
sebeplerinden biri de tek bir yalanın yetmediğini zaman içinde
öğrenmeleridir, sık sık da orij inal yalanı saklamak için çoğalan
uzantılarıyla, tekrar ve tekrar yalan söylenmesi gerekir.

Utanma duygusu suçluluk duygusuyla oldukça yakından ba­


ğıntılıdır fakat aralarında önemli bir nitelik farkı vardır. Suçluluk
duygusunu hissetmek için hiçbir seyirciye ya da kimsenin bir şey
bilmesine gerek yoktur; bu duygu suçlu insanın, kendi yargısı­
dır. Utançta ise durum farklıdır. Utançla ezilmek, diğer insanların
onaylamamasını ve dalga geçmesini gerektirir. Yanlış bir iş yapıl­
dığını kimse bilmezse utanç duygusu olmaz ama hala suçluluk
duygusu hissedilebilir. Tabii ki her ikisini bir arada hissetmek de

63
Ne Düşündüğünü Biliyorum

mümkündür. Ancak utanç ve suçluluk duygulan arasındaki ayrım


çok önemlidir çünkü bu iki duygu insanı zıt yönlere çekerek hırpa­
layabilir. Suçluluktan kurtulma isteği insanı itiraf etmeye yönlen­
direbilir ancak utanç ezikliği yaşamama isteği buna engel olabilir.

The Winslow Boy' da Ronnie ' nin parayı çaldığını, yaptığı yan­
lıştan dolayı aşın suçluluk duyduğunu ve üstelik bunu gizledi­
ği için de kendini suçlu hissettiğini farz edin. Ronnie suçluluk
duygusunun verdiği azaptan kurtulmak için itiraf etmek istese
de babasının ne şekilde tepki vereceğini hayal ederken duyduğu
utanç buna engel olacaktır. İtirafa isteklendirmek için babası onu
affedeceğini ve eğer itiraf ederse ceza almayacağını söylemişti .
Ronnie' nin ceza alma korkusunu azaltmak yakalanma korkusu­
nu azaltabilirdi fakat Ronnie ' nin itiraf edebilmesi için hala ba­
banın utanç duygusunu azaltması gerekiyordu. Baba, Ronnie 'ye
onu affedeceğini söyleyerek bunu sağlamaya çalışmaktadır an­
cak birkaç sayfa geride alıntı yaparak aktardığım bir cinayet
şüphelisini itiraf ettirmeye çalışan sorgu yargıcının kullandığı
yöntemi kullanarak bir iki şey eklese, itiraf olasılığını yüksel­
terek utanç duygusunun azalışını güçlendirebilirdi . Ronnie'ye,
"Çalmanın sebebini anlayabiliyorum, senin gibi kışkırtılmış ol­
sam ben de aynısını yapabilirdim. Herkes hayatında ya da daha
sonradan yanlış olduğunu fark ettiği şeyler yapabilir. Elinden bir
şey gelmez, buna engel olamazsın," diyebilirdi . Şüphesiz saygın
bir baba, samimiyetle bunu söyleyemez ve sorgu yargıçlarının
aksine itiraf ettirmek amacıyla yalan söylemek istemeyebilir.

Bazı insanlar yalan ve suçluluk duygusuna karşı özellikle eği­


limlidir. Buna, yalanın en kötü günahlardan biri olduğuna inan­
dırılarak çok katı bir şekilde büyütülenler de dahildir. Başkaları
tarafından terbiye edilme, yalanı bilhassa kınamayı gerektirmez.
Ancak daha genel anlamda güçlü, istilacı bir suçluluk duygusunu
içe yerleştirir. Bu tarz insanlar, suçluluk duygusunun şiddetini

64
Yalanlar Nedm Başarısız Olur7

artırabilecekleri ve başkalarının önünde utanç içinde sergilene­


cekleri serüvenler arıyor gibidirler. Fakat ne yazık ki suça eği­
limli kişiler hakkında çok az çalışma yapılmıştır. Suça eğilimi
olmayan insanlarla ilgili çalışmalar biraz daha fazladır.

Köşe yazan Jack Anderson, Abscam kovuşturmasında FBI ' ın


baş görgü tanığı Mel Weinberg' in inandırıcılığına atıfta buluna­
rak, makalesinin birinde utanç ve suçluluk duygusu taşımayan
bir yalancı hakkında detaylı bir yazı yazar. On dört yıldır evlilik
dışı bir ilişki yaşadığının kansı tarafından öğrenilmesi üzerine
Weinberg ' in gösterdiği tepkiyi Anderson şöyle tarif eder: "Ni­
hayetinde Mel eve geldiğinde Marie 'nin açıklama isteğine omuz
silkerek karşılık verir. ' Sonunda yakalandım yani, ' der, ' Sana her
zaman dünyanın en büyük yalancısı olduğumu söyledim. ' Sonra
en sevdiği koltuğun içine gömülür, Çin yemeği siparişi verdikten
sonra Marie' nin kendisine manikür yapmasını ister."

Eğer suçluluk ve utanç duygusunun eksikliği hayatın tümü­


nü ya da büyük bir bölümünü kaplıyorsa, yaptığı kötü şeylerden
utanç ve suçluluk duygusu duymamak psikopatlığın bir işareti
olarak değerlendirilir (Şurası açık ki, kimse bir gazete yazısına
bakarak böyle bir teşhisi koyamaz). Uzmanlar, insanlardaki bu
eksikliğin yetiştirilme tarzından mı yoksa bazı biyoloj ik neden­
lerden mi kaynaklandığı konusunda ayrılığa düşmüşlerdir. Fakat
hem yalana dair hissedilen suçluluğun hem de yakalanma kor­
kusunun bir psikopatın yalan söylerken hatalar yapmasına neden
olmadığı konusunda hemfikirdirler.

Aldatan kişi, kurbanıyla ortak sosyal değerler paylaşmadığın­


da yoğun aldatma suçluluğu hissetmez. İnsanlar, haksızlık yap­
tıklarını düşündükleri kişilere yalan söylerken daha az suçluluk
duyar. Eşi soğuk olan ve yatağa gelmek istemeyen çapkın bir
adam, yaşadığı aşk macerasına dair yalan söylediğinde suçluluk
hissetmeyebilir. Bir devrimci ya da terörist, aj anları aldatırken

65
Ne Düşündüğünü Biliyorum

nadiren suçluluk duyar. Bir aj an, kurbanını yanlış yönlendirirken


kendini suçlu hissetmez. Resmi bir CIA aj anı az ve öz olarak
şöyle der: "Casusluğun sahte şöhretinden sıyrıl, bir ajanın görevi
güvene ihanet etmektir." Oldukça önemli bir devlet adamına sui­
kast yapmayı planlayan kişileri yakalamak isteyen güvenlik me­
murlarına tavsiyeler verdiğimde herhangi bir dalaverecilik belir­
tisine neden olabilecek aldatma suçluluğundan bahsedemezdim.
Eğer suikastçılar yeterince profesyonel değilse yakalanmaktan
korkabilirler fakat planladıkları şey hakkında suçluluk hisset­
mezler. Profesyonel bir suçlu, dışarıdan tanımadığı birini alda­
tırken suçluluk hissetmez. Aynı prensip, bir diplomatın ve aj anın
karşı tarafı aldatırken neden suçluluk hissetmediklerini açıklar­
ken de geçerlidir. Değerler ortak değildir. Yalancı, kendine göre
iyi olanı yapmaktadır.

Şimdi vereceğim örneklerin çoğunda yalan söylemeye ruhsat


verilmiştir. Bu bireylerin her biri, karşı tarafı aldatmayı meşrulaş­
tıran ve herkes tarafından kabul gören sosyal normlardan destek
alırlar. Eğer hedefler karşı taraftansa ve farklı değerlere sahipse,
böyle meşrulaştırılmış yalanlara ilişkin çok az suçluluk hissedilir.
Aynca, aldatan kişiyle aynı değerlere sahip olan ve hasım olma­
yan kişileri aldatmak için de ruhsat verilmiş olabilir. Hekimler,
hastanın iyiliğine olduğunu düşündüklerinde, hastalarını kandır­
dıkları için kendilerini suçlu hissetmez. B ir hastaya şeker hapı
vermek, faydalı bir ilaçmış gibi verilen şekerden haplar, eski ve
gelenekselleşmiş tıbbi bir aldatmadır. Hastanın daha iyi hissetme­
sini sağladığında ya da kendine zarar verecek ilaçlar için doktorla
münakaşa etmesine engel olduğunda pek çok hekim bu yalanın
haklı görülebileceğine inanır. Hipokrat ' ın yemini, hastaya karşı
dürüst olmayı gerektirmez. Doktor, hastaya yardımcı olacak şey­
leri yapmakla sorumludur. 1 0 Suçu kimin işlediğini bilip bilmedi-

10 Hastaların yüzde otuz ila kırkı şeker haplarından fayda görürken , bazı tıp çalı-

66
Yalanlar Neden Btıjarısız Olur?

ğini soran polisten, suçlunun itirafını gizleyen bir rahip, aldatma


suçluluğu hissetmez. Rahibin yemini bunu gizlemesine ruhsat
vermektedir. Söylediği yalandan çıkan yoktur; kimliği belirsiz
kalan suçlunun menfaati söz konusudur. Deneyimdeki öğrenci
hemşireler duygularını gizledikleri için suçluluk hissetmiyorlardı,
çünkü bir hemşirenin hastaların acılarını dindirme görevini yerine
getirmesi için ne zaman duygularını gizlemesi gerektiğini örnek­
lerle kendilerine açıkladığımızda yalan söyleme ruhsatı verilmişti.

Yalancılar çoğunlukla, iyi niyetle söyledikleri yalanların ken­


dilerine yarar sağladığını ya kabul etmezler ya da bunun farkında
değillerdir. Bir Ulusal sigorta şirketinin üst düzey yönetim kurulu
başkanı, bir diğer insanın egosu işin içine girdiğinde doğruyu söy­
lemenin çok kıncı olabileceğinden bahsederek, "Bazen bir gence,
' Hayır, sen hiçbir zaman başkan olamayacaksın' demek zordur,"
der. Bu şekilde gencin ve yönetim kurulu başkanının duygulan
korunmuştur. Protesto ihtimali şöyle dursun, eğer çocuk, yönetim
kurulu başkanını, özellikle de kendini yanlış değerlendirmekle so­
rumlu tutsaydı, çocuğun hayal kırıklığıyla baş etmek zor olabilirdi.
Yalan iki tarafı da korumuştu. Şüphesiz bazı insanlar, her ne kadar
acı olsa da kendisini geliştirmesine ve başka yerde iş aramasına
engel olan bu bilgiden mahrum bırakıldığı için gencin bu yalandan
zarar gördüğünü düşünebilir. Benzer şekilde kimileri şeker hapı
veren doktorun da iyi niyetli olduğu sırada kazanç sağladığını id­
dia edebilir.

Yine de yalan söyleyen kişinin hiçbir çıkar sağlamadığı -bir


suçlunun itirafını gizleyen rahip, kaza geçiren on bir yaşındaki

şanları ve filozoflar, şeker hapı kullanımının tıbbi ilişkilerde gerekli olan güveni
tehlikeye attığına ve daha riskli aldatmalara zemin hazırladığına inanmaktadır.
Daha ayrıntılı bilgi için Lindsey Gruson' ın makalesine göz atabilirsiniz: "Şeker
Hapı Kullanımının Etik Açıdan Tartışılması" , New York Times, Şubat 1 3, 1 983,
s.19.

67
Ne DU,ündüğünü Biliyorum

bir çocuğa, uçak kazasında anne ve babasının öldüğünü söyle­


meyen kurtarıcılar gibi- tamamıyla özgeci yalanlar da vardır. Bir
yalancı söylediği yalandan herhangi bir çıkar elde etmeyeceğine
inanıyorsa, muhtemelen hiçbir aldatma suçluluğu hissetmeye­
cektir.

En bencil yalancılar bile yalana ruhsat verildiğinde aldatma


suçluluğu hissetmezler. Poker oyuncuları da blöf yaparken aldat­
ma suçluluğu hissetmezler. İ ster bir Orta Doğu pazarında, ister
Wall Street'te, isterse yerel bir emlakçının ofisinde olsun, pazar­
lık konusunda da aynı şey geçerlidir. Endüstriyel yalanlarla ilgili
bir makalede şöyle yazar: "Belki de yalanların en büyüğü şudur:
Bu benim en son teklifim." Bu tarz bir konuşma sadece iş dün­
yasında kabul görmez, toplu pazarlıklar esnasında da beklenir,
örneğin kimsenin oyunun başında kartlarını masaya açması bek­
lenmez. Evi için, gerçekte satacağı fiyattan daha fazlasını isteyen
bir ev sahibi, istediği fiyattan evini satabilirse kendini suçlu his­
setmez. Söylediği yalan ruhsatlıdır. Çünkü pazarlığa dahil olan
kişiler yanlış bilgi verileceğini tahmin eder. Pazarlık yapma ve
poker herhangi bir yalan tanımıyla eşleşmez. Bu durumlar kendi
doğalarında kimsenin dürüst olmayacağına ilişkin bir ön uyan
içerir. Sadece bir aptal, poker oynarken tüm elini gösterir ya da
evini ilk satışa koyduğu zaman isteyeceği son fiyatı verir.

Aldatma suçluluğu, yalana ruhsat verilmediğinde daha olası­


dır. Aldatma suçluluğu, hedef ve yalan arasındaki ilişki dürüstlük
temeline dayandığı için hedef, yalancıya güvendiğinde ve yan­
lış yönlendirilmeyi beklemediğinde en üst seviyededir. Bu tarz
fırsatlardan yararlanarak yapılan aldatmalarda yalan söylendiği
için duyulan suçluluk, hedef en az yalancının kazandığı kadar acı
çekiyorsa daha da büyük olacaktır. O durumda bile, hedef ve ya­
lancı arasında az da olsa bazı ortak değerler olmadıkça çok fazla
(eğer biraz varsa) aldatma suçluluğu hissedilmeyebilir. Esrar içti-

68
Yalanlar Neden Başarısız Olur?

ğini ailesinden gizleyen bir ergen, uyuşturucunun zararlı olduğu­


nu söyledikleri için ebeveynlerinin aptal olduğunu düşünüyorsa
ve kendi deneyimlerinden bildiği kadanyla bu yargının yanlış
olduğuna inanıyorsa hiçbir aldatma suçluluğu hissetmiyor ola­
bilir. Aynı zamanda onların ikiyüzlü olduklarını ve kendileri içki
içip kafayı bulurken eğlence amaçlı uyuşturucu kullanmayı onun
seçimine bırakmadıklarını düşünüyorsa, o zaman aldatma suçlu­
luğu hissetme ihtimali daha da azdır. Ancak marihuana ve diğer
konularda ailesiyle çakışsa bile, eğer hala kendini onlara bağlı
hissediyorsa yalan söylediğini anladıklarında utanabilir. Utanç,
onaylamayanlara karşı bir saygı gerektirir, aksi halde onaylan­
mamak kızgınlık ve küçümsemeyi ortaya çıkarır, utancı değil.

Yalancılar, hedeflerindeki kişilerin kimliği meçhul olduğunda


veya adını hiç bilmediklerinde daha az suçluluk duygusu hisse­
derler. Alışveriş çantasındaki pahalı bir eşyaya değerinden daha
az ücret ödediğini kasiyerden gizleyen bir müşteri, kasiyeri ta­
nımıyorsa daha az suçluluk hissedecektir. Eğer kasiyer, dükkan
sahibi ya da sahiplerden birinin akrabasıysa ve küçük, aile tara­
fından işletilen bir dükkansa, yalan söyleyen müşteri büyük bir
mağaza zincirinde aynı işi yaptığında hissettiği suçluluktan daha
fazlasını hissedecektir. Hedef, ismi bilinmeyen biri olduğunda,
hedefin gerçekten zarar görmediği, umurunda olmadığı, yalanın
dikkatini bile çekmediği, hatta yanlış bilgilendirilmeyi hak ettiği
ve hatta yanlış yönlendirilmeyi istediği düşünülerek suçluluğu
azaltıcı bir fantezi kurmak daha kolay gelir.

Genelde yakalanma korkusu ve aldatma suçluluğu arasında


zıt yönlü bir ilişki vardır. Suçluluk duygusunu azaltan bir şey,
yakalanma korkusunu artırabilir. Aldatmaya ruhsat verildiyse,
daha az aldatma suçluluğu hissedilir. Yine de ruhsat riske edilen
şeyin değerini genellikle yükseltir, bu sebeple yüksek yakalanma
korkusuna neden olur. Gizlemeleri -ruhsatlı- kariyerleriyle iliş-

69
Ne Düşündüğünü Biliyorum

kili olduğu için öğrenci hemşireler, araştırmamda başarısız ol­


maktan korkacak kadar endişeliydiler. Yüksek yakalanma korku­
su ve düşük aldatma suçluluğu hissediyorlardı . Zimmetine para
geçirdiğini zannettiği işçiye yalan söyleyen bir işveren, suçüstü
yakalamak için şüphelerini gizler, yüksek yakalanma korkusu ve
alçak aldatma suçluluğu duyması muhtemeldir.

Belirli faktörler aldatma suçluluğunu artırırken, yakalanma


korkusunu azaltabilir. Bir yalancı, kendine (yalancıya) güvenen
bir hedefi aldattığında suçluluk hissedebilir fakat aldatılmayı
beklemeyen biri tarafından yakalanmaktan daha az korkabilir.
Tabii ki bir insanın hem suçluluk hem de yakalanma korkusunu
aynı anda yoğun ya da her ikisini de çok hafi f hissetmesi müm­
kündür.

Bazı kişiler aldatma suçluluğuna iyice bulanmışlardır. Hatta


yalan söyleme güdülerinin bir bölümü, yaptıkları şey için suçlu
hissetme fırsatı yakalamak olabilir. Yine de pek çok insan suçlu­
luk duygusunu yaşamayı çok acı verici bulduğu için bunu azalt­
manın yollarını arar. Onlar için aldatmayı mazur göstermenin
pek çok yolu vardır. Adaletsizliğe karşı misilleme olarak adde­
dilebilir. Kötü ya da işe yaramaz biri dürüstlüğü hak etmiyor de­
nilebilir. "Patron çok pinti, yaptığım onca işten sonra beni ödül­
lendirmedi, bu nedenle kendim aldım." Kurbanlar çok saf olarak
görüldüğü için yalancı bunu kendi hatası değil de karşı tarafın
hatasıymış gibi görür. Oturan bir ördek avlanmayı ister.

Yalan söylemeyi mazur gösteren iki mazeretten daha önceden


bahsedildi . İ lki asil bir amaç ya da işe gereksinim - Nixon ' ın
kazanmak ve sandalyesini korumak için gerekli olduğunu söyle­
diği gerçek dışı yalanlan isimlendirmekte çektiği zorluğu anım­
sayın. Diğer mazeret ise hedefi korumaktır. Bazen yalancı, he­
defin bunu istediğini iddia edecek kadar işi ileriye götürür. Eğer
hedef aldatmada iş birliği etmişse, başından beri bu olayı biliyor

70
Yalanlar Neden Başarısız Olur?

ancak bilmiyormuş gibi davranıyorsa, o zaman bir bakıma ortada


yalan yoktur ve yalancı tüın sorumluluklardan muaftır. Gerçek
bir gönüllü hedef, yalanı açığa çıkarabilecek davranışsal hataları
görmezden gelerek, yalanın devam ettirilmesine yardım eder. Al­
datılmayı istemeyen bir hedef, eğer şüpheleniyorsa, doğal olarak
yalanı ortaya çıkarmaya çalışır.

Bir hedefin ne zaman gönüllü olabileceğine ilginç bir ör­


nek, gizli istihbarat aj anlığına geçen polis Robert Leuci ' yle il­
gili en son gelişmelerde yer almaktadır. Leuci ' nin polisler ve
avukatlar arasındaki yolsuzluk kanıtlarını ele geçirmede federal
savcılara nasıl yardım ettiğinin konu edildiği, gerçek hayattan
alındığı söylenen 1 . Bölüm ' ün sonuna doğru aktardığım Ro­
bert Daley ' nin Şehrin Prensi adlı, filme uyarlanan kitabında
Leuci daha bir göz alıcı hale gelir. Federal görevliler ona kendi
adlarına çalışırken, hangi suçlan işlediğini sorarlar. Sadece üç
suçu üstlenir. Daha sonra ortaya çıkardığı suçlular, Leuc i ' nin
kabullendiğinden çok daha fazla suç işlediğini iddia ederek
kendi işlediği suçlar hakkında yalan söylediği için onlara karşı
verdiği i fadenin dikkate alınmaması amacıyla itirazda bulunur­
lar. Ancak bu iddiaların hiçbir zaman doğruluğu kanıtlanamaz
ve pek çok kişi Leuci ' nin i fadesine dayanılarak suçlu b ulunur.
Leuc i ' nin ifadesi üzerine suçlu bulunanlardan birinin avukatı
olan Alan Dershowitz, Leuci ' nin üstlendiğinden daha fazla suç
işlediğini kabul ettiği davanın ardından gerçekleşen bir konuş­
mayı anlatır.

"Ben (Dershowitz) ona (Leuci), Rosner (Dershowitz ' in sa­


vunduğu adam) davasından evvel işlenen diğer suçlar hakkında
Shaw ' ın (federal görevli) bir şey bilmediğine inanmanın benim
için güç olduğunu söyledim. Leuci ' Gizliden gizliye daha fazla
suç işlediğimi bildiğine inanıyorum ' dedi. ' Öyle davranmak zo­
rundaydı. Mike (Shaw) aptal değildir.

71
Ne Düşündüğünü Biliyorum

" 'O zaman nasıl olur da sadece oturup senin sanık kürsüsün­
de yalan söylemeni izler? ' diye sordum.

"Leuci ' Yalan söylediğimin tam olarak farkında değildi ' diye
devam etti. ' Kesinlikle bundan şüpheleniyordu, sonra ikna oldu.
Ancak bana baskı yapmamasını söyledim, o da yapmadı. ' Ü ç
suç ' dedim -Leuci üç parmağını kaldırarak belirgin bir şekilde
gülümsedi- ' ve bu cevabı kabul etmek zorundaydı. Savcılar her
gün yalan ifade verir, Alan. Bunu biliyorsun. "'

Dershowitz daha sonra bu itirafında bir kandırmaca olduğunu


öğrenir. Leuci federal görevlilerle ilk buluştuğunda yanlarında
olan bir icra memuru Dershowitz ' e, baştan itibaren Leuci'nin
açık bir şekilde, daha önce alenen üstlendiği üç suçtan daha fazla­
sını işlediğini kabul ettiğini söyler. Federal görevliler, Leuci'nin
tanık olarak güvenilirliğinin korunması için işlediği suçlarla ilgi­
li tüm hikayeyi gizlemekte ona yardım ettiler - Jüri en fazla üç
suç işlemiş bir polise güvenebilirdi, daha fazlasını işleyene değil.
Leuci, davaların ardından daha fazla suç işlediği geniş ölçüde su
yüzüne çıkmaya başladığında, federal görevliler onu koruduğu
müddetçe o da onlan koruyarak, anlaşmanın ona ait kısmını yeri­
ne getirmek için kendisine ait suç kayıtlarını saklama konusunda
açıkça gizlice anlaştıklarını kabul etmeden, görevlilerin sadece
gönüllü kurbanlar olduğunu iddia ederek Dershowitz' e yalan
söylemişti . Söylentilere göre Leuci, hırsızlar arasındaki namu­
sa güvenmeyerek, görevlilere önünde verdiği ifadeyi kaydedip
sakladı. Leuci, onlann kendi ifadesi hakkında yaptıktan yalancı
şahitliği her an ifşa edebileceği için görevliler asla masum ol­
duklarını iddia edemezlerdi, böylece Leuci görevlilerin herhangi
bir suç kovuşturmasından onu koruyarak kendine daima sadık
kalacaklarına güvenebilirdi .

Leuci hakkındaki gerçek ne olursa olsun onun Alan


Dershowitz ' le yaptığı konuşma, yalandan menfaat sağlayan bir

72
Yalanlar Neden Başansız Olur?

hedefin, bir yalancının yalan söylemesini ne kadar kolaylaştır­


dığını gösteren güzel bir örnektir. İnsanlar, daha az kötü niyetli
sebeplerle yanlış yönlendirildiklerinde işbirliği yapabilirler. Ne­
zaket dahilinde, yalanın hedefi çoğu zaman gönüllüdür. Ev sahi­
bi, erken ayrılan misafirlerin özürlerini fazla incelemeden kabul
eder. Asıl önemli olan, söylenen şeyde kabalığın bulunmama­
sıdır, ev sahibinin duygularını kırmamak için küçük bir bahane
bulunmuştur. Çünkü hedef sadece aldatılmayı istemiyor, bilakis
buna bir bakıma razı oluyor; kibarlık etiketiyle adlandırılan asıl­
sız şeyler benim yalan tanımıma girmez.

Romantizm, hedefin aldatılmada iş birliği yaptığı iyi niyetli


yalanlara bir başka örnektir, her iki taraf da birbirlerinin yalanı­
nı devam ettirme konusunda iş birliği içindedirler. Shakespeare
şöyle demiştir:

Sevgilim, "özüm sözüm bir" diye ant içince


Ben inanının, oysa söylediği hep yalan;
Varsın bellesin beni dünyada hiçbir ince
Hile öğrenememiş acemi oğlan.
Kendimi aidatının genç sandı diye beni,
Ama parlak günlerim geçti, çok iyi bilir;
Ben yalnız önemserim yalan atan dilini,
Bu yüzden kesin gerçek iki yandan ezilir.
Sadık olmadığını söylemiyor, ne diye?
Ben de açıklayamam yaşlandığımı, neden?
Ah, güvenir gözükmek ne yaraşır sevgiye;
Yaşlanan aşk hoşlanmaz yıllarla yüzleşmekten.

Yalan söyler dururuz , ben ona, o da bana:


Tatlı dille sararız ayıbımızı yalana.

Tabii ne tüm romantik aldatmalar iyi niyetlidir ne de her za­


man hedeftekiler kandırılmaya bu kadar hazırdır. Aldatan kişi-

73
Ne Düşündüğünü Biliyorum

lere, hedeflerindeki kişilerin gerçekten isteyip istemediklerine


ilişkin dürüst bir görüş konusunda güvenilemez. Daha az suçlu
hissedecekleri için istekli olunması yönünde önyargılıdırlar. He­
deflerinin şüphelendiklerini itiraf etmelerini sağladıklarında, en
azından kısmen rahatlamış sayılırlar.

Gönülsüz bir hedef, aldatıldığını anlamanın bedelini öde­


memek için gönüllü hale gelebilir. Yaptığı işler hakkında bilgi
verdiği sevgilisinin casus olduğundan şüphelenmeye başlayan
hükümet görevlisinin, içinde bulunduğu kötü durumu hayal edin.
Aynı şekilde bir personel müdürü bir kez işe aldıktan sonra, ver­
diği hatalı karan kabullenmemek için sahtekar bir adayın gönüllü
kurbanı olabilir. Roberta Wohlstetter, ulusal liderlerin hasımları­
nın gönüllü kurbanları haline geldikleri pek çok olaydan bahse­
der - Chamberlain bu konuda yalnız değildir. "Uzun zamandır
ısrarla devam edilen tüm bu hata örneklerinin artmasına ve bazen
oldukça açık karşıt deliller olmasına rağmen, potansiyel bir düş­
manın iyi niyeti ve o hasımla paylaşılan sözde ortak menfaatler
hakkında rahatlatıcı varsayımlarda bulunma ve bunları üstün tu­
tarak inanma yoluyla muhteşem bir oyun sergilenir. . . Hasmın
sadece kısmen kurbana yardımı gerekebilir; aksi takdirde daha
çok tehditkar hareketler gibi görünebilecek şeyleri sonradan
açıklayarak özrünü bildirebilir."
Özetlersek, aldatma suçluluğunun en fazla hissedildiği du­

rumlar:

• Hedef gönüllü değilse,

• Aldatma tamamen bencilse, hedefteki kişinin aldatılma ola­


yından hiçbir menfaati yoksa ve yalancının kazandığı ölçüde
kaybediyorsa,

• Aldatmaya ruhsat yoksa ve ilişki dürüstlük temeline daya­


nıyorsa,

74
Yalanlar Neden Başanm; Olur?

• Yalancı, uzun süredir yalan söylemiyorsa,

• Yalancı hedefteki kişiyi şahsen tanıyorsa,

• Hedef rahatlıkla aptal ya da kötü diye nitelendirilemiyorsa,

• Hedefin bu yalanı beklediğine dair bir sebep varsa ya da


tam aksine, yalancı güvenilir olduğu konusunda hedefin gü­
venini kazanmak için rol yapıyorsa.

Aldatma Hazzı
Şu ana kadar, sadece yalan söylendiğinde ortaya çıkan negatif
duygulardan bahsettim : Yakalanma korkusu ve hedefe yalan söy­
lemenin neden olduğu aldatma suçluluğu. Yalan söylemek aynı
zamanda pozitif duygulara da neden olabilir. Yalan, insanın ken­
disini iyi hissetmesine vesile olan bir haşan olarak görülebilir.
Yalancı, daha başarı kesinleşmemişken, mücadeleye hazırlandığı
sırada veya tam konuşma anında heyecan hissedebilir. Daha son­
ra rahatlamayla gelen zevk, elde edilen başarıdan dolayı gurur
hissi ortaya çıkabilir ya da hedefteki kişiden kendini üstün görme
duyguları hissedilebilir. Aldatma hazzına bu duyguların hepsi ya
da herhangi biri neden olabilir, eğer gizlenmezlerse yalanı ele ve­
rebilir. Şaka saf bir arkadaşı yanlış bilgilendirme şeklinde yapıl­
dığında, aldatma hazzına verilecek masum bir örnek ortaya çıkar.
Oynanan oyunda büyük ölçüde hedef, aptal kişinin nasıl kafaya
alındığını izleyen seyirciler olsa da şaka yapan aldatma hazzını
gizlemek zorundadır.

Aldatma hazzı farklı şiddetlerde olabilir. Hissedilen yakalan­


ma korkusuyla karşılaştırıldığında önemsiz kalabilir ya da nere­
deyse yok gibidir ya da çok şiddetli olduğu için kendine has bazı
davranışsal işaretleri dışarı sızdırır. Bazen insanlar başkalarıyla
bu hazzı paylaşmak için suçlarını itiraf edebilirler. Belirli bir
suçu başaracak kadar zeki olduklarından dolayı takdir görmek

75
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ve onaylanmak için işledikleri suçlan arkadaşlarına, yabancılara,


hatta polise açıklayan suçlular görülmüştür.

Dağcılık ve satrançta olduğu gibi, yalan sadece bir kaybetme


riski olduğunda zevkli hale gelebilir. 50'li yılların başında ben Chi­
cago Üniversitesi 'ndeyken, Üniversite Kitabevi ' nden kitap çalmak
modaydı. Neredeyse yeni gelen bir öğrencinin kabul töreni gibi
bir şeydi, hırsızlık genelde birkaç kitapla sınırlıydı, başarı herke­
se gösterilir ve onaylatılırdı. Aldatma suçluluğu azdı. Öğrencilerin
inanışı, bir üniversite kitabevinin kooperatif olarak çalıştırılması
yönündeydi, kar amaçlı çalıştırılmaya başlandığından beri zarar
verilmeyi de hak ediyordu. Etrafındaki diğer özel kitabevlerine
dokunulmuyordu. Yakalanma korkusu da azdı, çünkü kitabevinde
güvenlik namına bir şey yoktu. Benim orada bulunduğum süre bo­
yunca sadece bir kişi yakalanmıştı, onu aldatma hazzı ele vermişti.
Bernard, gösteriş için yapılan sıradan hırsızlıklardan hoşlanmıyor­
du. Gurur duymak, kitabevini küçümsediğini göstermek ve arka­
daşları arasında takdir kazanmak için riskleri artırmak zorundaydı.
Bu nedenle yalnızca saklayamayacağı kadar büyük olan resimli ki­
taplardan çaldı. Bir süre etrafta dolaştıktan sonra, tek seferde elinde
üç ya da dört büyük resimli kitap olduğu halde ödeme noktasına
gitti. Hala her şey çok kolay görünüyordu. Kitabevi kasiyerleriyle
dalga geçmeye başladı. Kasanın etrafında kolunun altındaki ödül­
lerle birlikte sallanıp durdu ve kitapları saklamak için hiçbir şey
yapmadı. Kasiyerlerin onu sorgulamas ını göze aldı. Aldatma haz­
zı, onu artan bir şekilde kaderine meydan okumaya itiyordu. Onun
aldatma hazzının neden olduğu davranışsal belirtiler, kısmen karşı
tarafın uyarılmasına neden olmuştu. Nihayetinde yakalandı. Oda­
sında yaklaşık beş yüz kitap ele geçirildi. Daha sonra Bemard çok
saygı gören bir işte, milyoner oldu.

Aldatma hazzını artırmak için başka yollar da vardır. Eğer al­


datılan kişinin zor kandırıldığına dair bir şöhreti varsa, bu aldat-

76
Yalanlar Neden Başarnız Olur?

ma hazzına olanak tanıyarak işleri daha da ilginç hale getirecek­

tir. Neler olduğunu izleyen kişilerin olması da aldatma hazzını


artırabilir. Dikkatle takip ettikleri ve olayla ilgilendikleri müd­
detçe seyircilerin olay anında orada bulunmaları gerekmez. Eğer
seyirci oradaysa ve yalancının gösterisiyle eğleniyorsa, yalancı
aldatma hazzını en üst seviyelerde hissedebilir ve bu duyguyu
bastırmaktaki en zor anlarını yaşayabilir. Bir çocuk, başka bir ço­
cuğa yalan söylediğinde diğer arkadaşlarının eğlendiğini görürse
ve bu çok hoşuna giderse, aldatma hazzı öne çıkarak tüm olayı
sonlandırabilir. Becerikli bir poker oyuncusu, aldatma hazzının
neden olabileceği tüm belirtileri kontrol etmeyi becerir. Çok iyi
bir el geldiğinde davranışları, miktarı artırarak oyunda kalma­
larını sağlamak için diğer oyunculara elinin pek iyi olmadığını
düşündürtecek tarzda olmalıdır. Arkasında ne yaptığını bilen
seyirciler olsa dahi aldatma hazzı belirtilerine engel olmalıdır.
Bu, kendini izleyenlerle göz temasını engelleme yoluyla en iyi
şekilde yapılabilir.

Bazı insanlar aldatma hazzına daha fazla meyilli olabilirler.


Henüz hiçbir bilim adamı bu tarz insanlar üzerinde çalışmadı ya da
varlıklarını doğrulamadı. Ama kimi insanların diğerlerinden daha
çok övündüğü aşikardır ve övünen kişiler aldatma hazzına karşı
daha eğilimli olabilirler.

Bir insan yalan söylerken aldatma hazzı, yakalanma korkusu


ve aldatma suçluluğu -tümünü aynı anda ya da sırayla- hissede­
bilir. Tekrar pokere bir dönelim. Bir blöfte, diğerlerinin oyundan
çekilmesini sağlamak amacıyla kötü bir eli olduğu halde çok iyi
bir eli varmış gibi davranan bir oyuncuda bahis çok yükseldiğin­
de yakalanma korkusu olabilir. Blöfçü, her bir oyuncunun çö­
küntüye uğrayışını izlerken aynı anda aldatma hazzı da duyabilir.
Poker oyuncusu hile yapmadığı müddetçe, yanlış bilgilendirme
ruhsatı olduğu için aldatma suçluluğu hissetmeyecektir. Zimme-

77
Ne Düşündüğünü Biliyorum

tine para geçiren biri de bu üç duyguyu hissedebilir: İşverenini


ve iş arkadaşlarım aldatmanın verdiği zevk, kendinden şüphe­
lenildiğini düşündüğü her an korku, belki de yasaları çiğnediği
ya da şirket tarafından ona gösterilen güvene ihanet ettiği için
suçluluk.
Özetleyecek olursak, aldatma hazzının en yüksek olduğu du­
rumlar:

Kolay aldatılamayacağına dair şöhreti olan bir hedef bir
istek uyandırdığında,

Hem bir şeyler uydurmanın doğası hem de gizlenecek
şeyler nedeniyle yalanın kendisi davetkar olduğunda,

Başkaları yalandan haberdar olduğunda ya da olayı izle­
yerek yalancının ustaca sergilediği oyunu takdir ettiğinde.

Yalancı suçluluk, korku, haz duygularını gizlemek istese bile


tümü mimiklerinde, sesinde ve vücut hareketlerinde görülebilir.
Bu tarz sözlü olmayan bir sızıntı görülmese bile bunlara engel ol­
maya çalışmak da aldatma belirtilerine neden olabilir. Sonraki iki
bölüm, aldatılmanın sesten, kelimelerden, vücuttan ve yüzden na­
sıl tespit edileceğini açıklıyor.

78
ÜÇ

S özcüklerden,
S es Tonundan veya Beden
Dilinden Yalan Söylendiğini
Tespit Etme

" Yalan söylediğimi nasıl anladın ? "


" Yalanlar, sevgili oğlum, hemen ortaya çıkar, çünkü iki çeşi­
di vardır. Kısa bacaklı yalanlar ve uzun burunlu yalanlar. Senin
yalanın ise, gördüğün gibi uzun burunlu/ardan biri. " Pinokyo

i •
nsanlar yalan söylendiğini gösteren bu tarz görünür ema-
reler olduğuna inansalardı daha az yalan söylerlerdi fakat
ne yazık ki daha az yalan söz konusu değil. A ldatma be-
lirtisinin kendisi bir işaret değildir hiçbir hareket, mimik ya da
-

kas seğirmesi özünde birinin yalan söylediği anlamını taşımaz.


Sadece kişinin yetersiz hazırlandığını gösteren izler ve izlediği
stratej iye uymayan duygusal işaretler vardır. Bunlar, aldatma be­
lirtilerine ve sızıntıya neden olan şeylerdir. Yalan avcıları, duy­
guların konuşmada, seste, vücutta ve yüzde nasıl dışa vurduğu­
nu, yalancının duygularını gizlemeye çalışmasına rağmen hangi

79
Ne Düşündüğünü Biliyorum

izlerin açıkta kalmış olabileceğini ve neyin bu sahte duygusal


oyunları ele verebileceğini öğrenmek zorundadır. Yalan belirle­
me de aynı zamanda bu davranışların, bir yalancının yalanına
devam ederken stratej i belirleyişini nasıl açığa çıkarabileceğini
anlamayı gerektirir.
Yalan söylendiğini anlamak o kadar kolay bir mesele değildir.
Problemlerden biri bilgi engelidir. Aynı anda değerlendirilmesi
gereken çok şey vardır - sözcükler, duraksamalar, ses tınısı, ifa­
deler, kafa hareketleri, vücut hareketleri, duruş, solunum, yanak­
ların kızarması ya da rengin atması, terleme vs. Tüın bu kaynak­
lar, yalan avcısının dikkatini çekmek için birbirleriyle yarışarak
bilgiyi eş zamanlı ya da bazen de çakışmış olarak gönderirler.
Neyse ki yalan avcılarının tüm bu işitilen ve duyulan şeyleri aynı
derecede incelemeye ihtiyacı yoktur. Bir diyalog anında her bilgi
kaynağı güvenilir değildir. Bazıları diğerlerine göre daha fazla
sızıntı yapar. İşin tuhaf tarafı şu ki insanların çoğu az güvenilir
kaynaklara, daha fazla önem verir -sözcükler ve mimikler- ve
böylece kolayca yanlış bilgilendirilirler.
Yalancılar genellikle tüın davranışlarını denetlemez, kontrol
etmez ve gizlemez. Muhtemelen isteselerdi de bunu yapamaz­
lardı. Bir insanın tepeden tırnağa kendini ele verecek her şeyi
kontrol etmesi mümkün değildir. Onun yerine yalancılar, diğer
insanların en çok dikkat ettikleri şeyleri gizler ya da değiştirir­
ler. Yalancılar en çok sözcük seçimlerinde dikkatli olmaya me­
yillidirler. Herkes insanların büyük bölüınünün, söylenen şeyle­
re dikkat ettiğini büyüıne sürecinde öğrenir. İletişim kurmanın
en zengin ve en farklı yolu sözcükler olduğu için büyük dikkat
çeker. Sözcüklerden ziyade pek çok mesaj yüz, ses veya vücut
yoluyla daha çabuk bir şekilde karşı tarafa iletebilir. Yalancılar,
göndermek istemedikleri mesaj ları dikkatli bir şekilde gizleyerek
söyledikleri şeyleri sansürlerler, bunun nedeni sadece herkesin

80
Sözcülılerden, Ses TfJnundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

bu kaynağı dikkate aldığını bilmeleri değil, mimiklerinden, ses


tonlarından ya da vücut hareketlerinden daha çok kullandıkları
kelimelerden sorumlu tutulacaklarını bilmeleridir. Kızgın bir yüz
ifadesi ya da sert bir ses tonu her zaman yalanlanabilir: "Sana
öyle gelmiş. Sesimde öfke yoktu." Söylenmiş kötü bir sözü ya­
lanlamak çok daha zordur. Öylece olduğu yerde durur, kolayca
tekrarlanabilir ve tamamen inkar edilmesi zordur.
Sözcüklerin dikkatli bir şekilde denetlenmesinin ve sık sık giz­
lemede ana hedef olmasının bir diğer nedeni de asılsız şeyleri ke­
limelerle ifade etmenin daha kolay olmasıdır. Söylenen şey tam
olarak yazıya dökülebilir ve ileride yeniden tekrarlanabilir. Sadece
iyi derecede eğitim almış bir aktör, her yüz ifadesini, her vücut ha­
reketini ve ses tonundaki tüm değişiklikleri tam olarak aynı şekil­
de ayarlayabilir. Kelimelerin tekrar tekrar prova edilmesi kolaydır.
Konuşan kişinin sürekli olarak bir geri bildirimi vardır. Kişi kendi
söylediklerini duyarak ses tonuna ince ayar verebilir. Yüz, vücut
ve ses kanallarıyla verilen geri besleme daha az kesinlik taşır.
Sözcüklerden sonra, insanların dikkatini en çok yüz çeker. İn­
sanlar yüzlerinin görünüşüyle ilgili yorumlar alırlar: "Yüzündeki
ifadeyi yok et! " "Böyle deyince gülümse ! " "Küstah küstah bak­
ma bana! " Yüz kısmen kendini ifade edip mimlediği için dikkat­
leri çeker. Bu, bir insanı diğerlerinden ayırt etmenin birincil yo­
ludur. Yüzler duvarlarda asılı olan fotoğraflarla anılan, masalara
konulan, cüzdan ve el çantalarında taşınan ikonlardır. Yapılan
son araştırmalar, beynin sadece bir bölümünün yüzleri tanımakla
görevli olduğunu göstermiştir.
İnsanların yüze bu kadar dikkat göstermesinin birkaç sebebi
daha vardır. Yüz, duyguların görüntülendiği ilk zemindir. Yüz de
yalan söyleyebildiği için, her zaman doğru olmamakla birlikte,
sesle beraber, dinleyen kişiye, konuşmacının söylenen şeyle ilgili
kendini nasıl hissettiğini gösterebilir. Eğer duymada bir problem

81
Ne Düşündüğünü Biliyorum

varsa konuşan kişinin dudaklarını izlemek de söylenen şeyin anla­


şılmasına yardımcı olur. Yüze bakmak, konuşmanın gerçekleşmesi
için gereken önemli bir sinyale neden olur. Konuşmacılar kendile­
rini dinleyenlerin, dinleyip dinlemediğinden emin olmak ister. Ko­
nuşmacının yüzüne bakmak bu izlenimi verir, ancak en güvenilir
kaynak bu değildir. Sıkılmış fakat nazik dinleyiciler, düşünceleri
başka yerdeyken konuşmacının yüzünü izleyebilirler. Dinleyiciler,
konuşmacıyı başlarıyla onaylayarak "hının, mm"larıyla konuşma­
cıyı destekler fakat bu ikisi de sahte olabilir. 1 1
Sözlere ve yüze verilen dikkatle karşılaştırıldığında vücut ve
sese verilen dikkat daha azdır. Vücut, yüzden ve ses de sözcük­
lerden daha az bilgi sağladığı için ortada kaybedilen fazla bir şey
yoktur. Sağırların işaret dilinde olduğu gibi, el hareketleri pek
çok mesaj verebilir ancak konuşma bir şekilde engellenmedikçe
el hareketleri, Kuzey Avrupalılar ve bu ırktan gelen Amerikalılar
tarafından pek kullanılmaz.12 Ses, yüz gibi, kişinin duygusalla­
şıp duygusallaşmadığını gösterebilir fakat hala tam olarak hangi
duyguların hissedildiğini gösteren bilgiyi sesin, yüz kadar sağla­
yıp sağlamadığı bilinmemektedir.
Yalancılar genellikle vücutlarından ziyade -diğer insanların
odaklandıklarını bildikleri şeyleri- kullandıkları kelimeleri ve
yüzlerini kontrol etmeye çalışırlar. Yüzleriyle yaptıklarından çok
sözleriyle haşan elde ederler. Sözlerle yanlış bilgilendirmek, yüz
ifadeleriyle yanlış bilgilendirmekten daha kolaydır, çünkü daha
önce bahsedildiği gibi kelimeler yüz hareketlerinden daha kolay

" Pek çok insan , konuştuğu sırada dinleyicilerin mukabelesine ihtiyaç duyar,
bundan yoksun kaldığında çabucak "Dinliyor musunuz?" diye sorar. Dinleyen­
lerinin herhangi bir destek verip vermediğini önemsemeden konuşan , kapalı
devreli çok az sayıda insan vardır.
12 Ö
rneğin, iletişim kurması gereken fakat bunu gürültüden dolayı kelimelerle
yapamayan kereste fabrikası işçileri arasında daha ayrıntılı bir el işaret sistemi
kullanılır. Pilotlar ve iniş ekipleri de aynı nedenden dolayı daha ayrıntılı bir
işaret sistemi kullanırlar.

82
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

prova edilebilir. Gizlenmesi de daha basittir. İnsanlar, kendilerini


ele verebilecek şeyleri sansürleme konusunda yüzlerinden çok,
kullandıkları kelimeleri daha kolay denetleyebilirler. Bir insanın
ne söylediğini anlamak kolaydır ancak yüzünün söylediklerini
anlamak daha zordur. Konuşuldukları sırada duyulan kelimeler
tarafından verilen geri bildirim netliğine tek paralellik, yüzün,
daima tüm yüz ifadelerini göstermeye yarayan bir ayna görevi
görmesidir. Araştırmalarım yüzde, kasların ne zaman gerildiği ve
hareket ettiğine dair bilgi verebilen izler olduğu halde pek çok in­
sanın bu bilgileri kullanmadığını ortaya çıkardı . İnsanların çoğu,
yüzlerinde beliren ifadeler aşırıya kaçıncaya kadar bu ifadeler­
den haberdar değildir. 1 3
Bununla birlikte aldatma işaretlerinin söylenen sözcüklerden
ziyade yüzde görülmesinin nedeniyle ilgili çok önemli bir başka
sebep daha vardır. Yüz, beynin doğrudan duygularla ilgili bö­
lümüne bağlıdır, kelimelerse değil. Duygular hareketlendiğinde
yüzdeki kaslar istemsiz olarak harekete geçer. İnsanlar, kendi se­
çimleri ya da alışkanlıkları sayesinde elde ettikleri çeşitli seviye­
lerdeki başarılarla, bu ifadeleri gizlemeye çalışarak, engel olmayı
öğrenirler. Duygular sahte olmadıkça, harekete geçmeye başla­
dıklarında meydana gelen ilk ifadeler, bilinçli olarak seçilemez.
Yüz ifadesinde ikili bir sistem vardır - istemli ve istemsiz, çoğu
kez aynı anda yalanı ve doğruyu söyleme. Yüz hareketlerinin bu
kadar karmaşık, kafa karıştırıcı ve büyüleyici olmasının neden­
lerinden biri de budur. Bir sonraki bölümde istemli ve istemsiz
ifadeler arasındaki farkın sinir sistemi kökenini anlatacağım.

13 Nörologlar, devre sisteminin kendi ifadelerimize ait değişiklikleri ilgili bil­

gilerle birlikte sağladığından ya da etkilenen kaslara ve cilde aktarıp aktarma­


dığından emin değillerdir. Psikologlar insanların yüzlerinde beliren ifadeleri
ne derece iyi hissedebildikleri konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Çalışmalarım,
rahatl ıkla yaptığımız ifadeleri sezmediğimizi ve çoğu zaman yüzümüzdeki
duygulara fazla önem vermediğimizi ortaya çıkardı .

83
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Şüphelenen insanlar, vücuda ve sese normalde dikkat ettik­


lerinden daha fazla önem vermelidirler. Ses de yüz gibi beynin
duygularla ilgili bölümüne bağlıdır. Duygular harekete geçtiğin­
de seste meydana gelen bazı değişiklikleri gizlemek oldukça zor­
dur. Bir yalancının başkalarının kendini nasıl duyduğunu kontrol
etmesi için gerekli olan ses çıkış tarzının verdiği geri bildirimde
seslerin işitilişi, muhtemelen sözcüklerde olduğu kadar iyi değil­
dir. İnsanlar ilk olarak kendi ses kayıtlarını dinlediklerinde şaşı­
rırlar, çünkü kendi sesini duyma, kısmen kemik iletimi sayesinde
olur ve farklı duyulur.
Vücut da aldatma belirtileri ve sızıntı yönünden iyi bir kay­
naktır. Ses ve sözcüklerin aksine, vücut hareketlerinin çoğu bey­
nin duygularla ilgili bölümüne bağlı değildir. Vücut hareketlerini
kontrol etmenin ille de zor olması gerekmez. Bir insan, vücudu­
nun ne yaptığını hissedebilir ve çoğunlukla da bunu görebilir.
Vücut hareketlerini gizlemek, yüz hareketlerini ve sesteki deği­
şiklikleri gizlemekten çok daha kolaydır. Fakat insanların çoğu
bunu önemsemez. Çünkü böyle yapmanın gerekli olmadığını öğ­
renerek büyümüşlerdir. İnsanlar nadiren vücut hareketleri nede­
niyle sorumlu tutulurlar. Vücut hareketleri, önemsenmediği için
sızıntı yapar. Herkes söylenen sözleri değerlendirmekle ve yüze
bakmakla meşguldür.
Hepimiz kelimelerin yalan söyleyebildiğini bildiğimiz halde
araştırmalarım, insanların, kişileri sözlerine göre değerlendirdik­
lerini ve çoğunlukla da yanlış yönlendirildiklerini ortaya çıkardı .
Kullanılan sözcüklerin tamamıyla göz ardı edilmesini önermiyo­
rum. İnsanlar hem sızıntı hem de aldatma belirtilerine neden olan
konuşma hataları yapar. Kelimelerde hata yoksa bile, konuşma
tarzı ve sık sık bir yalanı ele veren ses, vücut ve yüz tarafından
açığa çıkanlar arasındaki çelişki bu görevi görür. Ancak yüzde,
vücutta ve seste oluşan aldatma belirtilerinin çoğu önemsenmez

84
Söuülılerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

ya da yanlış değerlendirilir. Bu bilgiyi, insanlardan kendilerine


izletilen videolarda gördükleri kişiler hakkında yorumda bulun­
malarını istediğim bir dizi ataştırma sırasında elde ettim.
Bu kişilerden bazıları sadece yüzü, bazıları sadece vücudu
izledi ve bir kısmı da sesi bozmayan fakat konuşulan kelimele­
ri anlamsızlaştıran bir filtreden geçen konuşmaları dinledi, geri
kalanlar da ya konuşmaları dinledi ya da okudu. Herkes aynı in­
sanları görmüştü - film seyrettikleri sırada duygulan hakkında
doğru ya da yalan söyleyen hemşire öğrenciler. Samimi mülakat­
larda bu öğrencilere okyanusu gösteren hoş bir film izletildiğini
ve duygularını dürüstçe söyleme talimatı verildiğini hatırlayın.
Aldatıcı mülakatlarda ise korkunç tıbbi sahneler izletilmiş ve
bu sefer de mülakatçıyı çiçekler gösteren bir başka güzel film
izlediklerine inandırma talimatı verilmişti. Mülakatı yapan kişi,
hemşirelerin hangi filmi izlediklerini göremiyordu. Deneyimizde
başarılı olmak, öğrenciler için çok önemli olduğundan mülakatı
yapan kişiyi kandırmak için ellerinden geleni yaptılar. Yaptığı­
mız deneylerin, bir ameliyat odasında ya da acil serviste verecek­
leri duygusal tepkileri en iyi şekilde nasıl kontrol edebilecekleri­
ni test ettiğine inanıyorlardı.
Bu öğrencilerin ne zaman yalan söylediklerini insanların ne
kadar iyi belirlediğine dair yaptığımız çalışmalarda, sadece hangi
kaynağın -yüz, vücut, ses ya da sözcükler- daha güvenilir oldu­
ğuyla değil, aynı zamanda şüphelenen insanların, aldatılacağını
düşünmeyen insanlardan daha iyi aynın yapıp yapamayacakla­
nyla da ilgileniyorduk. Aynca videoları izlemeleri ve dinlemeleri
için insanları iki gruba ayırdık. Gruplardan birini yorumda bulu­
nacakları kişiler hakkında bazı şeyler söyleyerek şüphelendirdik,
diğer grubu ise şüphelendirmemeye çalıştık. Şüphelenmeyen
gruba yapılan deney hakkında hiçbir şey söylenmedi, herhangi
bir yalan ve aldatma ihtimalinden bahsedilmedi. Sadece, bazı

85
Ne Düşündüğünü Biliyorum

insanların izledikleri filmler hakkında yaptıkları konuşmaları ve


görüntüleri izleyecekleri söylendi. Şüphelenmelerine mahal ver­
memek için değerlendirmelerini samimiyet, dışa dönüklük, haki­
miyet, gariplik, sakinlik ve bunun gibi şeyler üzerinde yapacak­
larını, aynca dürüstlükle ilgili uzun bir liste hazırlayacaklarını
söyleyerek amacımızı sakladık.
Birkaç hemşire öğrencinin çok beceriksizce yalan söylemesine
ve kolayca belirlenmesine rağmen, pek çok öğrenci şüphe etme­
yen kişileri yanılttı. Yalnız yüze bakıp konuşulanları dinleyenler,
en kötü işi çıkardılar: Hemşire öğrencilere, gerçekte yalan söyle­
dikleri sırada daha dürüst gözüyle baktılar. Şüphelenen kişiler de
farklı bir sonuç elde edemedi. Bu yorumculara, hemşire öğrenci­
lere verilen tüm talimatlar söylenmişti, aynca izledikleri kişilerin
doğru ya da yalan söyleyebilecekleri de anlatılmıştı. Kendilerin­
den sadece tek bir karar vermeleri istenmişti - dürüstlük ya da ya­
lancılık. Çok azı, hangisinin hangisi olduğunu şans eseri bilme ih­
timalinden daha iyi bir derece elde etti. Vücudu izleyenler en iyi işi
çıkardılar ancak şans eseri bilme ihtimali yüzde elli iken, onların
yargılarındaki doğruluk oranı da sadece yüzde altmış beş kadar­
dı . Çok az kişi doğru bir şekilde yalancıların yüzde seksen beşini
teşhis etmişti. Bu yanlış yapmamaya özen gösteren yorumcuların
bir kısmı, uzman klinisyen olarak isim yapmış oldukça tecrübeli
psikoterapistlerdi. Diğerleri ise farklı mesleklerle meşgul olan ola­
ğanüstü dikkatli insanlardı. 14
Her zaman bu şekilde yanlış yönlendirileceğiz diye bir kural
yoktur. Bu ve bir sonraki bölümde neler olduğunu bilen insanlar,

1• Pek çok araştırmac ı , bir bireyi insanları değerlendirme konusunda neyin daha
iyi ya da daha kötü yaptığını belirlemek için çeşitli girişimlerde bulundu . Ancak
fazla ilerleme sağlanamadı . Bu araştırmayı gözden geçirmek için , İnsan Yüzün­
deki Duygular kitabında, ed. Paul Ekman (New York: Cambridge Ü niversitesi
Yayınevi, 1 982) , "Yüzdeki Duygu İ fadelerini Anlama Kabiliyetini Ö lçme ,"
Maureen O ' Sullivan ' a bakınız.

86
Sözcülılerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

yalan söyleyen hemşireleri değerlendirirken, en deneyimli psiko­


terapistler kadar başarı gösterdiler. Aldatma belirtilerinin bazıları
öğrenilebilir. Yalana duygular dahilse ve de yalancı bir psikopat,
doğuştan yalancı ya da devamlı yalan söyleyen biri değilse, yalan
avcısının şansı daha fazladır. Üç hedef vardır: Bir yalancıyı daha
sık belirlemek, doğru söyleyenlere karşı daha az önyargıda bu­
lunmak ve en önemlisi her ikisini de yapmanın ne zaman milin­
kün olmadığını bilmek.

Sözcükler
Şaşırtıcı bir şekilde pek çok yalancı dikkatsizlikleri nedeniyle
kullandıkları sözcükler yüzünden yakayı ele verir. Söyledikleri
şeyi kapatamadıklarından ya da deneyip başarısız olduklarından
değil, dikkatli bir şekilde yalan söylemeyi ihmal ettikleri için ya­
kalanırlar. B ir yönetim bilimleri firma yöneticisi, bir adamın aynı
yıl içinde acentelerine farklı isimlerle iki kez başvuru yaptığın­
dan bahseder. Adama hangi isimle çağrılmayı istediği soruldu­
ğunda, "Kendini ilk olarak Leslie D' Ainter olarak tanıtan fakat
daha sonra adını Ester Dainter olarak değiştiren adam, hiçbir ay­
rıntıyı atlamadan yalan söylemeye devam etti. İ lk ismi Leslie 'yi
kulağa çok fazla kadınsı geldiği ve soy ismini de daha rahat telaf­
fuz edilmesi için değiştirdiğini söyledi. Ancak onu asıl ele veren
referanslarıydı. Üç tane göz alıcı tavsiye mektubu vardı. Ancak
bu üç ' işveren' aynı kelimeyi aynı şekilde yanlış yazmıştı ."

En dikkatli yalancılar bile, Sigmund Freud'un ilk kez "ağız­


dan kaçırma" olarak tanımladığı olay nedeniyle kendilerini ele
verebilirler. Günlük Yaşamın Psikopatolojisi kitabında Freud, bi­
linen isimleri unutma, ağızdan kaçırma, yazarken ve okurken yan­
lışlıklar yapma gibi gündelik yaşamda meydana gelen hataların,
neden sadece bir kaza olmayıp psikiyatrik içsel çatışmaya işaret

87
Ne Düşündüğünü Biliyorum

eden anlamlı olaylar olduğunu anlatmıştır. Freud ağızdan kaçırma


için, "Bir insanın söylemek istemediği bir şey: Kendini ele ver­
me biçimlerinden biri haline gelir" der. Freud aldatma olaylarıyla
spesifik olarak ilgili değildi ama verdiği örneklerden biri, bir yala­
nı açığa çıkaran bir ağızdan kaçırma olayıdır. Aşağıdaki örnekte,
Freud'un eski ve bilinen hayranı Dr. Brill ' in başından geçen bir
olay anlatılmaktadır.

Bir akşam Dr. Frink ' le beraber yürüyüşe çıkmıştık ve New


York Psikanaliz Cemiyeti ' nin bazı meselelerini müzakere edi­
yorduk. Yıllardır görmediğim ve özel yaşamına dair hiçbir şey
bilmediğim bir meslektaşım Dr. R ile yolda rastlaştık. Tekrar kar­
şılaştığımız için çok memnun olmuştuk ve benim davetim üzeri­
ne, hararetle konuşarak yaklaşık iki saat geçireceğimiz bir kafeye
kadar bizimle geldi. Benim hakkımda bazı şeyler biliyor gibiy­
di ; standart selamlaşmaların ardından, bana küçük çocuğumun
nasıl olduğunu sordu ve müşterek bir arkadaştan zaman zaman
benimle ilgili bilgiler aldığını, medikal dergilerdeki yazılarımı
okuduktan sonra çalışmalarıma ilgi duymaya başladığını söyle­
di. Evlenip evlenmediğine dair sorduğum bir soruya negatif bir
cevap verdi ve ekledi : "Benim gibi bir adam neden evlensin ki?"

Kafeden ayrılırken, aniden bana dönüp dedi ki : "Şöyle bir du­


rumda ne yapardınız merak ettim: Bir boşanma davasında zina
edilen kişi olarak gösterilen bir hemşire tanıyorum. Davacı ka­
dın, hem kocasına boşanma davası açtı hem de hemşireyi zina
edilen kişi olarak gösterdi ve adam davayı kazandı ." Sözünü
keserek "Herhalde kadın davayı kazandı demek istediniz?" diye
belirttim. Yaptığı yanlışı hemen düzelterek: "Ah evet, tabii ki,
kadın davayı kazandı . " Daha sonra hemşirenin, boşanma işlem­
lerinden ve içkiye alıştığı için çıkan skandaldan nasıl etkilenip
asabileştiği vs. gibi şeylerden bahsetmeye devam etti ve bana ona
nasıl davranması gerektiğini sordu.

88
SözcüJılerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

Onun hatasını düzeltir düzeltmez bana bu durumu açıklaması­


nı istedim ancak her zamanki şaşkınlık içeren cevaplardan birini
aldım: Kimsenin ağzından bir şey kaçırma hakkı yok muydu? Bu
sadece bir kazaydı, arkasında hiçbir sebep yoktu falan filan. Ben
konuşmada yapılan her hatanın bir nedeni olmalı, diye cevap ver­
dim. Bu durum, onun hikayenin başkahramanı olduğunu zannet­

meme sebep olabileceğinden, bana daha evvel evli olduğunu söy­


lememişti; şu halde, yapılan hataya, karısını kaybetmek istemeyi­
şinden çok davayı kazanma isteğinin neden olduğu söylenebilirdi.
Böylece (Medeni Kanun'a göre) nafaka vermekten kurtulacak ve
New York Eyaleti 'nde tekrar evlenebilecekti. Varsayımlarımı sert
bir şekilde yalanladı fakat bu sözlere eşlik eden duygusal tepkiler­
deki aşırılık, bir kahkahanın ardından gösterdiği endişe belirtileri,
sadece şüphelerimi artırdı. Ben itiraz ettiğim için bilimsel menfa­
atler adına, doğruyu söylemeliydi ve cevap verdi. "Yalan söyle­
memi istemiyorsanız, hiçbir zaman evlenmediğime inanmalısınız,
bu yüzden psiko-analitik yorumunuz yanlış." Yine bir insanın her
söylenen saçmalığı ciddiye almasının kesinlikle tehlikeli olduğunu
da sözlerine ekledi.
Dr. Frink ve ben hala onun ağzından kaçırdığı şey hakkında
yaptığım değerlendirmenin doğru olduğuna inanıyorduk ve ben
daha sonraki araştırmalarım için bunun doğru ya da yanlış olup
olmadığını bulmaya karar verdim. Birkaç gün sonra, yaptığım
tahminleri doğrulayabilecek bilgiye sahip bir komşuyu ziyaret
ettim; Dr. R'nin eski bir arkadaşıydı. Boşanma işlemleri birkaç
hafta önce başlamıştı ve hemşire, zina edilen kişi olarak davaya
çağınlmıştı.
Freud şöyle diyordu: "Konuşmacının söylemek istediği şeyi
gizlemesi, ağızdan kaçırma olayının gerçekleşmesinde kaçınıl­
maz bir durumdur. Eğer konuşan kişi yalan söylüyorsa, bu
"

baskı bilinçli olabilir. Fakat Freud daha çok konuşan kişinin bu

89
Ne Düşündüğünü Biliyorum

baskıdan haberdar olmadığı olaylarla ilgileniyordu. Ağızdan


kaçırma olayı gerçekleşir gerçekleşmez konuşan kişi neyin bas­
kılandığını anlayabilir veya böyle bir durumda bile bu baskının
farkında olmayabilir.
Yalan avcısı uyanık olmalıdır, ağızdan kaçan her şeyi aldat­
ma belirtisi olarak görmemelidir. Genellikle ağızdan kaçan şeye
anlam kazandıran, olayın geçtiği çevre ve şartlar, bu olayın bir
yalanı işaret edip etmediğini anlamaya yardım eder. Aynı zaman­
da yalan avcısı, bir insanı sadece ağzından hiçbir şey kaçırmadığı
için dürüst olarak görme yanılgısına da düşmemelidir. Pek çok
yalanda ağızdan kaçırma olayı bulunmaz. Freud ağızdan kaçırma
olayının neden yalanların çoğunu değil de sadece bazılarını orta­
ya çıkardığını açıklamamıştır. Bu durum ağızdan kaçırma olayı­
nın, yalancı, yalan nedeniyle bir suçluluk duygusu hissettiği için
yakalanmak istediğinde ortaya çıktığını düşünmeye itiyor. Şüp­
hesiz Dr. R saygın meslektaşlarına yalan söylerken aldatma suç­
luluğu hissetmişti . Ancak neden sadece belirli yalanların ağızdan
kaçırma yoluyla ortaya çıktığını açıklamak amacıyla yapılan hiç­
bir çalışma -hatta çok daha kurgusal olarak- yoktur.
Sayıp sövme, yalancıların kendilerini ele vermelerine neden
olan üçüncü sebeptir. Sayıp sövme, ağızdan kaçırma eyleminden
farklıdır. Konuşma hataları bir ya da iki kelimeden fazladır. Bil­
gi ağızdan istemsiz olarak çıkmaz, adeta dışarı dökülür. Yalancı
hissettiği duygular nedeniyle, açığa vurduğu şeylerin daha sonra
başına açacağı işlerden habersiz kendinden geçer. Eğer yalancı
sakinliğini koruyabilirse, çoğunlukla sonradan kendine zarar ve­
rebilecek bu bilgileri dışarı vermez. Bunaltıcı duyguların -öfke,
korku, dehşet, üzüntü- ağırlığı yalancının dışarıya bilgi aktarma­
sına sebep olur.
Tom Brokaw, NBC TV'de "Today Show"un sunucusu oldu­
ğu zamanlarda, dördüncü bir aldatma belirtisi kaynağından balı-

90
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

setler. " İ nsanlardan elde ettiğim aldatma ipuçlarının çoğunluğu


fiziksel değil sözlüydü. Bir insanın yalan söyleyip söylemediği­
ni anlamak için yüzüne bakmam. Peşinde olduğum şey, karışık
cevaplar ve entelektüel mazeretlerdir." Aldatma üzerine yapılan
birkaç çalışma Brokaw' ın önsezilerini doğrular niteliktedir. Bu
çalışmalar yalan söyleyen bazı insanların cevaplarında dolaylı
olduğunu, lafı ağızlarında dolandırdıklarını ve istenilenden daha
fazla bilgi verdiklerini ortaya çıkarmıştır. Başka çalışmalar ise
bunun tam aksini göstermektedir: Pek çok insan, kaçamak ve
dolaylı cevap verme konusunda çok beceriklidir. 15 Tom Brokaw
bu yalancıları kaçırmış olmalı. En ciddi tehlike, konuşmasında
kaçamak ve dolaylı cevap verdi diye doğru söyleyen birini yan­
lış değerlendirmektir. Az da olsa bazı insanlar daima bu şekilde
konuşur. Onlar için bu bir yalan söyleme işareti değildir. Sadece
kendi tarzlarıdır. İ şe yarar bir aldatma belirtisi, bazı insanların
günlük hayatlarındaki davranışların sıradan bir parçası olabilir.
Böyle insanları yanlış değerlendirme durumunu, Brokaw Teh-

" Deneylerin kendisi çok fazla güvenilir olmadığı için , aldatma üzerine yapılan
araştırma kitaplarındaki çelişkilerden ve bu durumdan ne anlam çıkarılacağı­
nı bilmek oldukça zordur. Tüm araştırmalar, riski çok az olan değersiz şeyler
için yalan söyleyen öğrencileri üzerinde yapıldı . Yalan üzerine yapılan pek çok
deney sadece hangi tür yalanları incelediklerine dair cüzi bir fikir verdi. Araş­
tırmaya tabi tutulan yalanlar, genellikle laboratuvar ortamında düzenlenmesi
kolay olduğu için tercih edilmişti . Ö rneğin, ya öğrencilerden ölüm cezası ve
kürtaj aleyhinde kendilerine ters gelen bir fikri inandırıcı bir şekilde eleştir­
meleri istendi ya da bir fotoğrafta kendilerine gösterilen kişiden hoşlanıp hoş­
lanmadıklarını söylemeleri ve daha sonra karşıt fikirdeymiş gibi davranmaları
istendi . Genellikle bu deneyler, yalancının hedefte ilişkisini ve bunun yalancı­
nın başarı elde etme çabalarını ne derece etkilediğini göz ardı etti . Genellikle
yalancı ve hedef tanıdık değildi ve daha sonra birbirlerini tekrar göreceklerini
düşünmelerine neden olacak herhangi bir sebep yoktu . Bazen de gerçek bir
hedef yoktu , onun yerine yalanc ı , yanlış yönlendirecek tarzda bir makineyle
konuşurdu . Bu deneyler için yakın zamanda yapılan ve çok da yeterli olmayan
eleştiri yazılan için, bkz. Deneysel Sosyal Psikolojide Gelişmeler, 1 4 . Bölüm ,
Miron Zuckerman , Bella M. Depaulo ve Robert Rosenthal , "Aldatmada Sözlü
ve Sözsüz İletişimler" (New York: Academic Press , 1 98 1 ) .

91
Ne Düşündüğünü Biliyorum

likesi diye adlandıracağım. Yalan avcısı, şüpheliyle tanıdık ya


da onun günlük hayatındaki davranış mizacına alışkın değilse
Brokaw Tehlikesi'ne karşı savunmasızdır. 5. Bölüm'de Brokaw
Tehlikesi 'nden korunma yollarını göstereceğim.
Araştırmalar, şu ana kadar sözlerdeki aldatma belirtileri ve sı­
zıntılarla ilgili daha farklı bir şey ortaya çıkarmadı. Daha fazlası­
nın bulunabileceğinden şüpheliyim. Daha önceden de bahsettiğim
gibi -dikkatsizce yapılan hatalar, ağızdan kaçırmalar, sayıp sövme
ve lafı ağızda dolandırma ya da dolaylı cevap verme gibi- hatalar
meydana gelse de aldatan kişinin kelimeleri gizlemesi ya da bir
şeyler uydurması çok kolaydır.

Ses
Ses sözcükler dışında, konuşma içindeki her şeye karşılık ge­
lir. Sesteki en belirgin aldatma belirtisi, yapılan duraksamalar­
dır. Duraksamalar çok uzun ya da sık olabilir. Konuşma kendine
döndüğü anda, konuşmaya başlarken tereddüt etmek, özellikle
de eğer kişi bir soruyu cevaplandınyorsa şüphe uyandırır. Aynı
şekilde konuşmanın devam ettiği süre içinde göze çarpacak ka­
dar sık verilen kısa duraksamalar da aynı etkiyi yapar. Konuşma
hataları da aldatma belirtisi olabilir. Buna kelime olmayan şeyler
de dahildir: "Oh", "Aaa" ve "Ha ! " gibi . "Ben, ben, ben demek
istedim ki gerçekten . . . " gibi yinelemeler ve "Ge-ger-çekten ho­
şuma gitti" gibi kısmen parçalanmış kelimeler.
Sesteki bu aldatma belirtileri -konuşma hataları ve duraksa­
malar- birbirleriyle bağıntılı iki nedenden meydana gelir. Yalan­
cı, daha önceden izleyeceği stratej iyi çalışmamış olabilir. Yalan
söylemeyi düşünmüyorsa ya da yalana hazırlıklı ama belirli bir
soruyu karşı hazırlıklı değilse, duraksayabilir ve konuşma hata­
ları yapabilir. Ancak aynı zamanda bu hatalar, stratej i çok iyi de

92
Söuülderden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

çalışılmış olsa meydana gelebilir. Y üksek yakalanma korkusu,


hazırlıklı bir yalancının yanılmasına ya da planını unutmasına
sebep olabilir. Y üksek yakalanma korkusu, iyi hazırlık yapma­
yan yalancıların yaptığı hataları da artırır. Sesinin ne kadar kötü
çıktığını duymak, yalancının yakalanma korkusunu artırabilir, bu
da duraksama ve konuşma hatalarının çoğalmasına neden olur.

Aldatmayı, aynı zamanda sesin tonu da ele verebilir. Pek çoğu­


muz ses tonunun bir insanın ne hissettiğini gösterdiğine inanırken,
bilim adanılan hala sesin güvenilir olamayacağı üzerinde çalışı­
yor. Memnuniyet ifade eden seslerle, memnuniyet ifade etmeyen
sesleri ayırt etmek için birkaç yol keşfetseler de hala ses tonunun,
hoş olmayan duyguların -sinir, korku, üzüntü, iğrenme ya da aşa­
ğılama- her birine göre değişip değişmediğini bilmiyorlar. Bu tarz
farklılıkların zaman içinde bulunacağına inanıyorum. Şimdilik, bi­
linen ve umut vadeden şeylerden bahsedeceğim.

Duygulara ait belgelenmiş en iyi ses belirtisi perdedir. Ü ze­


rinde çalışılan insanların yaklaşık yüzde yetmişinde, deneğin
morali bozulduğunda ses perdesi yükseliyor. Muhtemelen bu du­
rum daha çok moral bozan duygu, korku ya da öfke olduğunda

daha bir geçerlidir. Ü züntü ve acıyla ses perdesinin düştüğüne


dair bazı bulgular bulunmakla birlikte bunlar tam olarak kesinlik
taşımamaktadır. Bilim adanılan heyecan, üzüntü, bıkkınlık ya da
aşağılama duygularının ses perdesi üzerinde bir etkisi olup ol­
madığını henüz ortaya çıkaramadılar. Duyguların neden olduğu
diğer belirtiler de henüz tam olarak kanıtlanamadı ancak ümit va­
dediyor; öfke ve sinirle daha gür ve hızlı konuşma, üzüntüyle bir­
likte daha yavaş ve yumuşak konuşma gibi. Nefes alıp vermeye
bağlı değişimlerin, farklı frekans bantlarında enerji spektrumlan­
nın, ses kirişinin ve ses kalitesinin farklı yönlerden ölçülebilmesi
için büyük ilerlemelerin gerçekleşmesi bekleniyor.

Seste, duyguların yol açtığı değişikliklerin saklanması kolay

93
Ne Düşündüğünü Biliyorum

değildir. Eğer yalan özellikle konuşma anında hissedilen bir duy­


guyla ilgiliyse, o zaman sızıntı yapma ihtimali daha yüksektir.
Eğer yalanın amacı hissedilen korku ya da öfkeyi gizlemekse,
konuşma tonu normalden daha yüksek ve gür; konuşma hızı da
daha fazla olabilir. Sesin bunun aksi yönde değişikliğe uğraması,
yalancının saklamaya çalıştığı duygunun üzüntü duygusu oldu­
ğunu sızdırır.
Seslerin söyleniş tarzı, duyguların gizlenmeye çalışılmadığı
yalanları da belli edebilir. Yakalanma korkusu, seste korku iz­
lerine sebep olacaktır. Aldatma suçluluğu da aynı şekilde seste
üzüntü belirtilerinin oluşmasına sebep olabilir ancak bu sadece
bir tahmindir. Aldatma hazzının izole edilip ölçüm yapılıp ya­
pılamayacağı net değil. Heyecanın her çeşidinin, belli bir ses izi
olduğuna inanıyorum, ancak bu da ispatlanmayı bekleyen konu­
lar arasında.
Ö ğrenci hemşireler üzerinde yaptığımız deney, aldatma sıra­
sında ses perdesinde oluşan değişiklikleri belgeleyen ilk çalışma­
lardandı. Ses perdesinin aldatma sırasında yükseldiğini bulduk.
Bu durumun hemşireler korktuğu için meydana geldiğine ina­
nıyoruz. Bu şekilde hissetmelerine iki şey neden olmuştu. Riski
yükseltmek için mümkün olan her şeyi yapmıştık, bu nedenle ya­
kalanma korkusunu daha fazla hissettiler. Ve izledikleri korkunç
filmler bazı hemşireler üzerinde empatik bir korku oluşturdu.
Bu korkuların ikisi de azaltılsaydı bu sonuçları elde etmememiz
mümkün olmayabilirdi. Yaptığımız deneyi, sadece bu çalışmayı
bir deney olarak gören ve bu meslekten olmayan insanlar üzerin­
de yaptığımızı hayal edin. Onlar için risk taşımayan bir şey, ses
perdelerinde değişiklikler oluşturabilecek seviyede korkuya ne­
den olmayabilirdi. Ya da hemşire öğrencilere, muhtemelen kor­
kudan ziyade üzüntü duygularını harekete geçiren, bir çocuğun
ölümüyle ilgili bir film izlettiğimizi düşünün. Onların yakalanma

94
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

korkulan ses perdelerini yükseltmek için harekete geçerken, bu


tepki onların ses perdelerini düşüren üzüntü duygulan tarafından
etkisiz hale getirilebilirdi.
Yüksek ses perdesi, bir aldatma belirtisi değildir. Korku, öfke
ve muhtemelen heyecan duygusunun göstergesidir. Deneyleri­
mizde öğrencilerin çiçekler gösteren bir film karşısında mutlu
bir şekilde hoşnut hissettikleri iddialarının yalan olduğunu, bu
duygulardan kaynaklanan bir belirti ele vermişti. Sesteki herhan­
gi bir duygu izinin aldatma kanıtı olarak görülmesi tehlikelidir.
Kendisine inanılmayacağından korkan dürüst bir insanda bu kor­
kuyla, yalancı bir insanın yakalanma korkusu nedeniyle göster­
diği ses tonu yükselmesini aynı şekilde gösterebilir. Yalan avcı­
larının problemi, sadece yalancıların değil, aynı zamanda bazen
masum insanların da duygusal olarak hareketlenmesidir. Yalan
avcıları başka potansiyel aldatma belirtilerini değerlendirmeye
çalışırken bu problemin, kafalarını nasıl karıştırdığı bahsinde,
problemi Othello Hatası diye adlandıracağım. 5. Bölüm'de bu
hatadan, bir yalan avcısının nasıl korunacağını detaylarıyla ele
alacağım. Bu korunmayı sağlamak, ne yazık ki o kadar da kolay
değildir. Aldatmayı ortaya çıkaran ses değişiklikleri, aynı anda
daha önce konuşma hataları ve duraksamalarda bahsi geçen Bro­
kaw Tehlikesi 'ne (duygusal davranışlarda kişiye özel farklılık­
lar) karşı da savunmasızdır.
Bir duygunun seste bıraktığı iz, ses tonu gibi, her zaman bir
yalanı işaret etmez. Aynı şekilde sesteki duygu izi eksikliği de da­
ima doğru sözlü olunduğunu göstermez. Ulusal televizyonda ya­
yınlanan Senato Watergate Duruşmaları sırasında John Dean ' in
ifadesinin güvenilirliği kısmen sesindeki duygu eksikliğine -sesi
dikkat çekici bir şekilde sabitti- dayanılarak değerlendirilir. John
Dean, Başkan Nixon ' ın danışmanı, ifade verdiği sırada, Waterga­
te Demokratik Ulusal Komitesi genel merkezine gizlice girileli

95
Ne D1'jündüğünü Biliyorum

on iki ay olmuştur. Nixon nihayetinde bir ay önce yardımcıları­


nın Watergate soygununu örtbas etmeye çalıştığını kabul etmiş
ama bu konudan haberdar olduğunu yalanlamıştı.
Federal Yargıç John Sirica'nın sözleriyle: " Örtbas olayında­
ki küçük adamlar, ekseriyetle birbirlerinin ifadeleri neticesinde
tuzağa düşmüştü. Belirlenmesi gereken şey, zirvedeki insanların
gerçekten suçlu mu yoksa masum mu olduklarıydı. Bu sorunun
kalbinde ise Dean ' in verdiği ifade yatıyordu. Dean, (Senatoya
verdiği ifadede) Nixon'a [Watergate soygunu] davacıları sustur­
manın milyon dolarlara mal olacağını söylediğini ve Nixon ' ın da
buna karşılık paranın bulunabileceği cevabını verdiğini iddia etti.
Şaşırmak yok, itiraz yok, hakaret yok. Bu, Dean ' in verdiği en
sansasyonel bilgiydi. Davacılara yapılacak ödemeleri, Nixon 'ın
doğrudan onayladığını iddia ediyordu."
Bir sonraki gün Beyaz Saray, Dean 'in iddialarını reddetti. Beş
yıl sonra basılan otobiyografisinde Nixon şöyle diyordu: "Wa­
tergate konusunda Dean ' in verdiği ifadede, doğrularla yanlışla­
rın sanatsal bir karışımını gördüm. Art niyet olmaksızın yanlış
anlamalar ve belirgin bilinçli saptırmalar. Kendi rolünü hafif­
letme çabası içinde, örtbasla ilgili tüm bildiklerini ve düşünce­
lerini, başka kişilerin yaptığı ve söylediği şeyler gibi gösterdi."
O sıralarda Dean'in üzerindeki saldın çok daha fazla yoğundu.
Dean'in hapse girerse homoseksüeller tarafından saldırıya uğ­
rayacağı korkusuyla Başkana dil uzattığını ve yalan söylediğini
iddia eden hikayeler, söylentilere göre basına Beyaz Saray' dan
sızmıştı.
Dean'in sözüne karşı Nixon' ın sözüydü ve çok az kişi kesin
olarak kimin doğru söylediğini biliyordu. Yargıç Sirica, şüphe­
lerinden bahsederken, "Dean' in iddialarından şüphelendiğimi
belirtmeliyim. Onun örtbas olayında bir anahtar rolü üstlendiği
belliydi. Kaybedecek çok şeyi vardı. Bana o zamanlar, gerçeği

96
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

söylemekten çok başkanı da dahil ederek kendini kurtarmaya ça­


lışıyormuş gibi göıiindü," der.
Sirica, Dean ' in sesinin kendini nasıl etkilediğini tarif ederken
şöyle anlatır: "Beyanını okuduktan günler sonra komite üyeleri,
Dean'i, aleyhte sorularla topa tuttu . Fakat o, hikayesine sadık­
tı. Herhangi bir şekilde morali bozulmuş görünmüyordu. Sabit,
duygusuz ses tonu onu inandırıcı göstermişti." Diğer insanlara
göre, sabit sesle konuşan bir insan kendini kontrol ediyormuş
gibi göıiin ebilir ki bu da saklanacak bir şeyi var izlenimini uyan­
dırabilir. Dean ' in sabit sesini yanlış değerlendirmemek için, bu
ses tonunun onun karakteristik bir özelliği olup olmadığını bil­
mek gerekir.
Seste herhangi bir duygu izinin göıiilmemesi, düıiistlük bul­
gusunun olmazsa olmazı değildir; bazı insanlar hiçbir zaman
duygularını göstermez, en azından seslerinde. Ve hatta duygusal
insanların bile, belirli yalanlarda seslerinde duygu izi olmaz. Yar­
gıç Sirica, Brokaw Tehlikesi 'ne karşı savunmasızdır. Lafı ağız­
da dolandırmayı yalan söylemenin bir işareti olarak gören haber
spikeri Tom Brokaw'ı ve Brokaw ' ın, bazı insanlar her zaman
dolaylı konuştuğu için nasıl hata yapabileceğiyle ilgili anlattıkla­
rımı hatırlayın. Şimdi Yargıç Sirica tam tersi bir hataya düşüyor
olabilirdi - bazı insanların bunu her zaman yapabildiklerinden
habersizmiş gibi, bir insanı hiçbir aldatma belirtisi göstermiyor
diye düıiist olarak değerlendirme hatası.
Her iki hata da bireylerin duygularını ifade konusunda faklı­
lıklar göstermesi olayından ortaya çıkıyor. Yalan avcısı, şüphe­
linin genel duygusal davranış tarzını bilmedikçe hatalara karşı
savunmasızdır. Eğer güvenilir aldatma belirtileri olmasaydı, Bro­
kaw Tehlikesi de olmazdı. O zaman da yalan avcılarının işlerine
devam etmelerini gerektirecek hiçbir sebep kalmazdı. Keza eğer
davranışsa} belirtiler pek çok kişi için değil de, herkes için mü-

97
Ne Düşündüğünü Biliyorum

kemmel bir şekilde itimat edilebilir olsaydı, Brokaw Tehlikesi


diye bir şey olmazdı. Hiçbir aldatma belirtisi tüm insanlar için
güvenilir olamaz, buna rağmen pek çok insanı değerlendirme
konusunda tek başlarına ya da birlikte, yalan avcısına yardımcı
olurlar. Sadece John Dean'in eşi, arkadaşları veya iş arkadaşları,
onun kendi sesini olağanüstü bir şekilde kontrol edip edemediği­
ni ya da diğer pek çok insan gibi, duygularının genellikle sesinde
hissedilip hissedilmediğini söyleyebilirdi . Yargıç Sirica' nın Dean
ile önceden bir tanışıklığının olmaması, onu Brokaw Tehlikesi 'ne
karşı korunmazsız bırakıyordu.
Dean'in sabit sesle verdiği ifade bize bir başka ders daha ve­
riyor. Bir yalan avcısı, şüphelendiği kişinin üstün yetenekli bir
oyuncu olma ihtimalini daima göz önünde bulundurmalıdır, böyle
bir kişi davranışlarına öyle hakimdir ki yalan söyleyip söyleme­
diğini belirlemek imkansızdır. Kendi hesabına göre, John Dean
çok yetenekli bir icracıydı. Yargıç Sirica ve diğerlerinin, davra­
nışlarını nasıl değerlendireceklerini önceden biliyor gibi görünü­
yordu. İ fade verirken nasıl hareket edeceğini hesapladığı sırada
aşağıdaki düşünceleri nakleder: "Vereceğim . . . ifadede aşırı dra­
matik ya da fazla öfkeli görünmek çok basit olurdu. İ fademi çok
sakin bir şekilde, olabildiğince soğuk ve duygusuzca okumaya,
sorulara da aynı şekilde cevap vermeye . . . karar verdim. İnsan­
lar doğru söyleyen birinin, o konuda sakin olacağını düşünmeye
meyillidirler." İ fadesini verdikten sonra, çapraz sorgulama baş­
ladığında Dean oldukça duygusallaştığından bahseder. "Başka­
nın gücü karşısında çaresiz ve yalnız hissettiğimi, heyecandan
konuşamadığımı biliyordum. Bu durumu derin bir nefes alarak
düşünüyormuşum gibi göstererek kapatmaya çalıştım; kontrolü­
mü kaybetmemek için mücadele veriyordum . . . Kendi kendime,
duygularını gösteremezsin dedim. Basın, erkeğe yakışmayan bir
zayıflık belirtisi diye bu durumun üstüne atlardı." Dean ' in per-

98
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

formansında başarılı ve davranışlarını kontrol etmekte çok ka­


biliyetli olması gerçeği ille de yalancı olduğu anlamına gelmez,
sadece diğer insanlar onun davranışlarını değerlendirirken bu
konuda dikkatli olmalıdır. Aslında sonradan ortaya çıkan deliller
Dean'in ifadesinin büyük bölümünün doğru olduğu izlenimini
veriyordu ki Nixon, Dean ' in aksine yalan söylemekte o kadar da
yetenekli değildi.
Ses konusunu bitirmeden hesaba katılması gereken son nok­
ta, yalanı otomatik olarak ve doğru bir şekilde belirleyen maki­
neler olduğu iddiasıdır. Bunlara, Psikolojik Stres Ölçüm Cihazı
(PSE), İz il Ses Analizatörü, Ses Stres Analizatörü, Psikolojik
Stres Analizatörü (PSA), The Hagoth ve Ses Stres Monitörü da­
hildir. Bu aletlerin üreticileri, telefondan bile yalan söylendiğini
belirleyebileceklerini iddia ederler. Tabii, isimlerinden de anla­
şılacağı üzere, aslında yalan söylemeyi değil stresi fark edebi­
liyorlar. Yalanı tek başına belirleyen bir ses izi yoktur, sadece
negatif duygular fark edilebilir. Böyle oldukça pahalı aletlerin
üreticileri, morali bozulmuş masum kişileri yargılama ve nega­
tif bir duygu hissetmeyen bir yalancıyı elden kaçırma hakkında
kullanıcıyı uyarmada çok açık konuşmazlar. Ses konusunda uz­
manlaşan bilim adamlarıyla yalan belirlemede kullanılan diğer
teknikler üzerinde uzmanlaşan bilim adanılan, yalan belirlemede
bu makinelerin şans eseri b.i lme ihtimalinden daha iyisini yapa­
madığını ve hatta bir insanın moralinin bozuk olup olmadığını
belirleme gibi daha basit bir görevi bile yerine getiremediğini
buldular. Ama yine de bu satıştan etkilemiş gibi görünmüyor.
Yalanları belirlemede sade, kesin bir yol daha çok ilgi çekiyor.

99
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Vücut
En az yirmi beş yıl kadar önceki öğrencilik yıllarımda yapılan
bir deneyde, tek yönlü vücut hareketlerinin gizlenen hisleri dışarı
sızdırdıklarını öğrendim. O zamanlar vücut hareketlerinin, kişili­
ği ve duygulan yansıtıp yansıtmadığı konusunda bilimsel kanıtlar
fazla değildi. Birkaç psikoterapist bu yönde düşünüyordu fakat o
sıralar akademik psikoloj iye aday gösterilen davranış bilimcileri
tarafından kanıtlanmamış anekdotlar olarak reddedildi. 1 9 1 4 'ten
1 954 'e kadar vücut dilinin duygular ve kişilik hakkında, doğru
bilgiler sağlayabileceği iddialarını desteklemek amacıyla yapılan
pek çok çalışma başarısızlığa uğradı. Akademik psikoloji, bilim­
sel araştırmaların bu ilme yabancı olan insanların duygulan ve
kişilikleri, vücuttan ve yüzden anlayabileceği inancını bir söy­
lenti olarak gösterdiği için gurur duyuyordu. Vücut hareketleri
hakkında yazmaya devam eden az sayıda toplum bilimci ve tera­
pist, ESP ve grafoloji (yazıbilim) ile ilgilenen kişiler gibi, şarla­
tan, toy ve yanın akıllı insanlar olarak görüldüler.
Bu olayın gerçekte böyle olduğuna inanamıyordum. Grup
terapi seansları sırasında vücut hareketlerine bakarak, kimin ne
hakkında üzüldüğünü söyleyebileceğime ikna olmuştum. Birinci
yıl mezunu bir öğrencinin tüm iyimserliği ile akademik psiko­
loj inin sözlü olmayan davranışlar üzerine bakışında bir değişim
gerçekleştirmek için yola koyuldum. Bir insanın stres altına
girdiği zaman, davranışlarının değiştiğini kanıtlamak amacıy­
la bir düzenek hazırladım. Ö ğrenci arkadaşlarıma, hepimizin
çok hassas olduğunu bildiğim konularda sorular sorma şeklin­
de tasarladığım bu planı uygulama konusunda benimle hemfikir
olan kıdemli hocam, stres hakkında akıl aldığım kişiydi. Gizli
kamera onların davranışlarını kaydederken, profesör, yeni yeti­
şip gelmekte olan bu psikologlara, eğitimlerini bitirdikten sonra

100
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

ne yapmayı planladıklarını soruyordu. Araştırma yapmak iste­


yen öğrenciler, laboratuvarda saklanmak ve akıl hastalığından
mustarip insanlara yardım etme sorumluluğundan kaytarmaya
çalışmakla suçlanıyorlardı . Psikoterapide deneyim kazanarak
hastalara yardım etmeyi planlayan öğrenciler ise sadece para ka­
zanmayı istemek ve akıl hastalıklarını tedavi edebilecek ilaçlan
geliştirme sorumluluğundan kaçmakla tenkit ediliyorlardı. Ay­
nca kendilerine daha önce hiç psikoterapi alıp almadıkları so­
ruldu. Evet diyenlere, kendileri hastayken diğer hastalara nasıl
yardım etmeyi umdukları soruldu. Psikoterapi almayanlar ise, bu
olayı önce kendileri yaşamadan, başkalarına yardım etmeye ça­
lışmakla suçlandılar. Kazanmanın hiçbir yolu yoktu. İşleri daha
da karıştırmak için, profesörden hiçbir öğrenciye, onun iğneleyi­
ci konuşmalarını cevaplayacak kadar zaman tanımayıp sözlerini
kesmelerini istedim.
Bu moral bozucu deneyde bana yardım etmek için gönüllü
olan öğrenciler, okul arkadaşlarımızdı. Bunun bir araştırma mü­
lakatı olduğunu ve stresin de buna dahil olabileceğini biliyorlar­
dı. Ancak deney başlar başlamaz bildikleri, onların işini fazla ko­
laylaştırmadı. Şu an mantıksızca hareket eden profesörün, bu de­
neyin dışında onlar üzerinde büyük bir hükmü vardı. Profesörün
düşünceleri, onların mezuniyetleri ve hangi işi seçeceklerini be­
lirleyen iyi tavsiye mektupları açısından hayati önem taşıyordu.
Birkaç dakika sonra öğrenciler bocalamaya başladı. Gitmekten
ve kendilerini savunmaktan aciz, engelledikleri öfkeyle dolup ta­
şarken, konuşmaları suskunluğa ve anlaşılmaz homurdanmalara
dönüşmüştü. Profesöre kendilerine verilen beş dakika bitmeden
önce, öğrencilere stresi bu denli güzel bir şekilde kaldırdıkları
için tebrik edip ne yaptığını ve neden yaptığını onlara açıklaya­
rak sıkıntılarını sona erdirme talimatı verdim.
Tek yönlü bir aynadan onları seyrediyordum ve vücut hare-

101
Ne Düşündüğünü Biliyorum

kederini aralıksız olarak kaydetmek için bir kamera kullandım.


İlk mülakatta gördüğüm şeye inanamadım. Üçüncü eleştiriden .
sonra öğrenci, profesöre el hareketi çekiyordu ! Kız öğrenci par­
mağını yaklaşık bir dakika boyunca o şekilde tuttu. Ancak bala
sinirli görünmüyordu ve profesör bunu görmemiş gibi davranı­
yordu. Mülakat bitince içeriye daldım. Her ikisi de uydurduğumu
söyledi. Kız sinirlendiğini kabul ediyor ama hareketi yaptığını
reddediyordu. Profesör böyle müstehcen bir hareket gözünden
kaçmayacağı için hayal etmiş olabileceğim konusunda hemfi­
kirdi. Filmi tab ettiğimde, kanıtım karşımda öylece duruyordu.
Bu hareketsel kayma, parmak hareketi, bilinçaltı bir hissi ifade
etmiyordu. Sinirli olduğunun farkındaydı, fakat bu duyguların
gösterimi bilinçli değildi . Profesöre hareket çektiğinin farkında
değildi. Sadece istemli olarak saklamaya çalıştığı hisler, dışarı
sızmıştı .
On beş yıl sonra, hemşirelerin korkunç tıbbi filmlere olan
tepkilerini gizlemeye çalıştıkları deneyde, aynı tarzda sözlü ol­
mayan bir sızıntı, bir hareketsel kayma gördüm. Bu sefer kay­
ma bir parmak hareketi değil, omuz silkmesiydi. Mülakatı yapan
kişi, "Daha izlemek istiyor musunuz?" ya da "Bu filmi küçük bir
çocuğun izlemesine izin verir misiniz?" sorularını sorduğunda,
hemşire öğrenciler art arda, küçük bir omuz silkmesiyle yalanla­
rını ele veriyorlardı.

102
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

\
Resim 1

Omuz silkme ve parmak gösterme, insanların kullandığı diğer


tüm hareketlerden ayırmak amacıyla simge olarak adlandırılan
hareketlere iki örnektir. Simgelerin, her kültür içinde herkes ta­
rafından bilinen kesin tanımları vardır. Herkes parmak gösterme­
nin "defol git" ya da "git işine", omuz silkmenin "bilmiyorum",
"elimden bir şey gelmez" ya da "ne fark eder ki?" anlamına geldi­
ğini bilir. Diğer hareketlerin pek çoğunun böyle kesin bir tanımı
yoktur, anlamlan belirsizdir. Kelimeler olmadan pek çok hareket
bir şey ifade etmez. Ama bu, işaretler için geçerli değildir - bir
kelimenin yerine ya da kelimelerin kullanılmadığı durumlarda
kullanılabilir. Bugün Amerika Birleşik Devletleri 'nde ortak ola­
rak kullanılan altmış tane simge (işaret) vardır (Her ülkenin ya
da genellikle o ülke içindeki bölgelerin simge dağarcıkları farklı-

103
Ne Düşündüğünü Biliyorum

dır). Diğer bilinen simge örnekleri, evet anlamında kafa sallama,


hayır anlamında kafa silkme, gel anlamında el etme, merhaba/
güle güle anlamında el sallama, ayıp sana anlamında parmak par­
mak üstüne atma, daha yüksek ses çıkarılmasını isteme anlamın­
da eli kulağa götürme, otostop işareti yapma vs.
İşaretler genellikle bilinçli olarak yapılır. Bir işaret yapan in­
san ne yaptığının farkındadır. Bir mesaj vermeyi amaçlamaktadır.
Ama bu gibi durumlarda da istisnalar vardır. Ağızdan kaçırmada
olduğu gibi, vücut hareketlerinde de kaçmalar vardır - kişinin
gizlemeye çalıştığı şeyin bilgisini dışarıya sızdıran işaretler. Bir
işaretin, hata sonucu yapılıp yapılmadığını söylemenin iki yolu
vardır: Gizlenen bilgiyi açığa çıkarma ve bilinçli bir mesaj ol­
mama. İlki işaretin tamamının değil, bir kısmının yapılmasıdır.
Omuz silkme, tek başına iki omuzu kaldırarak ya da avuç içlerini
yukarı döndürerek veya kaşların kaldırmasını, göz kapaklarının
aşağıya indirilmesini ve dudakların büzülmesini gerektiren bir
yüz hareketi yaparak ya da tüm bu hareketleri kombine ederek
ve bazen de kafayı yana atarak yapılır. Bir simge sızıntı oluş­
turduğunda sadece tek bir unsur görülür ve hatta bu hareket ta­
mamlanmaz. Sadece bir omuz kalkabilir, o da çok fazla yukarıya
değil, yalnız alt dudak yukarı itilebilir ya da sadece avuç içleri
belli belirsiz yukarı döndürülebilir. Tam bir parmak simgesi için,
yalnız beş parmağın belirli bir şekilde dizilmesi yetmez, sık sık
el de aralıksız olarak ileri ve yukarıya kaldırılır. Parmak hareketi
bilinçli olmadığı ve sadece bir öğrencinin bastırılmış öfkesini dı­
şarı sızdırdığı sırada hareket bileşeni eksikti, sadece parmakların
dizilişi yerindeydi .
İşaretin bilinçli olarak değil kazara yapıldığını gösteren ikin­
ci ipucu ise her zamanki sunum noktasının dışında yapılmasıdır.
İşaretlerin çoğu kişinin tam önünde yapılır, göğüs ve boyun böl­
gesi arasında. Bir işaret, karşı tarafın sunum alanındaysa gözden

104
Sozcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

kaçması mümkün değildir. Bir sızıntı simgesi hiçbir zaman su­


num alanında yapılmaz. Stresle ilgili mülakatlarımızda öğrenci,
profesöre parmak hareketi yaptığı sırada el açığa çıkarılıp gös­
terilmemişti, aksine sunum alanının dışında öğrencinin dizinin
üzerinde duruyordu. Öğrenci hemşirelerle yapılan deneyde, aciz­
lik hislerini ve duygularını gizlemedeki yetersizliklerini dışarı
sızdıran omuz silkme hareketi, eller kucaklarında kalmaya de­
vam ederken avuç içlerinin hafif yukarı dönmesiydi. Eğer sim­
ge parçalara bölünmediyse ve sunum noktasının dışında değilse,
aldatan kişi neler olduğunu anlayabilir ve işareti sansürleyebilir.
Tabii ki sızıntı simgesini belirleyen bu özellikler -parçalara bö­
lünme ve sunum noktasının dışında olma- aynı zamanda diğer
insanların bunları fark etmesini de zorlaştırır. Yalancı bu sızıntı
simgelerini tekrar tekrar gösterebilir ve genellikle de ne kurban,
ne de yalancı bunu fark eder.
Her yalancının simgesel bir hata yapacağı garanti değildir.
Böyle yüzde yüz hedefi tutturan herhangi bir aldatma belirtisi
de yoktur. İnsanların yalan söylediklerinde, ne sıklıkta simgesel
kayma yaptıklarını hesap etmek için henüz çok az araştırma ya­
pılmıştır. Saldırgan profesöre maruz kalan beş öğrenciden ikisi,
simgesel bir hata yaptı . Ö ğrenci hemşirelerin yansından biraz
fazlası, yalan söylediklerinde simgesel bir hata yaptı. Neden bazı
insanların, diğerleri sahip olmadığı halde, bu sızıntı formuna sa­
hip olduğunu bilmiyorum. 1 6
Simgesel kaymalar, kişinin bir şeyleri açığa vermek istemedi­
ği mesaj ının gerçek bir göstergesi olarak görülebilir. Yorumlan­
maları, hem Brokaw Tehlikesi'ne ve hem de Othello Hatası'na

1• Maalesef, aldatma üzerine çalışan araştınnacılann hiçbiri simgesel kaymalar­

la ilgili bulgularımızı tekrar edip edemeyeceklerini görmek için kontrol etmedi .


Simgesel kaymalar vasıtasıyla elli yıl içinde sızıntı bularak tekrarlayabilecekle­
rine olur gözüyle bakıyorum.

105
Ne Düşündüğünü Biliyorum

karşı diğer çoğu aldatma belirtisine göre çok daha az saldırıya


açıktır. Bazı insanlar daima lafı ağzında dolaştırır tarzda konu­
şurlar fakat çok az insan devamlı olarak simgesel kayma yapar.
Konuşma hataları, sadece yalana dahil olan stresi değil, diğer pek
çok stres çeşidini de gösterebilir. Simge, daha çok kelimeler gibi
özellikli bir mesaj taşır, simgesel kaymalar genellikle o kadar
müphem değildir. Eğer kişi "defol git'', "delirdim'', "bunu demek
istememiştim" ya da "işte orada" -hepsi bir simge ile gösterile­
bilir- mesaj ını gönderiyorsa ne anlama geldiklerini anlamak o
kadar büyük bir problem olmayacaktır.
Bir yalan sırasında hangi simgenin kaçtığı, ne mesaj ının sız­
dığı, neyin gizlendiğine bağlıdır. Saldırgan profesörle yaptığım
deneyde yer alan öğrenciler, öfkelerini ve hakaret etme isteklerini
gizliyorlardı; bu nedenle simgesel kayma, bir el ve parmak hare­
ketiydi. Tıbbi eğitim filmi deneyinde öğrenci hemşireler sinirli
hissetmiyorlardı ancak pek çoğu duygularını yeterince gizleyeme­
dikleri hissine kapıldı. Ortaya çıkan simgesel kayma çaresizce bir
omuz silkmeydi. Hiçbir yetişkine simgesel dağarcığın öğretilme­
sine gerek yoktur. Herkes kendi kültüründe kullanılan simgeleri
bilir. İnsanların asıl öğrenmesi gereken şey, simgelerin yanlışlıkla
meydana geldiğidir. Yalan avcıları bu olasılığı göz önünde bulun­
durmadıkça, dikkatlerinden kaçabilecek simgesel hataları fark
edemeyeceklerdir, çünkü parçalar halinde ve sunum alanı dışında
olacaklardır.
Resim/eyiciler, aldatma belirtilerine neden olan bir başka vü­
cut hareketidir. Resimleyiciler sık sık simgelerle karıştırılır fakat
bu ikisini birbirinden ayırmak önemlidir. Bu iki çeşit vücut hare­
keti, insanlar yalan söylediğinde iki karşıt yönde değişim göste­
rebilir. Simgesel hatalar artarken, resimleyiciler genellikle azalır.
Resimleyiciler, konuşmaları konuşuldukları şekilde resimle­
dikleri için bu adı almışlardır. Bunu yapmanın birçok yolu vardır:

106
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

Daha çok şive yerleri ve vurguda olduğu gibi, vurgu bir kelime
ya da cümlede olabilir. Konuşmacı konuşmasına yön veriyormuş
gibidir ve düşünce akışı havada izlenebilir; eller, ne söylendiğini
abartabilir, tekrarlayan bir hareket yapabilir ya da havada bir re­
sim çizebilir. Kaşlarındaki ve göz kapaklarındaki hareketler sık
sık vurgu resimleyicileri oluşturur, aynı şekilde vücudun tümü
ya da üst beden de bunu yapabilir, ancak konuşmayı genellikle
eller resimler.
Resimleyicilerin, toplum içinde kabul görmesi aşağı yukarı bir­
kaç yüz yıl öncesine dayanır. Resimlemenin üst sınıfa ait işaretler
olduğunun düşünüldüğü ve bazen de görgüsüzlüğün bir nişanesi
olarak değerlendirildiği zamanlar olmuştur. Güzel ve etkili konuş­
ma üzerine yazılan kitaplar, resimleyicilerin, herkesin önünde ba­
şarılı bir konuşma yapmak için şart olduğunu gösteriyor.
Resimleyiciler alanında çığır açan bilimsel çalışma, yalan be­
lirleme konusunda kullanılabilecek işaretler bulmak için değil,
Nazi toplum bilimcilerinin iddialarını çürütmek için yapılmıştır.
Bu çalışmanın sonuçlan yalan avcılarının, resimleyicilerdeki ül­
kesel farklılıkları ayırt edememekten kaynaklanan hataları önle­
melerine yardımcı olabilir. l 930' larda, resimleyici kullanmanın
doğuştan geldiği ve Yahudilerle Çingeneler gibi "aşağılık millet­
lerin", hareketsel anlamda daha az samimi olan "üstün" Aryan­
lılarla karşılaştırıldığında daha fazla ve geniş çapta resimleyici
kullandığını iddia eden makaleler ortaya çıkmıştı. Ancak Alman­
İtalyan müttefiklerinin kullandıkları şaşaalı resimleyicilerden
bahseden kimse yoktu! David Efron antropolojist Franz Boas ile
Columbia Üniversitesi 'nde çalışan Arjantinli bir Yahudi, New
York'un doğusunda şehir merkezinde yaşayan insanların kullan­
dığı resimleyicileri araştırdı . Her ne kadar Yahudi Litvanyalı göç­
menler, resimleyicileri anlatımı vurgulamak ve düşünce akışını
izlemek amacıyla kullansa da Sicilya' dan gelen göçmenlerin re-

107
Ne Düşündüğünü Biliyorum

simleyicileri bir resim çizerken ya da bir hareketi canlandırırken


kullandıklarını ortaya çıkardı. Bu insanların Amerika' da doğmuş
karma okullara giden çocuklarında resimleyicilerin kullanılışı,
birinden ötekine farklılık göstermedi. Anne ve babası Sicilyalı
olanlar, Yahudi Litvanyalı ebeveynleri olanların kullandıklarına
benzer resimleyiciler kullanıyorlardı.
Efron, resimleyici stillerinin doğuştan değil, sonradan kaza­
nıldığını göstermişti. Farklı kültürlerden insanlar, yalnız farklı tip
resimleyiciler kullanmıyorlardı, aynı zamanda bazıları resimleyi­
cileri az kullanırken diğerleri daha fazla kullanıyordu. Aynı kültür
içinde bile, bireylerin normal hayatlarında kullandıkları resimle­
yici sayısı farklılıklar gösteriyordu. 1 7 Demek ki yalanı belirleyen
resimleyicilerin kesin sayıları ya da çeşitleri değildi. Bir kişi nor­
malden az resimleme yaptığında aldatma belirtisi, resimlemelerin
sayısındaki azalmadır. Bazı insanların resimlemeyi azaltmalarının,
yanlış yorumlanmaması için insanların neden resimleme yaptık­
larıyla ilgili daha pek çok şeyin açığa kavuşması gerekmektedir.
Önce insanların neden resimleme yaptıklarını bir düşünün.
Resimleyiciler, kelimelere dökülmesi zor olan düşünceleri açık­
lamada yardımcı olarak kullanılır. İnsanlardan sandalyeden ziya­
de bir zikzağı tarif etmeleri istendiğinde ya da meslek seçimlerini
anlatışlarına göre, postaneye nasıl gidileceğini tarif ettiklerinde,
resimleme kullanılma olasılığının daha fazla olduğunu gördük.
Resimleme, aynı zamanda konuşacak bir söz bulunamadığında
da kullanılır. Parmaklan şıklatmak ya da boşluğa uzanmak, ki­
şiye kelimeleri bulmaya yardım ediyormuş gibi görünür, sanki
kelimeler havada uçuyormuş da kişi resimleme hareketi sayesin-

17 Daha sık resimleme kullanan kültürlerden gelen mülteci aileler genellikle

çocuklarına elleriyle konuşmamayı öğretirler. Çocuklar, resimleme yaparlarsa


eski yurtlarından gelmiş gibi görünecekleri konusunda tembihlidirler. Resimle­
me yapmamak onları eski Amerikan soyuna, Kuzey Avrupalıya benzetir.

108
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendigini Tespit Etme

de onları yakalıyormuş gibi. Bu tarz kelime-arama resimlemeleri


en azından diğer kişiye bir arama yapıldığını ve birinci kişinin
söz hakkından vazgeçmediğini anlamasına vesile olur. Resimle­
melerin, mantıklı ve uyumlu konuşmalar için gerekli kelimelerin
bulunmasında, otomatik bir fonksiyonu olabilir. Resimlemeler,
konuşan kişi söylenen şeylere iştirak ettiğinde artış gösterir. İn­
sanlar öfkelendiklerinde, korktuklarında, altüst olduklarında,
üzüldüklerinde ya da heyecanla coştuklarında normalde yaptık­
larından daha fazla resimleme kullanmaya eğilimlidirler.
Şimdi böyle azalmaların ne zaman aldatma belirtisi olabile­
ceğine netlik kazandırmak için insanların normalde kullandıkla­
rından neden daha az resimleme yaptıklarını bir düşünelim. İ lk
neden, söylenen şeye katılımdaki duygu eksikliğidir. İnsanlar ko­
nunun dışında kaldıklarında, sıkıldıklarında, ilgilenmediklerinde
ya da oldukça üzgün olduklarında normalden daha az resimleme
yaparlar. İ lgiliymiş ya da hevesliymiş gibi görünmeye çalışan
kişiler, azalan resimlemelerin konuşmalarına eşlikte başarısız ol­
ması nedeniyle kendilerini ele verebilirler.
Resimlemeler, aynı zamanda kişinin tam olarak söyleyeceği
şeye karar veremediği durumlarda da azalma gösterir. Eğer bir
insan ağzından çıkmadan evvel her kelimenin ne anlama geldiği­
ni değerlendiriyor ve tartıyorsa, fazla resimleme kullanmaz. İ lk
ya da ikinci kez bir konuşma yapıldığında, ister bir konferans,
ister satış konuşması olsun, daha sonraki konuşmalarda kulla­
nılacağı kadar resimleme yapılmaz. Resimlemeler, konuşmaya
dikkat edildiğinde azalma gösterir. Bunun aldatmayla alakası
olmayabilir. Risk yüksek olduğu için konuşmaya dikkat edili­
yor olabilir: Bir patron üzerinde bırakılacak ilk izlenim, bir ödül
getirecek soruya cevap verme, daha önceden uzaktan tutkuyla
hayranlık beslenilen bir kimseyle yapılacak ilk konuşma gibi.
Kararsız olmak da söylenen şeye dikkat etmeye neden olabilir.

109
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Çekingen bir insan çok daha kazançlı bir iş teklifinin cazibesine


oldukça kapılmış olsa da yeni bir iş yerinde oluşabilecek riskleri
göze almaktan korkabilir. Kabul edip etmemek arasında bölün­
müştür, ne söyleyeceği ve bunu nasıl söyleyeceği ile ilgili tatsız
bir problem ile yüzleşmek zorundadır.
Bir yalancı da planını önceden yeterince çalışmadıysa, her
kelimesini söylemeden evvel kontrol edip dikkatle gözden ge­
çirmek zorundadır. Daha önceden prova yapmamış olan, bel­
li yalanlar üzerine çok az uygulama yapan, ne zaman ve neyin
sorulabileceğini önceden tahmin edemeyen yalancılar, daha az
resimleme kullanacaktır. Yalancı planını iyi bir şekilde çalışsa ve
bunda başarılı olsa bile, duygularının müdahalesi nedeniyle re­
simlemelerinde azalma olabilir. Bazı duygular, özellikle de kor­
ku, etkili bir şekilde konuşmaya engel olabilir. Herhangi bir güç­
lü duyguyla baş etmenin zorluğu, kelimelerin sıralama işlemini
karıştım. Eğer duygunun sadece üstesinden gelmek değil, aynı
zamanda gizlemek de gerekiyorsa ve duygu çok da güçlüyse, o
zaman planına iyi çalışmış bir yalancı bile konuşmakta sorun ya­
şayabilir ve resimlemelerde azalma olur.
Deneyimizdeki öğrenci hemşireler, organ kesimi ve yanık fil­
mi için hissettiklerini gizlemeye çalışırken, çiçek filmiyle ilgili
duygularını dürüstçe tarif ederken kullandıkları resimlemelerden
daha az sayıda resimleme kullandı . Resimlemelerdeki bu azal­
ma en az iki nedenle ortaya çıkmıştı: Söyleyecekleri yalana iyi
çalışmamışlardı ve izleyecekleri stratej iye çalışmaları için ken­
dilerine yeterince zaman verilmemişti . İ çlerinde güçlü duygular
hissediyorlardı hem seyrettikleri korkunç filme karşı hissettikleri
duygular hem de yakalanma korkusu. Diğer pek çok araştırmacı
da yalan söyleyen bir insanın, doğru söyleyen bir insana göre
daha az resimleme yaptığını desteklemiştir. Bu çalışmalarda za­
yıf duygular vardı, ancak yalancılar iyi hazırlanmamışlardı.

1 10
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

Resimlemeleri tanıtırken, yalan söylendiğinde zıt değişiklik­


lere neden oldukları için onları simgelerden ayırmanın ne kadar
önemli olduğunu söylemiştim: Simgesel hatalar artarken resimle­
meler azalır. Resimlemeler ve simgeler arasındaki en kesin fark,
mesaj ın ve hareketin net olmasıdır. Simge için her ikisi de iyi bir
şekilde tanımlanabilir: Bu her hareket için geçerli değildir; sade­
ce iyi tanımlı bir hareket belirgin bir mesaj ifade edebilir. Resim­
lemeler, tezat olarak, geniş bir hareket grubunu kapsar ve belirli
bir mesajdan çok belgisiz mesaj ları ifade eder. Tamam ve pekala
anlamına gelen başparmak işaretini ele alalım. Bunu yapmanın
sadece tek bir yolu vardır. Eğer başparmak, orta parmağa ya da
küçük parmağa doğru yaklaşırsa, hareket çok net olmayacaktır.
Ayrıca simgede anlam da spesifiktir: "Tamam", "Bu iyi'', "Fena
değil" gibi. 1 8 Resimlemelerin kelimelerden bağımsız olarak fazla
anlamları yoktur. Kelimeleri duymadan, birinin resimlemelerini
izlemek konuşma hakkında fazla bilgi vermez. Ancak kişi simge
kullandığında durum değişir. Resimleme ve simgeleme arasında­
ki bir diğer fark da, insanlar sohbet ederken, her ikisini de kul­
landıkları halde, simgelerin bir kelimenin yerine geçmesi ya da
insanların konuşmadığı veya konuşamadığı durumlarda kullanı­
labilir olmasıdır. Resimleme hareketleri, insanlar konuşmadıkla­
rı zaman ya da konuşmaların yerine değil, doğası gereği, sadece
konuşma sırasında yapılır.
Yalan avcıları simgesel kaymalardan çok resimlemelerin de­
ğerlendirilmesi konusuna dikkat göstermelidir. Daha önce tarif
edildiği üzere, Othello Hatası ve Brokaw Tehlikesi simgesel
kaymaları değil, resimlemeleri etkiler. Eğer yalan avcısı resim­
lemelerde bir azalma fark ederse, her kelimeyi dikkatli seçen bir
insan için (yalan dışındaki) tüm diğer sebepleri elemelidir. Sim-

" Bu simge , bazı Güney Avrupa ülkelerinde oldukça farklı müstehcen bir anlam
taşır. Simgeler evrensel değildir. Anlamlan kültürlere göre değişiklik gösterir.

111
Ne Düşündüğünü Büiyorum

gesel kaymalarda daha az belirsizlik vardır; verilen mesaj yalan


avcısının yorumunu kolaylaştıracak şekilde yeterince açıktır. Bir
yalan avcısının, simgesel bir hatayı değerlendirmek için o kişiyle
daha önceden bir tanışıklığı olması gerekmez. Simgesel kayma,
özünde anlamı olan bir hareket gibidir. Bireylerin olağan resim­
leme oranlan oldukça faklılık gösterdiğinden, yalan avcısının
karşılaştırmak için esas alacağı bir değer olmadıkça, kişiler hak­
kında yargıda bulunamaz. Resimlemeleri yorumlama, tüın diğer
aldatma belirtilerinin çoğunda olduğu gibi, daha önceden tanıdık
olmayı gerektirir. İlk karşılaşmalarda yalan söylendiğini tespit
etmek gerçekten zordur. Ancak simgesel kaymalar, buna az bir
imkan tanıyabilir.

Bir sonraki vücut hareket çeşidi olan manipülatör/erden bah­


setmemin nedeni, yalan avcılarını, bunları yalan belirtisi olarak
görme ihtimaline karşı uyarmaktır. Yalan avcılarının, pek çok
masum kişiyi fazla manipülatör kullandığı için sık sık yanlışlıkla
yalancı olarak değerlendirdiklerini ortaya çıkardık. Manipüla­
törler, birinin üzgün olduğunu işaret edebilir, ancak her zaman
böyle bir manası yoktur. Manipüle hareketlerdeki artış her zaman
güvenilir bir aldatma belirtisi değildir, ne var ki insanlar bu şekil­
de olduğuna inanır.

Manipülatörlere, vücudun bir kısmına çekidüzen vermek,


masaj yapmak, ovmak, tutmak, sıkmak, didiklemek, kaşımak
ve aynca bir vücut parçasına yapılan tüm diğer manipüle ha­
reketler dahildir. Manipülatörler, çok kısa bir zamanda sonla­
nabilir ya da dakikalarca devam edebilir. Hafif seyredenlerden
bazılarının bir amacı varmış gibi görünür: Kulak kanalını açık
tutmak için saçı kulağın arkasına almak, vücudun bir yeri ka­
şındığı için kaşınmak gibi. Diğer manipülatörler, özellikle de
uzun süre devam edenler, anlamsız görünür: Saçı kıvırmak ya
da açmak, parmakları sürtmek, bir ayağı hafif hafif sallamak.

1 12
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

Genelde manipüle hareketleri el yapar. Ancak elin kendisi de


diğer vücut parçalannda olduğu gibi hareketten etkilenen ola­
bilir. Genelde kullanılanlar saç, burun, kasıktır. Manipüle ha­
reketler yüz sınırları dahilinde -dili yanağa dayamak, dişlerle
dudakların hafifçe ısırılması- ve bacak bacak üstüne atılarak
da yapılabilir. Eşyalar bir manipüle hareketin - parçası haline
gelebilir - kibrit, kurşun kalem, ataş ya da sigara gibi .

Pek çok kişi yalnızken yapılan bu tarz hareketlerin, toplum


içinde yapılmaması gerektiği söylenerek yetiştirilmiştir ve bu
hareketler yapıldığında yapmamayı değil, bakmamayı öğrenmiş­
lerdir. Bu durum, insanlann kendi yaptıkları manipülatörlerden
tamamen habersiz olmaları nedeniyle olmaz. Eğer birinin ma­
nipüle hareketlerimize baktığını fark edersek çabucak durdurur,
azaltır ya da gizleriz. Büyük bir hareket, kısa süreli başka bir
hareket tarafından ustaca hemen kapatılır. Bir manipüle hareketi
gizlemek için yapılan incelikli bir stratej i bile çok bilinçli olarak
yapılmaz. Manipülatörler bilinçsizlik sınırındadır. Pek çok kişi
istemli olarak, uzun süre bu hareketlere engel olamaz ve hatta bi­
linçli olarak deneseler de başanlı olamazlar. İnsanlar kendilerini
manipüle etmeye alışıklardır.

İnsanlann gözlemcilikleri, oyunculuklanndan daha iyidir.


Manipüle hareket yapan kişi, hareket konuşma ortasında bile
başlasa, karşı tarafa bu işi tamamlamak için kişisel mahremi­
yetinden ödün verir. Manipüle hareket yapan bir kişi görüldü­
ğünde, diğer insanlar kafalarını çevirir, sadece hareket bittiğinde
geri dönüp bakarlar. Eğer manipüle hareket ihtiyaç duyulduğu
için yapılanlardan biri gibi görünmüyorsa, sürekli devam eden
saç kıvırma gibi, herkes devamlı surette arkasını dönmeyecektir,
ama uzun süre direkt olarak manipülasyona bakmayacaklardır.
Manipülatöre gösterilen bu çeşit nezaket icabı dikkat etmeme,

113
Ne Düşündüğünü Biliyorum

çevreden rastlantısal olarak öğrenilmiş düşünmeden gerçekleş­


tirilen bir davranıştır. Manipüle hareketi yapandan çok, röntgen­
cilikte olduğu gibi, olayı izleyen görgüsüzlük etmiş olur. Bir dur
işaretinde iki araç durduğu zaman, suç işleyen, rahatça kulağını
temizleyen kişi değil, yandaki arabayı gözetleyen şahıstır.
Ben ve manipülatörleri inceleyen diğer insanlar, neden in­
sanların başka bir tanesi değil de sadece belli bir manipüle ha­
reketi yaptıklarını anlamaya çalışıyoruz. Bir kaşımadan ziyade
didikleme hareketinin, bir ovalamadan ziyade sıkma hareketi­
nin yapılması bir şeyi değiştirir mi? Ya da kaşınılan şeyin bu­
run, el, kulak olup olmamasına bakılarak bir mesaj çıkarılabilir
miydi? Yaradılış soruya kısmen bir cevap olabilir. İnsanların
favorileri vardır. B elirli bir manipüle hareket, onların ayırıcı
özelliğidir. Kiminde bu yüzükle oynama iken, kiminde kütikül­
lerini yeme, bir diğerinde ise bıyıklarını burma şeklinde olabi­
lir. Kimse, başka insanların kullandıkları pek çok manipülatör
varken, neden insanların sadece o manipüle hareketi seçtiğini,
ya da neden bazı insanların kendilerine has manipüle hareket­
leri olmadığını ortaya çıkarmaya çalışmadı. Belli manipüle ha­
reketlerin, sadece rahatsızlık durumundan daha fazlasını belli
ettiğini düşündüren az miktarda delil vardır. Öfke göstermeyen
psikiyatrik hastaların didikleme manipülatörlerini kullandığını
gördük. Gözleri kapatma, utanç duyan hastalar arasında yay­
gındır. Fakat bu kanıt, manipülatörlerin rahatsızlanma sonucu
arttığını gösteren genel bulgularla kıyaslandığında farazi kalır.
Bilim adamları, insanların kendilerini huzursuz ya da gergin
hissettiklerinde rahat oturamadıklarına, durmadan hareket ettikle­
rine olan inancın doğruluğunu mantıksal olarak kanıtlamışlardır.
Herhangi bir nedenle rahatsız olunduğunda vücudu kaşıma, hap­
şırma, didikleme, üst baş düzeltme ve boğaz temizleme gibi ma­
nipüle hareketlerin sayısı artar. İnsanların gevşeyip rahatlarken ve

1 14
Sözcülı.lerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

dinlenirken de pek çok manipüle hareket yaptıklarına inanıyorum.


Yakın arkadaşlarıyla oldukları zaman, kişiler kurallara uymayı
önemsemezler. Bu hareketlerin en azından kısmen yapılabildiği
ortamlarda, bazı insanların diğerlerine göre daha fazla geğirmesi
ve manipüle hareketler yapması muhtemeldir. Eğer bu doğruysa, o
zaman manipülatörler sadece, yabancı kişilerle daha resmi ortam­
larda bir arada bulunma durumlarında, bir rahatsızlık göstergesi
olabilir.
Manipülatörler, aldatma belirtisi olarak güvenilir değildir,
çünkü karşıt durumları işaret ediyor olabilirler - rahatsız olma ve
rahatlama gibi . Ü stelik yalancılar, yaptıkları manipülatörlere en­
gel olmaları gerektiğini bilirler ve çoğu da kısmen bunda başarılı
olur. Yalancıların bu konu hakkında özel bir bilgileri yoktur; ma­
nipülatörlerin rahatsızlık ve gerginlik göstergesi oluşu genel kül­
türün bir parçasıdır. Huzursuzluk bir aldatma belirtisi olduğu için
insanlar yalancıların sürekli hareket halinde olduğuna inanırlar.
İnsanlara, birinin yalan söyleyip söylemediğini nasıl belirledik­
lerini sorduğumuzda, kazanan özellikler güvenilmez gözler ve
sürekli hareket halinde olmaktı. Kolayca engellenebilen davra­
nışları kapsayan herkesin bildiği işaretler, risk yüksek olduğunda
ve yalancı yakalanmak istemediğinde çok fazla güvenilir olmaz.
Ö ğrenci hemşirelerin doğru söyledikleri sırada kullandıkla­
rı manipüle hareketler, yalan söylerken kullandıkları manipüle
hareketlerden daha fazla değildi . Bulgulardaki bu ikilemin sebe­
binin, risk konusundaki farklılıklar olduğuna inanıyorum. Risk
yüksekse, manipüle hareketler durdurulabilir, aksi durumda ise
bu hareketler iş başında olabilir. Riskin yüksek olması, manipü­
latörler gibi herkes tarafından bilinen ve rahatlıkla fark edilebilen
aldatma belirti lerinin yalancı tarafından kontrol altında tutulma­
sını ve denetlenmesini sağlar. Fakat bu yüksek risk yalancıda
yakalanma korkusunu ortaya çıkarabilir ve bu da yalancının ma-

1 15
Ne DUşündüğünü Biliyorum

nipüle hareketlerinin artmasına neden olur. Manipülatörler etki­


siz hale getirilebilir, artabilir, denetlenebilir, bir süreliğine yok
olabilir ve sonra yeniden ortaya çıkabilir, belli bir süre geçtikten
sonra yeniden fark edilip bastırılabilir. Risk yüksek olduğundan
hemşire öğrenciler yaptıkları manipüle hareketleri kontrol altın­
da tutabilmek için ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Mani­
pülatörlerin yalan söylenirken artış gösterdiğini ortaya çıkaran
çalışmalarda, risk yeterince yüksek değildi . Durum biraz tuhaftı
-bir deneyde yalan söylenmesinin istenmesi anormal bir durum­
du- ve bu da manipüle hareketlerin artması için gerekli ortamı
(huzursuzluğu) hazırlamıştı. Aynca aldatırken başarılı ya da ba­
şarısız olduklarında kaybedecekleri ya da kazanacakları fazla
bir şey yoktu, yalancının manipüle hareketlerini engellemek ve
kontrol altında tutmak için gösterdiği çabayı artırması yönünde
gösterilen sebepler de önemsizdi. Çelişkili sonuçlar elde edilme­
sinin nedenleri konusunda yaptığım açıklamalar yanlış bile olsa
(böyle tümevarımsal değerlendirmeler, başka çalışmalarla doğ­
rulanmadıkça deneysel olarak görülmelidir) çelişkili bulguların
kendisi, yalan avcılarının manipülatörleri değerlendirirken ted­
birli olmaları için yeterli nedendir.
İ nsanların, yalan belirlemede ne kadar iyi olduklarına dair
yaptığımız çalışmalarda, fazla manipüle hareket yapan kişilerin
yalancı olarak değerlendirildiğini gördük. Manipüle hareket ya­
pan kişinin gerçekte doğruyu söyleyip söylememesi önemli de­
ğildi. Bu hareketleri çok sık yaptıkları görüldüğünde, hareketleri
görenler, onları yalancı olarak nitelendirdiler. Bu hataya düşme
olasılığının bulunduğunun bilinmesi önemlidir. Manipülatörlerin
neden güvenilir aldatma belirtileri olamayacağını tekrar bir göz­
den geçirelim.
İnsanlar, normalde kullandıkları manipüle hareketlerin çeşit­
liliği ve sayısı yönünden büyük değişkenlik gösterir/er. Bu birey-

116
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

sel farklılık problemi (Brokaw Tehlikesi), yalan avcısının daha


önceden şahısla tanışıklığı ve karşılaştırma yapabileceği davra­
nışlar varsa giderilebilir.
Manipülatörler, insanlar herhangi bir şey konusunda huzur­
suz olduklarında arttığı için, Othello Hatası da manipülatörle­
rin aldatma belirtileri olarak değerlendirilmesine engel olur. Bu
durum diğer aldatma belirtileri için de problem oluşturur ancak
sadece bir rahatsızlık işareti olmayıp, dostlar arasında bir rahat­
lama göstergesi olduğundan, özellikle manipülatörler yönünden
çok daha fazla önem taşır.
Herkes fazla manipüle hareket yapmanın, yalanı ele verdiğine
inanır. Bu nedenle amacına odaklanmış bir yalancı, bu hareket­
lere engel olmayı deneyecektir. Bir de insanların kontrol etmeye
çalıştıkları yüz ifadelerinin aksine, manipülatörlere engel olmak
oldukça kolaydır. Eğer risk yüksekse, yalancılar manipülatörleri
gizleme konusunda az da olsa kısmen haşan göstereceklerdir.
Vücudun bir başka yönü -duruş pozisyonu- bir grup araş­
tırmacı tarafından incelenmiştir, fakat çok az sayıda sızıntı ve
aldatma belirtisi bulunmuştur. İ nsanlar nasıl oturup kalkmaları
gerektiğini bilirler. Resmi bir görüşmeye uygun olan bir duruş,
bir arkadaşla sohbet ederken alınması gereken duruşla benzer de­
ğildir. Duruş pozisyonu, yalan söylendiğinde çok iyi bir şekilde
kontrol altına alınabilir ve rahatlıkla ayarlanabilir görünmekte­
dir. Yalan üzerinde çalışan diğer tüm araştırmacılar da insanların
yalan ya da doğru söylerken vücut pozisyonlarında herhangi bir
farklılık göremediler. 19 Tabii ki değişiklik gösteren duruş açıları­
nı hesaba katmamış olabiliriz. Ö fke ya da merakla ileriye doğru
fırlama, korku ve iğrenmeyle geri çekilmeye eğilimli olma bu

1• Aldatma üzerine yapılan bir çalışma, insanların sık sık duruş pozisyonlarını

değiştiren kişilerin yalancı olduklarına inandıklarını gösterdi . Bununla birlikte


duruş pozisyonunun aslında dürüst olmakla alakası olmadığı da kanıtlandı .

117
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ihtimallerden bazılarıdır. Motive olmuş bir yalancı, bu duygulara


ait görülmesi zor olan pozisyon belirtileri hariç, bu belirtilerin
hepsine engel olmalıdır ya da olabilmelidir.

Otonom Sinir Sistemi (OSS) İpuçları


Şimdiye kadar iskelet kaslarının neden olduğu vücut hareket­
lerinden söz ettik. Otonom sinir sistemi (OSS) de duygusal hare­
ketlilikle beraber vücutta dikkat çeken değişikliklere neden olur:
Nefes alıp verme düzeni, yutkunma sıklığı ve terleme miktarı
gibi (Yüze bağlı OSS değişiklikleri, kızarma, benzin solması ve
göz bebeklerinin büyümesi, bir sonraki bölümde ele alınmıştır).
S aklanması zor olan bu değişiklikler, duygular harekete geçmeye
başladığında istemsiz olarak gerçekleşir, bu nedenle de oldukça
güvenilir aldatma belirtileri olabilirler.
Poligraf yalan makinesi OSS değişikliklerini ölçer ancak bu
belirtilerin çoğu, özel bir aparat olmadan da çıplak gözle izlenebi­
lir. Bir yalancı korku, öfke, heyecan, üzüntü, suçluluk ya da utanç
hissederse, oldukça hızlı nefes alıp verme, göğüs yükselmesi, sık
yutkunma görülebilir veya terin görünüşüyle kokusunda bir deği­
şim olabilir. Onlarca yıldır ruh bilimciler her bir duygunun, OSS
değişikliklerine ilişkin ayırıcı bir dizilimi bulunup bulunmadığı
konusunda birbirleriyle anlaşamamışlardır. Pek çok ruhbilimci,
böyle bir aynının mümkün olmadığını düşünüyor; onlar bir in­
sanın herhangi bir duygu harekete geçtiğinde, hızlı soluduğuna,
terlediğine ve yutkunduğuna inanıyorlar. OSS değişiklikleri duy­
gunun çeşidini değil, yoğunluğunu gösterir. Ancak bu görüş pek
çok kişinin bakış açısına ters düşer. İnsanlar korktuklarında, örne­
ğin, öfkeye kıyasla daha farklı bedensel duyumlar hissederler. Pek
çok psikolog bu duruma, insanların öfkeden çok korku hissettik­
lerinde, aynı duyumları farklı yorumlamalarının neden olduğunu

118
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

söyler. Bu OSS hareketlerinin kendisi gerçekte öfke ve korku için


farklılık gösterdiğinden bir kanıt değildir.
En son yaptığım araştırma, ben bu kitabı bitirmek üzereyken
başladı ve üstte bahsedilen görüşü reddeder nitelikteydi. OSS
değişikliklerinin tüm duygular için aynı olmayıp her birine özel
olduğu konusunda haklıysam, bunun yalan belirleme bakımın­
dan oldukça önemi olurdu. Bunun anlamı, yalan avcısının bir
poligraf vasıtasıyla ya da hatta daha dikkatli bir gözlem ve dinle­
meyle, sadece şüphelinin duygusal yönden hareketlenişini değil,
aynı zamanda hangi duyguyu hissettiğini de söyleyebileceğidir.
Şüpheli, korkmuş ya da öfkeli mi, üzgün ya da bezgin mi? Bu
tarz bilgiler yüzden de elde edilmesine karşın, bir sonraki bö­
lümde anlatılacağı üzere, insanlar yüz belirtilerinin çoğuna engel
olabilirler. OSS aktivitelerini sansürlemek çok daha zordur.
Biz şu ana kadar sadece bir çalışmamızı yayınladık ve birkaç
tanınmış bilim adamı bulduğumuz şeyler hakkında bizimle aynı
görüşü paylaşmıyor. Bulgularım ihtilaflı ve kesinleşmemiş ola­
rak görülüyor, fakat delillerimiz güçlü, zamanla bilim çevreleri
tarafından kabul göreceğine inanıyorum.
Her duygunun ayn bir OSS hareketliliği olduğunu gösteren,
ikna edici deliller bulma yolu üzerinde iki problem olduğunu ve
bu iki problemin de halledilebileceğini düşünüyordum. Birinci
problem, saf duygu örneklerini elde etme yöntemiydi. Ö fkede
ve korkuda hissedilen duygular arasındaki OSS değişikliklerini
karşılaştırmak için, bir bilim adamı, araştırma subjesinin her bir
duyguyu yaşadığı anı kesin olarak bilmelidir. OSS değişimlerini
ölçmek, ayrıntılı donanım gerektirdiğinden, subje bir laboratuar
ortamında duygu örneklerini sağlamalıdır. Problem, böylesine
steril ve doğal olmayan bir ortamda duyguların nasıl ortaya çı­
kanlacağıdır. Her iki duyguyu aynı anda hissettirmeden insan­
ları nasıl öfkelendirir ve korkutursunuz? Bu son soru gerçekten

119
Ne Düşündüğünü Biliyorum

önemlidir - ben ve diğer bilim adamlarının duygu harmanı diye


adlandırdığı olayın oluşmaması için onları aynı anda öfkelendir­
memek ve korkutmamak gerekir. Duygular ayn olarak tutulma­
dıkça --örnekler saf olmadıkça- OSS aktivitelerinin her duygu
için farklılıklar gösterdiğini belirlemek imkansızdır. Bu mümkün
olsaydı bile, eğer öfke örnekleri her zaman biraz korku ya da
korku örnekleri her zaman biraz öfke içerirse, sonuç, OSS deği­
şikliklerinin aynı göründüğü şeklinde çıkacaktır. Gerçek hayatta
ya da laboratuar ortamında bu karışmaya engel olmak her zaman
kolay değildir. Karışımlar, saf duygulardan daha yaygındır.
Duygulan örneklemede en popüler teknik, subjeden korkunç
bir şeyi hayal etmesi ya da hatırlamasının istenmesidir. Subjenin
bir kapkaççı tarafından saldırıya uğradığını hayal ettiğini farz
edelim. Bilim adamı, subj enin, korktuğu sırada çok az bile olsa
kapkaççıya sinirlenmediğinden, ya da kendini tehlikeye soktu­
ğu için yeterince aptalca davrandığı ya da korkutulmasına izin
verdiği için kendi kendine kızmaya başlamadığından emin olma­
lıdır. Saf duygulardan daha fazla görülen bu duygu harmanı teh­
likesi, duygulan uyandırmakta kullanılan diğer teknikler için de
geçerlidir. Bir bilim adamının korkuyu tetikleyen bir film göster­
diğini farz edelim: Janeth Leigh banyo yaparken Tony Perkins ' in
aniden bıçakla saldırdığı, Alfred Hitchcock' un Sapık filminden
bir sahne gibi . Subj e korkutulmasına izin verdiği için kendisine,
kendisini korkuttuğu için bilim adamına ya da Janeth Leigh ' e
saldırdığı için Tony Perkins' e kızabilir; kandan tiksinmiş, Janeth
Leigh ' in çektiği acıdan dolayı üzülmüş ve ani hareket neticesin­
de şaşkınlık hissetmiş olabilir vs. Saf duygu örnekleri elde etmek
için işe yarar bir yöntem bulmak o kadar da kolay değildir. OSS
üzerine çalışan pek çok bilim adamı, üzerinde fazla düşünme­
den subjelerin, arzu edilen duygu örneklerini hiç zorlanmadan
sağladıklarına ve yapmalarını istedikleri şeyi, istedikleri anda

120
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

yaptıklarına inanırlar ben ise bunun aksini düşünüyorum. Duy­


gu örneklerinin gerçekten saf olduğu garantisini verme ve bunu
doğrulama konusunda bir ilerleme gösteremediler.
İkinci problem ise, duyguların laboratuar ortamında örnek­
lenmesi ihtiyacından ve araştırma teknolojisinin etkilerinin so­
nuçlarından çıkmaktaydı. Birçok araştırma subjesi kapıdan içeri
girdiğinde başına gelebilecek şeyler hakkında yan bilinçlidir.
Sonra bu bilgi daha da artar. OSS aktivitelerini ölçmek için kab­
lolar, subjenin farklı vücut parçalarına takılmalıdır. Sadece solu­
mayı, kalp atışını, cilt ısısını ve terlemeyi denetlemek için, pek
çok kablonun vücuda yerleştirilmesi gerekmektedir. Askıya alın­
mış bir vaziyette öylece oturmak, bilim adamlarının onların içe­
risinde neler olup bittiğini gözden geçirmesi ve herhangi görünür
bir değişikliği kaydetmek için etrafta kameraların bulunması pek
çok kişiyi utandırır. Utanç bir duygudur ve eğer OSS aktiviteleri­
ne neden oluyorsa, bu değişiklikler, bilim adamlarının toplamaya
çalıştığı tüm duygu örneklerine bulaşır. Bir bilim adamı subj enin
bir an korkunç bir olayı, başka bir an ise sinirlendiren bir olayı
hayal ettiğini düşünebilir ama gerçekte olan şey, her iki anı sıra­
sında da utancın ortaya çıkabileceğidir. Hiçbir araştırmacı, utanç
duygusunu azaltma hususunda bir adım ilerleyememiş ve utan­
cın aldıkları saf duygu örneklerini bozmadığını kesinleştirmek
için örnekleri kontrol etmemiştir.
Ben ve meslektaşlarım araştırma subjeleri olarak aktörleri
seçme yoluyla utanç sorununu ortadan kaldırdık. Aktörler ince­
lenmeye alışık olduklarından başkaları onları izlediğinde moral­
leri bozulmuyordu. Utanmak şöyle dursun, hatta kablo takılarak,
içlerinde neler olup bittiğinin inceleneceği fikri hoşlarına gitmiş­
ti. Ü stelik aktörlerle çalışmak ilk problemi çözmemize de yar­
dımcı oldu - saf duygu örnekleri toplama. Aktörlerin, duygulan
hatırlama ve yaşamada uzmanlaşmalarını sağlayan Stanislavski

121
Ne Düşündüğünü Biliyorum

rol yapma tekniklerinde aldıkları eğitimlerden faydalanabilecek­


tik. Aktörler bu tekniği uygularlar ve böylece belli bir rolü can­
landırırken anı-hatırlama tekniğini kullanabilirler. Deneyimizde
aktörlere, yüzlerine doğrultulmuş kameralarla birlikte kablolara
bağlı oldukları esnada, hayatlarında en çok korku, üzüntü, şaşır­
ma, mutluluk ve bıkkınlık hissettikleri anı mümkün olduğunca
güçlü bir şekilde gözlerinde canlandırmalarını ve tekrar yaşa­
malarını istedik. Diğer bilim adamları da bu tekniği daha önce
kullanmıştı ancak bu testten utanmayacak teknik eğitim almış
profesyoneller kullandığımız için başarı şansımızın onlara göre
daha yüksek olduğuna inanıyorduk. Dahası, subjelerimizin is­
tediğimiz her şeyi yaptığını farz etmedik. Karışım değil saf ör­
nekler topladığımızı doğruladık. Her hatırlama seansından sonra,
aktörlerden istenilen duyguyu, hangi şiddette hissettiklerini dü­
şünüp ona göre bir puanlama yapmalarını istedik, aynca onlara
o anda başka duygu hissedip hissetmediklerini sorduk. Aktörle­
rin, hemen hemen istenilen duygu şiddetinde başka bir duyguyu
hissettiklerini rapor ettikleri denemeleri, numunelerimiz arasında
tutmadık.
Aktörlerle çalışmak, saf duyguları örnekleme konusunda daha
önce hiç denenmemiş ikinci bir tekniği de denememizi kolay­
laştırdı. Duyguları harekete geçirmeye yönelik bu yeni yöntemi,
yıllar evvel başka bir çalışma yaparken, kazara keşfetmiştik. Yüz
ifadelerinin işleyiş fonksiyonlarını öğrenmek için -hangi kaslar,
hangi mimikleri yapıyor- meslektaşlarım ve ben, her bir kas ha­
reketi kombinasyonunun nasıl görünüm değiştirdiğini analiz ede­
rek ve filme alarak sistematik bir biçimde binlerce yüz ifadesi
kaydetmiştik. Bizi şaşırtan, duygulara ait kasları oynattığımızda,
OSS aktivitelerine bağlı değişiklikleri vücudumuzda hissedebile­
cek olmamızdı. Kasıtlı olarak yapılan yüz hareketlerinin vücutta
OSS değişikliğine neden olabileceği aklımızın köşesinden bile

122
Sozcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan S0ylendiğini Tespit Etme

geçmemişti. Ama bu durum devamlı yinelendi. Ancak bala OSS


aktivitelerinin, her bir grup yüz kas hareketi için farklılık gösterip
göstermediğini bilmiyorduk. Aktörlere tam olarak hangi yüz hare­
ketlerini oynatacaklarını tarif ettik. Altı duygunun her biri için, altı
farklı talimat vardı. İ stek üzerine yüz ifadesi yapmaktan, bunları
yaparken de izlenmekten utanmayan ve bu konuda tecrübeli olan
aktörler, isteklerimizin çoğunu hiç zorlanmadan yerine getirdiler.
Buna rağmen, duyguların saf örneklerini çıkardıklarına kanaat ge­
tirmedik. Yüzlerindeki hareketleri filme aldık ve sadece videoteyp
ölçümlerinin, kendilerinden istenilen her bir grup yüz hareketini
yaptıklarını onayladığı denemeleri kullandık.
Deneylerimiz, OSS değerlerinin tüm duygular için aynı ol­
madığını gösteren sağlam kanıtlar sağladı. Kalp hızı, cilt ısısı
ve terlemedeki (ki hepsini ölçtük) değişiklikler her duygu için
aynı değildi. Ö rneğin aktörler, öfke ya da korku için yüz kaslarını
hareket ettirdiklerinde (hatırlayın, bu duyguları hissetmeleri ve
taklit etmeleri istenmedi sadece belirli bir kas hareketi yapmaları
istendi) kalp atışları hızlandı ve cilt ısılarında değişiklikler oldu.
Ciltleri öfkeyle ısındı, korkuyla soğudu. Denemelerimize farklı
deneklerle devam ettik ve hep aynı sonuçları elde ettik.
Eğer bu sonuçlar, diğer bilim adamları tarafından laboratu­
varlarda yapılan tekrar deneylerinden sonra desteklenirse, yalan
dedektörlerinin poligraftan öğrenmeye çalıştığı bilgilerde deği­
şiklikler olabilir. Poligraf operatörü, sadece bir şüphelinin her­
hangi bir duyguyu hissedip hissetmediğini anlamaya çalışmak
yerine, OSS aktivitelerine bakarak bu duygunun hangi duygu
olduğunu söyleyebilir. Poligraf makinesi olmadan da, bir yalan
avcısı sadece gözlemleyerek, belirli duyguların varlığını tespit
etmeye yarayan, soluma düzeninde ve terlemede meydana gelen
değişiklikleri fark edebilir. Engellenmesi zor olan OSS aktivite­
leri, şüphelinin hangi duyguyu hissettiğini açığa çıkarabilseydi,

123
Ne Di'1ündüğünü Biliyorum

yalan belirlemede yapılan hatalar -doğru söyleyene inanmayıp


yalancıya inanma gibi- azaltılabilirdi. Henüz duyguların, OSS
aktivitelerinin görsel ve işitsel göstergelerine bakarak ayrılıp ay­
rılamayacağını bilmiyoruz ancak şimdi elimizde bunu anlamak
için bir neden var. Belli duyguların sinyallerinin -yüzden, vü­
cuttan, sesten, kelimelerden ya da OSS olsun- bir insanın ya­
lan söyleyip söylemediğini belirlemede nasıl rol oynayabileceği,
hata yapmanın tehlikeleri ve bunları önlemek için alınabilecek
tedbirler, 6. Bölüm'ün konusudur.
l . Bölüm yalan söylemenin iki temel yolu olduğunu göster­
di : Gizlemek ve yanlış bilgilendirmek. Şu ana kadar bu bölüm,
duygulan gizlemek için yapılan girişimlerin, kelimeler, ses ve
vücut tarafından nasıl ortaya çıkarılabileceği üzerinde durdu. Bir
yalancı, hissettiği bir duygu olmamasına rağmen, başka bir duy­
gu gerektiğinde ya da gizlenen bir duyguyu kapatmak için yanlış
bilgilendirebilir. Örneğin bir adam, kayınbiraderinin iflas ettiğini
duyunca üzülmüş gibi görünmeyi deneyebilir. Eğer durumdan
hiç etkilenmediyse, sahte bir ifade, kolayca gereken görüntü­
yü sağlayacaktır. Ancak kayınbiraderinin başına gelen olaydan
dolayı içten içe memnun olduysa, sahte üzüntü görüntüsü onun
gerçek duygularını da gizleyecektir. Sözcükler, ses ya da vücut,
hissetmeden canlandırılan bir duygu oyununu ortaya çıkararak
böyle sahte ifadeleri ele verebilir mi? Bunu kimse bilmiyor. Duy­
gular sahte olarak canlandırıldığında oluşan hatalar üzerine yapı­
lan araştırmalar, gizlenen duyguların kendilerini hissettirmeleri
üzerine yapılan araştırmalardan çok daha azdır. Bu konuda sade­
ce gözlemlerimi, teorilerimi ve tahminlerimi sunabilirim.
Kelimeler insanların düşüncelerini tasvir amacıyla kullanıl­
dıkları halde, dürüst olsun ya da olmasın sıradan biri için duygu­
lan kelimelerle ifade etmek zordur. Sadece bir şair, sözlerle nü­
ansları anlatabilir. Hissedilmeyen bir duyguyu ifade etmek, his-

124
Sözcüklerden, Ses Tonundan veya Beden Dilinden Yalan Söylendiğini Tespit Etme

sedilen bir duyguyu ifade etmekten çok daha zor olmasa gerek.
Genellikle her ikisinde de konuşma tarzı çok etkili, detaylı ya da
ikna edici olmaz. Bir duyguyu sözle açıklarken asıl anlamı veren
ses, vücut ve yüz ifadesidir. Çoğu insanın başkalarını kandıra­
cak kadar öfke, korku, mutluluk, bıkkınlık, şaşkınlık ve ıstırap
hislerini seslerine yansıtabileceğini sanmıyorum. Bu duyguların
sesin melodisinde meydana getirdiği değişiklikleri gizlemek çok
zor olmasına karşın taklit edilmeleri zor değildir. Pek çok kişi ses
vasıtasıyla kandırılmıştır.
Otonom sinir sisteminin neden olduğu değişikliklerin bazıla­
rını taklit etmek kolaydır. Sık sık yutkunma ya da daha hızlı ne­
fes alıp verme gibi, yutkunma ve solunumdaki duygu belirtilerini
gizlemek zor olmasına karşın bunları taklit edebilmek için özel
bir yeteneğe sahip olmak gerekmez. Terleme ise ayn bir konu­
dur, saklaması ve taklit edilmesi zordur. Bir yalancı, soluma ve
yutkunmayı negatif duygular hissediyormuş izlenimini vermek
için kullanabileceği halde, çok az insanın bu belirtileri kullandı­
ğını düşünüyorum.
Bir yalancı, huzursuz olmuş görüntüsünü vermek için mani­
püle hareketleri artırabilse de böyle bir şey yapmak muhtemelen
insanların büyük bir bölümünün aklına gelmez. Kolayca taklit
edilebilecek bu hareketleri yapmamak, eksiklikleri nedeniyle,
aksi takdirde öfke ya da acı hissedildiğine dair inandırıcı olabile­
cek bir iddiayı ele verebilir.
Hiçbir şey hissedilmediği zaman söylenen şeye karşı hevesli
ve ilgili görünmek için muhtemelen çok başarılı olmasa da re­
simlemeler taklit edilebilir. Gazete yazılan, Başkan Nixon ve
Ford'un resimlemelerini artırmak için eğitim aldıklarını rivayet
eder. Televizyonda onları izlerken, bu durumun onları sık sık
yapmacık gösterdiğini düşünmüştüm. Bir resimlemeyi, planla­
yarak kelimelere uygun bir şekilde konuşmanın içine yerleştir-

125
Ne Düşündüğünü Biliyorum

mek zordur; çok erken, çok geç ya da gereğinden uzun kalmaya


müsaittirler. Daha çok, yapılan her hareketi kafasında canlandı­
rarak kayak yapmaya benzer: Aralarında koordinasyon sağlamak
zordur ancak olayın başarısı buna bağlıdır.

Kişinin stratejisini yeterince iyi hazırlamadığını gösteren, iz­


lenilen stratej iye uymayan bir duyguyu ele veren ya da gizlenen
bilgiyi dışarı sızdırabilen davranışsa} belirtileri açıkladım.
Ağızdan kaçırma, simgesel kaymalar, sayıp sövme gizlenen
herhangi bir bilgiyi dışarı sızdırabilir - duyguları, planları, niyet­
leri, fantezileri, fikirleri, geçmişte yapılan işleri vs.
Dolaylı konuşmalar, duraksamalar, konuşma hataları ve re­
simlemelerin sayısında artma, söylenen şeye çok dikkat edildi­
ğini ve izlenecek plana önceden çalışılmadığını gösterir. Bunlar
negatif duyguların işaretleridir. Resimlemelerin sayısındaki azal­
ma sıkıntıdan da meydana gelebilir.
Ses perdesinin yükselmesiyle daha hızlı ve gür konuşma, kor­
ku, öfke ve bazen de heyecan nedeniyle olabilir. Ses, üzüntü ya
da muhtemelen suçluluk duyulduğunda ise aksi yönde değişiklik
gösterir.
Ağız kuruluğu, sık sık yutkunma, aşırı terleme ve soluma dü­
zenindeki değişiklikler, güçlü duygulara ait belirtilerdir ve belki
de bir gün gelecekte bu OSS değişikliklerinin düzenine bakıla­
rak, hissedilen duyguların çeşidi söylenebilecektir.

126
DÖRT

Yüzdeki Aldatma
Belirtileri

lan avcısı için yüz, değerli bir kaynak olabilir,


ünkü yüz, yalanı ve doğruyu, sık sık da her ikisi­
ni birden söyleyebilir. Yüzde genellikle iki mesaj
bulunur: Yalancının göstermek istedikleri ve gizlemek istedik­
leri. Bazı i fadeler, asılsız bilgiler vererek yalana hizmet eder.
Diğer i fadeler ise sahte göründüğü için yalanı ele verebilir ve
tüm gizleme çabalarına karşın duygular bazen sızıntı yapabilir.
Bir an sahte ama ikna edici bir ifade görülebilirken, hemen
sonra gizlenen ifade kendini hissettirebilir. Hatta hissedilen ve
taklit edilen duygu tek bir karışım halinde yüzde aynı anda be­
lirebilir. İ nsanların yalanı yüzden anlayamamasına, taklit edi­
lenle gerçek olanı ayırt etme yöntemini bilmemelerinin neden
olduğunu düşünüyorum.
Gerçekte hissedilen duyguların ifadeleri, düşünmeye ve ni­
yet etmeye gerek kalmadan, yüz hareketlerinin istemsiz olarak
hareket etmesiyle meydana gelir. Sahte olanlar ise insanlara
taklit edileni uygulama ve hissedilen gerçek ifadeye engel olma
imkanı veren yüz üzerindeki istemli bir kontrol sistemi vasıta-

127
Ne DUşündüğünü Biliyorum

sıyla oluşur. Bireyin yüzünde bazen haberi olmaksızın kendili­


ğinden beliren ifadeler görülür. Bununla birlikte istemli seçilen
ifadeler de söz konusudur. İ stemli ve istemsiz hareketler ara­
sında bir esas vardır. Otoriteyi temsil eden kişilere karşı hisse­
dilen öfkeyi göstermeme gibi belli ifadelerin yönetimini dikte
eden yerleşmiş alışkanlıklar ve ifade tarzları bunlara örnektir.
Burada beni ilgilendiren şey, bir şekilde, yanlış bilgilendirme
çabasının bir parçası olarak bir araya getirilen istemli ve sahte
ifadeler ile istemsiz, kendiliğinden olan duygusal ifadelerin, bir
yalancının tüm gizleme çalışmalarına rağmen ara sıra duyguları
dışarı sızdırabilmesidir.
Farklı beyin hasarları görmüş hastalar üzerinde yapılan ince­
lemeler, istemli ve istemsiz ifadelerin beynin faklı bölümleriyle
bağlantılı olduğunu canlı bir biçimde göstermiştir. Beyinlerinin,
piramidal sinir sistemi diye adlandırılan bölümünden hasar gör­
müş olan hastalar, kendilerinden gülümsemeleri istendiğinde bu
görevi yerine getiremedikleri halde kendi başlarına eğlendikle­
rinde ya da bir şaka duyduklarında gülümseyebiliyorlardı. Be­
yinlerinin piramidal sistemini kapsamayan bölümlerinden hasar
gören hastalarda ise tersine bir durum söz konusuydu. İ stemli
olarak gülümseyebiliyorlardı fakat kendi başlarına eğlenirken
yüzleri ifadesiz ve bomboştu. Piramidal sistem hasarı olan hasta­
ların -istemli olarak gülemeyenler- yüzleriyle yalan söylemeleri
ya da sahte ifadeleri taklit etmeleri ve bu ifadelere engel olmaları
mümkün değildir. Piramidal olmayan bölümleri hasar gören has­
talar ise -duygulan hissettiklerinde ifadeleri oluşturamayanlar­
yüzleriyle iyi yalan söyleyebilirler ve gerçekte hissedilen duygu­
larla baş etmek zorunda değillerdir.
Duygulara ait istemsiz yapılan yüz ifadeleri, evrimin bir ürü­
nüdür. İnsan ifadelerinin çoğu diğer primatların yüzlerinde gö­
rülenlerin aynısıdır. Bazı duyguların yüzde oluşturduğu ifadeler

128
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

-en azından mutluluk, korku, öfke, bıkkınlık, üzüntü, acı ve belki


de diğer duyguları gösterenler- evrenseldir; yaş, cinsiyet, ırk ve
kültüre göre değişmez ve tüın insanlarda ortaktır. Bu yüz ifadele­
ri, anlık duygulardaki ince ayrıntıları ortaya çıkaran, duygularla
ilgili en zengin bilgi kaynağıdır. Yüz, sadece şairlerin kelimelerle
ifade edebileceği yaşanan duyguların ayrıntılarını gözler önüne
serer. Yüz şunları gösterebilir:
• Hangi duygunun hissedildiğini - öfke, korku, üzüntü, bık­
kınlık, acı, mutluluk, heyecan, şaşırma, memnuniyet ve kü­
çümsemeyi belirgin ifadelerle gösterebilir.
• İki duygunun birbirine karışıp karışmadığını - sık sık iki
duygu hissedilir ve yüz bu iki unsuru da belli eder.
• Hissedilen duygunun yoğunluğunu - her duygu derece ba­
kımından farklılıklar gösterir, rahatsızlık duymaktan öfke­
lenmeye, endişeden dehşete vs.
Fakat söylediğim gibi, yüz sadece istemsiz bir duygu sinyal
sistemi değildir. Hayatlarının ilk yıllarında çocuklar, hissetmedik­
leri duyguların ifadelerini taklit ederek veya gerçek duygularını
gizleyerek bazı yüz ifadelerini kontrol etmeyi öğrenirler. Aileler,
çocuklarına örneklerle yüz ifadelerini kontrol etmeyi öğretirler ve
daha anlaşılır biçimde sözlerle bunu belirtirler: "Bana öyle kızgın
bakma lütfen'', "Teyzen sana hediye verdiği zaman mutlu görün­
melisin'', "Bu kadar sıkılmış görünme". İnsanlar büyürlerken, de­
rinlemesine kökleşen alışkanlıklar haline gelen bu görüntü kural­
larını çok iyi öğrenirler. Bir süre sonra duygusal ifadelerin yöne­
timi için gerekli görüntü kurallarının çoğu seçim yapmaksızın ya
da farkında olmadan değiştirilerek otomatik bir şekilde işler hale
gelir. İnsanlar kullandıkları görüntü kurallarının farkında olsalar
bile, bu hareketleri durdurmaları kesinlikle kolay olmadığı gibi
her zaman mümkün de değildir. Otomatik olarak işlemeye başla­
dığında, farkındalığı gerektirmeyen herhangi bir alışkanlık insana

129
Ne Düşündüğünü Biliyorum

yerleşti mi o hareketi yapmamak oldukça güçtür. İnanıyorum ki


bu tarz duygusal yönetimle ilgili alışkanlıklar -görüntü kuralları­
belki de baş etmesi en güç olanlardır.
Seyahat edenlerin, yüz ifadelerinin evrensel olmadığına inan­
malarının asıl nedeni, kültürden kültüre farklılık gösteren bazı
görüntü kurallarıdır. Japonların duygu tetikleyen filmler izledik­
lerinde yaptıkları yüz ifadeleri, eğer Japonlar yalnızsa, Ameri­
kalılar tarafından yapılanlardan farklı değildir. Ancak filmleri
izlerken bir başka kişinin varlığı durumunda, otorite sahibi bir
insan, Amerikalılardan çok daha fazla sayıda Japon, kibar bir gü­
lümsemeyle negatif düşünceleri maskelemeye yol açan görüntü
kuralına uydu.
Bu yüz ifadelerinin otomatik işleyen alışkanlık hakimiyetine
ek olarak, insanlar hissedilmeyen bir duygunun ifadesini taklit
etmeyi ya da gerçekte hissettikleri duyguları sansürlemeyi istem­
li olarak, bilinçli bir şekilde seçip uygulayabilirler. Birçok kişi
yüzleriyle yaptıkları aldatmaların bazılarında başarı gösterir. Ne­
redeyse herkes, bir insanın yüz ifadesi nedeniyle tamamen yanlış
yönlendirildiğini hatırlar. Ancak diğer yandan neredeyse herkes,
bir insanın yüzünden geçen bir ifade vasıtasıyla, söylenen şeyle­
rin yalan olduğunu anladığı, zıt bir deneyim de yaşamıştır. Çift­
lerden birinin aksini iddia ettiği halde farkında olmadan yüzünde
beliren duyguyu (genellikle korku ya da öfke) diğerinin görmesi
olayında çiftin göz önünde bulundurmadığı şey nedir? İnsanların
pek çoğu sahte ifadeleri fark edebileceklerine inanır ancak araş­
tirmalarımız, çoğunun bu konuda başarılı olamadığını gösterdi.
Önceki bölümde insanların, öğrenci hemşirelerin ne zaman
doğru ve ne zaman yalan söylediklerini belirleyemediklerini orta­
ya çıkaran deneyimizden bahsettik. Sadece hemşirelerin yüzünü
izleyenler, hemşireler gerçekte yalan söylerken, onları en dürüst
insanlar olarak değerlendirerek şans eseri bilme ihtimalinden çok

130
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

daha kötü bir derece elde ettiler. Sahte ifadeler tarafından kandı­
rılmış ve gerçek duyguların neden olduğu sızıntıları önemseme­
mişlerdi. İnsanlar yalan söylediklerinde, diğer insanların en çok
önemsediği belirgin kolay fark edilen ifadeler genellikle yanıltıcı
olanlardır. Bu ifadelerin gizli işaretleri hissedilmez ve gizlenen
hislerin anlık görünüp kaybolan işaretleri de genellikle gözden
kaçar.
Araştırmacıların çoğu yalancıların yüz ifadelerini dikkatlice
incelemedi, onun yerine daha çok konuşma hataları ve vücut
resimleyicileri gibi ölçümü kolay davranışlar üzerinde durdu.
Yüzü inceleyen araştırmacıların çok azı sadece gülümsemeyi
inceledi ve bunu da çok üstünkörü yaptı, yine insanların yalan
ya da doğru söylediklerinde aynı sıklıkta gülümsedikleri sonucu­
na ulaştılar. Yine de bu araştırmacılar gülümsemenin çeşitlerini
belirlemediler. Ne var ki tüm gülümsemeler aynı değildir. Yüz
değerlerini ölçümlemede bizim kullandığımız teknik, elli farklı
gülüşü ayırt edebilir. Hemşire öğrencilerin yalan söylerken daha
farklı bir tarzda gülümsediklerini ortaya çıkardık. Bu bulguları,
bu bölümün sonunda anlatacağım.
Bu durum sadece, yüzün ölçümlenmesine imkan vermeyen ya­
lan söyleme ifadeleriyle sözlü olmayan iletişimde birbirinden ayırt
edilmesi gereken ifade sayısının çok fazla olması nedeniyle mey­
dana gelir. Yakın zamana kadar, tüm yüz ifadelerini ölçmek için
kapsamlı ve objektif bir yöntem yoktu. Öğrencilerin yalan söyledi­
ği filmleri tekrar izledikten sonra, aldatma belirtilerini ortaya çıkar­
manın hassas bir ölçümleme gerektireceğini bildiğimiz için böyle
bir metodu geliştirmeyi tasarladık. Yüz ifadelerini kusursuz ölçe­
cek bir teknik geliştirmek için yaklaşık on yılımızı verdik.
Her biri diğerinden farklı binlerce yüz ifadesi vardır. Pek ço­
ğunun da duygularla ilgisi yoktur. Bunların çoğunluğunu sözdi­
zimi oluşturma, konuşmayı vurgulama (yüzdeki soru sorma ve

131
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ünlem işaretleri gibi) ve vücuttaki hareket resimleyicileri gibi,


konuşma işaretleri olarak adlandırdığımız ifadeler oluşturmak­
tadır. Bir de yüze ait birtakım simgeler vardır. Birkaçından bah­
sedecek olursak bunlar; tek gözünü kırpma, yukarı kalkık kaşlar
-aşağı inmiş göz kapaklan- at nalı ağızla yapılan omuz silkme,
tek kaş kalkmış şüpheci izlenimi veren bakış gibi şeylerdir. Du­
dakları ısırma, dudak emme, dudakları temizleme ve yanak şi­
şirme gibi yüz manipülatörleri de vardır. Bunların ardından da
gerçek ve sahte duygusal ifadeler gelir.

Her duygu için sadece bir değil , düzinelerce ifade vardır ve


bazıları için bu sayı yüzleri bulur. Her duygunun, görünüş olarak
birbirinden farklı bir ifadeler familyası vardır. Bu çok da şaşırtıcı
olmasa gerek. Her duyguya ait sadece bir his ya da tek bir olay
yoktur, bir olaylar familyası vardır. Öfke familyasında görülen
üyelere bir bakalım. Öfke aşağıdaki şekillerde değişkenlik gös­
terir:

Yoğunluk, rahatsızlık duymayla öfke arası ;

Nasıl kontrol edildiği, patlamaya hazırdan kızgınlıktan duma­


nı tütmeye kadar her çeşidi ;

B aşlaması ne kadar zaman alıyor (çıkış hızı), aniden devrele­


rin atmasından tutun da içten içe yanarak büyümeye kadar tüm
türleri;

Kaybolması ne kadar sürüyor (dengelenme hızı), çabucak yok


olandan ağır ağır kaybolanına kadar;

Isı, sıcaktan soğuğa;

Gerçeklik, gerçek olandan, şaşırmış bir ebeveynin afacan, se­


vimli çocuğuna haddini bildirdiği yapmacık öfkeye kadar tüm
öfke stilleri .

Eğer bunlardan biri öfkenin diğer duygularla harmanını oluş­


turuyorsa -eğlendiren öfke, suçluluk öfkesi, büyüklenme öfkesi,

132
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

aşağılama öfkesi gibi- o zaman öfke familyasının üyeleri çok daha


fazla artacaktır.
Henüz hiç kimse tüın öfke türlerinin kendine has bir yüz ifadesi
var mıdır, yok mudur bilmiyor. Her duygu için özel kelimelerden
daha çok yüz ifadesi olduğuna dair elimizde mevcut delillerimiz
var. Yüz, konuşma dilinin tek başına kelimelerle çizemediği ayrın­
tıları ve incelikleri işaretlerle bildirir. Birbirine eş olan ya da farklı
bildirimlerde bulundukları halde içteki ifadeyle bağıntılı her duygu
için tam olarak ne kadar ifade olduğunu belirleyen, yüz ifadeleri
repertuvarını haritalandıran çalışmamız sadece 1 978 ' den beri ya­
pılmaktadır. Yüzdeki aldatma belirtileri diye bahsettiğim şeylerin
bazıları, yeni yüz ölçüm tekniğimiz kullanılarak yapılan sistematik
çalışmalara ve bazıları da yüz ifadelerinin binlerce saat incelenmesi
sonucu elde edilen bilgilere dayanır. Daha henüz hiçbir bilim ada­
mı, istemli ve istemsiz ifadelerin nasıl farklılık gösterdiği üzerine
yaptığımız çalışmayı tekrar etmediği için anlattığım şeyler deneysel
niteliktedir.
İlk olarak yüzdeki sızıntıların en umut verici kaynağı, mikro
ifadeler ile başlayalım. Bu ifadeler, gizlenen ifadelerin tam bir
fotoğrafını verir fakat genelde o kadar çabuk belirip kaybolur ki
gözden kaçar. Bu mikro ifadeler, saniyenin dörtte birinden çok
daha hızlı görünüp kaybolur. Mikro ifadeleri, en az yirmi yıl
önce, aldatma belirtilerini araştırırken yaptığımız ilk çalışmalar
sırasında fark ettik. Birinci bölümde bahsi geçen, intihar plan­
larını gizlemeye çalışan psikiyatrik hasta Mary'nin mülakatını
görüntüleyen bir filmi inceliyorduk. Hastaneye gelişinden birkaç
hafta sonra çekilen filmde Mary, doktoruna, artık ıstırap çekme­
diğini söylüyor ve bir hafta sonunu ailesiyle birlikte geçirebil­
mek için ondan izin istiyordu. Ancak daha sonra, hastane göze­
timinden çıktığında kendini öldürebilmek için yalan söylediğini
itiraf edip hala çaresiz ve mutsuz hissettiğini söylemişti.

133
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Mary birkaç kısmi omuz silkme hareketi yapmış -simgesel


kaymalar- ve resimlemelerini azaltmıştı. Ayrıca bir mikro ifade
görmüştük: Ağır çekim görüntüleyiciyi kullanarak, tam bir üzün­
tü ifadesi yakaladık fakat bu sadece bir anlıktı, hemen ardından
bir gülümseme görüntüsü belirdi. Mikro ifadeler çok çabuk be­
lirip kaybolduğundan normalde görülmez, her zamanki süreleri­
nin sadece bir bölümüne sıkışmışlardır. Resim 2 üzüntü ifadesini
göstermektedir. Bunu anlamak kolaydır, çünkü sayfa üzerinde
hareketsiz haldedir. Eğer bu ifadeyi saniyenin yirmi beşte birinde
görseydiniz ve hemen arkasından, bir mikro ifadede olduğu gibi,
başka bir ifadeyle kapatılsaydı, muhtemelen gözünüzden kaçırır­
dınız. Mikro ifadeleri keşfimizin hemen ardından, diğer araştır­
macılar da mikrolarla ilgili kendi bulgularını yayınlayarak, bun­
ların bilinçaltı duygulan açığa çıkaran bir baskı sonucu olduğunu
söylediler. Mary için kesin olan bir şey varsa, o da duygularının
bilinçsiz olmadığıydı. Mikro yüz ifadesinde görünen üzüntüden,
ıstırap çekse de haberdardı.

Resim 2

İnsanlara, Mary'nin röportaj ının mikro ifadeler bulunan bö­


lümlerini gösterdik ve Mary'nin nasıl hissettiğini sorduk. Eği­
timsiz kişiler yanıldılar; mikrolarda verilen mesaj ları kaçırdık­
ları için, Mary'nin iyi hissettiğini sandılar. Bu kişiler ancak ağır
çekim projeksiyonu kullandığımızda üzüntü mesaj ını yakalaya­
bildiler. Deneyimli klinisyenler, her nasılsa, ağır çekime ihtiyaç

134
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

duymadılar. Gerçek zamanlı filmi izlediklerinde mikro ifadeler­


den üzüntü mesajını yakaladılar.
Pek çok kişi, yaklaşık bir saatlik eğitimle, böyle anlık ifadeleri
görebilir. Projektör lensi üzerine bir objektif kapağı yerleştirdik,
bu şekilde bir slaytı bir anlığına gösterilebilecektik. Başlangıç­
ta saniyenin on beşte birinde bir ifade görünüp kaybolduğunda,
insanlar bu ifadeyi göremediklerini ve hiçbir zamanda bunu be­
ceremeyeceklerini söylediler. Ancak çabucak bunu yapmayı ba­
şardılar. Bir süre sonra o kadar kolay gelmeye başladı ki insanlar
objektif kapağını yavaşlattığımızı sandılar. Birkaç yüz fotoğraf
gördükten sonra, çok kısa bir an gösterilmesine rağmen herkes
duygulan ayırt edebildi. Objektif kapağı olmadan da bir yüz ifa­
desinin fotoğrafını, mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde gözün
önüne getirip çekerek, herkes bu beceriyi kazanabilir. Resimde
hangi ifadenin bulunduğunu tahmin etmeye çalışmalı, sonra re­
simde ne olduğunu doğrulamak için tekrar resme bakmalıdır ve
sonra yeni bir resme geçilmelidir. Bu tarz bir çalışma, en az bir­
kaç yüz fotoğrafla tekrarlanmalıdır.
Mikrolar ümit vadediyor, çünkü gizlenen duyguları sızdırdık­
ları kadar da zenginler fakat fazla sık görülmezler. Öğrenci hem­
şirelerin yalan söylediği deneyimizde birkaç mikro ifade gördük.
Ancak en çok yapılan şey geri çekmeydi. Geri çekmede, bir ifade
belirdiğinde kişi neyin belirmeye başladığını fark edip ifadeyi
tamamlamaz ve bazen de başka bir ifadeyle kapatır. Gülümseme
en çok kullanılan maske ve örtüdür. Bazen bu geri çekme o ka­
dar çabuk olur ki yanda kalan ifadenin vereceği mesaj ı yakala­
mak zor olur. Mesajı dışarı sızdırmamış olsa bile, geri çekmenin
kendisi, kişinin duygularını gizlediğine dair ele gelir bir ipucu
olabilir. Geri çekilen ifadeler, genellikle daha uzun süre yüzde
kalır. Fakat mikrolarda olduğu kadar ifadeyi tam vermez. Mik­
rolar daha kısa bir zaman aralığına sıkışmıştır fakat tam görüntü

135
Ne Düşündüğünü Biliyorum

karşınızdadır. Geri çekilen ifade yarıda kesilir ve kesinlikle tam


görüntü oluşmaz fakat bir mikrodan daha uzun süre yüzde kalır
ve hareketin yarıda kesilmesinin kendisi de fark edilebilir.
Mikrolar ve geri çekmeler, pek çok aldatma belirtisinin yoru­
munda işi zorlaştıran iki probleme karşı savunmasızdır. Yalan av­
cılarının duygusal ifadelerdeki kişisel farklılıkları hesaba katma­
malarından doğan Brokaw Tehlikesi 'ni önceki bölümden hatırla­
yın. Herhangi bir duyguyu gizleyen herkes, bir mikro ya da bir
geri çekme ifadesi yapmayabilir - dolayısıyla bunların yokluğu
dürüstlüğün kanıtı değildir. İfadeleri kontrol etme becerisinde bi­
reysel farklılıklar vardır; benim doğal oyuncu diye adlandırdığım
insanlar, bu işi mükemmel bir şekilde yaparlar. Othello Hatası
diye adlandırdığım ikinci probleme ise bazı dürüst kişilerin ya­
lan söylediklerinden şüphelenildiğinde duygusallaşması olayının
anlaşılamaması neden olur. Othello Hatası'nı önlemek için yalan
avcısının, kişi mikro ve geri çekme ifadesi kullansa bile, bu duru­
mun o kişinin yalan söylediğinden kesin emin olmak için yeter­
li bir kanıt teşkil etmeyeceğini anlamasına bağlıdır. Bu ifadeler
tarafından dışarı sızan duygulardan herhangi biri, bu duyguların
varlığını gizlemek isteyen masum bir kişi tarafından da hissedi­
lebilir. Masum bir insan inanılmamaktan korkabilir, başka bir şey
hakkında suçluluk duyabilir, haksız yere suçlandığı için öfke ya
da bıkkınlık hissedebilir, iddiada bulunan kişinin hatalı olduğunu
kanıtlama fırsatı nedeniyle memnun olabilir, itham edildiği için
şaşırmış olabilir vs. Eğer masum kişi bu duygulan gizlemeye ça­
lışırsa, mikro ve geri çekmeler meydana gelebilir. Mikro ve geri
çekmeyi yorumlamadaki bu problemlerle baş etme yollarını bir
sonraki bölümde ele alacağız.
Yüz ifadelerini oluşturan kasların hepsini dengeli bir şekil­
de kontrol etmek kolay değildir. Bazı kaslar diğerlerinden daha
güvenilirdir. Güvenilir kaslar sahte ifadelerde görülmez, yalan

136
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

söyleyen kişi bu kasları kullanamaz. Aldatan kişi, hissedilen bir


duyguyu gizlemeye çalıştığında bu kaslar halihazırda bastırılıp
etkisiz hale getirilemediğinden, bunların hareketlerini saklamak­
ta zorluk yaşar.

İnsanlardan, her bir yüz kasını istemli olarak hareket ettire­


rek bu ifadeleri yüzlerinde oluşturmalarını isteme yoluyla hangi
kasların kolay kontrol edilemediğini öğrendik. Çok az insanın,
istemli olarak yapabildiği belirli kas hareketleri vardır. Örneğin,
deney yaptığımız kişilerin sadece yüzde onu çene kaslarını ha­
reket ettirmeden dudak köşelerini aşağıya doğru istemli olarak
indirebildi . Lakin kontrol edilmesi zor olan bu kasların, kişi aynı
harekete yol açan duyguyu hissettiğinde kımıldadığını gözlem­
ledik. Örneğin, dudak köşelerini istemli olarak aşağıya bükeme­
yen kişiler, üzüntü, keder veya ıstırap duyduklarında bu hareketi
yapabiliyorlardı. Kontrolü zor olan kasların istemli bir şekilde
nasıl hareket ettirildiğini insanlara öğretmek yüzlerce saat alsa da
sonunda bunu başardık. Bu kasların güvenilir olmasının nedeni,
insanların sahte bir ifadeye uyarlamak için bu kaslara nasıl bir
sinyal göndereceklerini bilmemeleridir. Eğer birey sahte bir ifade
oluşturmak için kasa gönderecek bir ileti bulamıyorsa, kasların
hareketine neden olan herhangi bir duyguyu hissettiğinde bu kas
hareketlerine müdahale etmek için "dur" ya da "etkisiz hale ge­
tir" sinyali göndermekte zorluk yaşayacaktır. Bir ifadeyi taklit
etmek için bir kası istemli olarak kımıldatamıyorsanız, duygusal
bir ifadenin bir bölümünü gizlemek amacıyla kasların hareket et­
mesini kolayca önleyemezsiniz.20

Hissedilen bir duyguyu engellemeden gizlemek için başka yön­


temler de vardır. Genellikle bir gülümsemeyle ifadeler maskelene-

20Bu fikri yüz ve duygular hakkında bilgi sahibi olan birkaç nörologla müzake­
re ettim, bunun mantıklı ve olması mümkün bir kavram olduğuna inanıyorlar.
Bu görüş henüz test edilmemiştir ve bir hipotez olarak görülmelidir.

137
Ne Düşündüğünü Biliyorum

bilir fakat bu, hissedilen duygunun alın ve göz kapaklarında oluşan


izlerini örtmez. Başka bir seçenek ise gerçek ifadeyi kontrol altın­
da tutmak için, zıt kas gruplarını gerginleştirmektir. Örneğin bir
memnuniyet gülümsemesi, dudaklar birbirinin üzerine bastırılarak
ve çene kasları yukarı itilerek hafifletilebilir. Her halükarda sık sık
hissedilen duyguya ait kaslarla karşıt kasların birbirine karışma­
sı yüzü garip, gergin ve kontrollü gösterebileceğinden zıt kasları
kullanmanın kendisi de bir aldatma belirtisi olabilir. Hissedilen bir
duyguyu gizlemenin en iyi yolu ifadeye bağlı tüm kasların hare­
ketlerine engel olmaktır. Ancak duygu güvenilir kasları kullanma­
yı da gerektiriyorsa, bunu yapmak zor olabilir.
Alın, güvenli kas hareketlerinin ana merkezidir. Resim 3A
üzüntü, acı, dert ve muhtemelen suçluluk duygusuyla ortaya çı­
kan güvenilir kas hareketlerini gösteriyor (Resim 2 'de gösterilen
ifadenin aynısıdır, ancak yüzün geri kalan kısmı boş olduğundan
resim 3A'da alna odaklanmak daha kolaydır). Kaşların birbirleri­
ne yakın uçlarının nasıl yukarı kalktığına dikkat edin. Genellikle
bu, aynı zamanda göz kapaklarını üçgenleştirir ve alnın ortasında
kırışıklıklara neden olur. Test yaptığımız insanların en fazla yüz­
de on beşi bu hareketi istemli bir şekilde yapabildi . Bu durum,
duygular sahte olarak sahnelendiğinde görülmez. Ancak birey
üzgün, endişeli (veya muhtemelen suçluluk duygusu) hissetti­
ğinde bu duygulan, gizlemek için gösterdiği tüm çabalara rağ­
men ortaya çıkar. Bu fotoğraflar, hareketlerin yüzde nasıl beli­
rip kaybolduğunu göstermese bile, ifadelerin görünüşünü akılda
netleştirmesi bakımından bunların abartılı örneklerini gösteriyor.
Eğer üzüntü hissi zayıfsa, alnın görüntüsü biraz daha hafif olmak
kaydıyla Resim 3A'dakinin aynısı olacaktır. Bir kez bir ifadenin
biçim düzeni bilindiğinde hareketler, sabit bir sunumla değil de
gerçek hayatta olduğu biçimiyle görünse dahi ifadelerin zayıf
versiyonları bile tespit edilebilir.

138
Resim 3A Resim 3B

Resim 3C Resim 3D

139
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Resim 3B korku, endişe, telaş ya da dehşetle meydana gelen


güvenilir kasları gösteriyor. Hareketlerin bu kombinasyonunu
istemli bir şekilde oluşturmak aşın derecede zordur. Üzerinde
test yaptığımız insanların en fazla yüzde onu, bu hareketi istemli
olarak yapabildi. Fotoğraf aynca, korkuyla kalkmış göz kapak­
larının ve göz altı gerilmesinin genellikle korku işareti olduğunu
gösteriyor. Gözün bu üst ve alt hareketleri, kişi korkusunu giz­
lemeye çalıştığında aşağıya düşebilir, bunlar kontrolü zor olan
hareketler değildir. Kaş pozisyonunun aynı şekilde kalması daha
olasıdır.
Resim 3C ve 30 şaşkınlık ve korkuyu işaret eden kaş ve göz
çevresi hareketlerini gösteriyor. Başka duygular için böyle belir­
leyici kaş ve göz çevresi hareketleri yoktur. Resim 3C ve 3 D ' de
görülen göz çevresi ve kaş hareketleri güvenilir değildir. Bunları
herkes yapabilir, o nedenle sahte ifadelerde görülebilir ve kolay­
ca gizlenebilir. Bunlar göz çevresi ve kaşların, duygulan nasıl
belirtti ğini gösteren tasviri daha iyi bütünleme görevini görür,
böylece resim 3A ve 3 B ' deki fotoğraflarda gösterilen güvenilir
kaslarla görüntü kontrastı daha belirgin hale gelir.
Resim 3C ve 3D'deki kaş hareketleri -kaldırma ve indirme­
en sık görülen yüz ifadeleridir. Bu kaş hareketleri genellikle ko­
nuşmayı vurgulamak ve önemini belirtmek amacıyla konuşma
işaretleri olarak kullanılır. Kaş kaldırmak aynı zamanda soru,
ünlem işareti, inanmama ve küçük görme simgeleri olarak da
kullanılır. Darwin, kaşları aşağı ve birbirine iten kasları "zorluk
kasları" olarak adlandırmıştır. Bu hareketin, ağır bir eşyayı kal­
dırmaktan karışık bir matematik sorusu çözmeye kadar zorluğun
herhangi bir çeşidiyle ortaya çıktığını ileri sürerken haklıydı.
Kaşları aşağı düşürüp birleştirmek, zihin karışıklığı ve konsant­
rasyon durumlarında da görülür.
Ağız bölgesinde bir başka güvenilir yüz hareketi daha var-

140
Yüzdelıi Aidatına Belirtileri

dır. Öfkeyi gösteren belirtilerin en önemlilerinden biri, dudak­


ları sıkmaktır. Kırmızı bölge daha az görünmeye başlar ancak
dudaklar içeri çekilmemiştir ve üst üste bastırılmaları şart de­
ğildir. Bu kas hareketinin yapılması pek çok kişi için oldukça
zordur ancak insanlar sinirlenmeye başladığında ve hatta öfke­
yi içlerinde hissetmeden evvel bu hareketin sık sık yüzlerinde
belirdiğini gördüm. Bununla birlikte bir gülümsemeyle beraber
kolayca gizlenebilen, göze çarpmayan bir harekettir. Resim 4
bu hareketin, dudakların şeklini nasıl değiştirdiğini göstermek­
tedir.

Resim 2

Othello Hatası -dürüst bir insanın yalancılıkla itham edil­


diğinde, bir yalancının gösterdiği belirtileri göstermesini fark
edememe- güvenilir yüz hareketlerinin yorumunu karmaşıklaş­
tırabilir. Dürüst bir şüpheli, haksız yere suçlanmaktan korktuğu
için, Resim 3 B ' de görülen güvenilir korku görüntüsünü verebilir.
Korkmuş göründüğünde insanların onu yalancılıkla suçlayaca­
ğından endişe ederek, korkusunu gizlemeye çalışabilir. Bu ne­
denle korku belirtisi sadece kaşlarında kalır ki buna engel olmak
zordur. Korkusunu gizlemeye çalışan yakalanmaktan korkan ya­
lancı da muhtemelen aynı ifadeyi gösterecektir. 6. Bölüm, yalan
avcısının bu problemle baş etme yollarını açıklıyor.

141
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Aynı zamanda güvenilir yüz kaslarını değerlendirirken, Bro­


kaw Tehlikesi'nin de -kişisel farklılıklar nedeniyle, bir yalancı
aldatma belirtisi göstermezken, dürüst bir insanın böyle bir ha­
reketi yapabileceğinin hesaba katılmaması olayının- önüne ge­
çilmelidir. Bazı kişiler -psikopatlar ve doğal yalancılar- gerçek
duyguların oluşturduğu yüz ifadelerine engel olma konusunda
olağanüstü kabiliyetlidirler. Güvenilir yüz kasları, onlar için dik­
kate alınacak güvenilir bir baz değildir. Pek çok karizmatik lider
de bu sıra dışı yeteneğe sahiptir. Papa John Paul söylenenlere
göre 1 983 Polonya ziyaretinde bu becerisini sergilemiştir. 2 1
Gdansk'taki tersane saldırılarından sadece birkaç yıl önce,
Polonya'daki komünist yöneticilerin, bazı politik reformlara izin
vereceği ümidi doğmuştu. Birçok kişi, İşçi Birliği dayanışma
başkanı Lech Walesa, çok hızlı davranır ya da çok fazla zorlar­
sa, Sovyet ordularının yıllar önce Macaristan, Çekoslovakya ve
Doğu Almanya'ya girdiği gibi ülkelerine girmesinden korkuyor­
du. Sovyet orduları Polonya sınırına yakın bir yerde aylarca "as­
keri tatbikat" yapmıştı . Nihayet, Dayanışma'yı kabul eden rejim
istifa etmiş ve Moskova'nın onayıyla Polonya Ordusu görevi
devralmıştı. General Jaruzelski, Lech Walesa'nın aktivitelerini
yasaklayıp işçi partisinin faaliyetlerini durdurmuş ve sıkıyönetim
ilan etmişti. Ve şimdi sıkıyönetimden tam on sekiz ay sonra, bir
Polonyalı olan Papa'nın ziyareti önemli sonuçlar doğurabilirdi.
Papa, Walesa'ya destek verecek miydi? Mevcudiyeti bir grevi
alevlendirebilir veya bir ayaklanmayı kolaylaştırabilir miydi? Ya
da General Jaruzelski 'ye salahiyet verecek miydi? Gazeteci Wil­
liam Safire, filme alınan General ve Papa arasındaki buluşmayı

21
Yalanı öylesine şiddetli kınarız ki benim saygı cluyulan biri için yalancı teri­
mini kullanmam yanlış gelebilir. 2. Bölüm'de açıkladığım gibi , yalancı terimini
yerme tarzında kullanmıyorum ve son bölümde açıklayacağım gibi bazı yalan­
lara ahlaki yönden hak verilebileceğine inanıyorum .

142
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

şöyle tarif eder: "Başpiskopos ve kukla lider birbirlerine gülüm­


sediler ve el sıkıştılar. Papa genel görünümün nasıl kullanılabi­
leceğini bildiğinden, bu tip durumlarda yüz ifadesini ayarlardı.
Bu noktada mesaj açıktı: Kilise ve devlet bir çeşit gizli anlaşma
yapmıştı ve Moskova'nın seçtiği Polonyalı liderin (Jaruzelski)
politik onay alma arayışı, devlet televizyonlarında gösterilmesi
için verilmiş ve tekrar tekrar yayınlanmıştı."
Her politik lider, ifadelerini bu kadar becerikli bir şekilde
kullanamaz. Eski Mısır Başkanı Enver Sedat, yüz kaslarını na­
sıl kontrol edebileceğini öğrenmek için delikanlıyken yaptığı
çalışmalar hakkında bir yazı yazmıştır: " . . . Hobim politikaydı.
O sıralar Mussolini İtalya'nın başındaydı. Fotoğraflarını gör­
müştüm, toplu söylevler yaparken, çeşitli şiddet ya da saldırı
pozları takınarak ifadesini nasıl değiştirebildiği hakkında yazılar
okumuştum, böylece insanlar ona bakıp yüz hatlarının tüm ay­
rıntılarında gücü ve iktidarı görebiliyorlardı. Bundan son derece
etkilenmiştim. Evde aynanın önünde durdum ve bu hakimiyet
ifadesini taklit etmeye çalıştım ama benim için sonuç hayal kı­
rıklığı olmuştu. Olan tek şey, tüm yüz kaslarımın yorulmasıydı.
Canımı yakmışlardı."
Mussolini'nin yüz hareketlerini taklit edememesine rağmen,
Sedat'ın, 1 973 'te gizlice bir Suriye-Mısır ortaklığı oluşturarak
İsrail' e yaptığı sürpriz saldırıda gösterdiği haşan yine de onun al­
datma konusunda başarılı olduğunu gösteriyor. Aldatma yüz ifa­
delerini, vücut hareketlerini ya da sesteki belirtileri gizlemek veya
taklit etmek için özel bir beceri gerektirmez. Bu beceriye, Hitler'in
Chamberlain'i aldattığı toplantıda olduğu gibi sadece doğrudan
görüşmelerde, kurban ve yalancının yüz yüze olduğu yakın al­
datmalarda ihtiyaç duyulur. Aktarılanlara göre Sedat, rakipleri
ile doğrudan yaptığı görüşmelerde hiçbir zaman gerçek duygula­
rını gizlemeye çalışmamıştır. 1 973 'teki savaştan sonra doğrudan

143
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Sedat'la muhatap olan İsrailli Savurana Bakanı Ezer Weizınan'a


göre: "Duygularını sadece kendine saklayan bir adam değildi :
Duygulan, ifadelerinden olduğu gibi sesinden ve hareketlerinden
de hemen anlaşılıyordu."
Kişisel farklılıkların güvenilir yüz kaslarını yorumlamaya en­
gel olduğu, daha limitli bir başka husus daha vardır. Bu husus
daha önceden bahsetmiş olduğum yüzdeki konuşma ifadelerini
de kapsar. Konuşma işaretlerinin bazıları, daha çok söylendikleri
sırada kelimelere vurgulama yapan el resimlemeleri gibidir. Pek
çok insan kaşlarını kaldırır ya da indirir (Resim 3C ve 3D 'de gö­
rüldüğü gibi). Ancak çok az insan, konuşmayı vurgulamak için
üzüntü ve korkuda (Resim 3A ve 3B) oluşan kas hareketlerini
yapar. Bu hareketler, onları vurgu amaçlı kullanan kişiler için
güvenilir değildir. Oyuncu-yönetmen Woody Allen, kaş hareket­
leri güvenilir olmayan bir insandır. O, üzüntüde oluşan kaş ha­
reketlerini, konuşmada vurgulayıcı olarak kullanır. Pek çok kişi
kelimeleri vurgulamak için kaşlarını indirip kaldırırken, Woody
Allen bunun yerine genellikle kaşlarının iç uçlarını yukarı kaldı­
rır. Onun böyle düşünceli ve empatik görünmesinin bir nedeni de
budur. Woody Allen gibi üzgün kaş ifadesini vurgulama yapmak
amacıyla kullanan diğer insanlar, bu hareketleri istemli olarak
kolayca yapabilirler. Böyle insanlar istediklerinde bu hareketleri
gizleyebilir ve sahte bir ifade için kullanabilirler. Pek çok insanın
erişemediği kaslara kolayca erişim sağlayabilirler. Eğer şüpheli
bu hareketleri vurgulama aracı olarak kullanıyorsa, yalan avcısı
bu kaslara güvenilemeyeceğini söyleyebilir.
Diğer aldatma belirtilerinin ve güvenilir yüz kaslarının yoru­
munu zorlaştıran üçüncü problem, bu kasları oynatmak amacıyla
sahte bir ifade oluşturmak için tiyatral bir tekniğin kullanılması­
dır. Stanislavski Oyunculuk Tekniği (aynı zamanda oyunculuk
metodu olarak da bilinir) aktörlere, bir duyguyu nasıl hatırlayıp,

144
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

tekrar o hissi nasıl tecrübe edebileceklerini öğreterek, nasıl ger­


çekçi bir şekilde duygulan sahneleyeceklerini öğretir. Evvelki
bölümün sonuna doğru, otonom sinir sistemi üzerinde inceleme
yapmak için bu tekniği kullandığımızı anlatmıştım. Bir aktör bu
tekniği kullandığında yüz hareketleri istemli olarak değil, tekrar
yaşanılan duygunun bir sonucu olarak biçimlenir. Tekniğimizin
de önerdiği üzere, duygunun ruhiyatını uyandırılabilir. İ nsanlar
Resim 3A ve 3 B ' deki hareketleri yapamadıklarında, bazen üzül­
dükleri ya da korktukları anl an tekrar gözlerinde canlandırma­
ları talimatını verdim ve Stanislavski Tekniği 'ni kullanmaları­
nı istedim. İ stemli olarak yapamadıkları bu yüz hareketleri, bu
olaydan sonra sık sık yüzlerinde oluştu. Yalan söyleyen kişi de
Stanislavski tekniğini kullanabilir ve gerçekten kullanırsa da or­
tada canlandırılan oyunun sahte olduğunu gösteren hiçbir belirti
olmaz, çünkü bir bakıma, sahnelenen oyun sahte değildir. Böyle
bir yalancı, sahte duygulan hissedeceği için güvenilir yüz kasları
yüzünde oluşan sahte ifadelerde görülecektir. Duygular Stanis­
lavski Tekniği tarafından oluşturulduğunda sahte ve gerçek ara­
sındaki çizginin hatları belirginliğini kaybeder. Ve daha da kötü­
sü kendini inandırmayı başaran bir yalancının, kendi yalanının
doğru olduğuna inanır hale gelmesidir. Bu tip yalancılar tespit
edilemez. Sadece yalan söylediklerinin farkında olan yalancılar
yakalanabilir.
Şimdiye kadar gizlenen duyguların sızıntı yapabileceği üç du­
rumu tanımladım: Mikro ifadeler, geri çekme olayından hemen
önce görülenler, yüzdeki güvenilir kas hareketleri engelleneme­
diğinde yüzde bıraktığı izler. İ nsanların çoğu gizlenen duyguların
kendini belli etmesine neden olan dördüncü bir kaynak olduğuna
inanırlar: Gözler. Ruhun penceresi olduğu düşünülen gözlerin
en derindeki gerçek duyguları belli ettiği söylenir. Antropolog
Margaret Mead, bu görüşe karşı çıkan Sovyet profesörden alıntı

145
Ne Düşündüğünü Biliyorum

yapar: "İhtilaldan evvel şöyle derdik: 'Gözler kalbin aynasıdır. '


Gözler yalan söyleyebilir - ama nasıl? Gerçekte hissetmediğiniz,
candan bir ilgiyi gözlerinizle ifade edebilirsiniz. Huzuru ve şaş­
kınlığı da gösterebilirsiniz." Gözlerin güvenilirliği hakkındaki
bu anlaşmazlık, gözde bulunan her beş kaynağın ayrı ayrı ince­
lenmesi yoluyla çözülebilir. Bu kaynaklardan sadece üçü aldat­
ma belirtisi ya da sızıntıya neden olabilir.
İlki, göz küresini çevreleyen kaslar tarafından meydana ge­
len gözün görüntüsündeki değişikliklerdir. Bu kaslar, gözün ne
kadar iris ve beyazının ortaya çıkacağını, göz bölgesine bakıldı­
ğında alınacak tüm izlenimi ve göz kapaklarının şeklini belirler.
Bu kaslar tarafından meydana gelen bazı değişiklikler Resim 3A,
3B, 3C ve 3D'de gösterilmiştir ancak daha önce de bahsedildiği
gibi bu kasların hareketleri güvenilir bir aldatma belirtisi oluş­
turmaz. Bu kasları istemli bir şekilde hareket ettirmek ve engel
olmak oldukça kolaydır. Geri çekme ve bir mikro ifadenin parça­
sı olma durumu dışında dışarıya fazla bir bilgi sızdırmayacaktır.
Göz bölgesindeki ikinci bilgi kaynağı, bakış yönüdür. Ba­
kışlar, birkaç duyguyla yön değiştirir: Üzüntü ile aşağı bakma,
suçluluk ve utanma duygusu ile uzağa ya da aşağıya bakma ve
bıkkınlık ile uzağa bakma. Yine de suçlu olan yalancı, herke­
sin bu şekilde yalan söylediğini belirleyebileceğini düşündüğü­
nü bildiğinden, bakışlarının yönünü fazla değiştirmeyecektir.
Mead'in alıntı yaptığı Sovyet profesör, bir bireyin bakış yönünü
değiştirmesinin ne kadar kolay olduğuna dikkat çekmiştir. Şaşır­
tıcı bir şekilde insanlar bakış yönlerini değiştirmeyecek derecede
yetenekli yalancılar tarafından kandırılmaya devam ediyorlar.
"Dün (çok eşlilik davasında) ifade veren Patricia Gardner' ı, yüz
kadınla evlenmiş olan Giovanni Vigliotto 'ya çeken nedenlerden
biri de doğrudan gözlerinin içine bakmasının verdiği dürüstlük
vasfıydı."

146
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

Göz çevresindeki üçüncü, dördüncü ve beşinci kaynaklar, ai­


datına belirtileri ve sızıntı oluşturma bakımından daha fazla ümit
vadediyor. Göz kırpma, istemli bir şekilde yapılabileceği gibi,
aynı zamanda insanlar duygusal olarak uyarıldıklarında da artan
istemsiz bir tepkidir. İnsanlar duygusal olarak hareketlendiğinde
göz bebekleri büyür ancak bu değişikliği isteyerek yapma imkanı
veren bir yöntem yoktur. Göz bebeği büyümesine otonom sinir
sistemi neden olmaktadır ki bu sistem aynı zamanda 4 . Bölüm' de
anlatılan terleme, solunum ve ağız sulanması ve biraz sonra aşa­
ğıda bahsedilecek diğer bazı yüz ifadelerine de sebep olmaktadır.
Göz kırpma ve büyümüş göz bebekleri, insanların duygusal ola­
rak hareketlendiğini gösterirken duygunun türünü bildirmezler.
Bunlar, korku, öfke ya da heyecanın belirtisi olabilir. Göz kırpma
ve göz bebeği büyümesi, sadece birinin yalan söylediğini her­
hangi bir duygunun varlığı ortaya çıkaracaksa ve yine eğer yalan
avcısı haksız yere suçlanan masum bir kişinin korku ihtimalini
eleyebilirse önemli bir sızıntı olarak görülebilir.
Gözyaşları, göz çevresinde oluşan beşinci ve en son bilgi kay­
nağıdır ve buna da otonom sinir sistemi faaliyetleri neden olur.
Ancak gözyaşları tüm duyguların değil sadece bazı duyguların
belirtisidir. Gözyaşları sıkıntı, üzüntü, rahatlama, eğlenmenin
çeşitli biçimleri ve kontrolsüz gülme sebebiyle meydana gelir.
Diğer belirtiler gizlendiğinde bunlar üzüntü ve sıkıntı duygu­
larını sızdırabilir, gerçi aynı zamanda kaşların da bu duygulan
yansıtacağını tahmin ediyorum, eğer kişi gözyaşlarını tutamazsa,
gizlediği duygulan kabullenecektir. Sevinç gözyaşları, gülmenin
kendisi bastırıldıysa sızıntı yapmaz.
Otonom sinir sistemi, yüzde gözle görülebilen farklı değişim­
lere de neden olur: Yüzün kızarması, rengin atması ve terleme
gibi . Tüm diğer vücut ve yüzde meydana gelen otonom sinir
sisteminin neden olduğu değişikliklerde olduğu gibi, yüz kızar-

147
Ne DiJ/ündüğünü Biliyorum

masını, renk atmasını ve yüzdeki terlemeyi gizlemek de zordur.


Terlemenin, göz kırpma sayısında artış ve göz bebeği büyüme­
sinde olduğu gibi, bir duygu hareketliliğine mi yoksa sadece bel­
li birkaç duyguya mı özel olduğu bilinmiyor. Yüz kızarması ve
benzin atmasıyla ilgili çok az şey biliniyor.
Yüz kızarması, sıkıntının, aynı zamanda utanç ve muhtemelen
suçluluk duygusunun işareti olarak görülür. Bu durumun sebebi
bilinmemekle beraber erkeklere göre kadınlarda daha sık görül­
düğü söylenir. Yüzün kızarması, bir yalancının gizlenen şey yü­
zünden sıkıldığını veya utandığını ya da saklanmaya çalışılan şe­
yin utanç duygusunun kendisi olduğu bilgisini sızdırabilir. Yüz,
öfkeyle de kırmızılaşır ve kimse bunun yüz kızarmasından nasıl
ayırt edileceğini bilmez. Muhtemelen ikisi de ciltteki dış kan
damarlarının genişlemesiyle ilgilidir ancak öfkenin kırmızısı ile
utanç ve sıkıntının verdiği kızıllık, yüzün etkilenen alanı, süreci
ve yoğunluğu bakımından değişiklik gösterebilir. Yüzün, sadece
öfke kontrol edilemediğinde ya da kişi patlama noktasında olan
bir öfkeyi kontrol altına almaya çalıştığında kızardığını tahmin
ediyorum. Eğer bu doğruysa, o zaman ses ve yüzde öfkenin diğer
belirtileri sık sık görülecektir ve yalan avcısı bu duyguyu yakala­
mak için sadece yüzdeki renklenmeye bel bağlamayacaktır. Daha
kontrollü öfkede, korkuda olduğu gibi, yüzün rengi sararabilir ya
da solabilir. Benzin sararması, öfke ve korku ifadeleri gizlense
dahi sızıntı yapabilir. Şaşırtıcı bir şekilde, belli duyguların ifade
edilmesi ve gizlenmesine bağlı beniz sararması, kırmızılaşma,
kızarma ve gözyaşları hakkında çok az çalışma yapılmıştır.
Yüz ifadesinin, gizlenen bir duyguyu nasıl ortaya çıkaraca­
ğı konusundan, bir ifadenin sahte olduğunu ve hissedilmediğini
gösteren yüz ifadelerine dönelim. Daha önceden bahsedilen ola­
sılıklardan biri, bir Stanislavski ve Woody Allen problemi olma­
dığı müddetçe, güvenilir yüz kaslarının sahte bir ifadenin parçası

148
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

olmadığıdır. Bir ifadenin sahte olduğunu gösteren üç ipucu daha


vardır: Asimetri, zamanlama ve konuşma akışındaki konum.
Asimetrik bir yüz ifadesinde yüzün iki tarafında da aynı hare­
ket görülür ancak hareket bir tarafta daha yoğundur. Fakat bu du­
rum yüzün sadece bir tarafında meydana gelen tek yanlı ifadeler­
le karıştırılmamalıdır. Böyle tek taraflı yüz ifadeleri, üst dudak­
ların kaldırıldığı ve dudağın bir köşesinin çekildiği küçümseme
ifadeleri hariç duygu göstergesi değildir. Bunun yerine tek yanlı
ifadeler göz kırpma ya da tek kaşın eleştirel amaçla kaldırılması
gibi simgelerde kullanılır. Asimetrik ifadeler daha ayrıntılı, daha
yaygın ve tek yanlı ifadelere göre çok daha ilginçtir.
Beynin sağ yarım küresinin, duygulan yönetmeye ayrılmış
olduğunu gösteren bulgularla ilgilenen bilim adamları, yüzün bir
yarısının daha fazla duygusal görünmesi gerektiğini düşündüler.
Sağ küre, yüzün sol yarısındaki kasların çoğunu hareket ettirdi­
ğinden ve sol yanın küre de yüzün sağ yarısındaki pek çok kası
hareket ettirdiğinden, bazı bilim adamları, duygunun yüzün sol
yarısında daha belirgin olacağını öne sürdü. Deneylerinin birin­
deki çelişkileri tespit etme çalışmalarım sırasında şans eseri, asi­
metrinin nasıl bir aldatma belirtisi olabileceğini fark ettim. Ha­
reketlerin yüzün bir yansında diğer yansından daha fazla olduğu
çarpık ifadeler, duygunun hissedilmediğine dair bir ipucuydu.
Böyle bir şans elime geçti, çünkü duyguların daha çok yü­
zün sol yarısında yoğun olduğunu iddia eden bilim adamlarının
kurduğu ilk ekip kendi materyallerini değil, bendeki fotoğraf­
ları kullanmıştı . Bulgularını her zamankinden daha dikkatli bir
şekilde inceledim ve yüz fotoğraflarını çeken kişi olarak on­
ların göremediği bazı şeyleri gördüm. Harold Sackeim ve ar­
kadaşları, iki sol ve iki sağdan oluşan fotoğraflar yapmak için
yüz resimlerini ikiye kestiler ve yüzün her iki tarafından (sol ve
sağ yarı yüz) ayna görüntüleme sistemi kullanarak tam bir yüz

1 49
Ne Düşündüğünü Biliyorum

fotoğrafı oluşturdular. İnsanlar bu fotoğrafları gördüklerinde,


çift soldan oluşan fotoğraflardaki duygunun, çift sağdan oluşa­
na göre daha yoğun olduğunu belirttiler. Ancak tek bir istisna
olduğunu fark ettim - mutlu yüzlere ait yorumlarda bir farklılık
yoktu. Sackeim bu konu üzerinde fazla durmamıştı ama ben
durdum. Fotoğrafları çeken kişi olarak gerçek duygusal ifadele­
rin, sadece mutlu ifadelerin bulunduğu fotoğraflarda olduğunu
biliyordum. Diğer ifadeleri, modellerime belirli yüz kaslarını
istemli olarak oynatmalarını isteyerek elde etmiştim. Ancak
mutlu ifadeleri, modeller eğlenirken hazırlıksız oldukları bir
anda yakalayıp çekmiştim.
Bu bilgi beyin hasarları üzerine yapılan çalışmalarla ve daha
önce bu bölümde bahsettiğim yüz ifadeleriyle bir araya gelince,
yüz asimetrisiyle ilgili çok farklı bir yorum oluşturdu. Bu ça­
lışmalar istemli ve istemsiz ifadelerin, sadece tek taraflı beyin
hasarlarında beynin hasar aldığı bölüme bağlı olarak farklı nöral
seyir yönlerine tabi olduğunu gösterdi. İstemli ve istemsiz ifade­
ler birbirinden bağımsız olduğu için, bunlardan biri asimetrik ise
diğeri olmamalıydı. En son mantık ise, beyin yarım kürelerinin,
istemsiz yüz ifadelerini değil de istemli olanları doğrudan yönet­
tiği konusunda uzun süredir kabul gören olgulara dayanır; ikincil
yüz ifadeleri, beynin daha düşük primitif alanlan tarafından ya­
pılmaktadır. Sağ ve sol yarım küre arasındaki farklılık, istemsiz
yüz ifadelerini değil, istemli yüz ifadelerini etkilemelidir.
Benim elde ettiğim sonuçlara göre Sackeim, kanıtladığını dü­
şündüğü şeyin tam aksini ispat etmişti. Olay, yüzün iki yarısının
duygusal ifadelerde farklılık göstermesi değildi. İfadeler kasıtlı,
istemli ve yapmacık olarak yapılmak istendiğinde asimetriye ne­
den oluyordu. İfadeler, doğal olarak gülen yüzlerde olduğu şe­
kilde istemsizce meydana geldiğinde çok daha az asimetri oluşu­
yordu. Asimetri, ifadenin hissedilmediğine dair bir ipucudur. Bu

150
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

görüşü test etmek için, doğal yüz ifadeleriyle bilinçli yapılan yüz
ifadelerini karşılaştıran birkaç deney düzenledik.
Bu konu hakkındaki bilimsel anlaşmazlık büyüktü ancak sa­
dece yakın zamanda -yalnız pozitif duygusal ifade gerektiren
hareketlerle ilgili- kısmi bir görüş birliği hasıl oldu. Pek çok
araştırmacı şu an, duygular hissedilmediğinde, gülümsemeye da­
hil olan ana kasların yüzün bir tarafında daha güçlü olduğu ko­
nusunda bizimle hemfikirdir. Korku filmleri izlerken hemşirele­
rin ara sıra yaptıkları gülümsemeleri incelediğimizde asimetriyi
gördüğümüz gibi, aktörlerden istemli olarak gülümsemelerini ve
mutlu taklidi yapmalarını istediğimizde modellerimizin yüzünde
de bu ifadeyi gördük. Kişi eğer sağ elini kullanıyorsa, hareket
yüzün sol yarısında genellikle biraz daha fazlaydı. Gerçekten
hissedilen gülümsemelerin, asimetrik ifadelerden çok daha az et­
kilendiğini ve genellikle yüzün sol tarafında güçlü olan asimetrik
ifadeleri andırmadığını bulduk.
Ayrıca, hareketler istemli yapılıp duygunun doğal görüntüsü­
nün bir parçası olmadığında negatif duyguların yol açtığı bazı
hareketlerde de asimetri olduğunu ortaya çıkardık. Bazen hare­
ketler sol tarafta daha yoğundur, bazen de sağ tarafta ve bazen de
hiçbir asimetri yoktur. Gülümsemenin yanı sıra genellikle öfke
görüntüsünün bir parçası olan kaşları indirme, hareket kasıtlı ya­
pıldığında çoğunlukla sol tarafta daha güçlü görünür. Bezginliğe
bağlı burun kırıştırma ve korku ifadesinde bulunan dudakları ku­
laklara doğru germe, hareketler istemli yapıldığında yüzün sol
tarafında daha belirgin olur. Bu bulgular daha yeni yayınlandı ve
Sackeim gibi duygusal ifadelerde asimetri olduğunu ileri süren
kişileri ikna edip edemeyeceği henüz belli değil.
Yalan avcısı için çok da önemli olmadığını düşündüğüm asi­
metriyi, genelde anlaşılması oldukça güç ayrıntıları olduğu için
tam bir ölçüm olmadan kimsenin fark edemeyeceğine inanıyor-

151
Ne Düşündüğünü Biliyorum

dum. Ama yanılmışım. İnsanlara ifadelerin asimetrik olup olma­


dığını sorduğumuzda, tekrar izleme ve ağır çekimde görme şansı
olmadan karar vermek zorunda kaldıkları halde, şans eseri bilme
ihtimalinden çok daha iyisini becerdiler. Ancak fotoğraflan ince­
leme dışında başka hiçbir şeyle ilgilenmek zorunda olmamanın
avantaj ına sahiptiler. Aynı zamanda vücut hareketlerini görme­
nin, söyleneni dinlemenin ve konuşulan kişiye cevap vermenin
neden olduğu dikkat dağınıklığıyla baş etme zorunluluğu oldu­
ğunda insanların aynı derecede başarı gösterip gösteremeyecek­
lerini henüz bilmiyoruz. Bunu belirlemek için bir deney tertip
etmek göründüğü kadar kolay değildir.
Eğer görülen yüz hareketlerinin çoğu asimetrik ise, muhte­
melen duygular hissedilmiyordur, yine de asimetri, ifadelerin
hissedilmediğinin kesin kanıtı olamaz. Bazı hissedilen ifadeler
asimetriktir, sadece çoğunluğu asimetrik değildir. Aynı şekilde
ifadede asimetrinin bulunmaması da duygunun hissedildiğini
gösteren bir delil değildir; yalan avcısı bu ifadeleri gözden kaçır­
mış olabilir, bunun dışında her istemli ve hissedilmeyen ifade de
asimetrik değildir; sadece çoğunluğu bu şekildedir. Bir yalan av­
cısı asla tek bir aldatma belirtisine itimat etmemelidir, bu belir­
tilerden pek çoğu bir arada bulunmalıdır. Yüzdeki belirtiler ses,
sözcükler ve bedensel işaretler tarafından teyit edilmelidir. Hatta
yüz sınırları dahilinde herhangi bir belirti tekrarlanmadıkça ve
hatta daha da önemlisi, farklı bir yüz ifadesi tarafından onanma­
dıkça üzerinde yorum yapılmamalıdır. Daha evvel, sızıntının üç
kaynağı ya da diğer ismiyle yüzün gizlenen duygulan ele verme
usulleri açıklandı - güvenilir yüz kasları, gözler, yüzde görülen
otonom sinir sistemi değişiklikleri. Asimetri, gizlenen şeyin ne
olduğu sızıntısı olmayıp görünen ifadelerin sahteliği hususunda
aldatma belirtileri sağlayan farklı bir üçlü grubun üyesidir. Za­
manlama, aldatma belirtilerinin ikinci kaynağıdır.

152
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

Zam anlam a, ifadenin yüzde belirmesi (başlangıç) ve kaybol­


masının (dengelenme) ne kadar zaman aldığı kadar bu ifadenin
tüm sürecini de içine alır. Bu üç durum da aldatma belirtisine
neden olur. Uzun süren ifadelerin -on saniye ve üzeri olanların
kesinlikle ve beş saniye sürenlerin ise genellikle- sahte olması
olasıdır. Hissedilen ifadelerin çoğunluğu bu kadar uzun sürmez.
Bir insan, uyuşturucuyla kendinden geçme, aşın öfke ya da ağır
bir depresyon gibi uç noktada bir olay yaşamadıkça, gerçek duy­
gular birkaç saniyeden fazla yüzde kalmaz. Bu aşın durumlarda
bile ifadeler nadiren bu kadar uzun süre yüzde kalır; onun yerine
daha kısa süren pek çok ifade görülür. Uzun süre kalan ifadeler,
genellikle simge ve alay ifadeleridir.
Aldatma belirtilerinde, şaşırma hariç başlama ve bitiş süre­
siyle ilgili sıkı ve kesin kurallar yoktur. Eğer şaşırma gerçekse,
başlangıç, bitiş ve süreç, tümü bir saniyeden kısa sürmelidir, eğer
bu süre daha uzun sa, bir şaşırma simgesi (kişinin şaşırdığını ifade
eder), yapmacık bir şaşırma (kişi şaşırmış numarası yapıyor) veya
şaşırmadığı halde şaşırmış görüntüsü vermek için yapılan sahte
bir şaşırmadır. Şaşırma daima anlık bir duygu olmuştur, sadece
şaşıran kişi ummadığı şeyin ne olduğunu anlayıncaya kadar sürer.
Pek çok kişi şaşırmanın nasıl taklit edildiğini bildiği halde çok azı
doğal bir şaşırmada olması gereken hızlı bir gelgitle bu işi inan­
dırıcı bir şekilde yapabilir. Gerçek bir şaşırma ifadesinin ne kadar
kıymetli olabileceğini bir haber hikayesi bize kanıtlıyor. "Haksız
yere silahlı soygun nedeniyle tutuklanan Wayne Milton -bir jüri
kararına, sanığın gösterdiği tepkiyi fark eden- bir savcının, ma­
sumluğunu kanıtlayan yeni deliller bulması üzerine serbest bıra­
kıldı. Eyalet savcı yardımcısı Tom Smith, bir jüri, Milton'ı geçen
ay Lake Apopka Gas şirketinde gerçekleşen iki yüz dolarlık soy­
gunla itham ettiğinde Milton' ın yüzündeki şaşkınlığı gördükten
sonra bir şeylerin yanlış olduğunu anlamıştım dedi."

• 153
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Geri kalan yüz ifadelerinin hepsi kısa bir an görünüp kay­


bolabilir ya da birkaç saniye yüzde kalabilir. Başlama ve bitiş
süresi ani ya da kademeli olabilir. Bu, ifadenin göründüğü çevre
ve şartlara bağlıdır. Bir asistanın, espri anlayışı ve hafızası za­
yıf, sırnaşık bir patron tarafından dördüncü kez anlatılan kötü
bir şakayı dinlediği sırada neşeli görünmeyi denediğini düşünün.
Gülme hareketinin, belirme zamanı esprinin esas cümlesinin ge­
lişine -esprili öğelerle kademeli bir şekilde artıp artmadığına ya
da beklenmedik bir şekilde söylenip söylenmemesine- gülme
hareketinin ne zaman yok olacağı ise şakanın cinsine -hikaye­
nin tekrarlanma sayısına- bağlıdır. Herkes eğleniyor görüntüsü
vermek için birkaç gülümseme çeşidi bilir fakat bir yalancının,
çevre ve şartların gerektirdiği inceliklere göre gülümsemesinin
belirme ve yok olma zamanını doğru bir şekilde ayarlaması pek
mümkün olmayacaktır.
Konuşma akışı, ses değişimleri ve vücut hareketlerine bağlı
olarak bir ifadenin gerçek konumu, bir ifadenin sahte olduğunu
gösteren üçüncü aldatma belirtisi kaynağıdır. Birinin öfkelenmiş
taklidi yaptığını ve şöyle dediğini farz edelim: "Senin davranış­
larından bıktım." Öfke ifadesi cümleden sonra belirdiğinde, baş­
langıçta ya da cümlenin hemen öncesinde ortaya çıkmasına göre
sahte olma olasılığı daha fazladır. Muhtemelen vücut hareket­
lerine bağlı yüz ifadelerinin konumu hakkında daha az tolerans
vardır. Yalancının, "bıktım" kelimesini söylerken masanın üzeri­
ne bir yumruk attığını farz edin. Eğer öfke ifadesi ilk yumruğun
ardından geldiyse, ifade muhtemelen sahtedir. Vücut ifadeleriyle
senkronize olmayan vücut hareketlerinin, aldatma belirtisi olma
ihtimali büyüktür.
Yüzdeki aldatma belirtileri hakkındaki hiçbir tartışma, en sık
görülen yüz ifadesi değerlendirilmeden bitmiş sayılmaz - gü­
lümseme. Yüz ifadeleri arasında eşi benzeri yoktur. Diğer ifade-

154
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

ler üç-beş kas hareketi gerektirirken, gülümseme için sadece bir


kas yeterlidir. Bu basit gülümseme, tanınması en kolay ifadedir.
Bu tarz gülümsemelerin, diğer ifadelere göre daha kısa bir gö­
rümle, çok uzaktan (9 1 ,5 metre) görülebildiği sonucuna ulaştık.
Bir gülümsemeye karşılık vermemek zordur; insanların karşılık
verdikleri gülümseme fotoğrafta gördükleri bir gülümseme dahi
olsa bu fark etmez. İnsanların, gülümsemelere bakarken zevk al­
maları, reklamcılar tarafından çok iyi bilinen bir durumdur.
Gülümseme, muhtemelen çoğu insanın fark etmediği kadar
karışıktır ve hak ettiği değeri en az gören ifadedir. Her biri ver­
diği mesaj ve görünüş yönüyle farklılık gösteren düzinelerce gü­
lümseme vardır. Gülümseyerek belirtilen pek çok pozitif duygu
mevcuttur - beğeni, fiziksel ya da algısal zevk, memnuniyet ve
hayrete düşme, değinilebileceklerden birkaçıdır. Aynı zamanda
insanlar mutsuz olduklarında da gülümserler. Bu gülümsemeler,
genellikle negatif bir duygu ifadesini maskeleyip hissedilmediği
halde hissediliyormuş gibi gösteren, bir insanı kandırmak için
kullanılan sahte gülümsemelerden farklıdır. Kısa bir zaman önce
insanların bu sahte gülümsemeler sayesinde yanlış bilgilendiril­
diğini ortaya çıkardık. İnsanlardan, sadece öğrenci hemşirelerin
gülümsemelerine bakmalarını ve her bir gülümsemenin gerçek
(bir hemşirenin hoş bir fil seyrederken yaptıkları) ya da sahte
(bir hemşirenin korku filmlerimizi izlerken negatif duygularını
gizlediği gülümsemeler) olup olmadığı konusunda karar verme­
lerini istedik. Ne var ki şans eseri bilme ihtimalinden daha iyi bir
derece elde edemediler. Problemin sadece aldatıcı gülümsemele­
ri fark edememekten değil, aynı zamanda kaç farklı gülümseme
çeşidi olduğunu bilmemenin verdiği daha genel bir eksiklikten
kaynaklandığına inanıyorum. Sahte bir gülümseme, her bir gü­
lümsemenin, gülümseme familyasının tüm diğer temel üyeleriy­
le gösterdiği farklılıklar ve benzerlikler bilinmeksizin, hissedi-

155
Ne Düşündüğünü Biliyorum

len gülümsemeden ayırt edilemez. Aşağıda on sekiz gülümseme


çeşidinden bahsedilmiştir ve bunların hiçbiri sahte gülümseme
değildir.

Gülümseme familyası üyelerinin ortak unsuru, zigomatik kası­


nın sebep olduğu görünüm değişikliğidir. Bu kas, elmacık kemik­
lerinden aşağıya doğru yüzden geçip dudak uçlarıyla birleştiği yer­
de sonlanır. Zigomatik kas kasıldığında, dudak köşelerini elmacık
kemiklerine doğru uygun bir açıyla yukarı çeker. Aynı zamanda
bu kas güçlü bir hareketle dudakları gerip yanakları yukarı çeker,
göz altlarındaki derinin torbalanmasına ve göz köşelerinin çevre­
sinde kazayağı kırışıklıklarının oluşmasına neden olur (Aynca bu
kas bazı bireylerin burunlarının uçlarını hafifçe aşağı iter; bununla
birlikte diğer insanların kulaklarının yakınındaki deride hafif bir
çekilme olur). Diğer kaslar, gülümseme ailesinin farklı üyelerini
oluşturmak için zigomatik kası ile birleşir ve birkaç gülüşün görü­
nümünü zigomatik kas değil, diğer kaslar oluşturur.

Zigomatik kasın doğal hareketi, gerçek, kontrolsüz, pozitif


duygulan gösteren gülümsemeyi meydana getirir. Yüzün alt bö­
lümündeki hiçbir kas, bu hissedilen gülümsemeye dahil olmaz.
Yüzün üst kısmında oluşabilecek diğer bir hareket, gözleri çevre­
leyen kasların gerilmesidir. Bu kas, aynı zamanda zigomatik kas­
ların kuvvetli bir hareketle yüzün üst kısmında meydana getirdiği
değişikliklerin çoğunu -kalkmış yanak, göz altında torbalanmış
deri, kazayağı kırışıklıkları- oluşturabilir. Resim SA (bir sonraki
sayfaya bakınız) hissedilen bir gülümsemeyi gösteriyor. Hisse­
dilen gülümseme yüzde daha uzun süre kalır ve pozitif duygular
yoğun olduğunda daha belirgindir. Tüm pozitif duygusal olayla­
rın -başka birinin beğenisi, rahatlama mutluluğu, dokunulmak­
tan alınan zevk, görsel ve işitsel uyarılar, memnuniyet, eğlen­
me- hissedilen bir gülüşle gösterildiğine ve sadece hareketlerin
zamanlaması ve yoğunluğunda farklılıklar olduğuna inanıyorum.

156
Resim S A Resim SB
Hissedilen Gülümseme Korku Gülümsemesi

Resim SC
Aşağılama Gülümsemesi

157
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Resim 5B'deki (bir önceki sayfaya bakınız) korku gülümse­


mesinin pozitif duygularla alakası yoktur fakat bazen çok yanlış
anlaşılır. Bu gülümsemeye, dudak köşelerini kulaklara doğru ya­
tay bir şekilde çeken rizoryus kasları neden olur, böylece dudak­
lar dikdörtgen görünümü alacak şekilde gerilir. Rizoryus, gülme
kelimesine karşılık gelen Latince bir kelimedir fakat bu harekete
genellikle gülme değil korku sebep olmaktadır. Bu karışıklık bel­
ki de, bazen rizoryus kaslarının dudak uçlarını yatay bir şekilde
çektiğinde, hissedilen gülümsemenin çok geniş bir versiyonunu
hatırlatması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Korku dolu bir yüz
ifadesinde görülen dikdörtgen şeklindeki ağza (dudak köşesi is­
ter yukarı dönük olsun ister olmasın), Resim 3 B ' de gösterilen
gözler ve kaşlar eşlik edecektir.
Aşağılama gülümsemesi bir başka isimlendirme hatasıdır, ço­
ğunlukla bu şekilde algılanmasına rağmen bu ifadenin de pozitif
duygularla pek fazla alakası yoktur. Resim 5 C ' de gösterilen aşa­
ğılama çeşidi, dudak köşelerinin etrafında ve içinde kas çıkıntı­
larına neden olan, genellikle de bir gamze ve dudak köşelerini
hafifçe yukarı açılandıran, dudak uçlarındaki kasların gerilmesi­
ni gerektirir.22 Yine, hissedilen gülüşle karıştırılma problemine,
ortak bir özellik olan dudak köşelerinin yukarı açılanması sebep
olur. Bir başka ortak unsur ise bazen hissedilen gülüşte de görü­
len gamzedir. Aşağılama gülüşüyle hissedilen gülüş arasındaki
asıl fark, hissedilen gülümsemede bulunmadığı halde aşağılama
gülümsemesinde bulunan gerilmiş dudak köşeleridir.
İndirgenmiş gülümsemede kişiler aslında pozitif duygular
hisseder fakat bu duyguları olduklarından daha azmış gibi gös­
termeye çalışırlar. Amaç, ifadeyi yüzde tutarak (bastırma değil),
pozitif duyguların dışa vurumunu hafifletmek ve muhtemelen

22
Aşağılama ifadesi , bu ifadenin bir dudağın gerilip hafifçe kalktığı tek yönlü
versiyonuyla da yapılabilir.

158
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

duygusal olayı kontrol altında tutmaktır. Dudaklar birbirine bas­


tırılmış, dudak köşeleri gerilmiş, alt dudak yukarı itilmiş, dudak
köşeleri aşağı çekilmiş olabilir ya da bu hareketlerin herhangi bir
kombinasyonu doğal gülümsemeyle birlikte görülebilir. Resim
SD (bir sonraki sayfaya bakınız) hissedilen duyguyla birleşen bu
üç indirgeme hareketinin dahil olduğu bir indirgenmiş gülümse­
meyi göstermektedir.

Resim 5D Resim 5E
İ ndirgenmiş Gülümseme Mutsuz Gülümseme

Mutsuz gülümseme, hissedilen negatif duygulan ifade eder.


Bir gizleme çabası olmasa da mutsuzluğu gösteren bir yüz ifade­
sidir. Aynca mutsuz bir gülümseme, kişinin en azından o an için
mutsuzluğu hakkında fazla bir itirazda bulunmayacağı anlamını
taşır. Birey sırıtıp olayı sineye çekecektir. Bu tarz gülümseme­
leri, laboratuvarımızda tek başına otururken, gizli kameralardan
habersiz, korku filmlerimizden birini seyreden insanların yüzün­
de gördük. Genellikle bu gülümsemeler, filmlerimizin ne denli
kötü olduğunu ilk fark etmiş göründükleri anın hemen öncesinde
beliriyordu. Mutsuz gülümsemeleri, mutsuzluklarının bir ifadesi

159
Ne DÜ/ündüğünü Biliyorum

olarak bunalımdaki hastaların yüzünde de gördük. Mutsuz gü­


lümsemeler çoğunlukla asimetriktir. Ekseri belirgin bir negatif
ifadeyi maskelemeden, ona karışarak üste yerleşir veya çabuk bir
şekilde negatif bir ifade tarafından takip edilir. Mutsuz gülüm­
seme bir korku, öfke ya da üzüntü ifadesini kontrol etme çabası
bildirdiğinde daha çok indirgenmiş gülümsemeyi andırır. Du­
dakların birbirine bastırılıp alt dudak çene kası tarafından yukarı
itilmesi, köşelerin gerilmiş ya da aşağı itilmiş olması, muhteme­
len bu negatif hislerden birinin dışarı taşmasını kontrol etmeye
hizmet ediyor olabilir. İ ndirgenmiş bir gülümsemeyle, bu tarz bir
mutsuz gülümseme (Resim 5E'de gösterilen) arasındaki anahtar
fark, göz çevresini geren kaslara ait hiçbir belirti bulunmama­
sıdır. Bu kasın hareketi -göz çevresindeki deriyi içe çekme ve
kazayağı kırışıklıkları- beğeni olduğu için indirgenmiş gülüm­
semenin bir parçasıdır ve beğeni olmadığı için mutsuz gülüm­
semede görülmez. Mutsuz gülümsemelerde, onanmış hissedilen
negatif duygular alın ve kaşlardan da görülebilir.
İki ya da daha fazla sayıda duygudan meydana gelen bir karı­
şım, aynı yüz ifadesinde birbirine uyum gösterip aynı anda görü­
lebilir. Her duygu başka bir duyguyla karışabilir. Biz burada sa­
dece, sık sık pozitif duygularla karışan duyguların görüntüleriyle
ilgileniyoruz. Ö fkelenmek insanların hoşuna gittiğinde, zevk ve­
ren-öfke karışımı, Resim 3 C ' de görülen üst yüz görüntüsünün
yanı sıra dudaklarda daralmaya ve bazen de hissedilen gülümse­
meye ek olarak üst dudağın kalkmasına neden olur (Bu gülümse­
me, acımasız ya da sadistik gülümseme olarak da adlandırılabi­
lir). Eğlendiren-aşağılama ifadesinde, hissedilen gülümsemeye
bir ya da iki dudak köşesinin gerilmesi dahil olur. Korkutan ve
ağlatan film ve kitaplarda olduğu gibi, üzüntü ve korkudan da
zevk alınabilir. Eğlendiren-üzüntüde dudak köşeleri, hissedilen
gülüşün yukarı çekişine ek olarak aşağı doğru indirilebilir ya da

160
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

hissedilen gülüşe Resim 3A' da görülen yüzün üst bölümü dahil


olabilir. Eğlendiren-korku karışımı, dudakların yatay bir şekilde
gerilmesiyle birleşen hissedilen gülümsemeyle birlikte Resim
3 B ' de görülen üst yüz ifadesini oluşturur. Bazı hoşa giden olay­
lar, sakin ve memnuniyet verici olsa da bazen zevk alma, coştu­
ran bir duygu esnasında heyecana karışır. Eğlendiren-heyecanda,
hissedilen gülüşe ek olarak göz kapaklan yukarı kalkar. Sinema
oyuncusu Harpo Marx, sık sık bu heyecanlı, sinsi gülümsemeyi
ve kötü bir şaka yapıldığında ise eğlendiren-öfke gülümsemesini
kullanırdı. Eğlendiren-şaşkınlıkta, hissedilen gülümsemeye ek
olarak, kaşlar ve gözkapakları yukarı kalkar, çene aşağı düşer.
İki tür gülümseme, hissedilen gülüşle belli bir bakış tarzının
karışımını gerektirir. Çapkın gülümsemede flörtçü, ilgi duyulan
kişiyle yüz yüzeyken uzaklara bakar ve hissederek gülümser; daha
sonra bakış tekrar yön değiştirirken, flört edilen kişiye tam olarak
dikkat çekmeye yeten anlık bir bakış atar. Mona Lisa tablosunu
bu kadar sıra dışı yapan sebeplerden biri de Leonardo 'nun, yüzü
bir tarafa dönük olduğu halde, ilgi duyduğu obj eye çift taraflı
bakış atan Mona Lisa'nın, böyle çapkın bir gülümseyiş sırasında
yakalanışını resimlemesidir. Gerçek hayatta bu, sadece anlık ba­
kış değiştirmeyle ilgili bir harekettir. Utanma gülümsemesinde
bakışlar aşağıya ya da yanlara yönelir, böylece utanan kişi diğer
kişinin gözleriyle karşılaşmaz. Bazen hissedilen gülüş sırasında
çene yuvarlağında (alt dudak ve çene ucu arasındaki deri ve kas)
anlık bir yukarı kalkma olur. Bir başka versiyonda ise, utanma,
yanlara ya da aşağıya bakma hareketleriyle indirgenmiş gülüm­
semenin birleştirilmesi yoluyla gösterilir.
Chaplin ' in gülümsemesi sıra dışıdır, pek çok kişinin istemli
olarak hareket ettiremediği bir kas tarafından oluşturulur. Charlie
Chaplin ' in dudaklarının, hissedilen gülüşe göre çok daha keskin
olan bu gülüşe göre açı alması, onu Chaplin yapan ayırıcı özel-

161
Ne Düşündüğünü Biliyorum

tiklerden biridir (Bkz. Resim 5F). Gülümsemeye gülümseyen ki­


birli bir gülümsemedir.
Gelecek dört gülüş aynı ortak görünümü paylaşır fakat olduk­
ça farklı sosyal fonksiyonları vardır. Her birinde gülümseme is­
temli olarak yapılır ve sık sık asimetri görülür.
Niteleyici gülümseme, sık sık eleştiriden etkilenen tarafı,
mukabil gülümseme tuzağına düşürerek, aksi takdirde hoşa git­
meyecek eleştirel bir mesaj ın kıncı sınırlarını alır. Gülümseme,
çabuk ve ani bir belirmeyle istemli olarak oluşur. Dudak köşeleri
gerginleştirilmiş olabilir ve bazen de buna ek olarak, alt dudak
hafif bir şekilde bir anlığına yukarı itilebilir. Niteleyici gülüm­
seme, genellikle hafif bir kafa onayıyla ya da baş hafif aşağı ve
yanlara doğru çevrilerek belirtilir, böylece gülümseyen kişi, eleş­
tirdiği bireye doğru hafifçe aşağı bakar.
Rıza gülümsemesi, itiraz edilmeksizin acı bir ilacın yutulaca­
ğını bildirir. Kimse karşısındaki kişinin mutlu olduğunu düşün­
mez ancak gülümseme kişinin istenmeyen bir durumu kabullen­
diğini gösterir. Kafa pozisyonu hariç, niteleme gülümsemesini
andırır. Onun yerine bir an için kaşlar kaldırılabilir, bir iç geçir­
me duyulabilir ya da bir omuz silkme görülebilir.

�··
Resim SF
Chapl in Gülümsemesi

162
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

Koordinasyon gülümsemesi, iki ya da daha fazla kişi arasın­


daki karşılıklı iletişimi düzenler. Bir işi gerçekleştirme niyetini,
karşılıklı anlayışı, fikir birliğini gösteren ya da karşı taraftaki
kişinin yaptığı işin uygunluğunu ifade eden kibar bir iş birliği
gülümsemesidir. Gözleri içine alan kas hareketleri dışında genel­
likle hafif asimetrik bir gülümsemeyi gerektirir.
Dinleyici onay gülümsemesi, dinlerken konuşan kişiye her
şeyin anlaşıldığını, tekrar etmesine ya da başka bir şekilde an­
latmasına gerek olmadığını bildirmek için kullanılan kısmi bir
iş birliği gülümsemesidir. Çoğunlukla "mmm, hımın", "iyi" ile
aynı anlamı taşır ve buna sık sık başla onama eşlik eder. Konuş­
macı dinleyicinin mutlu olduğunu düşünmez, bu gülümsemeyi
sadece konuşmasını sürdürmek için bir teşvik olarak alır.
Bu dört gülüşün her birinin yerini -niteleyici, rıza, koordi­
nasyon veya dinleyici onay- gerçekten hissedilen bir gülümseme
alabilir. Rıza göstermekten, dinlemekten, iş birliği yapmaktan
zevk alan ya da niteleme mesaj ı vermekten hoşlanan biri, tarif
etmiş olduğum hissedilmeyen gülümseyişlerden çok, hissederek
gülümsemeyi tercih edebilir.
Şimdi sahte gülümsemeleri ele alalım. Başka bir insanı, po­
zitif bir duygu hissedilmediği halde bu duygunun hissedildiğine
inandırmak hedeflenmiştir. Yalancının, sahte gülümsemeyi bir
maske gibi kullanarak gizlemeye çalıştığı negatif duygular his­
sedilebilir ya da fazla bir şey hissedilmeyebilir. Hoşnutsuzluğu
bildiren mutsuz gülümsemenin aksine sahte gülümseme, diğer
kişiyi gülümseyen kişinin pozitif duygular hissettiğine inandır­
mak için yanlış yönlendirmeye çalışır. Bu yalan söyleyen tek gü­
lüş tarzıdır.
Hissedilen gülüşü, sahte gülüşten ayırt eden birkaç ipucu
vardır:

163
Ne Df1/ündüğünü Biliyorum

Sahte gülümsemeler hissedilen gülümsemelerden daha asi­


metriktir.
Sahte gülümsemeye göz çevresindeki kasların katılımı olmaz,
bu nedenle sahte üstünköıii bir gülümsemede yukarı kalkmış ya­
naklar, göz altı torbalan, kazayağı kırışıklıkları ya da -normal
bir- hissedilen gülümsemede göıii len hafif kaş düşmesi göıii l ­
mez. Resim 6'da bir örnek verilmiştir; bunu Resim 5A ile karşı­
laştırınız. Eğer gülümseme, gülümseme hareketinin kendisinden
-zigomatik kası- boyut olarak büyükse, yanakları kaldırır, göz
altındaki deriyi toplar ve kazayağı kırışıklıklarına neden olur.
Fakat kaşların düşmesine sebep olmaz. Bir aynaya bakıp yavaş
yavaş gülümsemenizi genişletin, gülümseme büyüdükçe yanak­
larınızın yükseldiğini ve kazayağı göıiintüsünün arttığını fark
edeceksiniz ancak göz kasları hareket etmedikçe kaşlarınız aşağı
inmeyecektir. Kaşın harekete dahil olmayışı, anlaşılması güç bir
işarettir fakat sırıtma genişlediğinde sahte gülüşten hissedileni
ayırt etmek için oldukça önemli bir işarettir.
Sahte gülümsemenin kaybolma hızı, fark edilir şekilde uy­
gunsuzdur. Gülümseme aniden yok olabilir ya da yüzden kay­
b<>lmadan veya bir kademe aşağı inmeden evvel gülümsemenin
azaldığı ve daha sonra yüzde tutulduğu, kademeli bir kaybolma
söz konusu olabilir.

164
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

Resim 6 Sahte Gülümseme Resim 5A Hissedilen Gülümseme

Sahte gülümseme bir maske olarak kullanıldığında sadece


yüz ve gözün alt kısmındaki hareketleri örter. Alında beliren kor­
ku ya da öfkeye işaret eden güvenilir kaslar yine de görülebilir.
Hatta sahte gülümseme, yüzün alt kısmında gizlenmesi amaçla­
nan duyguların izlerini tamamen örtme konusunda başarılı ola­
mayabilir; onun yerine bir duygu harmanına benzer şekilde, bazı
izlerin hala görüldüğü bir element karışımı oluşabilir.
Bu görüşlerle ilgili ilk testimiz, deneyimize katılan öğrenci
hemşirelerin kullandığı gülümseme ifadelerini ölçümlemekti.
Eğer gülümsemeler hakkındaki düşüncelerim doğruysa, hoş bir
film izleyip samimi bir şekilde duygularını anlattıkları dürüst rö­
portajlarda gerçekten hissederek gülümsemiş olmalıydılar. Hoş
olmayan filmleri izledikleri halde güzel bir film izliyormuş izle­
nimi vermeye çalıştıkları aldatıcı röportaj larda ise sahte gülüm­
semeler kullanmış olmalıydılar. Bir gülümsemenin sahte oldu­
ğunu işaret eden iki şey ölçümledik: Göz çevresindeki kasların
eksikliği ve bıkkınlık (bumu kırıştırma) ya da küçümseme (du­
dak köşelerini germe) işaretlerinin varlığı. Sonuçlar, tam olarak
tahmin edildiği gibiydi ve oldukça güçlüydü: Dürüst röportaj­
larda hissedilen gülümsemeler, sahte gülümsemelere göre daha

165
Ne Düşündüğünü Biliyorum

fazlaydı ve gülümsemeler bıkkınlık ya da küçümsemeyle ilgili


hiçbir şey sızdırmıyordu: Aldatma röportaj larında sızıntı yapan
gülümsemeler görülmüştü ve aynca sahte gülümsemelerin sayısı
hissedilenlerin sayısından daha fazlaydı. İ nsanların başkalarını
değerlendirirken bu belirtilerden faydalanıyormuş gibi görünme­
diklerini bildiğimden, bu iki ipucunun bu derece işe yaraması
beni şaşırtmıştı. Daha önce yaptığımız çalışmalarda aynı yüz
ifadelerini gösteren filmleri gösterip insanlardan hemşirelerin ne
zaman yalan söylediğini tahmin etmelerini istemiştik. İ nsanlar,
şans eseri bilme ihtimalinden daha iyi bir derece elde edememiş­
lerdi. Görülmesi çok zor olan bir şeyi mi ölçümlemeye çalışıyor­
duk yoksa sorun insanların neye bakacağını bilmemesi miydi?
Bir sonraki çalışmamız, insanlara sızıntı yapan gülümsemeleri
ve göz kaslarının hareketini nasıl göreceklerini anlatma ve sonra
yalanı daha doğru olarak belirleyip belirleyemediklerini kontrol
etme yoluyla bunu ortaya çıkaracaktır.
Yüz pek çok farklı aldatma belirtisini bir arada bulundurabilir:
Mikro ifadeler, geri çekme ifadeleri, güvenilir yüz kaslarında sı­
zıntı, göz kırpma, göz bebeğinin büyümesi, gözyaşları, kızarma,
rengin atması, asimetri, zamanlamada hata, konumlama hataları
ve sahte gülümsemeler. Bu belirtilerden bazıları, gizlenen bilgiyi
belli ederek sızıntı oluşturur, bazıları da bir şeylerin gizlendiğini
gösteren aldatma belirtileri sağlar. Ancak neyin saklandığını bil­
dirmez ve diğerleri de bir ifadenin sahte olduğunu ortaya çıkarır.
Yüzdeki aldatma belirtileri, bir evvelki bölümde tanımlanan
vücut, ses ve sözcüklerde görülen aldatma belirtilerinde olduğu
gibi taşıdıkları bilginin kesinliği bakımından değişkenlik göste­
rir. Bazı aldatma belirtileri yalanı gizlemeye çalışsa bile gerçekte
hangi duygunun hissedildiğini tam olarak açığa vurur. Diğer al­
datma belirtileri sadece gizlenen duygunun pozitif ya da negatif
olduğunu göstermesine karşın yalancının tam olarak hangi nega-

166
Yüzdeki Aldatma Belirtileri

tif duyguyu ya da hangi pozitif duyguyu hissettiğini göstermez.


Bunun yanında diğer belirtiler gizlenen duyguların pozitif ya da
negatif olup olmadığını belli etmeksizin, sadece yalancının bazı
duygular hissettiğini ele vererek daha büyük farklılık gösterir.
Bu bazen yeterli olabilir. Bazı duyguların hissedildiğini bilmek,
kişinin yalan söyleme dışında hiçbir duygu hissetmeyeceği bir
ortamda yalan söylediği fikrini verebilir. Başka zamanlarda bir
yalan, hangi duygunun gizlendiğine dair daha kesin bir bilgi ol­
madan belli olmaz. Aldatmanın ortaya çıkması, yalan haricinde
hissedilen bir duygunun neden gizlenmiş olabileceği hesaba ka­
tılarak, söylenen yalana, yalan söylediğinden şüphelenen kişinin
izlediği plana, içinde bulunulan duruma, alternatif açıklamaların
mevcudiyetine göre değişebilir.
Yalan avcısının, hangi işaretlerin kesinlik taşıdığını ve han­
gilerinin sadece genel bir bilgi ilettiğini aklında tutması önemli­
dir. Ekte bulunan Tablo l ve Tablo 2, bu ve bir önceki bölümde
açıklanan aldatma belirtileriyle ilgili tüm verileri özetlemektedir.
Tablo 3 'te ise bir ifadenin sahte olduğunu gösteren ipuçları bu­
lunmaktadır.

167
BEŞ

Tehlikeler ve Önlemler

lancılann çoğu, çoğu kez pek çok insanı aldatır. 23


Çocuklar bile 8-9 yaşına geldiler mi (bazı aileler çok
daha evvel başladıklarını söylüyor), başarılı bir şekil­
de ailelerini aldatabilirler. Yalan belirlemeye çalışırken yapılan
hatalar sadece yalancıya inanma hatasına değil, aynı zamanda,
sık sık daha da kötü bir hataya, doğru söyleyen bir insana inan­
mama hatasına neden olur. Yapılan böyle bir yanılgı, daha sonra
hatanın telafisi için ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin, kendi­
ne inanılmayan dürüst çocukta izler bırakabilir. Doğru söylediği
halde, kendine inanılmayan yetişkin bir insan için de böyle bir
durumun sonuçlan felaket olabilir. Bir arkadaşlık, bir iş ya da bir
hayat kaybedilebilir. Masum bir kişinin, haksız yere yalan söy­
lediği için suçlanarak, yıllarca boş yere hapiste yattıktan sonra

" Bizim ve diğer bilim adamlarının yaptığı araştırmalar, yalan tespitinde az


sayıda insanın , şans eseri bilme ihtimalinden daha iyi bir derece elde ettiği­
ni buldu . Aynı zamanda, pek çok insanın yalan belirleme konusunda başarı­
lı olmadıkları halde başarılı olduklarına inandıklarını ortaya çıkardık . Yalan
söylendiğini çok iyi bir şekilde belirleyen az sayıda istisnai insan vardır. Bu
kişiler doğal olarak mı böyle yetenekliler yoksa başlarından geçen bazı özel
olaylar neticesinde mi bu yeteneğe sahip oldular henüz bilmiyorum . Yaptığım
araştırma, yalanı kimin en iyi tespit ettiği hususuna odaklanmamıştı ancak öğ­
rendiğim şey bu kabiliyeti n , akıl sağlığı alanında verilen geleneksel eğitimler
sayesinde olmadığıydı .

168
Tehlikeler ve Önlemler

serbest bırakılması haber olur; fakat bu durum ön sayfaya manşet


olacak kadar nadir görülen bir olay değildir. Yalan belirlenirken
yapılan hataları, tamamen önlemek mümkün olmasa da, bunları
azaltmak için tedbirler alınabilir.
Alınacak ilk önlem, davranışsa/ aldatma belirtilerini yorum­
lama işlemini daha çok netleştirmeyi gerektirmektedir. Son iki
bölümde yüz, vücut, ses ve konuşmanın yalanı ne şekilde ele ver­
diğine dair verilen bilgiler, birinin yalan söyleyip söylemediğine
dair alınan yanlış kararların önüne geçmez fakat bu hataları daha
belirgin ve düzeltilebilir hale getirir. Yalan avcıları, artık sade­
ce önsezilerine ya da içlerine doğan şeylere dayanmak zorunda
değiller. Yargılarının dayanakları hakkında daha çok bilgi sahibi
olan yalan avcılarının, bazı aldatma belirtilerine daha çok ağırlık
vermeyi, birbirlerinden ayırmayı ya da düzeltmeyi tecrübe yo­
luyla öğrenmesi daha iyidir. Aynı zamanda haksız yere suçlanan
insanlar da bir kararın dayanağı belirtildiğinde, bu karara karşı
daha iyi bir şekilde mücadele etmek için, bu bilgilerden fayda­
lanabilirler.
Bir diğer önlem, yalan belirleme sırasında meydana gelen
hataların doğasını daha iyi anlamaktır. Sebep ve sonuç yönün­
den birbirinin tam zıttı olan iki hata vardır: Hakikate inanmama
ve bir yalana inanma. Hakikate inanmama yanılgısında, yalan
avcısı, doğru söyleyen bir insanı, yanılgıyla yalancı olarak ni­
teler. Bir yalana inanma hatasında ise, yalan avcısı bir yalancı­
nın doğru söylediğine inanır.24 Yalan avcısının poligraf testine

24 Herhangi bir test prosedüründe meydana gelenler dışında hatalar değerlendi­

rilirken, sık sık hatalı pozitif terimi benim hakikate inanmama ve hatalı negatif
de bir yalana inanma hatası olarak adlandırdığım duruma karşılık kullanılır. Bu
terimleri kullanmadım, çünkü bir insanın yalancı olarak belirlenmesi durumuna
karşılık pozitif kelimesinin uygun düşmediği bir yalan değerlendirilirken kafa
kanştıncı olabileceklerini düşündüm. Aynı zamanda hangi tür hataların hatalı
pozitif ve hatalı negatife karşılık geldiğini akılda tutmak bana zor geldi . Ö neri-

169
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ya da kendi davranışsal aldatma değerlendirmelerine güvenip


güvenmemesi durumu değiştirmez; adı geçen bu iki hataya kar­
şı savunmasızdır. Updike ' ın romanı Marry Me'den aktardığım
ikinci bölümdeki pasaj ı hatırlayın : Jerry, karısı Ruth'un sevgi­
lisiyle konuşurken söylediği sözlere kulak misafiri olduğunda,
Ruth'un ses tonunun kendisiyle konuşurken olduğundan daha
kadınsı çıktığını fark ederek "Konuştuğun kimdi?" diye sorar.
Ruth hemen bir hikaye uydurur: "Joanna ve Charlie'yi Pazar
Okulu' na kayıt ettirip ettirmeyeceğimizi öğrenmek isteyen bir
kadın." Eğer Jerry, Ruth ' a inansaydı, bir yalana inanma hata­
sı yapacaktı. Şimdi bir başka olay örgüsü düşünelim, bu sefer
Ruth gerçekten Pazar Okulu'yla konuşan sadık bir eş ve Jerry
de onun şüpheci kocası olsun. Eğer Jerry, yalan söylemediği
halde sadık karısının yalan söylediğini düşünseydi, bu sefer de
hakikate inanmama hatası yapmış olurdu.
İkinci Dünya Savaşı 'nda Hitler bir yalana inanma hatası yap­
mıştı - ve Stalin de aynı derecede korkunç bir yanılgı olan ha­
kikate inanmama hatasına düşmüştü. Çeşitli vesilelerle -temsili
ordu toplamaları, başlayan dedikodular, bilinen Alman aj anların
yanlış askeri planlarla beslenmesi- Müttefikler, Almanları, ikin­
ci cephe açılışı, Normandiya Plajı'nda değil de, Calais'te olacak
şekilde Avrupa'nın müttefiklerce işgal edilmesine ikna ettiler.
Normandiya saldırısından altı hafta sonra Almanlar, Normandi­
ya Çıkarması 'nın, Calais 'e yapılacak çıkarma için sadece dikka­
ti başka yöne çeken bir başlangıç harekatı olduğunu düşünerek,
Normandiya'da savaş halinde bulunan ordularına takviye destek
vermek yerine, birliklerinin büyük kısmını Calais 'te bekleme
mevziinde tutmayı sürdürerek hatalarında ısrar ettiler. Bu bir

len diğer kelimeler, hakikate inanmama için hatalı alarm ve bir yalana inanma
için ıskalama . Bunlar kısa oldukları için avantajlı olsalar da benim benimsedi­
ğim kelimeler kadar spesifik değildi .

170
Tehlikeler ve Önlemler

yalana inanma hatasıydı : Müttefikler dikkatli bir şekilde aldat­


ma planlarını hazırlarken, Almanlar, alınan ihbarları müttefik­
lerin gerçekten Calais' i işgal edecekleri şeklinde yorumladılar.
Almanlar, bir yalanı doğru olarak değerlendirmişlerdi: Calais' i
işgal planı.
Tam aksi yönde bir hata -hakikati yalan olarak görme- bir
kısmı Alman Orduları içinde bulunan kendi ajanlarından olmak
üzere, kendine yapılan tüm uyanlara rağmen Stalin' in, Hitler'in
Ruslara karşı bir saldırı başlatacağına inanmayı reddetmesiydi.
Bu bir hakikate inanmama durumudur: Stalin, Alman planlan
hakkındaki doğru istihbaratı, yalan olarak addetmişti.
Bir yalana inanma ve hakikate inanmama arasındaki ayrı­
mı bilmek önemlidir çünkü yalan avcısının dikkatini, bu çifte
tehlikeye çeker. Bu iki hatayı tamamen önlemenin yolu yoktur;
yapılacak seçim, sadece bu ikisinden hangisinin daha çok göze
alınıp alınamayacağı arasında yapılır. Yalan avcısı, hangi du­
rumlarda aldatılma ya da yanlış bir suçlama yapma riskini göze
almanın daha iyi olabileceğini kafasında tartmalıdır. Söylenen
yalana, yalancıya ve yalan avcısına bağlı olarak, bir yalancıya
güvenerek ya da dürüst birinden şüphelenerek neler kazanıla­
bilir ya da kaybedilebilir? Belki bu hatalardan biri daha vahim
sonuçlara neden olabilir ya da iki hata da eşit derecede yıkıcı
olabilir.
Hangi tür hatanın, çok daha kolay bir şekilde önlenebileceği­
ne dair genel bir kural yoktur. Bazen her birindeki şans, ikisinde
de aynıdır ve bazen de bir hatanın diğerine göre şansı daha faz­
ladır. Bir kez daha, durum yalancıya, söylenen yalana ve yalan
avcısına göre değişir. Yalan avcısının, hangi hatanın göze alı­
nacağına karar verirken dikkate alabileceği meseleler, gelecek
bölümün bitiminde ben poligraflardan bahsettikten ve aldatma

171
Ne Düşündüf;ünü Biliyorum

belirtilerinin kullanımıyla karşılaştırma yaptıktan sonra ele alın­


mıştır. Şimdi her bir aldatma belirtisinin, bu iki hataya karşı ne
kadar savunmasız olduğuna ve bu hataları önlemek için ne gibi
önlemler alınabileceğine bakalım.
Daha evvel, insanların davranışlarını ifade ederken gösterdik­
leri farklılıkların dikkate alınmaması nedeniyle Brokaw Tehlike­
si olarak adlandırdığım bireysel farklılıklar, yalan belirlemedeki
her iki hatanın da sorumlusudur. Yüz, ses, konuşma ve vücuttaki
hiçbir aldatma belirtisi ve hatta poligraf tarafından ölçülen oto­
nom sinir sistemi aktiviteleri tam olarak güvenli değildir. Yalana
inanma hatalarına, bazı insanların yalan söylerken hata yapma­
maları neden olur. Bu kişiler sadece psikopatlar olmayıp aynı za­
manda doğal oyuncular, Stanislavski Tekniği 'ni kullananlar ve
çeşitli nedenlerle kendi yalanlarına inanmaya başlayan insanlar­
dır. Yalan avcısı, bir aldatma belirtisi o/mamasının, dürüstlüğün
kanıtı olmadığını aklından çıkarmamalıdır.
Bir aldatma işaretinin varlığı da yanlış yönlendirebilir, çünkü
dürüst bir insanın yalan söylüyor olarak görüldüğü karşıt bir ha­
taya, hakikate inanmama hatasına neden olabilir. Sahtekar bir in­
san, kurbanının düzenbaz kişiyi yakaladığına olan yanlış inancını
kullanmak için bir aldatma belirtisini, bilinçli olarak düzenlemiş
olabilir. Söylendiğine göre, poker oyuncuları, pokerde "sahte ile­
ti" diye tabir edilen şeyi yaparak, bu hileden yararlanırlar. "Ör­
neğin bir oyuncu, blöf yaparken bilinçli olarak saatlerce öksürür.
Yeterince zeki olması beklenen bir rakip, kısa zamanda bu blöf
ve öksürme düzenini ayırt eder. Bahsin yükseldiği oyunun çok
önemli bir elinde, aldatan şahıs tekrar öksürür fakat bu sefer blöf
yapmıyordur ve böylece çok yüksek bir potu şaşkın rakibinin
elinden alır."
Bu örnekteki poker oyuncusu, yalancı olarak görülmenin
avantaj ından yararlanıp hakikate inanmama hatasını kendi çıkarı

172
Tehlikeler ve Önlemler

için kullanarak bir tuzak kurmuştur. Çoğu kez bir yalan avcısı
hakikate inanmama hatası yaptığında, bu işte haksız yere yalancı
olarak görülen insanlar zarar görür. Bazı insanların dürüst olduk­
ları halde yalancı olarak görülmesinin sebebi, sadece aldatıcılık
değil, kendilerini ifade etme yöntemlerindeki kişisel farklılıktan
ve davranışlarındaki herhangi bir garipliktir. Pek çok kişi için
aldatma belirtisi olabilecek bir şey, bu tarz insanlar için geçerli
değildir. Bazı insanlar:

• Konuşmalarında dolaylı anlatımlar kullanır ve lafı ağızla­


rında dolandırırlar,

• Kelimeler arasında pek çok uzun ya da kısa duraksamalarla


konuşurlar,

• Devamlı konuşma hataları yaparlar,

• Çok az resimleme kullanırlar,

• Çok sayıda manipüle hareket yaparlar,

• Sık sık yüz ifadelerinde, gerçekte ne hissettiklerinden farklı


olarak öfke, sıkıntı, korku belirtileri görülür,

• Asimetrik yüz ifadeleri yaparlar.

Bu davranışların tümünde, bireyler arasında son derece bü­


yük farklılıklar vardır ve bu farklılıklar sadece hakikate inanma­
ma hatasına değil, aynı zamanda bir yalana inanma hatasına da
neden olur. Karakteristik bir özelliği nedeniyle dolaylı konuşan
bir insanı yalancı diye adlandırmak, bir hakikate inanmama hata­
sıdır. Düzgün konuşuyor diye bir insanı dürüst olarak değerlen­
dirmek ise bir yalana inanma hatasıdır. Hatta böyle konuşan bir
insanın konuşma tarzı, yalan söylediğinde çok daha fazla dolaylı
ve çok daha fazla hata içerse bile, halen genelde çoğu insan için
düzgün kabul edilen ölçüden çok daha akıcı konuştuğu için göz­
den kaçabilir.

173
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Brokaw Tehlikesi'ne bağlı hataları azaltmanın tek yolu, yargı­


ları şüphelinin davranışlarındaki bir değişiklik üzerine dayandır­
maktır. Yalan avcısı, şüphelinin normal davranışlarıyla, zan altın­
dayken yaptığı davranışlar arasında bir karşılaştırma yapmalıdır.
İlk karşılaşmalarda insanların aldatılması oldukça muhtemeldir,
çünkü ortada karşılaştırma yapmak için ne bir dayanak ne de bir
davranış değişimi görme imkanı vardır. Kesin yargıların -söyle­
mediği bir şey yüzünden çok rahatsız olduğu için çok fazla mani­
püle hareket yapıyor- yanlış olması mümkündür. Göreli yargılar
-normalde yaptığından daha fazla manipüle hareketler yapıyor, bu
nedenle çok rahatsız olmalı- ifade tarzındaki bireysel farklılıklara
bağlı hakikate inanmama hatasını en aza indirgemenin tek yoludur.
Usta poker oyuncuları, her zamanki rakiplerinin kişisel özellikle­
rinin "ilettiklerini" (aldatma belirtileri) hatırlamaya çalışarak bu
uygulamayı sürdürürler. Bir yalan avcısının, ilk karşılaşmanın ar­
dından bir karar vermesi gerekiyorsa buluşma, yalancının normal
davranışlarını gözlemleme imkanı verecek kadar uzun olmalıdır.
Örneğin, yalan avcısı bir süre strese neden olmayan konular üze­
rinde durabilir. Ancak bazen böyle bir imkan söz konusu olmaz.
Zan altında bulunduğu için korkan ya da öfkelenen bir şüpheli
için, görüşmenin tümü stresli olabilir. Eğer durum gerçekten de bu
şekildeyse, yalan avcısı şüphelinin doğal davranışlarını bilmedi­
ğinden, Brokaw Tehlikesi'ne bağlı yanlış değerlendirme hatasına
karşı savunmasız olduğunu aklından çıkarmamalıdır.
İlk görüşmeler, insanların ilk karşılaşmalara olan kişisel tep­
ki tarzları nedeniyle de değerlendirmede hata yapmaya bilhassa
müsaittir. Bazı kişiler, ilk görüşmelerdeki nasıl davranılacağı ko­
nusunda iyi bildikleri kuralları uygulayarak en iyi davranışlarını
sergiledikleri için normal davranışlarını temsil etmeyen örnekler
sunarlar. Bazıları ise ilk buluşmayı endişe verici bulduğundan, on­
ların davranışları da, tam aksi bir sebeple, kıyaslama yapabilmek

1 74
Tehlikeler ve Önlemler

için çok az kaynak sağlar. Eğer mümkünse, yalan avcısı tanışıklık


ilerledikçe daha iyi bir baz çizgisi oluşturmayı ümit ederek, vere­
ceği kararlan bir dizi görüşme üzerine dayandırmalıdır. Yalan be­
lirlemek, insanlar sadece birbirlerine aşina olmayıp birbirlerini çok
daha yakından tanıdıklarında kolaylaşacakmış gibi görünmesine
rağmen, durum her zaman bu kadar basit değildir. Sevgililer, aile
bireyleri, arkadaşlar ya da yakın meslektaşlar, kör noktalar ya da
davranışsa} aldatma belirtilerinin doğru yargılarıyla çatışan önyar­
gılar geliştirebilirler.
Dört aldatma belirtisinin değerlendirilmesi -ağızdan kaçırma,
duygusal sayıp sövmeler, simgesel kaymalar ve mikro ifadeler­
Brokaw Tehlikesi 'ne karşı bu kadar savunmasız değildir. Sabit
terimlerle özleri anlam taşıdığından değerlendirilirken bir karşı­
laştırma yapmaya gerek yoktur. Dr. R. 'nin sözüm ona başka bir
adamın boşanmasından bahsettiği, Freud'dan aktardığım örneği
hatırlayın. "Şöyle bir durumda ne yapardınız merak ettim: Bir
boşanma davasında zina edilen kişi olarak gösterilen bir hemşi­
re tanıyorum. Davacı kadın hem kocasına boşanma davası açtı
hem de hemşireyi zina edilen kişi olarak gösterdi ve adam davayı
kazandı." Bu konu o zamanlar boşanma kanunları hakkında bil­
gi sahibi olmayı gerektiriyordu (çünkü zina, boşanmak için tek
geçerli nedendi, sadece aldatılan eş dava açabiliyor ve davayı
açan kişi devamlı ve genelde batın sayılır bir nafaka almaya hak
kazanıyordu). Ağzından kaçırdığı şeyden, Dr. R. 'nin hikayedeki
boşanma davasını açan kişi olmayı isteyen koca olduğu anlaşı­
lıyordu. Bu bilgi nedeniyle olmasa bile, "kadın" yerine "adam"
kelimesini ağzından kaçırması, özünde anlaşılabilen, çok özel­
likli bir mesajdı : Dr. R. davayı kadının değil kocanın kazanması­
nı istemişti. Ağızdan kaçırmalar, sadece sayıları değiştiğinde fark
edilen duraksamalar gibi değildir, kişinin normalde daha fazla
yapıp yapmadığı karşılaştırılması yapılmaksızın anlaşılabilir.

1 75
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Ağızdan bir şey kaçırma, bir mikro ifade ya da sayıp sövme, ne


sıklıkta olursa olsun bilgi açığa çıkarır. Gizliliği ortadan kaldım.
Düzenlediğim deneydeki profesör tarafından eleştirilen öğrencinin
"parmak hareketi" simgesini kullandığı örneği hatırlayın. Bu tarz
bir hareket, sadece normalde kullanılma oranı ile o anki kullanılma
oranı arasında karşılaştırma yapılarak değerlendirebilen resimle­
melerdeki azalmalar gibi değildir. "Parmak hareketi" yapmak na­
dir görülen bir harekettir ve anlamı herkes tarafından bilinir. Bu
bir simgesel kayma olduğu için -simgesel hareketin sadece bir
bölümü olup normal sunum pozisyonunun dışında görülür- "par­
mak hareketinin" verdiği mesaj , öğrencinin gizlemeye çalıştığı
duyguların sızıntı yaptığı şeklinde yorumlanabilir. İntihar planını
sakladığı sırada hasta Mary, özünde üzüntü mesajı olarak yorumla­
nabilecek bir mikro ifade kullanmıştı. Üzüntünün daha uzun ya da
normal ifadelerde değil de bir mikroda görülmüş olması gerçeği,
Mary'nin acılarını gizlemeye çalıştığını ifade ediyordu. Konuş­
manın içeriğinin bilinmesi, bir yalanın tüm uzantılarını anlamaya
yardım edebilir ancak ağızdan kaçırma, sayıp sövme ve mikro ifa­
deler yoluyla verilen mesajlar, gizlenen bilgiyi açığa çıkarabilir ve
bizzat kendileri bir anlam ifade eder.
Bu dört sızıntı kaynağı -ağızdan kaçırma, sayıp sövme, sim­
gesel kaymalar ve mikro ifadeler- bu açıdan tüm diğer aldatma
belirtilerinden farklıdır. Yalan avcısı, hakikate inanmama hata­
sının önüne geçmek için bir karşılaştırma zeminine ihtiyaç duy­
maz. Misal olarak bir ilk buluşmada yalan avcısının, buluşacağı
kişinin sık sık bu hareketleri yapan biri olma ihtimali nedeniyle
ağızdan kaçırma, sayıp sövme, simgesel kayma ya da mikro ifa­
deleri değerlendirme konusunda endişelenmesine gerek yoktur.
Tam aksine, eğer şüpheli ağzından kaçıran, sayıp söven, simge­
sel kayma ya da mikro ifadeler yapan biriyse bu, yalan avcısı­
nın avantajınadır. Azaltılmaları için daha önceden tanıdık olma

1 76
Tehlikeler ve Önlemler

önlemini gerektiren hakikate inanmama hataları, bu dört sızıntı


kaynağı için uygulanmayabilirken, daha önce açıklanan, bir ya­
lana inanma hatalarını azaltma tedbirleri hala geçerlidir. Bu ve
diğer aldatma belirtilerinin bulunmayışı, bir insanın dürüstlüğü­
nün kanıtı olarak yorumlanamaz. Tüm yalancılar, ağızlarından
bir şey kaçırmaz, sayıp sövmez, simgesel kayma ya da mikro
ifade kullanmaz.
Şimdiye kadar yalan belirleme konusundaki hataların tek bir
kaynağını ele aldık: Brokaw Tehlikesi, kişileri değerlendirirken
bireysel farklılıkları dikkate almama hatası. Hakikate inanma­
ma hatasına yol açan aynı derecede mühim bir diğer problem
kaynağı, Othello Hatası ' dır. Bu hata, yalan avcısı, stres altında
olan dürüst bir insanın yalan söylüyormuş gibi görünebileceğini
hesaba katmadığında meydana gelir. Dürüst kişiler zan altında
olduklarını bildiklerinde, aldatma belirtilerine ve sızıntılara ne­
den olabilen yalanla ilgili (3 . Bölüm'de anlatılan) duyguların her
birini, başka nedenlerle hissedebilirler. Dürüst insanlar, inanıl­
mamaktan korkabilirler ve bu da yalancıda bulunan yakalanma
korkusuyla karıştırılabilir. Bazı insanlar, başka konular hakkında
henüz nedeni bilinmeyen öylesine yoğun suçluluk hissederler ki
ne zaman herhangi bir şey için zan altında olsalar, bu duygu­
lar depreşebilir. Bu suçluluk belirtisinin işaretleri, bir yalancının
suçluluk duygusuyla karıştırılabilir. Aynı zamanda dürüst insan­
lar, kendilerini haksız yere suçladıklarını bildikleri kişileri hakir
görebilir, kendilerini suçlayan kişilerin haksız olduğunu göster­
me imkanı yüzünden heyecan ya da haklı çıkacaklarını tahmin
ettikleri için hoşnutluk hissedebilirler ve bu duyguların işaretleri
de bir yalancının aldatma hazzını hatırlatabilir. Aynı şekilde diğer
duygular da hem yalancı tarafından hem de zan altında olduğunu
bilen kişiler tarafından hissedilebilir. Sebepleri farklı olmasına
rağmen, yalancı ve dürüst kişi, yalan avcısının şüphesi ve soru-

1 77
Ne Düşündüğünü Biliyorum

lan nedeniyle öfke, hayal kırıklığı, sıkıntı, şaşkınlık ve bıkkınlık


hissedebilir.
Bu hatayı Othello Hatası diye adlandırdım çünkü
Shakespeare'in oyunundaki ölüm sahnesi bu durumun çok mü­
kemmel ve meşhur örneklerinden biridir. Othello, Desdemona 'yı
Cassio'yu sevmekle suçlar ve ondan bu ihaneti nedeniyle kendi­
sini öldüreceği için itirafta bulunmasını ister. Desdemona, ma­
sumluğuna şahitlik etmesi için Cassio'nun çağınlmasını ister.
Othello, ona Cassio 'yu çoktan öldürdüğünü söyler. Desdemona
masumluğunu kanıtlayamayacağını ve Othello'nun kendisini öl­
düreceğini anlar.

DESDEMONA: Heyhat, ona ihanet edildi ve ben mahvol­


dum!
OTHELLO : Defol, sürtük! Bir de karşıma geçmiş onun için
ağlıyor musun?
DESDEMONA: Beni sürgüne gönderin, yüce efendim ama
öldürmeyin !
OTHELLO: Yıkıl karşımdan, sürtük!

Othello, Desdemona'nın korku ve üzüntüsünü, onun ihane­


tine olan inancını doğrulayan, sözde sevgilisinin ölüm haberine
tepkisi olarak yorumlar. Othello, Desdemona'nın masum oldu­
ğunda da aynı duygulan yaşayabileceğini fark etmekten acizdir:
Othello kendisine inanmadığı ve Cassio' yu öldürerek masumlu­
ğunu kanıtlayacak son ümidini de yok ettiği için üzüntü ve umut­
suzluk ve o an kendisini öldürebileceği için korku hissetmekte­
dir. Desdemona, bir sevgilinin ölümüne değil, içine düştüğü bu
kötü durum, Othello 'nun güven eksikliği ve kendi hayatı için
ağlamaktadır.
Othello'nun bu hatası, aynı zamanda önyargıların yalan av­
cısının kararlarını ne şekilde etkileyeceğini gösteren bir örnek-

1 78
Tehlikeler ve Önlemler

tir. Bu sahneden evvel Othello, Desdemona'nın ihanet ettiğine


ikna olmuştur. Othello, Desdemona'nın duygularının şu veya bu
şekilde bir delil olamayacağını göz önünde bulundurmayarak,
davranışlarının alternatif açıklamaları olabileceğini önemsemez.
Othello, Desdemona'nın ihanetine olan inancını tahlil etmeyi
değil, bu olayın doğrulanmasını istemektedir. Othello uç bir ör­
nektir fakat genellikle önyargılar, bir yalan avcısının, aklındaki­
lerle bütünlük sağlamayan gerçekleri, olması muhtemel şeyleri
ve düşünceleri göz ardı etmesine neden olarak, vereceği karan
yanlış yönde etkileyebilir. Bu durum, yalan avcısı önyargılan ne­
deniyle acı çekse de gerçekleşir. Othello, Desdemona'nın yalan
söylediğine olan inancı nedeniyle ıstırap çekiyordu fakat bu onu,
Desdemona'yı temize çıkarmak için diğer yöne, araştırma yap­
maya yönlendirmedi. Bir bakıma Desdemona'nın davranışlarını,
kendine en çok acı veren, başına gelmesini hiç istemediği bir ola­
yı doğrulayacak biçimde yorumluyordu.
Hakikate inanmama hatasına yol açan, yalan avcısının doğru
karar vermesini kötü yönde etkileyen bu tarz önyargılar pek çok
kaynak nedeniyle ortaya çıkabilir. Othello 'nun, Desdemona'nın
kendine ihanet ettiğine inanması, şeytani yaveri Iago 'nun işiy­
di . Kendi çıkarı için Othello' nun şüphelenmesine neden olup
sonra onu asılsız bilgilerle besleyerek çökmesini sağlamıştı.
Othello'nun kıskanç bir yapısı olmasaydı Iago bunu başarama­
yabilirdi. Kafi derece kıskanç olan insanlar, kıskançlıklarından
faydalanan bir Iago 'ya ihtiyaç duymayabilirler. Şüphelendikleri
şeyleri (herkesin onlara yalan söylediğini) ortaya çıkararak, en
büyük korkularını doğrulamak isterler. Şüpheci insan, hakikate
inanmama hatasına yatkın çok kötü bir yalan avcısı olur. Tabii ki
onları aldatan kişilerden hiç şüphelenmeyerek bunun tam aksini,
bir yalana inanma hatasını yapan, saf insanlar da vardır.
Risk yüksekse ve eğer şüpheli yalan söylediğinde yalan av-

1 79
Ne Düşündüğünü Biliyorum

cısı için bunun bedeli ağır olacaksa, kıskanç olmayan insanlar


bile düşüncesizce yanlış kararlar alabilirler. Bir yalan avcısı öf­
kelenirse, ihanet edilmekten korkarsa ve en kötü kabusu ortaya
çıktığında hissedeceği aşağılanma duygusunu halihazırda ya­
şıyorsa, güvenini yenileyecek hiçbir şeyi önemsemeyip canını
en çok acıtan şeye yönelebilir. Daha fazla aldatılarak daha çok
aşağılanma riskini göze almaktansa, ihanet olayı ispatlanmadan
evvel aşağılanmayı kabul edebilir. Şimdi acı çekmek, ileride ba­
şına gelmesinden korktuğu şey hakkındaki belirsizliğin verdiği
acıya katlanmaktan daha iyidir. Hakikate inanmamaktan -akıl­
sızca suçlamalar yapan bir koca olmaktan- çok bir yalana inan­
maktan --örneğin, boynuzlanmaktan- korkar. Bunlar rasyonelce
yapılan seçimler değildir. Yalan avcısı, vahşi duygu ateşi diye
adlandırdığım durumun bir kurbanı haline gelir. Duygular, nor­
malde olması gerektiği şekilde zaman içinde azalma göstermeyip
aksine şiddetlenerek kendi başlarına bir devinim elde edip kont­
rol dışına çıkabilir. Tahrip edici her ne varsa büyütülerek kötü
duyguları körükleyen her şey benimsenir. Böyle bir duygusal ce­
hennem yaşayan insanın şüpheleri giderilemez; kişinin peşinde
olduğu şey bu değildir. Kişi, hissettiği duygu her ne ise -korkuyu
dehşete, kızgınlığı gazaba, sıkıntıyı ıstıraba gibi- pekiştirmeye
çalışır. Bu vahşi duygu ateşi, her şey bitene kadar karşısına ne çı­
karsa tüketir - nesneler, yabancılar, sevilen kişiler, kendisi. Kim­
se böyle bir ateşin nasıl başlayacağını ve en nihayetinde nasıl
sonlanacağını bilmez. Şüphesiz bazı kişiler diğer insanlara göre,
bu vahşi duygu ateşinden çok daha kolay etkilenirler. Görünen
o ki vahşi duygu ateşine tutulmuş bir insan, kendini daha kötü
hissettirecek ne varsa ona inanarak, insanlara karşı çok kötü bir
yargıç olur.
Hakikate inanmama hataları her zaman -hiçbir şey olmadığı
halde bir sahtekarlık görme- vahşi bir duygu ateşine, kıskanç bir

1 80
Tehlikeler ve Önlemler

kişiliğe ya da bir Iago'ya gereksinim duymaz. Aksi takdirde ku­


lağa inandırıcı gelmeyen bir olaya daha pratik ve etkili bir açık­
lama getirdiği için yalan söylendiği düşünülebilir. Yirmi sekiz
yıldır FBI 'da çalışan bir görevli şöyle yazar: "Nedenine bakıl­
dığında aldatma, özünde oldukça tatmin edicidir, çünkü mantıklı
ve nizamidir." İkna edici başka bir açıklama bulunamadığında
(çünkü muhtemelen açıklamaya çalıştığımız durum, genellikle
direktifleri takip etmemek ya da sebeplerini bilmediğimiz diğer
hatalar nedeniyle meydana gelmektedir) aldatma, kolay ve uy­
gun bir açıklama imkanı sunar. Uygundur, çünkü genellikle istih­
barat görevlileri aldatma ihtimaline karşı hassastırlar ve bunun
tespiti, derinlemesine analiz yapma ve seçkinliğin göstergesi ola­
rak kabul edilir. Kolaydır, çünkü neredeyse tüm deliller, aldatma
hipotezine uyacak şekilde mantığa vuru labilir; bazıları, aldatma
bir kez ciddi bir ihtimal olarak ortaya çıktığında bu h ipotez i n ne­
redeyse tamamen o lum suzlanmaktan muaf o l duğunu iddia ede­
b i l ir.
Bu düşünceler, istihbarat ya da polis soruşturmalarından çok
daha geniş olarak uygulanır. Hatta bu bir insanın çocuğunun,
ebeveyninin, arkadaşının ya da sevdiği kişinin gösterilen güvene
ihanet ettiği anlamına gelse bile yalan avcısı, muammalı bir olayı
açıklıyor diye haksız yere suçlama yaparak, hakikate inanmama
yanılgısına düşebilir. . Bu durum bir kez başladığında, yalan söy­
lediği düşünülen sevgiliye olan önyargı, olumsuzlamaya engel
olmak için alınan bilgiyi filtre eder.
Yalan avcıları, vahşi bir duygu ateşi, kendi kişilikleri, başka­
ları tarafından verilen bilgiler, geçmişte yaşanmış olaylar, görev
baskısı, belirsizliğin azaltı lması gibi nedenlerle şüpheli hakkında
herhangi bir önyargı taşıyıp taşımadıklarını belirlemeye çalış­
malıdırlar. Şüpheli hakkındaki önyargılar kesin olarak tanımlan­
dığında yalan avcısının, konulan sadece bu önyargılara göre yo-

181
Ne Düşündüğünü Biliyorum

rumlama ihtimaline karşı kendini koruma şansı olur. En azından


bir yalan avcısı, bir şüphelinin yalan söyleyip söylemediği ko­
nusunda verdiği yargılara güvenebilmek için, pek çok kez kendi
önyargılannın kurbanı olduğunu aklında bulundurmalıdır.
Yalan avcısı, bir duygu belirtisinin, bir aldatma belirtisi ol­
mayıp zan altında olmanın dürüst bir insanı nasıl hissettireceğiyle
ilişkili bir ipucu olma ihtimalini göz önünde bulundurmaya çaba
göstermelidir. Bir duygu işareti, yalan söylendiği için mi yoksa
haksız yere suçlanma ya da yargılanma nedeniyle mi hissedilmek­
tedir? Yalan avcısı, her bir şüphelinin sadece yalan söylediğinde
değil, daha da önemlisi, dürüst olduğunda hangi duygulan hisse­
debileceğini hesaplamalıdır. Tüm yalancıların, yalan söyledikleri
için olası tüm duygulan hissetmemeleri gibi, tüm dürüst kişilerde
zan altında bulundukları için her duyguyu hissetmezler. 3 . Bölüm,
bir yalancının yakalanma korkusu, aldatma suçluluğu veya aldat­
ma hazzı hissetmesinin mümkün olup olmadığını ve bunun nasıl
hesap edileceğini anlatmaktadır. Şimdi yalan avcısının, dürüst bir
insanın zan altında olmaktan dolayı hangi duygulan hissedilebile­
ceğini nasıl değerlendirebileceğine dönelim.
Yalan avcısı, bu değerlendirmeyi şüphelinin kişilik bilgilerine
dayanarak yapabilir. Bu bölümde bireylerin, aldatma belirtisine
neden olabilen bazı davranışlarda nasıl farklılık gösterdiklerinin
hesaba katılamadığı ilk izlenimlere dayalı hataları azaltmak için,
yalan avcısının daha önceden şüpheliyi tanıma ihtiyacından bah­
setmiştim. Şimdi, şüpheli hakkındaki farklı bir bilgi, farklı bir
amaç için gerekmektedir. Yalan avcısının, belirli duygu işaret­
lerini aldatma belirtisi olarak aradan çıkarması için şüphelinin
duygusal özelliklerini bilmesi gereklidir.Kimsenin yalan söyle­
me ya da yanlış bir şey yapma nedeniyle zan altında bulunduğu­
nu bildiğinde korku, suçluluk vs. diğer duygulan hissetmesi olası
değildir. Bu, kısmen şüphelinin karakterine bağlıdır.

1 82
Tehlikeler ve Ön lemler

Kibirli bir insan, yalan söylediğinden şüphelenildiğini bil­


diğinde sinirlenebilir fakat inanılmamaktan çok az korkup her­
hangi bir şekilde suçluluk hissi duymayabilir. Kendine güveni
olmayan, devamlı başarısız olacağına inanan korkak bir insan,
inanılmamaktan korkabilir ancak kızması ya da suçluluk hisset­
mesi ihtimaller arasında yer almaz. İ şlemedikleri bir hata yüzün­
den suçlandıklarında kendilerini suçlu hisseden, içlerini suçluluk
duygusu bürümüş insanlarla ilgili açıklamalar daha önceden ya­
pılmıştı. Bu tarz bir suçluluk hisseden insanlar, kendilerini aynca
korkmuş, öfkeli, şaşırmış, üzülmüş ya da heyecanlı hissetmeyebi­
lirler. Yalan avcısı, şüphelinin kişiliği, şüpheli dürüst olduğunda
bile böyle bir duyguyu hissetmesini mümkün kılıyorsa, bu duygu­
yu aldatma belirtileri arasından çıkarmalıdır. Hangi duyguların
dışarıda bırakılacağı şüpheliye bağlıdır (zan altında bulunduğunu
bilen her dürüst insanda her duygu kolaylıkla canlanmaz).
Masum insanlar, bir suç nedeniyle zan altında olduklarını bil­
diklerinde, yalan avcısıyla ortak geçmişlerinin işaret ettiği ve yalan
avcısıyla olan ilişkilerine bağlı olarak duygular var, hissedilebilir­
ler. The Wınslow Boy'daki baba, Ronnie'nin onu adaletli bir insan
olarak gördüğünü biliyordu. Gerçekte masum olduğunda hiçbir
zaman onu ne haksız yere suçlamış ne de cezalandırmıştı. Geçmiş­
teki ilişkileri nedeniyle, babanın bir korku sinyalini Ronnie'nin ya­
lan ya da doğruyu söyleyip söylemediği konusunda olası bir duygu
olarak saf dışı bırakmasına gerek yoktu. Çocuğun inanılmamaktan
korkması için hiçbir neden yoktu. Korkması için tek neden, eğer
yalan söylediyse yakalanma korkusuydu. Sürekli olarak hakikate
inanmayıp sık sık yanlış yere suçlama yapan insanlar, şüphe ettik­
leri kişinin doğru söyleyip söylemediğiyle ilgili muhtemel korku
işaretlerini belirsizleştiren bir ilişki geliştirirler. Sürekli olarak sev­
gili tutmakla itham edilen ve masumluğuna rağmen sözlü ve fizik­
sel tacize uğrayan bir kadının, ister yalan ister doğruyu söylesin

183
Ne Düşündüğünü Biliyorum

korkması için nedenleri vardır. Kocası diğer şeyler arasında, korku


sinyallerinden yalan söyleme kanıtı olarak faydalanma altyapısını
kaybetmiştir. Yalan avcısı, bir duygu işaretini, eğer şüphelinin ya­
lan avcısıyla olan ilişkisi, şüpheli doğru söylediğinde bile bu duy­
guyu hissetmesini mümkün kılıyorsa, aldatma belirtileri arasından
çıkarmalıdır.
Bir ilk görüşmede, geçmiş bir ilişki olmaması gerçeğine rağ­
men, bir insanın yalan söylediğinden şüphe edilebilir. Bu bir in­
sanın, diğerinin evli olduğunu gizlediğinden şüphelendiği bir ilk
buluşma olabilir. Bir aday, işverenin karar vermeden önce diğer
adaylarla görüşmeye devam ettiğini gizlemek için yalan söyle­
diğini düşünebilir. Bir suçlu, sorgu polisinin, kankasının itirafta
bulunup delilleri onun aleyhine çevirdiği iddialarından şüphe­
lenebilir. Alıcı, emlakçının böyle düşük bir teklifi ev sahibinin
dikkate almayacağını söylerken, fiyatı yükseltmeye çalışıp çalış­
madığını merak edebilir. Şüpheliyle ön bir ilişki olmadan, yalan
avcısı iki misli kaybetmiştir. Ne şüphelinin kişiliği hakkındaki
bilgiler ne de geçmiş ilişkilerine ait bilgiler, belirli duyguların,
dürüst bir insanın zan altında kaldığı için hissedeceği duygular
olarak devre dışı bırakılmasına gerek olup olmadığını önerebilir.
Böyle bir durumda bile, şüphelinin yalan avcısı hakkındaki bek­
lentilerine ait bilgiler, masum bir insanın yalan söylemekten zan
altında olduğu için hangi duygulan hissettiğini tahmin etmek için
bir temel oluşturabilir.
Her suçlunun, her yalan avcısı için iyi şekillenmiş bir bek­
lentisi yoktur ve sahip olanların tümü de aynı beklentileri pay­
laşmaz. Şüphelinin, FBI ajanlarının gizli Sovyet ajanı oldukla­
rına inandıkları insanlarla arkadaşlık ederken görülen ve gizli
bilgilere erişim imkanı olan biri olduğunu düşünün. Şüpheli,
FBI hakkında hesaba katılması gerekecek kadar beklenti sahibi
olmak için herhangi bir FBI aj anıyla ya da belirli bir FBI ajanıy-

184
Tehlikeler ve Önlemler

la temas kurmaya hiçbir zaman ihtiyaç duymamış olabilir. Eğer


şahıs FBI ' ın hiç hata yapmadığına ve tamamen güvenilir oldu­
ğuna inanıyorsa, korku belirtilerini hesap dışı bırakmaya ihtiyaç
yoktur, yakalanma korkusu olarak değerlendirilebilir. Ancak kişi
FBI ' ın beceriksiz olduğuna ve insanları fişleme görevi yaptığına
inanıyorsa, korku işaretleri, aldatma belirtileri arasından çıkarı­
labilir. Bu kişide yakalanma korkusundan çok inanılmama kor­
kusu olma ihtimali daha fazladır. Yalan avcısı bir duygu işaretini,
eğer şüphelinin beklentileri, şüpheli doğru söylediğinde bile bu
duyguyu hissetmesini mümkün kılıyorsa, aldatma belirtileri ara­
sından çıkarmalıdır.
Şu ana kadar, sadece masum kişilerin yalan söylemekten zan
altında bulunmaya dair hissettiği duyguların neden olduğu ka­
rışıklardan bahsettim. Dürüst insanların gösterdikleri duygusal
reaksiyonlar, dürüst kişiyi yalancıdan ayırmaya yardım ederek,
karıştırmaktan ziyade olaya açıklık kazandırabilir. Karışıklık,
dürüst kişi ile yalan söyleyen kişi şüphelenilmeye aynı tepkiyi
verdiğinde ortaya çıkar. Netlik ise tepkilerinin farklılık göster­
mesi durumunda artar. Bir insan zan altında bulunma konusunda,
doğruyu söylediğinde, yalan söylediğine göre tamamıyla farklı
duygular hissedebilir.
The Wınslow Boy buna güzel bir örnektir. Baba, Ronnie'nin
yalan ya da doğru söylediğinde nasıl hissedebileceğine dair ken­
disine çok ayrıntılı bir tahmin yapma imkanı veren bilgiye sahip­
ti - oğlunun kişiliğini tanıyordu ve geçmişten gelen bir ilişkileri
vardı . Oğlunun bir psikopat ya da doğal bir oyuncu olmadığını
biliyordu, içini suçluluk duygusunun bürümediğini ve ortak de­
ğerler paylaştıklarını da biliyordu. Onun için, eğer Ronnie ya­
lan söyleseydi aldatma suçluluğu fazla olacaktı . Yalanın, Ronnie
gerçekten parayı çalmış olsaydı, bu durumu reddetmek olduğu­
nu hatırlayın. Baba, konu hakkında yalan ya da doğru söyleyip

185
Ne Düş[mdüğünü Biliyorum

söylememesinden bütünüyle ayn olarak oğlunun, bir suç işledi­


ğinde kendini suçlu hisseden bir yapısı olduğunu biliyordu. Bu
nedenle, eğer hırsızlık yapıp gizlemiş olsaydı, iki büyük suçluluk
duygusu kaynağı (yalan söylediği ve gizlemeye çalıştığı hırsızlık
suçu için hissettiği suçluluk duygusu) onu ele verebilirdi. Eğer
Ronnie çalmadığını söylerken doğruyu söylüyorsa, hiçbir suçlu­
luk duygusu hissetmemeliydi.
Aynı zamanda baba, oğlunun kendisine güvendiğini bili­
yordu. Geçmiş ilişkileri Ronnie'ye, doğru söylediğinde babası­
nın kendine inanacağı düşüncesini telkin ediyordu. Onun için,
Ronnie'nin kendisine inanılmama gibi bir sorunu yoktu. Baba
yakalanma korkusunu artırmak için poligrafı kullanan kişi gibi,
kandırılamaz olduğunu iddia eder. "Ama . . . eğer bana yalan söy­
lersen, anlarım, çünkü senin ve benim aramda hiçbir yalan gizli
kalmaz, Ronnie. Bu nedenle konuşmadan evvel, bunu iyi bir dü­
şün." Ronnie, tahmin edileceği gibi, geçmişte yaşadığı deneyim­
ler nedeniyle, babasının söylediklerine inanır. Bu nedenle, Ron­
nie yalan söylüyorsa yakalanmaktan korkuyor olmalıydı. Son
olarak da baba itiraf etmesi karşılığında bir af teklif eder: "Bu
işi sen yaptıysan bana hemen söylemelisin. Bana doğruyu söyle­
diğin müddetçe sana sinirlenmeyeceğim, Ronnie." Bu bildiriyle,
baba aynı zamanda ödülü artırmıştır. Eğer Ronnie yalan söylerse,
babasının öfkesine hedef olacaktı. Eğer Ronnie parayı gerçek­
ten çaldıysa muhtemelen kendini oldukça suçlu hissedecekti ve
bu da onu itiraf etmekten alıkoyabilirdi . Bu durumda babası, bir
çocuğun şeytana uymasının hangi durumlarda anlaşılabilir oldu­
ğunu anlatıp asıl önemli olanın bunu gizlemeyip yapılan hatayı
kabul etmek olduğuna dair bir şeyler söylemelidir.
Ronnie yalan söylediğinde, hissedeceği duyguların tahmin
edilmesi (korku ve suçluluk) ve bu hislerin Ronnie doğru söyle­
diğinde de görülmesinin olası olmadığını hesaplamak için bir te-

186
Tehlikeler ve Önlemler

mel oluşturmanın yanı sıra aldatma belirtilerini yorumlamadaki


hataları azaltmanın öncesinde babanın, bir adım daha atması ge­
rekliydi. Ronnie'nin doğruyu söylediğinde, suçluluk ya da korku
işaretlerini hatırlatabilecek başka herhangi bir duygu hissetmedi­
ği ve bu duyguların yalan söyleyip söylemediğine dair verilecek
karan yanıltmadığı belli olmalıdır. Mesela Ronnie, yanlış yere
onu hırsızlıkla suçladığı için okul müdürüne kızgın olabilir; bu
nedenle, öfke belirtileri, özellikle okul yöneticileri hakkında ko­
nuşurken ortaya çıkıyorsa, aldatma belirtileri arasından çıkarıl­
malıdır. Ronnie muhtemelen, içinde bulunduğu durum nedeniyle
üzüntü duyacaktır ve bu moral bozan hisler konunun herhangi bir
yönüne ait olmayıp, içinde bulunduğu durumla ilgili baştan sona
her şey genel olabilir. Bu durumda baba, korku ve suçluluk duy­
gusunu aldatma belirtisi olarak görebilir ancak öfke ve üzüntü
duyguları Ronnie doğru söylese bile bulunabilir.
Konular, bu şekilde açık ve net olduğunda (bir şüphelinin
doğru ya da yalan söylediğinde hangi duyguları hissedebileceği
ve ne zaman aynı duyguları hissetmeyeceğini bilmeye yarayan
bir dayanak olduğunda) bile aldatma belirtilerini yorumlamak
tehlikeli olabilir. Pek çok davranış birden fazla duygunun belir­
tisidir ve bunlardan biri şüpheli dürüst olduğunda hissedilebi­
lirken, bir diğeri şüpheli yalan söylediğinde hissedilebiliyorsa
bu duygular hesaba katılmamalıdır. Ek Bölüm ' deki Tablo 1
ve 2 ' de, her bir davranışsa! belirtiye hangi duyguların neden
olabileceğini kontrol etmeye yarayan kullanıma hazır bir liste
bulunmaktadır.
Babanın Ronnie'nin terlediğini ve sık sık yutkunduğunu fark
ettiğini farz edin. Bu işaretler pozitif ya da negatif herhangi bir
duygunun belirtisi olabileceğinden işe yaramaz. Bu belirtiler,
Ronnie yalan söylediğinde korku ya da suçluluk hislerinden,
doğru söylediğinde ise üzüntü ve öfke hislerinden dolayı orta-

187
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ya çıkacaktır. Ronnie fazla manipüle hareket yaparsa, manipü­


latörler herhangi bir rahatsızlığın göstergesi olabileceğinden, bu
da aldatma belirtileri arasından çıkarılmalıdır. Hatta belirtilerin,
negatif duygular sebebiyle meydana geldiği kesin bile olsa, ses
perdesinde düşme gibi, bunlara itibar edilmemelidir. Eğer ses
perdesinde suçluluk duygusu nedeniyle bir düşme söz konusuy­
sa, o zaman bir aldatma belirtisi olarak görülebilir ancak üzüntü
ve sıkıntıya bağlı olarak da seste alçalma görülebilir, hem Ronnie
yalan da söylese doğruyu da söylese epey üzüntü hissedebilir.
Sadece korku ya da suçluluğu işaret edip de öfke, üzüntü ya da
kederi işaret etmeyenler aldatma belirtisi olarak yorumlanabilir.
Ö fke ve üzüntüyü işaret edip de suçluluk ya da korkuyu işaret
etmeyenler ise dürüst olma belirtisi olarak alınabilir. Tablo 1 ve
2'nin incelenmesi, aşağıda verilen davranışların Ronnie'nin ya­
lan söyleyip söylemediğini belli edebileceğini göstermektedir:
Ağızdan kaçırma, simgesel kaymalar, mikro ifadeler ve güvenilir
yüz kaslarının hareketleri. Sadece bu davranışlar, korku ve suç­
luluğu, öfke ve üzüntüden ayırmaya yarayan bilgiyi yeteri dere­
cede verebilir. Antrparantez, Ronnie üzerinde bir poligraf testi
uygulamak da işe yaramayabilir çünkü poligraf sadece duygusal
hareketliliği belirler, hangi duygu olduğunu değil. Suçlu ya da
masum, Ronnie, her iki durumda da duygusallaşabilirdi. Polig­
rafın güvenilirliğini değerlendirme araştırmaları, poligrafın şans
eseri bilme ihtimalinden daha iyi bir derece yaptığını gösterse
de, bu çalışmaların çoğunda, pek çok hakikate inanmama hatası
mevcuttur. Bir sonraki bölümde bu çalışmaları ve ne anlama gel­
diklerini ele aldım.
Şüpheli doğru söylediğinde hissedebileceği duyguları ve bun­
ların şüpheli yalan söylediğinde hissedeceği duygulardan farklı­
lık gösterip göstermediğini tahmin etmek, The Winslow Boy'la
ilgili analizlerimin de gösterdiği gibi, oldukça zordur. Şüpheliyle

188
Tehlikeler ve Önlemler

ilgili pek çok bilgiye ihtiyaç vardır. Çoğunlukla bu tahminleri


yapmak için yeterince bilgi olmaz. Üstelik olduğunda da yalancı­
yı tespit etmeye yardım etmeyebilir. Desdemona'da olduğu gibi
bilgi, şüpheli yalan da söylese doğruyu da söylese aynı duygulan
hissetmesinin mümkün olduğu fikrini verebilir. Hatta ve hatta ya­
pılan tahmin, şüpheli yalan ya da doğru söylediğinde farklı duy­
gular hissedebileceğini gösterse bile, davranışsa} belirtiler açık
olmayabilir. Hiçbir belirti tek başına yalancıyı, doğru söyleyen
kişiden ayırabilecek duygulara mahsus olmayabilir. Bu tarz olay­
larda -şüpheli tarafından hissedilen duygulan tahmin etmek için
yeterince bilgi olmadığında, şüphelinin yalan da söylese doğruyu
da söylese aynı duygulan hissedeceği tahmin edildiğinde, dürüst
ya da yalancı kişinin farklı duygular hissettiği ancak davranışsa}
belirtilerin net olmadığı durumlarda- yalan avcısı, duyguların
dahil olduğu aldatma belirtilerinden faydalanamaz.25
Yalan avcısı böyle zor bir durum içinde bulunduğunu fark
ettiğinde herhangi bir hakikate inanmama hatasını önleyebi­
lir ve bir yalana inanma hatası yapmaya, yalancılar tarafından
kandırılmaya karşı savunmasız olduğunu tam anlamıyla idrak
edebilir. Tabii ki bazen, zan altında bulunduğu için bir yalancı­
nın ya da dürüst bir insanın hangi duygulan hissedebileceği, bir
yalancıyı yakalamaya yardım edebilir. The Winslow Boy örne­
ğinde olduğu gibi böyle bir analiz, anlamı açık olan aldatma ve
dürüstlük belirtilerini izole eder ve sadece, hangi davranışları
araması gerektiği konusunda yalan avcısını uyararak, durumu
kolaylaştırabilir.
Şu ana kadar yalan belirleme sırasında meydana gelen tehlike­
leri ve alınması gereken önlemleri anlatırken, sadece şüphelinin
yalan söylemekten zan altında bulunduğunu bildiği durumlardan

25 Ağızdan kaçırma, simgesel kayma ve sayıp sövmeler gibi duygunun dahil


olması gerekmeyen başka aldatma belirtileri olduğunu hatırlayı n .

189
Ne Düşündüğünü Biliyorum

söz ettim. Mamafih dürüst insanlar, yalan söylediklerini düşü­


nen biri tarafından kullandıkları her kelimenin, sergiledikleri her
davranışın ve her yüz ifadesinin bir noktada dikkatle izlendiğini
hiç fark etmeyebilirler ve bazen de bazı dürüst kişiler, gerçekte
olmadığı halde, böyle bir incelemenin hedefi olduklarına inana­
bilirler. Yalancılar her zaman, kurbanlarının yalan söylediklerin­
den şüphe edip etmediklerini bilemezler. Şüpheyi gidermek için
oluşturulan süslü bir özür, daha önceden güvenen bir kurbanın
kafasında soru işaretleri uyandırabilir. Kendilerine yalan söylen­
diğini düşünen bazı kurbanlar, şüphelerini gizleyip yalancının
bir açık vermesini bekleyerek, kendileri de yalan söyleyebilirler.
Karşı casusluk esnasında, içeride bir ajan olduğu fark edildiğin­
de bu ajan vasıtasıyla düşmanı aynı şekilde yanlış bilgilendir­
mek için bu durum gizlenebilir. Bazı kurbanlar da bir süreliğine
yalancının, kurbanın her şeyin düzmece olduğunu bildiğinden
habersiz, yalanlarını uydurmaya devam etmesini izlemenin ve
rolleri değiştirmenin zevkini çıkarmak için kandırıldıklarını fark
ettiklerini gizleyebilirler.
Şüpheli yalan söylemekten zan altında olduğunu bilmemesi
durumunun yalan avcısına hem kazandırdıkları hem de kaybet­
tirdikleri vardır. Bir yalancı, her hareketinin şüpheli bir kurban
tarafından dikkatle incelendiğini bilmediğinde izleyeceği strate­
j iyi çalışmayabilir, delilleri gizlemeye gerek görmeyebilir, soru­
lacak sorulan tahmin edemeyip bahanelerini hazırlamayabilir ve
diğer konularda da yeterince tedbirli olmayabilir. Zaman ilerle­
yip de yalan tamamıyla hazmedilmiş göründüğünde yalancı çok
rahatladığı için aşırı güven nedeniyle hatalar yapabilir. Yalan av­
cısının işine yarayan bu kazanç, dikkatsizleşecek kadar kendine
güvenen bir yalancının fazla yakalanma korkusu hissetmemesini
sağlamaktadır. Dikkatsizlik neticesinde meydana gelen hatalar,
yakalanma korkusunun neden olduğu hatalarla aynı değerdedir.

1 90
Tehlikeler ve Önlemler

Feda edilen, sadece yakalanma korkusunun yol açtığı aldatma be­


lirtileri değil, aynı zamanda aşın güven gibi yetersiz planlamaya
neden olabilen böyle bir korkunun düzeni bozma etkisidir. Belki
de en büyük kayıp yalancı, kimsenin kendinden şüphelenmedi­
ğini düşündüğünde, bir itirafa yönlendirecek kadar güçlenmesi
muhtemel olmayan, yakalanma korkusunun verdiği eziyettir.
Sorgu polisi yetiştirme konusunda bir uzman olan Ross
Mullaney, polis memurlarının şüpheliye inanmış görünüp onu
daha çok konuşturarak, kendi uydurduğu yalanlar içinde boca­
layıp kalmasını sağlayan Truva Atı Stratejisi'ni savunmaktadır.
Mullaney'e göre yakalanma korkusu azalsa bile, şüphelinin
kendini ifşa edecek bir hata yapması daha olasıdır: "Görevli,
kaynağın (şüpheli) öne sürdüğü düzmece şeyleri her seferinde
daha ayrıntılı inceleyerek, onu yalanını daha da ileriye götür­
mesi için cesaretlendirmelidir. Gerçek anlamda, görevli de kay­
nağa inanmış görünerek aldatmaktadır . . . Bu dürüst bir kaynağa
zarar vermez. Görevli, şüphelinin yalan söylediği yanılgısı için­
de olsa bile . . . (bu sorgu tekniği) herhangi bir haksızlığa neden
olmaz. Bu teknikten sadece sahtekarların korkması gerekir." Bu
strateji, Schopenhauer 'un önerilerini hatırlatıyor: "Birinin size
yalan söylediğinden şüphelenmeniz için bir nedeniniz varsa,
sanki her söylediğine inanıyormuş gibi görünün. Bu o kişiyi
yalanını sürdürmesi yönünde cesaretlendirip savlarında daha
ateşli hale getirerek sonunda onu ele verecektir."
Hedefin güven duyduğuna olan inanışın, bir yalancının ya­
kalanma korkusunu azaltacağı kesin olarak görülürken, böyle
bir bilginin yalan söylemeyle ilgili diğer duygulan nasıl etkile­
yeceğini tahmin etmek zordur. Bazı yalancılar, şüphelenen bir
hedeften daha fazla kendilerine' güvenen bir hedefi aldatırken
suçluluk hissedebilirler. Bazıları da hedefin, şüpheler tarafın­
dan acı çekmeyip aldatıldığından habersiz olduğu müddetçe,

191
Ne DUşündüğünü Biliyorum

herhangi bir zarar verilmediğini düşünüp daha az suçluluk duy­


gusu hissedebilirler. Bu tarz yalancılar, yalanlarının kurbanları
farkında olma derdinden kurtardığına ve aslen nezaketten ileri
geldiğine inanabilirler. Aldatma hazzı da yalancı, hedefin ken­
dine güvendiğini bildiğinde şiddetlenerek ya da azalarak her iki
yöne gidebilir. Kendine tümüyle güvenen bir kurbanı aldatmak,
aşağılama duygusunun neden olduğu keyif veren duygulara
kendini kaptırdığında özellikle lezzetli hale gelebilir; bununla
birlikte, şüphelenen bir kurbanı aldatmak da yalan söylemeyi
çekici hale getirdiği için heyecanlı olabilir.
O halde hedef, yalancıyı şüphelerinden haberdar ederse,
yalancının daha çok hata yapıp yapmayacağına dair bir tah­
min yürütme imkanı yoktur. Tabii ki şüphelerin aslı olmayıp
şüphelinin dürüst olma ihtimali de vardır. Bir şüphelinin dü­
rüst olup olmadığını söylemek, şüpheli zan altında olduğunu
bilmediğinde daha mı kolaydır? Şüpheli zan altında olduğunu
bilmediğinde inanılmamaktan korkmaz; yalan söylediğinden
şüphelenilmenin yol açtığı üzüntü ya da öfke de olmaz ve şüp­
helinin hemen suçlanan bir yapısı olsa dahi, yanlış bir şey yap­
mışçasına hareket etmesi için özel bir fırsatı olmaz. O zaman
bu duygulardan herhangi birinin belirtisi, dürüst bir insanın
zan altında olduğunda hissedebileceği duygular olduğu endi­
şesine gerek kalmadan rahatlıkla aldatma belirtisi olarak gö­
rülebileceğinden, tümüyle yararlıdır. Bu kazanç her halükarda,
daha önceden bahsedilen yalan söylendiği için hissedilen ve
aldatma belirtilerine neden olabilen bazı duyguların, özellikle
de yakalanma korkusunun, yalan söylediğinden şüphelenildi­
ğini bilmeyen kişi gerçekten bir yalancı ise azalması pahasına
olsa da elde edilmiştir. Şüpheli, herhangi bir şüphelenme duru­
mu olduğunu bilmediğinde yalan avcısının hakikate inanmama
hatası yapma ihtimali daha azdır çünkü duygu belirtilerinin,

192
Tehlikeler ve Önlemler

eğer ortaya çıkarsa, aldatma belirtisi olma ihtimalleri daha


mümkündür ancak yalan için hissedilen duygular yalancıyı
ele verecek derecede güçlü olmayacağından, daha fazla yalana
inanma hatası olabilir. Şüphe bilindiğinde muhtemelen durum
tam tersi olacaktır (daha fazla hakikate inanmama ve daha az
bir yalana inanma hatası).
Şüpheli zan altında olduğunu bilmediğinde, bunun yalan av­
cısı için daha iyi olup olmadığı meselesini karmaşıklaştıran iki
farklı problem daha vardır. İ lk olarak, yalan avcısının daima se­
çim yapma şansı olmayabilir. Her durum, hedefe şüphelerini giz­
leme şansı vermez. Gizleme mümkün olduğunda bile, bir aldat­
mada hedef olabileceğini düşünen herkes, yalancıyı yakalamak
için yalan söyleyerek, şüphelerini gizlemek istemeyebilir. Yine
her yalan avcısı da söylediği yalanı belli etmeyen bir yalancı gibi
yetenekli olmayabilir.
İ kinci problem daha da ciddidir. Yalan avcısı, şüphelerini giz­
leyerek, bu gizleme işini gerçekleştiremeden başarısız olmayı
göze almıştır. Yalancının konu hakkında dürüst olacağına kesin­
likle güvenemez. Bazı yalancılar, bir kez hedeflerinin şüphelendi­
ğini anladı mı, özellikle de hedeflerinin gizleme çabalarını ortaya
çıkarabilirlerse, cesaretli bir şekilde hedeflerine kafa tutabilirler.
Yalancı, hedefi şüpheleri konusunda dürüst olmayıp adaletsizce
kendini savunma hakkı tanımadığı için, incinmiş, gücenmiş ve
kendine güveniyor pozlarına girebilir. Bu oyun inandırıcı olma­
sa bile, en azından bir süreliğine hedefi korkutabilir. Ancak her
yalancı bu kadar arsız olmaz. Bazıları, hedeflerinin şüphelerini
fark ettiklerini gizlerler ve bu şekilde izlerini kapatıp bir kaçış
planlamak vs. gibi şeyler için zaman kazanırlar. Maalesef, olay
sadece yalancının böyle bir gizleme durumunu saklama ihtima­
liyle sınırlı kalmaz. Dürüst kişiler de zan altında olduklarını fark
ettiklerini gizleyebilirler. Böyle davranmalarının nedenleri ol-

1 93
Ne Düşündüğünü Biliyorum

dukça çeşitli olabilir. Dürüst insanlar, kendilerinden şüphelenen


kişilerin, zan altında olduklarından habersiz hareket ettiklerini
düşündüklerinde, ya onların lehine karar vermeleri için harekete
geçmek ya kendilerini destekleyecek kanıt toplamayı ümit ede­
rek zaman kazanmak ya da bir rezaleti önlemek için zan altında
olduklarını bildiklerini gizleyebilirler.
Şüphelerin belli edilmesiyle kazanılan avantaj lardan biri, bu
belirsizliğin neden olduğu açmazdan çıkılabilmesidir. En azından
hedef, şüphelinin zan altında bulunduğunu bildiğinden haberdar­
dır. Böyle bir durumda dahi yalancı birinin yaptığı gibi dürüst bir
insan da zan altında bulunma konusunda hissettiği bazı duygu­
lan gizlemeye çalışabilir. Bir kez şüphe doğrulandı mı, yalancı
yakalanma korkusunu gizlemek isteyecektir ancak dürüst bir in­
san da, bu duyguların yanılgıyla aldatma kanıtı olarak görülebi­
leceğini göz önünde bulundurmaksızın, şüphelenilmiş olmaktan
duyduğu üzüntü, öfke veya inanılmama korkusunu gizlemeye
teşebbüs edebilir. Eğer sadece yalancılar duygularını gizleyecek
olsaydı yalanı tespit etmek çok daha kolay olurdu. Ancak böyle
bir şey mümkün olsaydı bile, bazı yalancılar da duygularını aynı
şekilde gösterecek kadar zeki olurdu.
Kurbanın şüpheleri hakkında dürüst olduğunda kazanacağı
bir diğer avantaj , Suçlu Bilgi Testi diye adlandırılan bir uygu­
lamadan faydalanabilecek olmasıdır. Poligraf yalan makine­
si kullanımı konusunda bir eleştirmen olan fizyoloj i psikoloğu
David Lykken, Suçlu Bilgi Testi 'nin, poligrafın güvenilirliğini
artırabileceğine inanır. Sorgulayan kişi, şüpheliye suçu işleyip
işlemediğini sormaz, onun yerine, sadece suçu işleyen kişinin sa­
hip olduğu bilgiler hakkında sorular sorar. Birinin cinayetten zan
altında bulunduğunu hayal edelim. Şüphelinin, suç mahalline ya­
kın bir yerde görüldüğü iddia ediliyor ya da ortada buna benzer
bir neden var. Suçlu Bilgi Testi 'nde, şüpheliye çoklu seçeneği

1 94
Tehlikeler ve Önlemler

olan bir dizi soru sorulur. Her soruda diğer şıklar, eşit derecede
akla yatkın göıünen ancak gerçek olmayan şeyleri bildirirken,
seçeneklerden biri daima gerçekte ne olduğunu açıklar. Sadece
suçu işleyen (masum kişi değil) hangisinin hangisi olduğunu bi­
lebilir. Örneğin şüpheliye, "Cinayet kurbanı yerde yüzüstü, sır­
tüstü ya da yanlamasına mı yatıyordu yoksa oturuyor muydu?"
şeklinde bir soru sorulup ondan her bir seçenek okunduğunda
"hayır" ya da "bilmiyorum" demesi istenir. Sadece suçu işleyen
kişi, ölen kişinin sırtüstü yattığını bilebilir. Lykken, yalan üzerine
yapılan laboratuvar deneylerinde, masum kişilerin, poligraf es­
nasında tüm alternatif şıklara neredeyse aynı şekilde cevap verir­
ken, doğru şık okunduğunda sadece bu gizli bilgiyi bilen kişinin
poligraf kaydında görünen otonom sinir sistemi aktivitelerinde
bir değişiklik olduğunu buldu. Suçlu kişi, sadece suçu işleyen
kişinin sahip olabileceği bilgiyi bildiğini gizlemeye çalışsa da bu
teknik kullanıldığında poligraf onu yakalayacaktır.
Suçlu Bilgi Testi 'nin üstünlüğü, masum bir kişinin zan al­
tında bulunma nedeniyle hissedebileceği duygulara bağlı ola­
ğan dışı tepkilerin görülmemesidir. Hatta masum şüpheli, şüp­
helenildiği için öfkelense ya da içinde bulunduğu kötü durum
nedeniyle üzülüp inanılmamaktan korksa bile, sadece rastlantı
eseri, diğer şıklara göre "sırtüstü yatma" seçeneğine daha duy­
gusal bir reaksiyon gösterir. Böyle çoklu seçeneği olan pek çok
sorunun kullanılması, masum bir şüpheli tarafından gösterilen
herhangi bir olağan dışı tepkiyi, doğru ve yanlış alternatifler
arasında yayacaktır. Suçlu Bilgi Testi , bu şekilde, yalancıların
hissettiği duygular ile masum kişilerin zan altında oldukların­
da hissettikleri duyguların karışmasına bağlı olan, yalan belir­
lemedeki en büyük tehlikeyi -hakikate inanmama hatasını- saf
dışı bırakır.
Yalan belirleme konusunda bu gelecek vadeden teknik, ma-

1 95
Ne Düşündüğünü Biliyorum

alesef doğruluk derecesinin ne olduğunun belirlenmesi amacıy­


la araştırmalara fazla konu olmamıştır ve şu ana kadar yapılan
araştırmalar ise, Lykken' in orij inal çalışmasının önerdiği gibi
her zaman kesin bir netlik göstermemiştir. Teknoloj i Araştırma
Bürosu 'nun en son olarak poligrafları yeniden ele aldığı rapor,
Suçlu Bilgi Testi 'ne dikkat çeker: " . . . Suçlu objelerin [diğer po­
ligraf testlerine göre] yüzdelik ortalamasında hafif bir azalma
tespit edildi." Daha düşük bir hakikate inanmama oranı olduğu
ortaya çıkarılmıştı ancak nispeten bir yalana inanma paydası
daha fazlaydı.
Her halükarda, Suçlu Bilgi Testi ' nin cezai soruşturmalar dı­
şında kullanım alanı sınırlıdır. Çoğunlukla aldatma kurbanı ol­
duğuna inanan kişi, her zaman yalancının sahip olduğu bilgiye
sahip olmaz ve bu olmadan da Suçlu Bilgi Testi bir işe yaramaz.
Updike 'ın romanı Marry Me' de Ruth, evlilik dışı bir ilişki ya­
şadığını ve bunu kiminle yaşadığını biliyordu. Kocası Jerry'nin
ise yalnızca şüpheleri vardı ve sadece suçlu kişinin bildiği bil­
giye sahip olmadığından, Suçlu Bilgi Testi 'ni kullanamazdı . Bu
tekniği kullanmak için, yalan avcısı gerçekte neler olduğunu
bilmelidir ve belirsizlik sadece o işi kimin yaptığı konusunda
olmalıdır.
Yalan avcısı mümkün olan tüm alternatifleri bildiğinde bile,
bu alternatiflerden hangisinin doğru olduğunu bulmak için Suçlu
Bilgi Testi kullanılamaz. Suçlu Bilgi Testi 'nde eylem ya da olay
hakkında yalan avcısı kesin bilgi sahibi olmalıdır, buradaki tek
soru, şüpheli kişinin fail olup olmadığıdır. Eğer soru, "Bu kişi ne
yaptı? Bu kişi nasıl hissediyor?" ise ve yalan avcısı şüphelinin ne
yaptığını bilmiyorsa, Suçlu Bilgi Testi kullanılamaz.

196
Tehlikeler ve Önlemler

Davranışsal Aldatma Belirtilerini


Yorumlarken Alınabilecek Önlemler
Davranışsa} aldatma belirtilerini yorumlamak tehlikelidir. Aşa­
ğıdaki liste, bu bölümde açıklanan hataları azaltmak için alınabile­
cek önlemleri özetlemektedir. Yalan avcısı, bir davranış veya ifa­
denin yalan ya da doğruyu işaret edebileceği ihtimalini daima göz
önünde bulundurmalıdır; böyle bir işaretin kesin bir bilgi vermesi
nadiren mümkündür - yalanla çatışan bir duygunun, tam ve uzun

süreli bir yüz ifadesiyle sızıntı yaptığı ya da gizlenen bilginin bir


kısmının, bir sayıp sövme sırasında ağızdan kaçtığı zamanlarda.
Bu tarz durumlarda şüpheli de bunun farkına vanp itiraf eder.

1 . Birinin yalan söyleyip söylemediğiyle ilgili tüm önsezi ve


içe doğmaların dayanağını netleştirmeyi deneyin. Aldat­
ma belirtilerini nasıl değerlendirdiğinizin daha iyi farkına
vararak hatalarınızı görmeyi öğrenip ne zaman doğru bir
yargıda bulunma şansınız olmadığını anlayabilirsiniz.
2. Yalan tespitinde iki tehlike olduğunu unutmayın: Hakika­
te inanmama (doğru söyleyen bir insanın yalan söylediğini
düşünme) ve bir yalana inanma (bir yalancıyı dürüst bir
kişi olarak addetme). Bu iki hatayı tamamen önlemenin
herhangi bir yolu yoktur. Hatalardan her biri göze alındı­
ğında doğuracağı sonuçları değerlendirin.
3. Bir aldatma belirtisinin bulunmaması dürüstlüğün kanı­
tı değildir; kimi insanlar hiç açık vermezler. Bir aldatma
belirtisinin olması da her zaman aldatma kanıtı değildir;
bazı insanlar dürüst olduklannda bile suçlu ya da endişeli
görünebilirler. Şüphelinin davranışlarındaki değişiklikleri
göz önünde bulundurarak, ifadesel davranışlardaki birey­
sel farklılıklara bağlı, Brokaw Tehlikesi ihtimalini de azal­
tabilirsiniz.

197
Ne Düşündüğünü Biliyorum

4 . Şüpheli hakkında sahip olduğunuz herhangi bir önyargı


olup olmadığını kendi kendinize sorun. Bunun doğru ka­
rar verme olasılığınızı kötü yönde etkileyip etkilemediğini
değerlendirin. Kıskançlığa yenik düştüğünüzde ya da vah­
şi bir duygusal ateş hissettiğinizde birinin yalan söyleyip
söylemediği konusunda herhangi bir yorumda bulunma­
yın. Sadece açıklanması imkansız olan bir olayı açıkladığı
için yalan söylendiğini düşünme dürtüsünün önüne geçin.
5. Her zaman, bir duygu belirtisinin sadece bir aldatma belir­
tisi olmayıp dürüst bir insanın zan altında bulunma nede­
niyle nasıl hissedebileceğine ilişkin bir işaret olabileceğini
göz önünde bulundurun. Şüphelinin kişiliği, şüpheliyle
olan geçmişinizin tabiatı ya da şüphelinin beklentileri ne­
deniyle dürüst bir kişinin bu duyguları hissetme ihtimali
varsa bunları aldatma belirtileri arasından çıkarın.
6. Aldatma belirtilerinin çoğunun, birden fazla duygunun
işareti olduğunu ve bu duygulardan biri şüpheli doğru söy­
lediğinde hissedilebildiği halde, başka bir tanesi şüpheli
yalan söylediğinde hissediliyorsa, bu duyguların yorum
dışında bırakılması gerektiğini aklınızda tutun.
7. Şüphelinin zan altında olduğunu bilip bilmediğini ve her
iki durumun yalan belirlemede kazandırıp kaybettirecek­
lerini değerlendirin.
8. Aynı zamanda şüphelinin de sadece yalan söylediğinde bi­
lebileceği bilgiye sahipseniz ve şüpheliyi soruşturma im­
kanınız varsa, bir Suçlu Bilgi Testi yapın.
9. Asla bir şüphelinin yalan söyleyip söylemediğiyle ilgili
bir sonuca varmayın ya da sadece davranışsa! aldatma
belirtilerinden yola çıkarak yaptığınız kişisel yorumları­
nıza dayanmayın. Aldatma belirtileri sadece daha fazla

198
Tehlikeler ve Önlemler

bilgi ya da araştırma ihtiyacı olduğunda sizi uyarma gö­


revi görmelidir. Davranışsal belirtiler, poligrafta olduğu
gibi, hiçbir zaman kesin delil teşkil etmez.
1 O. Yalan avcısını, söylenen yalanı, yalancıyı ve kendinizi de­
ğerlendirip, dürüstlüğü doğru olarak yargılama ya da hata
yapma ihtimalini hesap etmek için ekte (Tablo 4) verilen
kontrol listesini kullanın.

Poligraf yalan dedektörünü kullanarak yalan belirlemeye


çalışmak da tehlikelidir. Hedeflediğim konu, poligraf makinesi
olmayıp, davranışsal aldatma belirtileri olmasına ve bir polig­
raf testinin dar sınırlannı değil de insanlann yalan söyleyebile­
ceği ve yalandan şüphelenebileceği durumlann geniş menzilini
kapsasa da, bir sonraki bölümde poligrafı ele alacağım. Birkaç
önemli konuda -karşı casusluk, cezai suçlar ve giderek artan se­
viyede iş hayatında- poligraf kullanılır. Bu ve bir önceki bölüm­
de yalan üzerine yaptığım analizlerle, insanlann poligraf yalan
makinesinin zayıf ve güçlü yönlerini daha iyi anlayabileceğine
inanıyorum. Aynı zamanda poligraf güvenilirliğini belirleme
probleminin akılda tutulması, ileride yalan avcısının davranışsal
belirtileri kullanarak yalanı tespit etmeye çalışırken ortaya çıka­
bilecek tehlikelerin anlaşılmasında yardım edecektir. Yine üze­
rinde düşünülmesi gereken ilginç -ve gerçekçi- bir diğer soru
şudur: Yalan belirlemede hangisi daha güvenilirdir, poligraf mı
yoksa davranışsal aldatma belirtileri mi?

199
ALTI

Yalan Avcısı Olarak


Poligraf

aşka bir Kaliforniya kasabasından bir polis memuru,

B bizim bölüme başvuru yaptı . Bir polis memurunda


olması gereken her şeye sahip gibi görünüyordu, po-
lislerin kullandığı kodları biliyordu ve daha evvel tecrübesi ol­
duğu için ideal bir aday gibi görünüyordu. Kendisine yapılan ön
poligraf testi mülakatı boyunca hiçbir itirafta bulunmamıştı. An­
cak poligraf yalan söylediğini gösterdiğinde, görev başındayken
on iki soygun gerçekleştirdiğini ve çalıntı eşyaları taşımak için
polis arabasını kullandığını, tutuklama yapabilmek için masum
kişilerin evlerine çalınmış uyuşturucular yerleştirdiğini ve birkaç
kez arabasında on altı yaş civan kızlarla cinsel ilişkide bulundu­
ğunu itiraf etti.
Polislerin poligraf kullanma yöntemleri üzerine yapılan bir
araştırma için Salinas, Kaliforniya, polis departmanında dedektif
komiser yardımcısı, poligrafçı W C. Meek 'nin verdiği cevaplar.
Fay 1 97 8 'de Toledo' da tutuklanır ve ölmeden evvel bir gör­
gü tanığı, maskeli soyguncunun "Buzz (Fay) ' e benzediğini"
söylediği için soygun ve cinayet nedeniyle suçlanır. Polis onu

200
Yalan Avcısı OlarU. !'Dligraf

cinayetle ilişkilendirebilecek delilleri boş yere ararken, neden


gösterilmeksizin iki ay gözaltına alınır. Nihayet, savcı, Fay'e
eğer poligraf testinden geçerse aleyhindeki davaları düşüreceğini
söyledi ancak test yalan söylediğini gösterirse, Fay ' in sonuçların
mahkemede geçerli kabul edilmesini taahhüt etmesi gerekiyor­
du. Fay bu anlaşmayı kabul eder ancak testi geçemez ve yine bir
analist tarafından yapılan ikinci testte de haşan gösteremez. Ağır
ceza gerektiren cinayet cürmü işlemekle yargılanıp suçlu bulunur
ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. En az iki yıl kadar sonra
gerçek katiller yakalanır; sonradan itiraf ederler ve Fay temize
çıkarak serbest bırakılır.

Dava, poligraf testini "sahte-bilimsel teknik" olarak adlandır­


dığı bir makalede psikolog David Lykken tarafından anlatılmıştır.

Bunun gibi lehte ve aleyhte örnekler, poligraf hakkındaki


çelişkileri beslemektedir fakat güvenilirliği hakkında çok az bi­
limsel kanıt vardır. Poligraf hakkında dört binden fazla makale
ve kitap yayınlanmıştır, bunların dört yüzden daha azı gerçek
araştırmaları içermekte ve bunların da otuz ya da kırktan fazlası
minimum bilimsel standartları taşımamaktadır. Yapılan araştır­
malar, poligrafla ilgili sert ve hararetli tartışmaları dindiremedi.
Poligraf taraftarlannın çoğu, kanun güçleri, gizli servisler, hırsız­
lık ve zimmete para geçirmeyle ilgilenen işletmeler ve bu konuda
araştırma yapmış bazı bilim adamlarıdır. Muhalifler ise sivil öz­
gürlükçüler, bazı hukukçu ve avukatlar ile poligraf üzerine araş­
tırma yapan bazı bilim adamlarından oluşur.26

Benim şu anki hedefim, bu sorunu bir çözüme bağlamak de­


ğil, daha anlaşılır hale getirmektir. Poligrafın nasıl kul lanılaca­
ğıyla ya da kullanılıp kullanılmamasıyla ilgili politik bir tavsiye-

ı•Sadece çok az sayıda bilim adamı poligraf yalan makinesi üzerine araştırma
yapmıştır.

201
Ne Düşündüğünü Biliyorum

de bulunmuyorum. Onun yerine, bu kararlan vermesi gerekenler


için tercih yapma işini netleştirip bilinen bilimsel delillerin sı­
nırlarını göstererek konunun mahiyetini daha anlaşılır hale ge­
tirmeyi umuyorum. Ancak sadece devlet görevlilerine, polisle­
re, hakimlere ya da avukatlara hitap etmiyorum. Poligrafın ne
zaman kullanılacağı ve test sonuçlarıyla ne yapılacağı toplumu
ilgilendiren önemli bir politik mesele olduğu için, bugün herkes
poligraf hakkındaki iddialan anlamalıdır. Bu sorun, halk iyi bir
şekilde bilgilendirilmeden akılcı bir şekilde çözümlenemez. İ n­
sanların daha iyi bilgilendirilmek istemelerinin nedeni, kişisel de
olabilir. Devletle ilgisi olmayan, yüksek ya da düşük seviyede
tahsil ve mesleki bilgi gerektiren pek çok iş kolunda, hiç sabıkası
olmayan insanlardan bir iş başvuru prosedürü olarak, işlerinde
bir terfi alabilmeleri ya da işlerine devam edebilmeleri için po­
ligraf testi yaptırmaları istenmektedir.
İlk beş bölümde açıklanan davranı şsal aldatma belirtileri hak­
kındaki görüşlerimin çoğu, yalan makinesi vasıtasıyla yalan be­
lirlemeye aynı şekilde tatbik edilebilir. Yalan söyleyen insanlar,
hissettikleri yakalanma korkusu, aldatma suçluluğu ya da aldatma
hazzı nedeniyle bir poligraf testinde kendilerini ele verebilirler.
Yalan avcıları, duygusal davranışlardaki bireysel farklılıklardan
kaynaklanan yanılgılara (Othello Hatası ve Brokaw Tehlikesi'ne)
karşı uyanık olmalıdır. Poligraf operatörleri, yanlışlıkla bir yala­
na inanma ve hakikate inanma riskine karşı mücadele etmelidir.
Yalan belirlemede önlem ve tehlikelerin çoğu aynıdır, yalan ister
poligraf, ister davranışsal belirtiler tarafından tespit ediliyor olsun
fark etmez. Ancak öğrenilmesi gereken yeni ve karışık kavramlar
vardır:
• Güvenilirlik ve yararlılık arasındaki fark - güvenilir olmasa
bile poligrafın ne şekilde yararlı olabileceği,
• Asıl gerçeği araştırmak - yalan söyleyenlerin kim olduğu

202
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

kesin olarak bilinmeden poligraf makinesinin güvenilirliği­


ni belirlemenin ne kadar zor olduğu,
• Yalan taban oram şüpheli grupta çok az yalancı olduğun­
-

da çok güvenilir bir testin nasıl pek çok hataya neden ola­
bileceği,
• Yalandan caydırma araştırma prosedürü yanlış bile olsa,
-

araştırılma tehdidinin bazı kişilerin yalan söylemesine ne


şekilde mani olduğu.

Poligraf Testini Kimler Kullanır?


Poligrafın bazı yalan formlarını belirlemede kullanımı olduk­
ça geniş olup büyümeye devam etmektedir. ABD'de ne kadar
poligraf testi uygulandığını kesin olarak söylemek zordur; en
iyi tahminle, yılda bir milyonun üzerindedir. Büyük çoğunluğu
(yaklaşık bir yılda üç yüz bin) özel sektör tarafından yaptırıl­
mıştır. Bu testler, suça yatkınlığı denetlemek için ön istihdam
araştırmalarının ve terfi önerilerinde kullanılan prosedürlerin bir
parçası olarak istenmiştir. Ön istihdam araştırmalarına "Birleş­
miş Marketler Ulusal Eczacılar Birliği ve Ulusal Marketler Bir­
liği üyeleri, Brinks Şti. aşın derecede güvenmektedir . . . " İ şçiden
poligraf testi istemek on sekiz eyalette yasak olmasına rağmen,
söylenenlere göre işverenler kanunları atlatmanın yolunu bulabi­
liyorlar. " İ şveren, işçisine onun hırsızlık yaptığından şüphelen­
diğini fakat eğer işçi masumluğunu kanıtlayacak bir yol bulursa,
işçiyi kovmayacağım söyleyebilir." 3 l eyalette, işçilerden polig­
raf testi istenmesi serbesttir. Poligraf makinesini en çok kullanan
özel sektörler, banka ve perakende sektörüdür. Örneğin 4.700
McDonald's fast food satış noktasının yaklaşık yansında, ön is­
tihdam için poligraf testi istenmektedir.
İ ş sektörü dışında poligraf testinin en sık kullanıldığı bir di­
ğer alan, kriminal araştırmalardır. Sadece suç işleyen üzerinde

203
Ne Düşündüğünü Biliyorum

değil, verdikleri ifadeden şüphelenilen kurban ya da görgü ta­


nıkları üzerinde de uygulanır. Adalet Bakanlığı, FBI ve pek çok
polis karakolu, sadece araştırmalar şüpheli listesini daralttığın­
da poligraf kullanım prosedürünü uygularlar. Eyaletlerin çoğu,
poligraf sonuçlarının bir mahkemeye sunulmasına izin vermez.
Yirmi iki eyalet, eğer test öncesinde şartlar belirlenip hem iddia
hem de savunma makamı tarafından onaylanırsa, poligraf testini
delil olarak kabul eder. Savunma avukatları, böyle anlaşmaları
genellikle, poligraf şüphelinin doğru söylediğini gösterdiğinde,
savcının davayı düşürmesine karşılık yaparlar. Bu bölümün ba­
şında anlatılan Buzz Fay ' in davasında olan şey de buydu. Ekse­
riya, Fay'in davasında olduğu gibi, savcılar, eğer ellerinde jüriyi
bir şüphelinin suçlu olduğuna inandıracaklarını düşündürtecek
kadar güçlü kanıtlar varsa böyle bir teklifte bulunmazlar.
New Mexico ve Massachusetts'te poligraf test sonuçları, ta­
raflardan birinin itirazı üzerine yürürlüğe konulabilir. Sonuçlar,
pek çok mahkeme tarafından daha evvel şartlar belirlenmediy­
se kabul edilmez ancak tüm mahkemeler bu şekilde davranmaz,
örneğin Federal Temyiz Yargı Bölge Mahkemeleri. Hiçbir ABD
Temyiz Bölge Mahkemesi, poligraf bulgularının kanıt olarak
kullanılmasına itiraz ettiği için bir bölge mahkemesini geri çe­
virmemiştir. Müsteşar Yardımcısı Birleşmiş Milletler Avukatı
General Richard K. Willard'a göre, "Federal mahkemelerde po­
ligraf bulgularının kanıt olarak kullanılması hususunda hüküm
veren bir anayasa mahkemesi hiçbir zaman var olmadı."
Federal hükümet, yalan belirleme konusunda poligraf testin­
den yararlanan üçüncü büyük kullanıcıdır. 1 982 ' de çeşitli fede­
ral birimler tarafından 22. 597 test yapıldığı rapor edilmiştir.27

27Şu an poligraf ABD Askeri Ceza Soruşturma Komutanlığı , ABD Askeri İ stih­
barat ve Emniyet Komutanlığı , Deniz Harp Soruşturma Servisi , Hava Kuvvet­
leri Ö zel Soruşturma Bilrosu , ABD Deniz Kuvvetleri Ceza Soruşturma Dairesi ,

204
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) ve Merkezi Haber Alma Teşki­


latı (CIA) tarafından yapılanlar hariç, bu testlerin çoğunluğu
cezai soruşturmalar için kullanılmıştır. Bu kurumlar, poligraf
testini istihbarat ve karşı istihbarat için kullanırlar. Buna, bir
güvenlik izni olduğu halde casus olduğundan ya da yetkileri­
ni tehlikeye sokan işlerle bağlantılı olduğundan şüphelenilen
insanların ve bir güvenlik izni isteyenlerin test edilmesi de da­
hildir. NSA, 1 98 2 ' de çoğunluğu ön istihdam araştırmaları için
olmak üzere 9.672 poligraf testi yaptığını açıklamıştır. CIA po­
ligrafı ne sıklıkta kullandığını belirtmezken, NSA' in poligraf
kullandığı durumların pek çoğunda, aynı şekilde poligraf kul­
landığını kabul eder.
1 982 'de Savunma Bakanlığı, poligraf testi mevzuatında bir­
kaç değişiklik önerdi. Bu değişiklikler, güvenlik izinleri ön araş­
tırmaları ve periyodik olmayan işçi taramaları için daha fazla
poligraf kullanımını amaçlıyordu. Savunma Bakanlığı tarafından
yapılan bir başka önemli değişiklik, poligraf testi olmayı redde­
den işçi ve adayların, muhtemelen "olumsuz sonuçlarla" karşı
karşıya kalacağı anlamına geliyordu. l 983 'te Başkan Reagan,
poligraf testi kullanımının daha da yaygınlaştırılması önerisin­
de bulundu. Tüm bu hükümet birimlerinin, "gizli bilgilerin yet­
kisiz olarak dışarı sızdırılma soruşturmaları sırasında işçilerden
poligraf testi olmalarını isteme yetkileri olacaktı . . . Poligraf testi
[Savunma Bakanlığı 'nın teklif ettiği değişikliklerde olduğu gibi
reddetmek] . . . idari yaptırım cezası ve güvenlik izni iptaliyle . . .
sonuçlanabilecekti. Aynı zamanda [bir başka yeni hükümet po­
litikası] yüksek önem taşıyan gizli bilgilere erişim imkanı olan

Ulusal Emniyet Makamı , Gizli Servis, FBI, Posta Soruşturma Servisi , Alkol ,
Tütün ve Ateşli Silahlar Kurulu , Narkotik Şube Müdürlüğü , CIA , ABD Mah­
keme Kalemleri , Gümrük Hizmetleri ve Çalışma Bakanlığı tarafından kulla­
nılmaktadır.

205
Ne Düşündüğünü Biliyorum

işçiler (ve bu pozisyonlar için başvuranlar) hakkındaki personel


emniyet araştırmalarında hükümet genelinde poligraf kullanımı­
na izin verilmesiydi. Bu yeni politika, birim başkanlarına, son
derece hassas erişim imkanları olması nedeniyle rastgele seçilen
işçilere, düzenli ve düzensiz aralıklarla poligraftesti uygulama ve
bu testi olmak istemeyenleri reddetme" yetkisi veriyordu. Mec­
lis, Savunma Bakanlığı 'nın verdiği önergeye, bu yönergeyle ilgi­
li uygulamaların kanunlaştırılmasının Nisan l 984'e bırakılması
yanıtını verdi ve Teknoloji Değerlendirme Bürosu (OTA)'ndan
poligrafın güvenilirliği hakkında bilimsel delillerle bir rapor ha­
zırlamasını talep etti. Bu rapor Kasım l 983 'te yayınlandı ve ben
bu kelimeleri yazarken, Beyaz Saray poligraf kullanımıyla ilgili
önergesinde düzeltmeler yapıyordu ve Meclis bir hafta içinde bu
konuyu tartışmak üzere oturumlara başlayacaktı.
OTA raporu, tam bir tarafsız eleştiri ve poligraf testinin bilim­
sel geçerliliği üzerine yapılan delillerin eleştirel analizlerini su­
nan sıra dışı bir belgedir. 28 Bu mesele, sorunlar karmaşık olduğu
için kolay bir konu değildi ve poligrafın meşruluğuna duyulan
arzu, bilimsel çevrelerde bile güçlü bir şekilde hissediliyordu.
Raporu denetleyen danışma kuruluna, bilimsel çevrelerin önde
gelen isimleri de nüfuzları olacak şekilde dahildi. Onları tanı­
yanlar, hiçbir raporun uygun olmayacağı kanısına varacaklarını
sandılar ancak bekledikleri gibi olmadı. Bazı küçük problemler
olmasına rağmen itirazlar çok azdı.

" Bu bölümü hazırlarken önemli ölçüde OTA raporundan alıntılar yaptım. Bu


bölümün taslağını okuyarak, pek çok faydalı ve önemli tavsiyelerde bulunan şu
dört kişiye çok müteşekkirim: Leonard Saxe (Boston Ü niversitesi ' nde asistan
psikolog profesör) ve Denise Dougherty (OTA araştırmacısı) , sırasıyla, OTA ra­
porunun yazarı ve yardımcı yazan ve David T. Lykken (Minesota Ü niversitesi)
ile David C . Raskin (Utah Ü niversitesi). Aynı zamanda argümanlar ve sorunlar
arasında kendi düşüncelerimi oluşturmaya çalışırke n , Denise Doughcrty, cö­
mertçe ve sabırlı bir şekilde sorularımı yanıtlamıştır.

206
Yalan Avmı Olarak Poligraf

Bilim çevresi dışındaki bazı profesyonel poligraflar ile Savun­


ma Bakanlığı poligraflan, OTA raporunun poligraf testi güveni­
lirliğinin oldukça negatif olduğuna inanıyorlardı. Bir 1 983 Ulusal
Emniyet Dairesi raporu olan "PoligrafTestinin Faydalan ve Güve­
nilirliği", askeriye, donanma, hava kuvvetleri ve NSA'deki Polig­
raf Şube Müdürleri tarafından yazılmıştı. Onay vermeleri sadece
otuz günlerini alan bu raporda, bir poligraf taraftan hariç, bilim
çevresinin düşüncelerinden ve tavsiyelerinden yararlanılmamıştı.
OTA, NSA'e göre daha fazla ihtiyatlı olmasına karşın iki kurum
da poligraf testinin belirli kriminal olay soruşturmalarında yalan
tespiti için kullanıldığında, şans eseri bilme ihtimalinden daha iyi
bir derece elde ettiğiyle ilgili bazı kanıtlar olduğu hususunda hem­
fikirlerdi. Daha ileriki bölümlerde bu delillerin kuvveti hususunda
düştükleri çelişkiler ile OTA ve NSA arasındaki güvenlik izinleri
ve karşı istihbarat dahilinde poligraf testi kullanımıyla ilgili fikir
ayrılığını anlatacağım.
OTA raporu, kolayca kanuna çevrilebilecek tek bir basit hü­
küm içermiyordu. Tahmin edeceğiniz gibi, poligraf makinesinin
(ya da diğer yalanı tespit etme tekniklerinin) güvenilirliği (OTA
raporu bu terimleri kullanmasa da) yalanın, yalancının ve yalan
avcısının mahiyetine bağlıdır. Poligraf yalan makinesinde ise bu
durum, kişiye özel sorgulama tekniğine, sorgulamayı yapan kişi­
nin sorulacak sorulan hazırlama kabiliyetine ve poligraf tablosu­
nun ne gösterdiğine bağlıdır.

PoligrafMakinesi Nasıl Çalışır?


Webster Sözlüğü, poligraf teriminin anlamını şöyle açıklar:
"Birkaç farklı titreşimin izini belirli aralıklarla kaydeden bir
araçtır; daha genel bir tanımla YALAN MAKİNASI demektir."
Titreşimler, hareket eden kağıt bir çizelge üzerine kalemlerin tek

207
Ne Düşündüğünü Biliyorum

yönlü hareketleriyle kaydedilir. Genellikle poligraf terimi, polig­


raf kalemleri her türlü aktiviteyi ölçtüğü halde, otonom sinir sis­
temindeki aktivite değişikliklerini ölçmeye karşılık kullanılır. 4.
Bölüm ' de bu otonom sinir sistemi aktivitelerinin (kalp hızında,
kan basıncında, cilt ısısında, deri geçirgenliğinde değişiklikler
vs.) duygusal yönden bir uyanma işareti olduğundan bahsetmiş­
tim ve bu değişikliklerin bazılarının, soluma ve terlemede artış
ya da yüzde kızanna ve renk atması gibi, poligraf olmadan da dı­
şarıdan gözlemlenebileceğini söylemiştim. Poligraf, gözle görü­
lebilenler hariç minik değişikliklerle, dışarıdan görülmesi hiçbir
şekilde mümkün olmayan kalp atışları gibi otonom sinir sistemi
aktivitelerini daha doğru ölçer. Bu işi, vücudun farklı kısımla­
rına bağlı sensörlerden aldığı sinyalleri kuvvetlendirerek yapar.
Yalan tespitiyle ilgili tipik poligraf kullanımında, subje üzerine
dört sensor yerleştirilir. Bantlar ve basınçlı hava boruları, kişinin
göğüs ve mide çevresine sıkıca sarılır, bunlar solunum derinliği
ve hızındaki değişiklikleri ölçer. Pazı çevresine yerleştirilen bir
kan basıncı kelepçesi, kalple ilgili faaliyetleri izler. Dördüncü
sensör, pannaklara takılan elektrotlar yoluyla topladığı terdeki
minik değişiklikleri ölçer.

Webster Sözlüğü, poligrafa bazen yalan makinesi dendiğini


bildirirken doğruyu söylemektedir ancak bu aldatıcıdır. Poligraf,
kendi başına yalanı belirleyemez. Kesinlikle başka hiçbir şeyin
belirtisi olmayıp doğrudan yalanı belirleyen bazı özel işaretler
olsaydı böyle bir şey çok daha basit olurdu. Ne var ki yok. Po­
ligrafla ilgili neredeyse her konu hakkında bir ihtilaf olmasına
rağmen, poligraf kullanan herkes, doğrudan yalanı ölçemediği
hususunda hemfikirdir. Poligrafın ölçtüğü tek şey, duygusal ha­
reketliliği gösteren otonom sinir sistemi sinyalleridir. Bir kişinin
duygusal yönden uyanması sebebiyle ilk olarak fizyolojik deği-

208
Yalan Avcısı Olarak l'Dligraf

şiklikler meydana gelir.29 Davranışsal aldatma belirtilerinde de


durum aynıdır. Daha önceden hiçbir yüz ifadesinin, davranışın
ya da sesteki değişikliğin, tek başına bir aldatma işareti olama­
yacağını söylediğimi hatırlayın. Bu davranışlar, sadece duygusal
uyanmayı ya da düşünmede zorluk yaşandığını işaret eder. Bu
duygular yalancının stratejisine uymadığı ya da şahıs plan ya­
pıyor gibi göründüğü için yalan söylendiği anlamı çıkarılabilir.
Poligraf, aldatma belirtilerine göre hangi duygunun uyandığı ko­
nusunda daha az bilgi verir. Bir mikro ifade, birinin öfke, korku,
suçluluk hissettiğini vs. belli edebilir. Poligraf ise sadece bazı
duyguların harekete geçtiğini gösterebilir ama hangi duygular
olduğunu söyleyemez.

Yalanı belirlemek için poligraf analisti, testin yapılma nedeniy­


le ilgili olan kritik sorularla -"750 dolan sen mi çaldın?"- eldeki
meseleyle ilgili olmayan sorular -"Bugün cuma mı?", "Hayatında
hiç hırsızlık yaptın mı?"- şüpheliye sorulduğunda çizelgeye kay­
dolan aktiviteleri karşılaştırır. Eğer kişi, konuyla ilgili sorulara,
ilgili olmayanlara göre poligraf üzerinde daha fazla hareketlilik
gösterirse, suçlu olarak tanımlanır.

Poligraf testi de, aldatma belirtilerinde olduğu gibi, Othel­


lo Hatası olarak adlandırdığım yanılgıya karşı savunmasızdır.
Othello 'nun, Desdemona' nın korkusunun, yakalandığı için ıstı­
rap duyan suçlu bir eşin değil de kocasının ona inanmayacağın­
dan endişe eden sadık bir eşin korkusu olabileceğini fark edeme­
mesini hatırlayın. Sadece yalancılar değil, zan altında olduklarını
bildiklerinde masum kişiler de duygusal anlamda hareketlenebi-

29 Belli bilgi işlem türleri de -konsantre olma , bilgi arayışı , bir ihtimal kafa
bulanıklığı- otonom sinir sistemi aktivitelerine neden olabilir. Poligrafın neden
yalanı belirlediğine dair yapılan pek çok açıklama, duygusal hareketliliğin rolü­
nün önemini belirtmesine rağmen, hem Raskin hem de Lykken bilgi işleminin,
bir poligraf testi sırasında otonom sinir sistemi aktivitesi dahilinde öneminin az
olduğuna inanmaktadır.

209
Ne Düşündüğünü Biliyorum

lirler. Bir suç nedeniyle şüphe duyulma, iş için gerekli güvenlik


iznini tehlikeye sokan bir faaliyet nedeniyle sorgulanma, bası­
na gizli bir dokümanı sızdırma nedeniyle zan altında bulunma
durumlarında masum bir insan da duygusal olarak hareketlilik
gösterebilir. Bazen sadece bir poligraf testi istenmesi bile bazı ki­
şilerde korku duygusunun uyanması için yeterlidir. Eğer şüpheli,
poligrafı kullanan kişinin ve polisin kendine karşı peşin hükümlü
olduğunu düşünüyorsa, bu korku daha da güçlenebilir. Korku, bir
yalancının, yalanla ilgili hissedebileceği tek duygu değildir. 3 .
Bölüm' de açıkladığım üzere, bir yalancı aldatma suçluluğu veya
aldatma hazzı da hissedebilir. Bu duygulardan herhangi biri, po­
ligraf tarafından ölçümlenen otonom sinir sistemi hareketliliğine
neden olur. Yine bu duygulardan herhangi biri sadece bir yalancı
tarafından değil masum kişilerce de hissedilebilir. Daha önce 5 .
Bölüm' de bahsettiğim gibi, bir yalancının hangi duygulan hisse­
debileceği, şüphelinin kişiliğine, yalan avcısı ve şüpheli arasın­
daki geçmiş ilişkiye ve şüphelinin beklentilerine bağlıdır.

Gözleme Dayalı Soru Tekniği


Tüm poligraf kullananlar ve poligraf kullanımını eleştirenler
Othello Hatalarını indirgeme ihtiyacının bilincindedirler. Ancak
poligraf soru sorma metotlarının bunu ne derece azaltacağı ya da
yok edeceği konusunda anlaşamamaktadırlar. Poligrafla birlikte
kullanılan dört soru tekniği vardır ancak bu dördünün varyasyon­
ları dikkate alındığında bu sayı artar. Şimdilik bu tekniklerden sa­
dece iki tanesini inceleyeceğiz. Bunlardan ilki, Gözleme Dayalı
Soru Tekniği, daha çok kriminal suçlular soruşturulduğunda kul­
lanılır. Şüpheliye, sadece olayla ilgili sorular sorulmaz (750 dolan
sen mi çaldın?), aynı zamanda gözlem sorulan da sorulur. Bu tek­
nikle ilgili anlaşmazlıklar, sadece bu soruların neyi kontrol ettiği

210
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

ve bu konuda ne derece başarılı olduğuyla ilgili görüş ayrılığından


gelmektedir.
Cezai suçlarla ilgili soruşturmalarda gözleme dayalı soru
tekniği kullanımını destekleyen önemli bilim adamlarından biri
olduğu için psikolog David Raskin' in açıklamalarından alıntı ya­
pacağım. "Sorgulayan kişi subjeye şöyle söylemelidir: 'Bu konu
hırsızlıkla ilgili olduğundan, sana bu konuya ve genel dürüstlük
anlayışına yönelik sorular sormam gerekiyor. Hırsızlık yönünden
nasıl bir insan olduğunu saptayarak, para çaldıktan sonra bunu
gizleyecek tarzda bir insan olup olmadığını belirlemek için bunu
yapmamız gerekiyor. Bu nedenle, eğer "Hayatının ilk on sekiz
yılında sana ait olmayan bir şeyi aldın mı?" diye sorarsam, ceva­
bın ne olurdu? ' Sorunun subjeye soruluş tarzı ve sorguyu yapan
kişinin tavrı, subjeyi savunmacı ve 'hayır' cevabı verecek şekil­
de utandırmaya yönelik hazırlanmıştır . . . Bu prosedür (Raskin' in
yazdığı), masum şüphelinin konuyla bağlantılı sorulardan ziyade
gözlem sorularına verdiği cevapların dürüstlüğünde daha büyük
bir endişe yaşamalarını sağlamak için dizayn edilmiştir. Yine de,
sahtekar bir subje, halen daha çok ilgili sorulara verdiği cevapla­
ra dikkat edecektir çünkü bu sorular çok ciddidir ve hemen karşı
karşıya kalacağı bir tehlikeyi temsil etmektedir. Öyle ya da böy­
le, masum subje, ilgili sorulara doğru bir şekilde cevap verdiğini
bilir ve daha çok gözlem sorularına verdiği cevaplardaki dürüst­
lüğün belirsizliğine veya aldatıcılığına dikkat eder."
David Lykken (bir önceki bölümün sonunda bahsettiğim, Suç­
lu Bilgi Testi 'nin savunucularından, psikolog), Gözleme Dayalı
Soru Tekniği 'nin baş muhalifidir (Raskin ise Suçlu B ilgi Testi 'ni
tenkit eder). Lykken, poligrafın kullanımı üzerine yazdığı son
kitabında şöyle demektedir: "Gözleme Dayalı Soru Tekniği 'nin
afişe edildiği gibi iş görmesi için her şüpheli, testin neredeyse hiç
yanıltılamadığına (doğru değildir) ve gözlem sorularına güçlü

211
Ne D;qündüğünü Biliyorum

tepkiler vermenin kendini tehlikeye sokacağına (aksi doğrudur)


inandırılmalıdır. Tüm poligrafçıların, her subjeyi bu iki yanlış
önermeye inandırabileceğini düşünmek mantıksız olur."
Şüphelinin inandırılması gereken önergelerin ikisinin de yanlış
olduğu konusunda Lykken doğruyu söylemektedir. Poligraf kulla­
nan hiç kimse, hatta onu en az eleştiren taraftarları bile, poligrafın
yanıltılamadığına inanmaz. Poligrafın hata yaptığı var olan bir ger­
çektir. Lakin Lykken, şüphelinin bu durumu bilmemesi gerektiğini
belirtirken muhtemelen haklıydı. 30 Eğer masum bir şüpheli, po­
ligrafın yanıltılabileceğini biliyorsa, tüm test boyunca korkabilir.
Böyle güvensiz, korku dolu bir şüpheli, konuyla ilgili olan ya da
olmayan sorulara verdiği cevap,larda bir farklılık göstermeyebilir
ve eğer her soruya cevap verdiğinde duygusal olarak hareketliy­
se, poligraf operatörü o kişinin suçlu olup olmadığı hususunda bir
karara varamaz. Daha da kötüsü, poligrafın yanılabileceğini bilen
masum bir şüpheli, suçla ilgili sorular sorulduğunda daha fazla
korku duyabilir ve bu nedenle suçluların aldığı gibi bir derece elde
edebilir. 3 1
İ kinci önerme de (gözlem sorularına güçlü tepkiler verme­
nin kendini tehlikeye sokacağı) yanlıştır ve yine tüm poligraf­
çılar bu konuyu bilir. Tam aksi doğrudur - eğer şüpheli, ilgili
sorulardan (750 doları sen mi çaldın?) daha çok gözlem soru-

30 Bu konuda Lykken' in mantığı ile benim düşüncemin yakın ve birbiriyle

uyumlu görünmesine karşın Raskin bu konudaki delillerin yetersiz olduğuna


dikkat çekmektedir. Bir deneme testi dahilinde şüphelilerin poligrafın yanıltıla­
bileceğini bildiği , hataların mahsus bu şekilde ayarlandığı iki çalışmada, yalan
belirleme sıklığında dikkati çeken bir artış olmamıştı . Bununla birlikte Raskin
tarafından bahsedi len çalışmaların yeterliği sorgulanmaktadır. Bu da hakkında
daha fazla araştırma yapılması gereken konulardan biridir.
3 1 Raskin , becerikli bir poligrafçının şüpheliden onun kaderini etkileyecek soru­

yu gizleyebileceğini iddia etmektedir - gözlem ya da ilişki l i . Bu olay, özellikle


de zeki suçlularda bunun devamlı işe yarayacağını ve Gözleme Dayalı Soru
Tekniği 'ni eleştirenlere ve bana mantıklı gelmemektedir.

212
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

larına (Hayatının ilk on sekiz yılında sana ait olmayan bir şeyi
aldın mı?) tepki gösterirse, tehlikeden kurtularak masum ve dü­
rüst olarak kabul edilir. 750 dolarlık suçla ilgili soru nedeniyle
duygusal olarak uyanması beklenen masum kişi değil hırsızdır.
Poligraf testinin işe yaraması için, gözlem sorulan masum
kişiyi duygusal yönden uyarmalıdır (daha fazlası yapılamıyorsa
da en azından masum kişiyi suçla bağlantılı soruların uyaracağı
kadar uyarmalıdır). Arzu edilen şey, şüphelinin suçla ilgili so­
rulardan ziyade gözlem sorularını dikkate almasını sağlamaktır
ve gözlem sorularına verilen cevapların önemli olup yargılan­
ma yöntemlerini belirleyeceğine inandırarak bunu başarmaktır.
Ö rneğin poligraf analisti, neredeyse herkesin on sekiz yaşından
evvel kendine ait olmayan bir şeyi aldığını farz eder. Normalde
insanlar böyle eskiden yapılmış hatalarını kabul edebilirler. An­
cak poligraf testi boyunca masum şüpheli böyle bir şeyi kabul
etmez çünkü sorguyu yapan kişi, böyle yanlış bir iş yaptığını ka­
bul etmenin, onu 750 dolan çalan kişi tarzında bir insan yaptığı­
na inandırır. Poligraf analisti, masum kişinin kendine ait olmayan
bir şeyi aldığını yalanlayarak, gözlem sorularında yalan söyle­
mesini istemektedir. Analist, masum kişinin yalan söylediği için
duygusal yönden moralinin bozulduğunu ve bunun da poligraf
grafiğine kaydedildiğini ümit eder. Masum kişiye suçla ilgili bir
soru sorulduğunda -"750 dolan sen mi çaldın?"- dürüstçe hayır
diyecektir. Çünkü yalan söylemiyordur, duygusal olarak morali
bozulmaz ya da en azından gözlem sorularında yalan söyledi­
ğinde bozulduğu kadar bozulmaz ve poligraf grafiğinde fazla bir
hareketlenme olmaz. Hırsız da 750 dolan çalıp çalmadığı sorul­
duğunda hayır diyecektir ancak gözlem sorulan için söylediği
yalanlara göre suçla ilgili yalanda duygusal olarak daha fazla ha­
reketlenecektir. Öyleyse mantık şudur, masum kişinin poligraf
grafiği, "750 dolan sen mi çaldın?" sorusundan çok "Sana ait

213
Ne Düşündüğünü Biliyorum

olmayan bir şeyi aldın mı?" sorusunda duygusal hareketlilik gös­


terir. Sadece suçlu olan insan 750 dolarla ilgili soruda daha fazla
duygusal hareketlilik gösterecektir.
Gözleme Dayalı Soru Tekniği, sadece masum şüpheli, suçla
ilgili sorulardan daha çok gözlem sorularında duygusal olarak
hareketlendiğinde Othello Hatası 'nı ortadan kaldırır. Aksi hal­
de bir hakikate inanmama hatası yaşanır. Böyle bir hataya ne­
yin sebep olabileceğini bir düşünelim. Masum bir şüphelinin
("Hayatının ilk on sekiz yılında sana ait olmayan bir şeyi aldın
mı?") gözlem sorusuna göre ilgili sorularda (750 doları sen mi
çaldın?) duygusal yönden daha fazla hareketlenmesine ne yol
açabilir.32 Bunun için gereken iki şey vardır, biri zihinsel, diğeri
duygusal. Şüpheli, poligrafçı gerçeği gizlemeye çalıştığı halde,
zekasıyla bu iki sorunun farklılık gösterdiğini ayırt etmiş olabi­
lir. Masum zanlı, sadece 750 dolarla ilgili sorunun daha yakın
zamanda ve belirli bir olayla ilgili olduğunu anlamış olabilir. Ya
da masum şüpheli, ilgili sorunun kendini daha çok tehdit etti­
ğini fark etmiş olabilir. Gözlem soruları geçmişte olmuş bitmiş
ve ceza gerektirmeyen şeylerden bahsederken, ilgili soru ceza
almasına neden olabilecek bir şeyle alakalıdır. 33
Eğer masum kişi, suçla ilgili daha belirgin, tehditkar sorular
sorulduğunda daha büyük duygusal tepkiler göstermiyorsa polig­
raf halii iş görebilir. Bazı masum kişilerin, gözlem sorularına ver­
dikleri tepkilere göre ilgili sorulara tepkilerinde daha duygusal

" Pratikte pek çok gözlem ve suçla ilişkili sorular sorulur ancak bu benim ana­
lizimin varlığını değiştirmez.
" Gözleme Dayalı Soru Tekniği 'ni savunan biri , becerikli bir poligrafçının
şüpheliyi , gözlem sorularına verdiği cevapların suçla ilgili sorulara verdiği
cevaplardan daha önemli olduğu söyleyerek yalan söylerken yakalanmaktan
çok korkmasını sağlayabilir, geçmişteki hatalarının onun değerlendirilmesini
etkileyeceğine tamamen inandırabilir ve geçmişi hakkında çok kötü hissettire­
bileceğini söyleyebilir.

214
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

olduğu için suçlu olarak değerlendirilme ve beklenilenin aksi bir


davranış sergileme sebeplerinden birkaçını inceleyelim.
Polisler yanılabilir: Her suç işleyen kişi poligraf testi olmaz.
Poligraf testi yaptırması istenen masum şüpheli, polisin kendine
inanmayarak, adını lekelenmesine sebep olan ciddi bir hata yaptı­
ğını halihazırda bilir. Daha evvelden neden bu suçu işlemediğini,
işleyemeyeceğini ve neden böyle bir şey yapmayacağını belirten
açıklamalarda bulunmuştur. Ama ona güvenmeleri gerektiği hal­
de güvenmedikleri gün gibi ortadadır. Testi, masumluğunu kanıt­
lama imkanı veren sevindirici bir fırsat olarak görebileceği gibi,
ona inanmamakla hata yapan kişilerin daha çok hata yapacakla­
rından korkabilir. Eğer polislerin kullandığı metotlar kendinden
şüphelenecek kadar yanılabiliyorsa, poligraf testi de yanılabilir.
Polisler adaletsizdir: Bir kişi olayda şüpheli durumuna düş­
meden evvel, kanun görevlilerinden hoşlanmayabilir. Eğer ma­
sum şüpheli, azınlık bir gruba ya da polisi küçük gören ve güven­
meyen farklı bir sosyal gruba üyeyse, poligraf analistinin kendi­
sini yanlış değerlendireceğini düşünmesi muhtemeldir.
Makineler yanılabilir: Bazı kişiler, pek tabii, polisin işleme­
diği bir suç nedeniyle kendini soruşturuyor olmasını tamamıyla
makul bulabilir. Ancak böyle bir insan bile poligrafa güvenmiyor
olabilir. Bu durum, bireyin poligrafı eleştiren pek çok yazı, derg i
ya da TV açıklaması görmüş olmasına ya da genel anlamda tek­
nolojiye karşı duyduğu güvensizliğe bağlı olabilir.
Şüpheli, korkak, kendini hemen suçlu hisseden ya da saldır­
gan biri olabilir: Yapı itibarıyla korkak ve hemen suçluluk hisse­
den bir insan, daha belirgin, yeni ve tehditkar sorulara daha fazla
tepki verebilir, genel olarak saldırgan bir insan da, özellikle de
hükümete karşı sinirlenmeye müsaitse bu şekilde bir tepki vere­
bilir. Bu duygulardan herhangi biri poligrafta görülür.

215
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Şüpheli, masum bile olsa suçla bağlantılı olaylara karşı duy­


gusal bir tepkisi olabilir: Gözlem sorularına, ilgili sorulara göre
daha duygusal tepki veren bir tek suçlular değildir. Bir meslektaşı­
nı öldürmekten zan altında olan masum bir insanın, daha fazla terfi
aldığı için o meslektaşını uzun zamandan beri kıskandığını düşü­
nün. O an rakibi ölmüştür, şüpheli kıskançlık duyduğu için vicdan
azabı çekebilir, yarışı "kazandığı" için biraz haz, bu hazzı aldığı
için de suçluluk vs. hissedebilir. Ya da masum şüphelinin, arkada­
şının kanlar içinde bıçaklanmış cesedini gördüğünde bundan çok
kötü etkilendiğini düşünelim. Cinayetle ilgili bir şey sorulduğunda
o sahnenin hatırlanması aynı duygulan uyandırabilir ancak kendisi
bunu itiraf etmeyecek kadar maçodur. Şüphelinin tüm bu duygu­
lardan haberi olmayabilir. Yalan makinesi şüphelinin yalan söy­
lediğini ortaya çıkarabilir ve gerçekten de bu mümkündür ancak
gizlediği şey cinayet değil maçoluk ya da vahşi duygulardır. Bir
sonraki bölümde, masum bir şüphelinin poligraftestini geçemeyip
cinayetten suçlu bulunduğu bir davayı anlatacağım.
Cezai olay soruşturmalarında Gözleme Dayalı Soru Tekniği
kullanma taraftarları, hataya sebep olan bu tarz durumları kabul
etmekle beraber çok nadir gerçekleşen bir olay olduğunu iddia
ediyorlar. Muhalifler, masum insanların büyük bir yüzdesinin
(en şiddetli muhalifler, masumların yüzde ellisi olduğunu iddia
ediyorlar) gözlem sorularına, ilgili sorulara göre daha fazla duy­
gusal tepki verdiklerini iddia etmektedirler. Böyle bir şey ger­
çekleşirse, poligraf yanılır; bu bir Othello Hatası ' dır, dürüst bir
insana inanılmamıştır.

Suçlu Bilgi Testi


Bir önceki bölümde anlatılan Suçlu Bilgi Testi, belirgin bir şe­
kilde bu tarz hakikate inanmama hatası yapma olasılığını düşür-

216
Yalan Awısı Olarak Poligraf

mektedir. Bu soru sorma tekniğini kullanmak için yalan avcısı, sa­


dece suç işleyen kişinin bildiği suça dair her türlü bilgiye mutlaka
sahip olmalıdır. Hırsız, işveren ve poligraf analisti hariç hiç kimse­
nin tam olarak kaç lira çalındığını bilmediğini ve çalınan paranın
ellişer dolarlık banknotlar halinde olduğunu farz edelim. Bir Suçlu
Bilgi Testi şüpheliye, "Eğer parayı kasadan sen çaldıysan, ne kadar
olduğunu biliyor olmalısın. 1 50? 350? 550? 750? Yoksa 950 miy­
di?" ve "Çalınan para aynı çeşit banknotlardan oluşuyordu. Parayı
sen aldıysan kağıt paraların kaç dolarlık banknotlar halinde oldu­
ğunu biliyorsundur. 5 dolarlık mıydı, 1 O dolarlık mıydı, 20 dolarlık
mıydı, 50 dolarlık mıydı yoksa 1 00 dolarlık mıydı?"
"Masum bir insanın, bir soru üzerinden doğru şıkka daha şid­
detli tepki verme ihtimali sadece beşte birdir, iki soru üzerinden
daha kuvvetli bir şekilde doğru şıkka tepki verme ihtimali yirmi
beşte birdir, ve eğer bunun gibi suçla ilgili on soru oluşturulabi­
lirse, on soru üzerinden doğru şıkka daha şiddetli tepki verme
ihtimali sadece on milyonda birdir." Suçu işleyen kişi ile masum
şüpheli arasındaki önemli bir psikoloj ik fark, bunlardan birinin
suç mahallinde bulunmasıdır. O kişi olay yerinde ne olup bit­
tiğini biliyordur. Masum kişinin sahip olamayacağı görüntüleri
zihninde taşımaktadır . . . Bu bilgilerden dolayı şüpheli, insanları,
nesneleri ve suçla bağlantılı olaylan tanır. Bunları tanıması, onu
uyarıp harekete geçirecektir.
Suçlu Bilgi Testi 'nin bir kısıtlayıcı yönü de her zaman kul­
lanılamamasıdır. Cezai soruşturmalarda bile suçla ilgili bilgiler,
geniş bir şekilde halka duyurulmuş ve suçlunun bildiği kadar
masum kişinin de bileceği hale gelmiş olabilir. Gazetelerin bu
bilgileri açığa çıkarmadığı durum larda bile, sık sık polis, şüpheli­
leri sorgulama süreci içinde bu işi yapar. Bazı suçlar, Suçlu Bilgi
Testi 'ni hemen kullanma imkanı tanımaz. Örneğin, cinayeti ka­
bul eden birinin, olayın kendini müdafaa olduğu iddialarının ya-

217
Ne Düşündüğünü Biliyorum

lan olup olmadığını değerlendirmek zordur. Yine bazen masum


bir şüpheli, suç mahallinde bulunabilir ve tüm detaylan polisin
bildiği kadar bilebilir.
Gözleme Dayalı Soru Tekniği savunucularından Raskin, Suç­
lu Bilgi Testi ' nin daha çok bir yalana inanma hatasına neden ol­
duğunu iddia eder. " . . . Suç failinin, sorulan soruların gizlediği
bilgi detaylarını bildiği var sayılmalıdır. Eğer fail bu ayrıntılara
yeterince dikkat etmediyse, detaylan gözlemlemek için uygun
bir fırsatı olmadıysa ya da olay anında alkollüyse, bilgileri gizle­
yerek yapılan bir test, bu subjeye uygun olmayacaktır."
Suçlu Bilgi Testi, şüpheli, poligraf tarafından ölçümlenen
otonom sinir sistemi aktivite tepkileri fazla olmayan biri oldu­
ğunda faydalı olmayacaktır. Aldatma belirtilerine gelince önceki
bölümde söz ettiğim gibi, duygusal davranışlarda büyük kişisel
farklılıklar vardır. Herkes tarafından yapılan hiçbir işaret ya da
tamamen güvenilir olan hiçbir duygusal hareketlenme yoktur.
Neye bakıldığı fark etmez; yüz ifadesi, davranışlar, ses, kalp
hızı, terleme vs. bazı kişiler için yeterince belirleyici olmaz.
Daha evvel ağızdan bir şey kaçırmanın, simgesel bir kaymanın,
şüphelinin dürüst olduğunu göstermeyeceğini belirtmiştim. Aynı
şekilde genel olarak poligraf tarafından ölçülen otonom sinir sis­
temi aktivitelerinin yokluğu da -herkes için- kişinin duygusal
olarak hareketlenmediğinin kanıtı değildir. Suçlu Bilgi Testi 'yle,
duygusal olarak uyarıldıklarında fazla otonom sinir sistemi hare­
ketliliği göstermeyen insanlar, inandırıcı bulunmayan kişiler ola­
rak muamele görür. Lykken bunun çok nadir olduğunu söylüyor
ancak bu olayın casusluktan ya da suç işlediğinden vs. şüpheleni­
len insanlar arasında hangi sıklıkta meydana geldiğini öğrenmek
amacıyla çok az araştırma yapılmıştır. Fazla otonom sinir sistemi
aktivitesi göstermeyen insanlar, aynı zamanda gözlem sorularına
ve ilgili sorulara farklı tepki vermeyeceklerinden, Gözleme Da-

218
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

yalı Soru Tekniği 'nde de ikna edici olmayan test sonuçlan elde
edeceklerdir.
Uyuşturucular, otonom sinir sistemi aktivitelerini baskılar ve
bu nedenle ister Suçlu Bilgi Testi yapılsın, ister Gözleme Dayalı
Soru Tekniği yapılsın, poligrafta yetersiz test sonuçlar elde edil­
mesine neden olabilir. Bu konuyu ve psikopatlann bu iki testi
yanıltıp yanıltamayacaklarını, bugüne kadar olan delilleri özet­
lerken ele alacağım.
Eleştirel bir şekilde tüm delilleri yeniden inceleyen OTA ra­
poru, her iki tekniğin de muhaliflerin iddia ettiği yanılgılara karşı
savunmasız olduğunu göstermektedir. Suçlu Bilgi Tekniği daha
çok bir yalana inanma hatasına neden olurken, Gözleme Dayalı
Soru Testi daha çok hakikate inanmama hatalanna sebep olur.
Ancak bu sonuca bile bazı poligraf operatörleri ve araştırma­
cılar itiraz etmektedir. Belirsizlikler, çalışmalar az olduğu için
kısmen mevcudiyetini sürdürmeye devam ediyor. 34 Bu kısmen
mümkün, çünkü poligrafın güvenilirliğini tespit etmek için araş­
tırma yapmak oldukça zordur. Şu ana kadar yapılan çalışmala­
nn neredeyse hepsinde hatalar bulmak mümkündür. Poligraftan
bağımsız olarak, bir çeşit birinin yalan söyleyip söylemediğini
belirleme yöntemi olan asıl gerçek adı verilen çok önemli bir
mesele tanımlanıyor. Araştırmacı asıl gerçeği bilmedikçe (kimin
yalan söylediği ve kimin dürüst olduğu) poligrafın güvenilirliği­
ni ölçmenin hiçbir yolu yoktur.

34Poligraf hakkında yazılan binlerce yazı olmasına rağmen , çok azı araştırma
içermektedir. OTA sadece 320 kadarı araştırma içeren 3200 kitap ya da maka­
leyi inceledi . Pek çoğu minimum bilimsel standartları taşımıyordu . OTA'nın
incelemelerine göre, yalan belirleme konusunda poligraf güvenilirliği hakkında
sadece 30 kadar gerçek bilimsel çalışma yapılmıştır.

219
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Poligraf Güvenilirliğinin İncelenmesi


Araştırmalar, asıl gerçeğe ilişkin ne kadar başarılı olabile­
cekleri konusunda poligraf güvenilirliğinin değişkenliğini ince­
lemeye yönelmektedir. Alan çalışmalarında asli, gerçek hayatta
yaşanan olaylar incelenir. Analog çalışmalarında ise araştırmacı
tarafından hazırlanan bazı olaylar, genellikle bir deney, incelenir.
Alan ve analog çalışmaları, birbirlerinin güçlü ve zayıf yönle­
rini yansıtırlar. Alan çalışmalarında, şüpheliler poligraf test so­
nuçlarına gerçekten önem verirler ve bu nedenle güçlü duygular
görülmesi beklenen bir durumdur. Bir başka güçlü yönü, doğ­
ru insanlar üzerinde çalışılmasıdır (sadece kolej çömezleri de­
ğil, gerçek şüphelilerle). Alan çalışmalarının zayıf yönü ise, asıl
gerçek hakkındaki belirsizliktir. Asıl gerçek hakkındaki kesinlik,
analog çalışmalarının en güçlü yönüdür. Araştırmacı, kimin ya­
lan söyleyip kimin söylemeyeceğini kendi ayarladığı için, asıl
gerçeği bilmek kolaydır. Zayıf yönü ise "şüpheliler" için riskin
çok yüksek olmayışı ya da bu riskin hiç bulunmamasıdır, gerçek
hayatta hissedilen duyguların aynılarının harekete geçmesi olası
değildir. Aynı zamanda, test yapılan insanlar, sık sık gerçekten
poligraf testi uygulanan insan tiplerine benzememektedir.

Alan Çalışmaları
İ lk olarak alan çalışmalarında asıl gerçek ölçütünü oluşturma­
nın neden bu kadar zor olduğunu ele alalım. Gerçekten suç işle­
diğinden şüphe edilen kişiler, araştırma amacıyla değil, bir soruş­
turmanın parçası olarak poligraf testi olurlar. Akabinde, itiraf edip
etmedikleri, suçlu olup olmadıkları ya da gözaltından çıkıp çıkma­
dıklarıyla ilgili bilgiler elde edilebilir hale gelmeye başlar. Tüm
bu bilgiler ışığında asıl gerçeği saptamak kolaymış gibi görülebilir
ama değildir. OTA raporundan aktarıyorum:

220
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

Davalar masumluktan daha çok delil yetersizliği nedeniyle


düşebilir. Bir jüri, davalıyı suçsuz bulduğunda jürinin davalıyı
aslında masum olarak gördüğü için mi yoksa makul bir sebep
ötesinde suçluluk standartlarını karşılayacak yeterince delil ol­
madığı için mi bıraktığını belirlemek imkansızdır. Pek çok suç­
lu müdafaası, daha hafif suçlarla ilgili itiraflar yapar. Raskin' in
belirttiği gibi, gerçek davalarla ilgili suçlara gelindiğinde böyle
müdafaaları değerlendirmek zordur. Cezai adalet sistemi verile­
ri kullanılarak varılan sonuç, poligraf testlerinin, beraat davala­
rında yüksek sayıda [hakikate inanmama] ya da azil davalarında
[bir yalana inanma] hatası yaptığı anlaşılmaktadır.
Bu problemler, tüm delillerin bir uzman kurulu tarafından yeni­
den değerlendirilip suçlu olma ya da olmama hususunda bir karara
varılmasıyla çözülebilecekmiş gibi görünse de bunun önüne geçen
iki önemli engel vardır. Uzmanlar her zaman görüş birliği içinde
olmazlar; olsalar dahi, hatalı olduklarında bunu bilmenin hiçbir
imkanı yoktur. İtiraflar bile her zaman problemsiz olmaz. Bazı ma­
sum kişiler itirafta bulunabilirler, itiraf gerçekten doğru olsa bile,
bu itiraflar poligraf testi yapılan kişilerin sadece küçük ve muhte­
melen oldukça sıra dışı bir bölümüyle ilgili asıl gerçeği temin eder.
Neredeyse tüm alan çalışmaları, seçilen davaların sonuçlanmamış
olmaması nedeniyle dava popülasyon sorunu yaşamaktadır.

Analog Çalışmaları
Anolog çalışmalarında problemler daha basit değildir, sadece
farklıdır. Asıl gerçek hakkında kesinlik olsa da (kimin suç işleyip
işlemeyeceğini araştırmacılar söyler) belirsizlik, böyle sahte bir
suçun gerçek hayatta işlenen bir suç gibi ciddiye alınıp alınma­
dığı konusuyla ilgilidir. Araştırmacılar, subjeleri poligraf testinde
yakalanmadıklarında verilecek bir ödülle isteklendirerek, onların
katılımını sağladıkları sahte suçlar geliştirdiler. Yalan söyleyen-

221
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ler, yalanlan tespit edildiğinde ara sıra ceza ile korkutuldular, etik
nedenlerden dolayı bu cezalar önemsiz şeylerdi (deneye iştirak
ettikleri için kazanacakları ders kredilerini kaybedecekleri vs.)
Gözleme Dayalı Soru Tekniği'ni kullananların neredeyse hepsi,
Raskin tarafından kullanılan bu sahte suç versiyonlarından birini
kullanmıştır:
Subj elerin yansı bir ses kaydı aldı, bu kayıt onlara binanın
herhangi bir yerinde, bir ofisten bir yüzüğün çalındığını ve bu
nedenle bu hırsızlıkta yer aldıklarını reddettiklerinde doğruyu
söyleyip söylemediklerini belirlemek için yalan makinesi testi
olacaklarını söylüyordu. Eğer testte dürüst oldukları sonucu çı­
karsa, büyük miktarda bir para ödülü alacakları söylendi. Sub­
jelerin diğer yansına da işlemeleri gereken suçun talimatları ve­
rildi . . . Başka kattaki bir ofise gidecek, sekreterin ofisten dışarı
çıkması için bir tuzak kuracak ve o ayrıldıktan sonra içinde yü­
zük bulunan bir para kutusunu almak için masayı arayıp yüzüğü
kendi adamlarının üzerine gizledikten sonra poligraf testi için
laboratuvara döneceklerdi. Birinin onları sekreterin ofisinde ya­
kalama ihtimaline karşı önceden mazeret hazırlamamaları ve bir
deneyde yer aldıklarını hiç kimseye söylememeleri hususunda
uyarıldılar. Aynı zamanda poligraf analistine olayla ilgili hiçbir
ayrıntıyı açıklamamaları konusunda da ikaz edildiler, böyle bir
durumda poligrafçı suçu onların işlediğini anlayacağından nor­
malde almaları gereken parayı alamadıkları gibi, ekstra bonus
olan on dolardan da olacaklardı.
Bu deney, gerçek hayatta işlenen suçlan hatırlatan etkileyici bir
girişim olsa da asıl soru yalanla ilgili duyguların canlanıp canlan­
madığıdır. Poligraf duygusal hareketliliği ölçtüğünden, sahte bir
suç, sadece gerçek suçlarda olduğu gibi aynı duyguları, aynı şid­
dette uyandırdığı zaman bize poligrafın ne kadar güvenilir oldu­
ğunu söyleyebilir. 3. Bölüm 'de bir insan yalan söylediğinde uya-

222
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

nabilecek üç duyguyu ve bu duyguların her birinin hangi şiddette


hissedileceğini neyin belirlediğini açıklamıştım. Bu duyguların,
poligrafın güvenilirliğini test etmek için işlenen sahte bir suçta
hissedilip hissedilmeme ihtimalini bir gözden geçirelim.
Yakalanma Korkusu: Riskin yüksekliği, ne kadar yakalanma
korkusu yaşanacağının en önemli belirleyicisidir. 3 . Bölüm'de,
başarıyla beraber elde edilecek ödül büyüdüğünde ve başarısızlık
durumunda alınacak ceza ağırlaştığında, yakalanma korkusunun
da o derecede yoğun hissedileceğini izah etmiştim; muhtemelen
cezanın şiddeti bunda en önemli rolü oynamaktadır. Cezanın şid­
deti, yalancının fark edilme korkusunu etkilediği kadar, masum
bir kişinin yanlış anlaşılma korkusunu da etkileyecektir - her iki
taraf da aynı şekilde zarar görür. Sahte suçlarda kazanılan şeylerin
önemi küçük olup cezalandırma yoktur. Ne dürüst ne de yalancı
kişi yakalanma korkusu yaşar. Muhtemelen, subjeler, kendilerine
yapmaları için para ödenen işi gerektiği şekilde yapıp yapmadıkla­
rı konusunda biraz endişe duyabilirler ancak bu duygu, hem yalan
söyleyen kişinin, hem de doğruyu söyleyen kişinin gerçek bir suç
soruşturma esnasında hissedeceği korkudan kesinlikle çok daha
hafiftir.
A ldatma Suçluluğu: Suçluluk, yalancı ve hedef ortak değerle­
ri paylaştığında, sahte suçlarda da olması gerektiği gibi, en güçlü
şekilde hissedilir. Ancak yalana, birinin görevini yerine getirmesi
için ruhsat veriliyorsa, talep varsa ya da razı olunuyorsa suçluluk
duygusu azalır. Sahte suçlarda yalancı kendine söyleneni yap­
mıştır ve yalan söyleyerek bilime yardım ediyordur. Yalancılar
sahte suçlarda düşük aldatma suçluluğu hissederler.
Aldatma Hazzı: Meydan okumanın heyecanı, birini kandırma­
nın zevki, yalan avcısının zor aldatıldığına dair bir şöhreti oldu­
ğunda en yüksek seviyede hissedilir. Poligrafı yanıltmak insanı
oldukça cezbeden bir şeydir ve bu duygunun azalmasına neden

223
Ne Diqündüğünü Biliyorum

olacak başka bir duygu -korku ya da suçluluk- yoksa o durumda


duygu fark edilir ölçüde güçlü olacaktır.35 Ancak sadece yalancı
aldatma hazzı alır, dürüst kişi değil.
Yukarıdaki analizler, sahte suçların kişinin gerçek bir suç ne­
deniyle şüphe altında olduğunda hissedebileceği üç duygudan
sadece birine -aldatma hazzı- neden olabileceği fikrini veriyor.
Üstelik bu duygu sadece yalan söyleyen kişi tarafından hissedi­
lecektir, dürüst kişi tarafından değil. Duygusal yönden hareket­
lenmesi beklenen sadece yalan söyleyen kişi olduğunda yalanı
belirlemenin, doğru söyleyen kişinin yalancı gibi bazı duygulan
hissetmeye karşı savunmasız olduğu gerçek suçlarda olduğundan
daha basit ve kolay olduğunu söyleyebilirim. Sahte suçlardan
faydalanılarak yapılan araştırmalar, böyle düşünüldüğünde po­
ligraf makinesinin güvenilirliğini olduğundan fazla hesap eder.

Karma Çalışmalar
Hem analog hem de alan çalışmalarının en iyi özelliklerini
birleştirerek, zayıf yönlerini gidermeyi hedefleyen yeni bir yakla­
şım tarzı vardır. Bu tarz bir karma çalışmada araştırmacı, olaylan
gerçek bir suç işlenecek şekilde ayarlar. Bir analog çalışmasında
olduğu gibi asıl gerçek hakkında hiçbir şüphe yoktur, doğru ya
da yalan söyleyen şahısların her ikisi için de, alan çalışmalarında
olduğu gibi, riski yüksek olan bir olay vardır. Kudüs'te bulunan
İsrail Bilimsel Araştırmalar Polis Birimi 'nin bir üyesi Netzer
Daie tarafından yapılan bir master tezinde, böyle bir karma ça-

" Poligraf testiyle ilgili analizlerimden haberdar olmadan evvel , Raskin bana,
yalancıyı ele veren şeyin aldatma hazzı ya da yakalanma korkusundan çok
meydan okumaya tepki olduğuna inandığını söylemişti . Bu benim görüşümü
doğrulamamasına karşın, sahte suçların, gerçek suçların işlendiği ve riskin hem
suçlu hem de yalancı için yüksek olduğu durumlarda hissedilen duygu çeşitleri­
ne uygun iyi bir analog olmayabileceği savımı kuvvetlendirmektedir.

224
Yalan Avcısı O/aralı. Poligraf

lışma konu edilmiştir. Yalan "gerçekti ve canlandırmadan ziyade


özgürce kabul edilmişti . . . Subjeler, soruşturmayı yapan kişinin
suçu kimin işlediğini bilmediğine inanıyor ve gerçekten poligraf
testinin sonuçlarını önemsiyorlardı; poligrafçı da örnek olaydaki .
suçlu ve masum kişilerin oranını bilmiyordu." Araştırma subje­
leri, kendilerine kanuni yeterlik testi olarak gösterilen yazılı sı­
navı olacak yirmi bir İsrail polisiydi. Subjelerden kendi testlerini
işaretlemeleri istendi ki bu testler kopya çekme bir başka deyiş­
le, ilk cevaplarını değiştirme imkanı veriyordu. Bununla birlikte
cevap kağıtları, kimyasal işlemden geçtiği için kopya çekildiği
anlaşılabiliyordu. Yirmi bir subjenin yedisi bilfiil ilk cevaplarını
değiştirdi. Daha sonra subjelere, kopya çektiklerinden şüphele­
nildiği söylendi, bir poligraf testi olmaları önerilerek, kariyerle­
rinin bu test sonuçlarına bağlı olduğu söylendi.
Polislerin, poligraf testi olmayı reddetmelerine izin verilme­
si oldukça gerçeğe uygundu - ceza gerektiren soruşturmalarda
poligraf testleri sadece bir seçenektir, kesinkes şüpheliden talep
edilemez. Kopya çeken yedi kişiden üçü itiraf eder, bir başka
kopyacı ve iki masum poligrafa girmeyi reddeder ve üç kopyacı
test zamanı geldiğinde ortaya çıkmaz. 36 Böylece toplamda, baş­
langıçta sayısı yirmi bir olan polis grubunun sadece on beşi po­
ligraf testi olur, iki kopyacı ve on üç kopya çekmeyen polis. Göz­
leme Dayalı Soru Tekniği kullanılır ve her iki yalancı da doğru
bir şekilde teşhis edilir. Kopya çekmeyen on üç kişiden ikisi de
hatalı olarak yalancı gibi görülür.
Bu çalışmadan herhangi bir sonuç elde edilemedi çünkü çok
az sayıda insan incelenmişti. Bir insanı yalan söylemeye ve hile
yapmaya yönlendirmekle ilgili etik problemler olmasına rağmen,

36 Bu rakamlar, poligraf analistlerinin bir poligraf testi olma tehdidinin suçlu­


ların itiraf etmesini sağlayacağı iddialarını önermektedir. Ü stelik poligraf testi
olmayı reddetmek, suçun kesin göstergesi değildir.

225
Ne Düşündüğünü Biliyorum

böyle karma çalışmalar faydalı olabilir. İ srailli soruşturma gö­


revlileri, poligrafın doğru ölçümlenmesi çok önemli olduğundan
bu durumu anlaşılabilir buluyorlar: "Her yıl, poligraf tarafından
binlerce kişi inceleniyor. . . ve bu tarz testlere bakılarak önemli
kararlar alınıyor. Ancak yine de bu aletin güvenilirliği tam olarak
bilinmiyor . . . " Poligrafın doğru ya da yanlış kullanımı konusuna
özellikle daha çok dahil oldukları ve işlerinin bir parçası olarak
özel riskler üstlendiklerinden, bu yöntemin polislere bu şekilde
empoze edilmesinin nedeni muhtemelen daha kolay anlaşılabilir.
Bu karma deneyin güçlü yanı gerçek olmasıdır. Bazı polisler sı­
navlarda kopya çekerler. "Ü st FBI görevlileri tarafından yapılan
gizli bir iç soruşturma, birkaç yüz büro görevlisinin gıpta edilen
özel ajan atama sınavlarında geniş çaplı bir hileye karıştıklarını
tespit etti." İ srail karma deneyi bir oyun değildi. Deney yapan
kişiyi aldatmada haşan göstermeye yönelik basit bir meydan
okuma da değildi. Kişinin (kariyeri değilse de) itibarı söz konusu
olduğu için yakalanma korkusu fazlaydı, aynı zamanda en az bir
kısmı, yalan söylediği için suçluluk hissediyordu.

Araştırma Bulguları
Şimdiye kadar minimum bilimsel standartları taşıyan, Suçlu
Bilgi Testi kullanılarak yapılmış altı analog çalışması ile Göz­
leme Dayalı Soru Tekniği kullanılarak yapılmış on dört analog
ve on alan çalışması vardır. 37 Aşağıdaki çizelge bu çalışmalara

" Hangi alan ve hangi analog çalışmalarının minimum bilimsel standartları taşı­
dığı konusunda OTA' nın değerlendirmelerini kullandım . Lykken bana OTA' nın
inceledikleri kayıtlan bire bir örneklediği için alan çalışmalarına itibar ettiğini
ve bu nedenle de alan çalışmalarıyla ilgili tahminlerin şişirildiğini söyledi . OTA
son raporuna herhangi bir Suçlu Bilgi Test raporu koymadı . Okuyucular Gözle­
me Dayalı Soru Tekniği' yle karşılaştırabilsinler diye ben bu raporları ekledim.
Hiçbir suçlu subjenin bulunmadığı Timm ' in deneyi hariç OTA' nın Tablo ? 'sin­
deki tüm çalışmaları dahil ettim . Balloun ve Holmes'un çalışmalarının ilk veri-

226
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

dayanmaktadır ve poligrafın işe yaradığını göstermektedir. Ya­


lancıları normalden daha sık tespit etmekle birlikte hata da yap­
maktadır. Kaç tane - ve ne çeşit - hata yapıldığı, yapılan çalışma­
ların alan ya da anolog çalışması olup olmadığına, Gözlem ya da
Suçlu Bilgi Testi kullanılıp kullanılmadığına ve her çalışmanın
detaylarına göre değişir. Toplamda sadece birkaç bulgu vardır:
Güvenilirlik, analog çalışmalarına göre alan çalışmalarında
daha fazladır. Birkaç faktör bunu etkileyebilir. Alan çalışmala­
rında daha fazla duygusal hareket vardır ve şüphelilerin eğitim
seviyeleri daha düşüktür, asıl gerçekle birlikte üzerinde çalışma
yapmak için seçilen dava örnekleri hakkında daha az belirsizlik
vardır.
Hakikate inanmama hatası, Suçlu Bilgi Testi haricinde yük­
sektir. Ö zellikle alan çalışmalarında ve karma çalışmalarda Suç­
lu Bilgi Testi kullanılarak daha fazla araştırma yapılması gerek­
mektedir.
Bir yalana inanma hatası fazladır, Suçlu Bilgi Testi kullanıldı­
ğında hata sayısı en yüksek seviyeye çıkar.

!erinden, Bradley ve Janisse ' i n incelemelerinin EDR verilerinden faydalandım .


(H .W. Timm, "Solunum Düzeninden Yalan Analizi", Politik Bilim ve Yönetim
Dergisi 10 ( 1 982); K .D . Balloun ve D.S . Holmes, "Tekrarlanan Testlerin Polig­
rafik Test ile Suçu Belirleme Yeterliği Ü zerinde Etkileri: Gerçek Bir Suçla bir
Laboratuar Deneyi", Uygulamalı Psikoloji Dergisi 64 ( 1 979): 3 1 6-22 ve M .T.
Bradley ve M .P. Janisse , "Güvenilirlik Delilleri, Korku ve Yalan Belirleme:
Kardiovasküler, Elektrodermal kriterler ile Gözbebeği Ö lçümü", Parapsikoloji
1 8 ( 1 98 1 ): 307- 1 4) .

227
POLİGRAF GÜVENİRLİGİ
ALAN ÇALIŞMALARI ANALOG ÇALIŞM ALARI

Yüzde Gö-;:.leme Dayalı Suçlu Bil1:i


Soru Tekniği Testi
1 00

80

....
"'
c
..!! 60
Ji"'
:[

40
2
,.,.
8
20

"' 20
:.c
"'"

"'"

� 40 • Yalancılar
O Doğru Söyleyen insanlar

* Araştırma sonuç dağılımının daima güvenilir bir yansıması olmasa da, gra­
fik ortalama sonuçları vermektedir. Dağılım şu şekildedir: Alan çalışmaların­
da doğru teşhis edilen yalancılar için : %7 1 -99; Gözleme Dayal ı Soru Tekniği
kullanılan analog çalışmalarında %35- 100; Suçlu B ilgi Testi kullanılan analog
çalışmalarında, %6 1 -95 . Doğru teşhis edilen dürüst insanlar için: Alan çalışma­
larında % 1 3-94; Gözleme Dayalı Soru Tekniği kullanan analog çalışmalarında
%32-9 1 ; Suçlu Bilgi Testi kullanan analog çalışmalarında %80- 1 00 . Yanlış teş­
his konulan dürüst insanlar için: Alan çalışmalarında %0-75; Gözleme Dayalı
Soru Tekniği kull anılan analog çalışmalarında %2-5 1 ; Suçlu B ilgi Testi kul­
lanan analog çalışmalarında %0- 1 2 . Yanlış teşhis edilen yalancılar için: Alan
çalışmalarında %0-29; Gözleme Dayalı Soru Tekniği kullanılan analog çalış­
malarında %0-29 ; Suçlu Bi lgi Testi kullanan analog çalışmalarında %5-39.

228
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

Raskin' in grafikteki değerlerin poligraf doğruluk seviyesini


normalden daha az, Lykken' in ise daha yüksek olduğuna inan­
masına rağmen, sonuçta hiçbiri bu üç bulgu hakkında münakaşa
etmez. Ancak anlaşmazlık, poligraf test sonuçlarına ne kadar gü­
venilmesi konusunda hayati önem taşıyan sayılı birkaç mesele
hakkında devam etmektedir. Psikopatlar, poligrafı yanıltmakta
daha mı iyiler? Deliller Gözleme Dayalı Soru Tekniği 'yle çeliş­
kili. Lykken psikopatların, Suçlu Bilgi Testi 'yle tespit edilebi­
leceklerine inanıyor. Lykken, hiç yakalanma korkusu ya da al­
datma hazzı (adını verdiğim şeyi) hissetmeseler de, sadece test
şıklarındaki doğru cevabı bilmelerinin otonom değişikliklere
neden olacağı mantığını yürütüyor. Ancak şu ana kadar, Suçlu
Bilgi Testi kullanılarak yapılan poligraf testinin psikopatlar üze­
rinde işe yarayıp yaramadığıyla ilgili hiçbir çalışma yapılmamış­
tır. Psikopatları inceleyen daha fazla çalışmaya ve aynı zamanda
poligraf testinde minimum tepki gösteren insan özelliklerinin be­
lirlenmesi için yeni girişimlere ihtiyaç vardır.
Acaba -yalancıların yakalanmamak için kullandıkları- karşıt
tedbirler işe yarayabilir mi? Yine daha fazla araştırma yapmak,
çelişkili bulguları ortadan kaldıracaktır. Bilinmeyen sayıda yalan­
cının, karşıt önlemler sayesinde yakalanmanın önüne geçip haşan
gösterme ihtimalini göz önünde bulundurmanın mantıklı olaca­
ğını düşünüyorum. İ leri teknoloj iden faydalanılarak, yalancının
karşı tedbirler hakkında aylarca eğitim alma imkanı olduğunda
böyle bir durumun mümkün olduğuna inanıyorum. Aj anların bu
şekilde eğitilip eğitilmediğini kimse bilmezken benim kanaatime
göre böyle bir eğitim almadıklarını düşünmek mantıksızlık olur.
Bir Doğu Bloğu ülkesinde, ajanlarına poligrafı nasıl yanıltacakla­
rını öğreten bir özel eğitim okulu bulunduğuyla ilgili söylentiler
var. Bu bilginin derslerine yeterince çalışmayan bir KGB ajanının
itirafı esnasında ortaya çıktığı tahmin edilmektedir.

229
Ne Düşündüğünü Biliyorum

OTA raporunun konuyu sonuçlandırdığı son paragrafta,


poligraf üzerine yapılan araştırmaların " . . . belirli vakalarla
ilgili genel kriminal soruşturmalarda ikinci dereceden bir yar­
dımcı olarak poligraf testinin güvenilirliğine dair bazı deliller"
ortaya çıkardığını belirtir. Bu ihtiyatlı kararın biraz ötesine
geçmenin mümkün olduğuna ve önde gelen isimler arasında­
ki fikir birliğinin ortak noktalarının muhafaza edilebileceğine
inanıyorum.
Şüphelinin yalan söylediğini gösterenden ziyade masum oldu­
ğunu gösteren bir test sonucuna daha çok itibar edilmelidir. Eğer
bu sonuçlar dışında deliller zorlayıcı değilse, test sonucunda dü­
rüst çıkan kişiye karşı dava açarken araştırmacılar, çok iyi düşü­
nüp karar vermelidirler. Raskin ve diğerleri, özellikle Gözleme
Dayalı Soru Tekniği kullanıldığında bu tavsiyeyi öneriyorlar.
Lykken sadece Suçlu Bilgi Testi 'nin kriminal soruşturmalarda
ümit vadettiğine ve Gözleme Dayalı Soru Tekniği 'nin hiçbir işe
yaramadığına inanıyor.
Poligraf testi bir şüphelinin yalan söylendiğini önerdiğinde,
bu "kovuşturma yapılan durumlarda bile inanmak için yeterli bir
dayanak olarak görülmemelidir . . . yanlış bir poligraf testi, hiç
nedensiz soruşturmanın devam etmesine yol açabilir. " Uygula­
. .

nan test (Soru Gözlem Testi olmayıp) Suçlu Bilgi Testi olduğun­
da Lykken, Raskin' in bu söylediklerine katılıyor.
7. Bölüm'de yalan kontrolü diye adlandırdığım konuyu açık­
layacağım, ayrıca ekte (Tablo 4) hem poligraf hem de aldatma
belirtileri yoluyla yalanı belirleme ihtimalini tespit etmek için her
türlü aldatmada sorulabilecek otuz bir soruyu listeledim. Benim
yalan kontrolü ömeklemelerimden bir tanesi, bir cinayet sanığı­
na ait poligraf testinin detaylı açıklamasıdır. Bu örnek, poligraf
testinin kriminal suçlamalarda nasıl kullanılması gerektiğiyle il­
gili soruyu farklı bir açıdan yeniden değerlendirme imkanı verir.

230
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

Şimdi daha çok poligrafın güncel çelişki odaklı diğer kullanım


şekillerini inceleyelim.

Poligraf Testi İstenen İş Başvuruları


OTA raporu, Raskin ve Lykken, iş başvurularına ait ön istih­
dam araştırmalarında poligraf kullanımına karşı çıkarlar. Diğer
taraftan pek çok işveren, profesyonel poligrafçı ve bazı devlet
görevlileriyle birlikte özellikle de istihbarat birimi çalışanları
kullanılması taraftarıdır. İ ş başvurusunda bulunanlara poligraf
testi yapmak, poligrafın en sık kullanıldığı alanlardan biri olsa
da öğrenildiğinde işe alınmalarına engel olacak konular hak­
kında yalan söyleyen adayları, poligrafın ne derece doğru tespit
edip edemediğini belirlemek amacıyla hiçbir bilimsel çalışma
yapılmamıştır. Bunun nedenini anlamak çok da zor değildir.
Alan çalışmalarında asıl doğruyu belirlemek kolay olmaz. Asıl
gerçeğin bir ölçütü, poligraf sonuçlarına bakılmaksızın tüm
adayların işe alınıp iş üstünde gizlice gözetleme yoluyla daha
sonra kimin çalıp çalmadığı ya da diğer zararlı işlere karışıp
karışmadığının sık sık denetlendiği bir çalışmayla sağlanabilir.
Asıl gerçeği belirlemeye dair bir başka yaklaşım, geçmişi hak­
kında yalan söyleyen adayları belirlemek amacıyla tüm aday­
ların iş geçmişini dikkatli bir şekilde incelemek olabilir. Bunu
gerektiği şekilde yapmak, yapılacak birkaç hata nedeniyle, çok
pahalıya mal olabilir. Şimdiye kadar sadece (bir tanesinin yük­
sek güvenilirlik bulup diğerinin bulamadığı) iki analog çalış­
ması yapılmıştır fakat bu iki çalışma arasında pek çok tutar­
sızlıklar olup, bir sonuç çıkarma konusunda her bir çalışmanın
kendi içinde sorunları vardır. 38

'" Bu iki çalışma hakkında OTA'nın değerlendirmelerini kullandım . Ön poligraf


testi taraftan olanlar, bu iki testi güvenilir ve önemli çalışmalar olarak görmek­
tedirler. Bu çalışmalar kabul edilse bile , halen ön istihdam araştırmalarında po­
ligraf kullanımının güvenilirliği hakkında herhangi bir sonuç çıkaracak kadar

23 1
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Ön istihdam araştırmalarında poligraf güvenilirliğinin, kri­


minal olaylarla ilgili çalışmalarda (önceki grafiğe bakınız) elde
edilenin aynısı olabileceği farz edilerek bir değerlendirme yapı­
lamaz. Aynı zamanda test edilen insanlar, sorgulayan kişiler ve
sorgulama teknikleri de çok farklı olabilir. Ön istihdam araştır­
malarında bir aday, işi alabilmek için poligraf testi olmak zorun­
dayken, kriminal suçlular, ret cevaplan kendi aleyhlerine delil
olarak kullanılmaksızın bu testi olmama hakkına sahiptir. Raskin,
ön istihdamda kullanılan poligraf testi için şöyle der: " . . . cebridir
ve poligraf testinin doğruluğunu oldukça etkileyecek gücenme
duygusuna neden olur." Göze alınan risk de oldukça farklıdır.
Ön istihdam araştırmalarında, poligraf tarafından yakalanmanın
cezası, kriminal uygulamalara göre çok daha azdır. Risk daha az
olduğunda ise yalancılar daha az yakalanma korkusu yaşarlar ve
yakalanmaları da o derece zor olur. İ şi en çok isteyen masum
adaylar, bir şekilde yanlış değerlendirilmekten korkup bu korku
nedeniyle yanlış değerlendirilebilirler.
Poligrafın bu tür kullanımını savunan kişilerin ortaya attığı
karşıt görüş ise poligrafın işe yaradığıdır. Pek çok aday, poligraf
testi olmadan evvel tasdik etmediği şeyleri kabul ederek, yaptık­
ları zararlı işleri itiraf etmiştir. Bu bir yararlık meselesidir. İ şe
alınmaması gerekenler bu testle belirlenebiliyorsa, poligrafın
doğru bir şekilde yalancıları teşhis edip etmemesi önemli değil­
dir. Bu onu yeterince yararlı kılar. Lykken, böyle bir işe yarama
iddiasının bizzat kendisinin geçerli olamayacağını savunur. İ tiraf
edilen zararlı işlerle ilgili rapor, gerçek rakamların üzerinde bir
sayı verebilir, bu itiraflardan bazıları aşırı baskı sonucu yapılmış
olabilir. Buna ilaveten, işe alınmalarını engelleyecek işler ya­
panlar, bir itirafta bulunacak kadar poligraf testinden korkmamış

bilimsel dayanak yoktur - böyle önemli ve tartışmalı bir konuda iki çalışmadan
daha fazlası yapılmalıdır.

232
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

olabilirler. Güvenilirlik çalışmaları olmaksızın ne poligraf maki­


nesini geçemeyen insanların, gerçekte ne kadarının iyi birer işçi
olacağını ne de testi geçenlerinin kaçta kaçının kendi işverenin­
den çaldığını bilmenin bir yolu vardır.
Ön istihdam poligraf araştırmaları yapan Raskin tarafından
eğitilmiş bir psikolog olan Gordon Barland, poligraf kullanı­
mıyla ilgili çok farklı bir iddiada bulunur. Barland, depo me­
muru, kasiyer, kamyon şoförü ve bu tarz görevler için işveren­
ler tarafından özel bir poligraf test firmasına gönderilen dört
yüz adayı inceler. Yalan söylüyor sonucu elde eden yüz elli beş
adayın yarısı, poligraf sonucu kendilerine bildirildiğinde bunu
kabul eder. Barland, işverenlerin daha da ileriye gidip, yalan
söylediğini itiraf eden adayların yüzde elli sekizini işe aldığını
fark eder. "Çoğu işveren, poligraf testini bir adayı işe alıp alma­
maktan ziyade hangi pozisyona yerleştireceğine karar vermek
için kullanır. Örneğin, bir aday alkolik çıktığında şoförden zi­
yade bir tersane işçisi olarak işe alınabilir."
Barland, özellikle ilgilenmemiz gereken yalancı olarak teş­
his edilip de bunu kabul etmeyen yetmiş sekiz kişinin akıbetine,
hakikate inanmama kurbanları olabilecekleri için haklı olarak
değinmiyor. Barland, yüzde altmış altısının bir şekilde işe kabul
edildiğine inanmamızı istiyor. Lakin poligraf sonuçlan olmadı­
ğında elde edecekleri işler kadar arzu edilen pozisyonlara kabul
edilip edilmeyeceklerini bilmenin bir yolu yoktur. Poligraf çık­
tılarına rağmen yalan söylediğini kabul etmeyip işe alınmayan­
ların çoğuna, ön poligraf mülakatında itiraf ettikleri bilgilerden
dolayı reddedildikleri söylendi. "Yalancı olduğuna hükmedilen
ancak bunu kabul etmeyen adayların çok küçük bir bölümü (yüz­
de ondan azı), bu nedenden dolayı potansiyel işverenler tarafın­
dan reddedildi."
Bir insanın, yüzde ondan az olan bu kısma ne derecede itibar

233
Ne Düşündüğünü Biliyorum

edeceği, bunun ne kadar zarara yol açabileceği, söylenen yalan


taban oranına bağlıdır. Taban oran tümcesi, kaç tane insanın
bahsi geçen işi yaptığına karşılık gelir. Poligraf testi yapılan
kriminal şüpheliler arasındaki suçlu taban oranı, muhtemelen
oldukça yüksektir, yüzde ellilere varabilir. Poligraf, genellikle
öncelikli kriminal soruşturmalarda şüpheli konumunda bulunan
küçük gruplara uygulanır, herkese değil . Barland' ın çalışma­
sı, başvuran adaylar arasındaki yalan söyleme taban oranının
yaklaşık yüzde yirmi olduğunu iddia eder. Beş adaydan biri,
öğrenildiğinde işe alınmasına mani olabilecek şeyler hakkında
yalan söyleyecektir.
Poligraf testi, muhtemelen olması gerekenden daha güvenilir
görüldüğünde dahi, yüzde yirmi taban oranına rağmen bazı talih­
siz sonuçlar söz konusudur. Raskin, ön poligraf testine karşı olan
görüşler konusunda savunma yapmak adına gerçekte olduğunu
düşündüğünden daha yüksek bir oranla, poligrafın doğruluk ora­
nını yüzde doksan olarak kabul eder.
Verilen bu tahminlerle, bin subje üzerinde yapılan bir ön istih­
dam poligraf testi, müteakip sonuçlan getirecektir: İki yüz hilekar
subjenin, yüz seksenine doğru olarak yalancı tanısı konulacaktır,
Yirmisine ise hatalı olarak doğru söylüyor teşhisi konulacaktır;
dürüst sekiz yüz subjenin, yedi yüz yirmisine doğru olarak dü­
rüst tanısı konulup seksenine hatalı olarak doğru söylüyor teşhisi
konulacaktır. Yalancı teşhisi konulan iki yüz altmış subjenin sek­
seni gerçekte dürüst olacaktır. Böylece yalan söylediği düşünü­
lenlerin yüzd otuz biri gerçekte dürüst olacaktır. Poligraf testleri
verilecek karar için temel alındığında bu, istihdam reddine [haki­
kate inanmama hatasına] yol açan çok yüksek bir orandır. Yalan
taban oranı, hem kriminal soruşturmalarda yüzde elli ya da üzeri
olduğundan hem de kullanılan tekniğin doğruluk derecesi böyle
yüksek sayıda yanlış değerlendirmeye neden olmayacağından,

234
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

bu tip benzer sonuçlar kriminal soruşturma bağlamında meydana


gelmeyecektir.
Karşıt iddialar şöyle olabilir:
Yüzde yirmi, işe başvuran adaylar için çok düşük bir yalan ta­
ban oranı tahmini olabilir. Bu araştırma, sadece Utah'ta yaşayan
adaylar üzerinde yapılan tek bir çalışmaya dayanmaktadır. Belki
daha az mormonun bulunduğu bir eyalette, yalancı sayısı daha
yüksek olabilir. Bu rakam yüzde elliye yükseldiğinde bile, ön istih­
dam araştırması yapılan kişi, poligrafın bu şekilde kullanımının ne
kadar güvenilir olduğuna dair bir kanıt olmaksızın uygulanmasının
doğru olmadığı karşılığını verebilir.
Gerçekte önemli olan poligraf testinin doğruluk derecesi de­
ğildir. Test olmak ya da test olmanın verdiği korku, insanların
başka türlü itiraf etmeyecekleri kötü etkisi olan bilgileri kabul
etmelerine neden olur. Ve yine buna verilecek cevap, güvenilir­
lik çalışmaları yapılmaksızın itirafta bulunan bu insanların ne
kadarının işverenlerini zarara sokabileceğini bilmenin bir yolu
olmadığıdır.
Poligrafın benzer bir kullanımı, önceden işe alınmış kişilerin
periyodik bir şekilde test edilmesidir. Bu kullanım şekli de ön
istihdam araştırmaları için yapılan eleştirilerin tümüne tabi du­
rumdadır.

Polis Adaylarına Poligraf Testi Yapılması


Poligrafın yaygın bir şekilde kullanıldığı bir diğer alandır.
Başka işler için yapılan ön istihdam araştırmalarında poligraf
kullanımı dikkate alınarak ele alınan tüm argümanlar, bu durum
için de geçerlidir. Bununla birlikte polis başvurularını münferit
olarak ele alıyorum, çünkü kamu hizmetleriyle ilgili bazı bilgi­
leri bulmak mümkündür ve işin mahiyeti ön istihdam araştırma-

235
Ne Dü,ündüğünü Biliyorum

larında poligraf kullanımıyla ilgili yeni bir tartışmanın önünü


açmaktadır.
Profesyonel bir poligrafçı olan Richard Arther tarafından
yazılan bir makalenin başlığı, bu tartışmayı özetler: "Bu yıl si­
zin şube kaç tane hırsız, soyguncu ya da cinsel suçluyu personel
olarak alıyor? (Umarım işe alınanların sadece yüzde onudur).
Arther ' in bulguları, otuz iki farklı güvenlik biriminden gelen
anket yanıtlarına dayanıyordu (Bilgi almak için görüştüğü ki­
şilerin yüzdesiyle ilgili bir bilgi vermiyor) . Arther, 1 970 yılın­
da onun anketine katılan güvenlik görevlileri tarafından 6524
ön istihdam poligraf testi uygulandığını bildiriyor. "İlk seferde
2 1 1 9 adaydan kayda değer uygunsuz bilgiler öğrenildi ! Yüzde
otuz iki, poligrafı yetkisiz kılan bir orandır! Burada bilinmesi
gereken en önemli şey, bu 6524 testin büyük çoğunluğunun,
daha önce deneyim sınavından geçmiş olan adaylara verilmiş
olmasıdır. Arther, iddialarını poligraf kullanımının ne kadar
önemli olduğunu gösteren çok sayıda örnekle destekler. İşte
Cleveland, Ohio polis şube poligrafisti Norman Luckay tara­
fından verilen bir örnek: "Şahıs, ön istihdam (poligraf) testi
olduğu sırada, kabul edilen adaylar listesinin ilk onunda yer
alıyordu. Ancak faili meçhul silahlı bir soygunda yer aldığını
itiraf etti ."
Böyle etkileyici hikayelere ve polislik görevi için başvuran
adayların ne kadarının yalancı olduğu konusundaki şaşırtıcı ra­
kamlara rağmen, polis adaylarının incelenmesinde poligrafın
güvenilirlik derecesiyle ilgili bilimsel olarak kabul edilebilir bir
kanıtın henüz olmadığını unutmamalıyız. Kulağınıza inanılmaz
geliyorsa, bunun nedeni güvenilirlikle yararlığın çok kolay bir­
birine karıştırılmasıdır. Arther 'ın verileri, yararlık hakkındadır.
Bize anlatmadığı şeyleri bir düşünün:
Yalan söylediğine hükmedilenlerin kaç tanesi bunu reddedip

236
Yalan A'llCısı Olarak Poligraf

kanuna aykırı bir davranışla ilgili itirafta bulunmadı ? Onlara


ne oldu? Bunlar da yararlıkla ilgili verilerdir ancak ön istihdam
araştırmaları için poligraf araştırmalarını savunanların çoğu, bu
rakamları konu dışı bırakır.
Yalancı teşhisi konulup da bunu reddedenlerin kaç tanesi
doğruyu söylüyordu ve aslında işe alınmalıydı ? Bu soruya (ne
kadar hakikate inanmama hatası yapıldığına) cevap vermek için
güvenilirlik çalışmalarına ihtiyaç vardır.
Yalan söylemediği neticesi alanların kaç tanesi gerçekte ya­
lancıydı ? Kaç tane hırsız, soyguncu, tecavüzcü vs. poligraf tes­
tini yanıltmıştı? Bu soruya (ne kadar bir yalana inanma hatası
yapıldığına) cevap vermek için güvenilirlik çalışmalarına ihtiyaç
vardır.
Bu konuyla ilgili kesin kanıtlar olmayışına şaşırıyorum. Ko­
lay olmayacağı ve ucuza gelmeyeceği belli ancak işe yararlık
verileri yeterli değildir. Hakikate inanmama hatasını bir kenara
bırakın, göze alınan risk, kaç tane yalana inanma hatası yapıldı­
ğını bilmemek için çok yüksektir.
Bu kanıtlar toplanıncaya kadar, istenmeyen adayların bir kıs­
mını bulup çıkardığı için, ne kadar hata yapılırsa yapılsın polislik
başvurusunda bulunanlara poligraf testi yapılmasını haklı gös­
terme konusunda bir tartışma yapılabilir. Hepsini ele geçiremese
de, hatta gerçekten mükemmel derecede iyi polis olacak aday­
lar kabul edilmese de (hakikate inanmama hatası kurbanları) bu,
ödenmesi gereken çok pahalı bir bedel olmayabilir.
Bu, toplumsal ve politik bir yargıdır. Bu iş, polis olarak göreve
alınacak adayların incelenmesinde poligrafın ne kadar güvenilir
olduğuyla ilgili bilimsel kanıtlar olmadığı bilinerek yapılmalıdır.
İstenmeyenlerin bir kısmını hiç yoktan ayıklıyor diye poligraf
testi yapılmasını savunanların, sadece bu uygulama sürecinde ne

237
Ne D1'Jündüğünü Biliyorum

kadar insanın haksız yere geri çevrildiğini belirlemek amacıyla


bir çalışma başlatıldığını gördüklerinde kendilerini sorumlu his­
sedeceklerine inanıyorum.

Casusları Yakalamak için Poligraf Testi


Muhabere istihbarat bilgilerine erişimi olan bir askeri çavuş,
(gizli bir serviste) sivil bir pozisyon için başvuruda bulunur. Po­
ligraf testi sırasında konuyla ilgili çeşitli sorulara tepki gösterir.
Test sonrası yapılan mülakatta çeşitli adi suçlar ve kanuna aykırı
işler yaptığını itiraf eder. Poligraf analisti, ilgili sorulara gösteri­
len devamlı ve özellikli tepkileri not etmiştir. Şahsın gizli bilgi­
lere erişimi engellenir ve hakkında bir soruşturma başlatılır. So­
ruşturma devam ettiği sırada otomobilinin içerisinde ölü bulunur.
Daha sonra Sovyetler Birliği adına casusluk olaylarına karıştığı
belirlenir.
Poligraf kullanımı hakkındaki Ulusal Güvenlik Aj ansı raporu,
rutin ön istihdam poligraf testiyle ajanların yakalanışını anlatan,
bunun gibi pek çok örnek verir. Tahmin edileceği üzere, ajan ol­
mayan bazı adaylar da (dürüst olup tamamıyla işe alınabilecek
insanlar) testte haşan gösterememişlerdir. NSA ne kadar ajan ya­
kaladığı ya da daha sonradan edinilen bilgilere göre poligrafın
kaç tane casusu teşhis edemediği hakkında bilgi vermiyor. Ancak
uyuşturucu kullanımı, eski ceza mahkumiyeti, zararlı faaliyetler
vs. gibi çeşitli itiraflardan dolayı ne kadar insanın reddedildiği
konusunda rakamlar veriyor. Rapor edilen bir dizi veri, güvenlik
belgesi gerektiren işler için ön istihdam poligraf sınavı yapılan
2902 kişi hakkındadır. Bu kişilerin yüzde kırk üçü dürüst sonu­
cu elde etmiş; fakat sonradan gelen bilgi, 2902 kişinin on yedi
tanesinin olumsuz bilgiler sakladığını göstermiş. Bunun sonucu
olarak bilinen bir yalana inanmama hata yüzdesi, yüzde birden

238
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

azdır (test edilen 2902 kişiden yüzde on yedisi). Adayların yüzde


yirmi biri, poligraf testinde başarısız olmuş ve daha sonra, işe
alınmalarına engel teşkil etmeyecek küçük itiraflarda bulunmuş.
yüzde sekizi poligraf testinde başarısız olmuş ancak herhangi bir
itirafta bulunmamış.
Bu yüzde sekiz, hakikate inanmama hatalarına örnek gösteri­
lebilir. NSA raporu bu kişilerden bahsetmez ancak verdikleri ra­
kamlarla ne kadar olmaları gerektiğini hesapladım. NSA, polig­
rafın kimin işe alınmasının doğru olacağını belirlemede kullanı­
lan bir araç olsa da asıl belirleyici olmadığının altını çiziyor. Testi
geçemeyen insanlarla daha sonradan mülakatlar yapılıp poligraf
testi sırasında belirli sorulara duygusal tepki gösterme sebepleri
açığa çıkarılmaya çalışılır. Gordon Barland, bana NSA'in polig­
raf testinde başarısızlıklarının nedeni açıklanamayan insanları
işe almadığını söyledi.
Yine, bunların güvenilirlik rakamları değil, sadece işe yararlık
rakamları olduğunu unutmamalıyız. Güvenilirlik verileri olmadan
müteakip sorulan cevaplandırmak mümkün değildir: Hala NSA' de
görevlerinin başında duran kaç tane başarılı yalancı vardır? NSA
kendi rakamlarına göre bunun yüzde birden az olduğunu söylüyor.
Ancak bunu destekleyen bir güvenilirlik çalışmaları yok. Polig­
raf testinin hiçbir yalancıyı elinden kaçırmadığını düşünseler de
bundan hiçbir zaman emin olamazlar. OTA raporunda şöyle yazar:
"Federal Hükümet'in en çok tespit etmek istediği kişiler, (örneğin,
ulusal güvenlik ihlalleri için) belki de en iyi şekilde motive olmuş
ve yakalanmamak için en iyi şekilde hazırlanmış olan kişilerdir."
Bir güvenilirlik çalışması zordur ama imkansız değildir. Daha ev­
vel anlattığım İ srailli polislerin araştırmalarında olduğu gibi karma
çalışmalar, bunun için uygun bir yaklaşım olabilir.
Karşı tedbirler poligrafı yanıltabilir mi? Bu olay, ilaç kullanımı,
kişinin dilini ısırması, hipnoz ve biyolojik geri bildirim gibi fizik-

239
Ne Düşündüğünü Biliyorum

sel faaliyetleri de içine alır. Karşı tedbirlerin bir dereceye kadar


işe yaradığını gösteren çalışmalar yapılmış olsa da ulusal güvenlik
başvurularında casus olan bir insanı tespit edememenin -bir yala­
na inanma- bedeli ağır ödendiğinden bu konuda daha fazla araştır­
ma yapılmalıdır. Gerçek bir casusun sahip olduğu düşünülen tek­
nik donanım ve uzman desteğiyle aylarca pratik yaparak poligrafı
karşı tedbirlerle yanıltmaya çalışan, "ajanlar"a ait olaylar üzerinde
odaklanılmalıdır. Eski Sağlık İşleri asistanı Doktor John Beary Ill,
" . . . poligrafa duyulan güvenin, ulusal emniyeti korumaktan çok
tehlikeye soktuğu konusunda Pentagon'u uyardım. Bana Sovyet­
ler Birliği'nin Doğu Bloğu ülkelerinin birinde, poligrafın nasıl ya­
nıltılacağını öğreten bir eğitim okulu olduğu söylendi. Savunma
Bakanlığı müdürlerinin çoğu poligrafın işe yaradığını düşündüğü
için, güvenlikle ilgili yanlış bir kanaate sahipler, bu da poligrafı
geçerek Pentagon' a sızmak isteyen bir Sovyet köstebeğinin işini
kolaylaştıracaktır" diyor. OTA raporu tarafından belirlenen bu ola­
sılığa rağmen, NSA'in karşı tedbirler üzerine sadece küçük ölçekli
pilot projeler yapıyor olması çok şaşırtıcıdır.
Yalancı olarak teşhis edildikleri halde bunu yalanlayan yüzde
sekizin kaçı (benim hesabıma göre 245 kişi) gerçekte yalan söylü­
yordu ve poligrafkaç dürüst kişi hakkında yanlış hüküm vermişti?
Bu soruya da sadece bir güvenilirlik çalışması cevap bulabilir.
OTA'nın sorularına NSA ve CIA'in verdiği cevaba göre bu ko­
nuda sadece tek bir güvenilirlik çalışması yapılmıştır - ulusal gü­
venlikle hiçbir alakası olmayan sorular ve asıl gerçeği belirleyecek
kriterler hakkında belirsizliklerin bulunduğu ve öğrencilerin kulla­
nıldığı bir analog çalışmasıdır! Böylesine önem taşıyan bir konuda
çok az çalışma yapılmış olması şaşırtıcıdır. Hakikate inanmama
hataları göz ardı edilse bile, böyle bir tehlike söz konusu olduğun­
da, bir yalana inaruna hatasına karşı azami dikkat gösterilmelidir.
Şüphesiz, güvenilirlik verileri olmasa da düşmanın eline

240
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

geçtiğinde ülke güvenliğini tehlikeye sokacak bilgilere erişim


imkanı tanıyan pozisyonlara başvuran adayların araştırılması
hususunda poligraf kullanımı için güçlü bir dosya hazırlanabilir.
Birleşmiş Milletler Avukatı General Richard K. Willard kısa ve
öz olarak şöyle der: "Poligraf kullanımı, gerçekte kalifiye olan
bazı elemanların adaletsizce işten çıkarılmasına yol açmasına
rağmen, bunun sadece ulusal güvenlik için risk taşıyan adayla­
rın işe alımını önlemede daha önemli olduğunu düşünüyoruz."
Lykken, gizli meselelerle ilgilenen birimlerde poligraf kullanı­
mıyla ilgili Britanya'nın aldığı son karar üzerine yaptığı yoru­
munda karşıt bir görüş ortaya atar: "Masum insanların isimleri­
ne ve kariyerlerine verdiği zarar haricinde bu karar, hükümetin
işine en bağlı sivil hizmetkarlarının bazılarını kaybetmesiyle
sonuçlanabilir . . . [ve] daha pahalı ancak daha etkili güvenlik
uygulamalarına meyil olduğu için, bir kez poligraf testi uygu­
lanmaya başlandığında bu karar poligrafı yanıltmak üzere eği­
tim alan yabancı ajanların daha kolay içeri sızmasına yarayan
kapıları sonuna kadar açabilir.

İş Üstünde PoligrafAraştırmaları

İ stenmeyen kişilerin istihbarat ajanı, mücevherat peraken­


decisi, süpermarket tezgahtan olmalarının engellenmesi için
denemeye değiyorsa, fark ettirmeden çalıp çalmadıklarını gör­
mek için işe alındıktan sonra düzenli aralıklarla işçilere polig­
raf testi uygulanmasının faydalı olabileceği açıkça görülecek­
tir. Bu pek çok işte uygulanmaktadır. Ve yine, bu şekilde kul­
lanıldığında poligraf testinin güvenilir olup olmadığıyla ilgili
herhangi bir bilgi yoktur. Muhtemelen yalan taban oranı, daha
düşüktür: Çürük elmaların çoğu önceden ön istihdam testinde
ayıklanmıştır ve iş başvurusunda bulunan adaylara göre daha az

241
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Gerçekten Düıüst
Olanlar

Gerçek
Yalancılar

Gerçekten Düıüst
Olanlar

Gerçek
Yalancılar

DEGERLENDİRİLEN DEGERLENDİRİLEN
YALANCILAR DÜRÜST İNSANLAR

POLİGRAF TESTİ SONUÇLARI


Test edilen 1 000 kişinin %20'si (200 kadarı) yalancı
Resim 7

sayıda işçinin saklayacak bir şeyleri vardır. Yalan taban oranı ne


kadar düşükse, yanlış karar sayısı da o oranda artar. Bu kez ya­
lan taban oranını yüzde yirmi değil de yüzde beş kabul ederek,
poligrafın yüzde doksan oranında güvenilir olduğunu varsaydığı­
mız daha önce verilen bin işçi örneğini ele aldığımızda, sonuçlar
şu şekilde çıkacaktır: Kırk beş yalancı doğru bir şekilde teşhis
edilecektir, ancak doksan beş kişiye hatalı olarak yalancı teşhisi
konulacaktır. Sekiz yüz elli beş kişiye doğru bir şekilde dürüst
teşhisi konulacaktır, ama beş yalancı, hatalı olarak dürüst teşhisi
konulma nedeniyle aradan kaçıp gidecektir.

242
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

Gerçekten Düıüst
Olanlar

Gerçekten Düıüst
Olanlar

Gerçek
Yalancılar

Gerçek
Yalancılar

DEGERLENDİRİLEN DEGERLENDİRİLEN
YALANCILAR DÜRÜST İNSANLAR

POLİGRAF TEST SONUÇLARI


Test edilen 1 000 kişinin %5 'i (50 kadarı) yalancı
Resim 8

Resim 7 ve 8, böyle düşük bir yalan taban oranının etkileri­


ni grafiksel olarak göstermektedir. Taban oranlarındaki değişik­
lerin, hatalı olarak yalancı teşhisi konulan insanların sayılarını,
ne derece etki lediğini belirginl eştirmek için tahmini güvenilirlik

243
Ne Düşündüğünü Biliyorum

oranını yüzde doksana sabitledim. 3 9 Yalan tabanı yüzde yirmi


olduğunda, her bir yanlış teşhis konulan düıii st insana karşılık
ortalama iki yalancı yakalanır. Yalan taban oranı yüzde beş oldu­
ğunda durum tersine döner, her bir yalancıya karşılık, iki düıiist
insan hakkında yanlış hüküm verilir.
Güvenilir test sonuçlan elde edilmesini zorlaştırabilen, test
olmanın sebep olduğu kızgınlığın değişkenliği tartışması, bu
konu için de geçerlidir. Hatta işçiler işe alındıktan sonra, görev
başındayken poligraf testi uygulanmasına, iş aradıkları sıralarda
olduğundan daha fazla kızgınlık gösterebilirler.
İ stihdam öncesi poligraf testi yapılması konusundaki ge­
rekçelerin aynısı, işe devam ettikleri süre zarfında NSA tarzı
kurum çalışanlarına ya da polislere poligraf testi uygulanması
konusunda da gösterilebilir. Görevleri suistimale ve yolsuzluk
olaylarına müsait olmasına rağmen polis bu uygulamayı nadi­
ren kullanır; bir yolsuzluk olayı olduğunda olayı doğrulamak
için dava açılabilir. NSA, birtakım görev başı poligraf testleri
uygular. Bir işçi testte başarısız olduğunda, sonradan yapılan
mülakat bunun sebebinin ne olduğunu bulamazsa bir güvenlik
soruşturması başlatılır. Sorun halledilemediğinde -bir işçinin
sürekli poligraf testinde başarısız olduğu ancak kanuna aykırı
hiçbir şey bulunamadığı bir durumda- ne olacağı konusundaki
soruma verilen cevap : Hiçbir zaman böyle bir olayın meyda­
na gelmediği, bu tür bir meselede durum bazında hüküm ver­
mekten başka bir çare olmadığı ve aynı zamanda hiçbir zaman
böyle bir kararın verilmek zorunda kalınmadığıydı . Bu çok
hassas bir durum olurdu. Yıllardır çalışan bir elemanı, sadece
poligrafta sürekli başarısız olduğu için, yanlış bir şey yaptığına

39Yeterli çalışma olmadığından , her iki durumda da güvenilirliğin ne olabi­


leceğini belirlemenin hiçbir yolu yoktur. Ancak rakamın yüzde doksan kadar
yüksek olması olası değil .

244
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

dair herhangi bir delil olmaksızın kovmak gerçekten zor ola­


caktır. Eğer masumsa, haksız yere kovulmuş olmanın öfkesi,
onu çalıştığı sırada öğrendiği gizli bilgileri başkalarına verme
isteği uyandırabilir. Böyle olduğu halde her seferinde kendisi­
ne, "Geçen yıl yabancı bir ülkenin aj anlarına bilgi verdin mi?"
diye sorulduğunda, şahıs "hayır" dediği zaman poligraf duy­
gusal bir tepki verildiğini gösterdiğinde, hiçbir şey yapmadan
beklemek de zor olacaktır.

Sızıntıları Yakalama ve Caydırma Teorisi


Poligrafın gündeme gelen bir başka yeni kullanım şekli, gizli
bilgileri yetkisiz bir şekilde dışarıya sızdıran hükümet görevlile­
rini, Savunma Bakanlığını işe karıştırmadan belirlemektir. Şim­
diye kadar, bu tür araştırmaların tümü, kriminal olaylar olarak
işlem görmüştür. Eğer 1 983 'te Reagan tarafından teklif edilen
değişiklikler yürürlülükte olsaydı, yetkisiz açıklamalar "idari"
meseleler olarak görülecekti. Bir işçinin bilgi sızdırdığına inanan
herhangi bir birim başkanı, işçiden bir poligraf testi olmasını is­
teyebilirdi. Bunun dışarı sızdırılan dokümanlara erişimi olan tüm
elemanlardan mı -poligraf kullanımındaki hata oranının fazla,
yalan taban oranının düşük olduğu durumlarda- yoksa sadece
evvelki araştırmaların muhtemel suçlu olarak gösterdiği kişiler­
den mi talep edileceği net değildir.
OTA raporu, yetkisiz açıklamalarla ilgili yalan belirleme konu­
sunda poligraf güvenilirliğini belirlemek için herhangi bir çalışma
yapılmadığını belirtmektedir. Lakin FBI bu konuda araştırma yap­
mıştır, sundukları veriler, dört yıl içinde bu tarz yirmi altı dava­
da poligrafın başarılı bir şekilde kullanıldığını gösterir - poligraf
testini geçemeyip itiraf edenlerin çoğunda başarılı. Fakat FBI 'ın
poligraf kullanımı, yeni yönetmelikler tarafından müsaade edilen­
lerden farklıdır. FBI yetkisiz bilgi sızdırma ihtimali olanların hep-

245
Ne Düşündüğünü Biliyorum

sini test etmemiştir (Böyle bir işlem, poligrafın tarama ağı kulla­
nımı olarak adlandırılır). Bunun yerine, bir ön araştırma tarafından
önerilen daraltılmış şüpheli grubunu test etmişti, bu nedenle yalan
taban oranı bir tarama ağında olduğundan daha yüksek, hata oranı
da daha düşüktü. FBI yönetmelikleri, "çok sayıda subje hakkında
tarama ağı araştırması yapılması ya da bilinen yöntemlerle yapılan
mantıksal soruşturmaların yerine geçmesi" durumunda poligraf
testi kullanımını yasaklar. 1 983 'te önerilen yeni yönetmelikler, ta­
rama ağı poligraf kullanımına izin veriyordu.
Kriminal bir eylem yaptığından şüphelenilen insanlara polig­
raf testi uygulandığında test edilen insanların çeşidi, imtihanın
içeriği ve poligraf yönetimindeki sınav prosedürlerinin farklılık
göstermesi muhtemeldir. Bir işçi test olmazsa gizli bilgilere eri­
şim hakkını kaybedeceğinden, tahmin edileceği üzere kızgınlık
fazla olacaktır. NSA' in kendi görevlileri üzerinde yaptığı anket,
NSA çalışanlarının poligraf testi yapmanın mazur görülebile­
ceğini düşündüklerini gösteriyor. Bu doğru olabilir fakat anket
isimlerin gizliliğini garanti altına alan bir yöntemle yapılmadık­
ça, poligraf testine içerleyenler bunu itiraf etmeyebilir. Diğer
birimlerdeki hükümet görevlilerinin, poligraf testinin sızıntıları
yakalamada mazur görülebileceğini düşünmesinin daha az olası
olduğuna inanıyorum, özellikle de amaç ulusal güvenlikten çok
yönetime zarar verecek bilgiyi kontrol altında tutmak olduğunda.
Birleşmiş Milletler Avukatı General Willard, Meclis poligraf
kullanımı konusunda oldukça geçerli bir başka gerekçe ile ilgi­
lenmezden evvel bir itirafta bulundu: "Poligrafın bir diğer fay­
dası, başka yöntemlerle teşhis edilmesi zor olan belirli suistimal
çeşitleri üzerinde caydırıcı etkisi olmasıdır. Poligraf sınavlarına
tabi tutulacaklarını bilen işçilerin, bu tarz suiistimallerden uzak
durması muhtemeldir." Bu göründüğü kadar güzel işlemeyebilir.
Şüpheliler istihbarat birimi elemanı olmadığı için poligraf testi

246
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

yetkisiz açıklamalar hakkında yalan söyleyenleri yakalamaya ça­


lışılırken muhtemelen daha çok hata yapacaktır. Durum böyle ol­
masa -ve kimse durumun bu şekilde olduğunu bilmese de- eğer
test olan insanlar böyle düşünüyor ya da en azından kimsenin
bilmediğini biliyorlarsa, caydırıcılık başarısızlığa uğrayabilir.
Poligraf, test olacak kişilerin çoğunluğu işe yarayacağını düşün­
düğünde işe yarar. Yetkisiz açıklamalar için poligraf kullanmak,
masum insanların, doğru ya da yanlış, korkmalarına ve test olma­
ları nedeniyle tam olarak tıpkı suçlu insanlar gibi sinirlenmeleri­
ne neden olabilir.
Testin işe yarayıp yaramamasının önemi olmadığı hususun­
da itirazlar olsa da bazı kişiler üzerinde caydırıcı etkisi olabilir;
hakkında yanlış hüküm verilen herhangi bir masum insanı ceza­
landırma konusunda etik ikilemin önüne geçilmiştir, testi geçe­
meyenlere ceza verilmesine gerek yoktur. Ancak poligraf tarafın­
dan bir yalancı olarak belirlenmenin sonuçlan önem taşımıyorsa,
muhtemelen test hiçbir işe yaramayacaktır ve testi geçemeyenle­
rin cezalandırılmadığı biliniyorsa, kesinlikle caydırıcılık değeri
fazla kalmayacaktır.

Aldatma Belirtileriyle
Poligrafın Karşılaştırılması

Poligraf analistleri, birinin yalan söyleyip söylemediği konu­


sundaki hükümlerini sadece poligraf grafiğine bakarak vermez­
ler. Poligraf analisti yalnız ön araştırmaların ortaya çıkardığı şey­
leri bilmez, sınav prosedürlerini açıklayıp sınavda kullanılacak
sorulan hazırlarken de bilgi edinir. Analist, aynı zamanda ön test,
test esnası ve test sonrası yapılan mülakatlar boyunca subjenin
yüz, ses, davranış ve konuşma tarzından izlenimler edinir. Bir
şüphelinin yalan söyleyip söylemediği hususunda karar verirken,

247
Ne DU,ündüğünü Biliyorum

bir analistin poligraf grafiğine ek olarak aldatma belirtilerini dik­


kate alıp almaması görüşü hakkında iki ekol vardır. Gördüğüm
kadarıyla aldatma belirtilerini dikkate alanların kullandığı ma­
teryaller, en son yayınlanmış araştırma bulgularına dayanmayan,
büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiş şeylerdi. Bunlar davranışsa!
aldatma belirtilerinin nasıl yorumlanacağı hakkında birkaç yanlış
görüş ile bazı doğru düşünceleri içeriyordu.
Sadece dört çalışma, poligraf operatörlerinin subjeleri incele­
meksizin yalnız poligraf grafiklerine bakarak verdiği yargılarla,
aldatma belirtileri ve poligraf testlerine dayanılarak yapılan yar­
gılan karşılaştırdı. İ ki çalışma, yalnızca aldatma belirtilerine da­
yanılarak verilen hükümlerin kesinliğinin, poligraf grafiklerinin
kesinliğine eş değer olduğunu gösterdi ve bir çalışma, aldatma
belirtilerinin sağladığı yargılar güvenilir olsa da poligraf kayıt­
larından elde edilenler kadar güvenilir olmadığını buldu. Bu üç
çalışma, önemli hatalar da içeriyordu: Asıl gerçek hakkındaki
belirsizlik, incelenen şüpheli ya da değerlendirme yapan analist
sayısının az olması gibi . Bu problemler henüz yayınlanmayan
dördüncü çalışmada, Raskin ve Kircher tarafından giderilmiştir.
Sadece poligraf grafiklerine bakılarak şüpheliyi görmeden veri­
len hükümler, şans eseri bilme ihtimalinden çok daha iyi bir dere­
ce elde ederken, aldatma belirtilerine dayalı yargıların şans eseri
bilme ihtimalinden daha iyi bir derece elde edemediğini ortaya
çıkardılar.
İ nsanlar sık sık yanlış yönlendirilir, yanlış yorumlar ya da
aldatma belirtilerini gözden kaçırırlar. İ nsanların videoteyple­
rimizi izleme yoluyla, öğrenci hemşirelerin duygularını tarif
ederken yalan ya da doğru söyleyip söylemediklerini belirle­
yemedikleri çalışma raporumuzu (3 . Bölüm' ün başı) hatırlayın.
Ancak, biz tanınmayan aldatma belirtileri olduğunu biliyorduk.
Bu hemşireler, ameliyat filmlerini izlerken hissettikleri negatif

248
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

duyguları gizleyerek yalan söylediklerinde ses perdeleri biraz


daha yükselmişti, konuşmalarını resmetmek için daha az el ha­
reketi yapıyorlardı ve daha fazla silkinme simgesel kayması
yapmışlardı. Bu subjeler üzerinde yaptığımız yüz ölçümlerini
daha yeni bitirdik ve henüz sonuçları yayınlamak için zaman
bulamadık ancak yalan teşhisindeki her şeyden çok daha fazla
ümit vadediyor gibiler. Yüz ölçümlerinin en güçlü olanı, sözde
mutlu gülümsemelerin içine gizlenmiş bıkkınlık ya da sıkıntı
duygularını belli eden kas hareketlerinin göze çarpmayan belir­
tilerini gösterenlerdir.
İ nsanların göremediği ya da hakkında bir şey bilmediği bir
bilgiyi değerlendiriyor olmalıydık. Bir sonraki yıl cevabın han­
gisi olduğunu bulacağız. Bir grup insana, görmeye çalışacakları
şeyleri öğrettikten sonra video filmleri izleteceğiz. Eğer verdik­
leri kararlar hala yanlışsa, davranışsa! aldatma belirtilerini fark
etmedeki güvenilirliğin, ağır çekim, tekrar inceleme ve kesin öl­
çüm gerektirdiğini bileceğiz. Benim tahminim verilen eğitimin
bir sonucu olarak, tam ölçümleme kadar olmasa da, güvenilirli­
ğin yüksek olacağı yönündedir.
Bu, tecrübesiz olmayan, eğitilmiş gözlemcilerle yapılan al­
datma belirtilerinin ölçümleri, poligraf grafiklerine göre yapılan
yargıların doğruluğunun karşılaştırıldığı Raskin ve Kircher' ınki
gibi çalışmalar için önemli olacaktır. En azından birkaç şüpheli
bulacağımıza inanıyorum, yalnız poligraf grafiklerine bakılarak
yapılan yargılara, davranışsa! ölçümlerin eklenmesi yalan belir­
lemenin güvenilirliğini artıracaktır. Davranışsa! aldatma belirti­
leri hangi duygunun hissedildiği hakkında bilgi verebilir. Polig­
raf grafiğindeki hareket belirtilerine neden olan duygu, heyecan
mı, sıkıntı mı, şaşırma mı, öfke mi yoksa korku mu?
Poligraf kayıtlarının bizzat kendisinden de hangi duygunun
'
hissedildiği konusunda böyle belirli bilgilerin elde edilmesi aynı

249
Ne Düşündüğünü Biliyorum

şekilde mümkün olabilir. Her duygu için farklı bir otonom si­
nir sistemi hareket dizinimi öneren bulgularımızı hatırlayın (3 .
Bölüm'ün sonunda açıklandı). Yalan belirlenirken poligraf gra­
fiklerini değerlendirmede henüz hiç kimse böyle bir yaklaşımı
denemedi. Belirli duygular hakkındaki bilgi -ister poligraf, ister
aldatma belirtilerinden elde edilmiş olsun- hem bir yalana inan­
ma hem de hakikate inanmama vakalarını azaltmaya yardımcı
olabilir. Araştırılması gereken bir diğer konu da yalancı olarak
teşhis edilmekten kurtulmak için kullanılan gelişmiş karşı tedbir­
lerin, davranışsa! belirtiler ve poligraf grafiğinin birleştirilmesi
yoluyla ne kadar iyi ayırt edilebildiğidir.
Poligraf, tam bir iş birliği içinde olan ve rıza gösteren şüphe­
liler üzerinde kullanılabilir. Aldatma belirtileri ise, şüphe edilen
yalancı zan altında olduğunun farkında olmadan, önceden haber
vermeden, izin alınmadan her zaman yorumlanabilir. Bazı uy­
gulamalarda poligraf testi kanun dışı kabul edilirken, hiç kimse
yalan teşhisinde davranışsa! belirtilerin kullanılmasını kanun dışı
ilan edemez. Poligraf testi, bilgi sızdıran hükümet görevlilerini
yakalama konusunda yasallaştınlamasa da yalan avcıları bu şüp­
helilerin davranışlarını dikkatle inceleyebilirler.
Aldatılma durumu olduğu düşünülen pek çok vakada -ister
diplomatik, ister pazarlık ya da evlilik hususunda olsun- bir
poligraf testi söz konusu olmaz. Güven beklenmiyor olmasının
önemi yoktur; hatta soru türevinden şeyleri sorma imkanı bile
yoktur. Ebeveyn, çocuk, arkadaş ve eş olarak güven duyulması
beklendiğinde, poligraf olmadan, sorulacak direkt ardışık sorular
bile ilişkiyi tehlikeye sokabilir. Çocuğu üzerinde, pek çok yalan
avcısının şüphelendiği kişi üzerindeki otoritesinden daha fazla
otoriteye sahip olmasına rağmen bir ebeveyn, bu sorgulamanın
bedelini ödemeyi göze alamayabilir. Çocuğun masum olduğuyla
ilgili ilk iddialarını kabul etmemek, çocuk itirafta bulunsa bile,

250
Yalan Avcısı Olarak Poligraf

ki tüm çocuklar böyle bir şey yapmaz, ilişkilerini kalıcı olarak


zedeleyebilir.
Bazı insanlar yanlış yönlendirilme olasılığını azaltmak için
hiçbir şey yapmadan, hayatı olduğu gibi kabullenip insanları
söylediği sözlerle değerlendirerek, yalanlan ortaya çıkarmayı
denememenin, ahlaki ya da yapılacak en iyi davranış olduğunu
düşünebilirler. Yapılan tercih, aldatılma riskini artırma anlamına
gelse bile, bir insanı haksız yere yalancı olarak suçlama riskini
göze almamaktır. Bazen bu belki de yapılacak en iyi tercihtir.
Riskin ne olduğuna, şüphe altındaki kişiye, yanlış yönlendirilme
olasılığının ne olduğuna ve yalan avcısının başka insanlara kar­
şı tutumuna göre değişir. Updike ' ın romanı Marry Me de Jerry,
'

karısı Ruth yaşadığı ilişki hakkında yalan söylerken onun dürüst


olduğuna inanmakla ne kaybederdi ve bu, gerçekte sadık bir eş
olma durumunda, eşinin yalan söylediğini varsaymanın kazan­
dırıp kaybettireceği şeylerle nasıl karşılaştırılabilirdi? Bazı evli­
liklerde haksız yere yapılan suçlamanın verdiği zarar, yeterince
kanıt toplanıncaya kadar bir aldatmanın sürmesine göz yumma­
nın verdiği zarardan daha büyük olabilir. Ancak olay her zaman
bundan ibaret değildir. Her durumun detaylarına göre değişir.
Bazı kişilerin fazla seçeneği yoktur; bir yalana inanma riskinden
çok şüphelenmiş olabilirler, aldatılmaktansa haksız bir suçlama
yapmak onlara göre daha iyidir.
Hangisinin göze alınacağı konusunda karar vermeye çalışır­
ken, neyin daima dikkate alınacağı hakkındaki tek tavsiye, po­
ligrafya da davranışsa/ aldatma belirti/erinden herhangi birine
dayanarak hiçbir şekilde birinin yalan söyleyip söylemediği ko­
nusunda tam olarak karar verilmemesidir. 5 . Bölüm tehlikeleri
ve bu tehlikeleri en aza indirgemek için kullanılabilecek önlem­
leri açıklamaktadır. Bu bölüm ise, bir poligraf grafiğinin yalan
söylendiğini gösteren bir delil olarak yorumlanmasına ilişkin

251
Ne Düşündüğünü Biliyorum

tehlikelere açıklık getirdi. Yalan avcısı, herhangi bir vücut ha­


reketinin, ifadenin ya da poligraftaki bir hareketliliğin yalan ya
da doğru söylendiğine işaret edebileceği ihtimalini daima hesa­
ba katmalıdır, bunlar nadiren tamamıyla kesin bir anlam taşır.
Bir duygunun, tam bir yüz ifadesi içinde kendini gösterip yalana
ters düştüğü ya da bir sayıp sövme sırasında gizlenen bilginin bir
bölümünün ağızdan kaçırıldığı nadir görülen bu tarz olaylarda
şüpheli de durumu fark edip itirafta bulunacaktır. Çoğunlukla,
poligrafta olduğu gibi, dürüstlüğe ya da yalancılığa işaret eden
davranışsa] belirtilerin görülmesi, sadece daha geniş çaplı bir
araştırma başlatılıp başlatılmamasına karar vermeye yönelik bir
kaynak olabilir.
Yalan avcısı, yalanı herhangi bir hata yapılıp yapılmama ola­
sılığı yönünden de bilhassa değerlendirmelidir. Bazı aldatmaların
üstesinden gelmek çok kolay olduğu için aldatma belirtilerinin
yüzeye çıkma ihtimali azdır. Bazı yalanların üstesinden gelmek
ise oldukça zordur, bu nedenle bir sürü hata yapılır ve böylece
incelenecek pek çok aldatma belirtisi ortaya çıkar. Bir sonraki
bölüm, bir yalanın tespit edilebilirliğinin kolay ya da zor olup ol­
mayacağını hesaplamada nelerin göz önünde bulundurulacağını
açıklamaktadır.

252
YEDİ

Yalan Kontrolü

Y
lanların çoğu, kimse yalanın nasıl yakalanacağını
anlamaya çalışmadığı için başarılı olur. Genellik­
e bunun çok önemi yoktur. Ancak göze alınan risk
yüksek olduğunda -yanlış yönlendirildiğinde kurbanın ciddi bir
şekilde zarar gördüğü ya da yalancının yakalandığında ciddi bir
şekilde zarar görüp dürüst olduğu kanaatine varılmasından men­
faati olduğunda- bu çalışmayı yapmak için bir neden vardır. Ya­
lan kontrolü, çabucak halledilecek kolay bir görev değildir. Hata
yapılma ihtimalinin olup olmadığı ve eğer hata ihtimali varsa,
ne çeşit hataların olası olduğu ve bu hataların bazı davranışsa}
belirtiler dahilinde nasıl anlaşılabileceği hesaplanırken dikkate
alınması gereken pek çok soru vardır. Sorular, yalanın mahiyeti,
yalancı ve yalan avcısının özellikleriyle ilgili olmalıdır. Kimse
bir yalancının başarısız olacağından ya da dürüst bir kişinin ak­
lanacağından kesinkes emin olamaz. Yalan kontrolü, sadece bil­
giye dayalı bir tahmin yapmayı sağlar. Ancak böyle bir tahminde
bulunmak hem bir yalana inanma, hem de hakikate inanmama
hatalarını azaltır. Hiç değilse, yalan avcısını ve yalancıyı, bir ya­
lancının yakalanıp yakalanmayacağını kestirmenin ne derece zor
olduğu konusunda bilinçlendirir.
Yalan kontrolü, şüphelenen kişiye şüphelerini doğrulama ya

253
Ne Düşündüğünü Biliyorum

da çürütme ihtimalini hesaplama imkanı verir. Bazen bulacağı


tek şey, Othello'nun da bilmesi gerektiği gibi hiçbir şeyi tahmin
edemeyeceğidir. Ya da hangi hataların olası olduğunu ve neye
bakıp neyi dinleyeceğini öğrenebilir. Yalan kontrolünün bir ya­
lancıya da faydası olabilir. Bazı yalancılar, onların aleyhine olan
olasılıkları görüp yalanlarına devam etmez ya da yalan söyleme­
ye hiç girişmezler. Bazıları ise bir yalanla kurtulmanın ne kadar
kolay olduğunu görüp bundan cesaret alabilir ya da yapabilecek­
leri muhtemel hatalara engel olmak için çabalarını neyin üzerine
odaklamaları gerektiğini öğrenebilirler. Bir sonraki bölümde, bu
ve diğer bölümlerdeki bilgilerin, neden yalan avcısından çok ya­
lancıya fayda vereceğini açıklayacağım.
Bir yalan kontrolü yapılırken otuz sekiz soru cevaplandırıl­
malıdır. Bu soruların çoğu, diğer meselelerin açıklandığı daha
önceki bölümlerde de bahsedildi. Henüz açıklamaya gerek gör­
mediğim birkaç soru ilavesiyle bunları tek bir kontrol listesinde
topladım. Bazı yalanların neden kolay, bazılarının neden zor ol­
duğunu göstermek için kontrol listesini kullanarak birkaç farklı
yalanı tahlil edeceğim (otuz sekiz sorunun tam listesi, ekte Tablo
4 olarak yer almaktadır).
Yalancıya kolay gelen bir yalan, birkaç küçük hataya neden
olduğu için yalan avcısı açısından tespiti zor bir yalan olacaktır.
Kolay bir yalanda duyguların taklit edilmesine ya da gizlenmesine
ihtiyaç duyulmaz, yalanı pratik yapmak için yeterli fırsat vardır,
yalancı yalan söyleme konusunda deneyimlidir ve hedef, yani po­
tansiyel yalan avcısı şüphelenmez. "Acımasız iş hayatında kelle
avcıları, yöneticilere nasıl gizlice yaklaşır?" adlı bir gazete yazısı,
bu tarz birkaç kolay yalandan bahsetmektedir.
Kelle avcıları, bir rakip firmada göreve yerleştirmek amacıyla
başka bir firmadan ayartılması mümkün yöneticileri bulur. Hiç­
bir firma değerli adamlarını rakiplerine kaptırmak istemediğin-

254
Yalan Kontrolü

den, kelle avcıları olası adaylar hakkında bilgi almaya yönelik


girişimlerinde dürüst olamaz. Bir New York firmasında kelle av­
cısı olarak görev yapan Sara Jones, bir endüstriyel araştırmacı kı­
lığında "hedef'inden istediği bilgiyi nasıl aldığını anlatır: "' Eği­
tim ve kariyer tercih yöntemleri hakkında bir çalışma yapıyoruz.
Size bu konuda birkaç soru sorabilir miyim acaba? İ sminizle
değil, sadece kariyer ve eğitiminizde izlediğiniz yol hakkında­
ki istatistiki bilgilerle ilgileniyorum' ve adama kendisiyle ilgili
her şeyi sorarım: Ne kadar para kazandığını, evli olup olmadığı­
nı, kaç yaşında olduğunu, çocuk sayısını . . . Kelle avcılığı, diğer
insanları size bilgi vermesi için yönlendirmektir. Yapılan iş tam
olarak budur." Bir başka kelle avcısı işi hakkında şöyle der: "Bir
partide insanlar bana ne iş yaptığımı sorduğunda onlara hayatımı
idame ettirmek için yalan söylediğimi, çaldığımı ve kandırdığımı
söylüyorum."
1 . Bölüm' de anlattığım psikiyatrik hasta Mary' nin röportajı,
çok zor bir yalanı örneklemektedir:
Doktor: Pekala Mary, bugün nasıl hissediyorsun bakalım?
Mary: İ yi hissediyorum Doktor Bey. Biliyorsunuz, ah . . . haf­
ta sonunu ailemle geçirmeyi dört gözle bekliyorum. Hımın,
hastaneye geleli beş hafta oluyor.
Doktor: Artık karamsar duygular hissetmiyor musun, Mary?
Şu an intihara dair hiçbir niyeti n olmadığından emin misin?
Mary : Bu konu hakkında çok utanıyorum. Hayır, şu anda o
şekilde hissetmediğimden eminim. Sadece evime gidip ko­
camla birlikte olmak i stiyorum .

Hem Mary hem de Sara yalanlarında başarılı oldular. İ kisi de


yakalanmadı ancak Mary ' nin yakalanması mümkündü. Bütün
olasılıklar Mary ' nin aleyhine, Sara ' nın avantaj ına idi. Mary ' nin
yalanı, başarı lması çok daha zor olan bir yalandı. Ü stelik Mary

255
Ne Düşündüğünü Biliyorum

kötü bir yalancıydı ve doktorunun yalan avcısı olarak birkaç


avantajı vardı. Öncelikle yalan avcıları ve yalancıların özellik­
lerinden tamamen ayn olarak, kendi içlerinde farklılık gösteren
yalan biçimlerini ele alalım.
Mary, duygulan hakkında yalan söylemek zorundaydı ancak
Sara'mn böyle bir zorunluluğu yoktu. Mary onu intihar etmeye
sevk eden ızdırabını gizliyordu. Bu duygular kendini belli edebi­
lir ya da bunları gizlemenin verdiği sıkıntı, onun pozitif duygula­
n taklit ettiğini açığa çıkarabilirdi. Mary, Sara'dan farklı olarak,
duygulan taklit etmenin yanı sıra söylediği yalanın kendisi için
de güçlü duygular hissediyordu ki bu duygulan da gizlemesi ge­
rekiyordu. Sara'ya -görevinin bir parçası olarak- yalan söylemesi
için yetki verildiğinden, yalan söylediği için suçluluk hissetmiyor­
du. Mary'nin ruhsat verilmeyen yalanı, suçluluk duygusuna neden
oluyordu. Bir hastadan, kendisine yardım etmek isteyen doktoruna
karşı dürüst olması beklenir, üstelik Mary doktorundan hoşlanı­
yordu. Bunun yanı sıra Mary kendini öldürmeyi planladığı ve ya­
lan söylediği için de suçlu hissediyordu. Yalan söyleme esnasında
duygu hissedilen yalanlar, en zor o/anlardır; duygular ne kadar
yoğunsa ve ne kadar çok sayıda gizlenecek duygu varsa, yalan
o kadar zor olur. Şu ana kadar Mary'nin ızdırap hissetmesine ek
olarak, neden suçluluk ya da utanç duyabileceğinden bahsettim.
Böylece yalanı değerlendirme konusundan yalancıların analizine
geçtiğimizde Mary'nin saklanması gereken dördüncü bir duyguyu
neden hissettiğini anlayabileceğiz.
Sara, yalan söyleme konusunda Mary'den daha tecrübeli ve ye­
tenekliydi. Mary daha evvel acılarım ve intihar planlarım gizleme­
yi denememiş ve herhangi bir konuda bir psikiyatriste yalan söy­
leme girişiminde bulunmamıştı. Deneyimsiz oluşu yakalanmaktan
korkmasına neden oluyordu ve bu korku da, tabii ki, saklanması
gereken duyguların ağırlığına eklenerek kendini belli edebilirdi.

256
Yalan Kontrolü

Psikiyatrik yönden hasta oluşu, onu korku, suçluluk ve utanç duy­


gularına karşı daha da savunmasız kılıyordu. Dahası, bu duygulan
saklaması pek mümkün değildi.
Mary, doktorunun soracağı sorulara hazırlıklı değildi ve iz­
leyeceği stratejiyi yalan söylediği sırada belirlemeliydi. Sara'da
ise durum tam tersiydi. Bu tür yalanlan uygulayarak pek çok kez
pratik yapmıştı, geçmiş başarılan nedeniyle kendi kabiliyetlerin­
den emindi ve üzerinde iyi çalışılmış, prova edilmiş bir strateji­
si vardı. Aynca Sara'nın, sık sık kendini de inandırarak rolleri
başarılı bir şekilde canlandırmasına imkan veren bir oyunculuk
geçmişi vardı ve bu onun için bir avantaj dı.
Yalan avcısı olarak doktor, yöneticilere göre üç konuda daha
avantajlıydı. Bu bir ilk görüşme değildi ve Mary'yi daha önceden
tanıyor olması, bireysel farklılıkların dikkate alınmamasından
doğan Brokaw Tehlikesi 'ne karşı daha iyi korunmasına imkan
veriyordu. Üstelik psikiyatrların tümü gizlenen duyguların na­
sıl ayırt edileceği konusunda herhangi bir eğitim almamışken,
doktorun bu tarz bir becerisi vardı ve yöneticilerin aksine doktor
böyle bir duruma karşı hazırlıklıydı. İntihara meyilli kişilerin bir­
kaç hafta hastanede kaldıktan sonra, hastaneden çıkıp kendilerini
öldürebilmek için gerçek düşüncelerini gizleyebilecekleri konu­
sunda eğitilmişti ve aldatılma olasılığına karşı ihtiyatlıydı.
Mary'nin yaptığı hatalar, konuşmasında, sesinde ve ifadele­
rinde çok belirgindi. Bir yalancı gibi alıştırma yapmamıştı ve iyi
bir konuşmacı değildi, ses tonuyla ve seçtiği kelimelerle aldat­
ma belirtilerine neden oluyordu: Konuşma hataları, lafı ağzında
dolandırma, stratej isinde tutarsızlık ve konuşmasında duraksa­
malar. Üstelik hissettiği güçlü negatif duygular da konuşmasın­
da bu tür hatalar yapmasına ve ses tonunun yükselmesine neden
oluyordu. Gizlenen bu duyguların belirtileri de -ızdırap, korku,
suçluluk ve utanç- bu dört duygunun varlığını gösteren mik-

257
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ro yüz ifadeleri, artmış resimleme hareketleri, kendi kendine


manipüle hareketler ve omuz silkme gibi sızıntı simgelerinde
belirgindi. Bu dört duygu, Mary'nin tüm gizleme çalışmalarına
rağmen güvenilir yüz kasları vasıtasıyla sızıntı yapıyordu. Dok­
tor daha önce Mary'yi tanıdığı için, aksi durumda bir ilk buluş­
mada bireysel farklılıklar nedeniyle yanlış yorumlayabileceği
manipüle vücut hareketleri ve resimlemelerini daha iyi bir şe­
kilde yorumlayabilirdi. Gerçekte doktor, Mary ' nin yalanını bu
belirtilerden anlayamamıştı, yine de açıkladığım konuya karşı
uyanık olsaydı, bu belirtiler ve diğer pek çok şeyin Mary'nin
yalanını ortaya çıkarabileceğine inanıyorum.
Sara, neredeyse yalan söylemek için gereken tüm ideal şart­
lara sahipti: Gizlenecek hiçbir şey yoktu, özellikle bu yalan için
alıştırma ve prova yapılmıştı, geçmiş başarılarının sağladığı gü­
ven duygusuna sahipti, yalan söylemek için yetkisi ve performan­
sında kaynak olarak kullanmak amacıyla doğal ve geliştirilmiş
yeteneği vardı, ilk buluşma nedeniyle yanlış yargılama hataları­
na meyilli, şüphe etmeyen ve de özellikle insanları yargılamada
bir yargıç olarak yetenekli olmayan kurbanlara sahipti. Elbette,
Mary' nin aksine Sara hakkında, sadece bir gazete makalesine
dayanarak yorum yapıyorum, herhangi bir aldatma belirtisini
araştırmak için bir videoteyp ya da bir film inceleme imkanım
olmadı. Sadece ben ya da diğer insanların, Sara'nın yalanında
herhangi bir belirti bulamayacağı tahmininde bulunabilirim. Çok
kolay bir yalandı ve hata yapması için hiçbir sebep yoktu.
Sara'nın sahip olabileceği bir diğer avantaj , kendi nedenle­
rinden dolayı yanlış yönlendirilmeye ihtiyaç duyan, aldatmada
aktif bir şekilde işbirliği yapan bir kurbana sahip olmaktı . Ne
Sara ne de Mary bu tarz bir imkana sahipti. Daha evvelki bö­
lümlerde anlattığım (John Updike ' ın romanı Marry Me 'den alı­
nan) olaydaki aldatan eş Ruth' un, böyle bir imkanı vardı . Onun

258
Yalan Kontrolü

yalanı, sürüyle hataya neden olması gereken çok zor bir yalan­
dı, fakat onun gönüllü kurbanı bu hataları göremedi. Ruth' un
telefonda sevgilisiyle konuşurken konuşmalarına kulak misafiri
olan kocası Jerry'yi hatırlayın. Ses tonunda bir şeylerin değişti­
ğini fark eden Jerry, Ruth' a kiminle konuştuğunu sorar. Hazır­
lıksız yakalanan Ruth, Jerry' nin kulak misafiri olduğu şeylere
uymadığı için kabul etmediği, Pazar Okulu'ndan aradıkları ya­
lanını uydurur. Jerry durumu daha fazla zorlamaz, Updike ' ın
romanı, Jerry 'nin ihanet konusunda bir yüzleşme yaşanmaması
yönünde bir nedeni olduğu için Ruth' un yalanını ortaya çıkar­
madığı izlenimini verir: Aynı zamanda Jerry de bir ilişkiyi sak­
lıyordur, daha sonradan bu ilişkinin Ruth ' un sevgilisinin karısı
ile olduğu ortaya çıkar!
Ruth ' un çok zor olan ancak tespit edilemeyen yalanını, aynı
şekilde başka bir nedenle tespit edilemeyen çok kolay bir yalanla
karşılaştıralım. Bu kolay yalan, dolandırıcı sanatçılar tarafından
kullanılan yalan teknikleri hakkında yazılan yakın tarihli bir ana­
lizinden alınmıştır.
"Ayna oyunu"nda . . . sahtekar sanatçı, kurban tarafından his­
sedilen gerçek itirazlara karşı hazırlıklı olma yoluyla kurbanı
savunmasız bırakarak, gizli bir niyetle kurbanın üstüne gider.
Yirminci yüzyılın başlarında Macaristan ' ın en yaratıcı dalave­
recilerden biri olan John Hamrak ve bir teknisyen gibi giyinmiş
işbirlikçisi, belediye binasından içeriye bir belediye meclisi üye­
siymiş gibi girerler. Hamrak, tamir edilmesi gereken saat için
geldiklerini bildirir. Büyük olasılıkla saatin kıymetinden ötürü,
belediye meclis üyesi teslim etmekte gönülsüz davranır. Kendi
rolünde daha inandırıcı olmaya çalışmak yerine, Hamrak saatin
olağanüstü değerini belediye meclis üyesine hatırlatarak bu ne­
denle şahsen geldiğini söyler. Böylece sahtekar sanatçılar, kur­
banlarının dikkatini en hassas oldukları konulara yönlendirmek

259
Ne Düşündüğünü Biliyorum

isterler, böylece kendi amaçlarını kötüler görünüp rollerini daha


gerçekçi bir hale getirirler.
Aldatma belirtisi olup olmayacağı hesap edilirken göz önünde
bulundurulması gereken ilk konu, yalan söylendiği sırada yala­
na duygulann dahil olup olmadığıdır. Psikiyatrik hasta Mary'nin
analizi sırasında tanımladığım ve 2. Bölüm'de açıkladığım gibi,
en zor yalanlar, yalan söyleme anında duygu ihtiva edenlerdir.
Tüm hikaye duygulardan ibaret değildir, duygulann başarılı bir
şekilde gizlenip gizlenemeyeceği konusunda bir tahminde bulun­
mak için de sorular sorulmalıdır. Fakat duygular hakkında soru­
lar sormak, güzel bir başlangıç yeridir.
Yalandaki asıl hedef, duygulan gizlemek olabilir (Mary'nin
yalanında olduğu fakat Ruth ' unkinde olmadığı gibi). Yalanın
kendisi duygularla ilgili değilse bile, yalan söylendiği için hisse­
dilen duygular yalana dahil olabilir. Ruth'un yakalanma korkusu
ve aldatma suçluluğu hissetmesi için pek çok sebep vardı. Gayet
açık bir şekilde ilişkisini gizleme çabalarının ortaya çıkması du­
rumunda başına geleceklerden korkuyordu. Bu korkuyu sadece
yalanı başansız olduğunda ilişkisinin sağladığı menfaatlerden
yararlanmaya devam edemeyeceği için hissetmiyordu, aynı za­
manda cezalandınlabilirdi de. Kocası Jerry, aldatıldığını anladı­
ğında onu terk edebilirdi ve bir boşanma gerçekleşirse, işlediği
zinanın ispatı, onun Jerry'den daha az para almasına neden ola­
bilirdi. Updike' ın romanı, sebep göstermeden boşanabilme dö­
neminin öncesinde yazılmıştı . Hiçbir sebebin olmadığı davalar­
da bile, zina çocuklann velayetini birinci dereceden etkileyebilir.
Evlilik devam ettiğinde ise, en azından bir süre bu olay nedeniyle
evlilik zarar görebilir.
Her yalancı yakalandığında ceza almaz, hem kelle avcısı Sara
hem de psikiyatrik hasta Mary yalanları fark edildiğinde hiçbir
ceza almayacaktı. Sahtekar adam Hamrak da Ruth gibi ceza ala-

260
Yalan Kontrolü

bileceği halde, diğer durumlar Hamrak' ın daha az yakalanma


korkusu hissetmesine imkan veriyordu. Hamrak özellikle bu tarz
yalanlar için alıştırma yapmıştı, yalancılık konusunda kendine
yardım eden kişisel özellikleri olduğunu biliyordu. Ruth kocasını
başarılı bir şekilde aldatmasına rağmen, ne bu yalanın gerektire­
bileceği şeylere -kulak misafiri olunan bir telefon konuşması­
karşı tam anlamıyla hazırlanmıştı ne de bir yalancı olarak kendi
yeteneklerine güveniyordu.
Yakalandığı zaman ceza alacağı bilgisi, Ruth'un yakalanma
korkusu hissetmesine neden olan kaynaklardan biriydi . Üstelik
yalan söylediği için de ceza alacağından korkuyordu. Eğer Jerry,
Ruth'un onu kandırmayı istediğini ve bunu başardığını anlarsa,
kocasının ona güven duymaması, Ruth 'un ihaneti haricinde bir so­
run kaynağı teşkil edebilirdi. Bazı aldatılan insanlar, onların affet­
me kapasiteleri dışında olanın ihanet değil, güven kaybı olduğunu
iddia eder. Ve yine her yalancının, söylediği yalanın kendisi için
ceza almadığına dikkat edin, bu durum sadece yalancı ve kurbanın
güvensizlik nedeniyle tehlikeye girebilecek planlanmış bir gele­
cekleri olduğunda geçerlidir. Yalan söylerken yakalandığında kel­
le avcısı Sara sadece karşısındaki "hedef'ten bilgi alma imkanını
kaybedecektir. Harnrak birini taklit ettiği için değil, sadece hırsız­
lık ve hırsızlığa teşebbüs ettiği için ceza alacaktı. Psikiyatrik hasta
Mary bile söylediği yalan için ceza almayacaktı. Yalan söylediği­
nin anlaşılması, bir şekilde doktorunu daha ihtiyatlı hale getirecek­
ti. Karşıdaki kişinin güvenilir olacağına olan inanç, devam eden
her ilişkide beklenmez ve gerekli değildir, hatta bazı evliliklerde
bile durum bu şekildedir.
Ruth'un yakalanma korkusu, Jerry 'nin şüphelendiğini fark
etmesiyle birlikte büyüyecektir. Hamrak' ın hedefi olan belediye
meclis üyesi de, onun değerli saatini elinden almak isteyen herkes
için şüphe duyuyordu. "Ayna oyunu"nun güzelliği, içte duyulan

261
Ne Düşündüğünü Biliyorum

bu şüpheyi doğrudan hedef alarak aleni hale getirip azaltmasıdır.


Kurban, bir hırsızın hiçbir zaman tam olarak kurbanın korktuğu
şeyleri doğru kabul edecek kadar cüretkar olacağını düşünmez.
Bu mantık, aynı zamanda yalan avcısının, bir yalancının böyle
bir hata yapacağına inanmadığı için sızıntıları dikkate almaması­
na da neden olabilir. Donald Daniel ve Katherine Herbig, askeri
hileler hakkındaki analizlerinde şu noktayı belirtirler: "Sızıntı ne
kadar büyükse, gerçek olmak için fazla iyi göründüğünden hede­
fin buna inanma ihtimali o derece azdır. [Birkaç davada, askeri
plancılar bu tip sızıntıları önemsememiştir] . . . Casusluktan başka
bir şey olamayacak kadar açıktı."
Hasta Mary'de olduğu gibi, Ruth da kurbanıyla aynı değer­
leri paylaşıyordu ve yalan söylediği için suçluluk hissedebilirdi .
Ancak Ruth 'un ilişkisini gizleme konusunda kendisine ruhsat
verildiğine inanıp inanmadığı net değildir. Zinayı kınayan in­
sanlar bile, sadık olmayan eşlerin ihanetlerini gerekli olmadığı
müddetçe belli etmesini uygun görmezler. Hamrak'ta bu durum
daha da belirgindir. Kelle avcısı Sara'da olduğu gibi, suçluluk
duymamaktadır (yalan söylemek geçinmek için yaptığı işin bir
parçasıdır). Muhtemelen Hamrak, bir psikopat ya da doğal bir
yalancıydı, bu da onun yalan söylediği için suçluluk duyma ola­
sılığını azaltıyordu. Hamrak' ın bakış açısına göre, "hedeflere"
yalan söylemek mübahtı .
Ruth ve Hamrak'ın yalanlan iki konuyu daha betimlemek­
tedir. Ruth yalan söylemeye ihtiyaç duyduğunda bu duruma ha­
zırlıklı değildi, yani stratej isini bütün ayrıntılarıyla hazırlamamış
ve uygulama yapmamıştı. Yalan söylemeye bir kez başladığın­
da, hazırlanmış bir dizi cevap üzerine dayanamayacağını bilen
Ruth 'un yakalanma korkusunu artıyordu. Hamrak böyle -sık sık
profesyonel bir yalancının başına gelmeyen- kötü bir durumda
yakalansa da Ruth'un sahip olmadığı doğaçlama yeteneğine sa-

262
Yalan Kontrolü

hipti. Fakat Ruth' un Hamrak'a göre daha büyük bir avantaj ı vardı
- kendi nedenlerinden dolayı onu yakalamak istemeyen gönüllü
bir kurbanı vardı. Bazen böyle bir kurban, süregelen bir aldatma­
da iş birliği yaptığının farkına bile varmaz. Updike, Jerry'nin bu
iş birliğinin farkında olup olmadığı ve Ruth'un böyle bir duru­
mun gerçekleştiğini bilip bilmediği konusunu okuyucunun key­
fine bırakır. Gönüllü kurbanlar, yalancının işini iki şekilde ko­
laylaştırır. Yalancılar, kurbanlarının yaptıkları hatalara karşı kör
olduklarını bildiklerinde daha az yakalanma korkusu yaşar. Yine
yalancılar, bu tarz kurbanları aldatırken sadece onların isteklerini
yerine getirdiklerine inanarak daha az suçluluk hisseder.
Şu ana kadar Mary ve Ruth'un durumunda neden aldatma be­
lirtileri olabileceğini ve neden Sara ya da Hamrak' ın yalanlarıy­
la ilgili herhangi bir aldatma belirtisi olmayacağını izah ederek,
dört yalanın analizini yaptık. Dürüst bir insan hakkında yalan
söylediği yargısına varılan bir davayı, yalan kontrolünün böyle
yanlış bir değerlendirmenin önüne geçilmesine nasıl yardım ede­
ceğini anlamak için inceleyelim.
Gerald Anderson, komşusunun kansı Nancy Johnson'a teca­
vüz edip onu öldürmekle suçlanıyordu. Nancy'nin kocası gece
geç saatte işten eve döner, kansının cesedini bulur ve Ander­
son ' lann evine koşar. Kansının öldüğünü ve oğlunu bulamadığı­
nı söyler ve onlardan polisi aramalarını ister.
Birkaç olay Anderson' ın şüpheli duruma düşmesine neden
olur. Cinayetten sonraki gün, işin ardından eve gelip yerel bir
barda fazlaca içer ve cinayetlerle ilgili şeylerden bahseder; eve
getirildiğinde hıçkıra hıçkıra ağlarken kansına, "Bunu yapmak
istemedim fakat yapmak zorundaydım," dediği işitilir. Daha
sonra bu sözlerin cinayetle ilgili olmayıp, sarhoş olduğu için
bir özür olduğunu iddia etse de kendisine inanılmaz. Polis,
arabasının döşemesindeki bir leke hakkında soru sorduğunda

263
Ne Düşündüğünü Biliyorum

lekenin arabayı satın almazdan evvel orada bulunduğunu id­


dia eder. Daha sonra, soruşturma devam ederken, bir münakaşa
sırasında karısına tokat atıp burnunu kanattığını söylemekten
utandığı için yalan söylediğini itiraf eder. Onu sorguya çeken­
ler, Anderson' a bu olayın onun bir insanı öldürüp yalanlayacak
nitelikte vahşi ve yalancı bir insan olduğunu kanıtladığını sü­
rekli tekrar ettiler. Soruşturma sırasında Anderson, on iki yaşın­
dayken ikinci derecede bir cinsel suça karıştığını itiraf etti, kıza
zarar gelmemiş ve olay tekrarlanmamıştı. Ancak daha sonra
olayın yaşandığı sırada on beş yaşında olduğu ortaya çıktı. Bu
durum, onu sorgulayanların ısrar ettiği gibi, bir seks problemi
olduğunun işareti olduğu kadar yalancı biri olduğunu gösteren
bir başka kanıttı ve bu nedenle komşusu Nancy' yi öldürüp te­
cavüz eden kişi o olabilirdi.
Profesyonel bir poligraf operatörü olan Joe Townsend, sorgu
hakimleri tarafından yalan belirleme konusunda hiçbir şekilde
yanılmayan biri olarak gösterilip mahkemeye getirildi.
Townsend, Andersen üzerinde hemen iki dizi uzun test uy­
guladı ve bazı şaşırtıcı ve çelişkili ölçümler elde etti. Cinayetin
kendisiyle ilgili sorular sorulduğunda, Anderson' ın poligraf kay­
dında "bip"ler görülmüştü, bunlar suçun yalanlandığını gösteren
aldatma işaretleriydi. Fakat cinayet silahını nasıl ve nereye attı­
ğıyla ilgili sorular sorulduğunda poligraf bandı "temiz" çıktığını
gösterdi. En basit ifadeyle Anderson, Nancy'nin cinayeti konu­
sunda "suçlu" ve korkunç bir şekilde bıçaklamak ve kesmek için
kullanılan silah konusunda "masum"du. Bıçağı nereden aldığı,
ne çeşit bir silah olduğu ve nasıl atıp kurtulduğu sorulduğunda
Anderson "bilmiyorum" cevabı vermiş ve band "bip" sesi çıkar­
mamıştı . . . Townsend, Anderson üzerinde üç kez daha çalıştı ve
her seferinde aynı sonucu elde etti. İ şi bittiğinde Joe Townsend,
Anderson' a poligraf testinde başarısız olduğunu söyledi.

264
Yalan Kontrolü

Poligraf operatörünün karan, adamlarını yakaladıklarını


düşünen sorgu hakimlerinkiyle uyuşuyordu. Sorgu kayıtlan,
Anderson'ın nasıl bitap düşüp işlemediği bir suçu itiraf ettiğini
gösterdi. Neredeyse sonuna kadar, Nancy'yi öldürüp tecavüz et­
tiği konusunda hiçbir şey hatırlamadığını ve bu suçu işlemediğini
söyleyerek masum olduğunu iddia etmişti. Sorgu hakimleri ka­
tillerde geçici bir bilinç kaybı olabileceğini söyleyerek ona karşı
koydular. Olayı hatırlayamamanın, o işin yapılmadığını gösteren
bir kanıt olamayacağını söylediler. Anderson, sorgu hakimleri
kansının, bilahare kabul etmediği, onun Nancy'yi öldürdüğünü
bildiği açıklaması kendisine söylendikten sonra bir itirafname
imzaladı. Birkaç gün sonra Anderson yaptığı itirafı inkar etti ve
yedi ay sonra başka bir tecavüz suçundan hüküm giyen gerçek
katil, Nancy Johnson' ı öldürdüğünü itiraf etti.
Analizlerim, poligraf sırasında cinayetle ilgili sorulara
Anderson'ın suçu işlemediğini söylediğinde gösterdiği duygusal
tepkilerin, yalan söyleme olasılığı dışındaki diğer faktörlere bağ­
lı olabileceğini önerir. Poligraf testinin bir yalan makinesi olma­
dığını hatırlayın. Poligraf sadece duygusal hareketlenmeyi ölçer.
Soru şu olmalıdır: İşlenen suç hakkında sorular sorulduğunda
Anderson 'un duygusal yönden hareketlenmesinin tek nedeni
Nancy'yi öldürmesi midir? Suçu işlemediği halde Anderson' ın
suç konusunda duygusal olarak hareketlenmesinin başka neden­
leri olabilir miydi? Eğer böyle bir neden varsa, poligraf testi yan­
lış tanı koyacaktır.
Risk yüksek olduğunda -ceza çok ağır olacağı için- böyle bir
suç işleyen pek çok:'0 şüpheli -masumlar dahil- korkar. Polig­
raf operatörleri, makinenin hiç yanılmadığını söyleyerek masum
kişinin inanılmama korkusunu azaltmaya, suçlu kişinin yaka-

40 Cinayet işleyen herkes yakalanmaktan korkmadığı için pek çok suçlu-şüpheli

korkar diyorum. Profesyoneller ve psikopatlar için de bu durum geçerlidir.

265
Ne Düşündüğünü Biliyorum

lanına korkusunu artırmaya çalışır. Anderson' ın inanılmamak­


tan korkması için bir diğer sebep, poligraf testine öncelik veren
soruşturmanın mahiyetiydi. Poligraf uzmanları, bilgi almak için
yapılan mülakatlarla suçlu varsayarak bir itirafa mecbur bırak­
maya çalışılan suçlayıcı mülakatları ayırt edebilirler. Anderson' a
yaptıkları gibi, sorgu hakimleri, sık sık şüphelinin suçluluğuna
dair kendi ikna güçlerini açık açık yasal kabul ederek, şüpheli­
yi masum olduğu iddiasından vazgeçirmeye zorlarlar. Böyle bir
davranış, suçlu kişinin gözünü korkutup itiraf etmesini sağlaya­
bilse de sorgu hakimlerinin suçu onun işlediğine inandıklarını
ve açık fikirli olmadıklarını fark eden masum bir insanı da aynı
derece korkutur. Poligraf testi Anderson 'a, hiç durmaksızın yirmi
dört saat süren böyle bir soruşturmanın ardından uygulanmıştı.
Poligraf tarafından kaydedilen Anderson'ın suçla ilgili soru­
lara gösterdiği duygusal tepkilere, sadece inanılmama korkusu
değil aynı zamanda utanç ve suçluluk duyguları da neden olmuş
olabilirdi. Cinayet konusunda masum olsa bile, Anderson iki se­
bepten dolayı utanç duyuyordu. Anderson' ı sorgulayanlar, onun
kansına vurduğu ve delikanlılık çağlarında cinsel bir suç işlediği
için utandığını biliyorlardı. Üstelik Anderson bu olaylan yanlış
aktarıp gizlemeye çalıştığı için de aldatma suçluluğu hissediyor­
du. Sorguyu yapanlar bu olaylan Anderson'ı, bir insana tecavüz
edip öldürecek yapıda bir insan olduğuna ikna etmek için devam­
lı surette kullandılar, aynı zamanda bu durum Anderson' ın utanç
ve suçluluk duygularını artırabilir ve bu duygulan işlediği iddia
edilen suçla da ilişkilendirebilirdi.
Yalan kontrolü, herhangi bir korku, utanç veya suçluluk duy­
gusunun ister Anderson'ın ifadesinde, davranışlarında, sesinde,
konuşmasında ya da poligraf tarafından kaydedilen otonom sinir
sistemi hareketlerinde olsun, aldatma belirtilerinde olduğu gibi
neden pek çok anlam ifade edebileceğini açıklar. Anderson ma-

266
Yalan Kontrolü

sum bile olsa, bu duyguların suçlu bir insanda olduğu gibi yüze­
ye çıkması muhtemeldir. Sorgu yargıçlarının bilmediği bir diğer
husus, Anderson'ın duygusal tepkilerine bakarak yalan söyleyip
söylemediğini belirlemelerini imkansız kılıyordu. Anderson'ın
özgürlüğünü kazanmasını sağlayan hikayenin yazan gazeteci Ja­
mes Phelan, Anderson hapishaneden çıktıktan sonra, ona poligraf
testinde "başarısız" olmasına neyin sebep olmuş olabileceğini so­
rar. Anderson suçu işlemediği halde duygusal tepki vermesinin bir
başka kaynağını daha açıklar. Nancy'nin öldürüldüğü gece, polisle
beraber komşusunun evine gittiğinde, birkaç kez Nancy'nin çıplak
vücuduna bakmıştır. Bunun yapılmaması gereken çok korkunç bir
hareket olduğunu hisseder. Kendi inancına göre, cinayetten farklı
ancak öyle ya da böyle kendini suçlu hissetmesine neden olan bir
suç işlemiştir. Bu kötü hareketi sorgu yargıçlarından ve poligraf
operatöründen saklayarak yalan söylemiştir. Yine elbette bu adam­
lara yalan söylediği için de suçluluk duyuyordu.
Anderson' ı sorgulayanlar bir Othello Hatası 'na düşmüşlerdi.
Othello'nun yaptığı gibi, şüphe ettikleri kişinin duygusal yönden
hareketlendiğini doğru bir şekilde teşhis etmişler ancak, doğru
bir şekilde teşhis edilen bu duyguların, suçlu da olsa masum da
olsa şüphe ettikleri kişi tarafından hissedilebileceğini ayırt ede­
meyerek, duyguların sebebini yanlış değerlendirmişlerdi. Tıpkı
Desdemona 'nın ıstırabına, sevgilisini kaybetmesi neden olma­
dığı gibi, Anderson' ın utanç, suçluluk ve korku duyması cina­
yetle değil, işlediği diğer suçlarla bağlantılıydı. Sorgu yargıçları
da, Othello gibi şüphelileri hakkındaki önyargılarının kurbanı
olmuşlardı. Şüphelilerinin yalan söyleyip söylemediğini bile­
memenin belirsizliğini tolere edememişlerdi. Bu arada sorgu
yargıçları, masum kişinin bilmesinin mümkün olmadığı, sadece
suçlu kişinin bildiği cinayet silahıyla ilgili detaylara sahip olsay­
dı, Anderson'ın bıçakla ilgili sorulara poligraf sırasında tepki

267
Ne Düşündüğünü Biliyorum

göstermemesi, poligraf operatörüne Anderson' ın suçsuz olabile­


ceği fikrini verebilirdi. Testi üç defa tekrar etmek yerine sadece
failin bildiği suçla ilgili bilgileri kullanarak, bir Suçlu Bilgi Testi
düzenlemeliydi.
Sahtekar adam Hamrak ve cinayetle suçlanan Anderson, kri­
minal suçluları yakalama çalışmalarının başına dert olan iki hata
çeşidine örnektir. Bir sorgulama ya da poligraf testi sırasında
Hamrak muhtemelen suça hiç karışmamış gibi görünüp duygu­
sal yönden hareketlilik göstermeyecektir. Yalan kontrolü, böyle
deneyimli, profesyonel ve doğal yalancıların ya da psikopatların
yalan söylediklerinde neden nadiren hata yaptıklarını daha an­
laşılır hale getirir. Hamrak, söylediği yalana inanılan insanlara
bir örnektir. Anderson ise tam tersi bir problemi temsil eder. O,
tüm nedenleri açıklandığı halde, suçlu olduğu kanısına varılan
masum bir insandır - hakikate inanmama hatası.
Bu iki olayı incelememdeki amaç, kriminal suçlular incelenir­
ken yalan makinesinin ya da ifadesel aldatma belirtilerinin kul­
lanımının yasaklanmasını tartışmak değildir. Bir kişi bunu dilese
bile insanları davranışsa} aldatma belirtilerinden faydalanmaktan
alıkoyacak hiçbir yol yoktur. İ nsanların, başkaları hakkındaki iz­
lenimleri, kısmen karşıdaki kişinin ifadesel davranışlarına bağlı­
dır. Bu tarz davranışlar, dürüstlükten daha çok duygu taşır. İ fa­
desel davranışlar, bir insanın arkadaş canlısı, dışa dönük, etkilen­
miş, dominant veya çekici olup olmadığı, söylenen şeyi anlayıp
anlamadığı ya c\a ilgilenip ilgilenmediği hakkında bilgi veren bü­
yük bir etki kaynağıdır. Genellikle bu tarz belirtiler, kişi dikkate
aldığı bazı davranışsa} belirtilerin farkında olmaksızın istemsiz
oluşur. Bu tarz yargılar daha net bir şekilde yapıldığında, böyle
hataların neden daha az olası olduğunu 5. Bölüm'de açıklamış­
tım. Eğer bir insan, karşıdaki kişinin kendinde bıraktığı izlenimin
kaynağının farkındaysa ya da karşı tarafın belli davranışlarını

268
Yalan Kontrolü

yorumlarken izlediği kuralları biliyorsa, düzeltme yapması daha


olasıdır. Bir insanın verdiği kararlara, yaşanılan tecrübelerle o
kişinin verdiği kararların doğru ya da yanlış çıktığını bilen mes­
lektaşları ya da hakkında karar verilen kişi tarafından itiraz edil­
me ihtimali daha çoktur. Pek çok polis eğitimi, aldatma belirtile­
rinin üzerinde durmaz. Bir dedektifin, bir şüphelinin suçlu ya da
ötekinin masum olduğu hissinin dayanağının tam olarak nereden
geldiğini bilmediğini düşünüyorum. Mevcut bazı poligraf yalan
makinesi eğitimlerinde sözlü olmayan aldatma belirtilerinin öne­
minden bahsedildiği halde, aldatma belirtileri hakkında bildikle­
ri şeyler çoğunlukla geçerliliğini yitirmiş ya da doğrulanmamış
şeylerdir, üstelik bu belirtilerin kullanılamayacağı ya da yanlış
yönlendirebileceği durumlar hakkında çok az uyarı yapılmıştır.
Kriminal sorgulamalarda aldatma belirtilerinin kullanımının
feshedilmesi mümkün değildir, böyle bir şey olsaydı bile yürür­
lüğe konulabileceğinden emin değilim. Dürüst bir insanın haksız
yere hapse girebildiği veya idam edilebildiği ya da yalan söyle­
yen bir katilin hüküm giymekten kaçmasının mümkün olduğu
ölümcül aldatmalarda gerçeğin ortaya çıkması için her türlü ka­
nuni girişimde bulunulmalıdır. Benim görüşüm, aldatma belir­
tilerini yorumlama sürecinin daha belirgin, daha planlı ve daha
dikkatli yapılır hale gelmesidir. Hata yapma potansiyelini ve ya­
lan avcısının yalan kontrol listesindeki (Tablo 4) tilin sorulan de­
ğerlendirerek, yalan ya da doğru söylendiğini anlama ihtimalini
nasıl hesaplayabileceği üzerinde durdum. Yalan kontrolünü kav­
ramanın, tehlikeler ve önlemleri bilmenin, aldatma belirtilerinin
nasıl teşhis edileceği konusunda verilecek eğitimin, bir yalana
inanma ve hakikate inanmama hatalarını azaltarak dedektifleri
daha dikkatli hale getireceğine inanıyorum. Ancak haklı olup ol­
madığımın anlaşılabilmesi için, kriminal şüphelileri ve polis sor­
gu hakimlerini inceleyen alan çalışmaları yapılması gerekmek-

269
Ne Düşündüğünü Biliyorum

tedir. Böyle bir çalışmaya başlandı ve sonuçlar ümit vadediyor,


fakat maalesef henüz bitirilemedi.
Uluslararası bir krizde muhalif milli liderler bir araya geldi­
ğinde aldatma, polis işlerinde olduğundan daha ölümcül olabi­
lir ve fark edilmesi daha riskli hale gelip zorlaşabilir. Yanlış bir
karara mukabil göze alınan risk -bir yalana inanma ya da ha­
kikate inanmama- en adi kriminal aldatmalarda alınandan daha
büyüktür. Yüksek mevkideki görevliler ya da devlet başkanları
arasındaki kişisel görüşmelerde yalan teşhisi ve bunun önemi
konusunda sadece birkaç idari bilimci yazı yazmıştır. Alexander
Groth şöyle der: "Muhatabın davranış, niyet ve içtenliğini tah­
min etme işi, bir hareket tarzı belirlemede hayati önem taşır."
Robert Jervis, milli bir lider küstah bir yalancı adıyla anılmayı
istemese de böyle bir bedel bazen göze alınabilir demektedir,
" . . . başarılı bir yalan, uluslararası sistemdeki güç ilişkilerinin te­
melini değiştirebildiğinde . . . yalandan faydalanmak, bir devletin
dünyada egemen bir konum kazanmasını sağladığında yalan söy­
leme konusunda bir şöhret sahibi olmanın çok büyük bir önemi
olmayabilir."
Henry Kissenger, yalan ve aldatmacanın akıl kan olmadığına
dikkat çekerek bu görüşe katılmaz: "Sadece hayalperestler, hile
yoluyla müzakerelerde galip geleceklerini düşünürler. . . Bir dip­
lomata göre hile, bela kapısıdır, izlenmesi gereken bir bilgelik
yolu değil. Bir insan sürekli aynı kişiyle muhatap olmak zorunda
olduğunda sadece bir defalığına yalanla durumu kurtarabilir an­
cak daha sonra bunun bedeli sadece ilişkinin (daimi) tıkanması­
dır." Bir diplomat, muhtemelen sadece kariyeri sona erdiğinde
aldatmanın önemini teyit edebilir ancak Kissenger hala görevi­
nin başında olduğundan, ne şekilde olursa olsun ona göre ya­
lan güvenilir değildir. Her halükarda, kendi diplomatik çabalan
hakkında yaptığı açıklamalar, karşıtlarının gizlemeye ya da yalan

270
Yalan Kontrolü

söylemeye kalkışıp kalkışmadıklarını merak ettiği pek çok örne­


ğin yanı sıra, gizleme ve yan gizleme diye tabir ettiğim yalanla­
rın içinde nasıl yer aldığının örnekleriyle doludur.
Stalin bu durumu en açık şekliyle ifade eder: "[Bir] diploma­
tın sözleri, eylemlere ilişkin olmamalıdır - yoksa bu nasıl bir dip­
lomasidir? . . Güzel konuşmalar, kötü fiillerin gizlenmesi içindir.
Dürüst diplomasi mümkün değildir." Bunun oldukça uç bir ifa­
de olduğu açıktır. Diplomatlar bazen dürüstçe konuşurlar ancak
bu kesinlikle her zaman mümkün olmaz. Dürüst olmanın, milli
menfaatlere ciddi bir şekilde zarar verdiği zamanlarda diplomat­
lar nadiren dürüst olurlar. Bir milletin menfaatlerini artırabile­
cek tek bir politika olduğu konusunda şüphe olmadığında diğer
milletler neyi beklemeleri gerektiğini bilirler, yalan bir mesele
olmaktan çıkar ve muhtemelen hiç teşebbüs edilmez, çünkü çok
açık bir biçimde sahte olduğu görülecektir. Genellikle meseleler
daha belirsizdir. Bir millet, başka bir milletin yaptıkları hileli fi­
iller daha sonra anlaşılsa bile, gizli fii ller, aldatma veya yanlış
bildirgeler yoluyla menfaat elde edilebileceğini düşündüğüne
inanır. Böyle bir durumda ne milli menfaatleri ne itimat edilme­
yen milletin sözlerini ne de genel tutumu değerlendirmek yeterli
olur. Yalan söylediği düşünülen bir millet, gerçekten dürüst bir
millet kadar güvenilir olduğunu iddia edecektir. Jervis, "Ruslar
[nükleer test yasağına göre] aldatacaklarsa da aldatmayacaklarsa
da dürüst izlenimi vermeyi deneyeceklerdir. Dürüst bir insan da
yalancı bir insan da doğruyu söyleyip söylemediği sorulduğunda
olumlu cevap verir" diyor.
Netice olarak hükümetlerin, hasımları nedeniyle yalan belir­
leme yöntemleri aramaları şaşırtıcı bir şey değildir. Uluslararası
aldatmalar, oldukça farklı milli amaçlara hizmet ederek, birkaç
farklı ortamda meydana gelir. Daha evvel bahsedilen bu ortam­
lardan biri, bir lideri temsil eden yüksek mevkideki görevliler ya

271
Ne DÜfündüğünü Biliyorum

da liderlerin, uluslararası bir krizi çözmek için yapılan girişim­


lerde bir araya geldikleri andır. Her iki taraf, gerçek niyetlerinin
anlaşılmamasını sağlamak ve son olarak görülmeyen bir teklif al­
mak için blöf yapmak ister. Yine her iki taraf da bazen, niyetlerin
anlaşılacağına, bu tekliflerin son teklif olduğuna, bu tehditlerin
blöf olmadığına düşmanlarının tam olarak inandıklarından emin
olmak isterler.
Yalan söyleme ya da yalan yakalama konusundaki bece­
ri, gizlemek ya da sürpriz bir saldırıyı açığa çıkarmak için de
önemlidir. İdari Bilimci Michael Handel, buna bir örnek verir:
"2 Haziran ( l 967)' da, İsrail Hükümeti bu savaşın kaçınılmaz
olduğunu daha net bir şekilde anlamıştı. Problem, her iki taraf
da tamamıyla alarm halinde ve seferberlik durumundayken nasıl
başarılı bir şekilde sürpriz bir saldın yapılacağıydı. İsrail ' in sa­
vaşı başlatma niyetini gizleme planının bir parçası olarak, Dayan
(İsrail Savunma Bakanı) 2 Haziran'da Britanyalı bir gazeteciye,
İsrail' in savaşı başlatması için hem çok geç hem de çok erken
olduğunu söylemişti. Bu bildiriyi 3 Haziran'da yapılan bir kon­
ferans esnasında tekrar etti." Bu olay sadece İsrail'in rakiplerini
kandırdığı anlamına gelmezken, Dayan'ın yalan konusundaki
becerisi, 5 Haziran' daki saldın da tam bir sürpriz baskın yapma
konusundaki başarılarıyla ilişkilidir.
Bununla birlikte aldatmanın bir başka amacı, rakibi aldatan
tarafın askeri kapasitesi hakkında yanlış yönlendirmektir. Barton
Whaley' in 1 9 1 9, 1 939 yıllan arası Almanya'nın gizlice yeniden
silahlanması konusundaki araştırmaları, Almanların bunu nasıl
başardığı hakkında çok sayıda örnek sağlamaktadır.

Ağustos l 93 8 'de, Hitler' in baskısıyla Çekoslovakya krizi


kızışırken, (Alman Hava Mareşali) Hermann Göring, Fransa

272
Yalan Kontrolü

Hava Kuvvetleri 'ni Lüftwaffe'ye bir inceleme turu için davet


eder. Hava Komutanı General Joseph Vuillemin, daveti hemen
kabul eder . . . (Alman General Emst Udet) Vuillemin 'i özel uça­
ğına alır. . . Udet, kurbanlarının vanş zamanına göre daha önceden
dikkatli bir şekilde planladığı gibi, ağır giden uçağa hız kaybet­
tirip oyalanmaya başlar. Aniden bir Heinkel He- 1 00, ıslık çala­
rak gölge gibi tam gaz yanlarından hızla geçer. Her iki uçak da
havaalanına iner ve Almanlar, şaşkına dönen Fransız ziyaretçile­
rini, incelemede bulunmaları için teslim alırlar. . . "Söyle bana,
Udet," [Alman General] Milch yapmacık bir ilgisizlikle sorar,
"seri üretime geçmeye ne kadar yakınız?" Udet, Milch ' in sözü
bitince cevaplar " A . . . ikinci ürün planı hazır ve üçüncüsü de iki
hafta içinde hazır olur." Vuillemin düş kırıklığına uğramış gibi
görünür ve Milch 'e düşünmeden "allak bullak olduğunu" itiraf
eder. . . Fransız Hava Delegasyonu, Lüftwaffe'in yenilmezliğini
kabul etmiş olarak Paris 'e döner.
Bu hileyle hızı artırılan He- l 00 uçağından, sadece üç adet
üretilmişti. Bu çeşit bir blöf, yenilmez bir hava gücü varmış gibi
görünmek, "Hitler ' in parlak haşan silsilesine neden olan diplo­
matik görüşmelerde çok önemli bir unsur haline gelir; taviz ver­
me politikası, kısmen Lüftwaffe'yle ilgili korku yüzünden baş­
latılmıştı."
Uluslararası aldatmalarda yalancı ve hedef arasında doğrudan
bir ilişkiye daima gerek olmazken (bunlar kamuflaj , sahte bildiri
vs. yollarla da yapılabilirken) verilen bu örnekler, yalanın yüz yüze
söylendiği durum ları tasvir eder. Dürüstlüğün ölçümlenmesi için iş
birliği gerektiren bir poligrafya da zorlayıcı bir başka araç karşı ta­
raf üzerinde kullanılamaz. Bu nedenle son on yıl içinde ilgi, davra­
nışsa! aldatma belirtileriyle ilgili bilimsel çalışmaları kullanmanın
mümkün olup olmadığı konusuna dönmüştür. Kendi devletimiz ve
diğer devletlerden resmi görevlilerle tanıştığımda, hak.kında uyan

273
Ne Düşündüğünü Biliyorum

yaptığım tehlikelerin, anlan etkilemiş gibi görünmediğinden giriş


bölümünde bahsetmiştim. Bu kitabı yazmamın nedenlerinden biri
de daha özenli ve bütünlüklü olarak, tekrar dikkat çekmek ama­
cıyla kanıtlarımı düzenlemek ve görüşme yaptığım birkaç resmi
görevliden daha fazla insanın bu bilgilere erişmesini sağlamaktı.
Yapılacak tercihler, kriminal aldatmalarda olduğu gibi basit değil­
dir. Bazen aldatma belirtileri, bir liderin ya da başka bir hükümet
sözcüsünün yalan söyleyip söylemediğini ayırt etmekte yardımcı
olabilir. Problem, böyle bir şeyin ne zaman mümkün olabileceği
ve ne zaman olamayacağını ve liderlerin ne zaman kendi ya da
danışmanlarının değerlendirmeleri tarafından yanlış yönlendirile­
ceğini belirlemektir.
Bu kitabın giriş bölümünde kullandığım birinci örneğe döne­
lim, Münib Konferansı'ndan on beş gün evvel 1 5 Eylül 1 93 8 ' de
Berchtesgaden'de Hitler ve Chamberlain ilk defa görüşürler.41
Hitler, Chamberlain' i Avrupa'ya karşı bir savaş hazırlığı içinde
olmayıp, sadece Çekoslovakya'daki Südet Almanlarının prob­
lemlerini çözmeyi arzuladığına inandırmayı istemektedir. Eğer
Britanya onlarla anlaşırsa (çoğunluğunu Südet Almanlarının
oluşturduğu Çekoslovakya bölgesinde bir referandum yapıla­
cak ve sonuca göre bu bölgeler Almanya topraklarına katılacak­
tı) Hitler savaş açmayacaktır. Ancak Hitler önceden el altından
savaş açma emrini vermiştir bile. 1 Ekim' de Çekoslovakya 'ya
saldırmak üzere ordusunu çoktan seferber etmiştir, üstelik askeri
fetih amaçlı planlan bununla da kalmamaktadır. Hitler' le ilk gö­
rüşmesinin ardından, Chamberlain'in kız kardeşine yazdığı mek­
tubu hatırlayın: " . . . [Hitler] karşımda söz verdiği zaman sözüne
güven duyulabilecek bir adam olduğu izlenimini edindim . . . "

" Chamberlain ve Hitler hakkındaki bilgiler için Telford Taylor ' un Munich adlı
kitabına minnet borçluyum . Aynı zamanda materyallerini kullanım ve yorumu­
mun doğruluğunu kontrol ettiği için Bay Taylor ' a da müteşekkirim.

274
Yalan Kontrolü

Muhalefetteki İ şçi Partisi liderleri tarafından yapılan eleştirilere


cevap olarak Chamberlain, Hitler' i "mahlUkatın en üstünü'', "ko­
nuşmalarında olduğundan çok daha iyi bir adam" diye tarif etti.
Bir hafta sonra Chamberlain, Hitler'le ikinci kez Godesberg'te
buluşur. Hitler artık yeni isteklerde bulunmaktadır (Alman or­
duları en kısa sürede Südet Almanlarının olduğu bölgeleri işgal
edecek ve referandum bu olay gerçekleştirilmeden evvel yapıl­
mayacaktır, üstelik istenen bölgeler daha önce talep ettiğinden
daha büyüktür) . Sonradan, bu istekleri kabinesine kabul ettirme­
ye çalışırken, Chamberlain şöyle der: "İnsanların davranışlarını
anlamak için, onların nedenlerini bilip kafalarının nasıl çalıştığı­
nı görmek gerekir. . . Herr Hitler dar kafalı bir insan ve bazı konu­
larda özellikle önyargılı fakat saygı gösterdiği ve uzlaşma içeri­
sinde bulunduğu bir insanı kasti olarak aldatmayacaktır ve şu an
Hitler' in az da olsa bana saygı duyduğundan eminim. Herr Hitler
bir şeyi yapacağını söylediğinde, o işi kesinlikle gerçekleştirir."
Chamberlain' in bu sözlerinden sonra, tarihçi Telford Taylor so­
rar: "Hitler, gerçekten Chamberlain'i tamamen kandırmış mıydı
ya da Hitler ' in isteklerini kabul ettirebilmek için Chamberlain
mi meslektaşlarını kandırıyordu?" Taylor' ın varsaydığı gibi, en
azından Chamberlain'in ilk kez buluştukları Berchtesgaden'de
Hitler'e inandığını farz edelim. 42
Yüksek önem taşıyan bu riskler, H itler ' in yakalanma kor­
kusu hissetmesine neden olabilirdi ancak muhtemelen bu duy­
guyu hissetmedi. Onun gönüllü bir kurbanı vardı. Kendisinin
yalan söylediğini fark ettiğinde, Chamberlain ' in Hitler 'e taviz

•2 O zamanlar olaya karışan insanlar tarafından yapılan tüm açıklamalar


bu muhakemeyi yapsa da bir istisna bulunmaktadır. Joseph Kennedy 'nin
Chamberlain ' le yaptığı görüşmeye dair Washington ' a verdiği raporda şöyle bir
saptama vardır: "Chamberlain [Hitler 'e karş ı ) yoğun bir antipati hissettiği halde
çıkıp geldi . . O çok zalim ve zorba. Çok sert bir bakışı var . . . yöntem ve amaç­
.

l arında tamamıyla acımasız olabilecek bir insan ."

275
Ne Düşündüğünü Biliyorum

veren tüm politikasının başarısızlığa uğradığını anlayacağını


biliyordu. Bu davranış, taviz verildiği sıralarda utanç verici ol­
mayıp takdir edilen bir politikaydı; birkaç hafta sonra Hitler ' in
yaptığı sürpriz saldırı, Chamberlain'in aldatıldığını ortaya çı­
kardığında bu anlam değişecekti. Hitler Avrupa 'yı zorla ele
geçirmeye kararlıydı . Eğer Hitler 'e güvenilebilseydi ve Hitler
yaptığı anlaşmaları yerine getirseydi, Chamberlain Avrupa'yı
savaştan kurtardığı için insanların övgülerine mazhar olmanın
keyfini çıkaracaktı. Chamberlain inanmak istiyordu ve Hitler
de bunun farkındaydı. Hitler' in yakalanma korkusunu azaltan
bir diğer faktör, yalan söylemeye ne zaman ihtiyacı olacağını
ve ne söylemesi gerektiğini bilmesiydi, bu nedenle hazırlık ya­
pıp planını rahatça prova edebilirdi. Hitler ' in yalan söylediği
için utanç ya da suçluluk duymasına gerek yoktu - Britanya'yı
aldatmayı, tarih anlayışı ve görevinin gerektirdiği onurlu bir
davranış olarak görüyordu. Mesele sadece Hitler gibi kibirli bir
liderin, düşmanlarına yalan söylediği için suçluluk ya da utanç
hissetmesi değildir. Pek çok politik araştırma ışığında, uluslara­
rası diplomaside olası yalanlar, sadece milli menfaatlere hizmet
etmediğinde sorgulanabilir. Hitler' in hissetmiş olabileceği tek
duygu, aldatma hazzıdır. Söylenenlere göre, İ ngilizleri kandır­
maktan zevk alıyordu ve bu başarılı kandırmacayı izleyen Al­
manların varlığı, Hitler ' in Chamberlain ' i aldatırken hissettiği
zevk ve heyecan duygusunu artırabilirdi. Ne var ki Hitler çok
kabiliyetli bir yalancıydı ve görünüşe göre bu duyguların dışarı
sızmasına engel olmuştu.
Yalancı ve hedef farklı kültürlerden olup ortak bir dili pay­
laşmadığında yalan söylendiğini anlamak birkaç sebepten dolayı
çok daha zordur.43 Hitler hata yapsaydı ve Chamberlain gönüllü

•3 Neden ve nasıl etkileyeceğini açıklamasa da Groth bu problemden bahseder.


" . . . . . [ liderler tarafından verilen] kişisel izlenimlerin, taraftar arasındaki politik ,

276
Yalan Kontrolü

bir kurban olmasaydı da yalan söylendiğini anlama konusunda


zorluk yaşardı. Sebeplerden biri, konuşmalarının tercümanlar
aracılığıyla yapılmasıydı . Bu, yalancıya karşılıklı konuşmalarda
iki avantaj sağlar. Bitler herhangi bir konuşma hatası yaptığında
(ağızdan kaçırma, verilen duraksamaların fazla olması ya da ko­
nuşma hataları) tercüman bu hataları kapatabilirdi. Ü stelik eş za­
manlı tercüme işlemi, her cümle tercüme edildiğinde yalanın bir
sonraki bölümünü tam olarak nasıl kelimelere dökeceğini düşün­
mesi için konuşmacıya zaman kazandırır. Dinleyici, yalancının
dilini anlasa bile, kendi ana dili olmadıkça, konuşma tarzındaki
incelikleri ya da aldatma belirtisi olabilecek ifade tarzlarını göz­
den kaçırması mümkündür.
Kültürel ve milli değerlerdeki farklılık, aynı zamanda ses, yüz
ve vücutta görülen aldatma belirtilerini yorumlamayı çok daha
karmaşıklaştırıp çapraşıklaştırarak, anlaşılmaz hale getirir. Bir de­
receye kadar her kültürün, konuşmalarım resmetmek için yüz ve
el kullanımının yanı sıra konuşma yüksekliği, tonu ve gürlüğünü
ayarlayan kendine ait belirli ifade biçimleri vardır. Yüz ve sese ait
duygusal belirtileri, duygusal ifadelerin yönetimini dikte eden 4.
Bölüm' de anlattığım görüntü kuralları da kontrol eder ve bunlar
da kültürden kültüre farklılık gösterir. Yalan avcısı, bu farklılıktan
anlayamayıp tam olarak hesaba katamadığında, muhtemelen bu
davranışları yanlış yorumlamaya ve bir yalana inanma hatasıyla
hakikate inanmama hatasına karşı daha savunmasızdır.
Bu noktada bir istihbarat ajanı, Bitler - Chamberlain görüş­
mesine dair yaptığım analizin ne kadarının o zamanlar yapıla­
bileceğini sorabilir. Gerçeğin olayın geçtiği zamanlarda değil
de sadece yıllar sonra ortaya çıkabileceği durumlarda yalan
kontrolü, böyle bir yardım istediklerinde baş aktörler ve onla-

ideolojik, sosyal ve kültürel uçurumun artışı oranında çok fazla yanlış yönlen­
dirici olması muhtemeldir."

277
Ne Düşündüğünü Biliyorum

nn danışmanlarının işine fazla yaramayacaktır. O zamanlara ait


açıklamalarla ilgili yorumlarım, pek çok yargımın, en azından
bazı kişiler tarafından l 93 8 ' de açıkça görüldüğünü gösterir.
Chamberlain olmasa da diğerleri, Hitler 'in dürüstlüğü konusun­
da Chamberlain' in yargılarına güvenme konusunda daha dikkat­
li olması gerektiğinin farkına varabileceği için, Chamberlain ' in
Hitler' e inanmayı isterken riske ettiği çok şey vardı. Aktarılan­
lara göre, Chamberlain meslektaşlarını küçümsüyor ve kendini
onlardan üstün görüyordu, bu nedenle herhangi bir önlem almayı
kabul etmeyebilirdi.
Aynı zamanda Hitler 'in Britanya'yı kandırma isteği de Berc­
htesgaden'deki görüşmeye kadar iyice resmileşmişti. Hatta
Chamberlain, Hitler' in Kavgam 'da söylediklerini okumak ya
da bunlara inanmak zorunda ·değildi. Anglo-Alman deniz pak­
tını gizlice ihlal etmesi ya da Avusturya hakkındaki amaçlarına
dair söylediği yalanlar gibi pek çok örnek vardı. Chamberlain,
Hitler'le buluşmadan evvel, Hitler � in Avrupa'yı işgal planlarını
gizleyerek Çekoslovakya konusunda yalan söylediğinden şüphe­
lendiğini dile getirmişti. Ü stelik Hitler ' in sadece diplomatik ve
askeri taktiklerde başarılı olmayıp kurbanıyla yüz yüze olduğu
durumlarda da yetenekli bir yalancı olduğu biliniyordu. Büyük
bir ustalıkla duygulan ve düşünceleri taklit edebilir, etkileyebilir,
göz korkutabilir ya da kendini tutabilirdi ya da hayran bırakmayı
veya öfkelenmeyi tercih edebilirdi.
1 938 yıllarındaki İ ngiliz-Alman ilişkileri üzerine ihtisas yapan
tarihçiler ve idari bilim uzmanları, yalan kontrol listesindeki (Ek
Bölüm, Tablo 4) sorulan cevaplandırmak için yeterince şey bilin­
diğini söylerken haklı olup olmadığım konusunu değerlendirebilir­
ler. O zamanlar yapılacak bir yalan kontrolünün, kesin bir ifadeyle
Hitler' in yalan söyleyeceğini önceden bildirebileceğine inanmı­
yorum. Fakat Hitler yalan söylediğinde Chamberlain' in bunu fark

278
Yalan Kontrolü

edemeyeceği olasılığını önceden bildirebilirdi. Yalan konusunda


Hitler ve Chamberlain buluşmasından çıkarılacak birkaç ders daha
var ancak bunlar, aldatma belirtilerinden faydalanarak bir liderin
yalanının nasıl anlaşılabileceğini tasvir eden bir başka örnek ince­
lendikten sonra çok daha iyi değerlendirilebilir.
Küba füze krizi esnasında, Başkan John F. Kennedy ve Sov­
yet Dışişleri Bakanı Andrei Gromyko görüşmesinin iki gün ön­
cesinde44, salı günü 14 Ekim 1 962' de McGeorge Bundy, Başkan
Kennedy'yi bir U-2 uçuşunun Sovyetler Birliği 'nin Küba'ya
misiller yerleştirdiğine dair kesin kanıtlar bulduğu konusunda
bilgilendirir. Kasım ayında yapılacak seçimlerin yaklaşmasıy­
la birlikte, (idari bilimci Graham Allison'ın sözleriyle) Kruşçev
"Kennedy'yi, en direkt ve kişisel kanallarla dahili devlet problem­
lerini anladığına ve ortamı karıştıracak hiçbir şey yapmayacağı­
na inandırmıştı. Özellikle Kruşçev, Sovyetler Birliği'nin Küba'ya
taarruz füzeleri yerleştirmeyeceğine dair resmi güvence vermişti"
açıklaması yönünde yinelenen söylentiler vardır. Kennedy (Art­
hur Schlesinger'e göre) "öfkeliydi", "Kruşçev' in onu kandırmaya
çalışmasına kızmış olmasına rağmen . . . haberi sakin bir şekilde
karşıladı ancak yüzünde bir şaşkınlık ifadesi vardı" (Theodore So­
rensen açıklaması). Robert Kennedy'nin sözleriyle, "O sabah CIA
temsilcileri, U-2 fotoğraflan hakkında izahat verdiğinde . . . her şe­
yin bir yalandan ibaret olduğunu anladık, bu muazzam bir yalan
örgüsüydü." Başkan' ın başdanışmanları hükümetin ne şekilde ha­
reket etmesi gerektiği üzerinde düşünmek için o gün görüşmelere
başlar. Başkan şu şekilde karar verir: "İzlenecek plan belirlenip
hazırlanmadıkça, Sovyetler Birliği'nin Küba'da misilleri bulundu-

44Kennedy ve Gromyko arasında yapılan toplantıyla ilgili yorumlarımın doğ­


ruluğunu kontrol ettiği için Graham Allison' a borçluyum . Aynı zamanda o dö­
nemde olaya karışanlarla yakın bağlantısı olan Kennedy' nin idari grubunun bir
üyesi de açıklamalarımı kontrol etti .

279
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ğunu bildiğimiz gerçeği, halka hiçbir şekilde açıklanmamalıdır. . .


Güvenlik temel zorunluluktu v e Başkan, Washington tarihinde bir
defalığına ne olursa olsun dışarı bilgi sızdırtmayacağı hususlında
kararlı olduğunu belli etti" (Roger Hilsman, o zamanlar Dışişleri
Bakanlığı 'ndaydı).
2 gün sonra, 1 6 Ekim Salı günü, danışmanları hala ülkenin ne
şekilde hareket edeceği konusunu tartışırken, Başkan Kennedy,
Gromyko'yu görür. "Gromyko en az bir haftadır Amerika Birleşik
Devletleri 'ndedir, ancak hiçbir resmi Amerikalı görevli bunun se­
bebini bilmemektedir . . . Gromyko Beyaz Saray' dan resmi bir gö­
rüşme talep eder. Bu talep neredeyse. . . [U-2 fotoğraflarına ait ka­
nıtlarla] aynı zamana denk gelir. Ruslar U-2 uçaklarını fark etmiş
olabilir miydi? Kennedy'nin gösterdiği reaksiyonları tartmak için
mi görüşmek istiyorlardı? Bu konuşmayı, ABD reaksiyon göster­
meden önce, Kruşçev' in o sırada kendi başarısını göstererek fü­
zeler konusunda halka açıklama yaptığına dair Washington'u bil­
gilendirmek amacıyla mı kullanacaklardı?" Kennedy " . . . görüşme
yaklaşırken endişeliydi ancak Gromyko ve [Anatoly] Dobrynin' i
[Sovyet Büyükelçisi] ofisine buyur ederken gülümsemeyi be­
cerebilmişti. Henüz harekete geçmeye hazır değilken, Sovyetler
Birliği'nin daha fazla avantaj elde etmesine mani olmak için, fü­
zeler hakkındaki keşfi Gromyko' dan gizlemenin önemli olduğuna
inanıyordu. 45
Toplantı öğleden sonra saat 5 'te başlar ve 7. 1 5 'te biter. Dobr­
ynin, Vladimir Semenor (Sovyet Dışişleri Bakanlığı temsilcisi) ve
bir üçüncü resmi Sovyet görevli toplantıyı izlediği sırada, hükümet

45Bu konuda bazı açıklamalar ihtilaf durumundadır. Sorensen , Kennedy 'nin


Gromyko'yu aldatma ihtiyacı hakkında hiç şüphesi olmadığını söylerken, Elie
Abel , (Füze Krizi , sayfa 63) olayın hemen arkasından Kennedy ' nin Rusk ve
Thompson 'a Gromyko'ya gerçeği söylemeyerek hata yapıp yapmadığını sor­
duğunu nakleder.

280
Yalan Kontrolü

sekreteri Dean Rusk, LLewellyn Thompson (ABD resmi Sovyet­


ler Birliği büyük.elçisi) ve Martin Hildebrand (Alman İşleri Dairesi
yöneticisi) de diğer taraftan toplantıyı takip etmektedir. Aynı za­
manda her iki tarafın tercümanı da oradadır. "Kennedy şömineye
bakan sallanan koltuğuna yerleşti, Gromyko, Kennedy'nin sağın­
da bulunan bej bir kanepenin üzerinde oturuyordu. İçeri kamera­
manlar girdi, gelecek nesiller için fotoğraflar çekip ayrıldılar. Rus,
çizgili bir yastığa doğru yaslanarak konuşmaya başladı . . . "
Gromyko bir müddet Berlin hakkında konuştuktan sonra ni­
hayet konuyu Küba'ya getirir. Robert Kennedy'nin açıklamala­
rına göre, "Gromyko, Başkan Kruşçev ve Sovyetler Birliği adı­
na Küba ile yaşanan tansiyonu azaltmak için yardım istemeye
geldiğini söyler. Başkan Kennedy şaşkınlık ve aynı zamanda
Gromyko'nun görevi hususunda gösterdiği cesarete biraz da hay­
ranlık duyarak onu dinler. . . [Başkan] Karşı tarafı tahrik etmeden
kendini çok iyi kontrol altında tutarak kararlı bir şekilde konu­
şur." Gazeteci Elie Abel şöyle aktarıyor: "Başkan Küba'da uçak­
savarlar hariç füze olmadığı konusunda Dobrynin ve Kruşçev'in
geçmişte yinelediği sözleri doğrudan kastederek, Gromyko'ya,
yanlış bilgileri düzeltmesi için açık bir imkan verdi. Gromyko
inatla, Başkanın o an yalan olduğunu bildiği, eski güvenceleri
yineledi. Kennedy gerçekleri söyleyip onunla yüzleşmedi." Ken­
nedy "görmezden gelerek . . . öfke ya da gerginlik emaresi göster­
medi." (Sorensen)
Gromyko Beyaz Saray' ı terk ederken "alışılmadık bir neşe"
içindedir (Abel). Muhabirler, ona toplantıda ne konuşulduğunu
sordular. "Gromyko'nun keyfinin yerinde olduğu açıktı, on­
lara gülümseyerek konuşmaların olumlu, çok olumlu geçtiğini
söyledi." Robert Kennedy şöyle aktarıyor, "Gromyko Beyaz
Saray' dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra ziyarete gittim. ABD
Başkanı için söylenilebilecek tek şey, Sovyetler B irliği sözcü-

281
Ne Düşündüğünü Biliyorum

süyle konuşmaktan memnun kalmadığıydı." İ dari bilimler uzma­


nı David Detzer'e göre Kennedy, "Kanıtlanmızla onun karşısına
geçmek için can atıyordum" demiştir. Kennedy ofise giren Ro­
bert Lovett ve Bundy'ye düşüncelerini açıklar: "Gromyko . . . tam
bu odada en fazla on dakika önce, uzun zamandır duymadığım
kadar çirkin yalanlar söyledi. Olayı yalanladığı sırada masamın
orta çekmecesinde alçak seviyeden çekilmiş fotoğraflar duru­
yordu ve onları Gromyko'ya göstererek yalanını yüzüne vurm ak
için kendimi zor tuttum."

Soldan sa!;)a: Anatoly Dobrynin, Andrei Gromyko, John F. Kennedy.

282
Yalan Kontrolü

Öncelikle Büyükelçi Dobrynin' i ele alalım. Muhtemelen


toplantıda yalan söylemeyen tek kişi oydu. Robert Kennedy,
Dobrynin ' in daha önceki toplantılarda Küba' da füze bulundu­
ğunu reddederken dürüst olduğunu bildiğinden, yalan konu­
sunda başarılı olmadığı için Sovyetlerin Dobrynin' e yalan söy­
lediğini düşünüyordu. 46 Böyle bir amaç için bir büyükelçinin
hükümeti tarafından bu şekilde yanlış yönlendirilmesi alışıl­
madık bir durum değildi. John F. Kennedy Küba'daki Domuz
Körfezi konusunda Adlai Stevenson ' ı bilgilendirmeyerek tam
olarak aynı işi yapmıştı ve Allison ' ın da işaret ettiği gibi "ben­
zer şekilde Pearl Harbour konusunda Japon Büyükelçi, Barba­
rossa [Almanlar ' ın Rusya' yı işgal planı] konusunda Moskova
Alman Büyükelçi bilgilendirilmemişti." Sovyetlerin Küba'ya
füze sistemleri yerleştirme kararını aldığı tahmin edilen Hazi­
ran 1 962 ' den ekim ortası yapılan bu toplantıya kadar olan süreç
zarfında Sovyetler, Dobrynin ve .Georgi Bolshakov 'u Küba'da
taarruz füzeleri bulunmadığı konusunda Kennedy'nin yönetim
üyelerine (Robert Kennedy, Chester Bowles ve Sorensen) de­
vamlı surette güvence vermek için genel bilgilendirme görev­
lisi olarak kullanmıştı. Bolshakov ve Dobrynin ' in gerçekte ne
olduğunu bilmelerine gerek yoktu ve muhtemelen gerçekten
de olayın ne olduğunu bilmiyorlardı. Ne Kruşçev ne Gromy-

46Dobrynin hakkındaki tartışmalar halii devam etmektedir: "Dışişleri bakanla­


rının , Başkanı kandırmak amacıyla bulunduğu girişime dahil olduğunda, ger­
çekte füze konusundan haberdar mıydı? O zamanlar Eyalet Genel Sekreteri
olan George W. Bali şöyle der: "Biliyor olmal ı ." "Ülkesi için yalan söylemek
zorundaydı ." "Başkan ve kardeşi , bir dereceye kadar Dobrynin tarafından al­
datılmıştır," diye belirtir Eski Yargıtay Yargıcı Arthur J . Goldberg . Ancak di­
ğerleri daha az emindir. Kennedy 'nin Ulusal Güvenlik Danışmanı , McGeorge
Bundy, Dobrynin ' in olaydan haberi olduğunu zannetmediğini söyler. Pek çok
Amerikalı uzman , Sovyet sisteminde askeri bilgiler çok sıkı korunduğu için
Dobrynin ' in Küba'daki Sovyet silahlarının mahiyetinden tamamen haberdar
olmayabileceği görüşünde hemfikirdir." (Madeline G. Kalb, "Dobrynin Faktö­
rü" New York Tımes, 1 3 Mayıs l 984, s . 63)

283
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ko ne de gerçeği bilen bir başkası, Kennedy ve Gromyko ara­


sında yapılan toplantının iki gün evveline, 1 4 Ekim' e kadar,
hiçbir şekilde hasımlarıyla doğrudan karşılaşmamıştı. Kruşçev,
Moskova'da Amerika Büyükelçisi Foy Kohler' le görüşerek
Küba'da füze bulunduğunu yalanlamıştı. Sadece Sovyetler, ilk
defa o zaman Kruşçev ya da iki gün sonra Gromyko bir hata
yaptığında yalanlarının anlaşılma riskini göze almıştı.

Beyaz Saray'daki toplantı sırasında biri Kennedy, diğeri


Gromyko tarafından söylenen iki yalan vardı. Bazı okuyucula­
ra sadece Gromyko'yu değil de Kennedy'yi tarif ederken de ya­
lan kelimesini kullanmam garip gelebilir. Pek çok kişi, yalanın
özünde şeytanlık gördüğünden dolayı saygı duyulan bir insan
için kullanılmasından hoşlanmaz. Kennedy'nin bu toplantıdaki
tutumu benim gizleme yalanı tanımıma giriyor. Her iki adam da,
Kennedy ve Gromyko, birbirlerinden doğru olduğunu bildikle­
ri şeyi sakladılar - Küba'da füze olduğunu. Analizlerim, neden
Kennedy'nin Gromyko' ya göre daha fazla aldatma belirtisi sağ­
lamasının muhtemel olduğunu gösteriyor.
Her ikisi de izleyecekleri planı önceden hazırladığı sürece -ve
her ikisinin de bunu yapma imkanı olduğu müddetçe- paylaş­
tıkları bilgiyi birbirlerinden gizleme konusunda bir problem ya­
şamayacaklardı. Göze alınan risk çok büyük olduğu için her iki
adam da yakalanma korkusu hissetmiş olmalıydı. Tahminen Baş­
kan Kennedy 'nin Gromyko' yu karşıladığı sırada hissettiği söyle­
nen endişe, yakalanma korkusuydu. Göze alınan risk -ve dolayı­
sıyla yakalanma korkusu- Gromyko 'ya göre Kennedy için daha
büyük olmalıydı. ABD ne yapacağına henüz karar vermemişti.
Hatta tam olarak Küba' da ne kadar füze olduğu konusundaki is­
tihbarat bilgileri hazırlık aşamasındaydı ve tamamlanamamıştı.
Kennedy 'nin danışmanları, ABD harekete geçmeden evvel Kruş­
çev durumu öğrenirse, tehdit ve bahanelerle Amerika'nın işini

284
Yalan Kontrolü

kanştırarak taktiksel bir avantaj elde edebileceğinden korktuk.lan


için, bu keşfin gizli tutulması gerektiğini düşündüler. McGeor­
ge Bundy'ye göre, " İnanıyordum ki ve hala buna inanmayı sür­
dürüyorum, her şeyi değiştiren, gerçekte yapmış oldukları şeyi
tüm dünya bildiği halde hiçbir şey yokmuşçasına acemice rol
yaparken yakalanmalan oldu." Aynı zamanda füze üssü inşaat­
lannı tamamlamak için Sovyetler Birliği'nin de zamana ihtiyacı
vardı ancak Amerikalılar o an füze konusunu öğrenmiş olsalar,
onlar için bunun çok önemi olmazdı. Sovyetler Birliği, çok hızlı
hareket etmediklerinde Amerikan U-2 uçaklannın kısa zamanda
füzeleri ortaya çıkaracağını zaten biliyordu.
Bir kişi riskin her iki taraf için de aynı olduğunu farz etse bile,
muhtemelen Kennedy, Gromyko'dan daha fazla yakalanma kor­
kusu hissetmişti, çünkü yalan söyleme konusundaki kabiliyetine
daha az güveniyordu. Kesin olan bir şey vardı, o da Gromyko 'ya
göre tecrübesinin daha az olduğuydu. Aynı zamanda Gromyko,
Kruşçev' in bir yıl önce Viyana zirve toplantısında şekillenen
Kennedy'nin fazla zorlu olmadığı düşüncesini paylaşıyorsa,
muhtemelen kendine daha fazla güvenecekti.
Kennedy' nin Gromyko ' dan daha fazla yakalanma korkusu
hissetmesi ihtimalinden tamamen ayrı olarak, söylentilere göre
saklaması gereken diğer duyguların da yükünü hissediyordu.
Alıntı yaptığım rivayetler, toplantı süresince Kennedy'nin şaş­
kınlık, takdir ve memnuniyetsizlik duyguları hissettiğini bildi­
riyor. Bu duyguların herhangi birinin o ortamda sızıntı yapma­
sı, Kennedy 'nin Sovyetler Birliği 'nin hilesini bildiği izlenimini
vereceğinden, onu ele verebilirdi. Ö te yandan, Gromyko aldat­
ma hazzı hissetmiş olabilirdi . Bu durum, ayrılırken çok neşeli
göründüğünü söyleyen röportaj larla birbirini tutmaktadır.
Her iki adam da becerikli ve hissettikleri duygu ne olursa
olsun bunu gizlemeyi sağlayan kişisel özelliklere sahip oldu-

285
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ğu için aldatma belirtisi ya da sızıntı şansı fazla yoktu. Yine de


Kennedy'nin Gromyko'ya göre yükü daha fazlaydı; söylenenlere
göre daha fazla duygu hissetmişti, yalan konusunda daha bece­
riksizdi ve kendine güveni daha azdı. Kültürel ve dilsel farklar,
gösterdiği aldatma belirtilerini örtebilirdi ancak Büyükelçi Dobr­
ynin bunları fark edecek konumdaydı. Ü lkede yıllarca kaldıktan
sonra Amerikalıların davranışları hakkında oldukça bilgili ve dil
konusunda çok rahattı, Dobrynin, olayın içinde doğrudan yer
almadığından bir gözlemci olmanın avantaj ına da sahipti, ken­
dini şüpheliyi incelemeye verebilirdi. Büyükelçi Thompson da
Gromyko 'nun davranışlarındaki davranışsal aldatma belirtilerini
ayırt etme konusunda benzer bir konumdaydı .
Amerika tarafından bu toplantıya dair verilen pek çok beyanat
üzerinden olayı tasvir ederken, Sovyetler Birliği 'nin sağladığı
hiçbir bilgi olmadığından Dobrynin' in gerçeği sezip sezmediğini
tahmin etmenin bir yolu yoktur. Hükümet Sekreteri Rusk, dört
gün sonra Dobrynin'e füzelerin fark edildiğini söylendiğinde
Dobrynin çok şaşırmış ve bariz bir şekilde sarsılmış görünüyor­
du. Amerikan deniz blokaj ının başlayışı, Sovyetlerin o ana kadar
Amerika'nın bu keşfinden habersiz olduğunun kanıtı olarak yo­
rumlandı. Dobrynin, kendi devleti onu füzelerin yerleştirilmesi
olayının dışında tutmuş ise, durumdan ilk defa o dakika haberdar
olmuş olmalıydı. Dobrynin ' in füze konusunu ve hatta Ameri­
kalıların bunu ortaya çıkardığını bilse dahi, Amerika'nın askeri
olarak müdahale etme kararı nedeniyle şaşırmış ve sarsılmış ola­
bilirdi. Pek çok analist, Sovyetler Birliği 'nin Amerika'nın askeri
harekatla karşılık vereceğini ummadığı konusunda hemfikirdir.
Konu, Kennedy'nin yalanının ortaya çıkıp çıkmadığını sap­
tamak değil, neden böyle bir ihtimal olabileceğini açıklamak ve
buna rağmen aldatma belirtilerini fark edebilmenin karışık ve
zor bir mesele olduğunu göstermektir. Aktarılanlara göre Ken-

286
Yalan Kontrolü

nedy, Gromyko 'nun yalan söylerken hiç hata yaptığını göremedi.


Gerçi Kennedy gerçeği önceden bildiği için aldatma belirtileri­
ni belirlemeye ihtiyacı yoktu. Bu bilgiyle sahip olan Kennedy,
Gromyko'nun yeteneğine hayran olmuştu.
Bu iki uluslararası aldatma olayını tahlil ederken, Hitler, Ken­
nedy ve Gromyko'nun yalan uydurma konusunda zeki, hünerli
ve çok inandırıcı konuşan doğal yalancılar olduklarından bah­
setmiştim. Parlak bir medya imajına sahip, bilgilendirme toplan­
tılarında sorularla baş etme konusunda yetenekli, kısmen halk
konuşmaları ve tartışmalardaki becerikliliği vasıtasıyla iş başına
gelmiş herhangi bir politikacının, konuşma konusunda doğal bir
yalancı kadar yetenekli olduğuna inanıyorum (Gromyko iktida­
ra bu şekilde gelmese de kimsenin uzun süre ayakta kalamadığı
dönemlerde yoluna devam edenlerden biriydi 1 963 'e kadar hem
diplomasi hem de Sovyetler Birliği içerisindeki politik mücadele
konusunda oldukça tecrübe kazanmıştı). Böyle insanlar ikna edi­
ci olurlar; bu, işlerinde sahip oldukları öz kaynaklardan bir tane­
sidir. İ ster yalan söylemeyi ister söylememeyi tercih etsinler, o işi
iyi bir şekilde yapabilmek için gerekli olan yeteneğe sahiptirler.
Tabii ki iktidara götüren başka yollar da vardır. Bir darbe dü­
zenleyebilmek için toplumsal aldatma becerileri gerekli değildir.
Ne kişisel manevralar sayesinde yurt içi rakiplerine üstün gelen
ne de bürokratik beceri ya da miras yoluyla başarı elde eden bir
liderin, güzel konuşan sanatçılar kadar yetenekli olması ve doğal
bir oyuncu olması şart değildir.
Konuşma becerileri -uygun ifade ve hareketlerle, konuşul­
dukları anda kelimeleri taklit edebilme ve gizleme kabiliyeti- ya­
lancı hedefiyle karşı karşıya gelmedikçe ya da sohbet etmedikçe
gerekli değildir. Hedefler, basın, askeri hareketler, aracılar ve
yazı vs. yollarla kandırılabilir. Her halükarda, yalanın her türü,
yalancı stratej ik becerilere sahip olmayıp kendinin ve hedefinin

287
Ne Düşündüğünü Biliyorum

hareketlerini tahmin etmekten acizse başarısızlığa uğrar. Tüm


politikacıların zeki ve stratej ik düşünebilen insanlar olduğuna ve
sadece bir kısmının, bu kitapta ele aldığımız aldatma çeşitlerinde
avlarıyla yüz yüze geldiklerinde yalan söyleme imkanı veren gü­
zel konuşma yeteneğine sahip olduğuna inanıyorum.
Herkes yalan söyleyemez ya da yalan söylemek istemez.
Pek çok politikacının yalan söylemeye istekli olduğunu dü­
şünüyorum, en azından belirli durumlarda ve belirli hedeflere
karşı. Hatta Amerikan halkına hiçbir zaman yalan söylemeye­
ceği sözü üzerine kampanya yapan ve Playboy dergisiyle yaptı­
ğı röportajda şehvet dolu fantezilerini itiraf eden Jimmy Carter
bile, kaba kuvvet yoluyla İ ran' da tutulan rehineleri kurtarmak
için yapılan planı gizlediğini daha sonra yalanlamıştır. Askeri
hileler konusunda uzman araştırmacılar, daha çabuk kavrayıp
yalan söyleyebilen liderleri belirlemek amacıyla bir girişiminde
bulundular. İ htimallerden biri , bu liderlerin yalan söylemenin
göz yumulduğu ülkelerden çıktığıdır ancak böyle ülkelerin var­
lığına dair deliller zayıftır. 47 B ir diğer tetkik edilmemiş sanı, ya-

47Sovyetler B irliği' nin diğer ülkelerden daha ketum ve dürüst olduğu söylenir.
Sovyet uzmanı Walter Hahn , gizliliğin çok uzun bir tarihi olduğunu ve gerçekte
Sovyetlere değil Ruslara ait bir özellik olduğunu iddia eder. ("Sovyet Gizlili­
ğinin Gerçek Nedenleri", Orbis 1 964:7 1 9-47 ) . Ronald Hingley, Rusların kendi
yaşamlarıyla ilgili bakış açıları üzerine bilgi verirken çok daha istekli ve bir
yabancının varlığı durumunda duygusallık dolu açıklamalar yapmaya çok daha
yatkın olduklarını ifade eder. Bu diğer milletlerden daha az ya da daha fazla dü­
rüst olduklarını göstermez. "Ruslar, diğer milli psikolojilerde olduğu gibi pek
çok Rus ırkı olduğundan , çok sıkı ağızlı ya da tutucu olma konusunda efsane­
leşmiş Anglo-Sakson ' lar kadar korumacı , haşin ve sert olabilirler (Hingley, Rus
Akl ı , [New York: Scribners, 1 977) , s .74) . Sweeter, bir ülkenin diğerinden daha
hilekar olmadığına ve sadece kültürlerin aldatmaya konu olan bilginin türü
yönünden farklılık gösterdiğine inanır. (Düşünce ve Dil Bakımından Kültürel
Modeller Dahilinde "Bir Yalan Tanımı " , ed . Naomi Quinn ve Dorothy Holland
[basın] ) . Karşı çıkmak için hiçbir sebebim olmamasına rağmen, yalan söyleme
ve yalan yakalama yönünden milli ve kültürel farklılıklarla ilgili çok az çalışma
yapıldığından şu an için herhangi bir hüküm vermek erken olur.

288
Yalan Kontrolü

lan söylemeye istekli olan liderlerin, başkanların askeri kararlar


üzerinde güçlü rol oynadığı (özellikle diktatörlüklerde) ülke­
lerden olduğudur. Yalan söylediği bilinen liderleri karakterize
eden hilekar kişilik modellerinin tarihsel materyallerle tespiti
amacıyla başlatılan bir girişim başarısızlığa uğramıştır ancak
bu başarısızlığının nedenini belirlemek için gereken bilgilere
ulaşılamamaktadır.
Siyasi liderlerin, gerçekte doğal yalancılar kadar olağanüstü
yetenekli olup olmadığı ya da farzı misal, yalan söyleme konu­
sunda idari yöneticilerden daha fazla becerikli ve istekli olup ol­
madığı konusunda hiçbir sağlam delil yoktur. Eğer böyleyseler,
bu, uluslararası aldatmaları anlaşılması en zor aldatmalar konu­
muna sokar ve aynı zamanda yalan avcısı için yalancıların taşı­
dığı normal becerilere sahip olmaması nedeniyle dikkat çeken
devlet başkanlarını, yani istisnaları ayırt etmenin önemini akla
getirecektir.
Şimdi devlet başkanlarının, yalan avcısı olarak diğer insanlar­
dan daha iyi olup olmadıkları konusunu, madalyonun öteki yüzü­
nü ele alalım. Yapılan bir araştırma, bazı kişilerin yalan avcısı ola­
rak olağanüstü yetenekli olduğunu ancak bir yalan avcısı olarak
bu yeteneğe sahip olmanın, bir yalancı gibi kabiliyetli olmakla
ilgisi bulunmadığını gösterdi. Maalesef bu araştırma çoğunlukla
kolej öğrencileri üzerinde yapılmıştı. Hiçbir çalışma, herhangi
bir organizasyonun başında lider konumunda bulunan insanları
incelemedi. Bu tarz insanları sınamak, bu kişilerden bazılarının
yalan avcısı olarak kabiliyetli olduklarını önerirse, o zaman soru,
yetenekli yalan avcılarını belli bir mesafeden, üzerlerinde bir test
uygulamaksızın belirlemenin mümkün olup olmadığı olacaktır.
Eğer üstün yetenekli yalan avcıları, halkın tanıdığı kişilere ait
herkesin ulaşabileceği bilgi türlerinden faydalanılarak ayırt edi­
lebiliyorsa, yalan söylemeyi düşünen siyasi bir lider, hasmının

289
Ne Düşündüğünü Biliyorum

aldatma belirtileri ve sızıntıları fark etmesinin ne derece müm­


kün olabileceğini daha doğru olarak ölçümleyebilir.
S iyasi bilimler uzmanı Groth, bana karşı inandırıcı bir şe­
kilde, devlet başkanlarının, düşmanlarının güvenilirliğini ve
karakterlerini tartmadaki beceri konusunda, kendi profesyonel
politikacılarından çok daha az dikkatli ve olağanüstü kötü ya­
lan avcıları olduğu görüşünü savundu: "Devlet başkanları ve
dışişleri bakanları genellikle uzlaşma ve iletişim konusundaki
temel becerilerden, mesela hasımları hakkında iyi bir tahmin
yapmalarını sağlayabilecek artalan bilgilerinden çoğunlukla
yoksundurlar." Jervis, devlet başkanlarının "politikadaki yük­
selişleri, kısmen başkalarını değerlendirmeye ilişkin keskin bir
kabiliyete dayanıyorsa" yalan avcısı olarak yeteneklerini oldu­
ğundan daha fazla hesap edebildiklerini belirterek, bu görüşe
katılır. Bir lider, yalan avcısı olarak olağanüstü bir yeteneği ol­
duğuna inanmakta haklı olsa bile, şüpheli başka bir kültürden
gelip farklı bir dil konuştuğunda yalan belirlemenin ne kadar
zor olacağını dikkate almadığı için başarısız olabilir.
Chamberlain' in aldatılmayı isteyen gönüllü bir kurban ol­
duğu sonucuna vardım çünkü çaresiz bir şekilde Hitler 'e inan­
mak istiyor ve onun karakterini anlama hususundaki kabiliyeti­
ni olduğundan fazla görüyordu, hiçbir şekilde mümkün olmasa
da kendince savaşı önleme görevini üstlenmişti. Buna rağmen
Chamberlain ne aptal bir insandı ne de Hitler' in yalan söyleyebi­
leceği olasılığından tamamen habersizdi . Ancak Chamberlain'in
ona inanmak için önemli bir nedeni vardı, Hitler 'e inanmadığın­
da savaşla karşı karşıya kalacaktı. Groth'a göre, yalan avcısı ola­
rak kendi kabiliyetleri konusunda hatalı inanışlar ve devlet baş­
kanları tarafından yargılamada yapılan bu tarz hatalar, o kadar da
olağanüstü bir durum değildir. Benim koşullarımda bu, daha çok
göze alınan risk büyük olduğunda olasıdır. O halde görülecek

290
Yalan Kontrolü

zarar çok büyük olduğunda, bir devlet başkanı hasmının yalanın­


da gönüllü bir kurban haline gelmeye karşı oldukça savunmas ız
olabilir.
Başka bir gönüllü kurbanı ele alalım. Skoru dengelemek için,
Groth'un verdiği pek çok örnekten birini, Chamberlain'in raki­
bi Winston Churchill'i seçtim. Churchill, Stalin'in "Sovyetler
Birliği"den bahsettiği kadar "Rusya" hakkında konuşması ve
Tanrı 'dan söz etmesi olayının, onu Stalin'in bazı dinsel inançla­
rını kaybedip kaybetmediği konusunu araştırmaya sürüklediğini
ifade eder.48 l 945 'te Yalta dönüşü sonrası gerçekleşen bir başka
olayda Churchill, Stalin'in taahhütlerine olan inancını şöyle sa­
vunur: "Sözlerine bağlı olduklarını hissediyorum. Kendi aleyhine
bile olsa, üzerine düşen yükümlülükleri Rus hükümeti kadar sert
bir şekilde yerine getiren hiçbir ülkeyi tanımam." Churchill'in bi­
yograflarından biri şöyle der " . . . Sovyetlerin geçmişini tamamıyla
bilmesine rağmen, Winston, şüpheli bir durum bulunmamasından
ötürü lehte düşünme hakkını Stalin' e vermeye ve onun amaçla­
dıklarına inanmaya hazırdı. Birlikte iş yaptığı yüksek konumdaki
kişilerin içsel dürüstlüklerine inanmaktan başka bir şey yapmak
onun için zordu." Stalin kendisine gösterilen bu saygının karşılı ğı­
nı vermedi. Milovan Djilas, Stalin'in 1 944'teki konuşmasından bir
bölüm aktarır: "Muhtemelen bizi sadece İngilizlerin müttefiki ola­
rak gördüğünüz için bu şekilde düşündünüz. Churchill ve onların
kim olduğunu hatırımızdan çıkarttık. Müttefiklerini oyuna getir-

" Jimmy Carter da benzer biçimde etkilenmişti . Sovyetler Birliği Başkanı Leo­
nid Brejnev ' le ilk karşılaşmasını tarif ederken Carter, bir sonraki gün Brejnev 'e
verilen açılış cevabını yineler: "Bu toplantı haddinden fazla gecikti ancak şimdi
nihayet burada hep beraberiz , maksimum ilerleme göstermeliyiz . Dün Başkan
Brej nev bana, "Başarılı olamazsak , Tanrı bizi affetmez ! " dediğinde gerçekten
etkilendim . Carter'ın bu açıklama nedeniyle "Brejnev bir parça mahçu p gö­
rünüyordu" yorumu , Carter'ın da Churchill gibi bu Tanrı ' ya gönderme işini
çok ciddiye aldığını gösteriyor (Carter, Keeping The Faith [New York: Bantam
Books, 1 982] , s . 248 ) .

291
Ne DÜJündüğünü Biliyorum

mekten başka hiçbir şey onlara daha çok zevk vermez. Churchill,
dikkat etmezsen, cebindeki bir Kopek' i dahi yürütecek cinste bir
adamdır." Churchill'in Hitler' i yok etme isteği üzerine yoğunlaş­
mış olması ve Stalin'e olan ihtiyacı, Stalin' in oyununda gönüllü
bir kurban haline gelmesini sağlamış olabilir.
Bu bölümde, incelediğim diğer yalan formlarından çok devlet
adanılan arasındaki yalanlara yer verdim. Bunu sadece aldatma
belirtilerini ayırt etmede en ümit vadeden arena olduğu için değil,
aldatmalar ölümcül olabileceğinden, alınan yanlış kararların bede­
linin daha ağır ve tehlikeli olabileceği bir alan olduğu için yaptım.
Yıne de, kriminal suçlular arasındaki yalan tespitinde olduğu gibi,
yalan belirlemede aldatma belirtilerinden yararlanmanın engel­
lenmesini tartışmanın bir anlamı yoktur. Hiçbir ulus buna engel
olamaz. Davranışsal belirtilerden, gayriresmi olarak, bu tarz bilgi­
leri toplamak insanın doğasında vardır. Soruşturma sırasında yalan
söylendiğini belirlerken meydana gelebilecek tehlikelerden söz
ederken belirttiğim gibi, muhtemelen olaya doğrudan dahil olanlar
ve onlara fikir verenlerin, ifadesel aldatma belirtileri hakkındaki
yargılarının farkında olmaları, böyle izlenimlerin enstitüler ve ön­
seziler diyarında durmasından daha emniyetlidir.
K.riminal şüpheliler arasında yalan belirleme konusunda da
belirttiğim gibi, uluslararası toplantılarda aldatma belirtilerini
yorumlamanın önüne geçilmesi mümkün olsaydı bile, bunun
arzu edilen bir durum olacağını düşünmüyorum. Tarihi kayıtlar
gayet net bir şekilde yakın tarihte gerçekleşen yüz kızartıcı aldat­
maları gözler önüne serer. Kim kendi ülkesinin bu tarz yalanları
ayırt etmesini istemez ki? Problem, yanlış yargıda bulunma ihti­
malini artırmaksızın bu işin nasıl doğru bir şekilde yapılacağıdır.
Karşı tarafın karakterini ölçme ve aldatma belirtilerine yorum­
lama konusunda Churchill ve Chamberlain' in kendilerine olan
aşın güvenlerinin, yabancı liderlerin yaptığı aldatma belirtilerini

292
Yalan Kontrolü

teşhis edebileceğini iddia ederek geçimini sağlayan bir davranış


bilimi uzmanının kendini beğenmişliğiyle karşılaştırıldığında sö­
nük kalacağından korkuyorum.
Doğrudan olmasa da, görevlerinin karmaşıklığının daha çok
bilincine varmalarını ve -akıl verdikleri- müşterilerin şüphe­
lenmesini sağlayarak, herhangi bir devlet için yalan detektörü
olarak çalışan tüın davranış uzmanlarına meydan okudum. Eğer
böyle uzmanlar varsa, devlet başkanları ve aracılar arasında ya­
lan belirlemenin nasıl yapılacağı üzerine özel araştırma yapanlar
gibi, gizli çalıştıkları için meydan okuyuşum, dolaylı olmalıydı.49
Bu tarz araştırmalar yapan, ismi bilinmeyen araştırmacıları daha
ihtiyatlı hale getirmeyi ve onlara yaptıkları iş için para ödeyen in­
sanların, ürünlerinin işe yararlığı hakkındaki iddialarla ilgili daha
eleştirel ve talepkar olmalarını ümit ediyorum.
Umarım yanlış anlaşılmıyorumdur. Böyle bir araştırmanın
yapılmış olduğunu görmek isterim, bence bu acil bir durum, ay­
rıca tüın milletlerin en azından bu araştırmaların bazılarını ne­
den gizli yürüttüğünü anlayabiliyorum. Milli kararlar veren sınıf
arasında kötü ve iyi yalancıları ve yalan avcılarını belirlemeye
çalışan araştırmaların, böyle bir şey olma ihtimalinin neredeyse
imkansız olacağını kanıtlayacağını düşünüyorum, yine de bunun
ortaya çıkması gerekiyor. Kriz esnasında devam eden pazarlıkla­
rı ya da zirve toplantılarını oldukça hatırlatan durumlar üzerine
yapılan - iştirak edenlerin oldukça yetenekli ve farklı ülkelerden
olduğu, ayrıca incelemeler bu şekilde planlandığı için (sıradan
birinci sınıf kolej öğrencileri üzerinde yapılan laboratuvar de-

•• Bu problem üzerine çalıştığını kimse kabul etmeyecek olsa da Savunma


Bakanlığı'nda çalışan insanlarla birkaç kez mektuplaştım ve CIA' yle birkaç
telefon görüşmesi yaptım ki bunlar diplomasi ve karşı casuslukta aldatma be­
lirtilerini araştıran insanlar olduğuna delalet ediyordu. Savunma Bakanlığı ta­
rafından finanse edilen gördüğüm tasnif edilmemiş bir çalışma, oldukça korku
vericiydi ve normal bilimsel standartları taşımıyordu .

293
Ne Düşündüğünü Biliyorum

neylerinde olmadığı gibi) riski yüksek olan araştırmaların, geti­


rinin yetersiz olduğunu göstereceğine inanıyorum. Ancak bunun
da kanıtlanması gerekmektedir, böyle bir şey yapıldığında sonuç­
lar açıklanmalı ve paylaşılmalıdır.

Bu bölüm yalanın başarılı olup olmamasının, yapıldığı arena­


ya bağlı olmadığını göstermektedir. Mesele, eşler arası aldatma
olaylarının tamamıyla başarısız ya da tüm iş, kriminal veya ulus­
lararası aldatmaların başarılı olması değildir. Başarı ya da başa­
rısızlık yalanın, yalancının ve de yalan avcısının vasıflarına göre
değişir. Ulusal seviyede durum, aile ve çocuk arasında olduğun­
dan daha karışık hale gelir, ancak her ebeveyn hataları önlemenin
her zaman kolay olmadığını bilir.
Ek Bölüm' deki Tablo 4, yalan kontrol listesindeki otuz sekiz
öğeyi listelemektedir. Bu soruların neredeyse yansı -on sekiz ta­
nesi- yalancının duygular hakkında yalan söyleyerek ya da yalan
hakkında duygular hissederek, bunları taklit 'etmek ya da gizle­
mek zorunda olup olmadığını belirlemede yardımcı olur.
Kontrol listesini kullanmak, her zaman bir tahmin sağlamaz.
Soruların çoğuna cevap vermek için yeterince şey bilinmeyebilir
ya da cevaplar karışık olabilir, bazıları kolay bir yalan olacağı­
nı gösterirken, bazıları anlaşılması zor bir yalan olacağını önerir
ancak bu bilginin de öğrenilmesi gerekmektedir. Bir yargıya va­
nlabildiğinde bile, yalancılar kendi davranışları tarafından değil,
üçüncü şahıslar tarafından ele verilebilecekleri ve bazen de en
açık aldatma belirtileri kazara gözden kaçırılabileceği için doğru
tahmin yapılamayabilir. Hem yalancının hem de yalan avcısının
bu ihtimali bilmesi iyi olur. Bu bilgiden faydalanan daha çok
kimdir - yalancı mı yoksa yalan avcısı mı? Bir sonraki bölümde
ele alacağım ilk konu bu olacak.

294
SEKİZ

Doksanlı Yıllarda
Yalan Teşhisi

B
u kitaba 1 93 8 ' de Nazi Almanya'sının Şansölyesi
Adolf Hitler ve Britanya Başbakanı Neville Cham­
berlain arasında gerçekleşen ilk görüşmeyi tasvir
ederek başladım. Bu olayı seçmemin nedeni, yalanların neden
başarılı olduğuna dair çok önemli bir dersi içermesiydi : Ö lümcül
aldatmalardan biri olduğu için. Hitler' in önceden gizlice Alman
Ordusu'na Çekoslovakya'ya saldırma emri verdiğini hatırla­
yın. Saldırı için ordusunun tam olarak hazır hale gelmesi aşağı
yukarı birkaç hafta sürecektir. Sürpriz bir saldırının avantajı­
nı arzulayan Hitler, savaş başlatma kararını gizler. Onun yeri­
ne Chamberlain' e, eğer Çekoslovaklar ülkeleri arasındaki sınırı
onun istekleri doğrultusunda yeniden çizmeyi kabul ederlerse
barış içinde yaşamak istediğini söyler. Chamberlain, Hitler ' in
yalanına inanır ve halen bir barış şansı varken ordularını seferber
etmemeleri için Çekleri ikna etmeye çalışır.
Bir anlamda Chamberlain yanlış yönlendirilmeyi isteyen gö­
nüllü bir kurbandır. Aksi halde ülkesinin güvenliğini tehlikeye
atışı ve Almanlara karşı izlediği tüm politikanın başarısızlığıy­
la yüzleşmek zorunda kalacaktır. Buradan çıkarılacak ders, bazı

295
Ne Düşündüğünü Biliyorum

kurbanların farkında olmadan yanlış yönlendirilmelerinde iş bir­


liği yapmalarıdır. Eleştirel yorum askıya alınmış, çelişkili bilgi­
ler görmezden gelinmiştir, çünkü gerçeği bilmek en azından kısa
vadede, aldatılmaktan daha acı vericidir.
Bu durumun, sadece devlet adamları arasında cereyan eden
yalanlara değil, diğer pek çok yalana uygulanabilecek önemli
bir ders olduğuna inanmama rağmen, bu kitabı yazdıktan yedi
yıl sonra Hitler ve Chamberlain arasındaki görüşmenin yalan
konusunda doğru olmayan iki derse işaret edebileceği konusun­
da endişeliyim. Chamberlain, Hitler ' in yalanına inanmak iste­
meseydi, Hitler' in yalanı başarısız olacakmış gibi görünebilir.
Ne Düşündüğünü Biliyorum adlı kitabımın 1 985 'teki ilk ba­
sımından sonra yaptığım araştırmalar, Chamberlain ' i Hitler ' e
karşı uyaran rakibi Winston Churchill ' in bile Hitler ' in yalan
söylediğini anlayamayacağını öngörmektedir. Eğer Chamber­
lain yalan tespiti konusunda (Britanya Emniyet Teşkilatı ya da
Britanya Haber Alma Servisi' nden) uzmanlar getirtseydi, muh­
temelen onlar da daha iyisini beceremezlerdi .
Bu bölüm beni, bu yeni sonuçlara götüren yeni araştırma
bulgularımı anlatmaktadır. Kimlerin yalancıları yakalayabile­
ceği ve nasıl yalan yakalanacağı konusundaki bazı yeni kanıtlar
hakkında öğrendiğimiz şeyleri açıkladım. Her gün yalan söy­
lemekten zan altında bulunan insanlarla uğraşan kişilere verdi­
ğim beş yılın üzerindeki öğretim tecrübeme dayanarak, deney­
sel araştırmalarımızın gerçek hayattaki yalanlara nasıl uygula­
nacağı hakkında öğrendiğim bazı ipuçlarını da ekleyeceğim.
Hitler çok şeytani bir yalancı olduğu için bu örnek, milli bir
liderin yalan söylemesinin daima kötü bir şey olduğu izlenimi­
ni verebilir ancak böyle bir sonuç çıkarmak çok basit olur. Bir
sonraki bölüm, yeni Amerika siyasi tarihinde gerçekleşen birkaç
meşhur olayı değerlendirerek, toplum hayatında yalan söyleme-

296
Doksanlı Yıllarda Yalan Teşhisi

nin ne zaman onaylanabileceği konusundaki tartışmalara açıklık


getirmektedir. Eski başkan Lyndon Johnson'ın Vietnam Savaşı
sırasında Amerika'nın askeri başarısına dair gerçek olmayan
iddialarını ve aynı zamanda büyük bir patlama riski bulunduğu
halde, Challenger uzay gemisinin fırlatılması konusunda Ulusal
Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından verilen karan göz
önünde bulundurarak, bunların kendini aldatma yalanlan olup
olmadığı sorusunu yönelteceğim. Ve eğer öyle idiyseler, kendi
kendilerine yalan söyleyen bu insanlar, tutumları nedeniyle hala
sorumlu tutulmalı mıdır?

Kimler Yalancıları Yakalayabilir?


Bu kitabı yazarken, incelediğim yalan türünün -söylendiği
sırada güçlü duyguların gizlenmesini gerektiren yalanlar- diplo­
matlar, politikacılar, suçlular ya da casuslar tarafından söylenen
yalanlarla çok az ilgisi olduğunu düşünüyordum. Profesyonel ya­
lan avcılarının -polis, Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) ajan­
ları, hakimler ve devlet için çalışan psikiyatri ve ruh bilimleri
uzmanları- aldatma belirtilerine bakarak birinin yalan söylediği­
ni anlama kabiliyetleri konusunda fazla optimistik olabilecekle­
rinden korktum. Görevleri, cezai adalet sisteminin davranış diye
adlandırdığı, aldatma belirtilerine bakarak yalan teşhisi yapabi­
leceğini iddia eden kimselere güvenmemeye yönelik yalancı ya
da dürüst olunduğuna dair karar vermelerini gerektiren kişileri,
tehlikelerden haberdar etmek istedim. Bir yalancıyı tespit etme
konusunda kendi kabiliyetlerine daha az güven duymalarını sağ­
lamak amacıyla onları uyarmayı arzuladım.
Artık profesyonel yalan avcılarını, kendi kabiliyetleri konu­
sunda daha tedbirli olmalarına ilişkin uyarmakta haklı olduğuma
dair kuvvetli kanıtlar var. Ancak aynı zamanda durumu abartmış

297
Ne Düşündüğünü Biliyorum

olabileceğimi fark ettim. Bazı profesyonel yalan avcılarının, ai­


datına belirtilerinden yalan söylendiğini tespit etıne konusunda
çok iyi olduğunu görmek benim için sürpriz oldu. Bu kişilerin
kim olduğu ve neden bu işte iyi oldukları hususunda yeni bir
şeyler öğrendim. Şu an duygularla ilişkili yalanlar hakkında öğ­
rendiğim şeylerin, politik, cezai ya da karşı casusluk bağlamın­
daki bazı yalanlar üzerinde uygulanabileceğini düşünmek için
nedenlerim var.

Bu kitabı daha önceden yazmış olmasaydım, muhtemelen bu


konuyu hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Duygular ve yalan­
lar üzerine deneysel laboratuvar araştırmaları yapan bir psikoloj i
profesörü, genellikle cezai adalet sistemi içinde y a da casuslar ve
karşı casuslar dünyasında çalışan insanlarla karşılaşmaz. Bu pro­
fesyonel yalan avcıları, son otuz yıl içerisinde yaptığım bilimsel
yayımlardan olmasa da bu kitabın yayımlanmasına tesadüf eden
araştırmalarımla ilgili medya açıklamaları vasıtasıyla benim hak­
kımda bilgiler edindiler. Kısa süre sonra şehir, devlet ve federas­
yon hakimlerine, dava avukatları, polis ve Federal Araştırma Dai­
resi (FBI), CIA, Ulusal Emniyet Dairesi, Uyuşturucuyla Mücadele
Dairesi, ABD Gizli Servisi, ABD kara, deniz ve hava kuvvetleri
için poligraf testi yapan kişilere çalıştaylar düzenlemek için davet­
ler aldım.

Yalan söylemek bu insanlar için akademik bir mesele değil­


dir. Görevlerini ve söylemem gereken şeyleri çok ciddiye alırlar.
Kitabın yazan olduğu ve not verdiği için bir profesörün sözle­
rine rıza gösteren öğrenciler değillerdir. Herhangi bir akademik
delil bu grup için bir dezavantaj teşkil ettiğinde, deneyimleriyle
zıt düştüğüm için, itirazlarını gidererek bir sonraki gün işlerine
yarayacak bir şeyler sağlayan gerçek hayattan alınmış örnekler
isterler. Onlara bir yalancıyı tespit etınenin ne kadar zor olduğu­
nu uzun uzun anlatabilirim ancak onlar bu kararlan yarın vermek

298
Doksanlı Yıllarda Yalan Teşhisi

zorundadırlar ve daha fazla araştırma yapılmasını bekleyemezler.


Daha dikkatli olma uyarısı haricinde verebileceğim tilin desteği
isterler fakat çok eleştirel ve kuşkucudurlar.
I
Ü stelik şaşılacak şekilde bana göre akademik çevreden çok
daha fazla esnektiler. Pek çok üniversite eğitim komitesinden,
işlerini yapma yöntemlerindeki yenilikleri değerlendirme husu­
sunda daha fazla istekliydiler. Bir yargıç öğle yemeği sırasında
bana şahidin kafasından çok yüzünü görmek amacıyla duruşma
salonunu yeniden düzenleyip düzenlememesi gerektiğini sordu.
Böyle basit bir fikir hiç aklıma gelmemişti. O zamandan beri ne
zaman bir yargıçla konuşsam, bu öneriyi yapanın ve pek çoğu
duruşma salonlarını yeniden düzenledi.
Bir gizli servis ajanı bana, başkanı tehdit eden bir insanın bu teh­
didin ciddi olmayıp sadece bir arkadaşını etkilemek için söylediğini
belirttiğinde, o kişinin yalan söyleyip söylemediğini tahmin etme­
nin ne kadar zor olduğunu söyledi. 22 Eylül 1 975 'te Başkan Gerald
Ford'a ateş etmeden sadece birkaç saat önce Sara Jane Moore'un,
gerçek bir suikastçı değil de sadece bir "kaçık" olduğu farz edilerek
salıverilmesi kararını nasıl aldıklarını anlatırken, bu ajanın yüzünde
dehşet dolu bir ifade vardı. Ajana, verdiğim bilgilerin, onların se­
viyelerine çok az katkıda bulunacağını, muhtemelen doğruluk se­
viyelerine yüzde birden fazla artırmayacağını söyledim. "Harika,"
diye cevap verdi. "Hadi başlayalım, ne duruyoruz o zaman."
Meslektaşım Maureen O ' Sullivan ve ben, çalışmalarımıza
daima katılımcılara, davranışlara bakarak birinin yalan söyledi­
ğini ne kadar iyi tahmin edebilecekleriyle ilgili bir test uygula­
yarak başlarız. Yalan yakalama testimiz, 2. Bölüm' de anlattığım
deneyde yer alan on hemşire öğrenciyi gösterir. Her biri, oyun
oynayan hayvanlarla doğa manzaralarını konu eden bir filmi iz­
lediği sırada güzel duygular hissettiğinden bahseder. On kadın­
dan beşi doğru, diğer beşi de yalan söylemektedir. Yalan söyle-

299
Ne Düşündüğünü Biliyorum

yenler gerçekte çok kötü iğrenç tıbbi filmler izlemektedir ancak


hissettikleri karışık duygulan gizlemeye çalışarak, mülakat ya­
pan kişiyi hoş bir film izlediklerine inandırmaya çalışmaktadır.
Yalan yakalama testi yapmamın iki sebebi vardı. Yalanın en
tehlikeli çeşidiyle uğraşan bu insanların, biri yalan söylediğinde
gerçekte ne kadar doğru bir şekilde bunu tespit ettiklerini öğren­
me şansını kaçıramazdım. Aynı zamanda yalan yakalama testi­
nin iyi bir başlangıç olduğuna inanıyordum. Test, izleyicilerimi
doğrudan birinin yalan söylediğini belirlemenin zorluğuyla karşı
karşıya bırakıyordu. Onlara, "Yalan yakalama yeterliğiniz hak­
kındaki gerçeği öğrenmek için eşsiz bir imkana sahip olacaksı­
nız. Bu tarz kararlan devamlı veriyorsunuz fakat kesin olarak,
verdiğiniz kararların doğru ya da yanlış olduğunu ne sıklıkta öğ­
reniyorsunuz? İşte size fırsat! On beş dakika içerisinde cevabı
öğreneceksiniz ! " diyerek dikkatlerini çekmeye çalıştım. Sınav
biter bitmez hemen doğru cevaplan verdim. Daha sonra eğer
onunu, dokuzunu, sekizini vs. doğru tahmin ettilerse ellerini kal­
dırmalarını istedim. Sonuçlan bir tahta üzerine yazdım, böylece
diğer grupların performansım, kendininkilerle karşılaştırabile­
ceklerdi. Benim asıl hedefim olmamasına rağmen, bu yöntemin
aynı zamanda her birinin ne kadar başarılı olduğunu ortaya çıka­
racağını biliyordum.
Pek çoğunun testimde çok iyi bir derece elde edemeyeceği­
ni düşünüyordum. Hedefim, bu tarz insanları bir insanın yalan
söyleyip söylemediğini ne zaman belirleyebilecekleri konusunda
daha dikkatli hale getirmeye yönelik benim amacıma uygun üzü­
cü bir ders vermekti. Öğrencilerimin, ilk birkaç çalışmanın ardın­
dan, yalancıları belirleyemedikleri ortaya çıktığında, açıkça teş­
hir edilme riskini göze almayı istemeyerek itiraz edeceklerinden
endişelenmiştim. Pek çoğunun iyi sonuçlar elde edemediklerini
anladığında, gösterdiğim yalanların onların uğraştıkları yalanlar-

300
Doksanlı Yıllarda Yalan Teşhisi

la alakalı olamadığını söyleyerek, testimin geçerliliği konusunda


beni sorgulayıp itiraz edeceklerini umuyordum. Böyle bir şey hiç
başıma gelmedi. İstihbarat ve cezai adalet teşkilatlarında çalışan
bu kadın ve erkekler, yalan yakalamadaki derecelerinin herke­
sin içinde gösterilmesini arzuluyorlardı. Üstelik öğrenci ve mes­
lektaşlarının önünde ne kadar başarılı olabileceklerini öğrenme
imkanı verdiğim akademik meslektaşlarımdan daha fazla istek­
liydiler.
Bu konuda iyi bir haşan elde edemediklerini bilmek, bu pro­
fesyonel yalan avcılarını, pek çoğunun güvendiği genel kabul
görmüş kurallardan vazgeçmeye zorladı. Davranışlardan aldat­
mayı belirleme konusunda çok daha tedbirli hale geldiler. Birinin
yalan söyleyip söylemediği konusunda insanların sahip olduğu
-insanlar yalan söylediğinde uzağa bakarlar ya da kıpır kıpır
olurlar görüşü gibi- kalıplaşmış yargılar konusunda onları aynca
uyardım.
Daha faydalı bir yolla, onlara gerçek hayattan bazı örneklerle,
7. Bölüm'de tanımlanan yalan kontrol listesinin nasıl kullanıla­
cağını gösterdim. Daha önceki bölümlerde olduğu gibi, duygula­
rın bir yalanı nasıl açığa çıkarabileceği ve bu duygu işaretlerinin
nasıl belirlenebileceği konusuna pek çok vurgu yaptım. Çok kısa
aralıklarla, saniyenin yüzde ikisinden daha az, düzinelerce yüz
ifadesi gösterdim, böylece mikro yüz ifadelerini yakalamayı ko­
layca öğrenebileceklerdi. Öğrendikleri yeni becerilerini üzerinde
test edebilecekleri, çeşitli yalan örneklerine ait videoteypler kul­
landım.
Eylül l 99 1 ' de bu profesyonel yalan avcılarına ait tetkik
sonuçlarımız yayımlandı . Sadece bir meslek grubunun -ABD
gizli servisinin- şans eseri bilme ihtimalinden çok daha iyi bir
derece elde ettiği ortaya çıktı. Grubun yarısından biraz fazlası
yüzde yetmiş ya da üzeri bir başarı elde etti, hemen hemen

301
Ne Düşündüğünü Biliyorum

üçte biri de yüzde seksen ve üzeri bir rakama ulaştı . Gizli ser­
visin diğer gruplardan çok daha iyi bir sonuç elde etmesinin
nedeninden emin olamıyorum; benim görüşüm, pek çoğunun
daha önce koruma çalışması -korudukları insanı tehdit ede­
bilecek şahısların izlerini ararken kalabalığı izleme- yapmış
olmasıdır. Bu tarz bir uyanıklık, hemen göze çarpmayan dav­
ranışsal aldatma belirtilerini tespit etmeye yönelik iyi bir ön
/
hazırlıktır.
İ nsanlar, yalanla ilişkisi olan diğer profesyonel grubun -ha­
kimler, dava vekilleri, polis, CIA, FBI ya da NSA, askeri ser­
visler için çalışan poligrafçılar ve adli tıpta çalışan psikolog­
lar- şans eseri bilme ihtimalinden daha iyi bir derece elde ede­
mediğini öğrendiklerinde bunu inanılmaz bulur. Aynı derecede
şaşırtıcı olan şey, pek çoğunun davranışlara bakarak yalanı be­
lirleyemeyeceklerini bilmemesidir. Testimizi yapmadan önce,
ne kadar iyi bir derece elde edecekleri konusundaki tahminle­
rini sorduğumuzda verdikleri cevapların, test tamamlandıktan
hemen sonra aynı soru sorulduğunda verdikleri cevaplarla be­
raber, gerçekte ne kadar başarılı ya da ne kadar başarısız olduk­
larıyla da alakası yoktu.
Hiçbiri gördüğü yalancıların özelliklerini daha evvel bilmedi­
ği ve bu hususi duruma ait bir ön deneyime sahip olmadığı için,
bazı profesyonel yalan avcılarının, yalan tespitinde iyi bir derece
elde etmesi beni şaşırtmıştı. Videoda gösterilen olayı, tıbbi göze­
timden çıkarak kendini öldürme planını gizleyen psikiyatrik has­
ta Mary'nin sözlerini değerlendirme üzerine kurmuştum. Acısını
gizleyerek inandırıcı bir şekilde bunalımda değilmiş numarası
yapmalıydı. Yalan anında hissedilen güçlü negatif duygular, po­
zitif duyguların yaldızıyla örtülmüştü. Böyle bir konuda sadece
psikiyatrist ve psikologların çok daha fazla deneyimi vardır, ne
var ki onlar bir grup olarak, şans eseri bilme ihtimalinden daha

302
Doksanlı Yıllarda Yalan Teşhisi

iyi bir derece elde edemediler. Neden ABD gizli servisi yalan
teşhisinde bu kadar iyi bir sonuç elde etmişti?50
O zamanlar mesele benim açımdan bu kadar net değildi, an­
cak bulgularımız üzerinde düşünmek, aldatma belirtilerinden
yalan belirlemenin ne zaman mümkün olacağı konusunda yeni
bir fikir verdi. Yalan avcısının, güçlü duygular hissedildiğinde ne
olayla ne de şüpheliyle ilgili çok şey bilmesi gerekir. Kişi kork­
muş, suçlu ya da heyecanlı görünüyor veya o tarzda konuşuyorsa
ve bu ifadeler kelimelerin anlattığı şeylerle uyum içinde değilse,
bu kişinin yalan söylediği savı iyi bir iddiadır. Pek çok konuşma
kesintisi varsa -duraksamalar, "hmmm" vb. gibi- şüphelinin ne
söyleyeceğini bilmemesi için bir neden yoksa ve şüpheli genel­
likle bu şekilde konuşmuyorsa, muhtemelen yalan söylüyordur.
Bu tarz davranışsal aldatma belirtileri, duygular harekete geç­
mediğinde seyrek olacaktır. Eğer yalancı güçlü duygular giz­
lemiyorsa, başarılı bir yalan teşhisi yalan avcısının, yalancının
özellikleri ve durumun ayrıntıları hakkında daha iyi bilgi sahibi
olmasını gerektirir.
Risk yüksek olduğunda, yakalanma korkusu ya da yalan avcı­
sını -aldatma hazzı diye adlandırdığım- yenme dürtüsü, şüphe­
li kişi ve durumun ayrıntıları hakkında çok şey bilmesine gerek
kalmaksızın yalan avcısına, güvenilir bir yalan teşhisi yapma
imkanı tanıyabilir. Ancak, bu önemli bir ancaktır, göze alınan
yüksek riskler, her yalancının yakalanma korkusu hissetmesine
neden olmaz. Ne geçmiş ilişkilerini saklama konusunda pek çok
kez başarı elde etmiş kadın düşkünü bir adam ne de pratik yap-

"' Belki de test ettiğimiz profesyonel grup, eğer onlara değerlendirmeleri için
her gün karşılaştıkları durumlara özel bir yalan verseydik daha iyi bir sonuç
elde edebilirdi. Sadece durumsal aşinalıktan bağımsız olarak kimlerin daha
iyi yalan avcısı olduğunu öğrenebildik, doğal konumlarında işlerini yaparken
kimlerin daha iyi yalan avcısı olduğunu değil . Bu görüşe katılmıyorum ancak
sadece yapılacak diğer araştırmalar bu ihtimali hükümsüz kılabilir.

303
Ne Düşündüğünü Biliyorum

mış bir aracı gibi bu durumla baş etme deneyimi olan suçlular
böyle bir korku taşır, aynca yüksek riskli yalanlar, inanılmamak­
tan korkan bazı masum şüphelilerin yalan söylemedikleri halde,
yalancıymış gibi görünmelerine yol açabilir (Daha ayrıntılı bilgi
için Othello Hatası ' nın açıklamalarına bakınız).

Eğer yalancı, yalanın hedefindeki kişiye saygı duyuyor ve or­


tak değerler paylaşıyorsa, yalancının yalan söylediği için suçlu­
luk duyma ihtimali vardır ve bu suçlulı,ık duygusunun işaretleri
yalanı açığa çıkarabilir ya da bir itirafa yönlendirebilir. Ancak
yalan avcısı, hak etmediği bir saygıyı bekleyerek, kendisi hak­
kında çok iyimser olma arzusuna kendini kaptırmamalıdır. Fazla
eleştiri yapan ya da güven duymayan bir anne, bu özellikleri ta­
şıdığını bilecek kadar kendini tanımalı ve buna bağlı olarak kızı­
nın, ona yalan söylediği için suçluluk duymasını beklememelidir.
Adaletsiz bir işveren, işçilerinin gözünde adaletsiz göründüğünü
ve söyledikleri yalanların açığa çıkmasında suçluluk işaretlerine
güvenemeyeceğini bilmelidir.

Kişi ya da durum hakkında herhangi bir bilgi olmadan, bir


insanın yalan söyleyip söylemediğine dair başka bir insanın yar­
gılarına güvenmek, hiçbir zaman akıllıca değildir. Uyguladığım
yalan testi, yalan avcısına, hakkında değerlendirme yapacakları
bireylere hiçbir şekilde yakınlaşma imkanı vermiyordu. Kimin
yalan ve kimin doğru söylediğine ilişkin kararlar, her birey hak­
kında başka bir bilgi olmaksızın, sadece bir kez görmeye dayalı
olarak verilmek zorundaydı. Bu şartlar altında çok az kişi tama­
mıyla başarılı oldu. Bu imkansız bir şey değildi, ancak pek çoğu
için zordu (hata yapmayanların bu kadar az bir bilgi ile bu doğru
kararlan nasıl verebildiğini daha sonra açıklayacağım). Aynı ki­
şinin bulunduğu iki örneği gösteren bir diğer test çeşidimiz var.
Yalan avcıları, kişinin davranışlarını her iki durumda da karşılaş­
tırabildiklerinde daha başarılıydılar, gerçi o zaman bile pek çoğu

304
Doksanlı Yıllarda Yalan Teşhisi

şans eseri bilme ihtimalinden sadece biraz daha iyi bir sonuç elde
etti.
7 . Bölüm' deki yalan kontrol listesi, yüksek riskli bir yalanda
faydalı, yanlış yönlendirici ya da az sayıda davranış hatası olup
olmayacağını hesap etmeye yarar. Ayrıca yakalanma korkusu, al­
datma suçluluğu ya da aldatma hazzı hissedilip hissedilmeyece­
ğini belirlemeye de yardımcı olur. Yalan avcısı, davranışsa} belir­
tilerden yalan teşhisinin her zaman mümkün olduğuna hiçbir za­
man tamamen inanmamalıdır. Yalan avcısı, yalan belirleme ko­
nusunda kendini olduğundan daha fazla yetenekli görerek gerçek
hakkındaki belirsizliği çözümleme dürtüsüne karşı direnmelidir.
Şans eseri bilme ihtimalinden daha iyi bir derece yapan tek
mesleki grup gizli servis olmasına rağmen, diğer gruplardan da
az sayıda insan yüksek sonuçlar elde etti. Yalan belirlemede ne­
den sadece bazı insanların daha başarılı olduğunu öğrenmek için
araştırmalarıma devam ediyorum. Bunu nasıl öğrendiler? Neden
herkes yalan teşhisini bu kadar doğru bir şekilde yapamıyor?
Bu sonradan öğrenilen bir beceri ya da doğuştan sahip olunan
bir yetenek mi? On bir yaşındaki kızımın neredeyse ABD gizli
servisinin en iyi elemanı kadar iyi bir sonuç elde ettiğini fark
ettiğimde aklıma bambaşka bir fikir geldi. Kızım benim kitapla­
rımı ya da makalelerimi okumamıştı. Belki kızım o kadar da özel
bir çocuk değildi, belki yalan teşhisinde çocukların çoğu yetiş­
kinlerden daha iyiydi. Bunu ortaya çıkarmak için bir araştırma
başlatıyoruz.
Neden bazı insanların hatasız birer yalan dedektörü olduğu
sorusunu cevaplamaya yarayan bir öneri, test yaptığımız insan­
ların, bir kişinin yalan söyleyip söylemediği konusunda karar
verirken kullandıkları aldatma belirtilerinin ne olduğu sorusuna
yazdıkları cevaplardan gelmektedir. Tüm mesleki gruplar ara­
sında, hata yapanlar ile hata yapmayanları karşılaştırdığımızda,

305
Ne Düşündüğünü Biliyorum

çok sayıda hata yapanlar sadece konuşulan sözlere dikkat ettik­


lerini söylerken, az hata yapanların yüz, ses ve vücuttan gelen
diğer bilgileri kullandıklarını söylediklerini fark ettik. Şüphesiz
bu bulgu, kitabın daha önceki bölümlerinde anlattığım şeylerle
tam olarak uyum içinde ancak test ettiğimiz bu insanların hiçbiri,
testimizi olmadan önce bu kitabı okumamıştı. Bazı dikkatli yalan
avcıları sözcüklerin, ifade, ses ya da vücut hareketlerinden daha
kolay gizlenebileceğini biliyorlardı. Bu, sözlerin önemsiz olduğu
anlamına gelmez -söy'ı enen şeylerdeki çelişkiler oldukça aydın­
latıcı olabilir ve çok yönlü bir analizin yalanı açığı çıkarmasına
imkan tanıyabilir- ancak konuşmanın içeriği tek odak noktası ol­
mamalıdır. Halen neden herkesin söylenen sözleri, ses ve yüz ile
karşılaştırıp kontrol etmediğini bulmamız gerekmekte.

Davranışsa/ Yalan Belirtileriyle ilgili


Yeni Bulgular
Geçen iki yıl içinde tamamladığımız diğer araştırmalar, aldat­
ma teşhisinde ses ve yüzün önemine ilişkin bu kitabın anlattığı
şeyleri, daha fazla doğruladı ve belirginleştirdi. Yalan ya da doğ­
ru söyledikleri sırada öğrenci hemşirelerin videoteyplerde görü­
len yüz ifadelerini ölçümleme yoluyla, iki gülümseme türünde
farklılıklar olduğunu keşfettik. Gerçekten eğlendikleri sırada,
yüzlerinde pek çok hissedilen gülümseme görüldü (4. Bölüm 'de
Resim 5A) ve yalan söylerken de maskeleme gülümsemesi ola­
rak adlandırdığımız gülümseme çeşidini taklit ettiler (Bir mas­
keleme gülümsemesinde, gülümseyen dudaklara ek olarak ya
üzüntü [Resim 3A] ya korku [Resim 3B] ya öfke [Resim 3C ya
da Resim 4] ya da iğrenme belirtileri görülür.)
Gülümseme çeşitleri arasındaki ayrım, yurt içi ve yurt dışında,
sadece insanlar yalan söylediğinde değil, pek çok farklı durum

306
Doksanlı Yıllarda Yalan Teşhisi

dahilinde yetişkinler ve çocuklar üzerinde yapılan çalışmalar va­


sıtasıyla daha fazla desteklenmiştir. İ nsanlar, diğer gülümseme­
lere kıyasla hissederek gülümsediklerinde, hissettiklerini söyle­
dikleri şeyler ve beynin içinde meydana gelenler arasında fark­
lılıklar bulduk. Bireyin neşeyi gerçekten hissederek gülümseyip
gülümsemediğini belirlemenin en iyi yolu, sadece dudakların
değil göz çevresindeki kasların da gülümsemeye dahil olmasıdır.
Bu sadece gözlerin dış köşelerindeki kazayağı kırışıklıklarının
oluşmasını beklemekle fark edilebilen kolay bir olay değildir,
çünkü bu her zaman yetmeyebilir. Kazayağı çizgileri, sadece gü­
lümseme hafif olup, hissedilen neşe fazla yoğun olmadığında,
hissedilen bir gülümsemenin olumlu işaretidir. Çok geniş ve bü­
yük bir gülümsemede, gülümseyen dudakların kendisi kazayağı
kırışıklıklarına neden olur ve bu sebeple kaşlara bakmak gerekir.
Eğer göz kasları gülümseme hissedildiği için gülümsemeye da­
hil olmuşsa, o zaman kaşlar hafif bir şekilde aşağı inmelidir. Bu
göze çarpmayan bir işarettir, ancak insanların herhangi bir özel
eğitim almadan bunu ayırt edebileceklerini bulduk.
Aynı zamanda öğrenci hemşireler duygulan hakkında yalan
söylerken, ses perdelerinin yükseldiğini keşfettik. Ses perdesindeki
bu değişim, bir yalan işareti olmayıp artan duygusal hareketliliğin
göstergesidir. Bir insan dinlendirici ve güzel bir filmden söylediği
şekilde zevk aldığında ses perdesi yükselmemelidir. Yalancıların
tümü, yalanlarıyla ilişkili ses ve yüz işaretlerinin her ikisini birden
göstermedi. En iyi sonuç her iki bilgi kaynağının kullanılmasıyla
elde edilir - en yüksek oran yüzde seksen altı. Ancak bu halen yüz­
de on dörtlük bir hata payı olduğu anlamına gelmektedir; yüz ve
ses ölçümleriyle, insanların yalan söylediklerinde doğru ve doğru­
yu söylediklerinde ise yalan söylediklerini sandık. Ö lçümlemeler,
insanların büyük çoğunluğu üzerinde işe yarasa da herkes üzerinde
iş görmez. Hiçbir zaman herkes üzerinde kullanılabilecek bir dizi

307
Ne Düşündüğünü Biliyorum

aldatma ölçümü bulacağımızı sanmıyorum. Bazı insanlar doğal


oyuncudur ve yakalanmazlar ve yine bazı insanların öyle yapısal
özellikleri vardır ki başka insanlar için bu, yalan söylendiğine işa­
ret eden bir ipucudur.
Dr. Mark Frank ve benim devam ettirdiğimiz bir çalışmada,
doğal oyuncu diye tabir ettiğim çok yetenekli yalancılarla, baş­
kalarını aldatma konusunda hiçbir zaman başarılı olamayan kötü
yalancıların varlığına dair görüşlerimi destekleyen ilk kanıtlan
bulduk:'Dr. Frank ve ben iki aldatma senaryosu dahilinde insan­
lara doğru ya da yalan söylettik. Birinci senaryoda, bir çantadan
elli dolar alarak sahte bir suç işleyeceklerdi. Parayı almadıklarını
iddia ederken, sorguyu yapan kişiyi gerçeği söylediklerine inan­
dırabilirlerse elli dolar onların olacaktı. Diğer senaryoda ise, kür­
taj ya da idam gibi hararetli bir konuyla ilgili görüşleri hakkında
doğru ya da yalan şeyler söyleyeceklerdi . Frank senaryonun bi­
rinde başarılı olan yalancıların, diğerinde de başarılı olduğunu,
aynca görüşleri hakkında yalan söylerken tespiti kolay olan kişi­
lerin, suç hakkına yalan söylerken fark edilmelerinin daha kolay
olduğunu ortaya çıkardı.
Bu oldukça açıkmış gibi görülebilir ancak daha önceki bölüm­
lerde kanıtların çoğu, belli bir yalanın başarılı olup olmayacağını
belirleyen faktörün kişinin kabiliyeti olmayıp, yalanın özellikleri
olduğu fikrini vermektedir. Muhtemelen her iki faktör de önemli­
dir. Bazı insanlar yalan söylemede öylesine yetenekli ya da öyle­
sine kötüdür ki yalanın özellikleri ya da içinde bulunulan durum
fazla önem arz etmez, bu konuda sürekli başarılı ya da başarısız
olacaklardır. Pek çok insan için bu durum o kadar aşın değildir,
onlara göre yalanı ne kadar iyi söylediklerini belirleyen, kime, ne
hakkında yalan söyledikleri ve göze aldıkları risktir.

308
Doksanlı Yıllarda Yalan Teşhisi

Mahkeme Salonunda
Yalan Belirleme Aleyhine Olan İhtimaller
Geçen beş yıl içerisinde avukatlara, hakimlere ve polislere
ders verirken öğrendiğim şeyler aklıma -şu an çalıştaylarımda
kullandığım- bir espri getirdi: Cezai adalet sistemi, davranışlar­
dan yalan belirlemeyi imkansızlaştırmayı isteyen biri tarafından
düzenlenmiş olmalı. Suçlu şüpheliye, hakim ya da jüri tarafından
dürüstlüğü değerlendirilmeden önce, cevaplarını çalışması ve
hazırlık yapması için pek çok imkan verilmiştir. Böylece kendi­
ne olan güveni artar ve yakalanma korkusu azalır. Skor bir puan
hakim ve jüri aleyhinedir. Olaydan sonra doğrudan inceleme ve
çapraz sorgulama yapılması yıllar olmasa da aylar alır, dolayı­
sıyla cezai olayla bağlantılı duygular azalır. Skor iki puan hakim
ve jüri aleyhinedir. Dava başlamadan önce yapılan uzun süreli
ertelemelerden dolayı, şüpheli yanlış açıklamalarını çok sık tek­
rar ettiği için kendi sahte hikayesine inanmaya başlayabilir, bu
gerçekleşirse bir bakıma ifade verdiğinde yalan söylemiyor ola­
caktır. Skor üç puan hakim ve jüri aleyhinedir. Davalı avukatı
tarafından çalıştırılmasa da basit bir evet ya da hayır cevabına
imkan tanıyan sorulara ve çapraz sorgulamaya karşı hazırlıklı
olacaktır. Skor dört puan hakim ve jüri aleyhinedir. Aynca bir de
inanılmamaktan korkmuş olarak davaya gelen masum davalı var­
dır. Polis, savcı ve hakim, ön mahkemede beraat önergesi verme­
yip ona inanmadıktan sonra, jüri ya da hakim niçin ona inansın
ki? İ nanılmamaktan korkma belirtileri, suçlu kişinin yakalanma
korkusu gibi görülüp hatalı yorumlanabilir. Skor beş puan hakim
ve jüri aleyhinedir.
Daha çok davranışlara güvenebilme konusunda, jüri ya da
hakim olarak adlandırılanlar gibi, gerçeği ortaya çıkarmaya çalı­
şanların aleyhine olan olasılıklar, ön mülakatı ya da soruşturmayı

309
Ne Düşündüğünü Biliyorum

yapan kişiler için o kadar da geçerli değildir. Bu kişiler genellikle


bir polis veya bazen bir çocuk tacizi olayında, sosyal bir görev­
lidir. Bu insanlar, birinin yalan söylediğini davranışsa! belirti­
lerden söyleyebilme şansı en yüksek olan kişilerdir. Yalancının
genellikle prova yapmak için şansı olmaz, bu nedenle yapılan
yanlış hareket nedeniyle suçluluk ya da yakalanma korkusu his­
setmesi çok daha olasıdır. Polis ve sosyal görevliler iyi niyetli
olsalar da pek çoğu, nasıl yönlendirme yapmayan ve önyargıdan
uzak sorular sorabilecekleri konusunda pek eğitimli değildir. Dü­
rüstlüğe ya da yalancılığa işaret eden aldatma belirtilerini nasıl
değerlendirecekleri kendilerine öğretilmemiştir. Genel varsayım­
larına eğilimlidirler. Haklarında soruşturma yaptıkları kişilerin
büyük çoğunluğu için bu düşünce oldukça geçerli olduğundan,
neredeyse gördükleri her kişinin suçlu ve herkesin yalan söy­
lediğini düşünürler. İ lk defa polis memurlarına yalan yakalama
testi yaptığımda, pek çoğunun videoteypte gördükleri her bireyin
yalan söylediği yargısına vardığını fark ettim. Bana "hiç kimse
hiçbir zaman doğruyu söylemez" diye cevap verdiler. Allah'tan
jüriler devamlı surette kriminal şüphelilerle karşı karşıya gelmi­
yorlar ve bu nedenle şüpheli her zaman suçludur mantığını taşı­
maları olası değildir.

Amiral Poindexter 'ın Keşif Bayrakları


Konuşma tarzı, ses, yüz ve vücuttaki aldatma belirtileri, ken­
di başlarına bir yalan işareti değildir. Bunlar söylenen şeylerle
tutmayan duyguları ya da şüphelinin konuşmaya başlamadan ev­
vel söyleyeceği şeyleri düşündüğünü gösteren işaretler olabilir.
Bunlar keşfedilmesi gereken bayrak işareti konulmuş alanlardır.
Yalan avcısına, başka bilgileri kontrol etme, daha farklı sorular
sorma, vs. yoluyla ortaya çıkarılması gereken şeyler olduğunu

310
Doksanlı Yıllarda Yalan Teşhisi

söyler. Bu bayrakların nasıl işe yaradığını gösteren bir örneğe


bakalım.
1 986 ortalarında ABD'nin, İ ran tarafından doğrudan yönlen­
dirilen gruplar ya da İ ran sempatizanları tarafından Lübnan' da
tutulan Amerikan esirlerinin serbest bırakılmasını sağlamayı
ümit ederek İ ran' a silah sattığını hatırlayın. Reagan yönetimi,
bunun basit bir silah karşılığı esir değiş tokuş olayı olmayıp,
Ayetullah Humeyni'nin ölümünden sonra İ ran' da yakın zamanda
ortaya çıkan ılımlı İ slami yönetimle daha iyi ilişkiler geliştirme
girişiminin bir parçası olduğunu söyledi. Ancak İ ran'a silah sa­
tışından elde edilen karın bir kısmının, Orta Amerika ülkesin­
deki Sandinista yönetimi, yeni Sovyet taraflarına karşı savaşan
Amerikan yanlısı Nikaragua isyancıları, Kontra-gerillalara silah
almak amacıyla doğrudan kongre kuralları çiğnenerek (Boland
maddeleri) gizlice kullanıldığı ihbar edildiğinde geniş çaplı bir
skandal ortaya çıktı. 1 986' daki bir basın toplantısında başkan Ro­
nald Reagan ve avukat General Edwin Mees, paranın Kontralara
yönlendirildiğini bizzat açıklayıp bu konuya dair hiçbir şey bil­
mediklerini iddia ettiler. Ulusal Güvenlik Dairesi Müşaviri John
Poindexter ' ın istifa ettiğini ve meslektaşı Denizci Yarbay Oli­
ver North 'un Ulusal Güvenlik Komitesi'ndeki görevinden alınıp
başka bir yere tayin edildiğini duyurdular. İ ran-Kontra skandalını
anlatan haberler ziyadesiyle fazlaydı ve o dönemlerde yapılan
anketler Amerikalıların büyük çoğunluğunun, Başkan Reagan'ın
elde edilen karın kanun dışı yönlendirilmesi konusunda hiçbir
şey bilmediği iddialarına inanmadığını göstermişti.
Sekiz ay sonra Yarbay North, İ ran-kontra ilişkisini soruştu­
ran kongre komitesi nezdinde ifade verdi. North, Merkezi Haber
Alma Teşkilatı başkanı William Casey' le sık sık bütün meseleyi
müzakere ettiklerini söyledi, gerçi North ifade vermeden sadece
üç ay önce Casey ölmüştü. North komiteye Casey'nin kendisine,

311
Ne Düşündüğünü Biliyorum

"günah keçisi" (North) olmak zorunda kalabileceği ve aynı za­


manda Poindexter' ın da Başkan Reagan'ı korumak için bu rolü
paylaşmak zorunda kalabileceği konusunda uyarıda bulunduğu­
nu söyledi.
Bu olayın hemen ardından Poindexter, silah satışından elde
edilen kan Kontralara yönlendirmesi için Yarbay North' un plan­
larına tek başına onay verdiğini söyleyerek kongre komitesine
ifade verdi. "Kısa bir süre önce üzerine kalan ' siyasi yönden pat­
lamaya hazır bir sorundan' onu korumak amacıyla Başkana hiç
haber vermeksizin bu yetkiyi kullandığını iddia etti. Poindexter
sabit ve duygusuz bir tonla 'karan ben verdim' açıklamasında
bulundu."
İ fadesinin bir yerinde, tam olarak eski CIA başkanı Willi­
arn Casey ile yaptığı bir öğle yemeği hakkında soru sorulduğu
an, Poindexter öğle yemeğinde ne konuşulduğunu hatırlayama­
dığını, sadece sandviç yediklerini söyledi. Senatör Sam Nunn ,
dikkatlice Poindexter ' ın zayıf hafızasının izini sürer ve bir iki
dakika içerisinde Poindexter iki çok hızlı mikro yüz öfke ifadesi,
konuşmasında pek çok duraksama ve yinelemeler yapar, ses per­
desi yükselir, dört kez yutkunur. Poindexter ' ın ifadesindeki o an,
dört önemli noktayı tasvir eder.
1. Davranışsa! belirtiler sadece tek bir türe özel olmadığında
(yüz, ses ya da yutkunmayla kendini gösteren otonom si­
nir sistemi değişimleri gibi) keşfedilmesi gereken önemli
şeyler olduğunu gösteren önemli bir bayraktır. Elimizdeki
tek şey olabileceklerinden sadece tek bir davranış tipine
özel işaretleri, göz ardı etmezken, işaretler hareket tarzla­
rının farklı türlerini kapsadığında, farklılıkları daha güçlü
hale getiren duyguların daha güvenilir olması beklenir.

312
Doksanlı Yıllarda Yalan Teşhisi

Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Amiral John Poindexter

2. Davranışta meydana gelen bir değişikliği yorumlamak,


kişinin devamlı tekrar ettiği bazı davranışsal özellikleri
yorumlamaktan daha az risklidir. Poindexter, konuşur­
ken sık sık tereddüt etmedi; duraksama, yutkunma ya da
benzeri şeyler yapmadı. Yalan avcısı daima, 3 . Bölüm'de
(sayfa 80) Brokaw Tehlikesi olarak adlandırdığım neden­
den ötürü, hareket tarzındaki değişikleri gözetlemelidir.
Davranışta meydana gelen değişikliklere odaklanırsak,
bir insanın kişisel özellikleri tarafından yanlış yönlendi­
rilmeyiz.
3. Davranış değişiklikleri, belli bir konu y a da soruyla bağ­
lantılı olarak ortaya çıkıyorsa, bu yalan avcısına keşfe­
dilmesi gereken sıcak bir bölge olduğunu gösterir. Sena­
tör Nunn ve diğer komite üyeleri, Poindexter 'i pek çok
farklı konuda zorladıkları halde, Senatör Nunn, Başkan,
Casey' le birlikte geçirdiği öğle yemeği hakkında onu sı­
kıştırıncaya kadar, Poindexter bu davranışları gösterme-

313
Ne Düşündüğünü Biliyorum

mişti. Poindexter ' in şüpheli tavn, Nunn öğle yemeğiyle


ilgili soru sormayı bırakıp başka bir konuya geçtiğinde
yok oldu. Her ne zaman bir grup davranışsal değişiklik,
belli bir konuyla bağlantılı olarak ortaya çıkıyor gibi gö­
rünüyorsa, yalan avcısı bu durumun gerçekten konuyla
alakalı olup olmadığını belirlemeye çalışmalıdır. Bunu
yapmanın bir yolu, Nunn' ın yaptığı gibi konuyu değişti­
rerek başka bir konuya geçilmeli ve sonra aniden tekrar
o konuya dönerek aynı davranış grubunun tekrar ortaya
çıkıp çıkmadığına bakılmalıdır.
4. Yalan avcısı, davranış değişiklerinin aldatma işaretleri
olma ihtimalinden başka açıklamaları da olabileceğini
dikkate alarak, ortaya çıkma nedenleri hakkında alternatif
açıklamalar bulmaya çalışmalıdır. Eğer Poindexter öğle
yemeğine ilişkin verdiği cevaplarda yalan söylediyse,
muhtemelen bundan dolayı morali bozulabilirdi. Dindar
bir adam olduğu biliniyordu; karısı, gittikleri kilisede pa­
paz yardımcısıydı. Söylediği yalanın ulusal çıkarlar için
mazur görülebileceğini düşünse bile, yalan söyleme ko­
nusunda bazı çelişkileri olması olasıydı. Aynca yakalan­
maktan korkması da mümkündü. Buna rağmen değerlen­
dirilmesi gereken başka alternatifler vardır.

Pointdexter günlerdir ifade veriyordu. Ö ğle yemeğinde kan­


sının hazırladığı bir sandviçi yerken sürekli olarak avukatlarıyla
konuştuğunu varsayalım. Farz edelim ki bir gün evvel karısına,
kendisi için bir sandviç hazırlayıp hazırlamadığını sorduğunda,
kansı buna sinir oldu ve şöyle dedi : "John, sana her gün, sandviç
yapamam ki . Benim başka sorumluluklarım da var." Eğer öfkenin
nadiren ifade edildiği bir evlilik tarzına sahipseler, Poindexter ' ın
bu duruma canı sıkılacaktır. Daha sonra bir sonraki sabah Nunn,
ona öğle yemeği hakkında sorular sorup, sandviç yediklerini be-

314
Doksanlı Yıllarda Yalan Teşhisi

lirtti ğinde karısıyla yaşadığı tartışmaya ilişkin çözümlenmemiş


duygular yeniden ortaya çıkar, gördüğümüz duygular bu duygu­
lardır, ne yakalanma korkusu, ne de İ ran-Kontra ilişkisinin bazı
yönleri hakkında yalan söylediği için suçluluk duygusu.
Benim için, bu tahmin yönteminin herhangi bir dayanağı olup
olmadığını bilmenin hiçbir yolu yoktur. Benim anlatmak istedi­
ğim, yalan avcısı, yalan söyleme haricindeki diğer tüm alterna­
tif açıklamaları daima dikkate almalı ve bunları elemeye yardım
edebilecek bilgileri elde etmeye çalışmalıdır. Poindexter' ın belli
ettiği şey Casey ' le öğle yemeği konusunda bir şeylerin sıcak ol­
duğudur ancak biz ne olduğunu bilmiyoruz ve bu nedenle diğer
açıklamaları elemeden hemen yalan söylediği sonucunun üzerine
atlamamalıyız

Eski Yarbay Ol iver North

315
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Oliver North 'un Oyunculuk Kabiliyeti


İran-Kontra duruşmaları sırasında Yarbay North'un ifadesi bu
kitapta anlatılan bir başka hususu betimler. North doğal oyuncu
diye tabir ettiğim insanlara güzel bir örnek gibi görünmektedir.
North'un (Kongre nezdinde daha önce verdiği ifadesi nedeniyle
yalan söylemekten suçlu bulunmasına rağmen) gerçekte yalan
söylediği izlenimini uyandırmak istemem ancak yalan söylüyor
olsaydı, davranışlarına bakarak aldattığını anlayamazdık. Yalan
söylemek isteseydi, gerçekten çok inandıncı olurdu. Performans
olarak, performansı izlenmeye değer güzelliktedir.
O dönemde yapılan kamuoyu anketleri, Amerikan halkının
North 'a oldukça hayranlık duyduğunu gösteriyordu. İ nsanların
ilgisini ona çeken pek çok sebep vardı. North, güçlü hüküme­
tin, yani parlamento komitesinin kötü devine karşı koyan, iyi
bir adam olarak görülmüş olabilir. Aynca bazı insanlar için as­
ker olması yetmişti. Aynı zamanda CIA Başkanı ve Başkan için
suçu, hak etmediği halde üzerine alan bir günah keçisi olarak
da görülmüş olabilir. İ lgi çekmesinin nedeni kısmen, davranış­
larının kendisi ve tarzıydı . Doğal oyuncuların en dikkat çeken
özelliklerinden biri de görülmek istenen insanlar olmalarıdır,
onların yaptığı şeylerle eğleniriz. Bu tarz insanların başka in­
sanlardan daha fazla yalan söylediğini düşünmek için bir neden
yoktur (gerçi yalanla işlerini halledebileceklerini bildiklerin­
den, yalana daha fazla meyilli olabilirler) ancak yalan söyle­
diklerinde yalanları tamamen mükemmeldir.
North'un ifadesi aynı zamanda bir resmi görevli tarafından
yalan söylemenin adalete uygunluğu konusundaki etik ve politik
soruları gündeme getirmiştir. Bir sonraki bölümde bu ve diğer
tarihi olayları ele alacağım.

316
DOKUZ

Toplum Hayatında
Yalan

eçen bölümde, yeni biten ve devam etmekte olan

G araştırmalardan elde edilen bulguları açıkladım ve


aynı zamanda profesyonel yalan avcılarına eğitim
verirken edindiğim deneyimlerimi kaynak olarak kullandım. Bu
bölüm ise bilimsel kanıtlara dayanmamaktadır. Bilimsel kanıtlar
yerine yalanın doğası hakkında düşünme yoluyla edindiğim kişi­
sel değerlendirmelerimi ve faydalandığım büyük konteksti anla­
ma amacıyla araştırmalarımın uygulandığı denemeleri anlattım.

Oliver North 'un Yalan Söyleme Gerekçesi


İ fadesinin bir yerinde Yarbay North, İran'dan gelen paraların
birkaç yıl önce Amerikan yanlısı Nikaragua Kontralarına yönlen­
dirilmesine ilişkin parlamentoya yalan söylediğini kabul etti: "Ya­
lan söylemek, benim için kolay değil, ancak hayatlar ve yalanlar
arasındaki farkı dengelemeye yardım etmek zorundaydık." North,
yıllardır felsefede tartışılan yalanın klasik gerekçelerini akla geti­
riyordu. Silahını sallayarak, "Erkek kardeşin nerede? Çabuk yerini
söyle! Onu öldüreceğim ! " diyen bir insana ne söylemeniz gerekir.

317
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Bu senaryo pek çoğumuz için hiçbir ikilem oluşturmaz. Hiçbiri­


miz kardeşimizin nerede olduğunu söylemeyiz. Soran kişiyi farklı
bir mekana yönlendirerek, yalan söyleriz. Oliver North'un dediği
gibi, risk altındaki hayat kendisininki olduğunda yalan söylemek
zorundasınız. Daha sıradan bir örnek, ebeveynlerin yabancı biri
kapıya geldiğinde, kapıyı açacak çocuğa söyleyeceği şeyler hak­
kında verdikleri talimatlarda görülür. Evde yalnız olduklarını söy­
lemeyip, ebeveynlerinin uyuduğunu söyleyerek yalan söylemeleri
tembih edilir.
Parlamento duruşmalarından dört yıl sonra basılan kitabında
North, parlamentoya karşı hislerini ve davasının doğruluğunu
anlatır: "Bana göre pek çok senatör, parlamento üyesi ve hatta
onların kadrolu üyeleri, Nikaragua direnişini utanmazca yalnız
bırakıp Kontraları güçlü ve tamamen silahlı bir düşmana karşı
savunmasız bırakma ayrıcalığına sahip olan insanlardır. Ü stelik
onların yapması gereken bir işi yaptığım için şimdi beni aşağı­
lamak istiyorlar! (sayfa 50) . . . Hiçbir zaman kendimi kanundan
üstün görmedim, ne de kanuni olmayan bir şeye niyet ettim. Her
zaman Boland maddelerinin, Ulusal Emniyet Makamı 'nı kontra­
ları desteklemekten men etmediğine inandım ve hala inanmak­
tayım. Hatta Nikaragua direnişinin yüzüstü bırakılmayacağı sö­
zünü verirken kullandığımız en zorlayıcı maddelerde bile açık
noktalar vardı." North kitabında, l 986'da parlamento üyeleri
doğrudan Kontralara yardım sağlayıp sağlamadığını ortaya çı­
karmaya çalışırken, onları yanlış yönlendirdiğini kabul eder.
North 'un hayat kurtarmak amacıyla yalan söyleme mantığı,
doğru bulunmadı çünkü ilk olarak yaptığı seçimin, kesinliği net
değildi. Parlamento Kontralara, bir bakıma, daha fazla "silah"
yardımı yapılmasını yasakladığı için, Boland maddeleri yüzün­
den Kontraların öleceğini iddia ediyordu. Uzmanlar arasında
böyle bir yardımın geri çekilmesinin Kontraların ölümü anlamı-

318
Toplum Hayatında Yalan

na geleceği konusunda ortak bir görüş yoktu. Bu görüş, hakkında


pek çok Demokrat ve Cumhuriyetçi'nin münakaşa ettiği politik
bir yargıydı. Gözü kararmış bir katilin öldürme suçunu gerçek­
leştirme olayındaki kesinlikle hiçbir benzerliği yoktu.
North'un hayat kurtarmak için yalan söylediği iddialarına bir
ikinci engel, yalanda hedefin kim olduğu konusundaki muammay­
dı. Cinayet işleyeceğini açıkça beyan eden birine yalan söylemi­
yordu. Eğer bir öldürme olayı varsa, bunu yapacak olan Nikara­
gua ordusuydu, parlamento üyeleri değil. Boland düzenlemelerine
karşı çıkanlar, bunun olayın bir neticesi olduğunu iddia etseler de,
Boland maddeleri lehine oy verenlerin beyan ettikleri amaçların
bir sonucu değildi, hem beyan edilmese de, bu yönetmelik kararı­
nın kasıtlı olarak çıkarılmaya çalışıldığı söylenemezdi.
Aklı başında ve muhtemelen aynı seviyede ahlaklı insanlar,
"silah" yardımının geri çekmenin sonuçlarının ne olacağı ve
Boland maddelerinin tüm açık noktalarının kapatıp kapatılma­
dığı konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdi. North, tüm mantıklı
insanların bu konuda hemfikir olduğu tek bir doğru olmadığı­
nı, gayretkeş bir şekilde göremedi, görseydi bile buna aldırış et­
mezdi. North'un kibri, Parlamentodaki çoğunluğun görüşünden
çok kendisininkine önem vermek ve bunun Parlamentoyu yanlış
yönlendirmek için bir mazeret olduğuna inanmaktı.
North'un hayat kurtarmak amacıyla yalan söyleme gerekçe­
sine üçüncü engel, söylediği yalanın, Parlamentoya yalan söy­
lemekten onu men eden kontratı ihlal etmiş olmasıdır. Kimse,
gerçek bir katile doğruyu söylemek mecburiyetinde değildir.
Bir katilin bilinen eylemleri, bizim ve onun imzaladığı kanun­
ları ihlal eder. Çocuklarımız, kapıyı çalan bir yabancı acı içinde
olduğunu söylediğinde durum biraz karmaşıklaşsa da, o kişiye
karşı dürüst olmak zorunda değildir. Herkes, o veya bu şekilde,
parlamento komitesi nezdinde dürüst bir şekilde ifade vermekle

319
Ne DÜjündüğünü Biliyorum

sorumludur. Görevinin erdemi nedeniyle, North'un dürüst olma­


sını gerektiren başka nedenler de vardı. Bir askeri görevli ola­
rak Yarbay North, anayasayı onaylamak amacıyla yemin etmişti.
North parlamentoya yalan söyleyerek, iki hükümet kolu arasında
anayasal bir şekilde sağlanmış sorumluluk paylaşımını, özellikle
de anayasanın yöneticilerin yetkilerini kullanarak yaptıkları işle­
ri denetlemek için parlamentoya verdiği bütçe kontrolünü ihlal
etmişti. Başkalarının hayatını gayriahlaki olarak tehlikeye soktu­
ğuna inandığı talimatları uygulamaya zorlandığını hissettiğinde,
North'un müracaat edeceği makamlar yok değildi. Görevinden
istifa edip, daha sonra açıkça Boland maddeleri aleyhine konu­
şabilirdi.
Parlamentoya yalan söylediği iddia edilen CIA görevlileri
aleyhine davalar açılmaya devam ederken, tartışmalar günümüz­
de de sürmektedir. Yakın zamanda basında tartışılan bir mesele,
görevlerinin gizli niteliği nedeniyle parlamentoya dürüst olma
zorunluluğu olmayan CIA görevlilerine ait bir dizi özel kural
olup olmadığıydı. North, CIA Başkanı Casey' den emir aldığı için
yaptığı işler, ilerideki örnekte olduğu gibi bu servisin personel
kurallarına göre onaylanmış olabilir. Eski CIA İdari Amiri Da­
vid Whipple şöyle der: "Sadece gerektiği kadarını Parlamento­
ya açıklamak, bu onlara yetecekse, bana göre kötü bir şey değil.
Bu çocukların herhangi birini suçlarken şahsen ben sorun yaşı­
yorum." Aynı şekilde bir başka emekli CIA görevlisi Ray Clien
şöyle demektedir: "CIA'in eski gelenekçi yapısında, kıdemli gö­
revli kurmayların açığa çıkarılmamasının doğru olduğuna ina­
nırdık." 1 977- 1 98 1 arası Başkan Jimmy Carter döneminde CIA
başkanlığı yapan Standsfield Tumer, bir Başkanın Parlamentoya
yalan söylemesi için hiçbir zaman CIA' e ruhsat vermediğini ve
servis çalışanlarının yalan söylediklerinde korunmayacaklarını
bildiklerini iddia eder."

320
Toplum Hayatında Yalan

Parlamentoya yalan söylemekten North, Pointdexter ve son


dönemdeki diğer CIA görevlileri Alan Fiers ve Clair George hak­
kında açılan kovuşturmalar, bu mesajı iletmiş olabilir. 1 987 İran­
Kontra kongre komitesine yalan söylemekten kovuşturulması
gereken en yüksek rütbeli CIA görevlisi George'du. Çoğunluk,
CIA Başkanı Casey'nin bu kuralları uygulamadığına inandığın­
dan biri çıkıp, sadece başkanın isteklerini yaptıklarına ve aynı
zamanda açığa çıktıklarında korunacaklarına inanmaya yönlen­
dirilmiş insanların, cezalandırılmasının yanlış olduğunu iddia
edebilir.

Başkan Richard Nixon ve Watergate Skandalı


Eski Başkan Nixon, muhtemelen yalan söylediği için en çok
kınanan kamu görevlisidir. İ stifa etmesi gereken ilk başkan oydu
ancak bu sadece yalan söylemek gibi basit bir nedenden dola­
yı gerçekleşmemişti. Haziran 1 972 'de Watergate 'teki apartman
kompleksinde Demokrat Parti binasına zorla girmeye çalışırken
yakalanan Beyaz Saray çalışanlarının ele geçirilmesi nedeniyle
de istifaya zorlanmamıştı. Asıl sebep, bu işte elebaşı olduğu­
nu örtbas etmeye çalışması ve bunu devam ettirmek için yalan
söylemesiydi. Halka daha sonra açıklanan Beyaz Saray 'daki ko­
nuşma kayıtlarında Nixon'ın şöyle söylediği belirlenmişti : "Ne
olduğu umurumda bile değil, buna engel olmanı istiyorum. Bı­
rak 5. Madde 'ye itiraz etsinler ya da bir başka şeye, bu durumu
kurtaracaksa - planı koru."
Örtbas olayı, Watergate 'te meskene tecavüz suçundan hüküm
giyen adamlardan biri olan James McCord, hakimlere hırsızlığın
daha büyük bir komplonun parçası olduğunu söyleyinceye dek,
neredeyse bir yıl kadar başarılı oldu. Daha sonra Nixon'ın, oval
ofisteki tüm konuşmaları kaydettiği ortaya çıktı. Nixon bu kayıt-

321
Ne Düşündüğünü Biliyorum

lardaki zararlı bilgileri gizli tutmaya çalışsa da, Temsilciler Mec­


lisi Adli Kurulu 'nun onu mahkemeye vermesine yetecek kadar
kanıt vardı. Üst Mahkeme, Nixon'a kayıtları büyük jüriye teslim
etme emrini verdi, Nixon 9 Ağustos 1 974 'te istifa etti.
Devlet liderlerinin bazen bu şekilde davranmaları gerektiğine
inandığım için benim görebildiğim kadarıyla mesele, Nixon ' ın
yalan söylemesi değildi; Nixon ' ın hakkında yalan söylediği olay,
yalan söyleme nedeni ve yalan söylediği kişilerdi. Bir başka dev­
leti yanlış yönlendirme girişimi yoktu - Nixon' ın yalanındaki he­
def Amerikan halkıydı. Yalanın, dış politik hedeflerin başarılması
amacıyla ihtiyaç duyulduğu için onaylanabilmesi yönünde akla
uygun hiçbir iddia yoktu. Nixon, Watergate binasındaki Demok­
ratik Parti ofisinden doküman çalma girişimine dair bildiklerini
gizlemişti . Nixon 'un niyeti, kendisi için çalışanların kanunları
çiğnediğini bildiğinden, oy verenler tarafından ayıplanma riskini
almayarak, yaklaşan seçimlerde avantaj kazanabilmek için ofi­
sinde beklemekti. Dava açılmasına neden olan ilk konu, Nixon ' ı
adalete mani olmakla, ikinci konu kendine verilen güçleri kötüye
kullanma ve adaletli bir şekilde düzenlenen kanunları güven al­
tına almakta başarısız olmakla ve üçüncü konu, kasti olarak ada­
let komitesinden bant kayıtlarını ve diğer dokümanları saklamak
amacıyla kanuna karşı gelmekle sorumlu tutuyordu. Nixon ' ı bir
yalancı olduğu için hemen ayıplamamalıyız, gerçi bu Nixon 'dan
nefret edenler tarafından sevinçle söylenen alışılagelmiş bir it­
hamdır. Devlet liderleri her koşulda yalan söylemekten men edil­
miş olsa, görevlerini yerine getiremezler.

Başkan Jimmy Carter 'ın Haklı Yalanı


Bir kamu görevlisinin yalan söylenmesinin mazur görülebile­
ceği bir olaya ait güzel bir örnek, eski Başkan Jimmy Carter ' ın

322
Toplum Hayatında Yalan

görev süresinde meydana gelmiştir. 1 976'da, eski Georgia Valisi


olan Jimmy Carter, Başkan Nixon' ın istifa etmesinin ardından
başkan olan Gerald Ford'u yenilgiye uğrattıktan sonra başkan
seçilir. Carter seçim kampanyasında, skandallı ve yorucu Water­
gate yıllarından sonra Beyaz Saray'a ahlakı yeniden getireceği
sözünü vermiştir. Kampanyasının en önemli özelliği, televizyon
kameralarına bakıp, oldukça basit bir şekilde, Amerikan halkına
hiçbir zaman yalan söylemeyeceğini söylemesidir. Bununla bir­
likte geçen üç yıl içinde İran' dan Amerikalı rehineleri kurtarma
planlarını gizlemek için pek çok kez yalan söyler.
Carter ' ın başkanlık döneminin ilk yıllarında İran Şahı, kök­
ten dinci İslami bir hareket tarafından düşürülmüştür. Şah,
Amerika' dan sürekli destek almıştır, bu nedenle sürgüne gönde­
rildiği zaman Carter, Amerika Birleşik Devletleri 'ne gelerek tıb­
bi tedavi görmesi için ona izin verir. Çılgına dönen İran militan­
ları altı rehineyi de alarak Tahran'daki ABD Konsolosluğunu ele
geçirirler. Televizyonda haber spikerleri her gece, Amerikalıların
rehin kaldıkları günleri, daha sonra ayları sayarken, rehine kri­
zini halletmek için yapılan tüm diplomatik girişimler sonuçsuz
kalarak aylarca devam eder.
Rehineler yakalandıktan kısa bir süre sonra Carter, orduya
gizlice kurtarma operasyonuna yönelik bir çalışma başlatma em­
rini verir. Bu hazırlık sadece gizlenmemektedir, aynı zamanda
idari temsilciler, yaptıkları iş hakkındaki tüm şüpheleri önemsiz
göstermek amacıyla devamlı surette suni açıklamalar yapmakta­
dır. Pentagon, Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray, aylarca sürekli
olarak rehineleri kurtarmanın loj istik olarak imkansız olduğunu
iddia eder. Başkan Carter 8 Ocak 1 980'de, bir basın toplantısın­
da, askeri bir operasyonun, başarısızlık ve rehinelerin ölümüyle
sonuçlanmasına neredeyse kesin gözüyle bakıldığını öne sürerek
yalan söyler. Carter bu sözleri söylerken, Delta askeri kuvvetleri

323
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Amerika Birleşik Devletleri' nin güneybatı çöllerinde gizli bir şe­


kilde kurtarma operasyonunun provasını yapmaktadır.
Carter, rehineleri saklayan İranlı militanların yanlış bir gü­
venlik bilinci ile rahatlamalarını istediği ve İranlıların da kendi­
sini dinlediğini bildiği için Amerikan halkına yalan söyler. Car­
ter, basın sekreteri Jody Powell' ın, kurtarma operasyonu devam
ederken, hükümetin rehineleri kurtarmayı planladığı iddialarını
reddetmesini sağlar. Carter anılarında şöyle yazar: "Kurtarma
operasyonu hakkında militanların duyacağı herhangi bir şüphe
tüm çabalan başarısızlığa uğratacaktı . . . Başarı, yapılacak baskı­
nın tamamen ani olmasına bağlıydı." Hitler' in de düşmana karşı
sürpriz bir saldın avantaj ı kazanmak için nasıl yalan söylediğini
hatırlayın. Hitler ' i yalan söylediği için değil, hedefleri ve yaptığı
işler nedeniyle kınarız. Bir düşmana karşı avantaj kazanmak is­
teyen bir devlet liderinin yalan söylemesi, özünde yanlış değildir.
Carter' ın yalanındaki asıl hedef, Amerikan Konsolosluğu
personelini rehin alarak uluslararası kuralları çiğneyen İranlı­
lardı. Parlamentoyu ve Amerikan halkını aldatmaksızın onları
kandırmanın hiçbir yolu yoktu. Amaç kendi askeri güçlerimizi
korumaktı. Aynca yalan kısa ömürlüydü. Bazı Parlamento üyele­
ri, savaş gücü önergesi istendiğinde, kendilerine önceden haber
vermeksizin bu şekilde hareket etmeye yetkisi olup olmadığı so­
rusunu ortaya atsalar da Carter, kurtarmanın bir merhamet ey­
lemi olduğunu, savaşla ilgisi olmadığını iddia etti. Carter yalan
söylemeyeceği sözünü tutmadığı için değil, kurtarma operasyo­
nu başarısızlıkla sonuçlandığı için ayıplanmıştı.
İran-Kontra ilişkisi ve CIA görevlilerinin Parlamentoya karşı
dürüst olma gerekliliği üzerine yazılar yazan Carter' a bağlı CIA
Başkanı Stansfıeld Turner, Parlamento kendisine CIA'in bir kur­
tarma operasyonu düzenleyip düzenlemediğini sorduğunda ne ya­
pacağı sorusunu gündeme getirdi: "Nasıl cevap vereceğime ilişkin

324
Toplum Hayabnda Yalan

çok baskı altında hissederdim. Sanırım şöyle bir şeyler söyleyebi­


lirdim: 'Muhtemelen İranlılara duyulacağı ve yanlış anlaşılmalara
neden olabileceği için rehine problemini çözmek üzere herhangi
bir plan hakkında konuşmanın mantıksız olduğuna inanıyorum. '
Daha sonra Başkana giderek, soruya daha dürüst bir şekilde cevap
verip vermeme konusunu danışırdım." Bay Turner, Başkan Carter
ona Parlamentoya gidip rehineleri kurtarma planının varlığını ya­
lanlamasını emrettiğinde ne yapacağından bahsetmez.

Lyndon Johnson 'ın


Vietnam Savaşı Hakkındaki Yalanları
Daha tehlikeli bir yalan, eski Başkan Lyndon B. Johnson' ın,
Vietnam 'daki savaşın gidişatı konusundaki olumsuz bilgileri halk­
tan gizlemesidir. Johnson, 1 963 'teki John F. Kennedy suikastından
sonra başkanlığı devralır ancak adaylığını ilk olarak 1 964 seçimle­
rinde koyar. Kampanya sırasında Johnson' ın Cumhuriyetçi rakibi
Arizona Senatörü Berry Goldwater, savaşı kazanmak için atomik
silahlar kullanmak isteyebileceğini söyler. Johnson karşıt görüşü
tercih etmiştir. "Asyalı çocukların kendi başlarına halletmeleri ge­
reken bir şeyi yapması için, on ya da on beş bin kilometre uzağa
Amerikan evlatlarını gönderecek değiliz." Johnson bir kez seçilip
asker gönderme yoluyla savaşın kazanılacağına ikna olunca, birkaç
yıl boyunca yarım milyondan fazla Amerikan askerini Vietnam'a
gönderir. Amerika İkinci Dünya Savaşı boyunca kullandığı bom­
balardan daha fazlasını Vietnam' da bırakarak savaşı bitirir.
Johnson, sadece Kuzey Vietnamlılar Amerikan kamuoyunun
onun arkasında olduğuna inandıklarında, savaşı uygun bir sonla
bitirme konusunda güçlü bir konuma sahip olacağını düşünmek­
tedir. Böylece Johnson, savaşın gidişatı hakkında Amerikan hal­
kına söyleyeceği şeyleri belirler. Komutanlar, Johnson' ın Kuzey

325
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Vietnam ve Vietcong gerillalarının başarısızlığının ve Amerikan


başarısının mümkün olan en iyi portresini görmek istediğini öğ­
renmişlerdir ve bir süre sonra Johnson'ın Vietnam' daki saha ko­
mutanlarından aldığı tek bilgi bu olur. Ocak l 968 ' de Vietnam yeni
yıl tatili sırasında gerçekleşen ezici kuzey Vietnam ve Viet Cong
saldırısı, Amerikalılara açıklanarak dünyaya, Amerikalıların sava­
şı kazanmaktan ne kadar uzak olduğu gösterildiğinde maskaralık
ortaya çıkar. Tet saldırısı bir sonraki başkanlık seçimleri sırasında
gerçekleşmiştir. Demokrat Parti başkanlığı için Johnson'a karşı
yanşan Senatör Robert Kennedy, Tet saldırısının "gerçek durumu­
muzu, kendimizden bile gizlesek de devletin illüzyon maskesini
yok ettiğini" söyler. Birkaç ay sonra Johnson, kararının seçimlere
yeniden katılmamak olduğunu açıkladı.
Demokrasilerde kendi insanlarını kandırmadan, bir başka
devleti yanlış yönlendirmenin kolay bir yolu yoktur ve bu uzun
süre devam ettiğinde aldatmayı çok tehlikeli bir politika haline
getirebilir. Savaşın gidişatı konusunda Johnson' ın söylediği ya­
landa gün, hafta ya da ayların önemi yoktu. Johnson, gösterme­
lik bir zafer illüzyonu yaratarak seçmenleri, politik seçimlerini
bilgilendirilmiş olarak yapmalarına yarayan bilgiden yoksun bı­
raktı. Bir demokrasideki bir parti, seçmenlerin oy verirken ter­
cihlerini belirlemede çok önem taşıyan bilgileri kontrol altında
tuttuğunda yaşayamaz.
Bu yalanın bir diğer öneminin, Senatör Kennedy'nin de be­
lirttiği gibi, Johnson' la birlikte en az birkaç danışmanının kendi
yalanlarına inanmaya başlamaları olduğunu düşünüyorum. Bu,
sadece hükümet görevlilerinin duyarlı olduğu bir kapan değildir.
Bir kişi ne kadar sık yalan söylerse yalan söylemesi o derece ko­
laylaşır. B ir yalan her tekrar edildiğinde, o işte yer almanın doğru
olup olmadığı konusunda daha az bir değerlendirme yapılır. Pek
çok kez tekrarlandığında ise, yalancı artık yalan söylediği ger-

326
Toplum Hayatında Yalan

çeğini dikkate almadığı için yalan konusunda oldukça rahatlar.


İtiraz edildiğinde ya da kışkırtıldığında, her halükarda yalancı
yeniden bir şeyler uydurabileceğini hatırlayacaktır. Johnson sa­
vaşın gidişatı konusundaki sahte iddialarına inanmak istese ve
zaman zaman gerçek olduklarını düşünse bile, tamamıyla kendi­
ni kandırmayı başarabildiğinden emin değilim.

Uzay Gemisi Challenger Felaketi ve


Kendini Kandırma
Birinin kendini kandırdığını söyleyebilmek, oldukça farklı
bir meseledir. Kendini kandırmada, birey kendine yalan söyle­
diğinin ve kendini kandırma isteğinin farkında değildir. Kendini
kandırma olayının, daha önce yaptığı yanlış işler için özür dile­
mek isteyen kabahatli bir insanın iddia ettiğinden çok daha az
sayıda meydana geldiğine inanıyorum. Challenger uzay gemisi
felaketine yol açan olaylar, muhtemel tehlikeler hakkındaki ciddi
uyanlara rağmen, uzay gemisinin fırlatılması kararını alanların,
kendini aldatma kurbanları olup olmadığı sorusunu gündeme ge­
tirmiştir. Başka türlü, fırlatma işlemine devam etmenin getirece­
ği riskleri bilen kişilerce verilen karan nasıl açıklarız?
28 Ocak 1 986'daki uzay gemisinin fırlatılışı, televizyon ba­
şındaki milyonlarca kişi tarafından seyredilmekteydi. Ekipte bir
okul öğretmeni, Christa McAuliffe bulunduğundan bu fırlatma
için bayağı reklam yapılmıştı. Televizyon seyircileri arasında,
Bayan McAuliffe'in kendi sınıfı dahil pek çok okul çocuğu var­
dı. Dış uzayda bir ders verecekti. Fakat uzay gemisi, fırlatıldıktan
sadece yirmi yedi saniye sonra güvertedeki yedi insanın da ölü­
müne yol açarak patladı.
Ateşlemeden bir gece önce itici roketleri üreten Morton
Thiokol' dan bir grup mühendis, bir önceki geceye ait soğuk hava

327
Ne Düıündüğünü Biliyorum

tahmini, plastik conta bağlantı elastikiyetini ciddi bir şekilde


azaltabileceğinden, ateşlemenin geciktirilmesi için resmi olarak
1'ilgi verir. Eğer böyle bir şey gerçekleşirse sızan yakıt, itici ro­
ketlerin patlamasına neden olabilecektir. Thiokol ' daki mühen­
disler, bir sonraki sabaha yapılması uygun görülen fırlatma tak­
viminin ertelenmesi konusunda oybirliğiyle ısrar ederek, Ulusal
Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)'ni ararlar.
NASA'nın uzay gemilerinin değişmeyen, tahmin edilebilir
bir fırlatma takvimi olacağına dair verdiği söz ihlal edilerek, ha­
lihazırda üç kez ateşleme tarihi değiştirilmiştir. NASA'nın Ro­
ket Proje Şefi Lawrence Mulloy, soğuk havanın contalara zarar
vereceği konusunda yeterince delil olmadığını söyleyerek Thi­
okol mühendislerine itiraz eder. Mulloy, başkanlık komisyonu,
Challenger felaketini soruşturma görevine atanmadan önce ifade
veren Thiokol Müdürü Bob Lund' la konuşur. Lund, Mulloy'un
o gece kendine "mühendis şapkasını" çıkarıp "yönetici şapkası"
giymesini söylediğine tanıklık eder. Görünüşe göre bu konuşma
nedeniyle, Lund kendi mühendislerinin kararını iptal ederek,
ateşleme karşıtlığını bırakmıştır. Ayrıca Mulloy, Thiokol'un idari
müdürlerinden biri olan Joe Kilminister ' la bağlantı kurarak, ateş­
lemenin gerçekleştirilmesi için imza atmasını ister. Joe o gece
saat 1 1 .45 'te NASA'ya bir ateşleme tavsiye kararı fakslayarak
söyleneni yapar. Thiokol 'un Roket Proj e Şefi Allen McDonald,
uçuş için gerekli resmi izni imzalamayı reddeder. İki ay sonra
McDonald, Thiokol ' daki görevini bırakır.

328
Toplum Hayatında Yalan

Challenger uzay gemisinin mürettebatı

Daha sonra başkanlık komisyonu, tüm ateşlemeleri teyit


etmesi gereken dört kilit NASA yöneticisinin, fırlatım kararı­
nın verildiği gece Thiokol mühendisleri ve NASA roket yöne­
tim takımı arasındaki fikir ayrılığından hiçbir şekilde haberdar
edilmediğini ortaya çıkarır. Kennedy Uzay Merkezi'nde Uzay
Mekiği Şefi Robert Siek, Kennedy'nin Challenger'dan sorumlu
Ateşleme Şefi Gene Thomas, Houston'da bulunan Johnson Uzay
Merkezi 'nde Uzay Nakil Şefi Amold Aldrich ve Mekik Şefi
Moor, bilahare Thiokol mühendislerinin ateşleme kararına karşı
çıkmaları konusunda bilgilendirilmediklerini ifade eder.
Mulloy patlayabileceğini bile bile nasıl oldu da mekiği fır-

329
Ne Düşündüğünü Biliyorum

lattı? Bunun bir açıklaması, Mulloy'un, mühendislerin gerçekte


önemsiz bir riski abarttığına inanmaya başlayarak, baskı altında
kendini aldatma mağduru haline gelmesidir. Eğer Mulloy ger­
çekten kendini kandırma kurbanıysa, onu bu verdiği yanlış ka­
rardan dolayı sorumlu tutmamız ne kadar doğru olur? Farz edin
ki birisi Mulloy'a hiçbir risk olmadığı yalanını söyledi. Böyle bir
durumda verilen yanlış karar için onu kesinlikle suçlayamayız.
Peki, bu durumla kendini kandırma arasında herhangi bir fark var
mıdır? Bana göre, Mulloy gerçekten kendini kandırmışsa, her­
hangi bir fark yoktur. Mesele, kendini kandırma ya da yanlış bir
karar vermenin, iyi bir gerekçesi olup olmadığıdır.
Bunu ortaya çıkarabilmek için, kendini kandırma konusu üze­
rine inceleme yapan uzmanlar tarafından değerlendirilen kendi­
ni kandırmayla ilgili belirgin bir örnekle, Mulloy hakkında bil­
diklerimizi karşılaştırmama izin verin. İyileşeceğine inanan bir
kanser hastası, tedavisi mümkün olmayan habis bir tümörün çok
hızlı ilerlediğini gösteren pek çok işaret olmasına rağmen, yanlış
bir inanışı sürdürür. Mulloy da mekiğin güvenli bir şekilde fırla­
tılabileceğine inanarak, yanlış bir inanışı sürdürdü (Mulloy'un
mekiğin patlayacağını kesin olarak bildiği alternatifinin hariç bı­
rakılması gerektiğine inanıyorum). Kanserli hasta aleyhte güçlü
deliller olmasına karşın iyileşeceğine inanır. Kanser hastası gün
geçtikçe bitap düştüğünü ve acısının arttığını bilir, ancak o bun­
ların sadece geçici ataklar olduğu konusunda ısrar eder. Mulloy
da aksi kanıtlar olmasına karşın yanlış inanışını devam ettirdi.
Mulloy, mühendislerin soğuk havanın conta bağlantılarına za­
rar vereceğini ve yakıt sızdığında roketlerin patlayabileceğini
düşündüklerini biliyordu ancak mühendislerin iddialarını abartı
olarak görüp önemsemedi.
Şu ana kadar anlattığım şeyler, kanser hastası ve Mulloy' un
kendi yalanlarının kurbanı ya da kasıtlı birer yalancı olup olma-

330
Toplum Hayabnda Yalan

dıklannı göstermez. Kendini aldatmada en önemli koşul, kurba­


nın yanlış inanışı sürdürme isteğinden habersiz olmasıdır.5ı Kan­
ser hastası, pek yakında öleceği korkusuna göğüs gerebilmek
için, kendi acizliği tarafından aldatmaya yönlendirildiğinin bilin­
cinde değildir. Bu unsur -kendini kandırma konusundaki istekten
habersiz olma- Mulloy' da yoktu. Mulloy, Lund' a yönetici şap­
kası giymesini söylediğinde, ateşlemeyi gerçekleştirmenin doğru
olacağı inancını sürdürebilmek için ihtiyacı olan şeyin farkında
olduğunu göstermişti.
Challenger felaketini soruşturan başkanlık komisyonuna ata­
nan Nobel ödüllü fizikçi Richard Feynman, Mulloy'u baskı altına
alan yönetim zihniyetini aşağıdaki gibi açar: "Ay projesi bittiğinde
NASA, Parlamentoyu sadece NASA'nın başarabileceği bir proje
olduğuna inandırmak zorundaydı ve bunu yapabilmek için de -en
azından görünüşe göre bu vakada- abartmak gerekliydi : Bir meki­
ğin ne kadar ekonomik ve güvenilir olabileceği, ne sıklıkta uçabi­
leceği, keşfedilebilecek ne kadar büyük bilimsel gerçekler olduğu
gibi." Newsweek dergisi şöyle yazar: "Bir bakıma NASA, uzay
uçuşlarının gerçekten bir otobüs seyahati kadar sıradan olduğuna
inanarak, kendi reklamının kurbanı olmuş gibi görünüyor."
Mulloy NASA' da bu abartmaları sürdüren pek çok kişiden sa­
dece biriydi. Ateşleme dördüncü kez ertelenirse, Parlamentonun
vereceği tepkiden korkmuş olmalıydı. NASA'nın uzay gemisi
hakkındaki abartılmış iddialara tezat düşen kötü reklam, gelecekte
alınacak ödenekleri etkileyebilirdi. Başka bir ateşleme tarihi erte-

51Kendini aldatma, Freud'un represyon anlayışı için sadece bir başka ifadeymi ş
gibi görülebilir. Represyonda bireyin kendinden gizlediği bilgi , kendini kandınna
durumunda genellikle olmadığı gibi , benliğin yapısındaki kökleşmiş bir ihtiyaçtan
gelir. Kendini aldatma olayında bireyi gerçekle yüzleştiren bazı olaylar, yalanı son­
landırabilirken, represyonda ise böyle bir yüzleşme gerçeğin onaylanmasına neden
olmaz. Bu meselelerin eleştirileri için Lochard ve Paulhus'a, Kendini Aldatma adlı
kitabına bakınız.

331
Ne Düşündüğünü Biliyorum

lemesinden doğacak kötü bir propagandaya kesin gözüyle bakı­


lıyordu. Havadan kaynaklanabilecek risk sadece bir ihtimaldi ve
kesinlik taşımıyordu. Ateşlemeye karşı çıkan millıendisler bile tam
olarak bir patlama olacağı konusunda emin değillerdi. Daha sonra
bazıları, patlamadan sadece birkaç saniye öncesine kadar, böyle
bir şeyin gerçekleşmeyebileceğine inandıklarını söyledi.

Mulloy'u millıendislerin endişelerinden daha çok yönetimin


önem verdiği şeyleri dikkate alarak verdiği kötü karar nedeniyle
suçlamalıyız. NASA'nın isteği üzerine kanıtları inceleyen bir roket
güvenlik uzmanı olan Hank Suey şöyle der: "Bu olay bir tasarım
hatası değil, karar hatasıdır." Kendini aldatma bahanesiyle yan­
lış kararlan açıklamaya ya da mazur göstermeye çalışmamalıyız.
Mulloy'u aynca yaptığı işleri ve bunların sebeplerini, ateşleme
kararından sorumlu üst yetkililere bildirmediği için suçlamalıyız.
Feynman, Mulloy 'un sorumluluğu neden kendi üzerine aldığına
ikna edici bir açıklama getirir. "Parlamentodan projelerine onay
almaya çalışan çocuklar, bu tarz konuşmaları [problemler, riskler
vb.] pek duymak istemezler. Duymamaları onlar için daha iyidir
ve aynca bu şekilde daha ' dürüst' olabilirler - parlamentoya karşı
yalan söyleyen kişi konumunda olmak istemezler! Böylece kısa
süre sonra davranış biçimleri değişmeye başlar: Derinlerdeki hoşa
gitmeyen bilgi, 'bağlantılarla ilgili problemimiz var, bir sonraki
sefer uçmadan evvel tamir etmeliyiz' , ' bana bağlantı problemleri
var derseniz, mekiği aşağı indirip tamir ederiz' ya da ' hayır, ha­
yır, uçmaya devam edin aksi halde çok kötü görünür ' ya da 'bana
söyleme bu konuda bir şey duymak istemiyorum ! ' diyen önemli
kişiler ve orta kademeli yöneticiler tarafından bastırılır. Belki tam
olarak 'bana söyleme ' demeyebilirler ancak konuşmalarını aynı
şeyi ifade edecek şekilde yaparlar."

Mulloy'un uzay mekiğinin ateşlenmesine ilişkin şiddetli tar­


tışmalar hakkında üstlerini bilgilendirmeme karan, ihmal yalanı

332
Toplum Hayatında Yalan

olarak değerlendirilebilir ( 1 . Bölüm s. 26). Yalan tanımımın, bir


kişinin bilerek ve isteyerek, yalan hakkında herhangi bir ön uyan
yapmaksızın bir başka insanı yanlış yönlendirmesi olduğunu hatır­
layın. Aldatmanın gerçek olmayan şeyler söylenerek ya da önemli
bilgiler çıkarılarak yapılmış olması fark etmez. Bunlar sadece tek­
nik yönden farklı olup etkileri aynıdır.

Uyan oldukça önemli bir konudur. Aktörler, seyirciler bir


oyun sergilendiği konusunda bilgilendirildiği için yalancı değil­
dir, sadece taklitçiler yalancıdır. Uyarının daha az belirgin olduğu
durumlar, blöf yapma gibi belirli aldatma çeşitlerine ruhsat veren
kuralların bulunduğu bir poker oyunu ve kimsenin satıcının ger­
çek satış fiyatını doğru olarak açıklamasını beklemediği emlak
satışlarıdır. Eğer Feynman haklıysa, NASA üst yetkilileri özünde
"bana anlatma" ya gelen şeyler söyleyerek cesaret kırma iletişi­
mi uyguluyorlarsa o zaman bu, uyan teşkil edebilir. Mulloy ve
muhtemelen NASA'daki tüm diğer personel, kötü haber ve zor
kararların üstlere intikal ettirilmemesi gerektiğini biliyordu. Eğer
gerçekten durum bu şekildeyse Mulloy, üstleri kendine aldatma
yetkisi verdiği ve bu kişiler kendilerine bildiri yapılmayacağını
bildiğinden onları bilgilendirmediği için bir yalancı olarak görül­
memelidir. Benim kanaatimce, kendilerine haber verilmeyen bu
üst yetkililerin, onlara bunu bildirmeyen Mulloy ile Challenger
felaketiyle ilgili sorumluluğun bir kısmını paylaştıklarını düşü­
nüyorum. Ü st yetkililer sadece ateşleme karan için değil, aynı
zamanda Mulloy 'un yürüttüğü atmosfer oluşturma bölümü için
de en yüksek sorumluluğa sahiptiler. Mulloy' un kararını kendi­
lerine bildirmesini istemeyerek, bu kötü karan vermesine neden
olan olaylara katkıda bulundular.

Feynman NASA' daki durumla, Poindexter gibi İ ran-Kontra


ilişkisi dahilinde orta kademede bulunan görevlilerin, yaptıkları
şeyleri Başkan Reagan ' a söyleme konusunda hissettikleri şeyler

333
Ne Düşündüğünü Biliyorum

arasındaki benzerliklere dikkat çeker. Alt kademede çalışanların,


en üst yetkiye sahip kişilerin, yönetime zarar vermekten suçlana­
bilecekleri için inandırıcı bir inkar sebebi sağlanarak, haberdar
edilmemeleri gerektiğine inandığı bir ortam oluşturmak. Eski
Başkan Harry Truman haklı olarak şöyle der: "Sorumluluk bu
noktadan ileri gitmez." Başkan ya da üst idare memurları alı­
nacak kararlan denetlemeli, değerlendirmeli, belirlemeli ve bu
kararlardan sorumlu olmalıdır. Aksini önermek, kısa vadede
avantaj lı olabilir, ancak ne yapacağı belli olmayan kişileri teşvik
etmek ve onaylı aldatma ortamı oluşturmak tüm hiyerarşik orga­
nizasyonları tehlikeye sokar.

Hakim Clarence Thomas ve Profesör Anita Hill


l 99 l sonbaharında hukuk profesörü Anita Hill ve Yüce Divan
adayı Hakim Clarence Thomas tarafından yapılan oldukça tutar­
sız açıklamalar, yalan konusunda birkaç önemli ders vermekte­
dir. Senato, Thomas ' ın yüksek mahkeme adaylığını değerlendir­
meye almadan sadece birkaç gün önce, dramatik bir televizyon
muhalefeti başlar. Profesör Hill, 1 98 1 - 1 983 yıllan arasında, Cla­
rence Thomas' ın asistanı olarak çalışırken, ilk olarak Eğitim Ba­
kanlığı 'ndaki İnsan Hakları dairesinde ve daha sonra da Thomas,
Eşit İşçi Haklan komisyonunun başına geçtiğinde cinsel tacize
uğradığını söyleyerek Senato Karar Komitesi nezdinde ifade ve­
rir. "Thomas, kadınlarla hayvanların yer aldığı, grup seks ya da
tecavüz sahnelerinin bulunduğu pornografik filmlerde gördüğü
hareketlerden bahsediyordu . . . Çeşitli seks ilişkilerinde bulunan
büyük göğüslü ve büyük penisli bireyleri tanımlayan pornogra­
fik materyaller hakkında konuşuyordu. Birkaç kez kendi seks
becerilerini resimleyerek bana anlattı . . . Bana bu konuştukları­
nın herhangi birini başkasına anlatırsam, kariyerinin biteceğini

334
Toplum Hayabnda Yalan

söyledi." Hill tamamıyla endişesiz konuşur, tutarlıdır ve pek çok


gözlemciye göre de oldukça inandırıcı.
Hill ' in ifadesinden hemen sonra Hakim Thomas, ·"Anita
Hill' in iddia ettiği şeyleri yapmadım ve söylemedim," diyerek
kendisine yapılan tilin suçlamaları, bütünüyle reddeder. Hill'in
ifadesinin ardından, itibarını zedelediği için Parlamentoya kızgın
olan Thomas, kendini üstün gören bir tavırla "kısa ve net bir şe­
kilde, bugün bana karşı yapılan bütün ithamları reddettiğimi söy­
leyerek konuşmama başlamak istiyorum" deyip, ırkçılık amaçlı
bir saldırının kurbanı olduğunu iddia eder. "Bu suçlamalardan
kurtulamıyorum, çünkü bu ülkede zenciler hakkında sahip oldu­
ğumuz en kötü kalıplaşmış yargılar üzerine oynuyorlar."

Clarence Thomas

Senatonun onu maruz bıraktığı sıkıntıdan dert yanarak, Thomas


şöyle der: "Böyle bir cehennemi yaşamaktansa, bir suikast kurşu-

335
Ne Düşündüğünü Biliyorum

nu yemeyi tercih ederdim." Duyumlar, onun "bu olayın, kendini


beğenmiş zenciler için yüksek teknolojili bir linç etme yöntemi"
dediği yönündedir.

O haftaki Tıme dergisinin manşetinde şunlar okunuyordu:


"Halk izlemeye devam ederken güven duyulan, ifade gücü yük­
sek iki şahit, neredeyse on yıl önce meydana gelen olaylar hak­
kında birbirleriyle uzlaştırılamaz düşünceleri ortaya döküyor."
Köşe yazarı Nancy Gibbs Tıme ' da olayı şöyle ifade eder: "Tüm
bu acı dolu itirafları dinledikten sonra, kim gerçekte neler ol­
duğunu bildiğinden emin olabilir ki? Hangisi destana şayan bir
yalancıdır?"

Anita Hill

336
Toplum Hayatında Yalan

Benim odak noktam, sadece Hill ve Thomas' ın ifade verir­


ken gösterdikleri davranış biçimleri üzerinde daralmaktaydı, ne
Thomas' ın Anita Hill meselesinden önce Parlamento nezdinde
verdiği ifade ne her iki tarafın geçmiş hikayesi ne de her ikisinin
birbirleri hakkında verdikleri ifadeler üzerinde değil. Ne var ki
onların davranışlarını değerlendirerek, yeni ya da özel bir bilgi
edinemedim. Sadece basın tarafından bilinen şeylere, her ikisi­
nin de oldukça ikna edici davrandığına dikkat edebildim. Ancak
yalan söyleme ve davranış konusunda bu yüzleşmeden çıkarıla­
bilecek bazı dersler var.
Her ikisi için de bütün bir ulusun gözü önünde bilinçli olarak
yalan söylemek kolay olmayacaktır. Göze aldıkları risk her ikisi
için de son derece yüksektir. Amerikan halkı ve medya tarafın­
dan, haklı ya da haksız, yalancı olarak görülmelerine neden ola­
cak şekilde hareket ettiklerinde, bunun her ikisi için de getirisinin
ne olacağını bir hayal edin. Ancak böyle bir şey gerçekleşmedi,
her ikisi de söyledikleri şeyleri kasteder görünüyordu.
Hill' in dürüst olduğunu ve Thomas' ın bilinçli olarak ya­
lan söylemeye karar verdiğini farz edin. Eğer bu kitabımın l .
Bölümü'nü okuduysa, yakalanma korkusunu gizlemenin en iyi
yolunun, başka bir duygunun yaldızıyla kaplamak olduğunu söy­
leyen uyarımı görecektir. John Updike' ın Marry Me adlı kitabın­
dan bir örnekten faydalanarak, sayfa 25 'te sadakatsiz eş Ruth'un,
saldırma ve olaya kendini kaptırıp sinirlenme yoluyla, kocasının
kendine inanmadığı konusunda savunmaya geçerek, kocasını na­
sıl şaşkına çevirebileceğini anlatmıştım. Bu tam olarak Thomas
Clarence' in seçtiği davranış biçimiydi. Öfkesi aşırıydı, hedefi
Anita Hill değil Parlamentoydu. Kötü adama karşı savaşan, iyi
adam olarak görülmenin ve politikacılara öfke duyan herkesin
sempatisini kazanmanın ekstra avantajını kazanmıştı.
Thomas' ın, Hill' e saldırdığında bu sempatiyi tamamıyla kay-

337
Ne Düşündüğünü Biliyorum

betmesi gibi senatörlerde, mağrur olduğu iç in l in ç edildiğini söy­


leyen siyah bir adama, Thomas' a saldırdıklarında sempati kay­
bedeceklerdi. Aynca yalan söyleyecekse, Anita Hill' in ifadesini
izlememek onun i çin daha mantıklı olurdu, böylece senatörler o
konu hakkında ona kolaylıkla soru soramazlardı.
Bu tarz bir düşünce, duruşma öncesi Thomas aleyhtarlarını
memnun etse de bu onun yalan söylediğini göstermez. Doğruyu
söylüyor olsaydı da Senato Komitesine saldırıda bulunabilirdi.
Eğer Hill yalan söylüyorsa Thomas' ın, siyasi rakiplerinin onun
adaylığını en gelleme çabalarının boşa çıkmasının hemen önce­
sinde, Hill' in herkesin önüne son dakikada sürülen hikayesini
dinleme taraftan olmaları nedeniyle senatoya karşı öfke duymak
için her türlü hakkı olacaktır. Hill yalan söylüyorsa, Thomas onun
televizyonda verdiği ifadeyi izlemeye dayanamayacağı için, çok
öfkeli ya da kızgın olabilirdi .
Anita Hill yalan söylüyor olabilir miydi? Yalan söylediyse,
inanılmama korkusu hissetmiş olması gerekirdi ve bir yakalanma
korkusu işareti görülmediğinden bu ihtimalin olası olduğunu dü­
şünmüyorum. İ fade verirken çok sakin ve rahattı, çok minik duy­
gu izleri vardı. Ancak aldatma işaretlerinin olmayışı kişinin doğru
söylediğinin kanıtı olamaz. Anita Hill ' in hikayesini hazırlamak ve
prova etmek için yeterince zamanı vardı. Bu şekilde inandırıcı ifa­
de vermesi mümkün olsa da muhtemel değildir.
Anita Hill 'den ziyade Thomas ' ın yalancı olma ihtimali daha
olası olduğu halde, bir üçüncü ihtimal bana daha mantıklı gel­
mektedir. Her ikisi de doğruyu anlatmamış ancak yine de yalan
söylememiş olabilir. Profesör Hill 'in anlattıklarından daha az ve
yine Hakim Thomas'ın kabul ettiği şeylerden daha fazlasının ya­
şandığını kabul edelim. Hill ' in abartmaları ve Thomas 'ın yalan­
lamaları sürekli olarak tekrar edildiğinde, biz onların ifadelerini
görünceye kadar her ikisinin de birbirlerinin söylediği şeylerin

338
Toplum Hayabnda Yalan

bütünüyle doğru olmadığını daha fazla hatırlama şansı neredeyse


kalmayacaktır.
Thomas yaptığı şeyleri unutmuş olabilir, hatırlasa bile olayın
daha iyi bir versiyonunu hatırlıyor olabilir. O zaman Hill' in iddi­
alarına olan öfkesi tamamen anlaşılabilir. Gördüğü ve hatırladığı
kadarıyla yalan söylemiyordur. Hill' in Thomas'a gücenmek için
bir nedeni varsa, küçük ya da büyük, hayali ya da gerçek, yaşa­
nan şeyleri farklı nedenlerle zaman içerisinde daha fazla abartıp
süsleyerek detaylandırabilir. Olduğuna inandığı ve hatırladığı ka­
darıyla o da doğru söylüyordur. Bu kendini kandırmayla benzerlik
taşır, temel farklılık burada yanlış inanışın zaman içinde yavaş bir
şekilde gelişmesi ve tekrarlama yoluyla her seferinde biraz daha
süslenmesidir. Kendini aldatma konusunda yazı yazan bazı kişiler,
bunun çok önemli bir farklılık olduğunu düşünmeyebilirler.
Onların davranışlarından bu açıklamaların hangisinin doğ­
ru olduğunu söyleme imkanı yoktur - Thomas mı yalancı? Hill
mi yalancı? Ya da her ikisi de gerçeği tam olarak anlatmıyor
mu? Yine de insanlar -cinsel taciz, senatörler, erkekler, Yüce
Divan'da kimin bulunması vs. konularda- güçlü yargılara sahip
olduğunda, cevabın ne olduğunu bilememeyi tolere etmek zor­
dur. Böyle bir belirsizlik karşısında kalan pek çok insan, o kişi­
lerin davranışlarına bakarak hangisinin doğru söylediğini ayırt
edebileceklerine bütün bütün inanır hale gelerek bu işi çözümler.
Bu kişi, genellikle ilk olarak kendilerine daha yakın buldukları
kişi olur.
Bu durum, davranışsal aldatma belirtilerinin işe yaramadığı
anlamına gelmez, ancak bu belirtilerin ne zaman faydalı olup
olamadığını ya da birinin yalan söyleyip söylemediğini belirle­
yemediğimizi nasıl kabul edeceğimizi bilmeliyiz. Cinsel taciz
suçlamalarında yönetmelik kısıtlaması vardır - doksan gün. Bu
kısıtlamanın konulması için iyi bir neden, meselenin yeni ve

339
Ne Düşündüğünü Biliyorum

aldatma belirtilerinin muhtemelen daha algılanabilir olmasıdır.


Her ikisinin de ifadesini, ileri sürülen taciz olayından birkaç haf­
ta sonra görme imkanımız olsaydı, itham edilenler ya da yalan­
lananlar farklılıklar gösterebilir ve davranışlarına bakarak kimin
gerçeği söylediğini ayırt etme şansımız çok daha yüksek olabi­
lirdi.

Yalanlar Ülkesi
Birkaç yıl önce Amerika'nın bir yalanlar ülkesi olduğunu dü­
şünmeye başladım: Lyndon D. Johnson' ın Vietnam savaşı hak­
kında söylediği yalanlar; Nixon, Watergate skandalı; Reagan,
İran-Kontra; Senatör Edward Kennedy'nin, Senatör Biden' in
hırsızlığı ve Chappaquiddick'te bir kadın arkadaşının ölümün­
de oynadığı rol konusunda hala devam eden sır ve eski senatör
Garry Hart'ın 1 984 başkanlık seçimlerinde evlilik dışı ilişkisi ko­
nusunda söylediği yalanlar. Sadece politikada değil iş hayatında
ve sporda da yalanlar ön plana çıkıyordu, Wall Street'teki kredi
ve tasarruf skandalları, Hall of Fame'de yer alan meşhur beyzbol
oyuncusu Pete Rose'un kumar oynadığını gizlemesi, Olimpik
atlet Ben Johnson' ın uyuşturucu kullandığını gizlemesi gibi. O
zamanlar 1 990 yılının Mayıs ayını Rusya' da dört hafta ders ve­
rerek geçirdim.
Daha önce 1 979 yıllarında Rusya' da bir değişim programı
profesörü olarak bulunmam nedeniyle, şu an orada çok daha dü­
rüst insan bulunduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Artık bir Ameri­
kalıyla konuşmaktan ya da ülkelerini eleştirmekten korkmuyor­
lardı. Bana sık sık söylenen "doğru ülkeye geldiniz" cümlesiydi .
"Burası bir yalanlar ülkesi ! Yalan dolu yetmiş yıl ! " Ülkelerinin
onlara ne kadar çok yalan söylediğini daima bildiklerini tekrar
tekrar bana anlattılar. Yine orada geçirdiğim beş haftalık süre içe-

340
Toplum Hayabnda Yalan

risinde, daha önceden kuşkulanmadıkları daha yeni yeni ortaya


çıkan yalanlan öğrendiklerinde ne kadar şaşırdıklarını gördüm.
Buna verilebilecek acı bir örnek, İkinci Dünya Savaşı ' nda Le­
ningrad' daki insanların çektikleri acılarla ilgili gerçeğin açığa
çıkmasıydı.
1 94 1 ' de Nazi Almanya'sının Rusya'yı işgalinden kısa bir
süre sonra, Nazi orduları Leningrad' ı (şimdiki adı St. Petersburg)
kuşattılar. Kuşatma dokuz yüz gün sürdü. Söylenenlere göre, ço­
ğunluğu açlıktan olmak üzere, bir buçuk milyon insan ölmüştü.
Neredeyse tanıştığım herkes, bana bu kuşatma sırasında kaybet­
tiği aile üyelerinden bahsetti. Ancak ben oradayken hükümet,
bu kuşatma sırasında ölen sivil sayısının şişirildiğini duyurdu.
Sovyet Hükümeti, tüm ülkenin Nazi ' lere karşı kazanılan zaferi
kutladığı o Mayıs gününde, Sovyet ordularını yönetecek yeterli
sayıda görevli olmadığı için savaştaki zayiatın bu derece büyük
olduğunu ilan etti. Hükümet, Sovyet Lider Stalin' in savaş başla­
madan önce bir tasfiye sırasında kendi adamlarının çoğunu öl­
dürdüğünü söyledi.
Şaşırmalarına neden olan sadece bilmedikleri eski yalanların
açığa çıkması değil, aynı zamanda yeni yalanların da söylenme­
siydi. Mihail Gorbaçov iktidara geldikten sadece bir yıl sonra,
Çemobil 'de korkunç bir nükleer kaza meydana geldi. Bir radyas­
yon bulutu, Doğu Avrupa'da olduğu kadar, Batı Avrupa bölgeleri
üzerinde de yayıldı. İskandinavya'daki bilim adamları, atmosfer­
de yüksek oranda radyasyon tespit ettiler. Üç gün sonra Sovyet
yetkilileri, büyük bir kaza olduğunu ve otuz iki kişinin öldüğünü
açıkladı. Ancak olayın üzerinden birkaç hafta geçince Gorbaçov
halkın önüne çıkıp konuşabildi ve zamanının çoğunu batılıların
tepkilerini eleştirerek geçirdi. Hükümet, o alandaki insanların
yeterince erken boşaltılmadığını ve pek çoğunun radyasyondan
zarar gördüğünü hiçbir zaman kabul etmedi. Rus bilim adanılan,

341
Ne Düşündüğünü Biliyorum

şu an yaklaşık on bin civarında insanın Çemobil kazası nedeniyle


öleceğini tahmin ediyor.
Bu bilgiyi Kiev ' e giden gece treninde kompartımanımı pay­
laştığım Ukraynalı bir fizikçiden öğrendim. Diğer herkese böl­
gede kalmanın güvenli olduğu söylenirken, Komünist Partisi
üyelerinin aile bireylerinin tahliye edildiğini söyledi. Bu fizikçi
o sıralarda, normalde genç yaştaki insanlarda görülmeyen yu­
murtalık kanserine yakalanmış genç kızlan tedavi ediyormuş
ve söylediğine göre radyasyondan zarar gören çocuklara ayrılan
koğuşlarda, çocukların vücutları geceleri parlıyormuş. Dil farklı­
lığından dolayı, kelimeleri gerçek anlamlarıyla mı yoksa mecazi
anlamlarıyla mı kullanıyordu, emin olamadım. "Gorbaçov da di­
ğerleri gibi bize yalan söylüyor," dedi. "Orada neler olduğunu ve
bizim onun yalan söylediğini anladığımızı biliyor."
Üç yıl sonra halkın bu stresle nasıl başa çıktığını değerlen­
dirmek amacıyla Çemobil civarında yaşayan insanlarla müla­
kat yapmak üzere görevlendirilmiş olan bir psikologla tanıştım.
Devletleri tarafından yalnız bırakılmadıklarını hissettiklerinde,
o bölgede yaşayanların içinde bulunduğu bu kötü durumun kıs­
men de olsa hafifleyebileceğine inanıyordu. Onun Gorbaçov'a
sunduğu resmi önerisi, halkın karşısına çıkıp şöyle söylemesiy­
di: "Radyasyonun ciddiyetini hafife alarak, çok büyük hata ettik.
Çok daha fazla sayıda insanı, çok daha hızlı bir şekilde tahliye
etmeliydik. Ancak ne yazık ki sizleri yerleştirecek yerimiz yoktu.
Hatamızı fark eder etmez, size gerçeği söylemeliydik ama ne ya­
zık ki bunu da yapmadık. Artık şimdi gerçeği ve tüm bu milletin
sizin için çabaladığını bilmenizi istiyoruz. İ htiyacınız olan tüm
tıbbi yardımı sağlayıp geleceğiniz için dualarımızla sizin yanı­
nızda olacağız." Ancak önerileri cevapsız kaldı.
Çemobil hakkındaki yalanlara duyulan öfke henüz dinme-
di. Aralık 1 99 1 başlarında, kazanın üzerinden beş yıldan fazla

342
Toplum Hayatında Yalan

zaman geçmiş olmasına rağmen, Ukrayna Parlamentosu Mihail


Gorbaçov ile 1 7 Sovyet ve Ukraynalı görevlinin aleyhine dava
açılmasını istedi. Olayı araştıran Ukrayna Yasama Komitesi Baş­
kanı Volodymyr Yavorivsky şöyle dedi : ' Gorbaçov' dan tutun da
şifreli telgraf okuyucularına kadar, tüın yöneticiler, aktif radyo­
aktif kalıntıların seviyesinden haberdardı." Ukraynalı liderler,
Başkan Gorbaçov'un, radyoaktif sızıntının yayıldığı gerçeğini
bizzat kendisinin örtbas ettiğini bildirdiler.
Onlarca yıl Sovyet halkı, bir şeyleri başarabilmek için kuralla­
rı kendi lehine kullanmak ve onları esnetmek zorunda olduklarını
öğrendi. Sovyetler Birliği, hayatta kalmanın sistemin alt edilme­
sine bağlı olduğu, herkesin sistemin kirlendiği ve kuralların adil
olmadığını bildiği, yalan ve hilenin normal karşılandığı bir ülke
haline geldi. Herkes tüm kuralların çiğnendiğine ya da hile ile ka­
nunlardan kaçıldığına inandığında sosyal kurumlar iş göremez.
Hükümetteki herhangi bir değişimin bu tarz davranışları hemen
değiştireceğine inanmıyorum. Şu an hiç kimse herhangi bir konu­
da mevcut hükümetin söylediği hiçbir şeye inanmıyor. Tanıştığım
insanlardan birkaçı Gorbaçov' a inanıyordu ancak bu da başarısız­
lığa uğrayan 1 99 1 darbesinden bir yıl önceydi. Bir devlet hiç kim­
se, hiçbir liderin söylediğine inanmazsa hayatta kalamaz. Bu du­
rum belki de bir halkı, güveni tekrar kazanma yönünde yeterince
güçlü davranı şları ve cesur iddialan olan herhangi bir güçlü lidere
bağlanmaya istekli, belki de hevesli hale getirebilir.
Amerikalıların yalan söyleyen politikacılar hakkında bir şaka­
sı vardır: "Bir politikacının yalan söylediğini ne zaman anlarsın?
Ağızlarını açtıklarında! " Rusya ziyaretim beni, tezat olarak, ya­
lan söyleyebileceklerinden kuşkulansak bile, bala liderlerimizin
dürüst olmalarım ümit ettiğimize inandırdı. Yasalar, tüın kural­
ları çiğnemenin doğru olduğunu düşünenler çoğunluğu değil de
azınlığı oluşturduğunda ve insanların çoğu onların adil olduğuna

343
Ne Düşündüğünü Biliyorum

inandığında işe yarar. Demokrasinin olduğu bir yerde hükümet,


sadece insanların çoğu kendilerine ekseri doğru söylendiğine
inandığında ve doğrulukla adalete yoğun talep olduğunda başa­
rılı olabilir.
Hiçbir saygın ilişki, aradaki güven tamamen kaybolduğunda
hayatta kalamaz. Arkadaşınızın kendi çıkan için size sürekli ya­
lan söyleyip aldattığını öğrendiğinizde, bu arkadaşlık artık de­
vam etmez. Eşlerden biri diğerinin, sadece bir kez değil, pek çok
defa kendini aldattığını öğrendiğinde artık o evlilik bir enkazdan
başka bir şey değildir. Halk liderlerin devamlı surette yalan söy­
lediğine inandığında, herhangi bir hükümet modelinin, kendi va­
tandaşlarını ezmeye yönelik güç kullanma yöntemi dışında başka
bir yolla ayakta kalabileceğini sanmıyorum.
Daha evvel bu konuya değindiğimizi sanmıyorum. Kamu
görevlileri tarafından yalan söylenmesi, halen haber edilmeye
değer niteliktedir, kınanır ancak hayranlık duyulmaz. Yalan ve
kirlenme tarihimizin bir parçasıdır ve yeni değildirler, ancak hala
bir norm olarak görülmeyip, sapma olarak değerlendirilir. Hala
namussuz insanları içimizden çıkarıp atabileceğimize inanırız.
Watergate ve İran-Kontra ilişkisini, Amerikan sisteminin ba­
şarısızlığının bir kanıtı olarak değerlendirilebileceğimiz gibi,
Amerikan sisteminin başarısının kanıtı olarak da görebiliriz.
Nixon istifa etmek zorunda kaldı. Yüce Divan Başkanı Hakim
Warren Burger, Nixon'ın yerine geçmesi için Gerald Ford'un ye­
min törenini yönettiği sırada, orada bulunan senatörlerden birine
"Sistem işe yaradı, Allah'a şükür ki işe yaradı" demiştir. North,
Poindexter ve diğerleri Parlamentoya yalan söylemekten mahke­
meye verildiler. İran-Kontra parlamento duruşmalarında, kongre
üyesi Lee Hamilton, Oliver North'u Thomas Jefferson'dan bir
alıntıyla yerden yere vurur: "Devletin tüm sanatı, dürüst olma
sanatından ibarettir."

344
ON

Yalan Söyleme ve

Yalan Avcılığıyla ilgili Yeni

Bulgu ve Fikirler

u bölümü, l 992 'deki son Amerika baskısında bulun­

B mayan yeni belgeleri de ekleyerek, Ne Düşündüğünü


Biliyorum adlı kitabımın üçüncü baskısının yayım-
lanması sebebiyle yazdım. İlk olarak yalan söylemekle, diğer
yanlış bilgilendirme biçimleri arasındaki yeni ayrımları tanım­
ladım. Ardından bir insanın yalan söylemesine yol açan sebep­
leri ve son olarak da insanların yalan belirleme konusunda iyi
olmama sebeplerini açıklayabilecek pek çok görüşü ele aldım.
Bu bölümde, iki yeni bulguyu takdim ediyorum: Şu an yüz ifa­
delerinden yalan söylendiğini saptama konusunda, daha önceki
bölümlerde anlattığımdan çok daha başarılıyız ve davranışlardan
yalancıları ayırt etme konusunda, ABD gizli servisi kadar iyi de­
rece elde eden farklı profesyonel gruplar keşfettik.52

�' Evrimin, neden bizi daha iyi bir yalan avcısı olma yönünde hazırlamadığı so­
rusunu soran Londra Ekonomi Okulu' ndan Helena Cronin'e ve aynı zamanda
bu taslak üzerine yaptıkları pek çok yapıcı yorum için Haifa Üniversitesi' nden
Richard Schuster ve Rutger Üniversitesi ' nden Mark Frank 'a müteşekkirim.

345
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Yeni Ayrımlar
O kasıtlı gizlemeyi, sır saklama olarak tanımlar. Sır tut­
ma terimini uyarının, bilgiyi dışarı vermemek amacıyla niyet
hakkında yapıldığı durumlar için saklıyorum. Bir şeyi sır diye
adlandırdığımızda, kişisel gizliliğimizi sürdürebilmek için
açıklamama hakkımız olduğunu belirtiriz. Sır, tek bir kişide
kalabilir ya da diğerleri için sır olduğunu düşündükleri bilgiyi
saklayan iki veya daha çok kişi arasında sürdürülebilir. Kızı­
ma bir erkek arkadaşı olup olmadığını sorduğumda, bana haklı
olarak bunun bir sır olduğunu söyleyebilir. Eğer gerçekten bir
erkek arkadaşı varsa, o zaman bunu benden saklamış olur an­
cak bu, sır olarak adlandırılması onaylandığı için söylenmiştir.
Ona bu konu hakkında soru sormadığımı ancak eski konuş­
malarımdan bu konuya olan ilgimi bildiğini farz edin. Eğer
bir erkek arkadaşı varsa ve bunu bana söylemiyorsa, o zaman
bir gizleme olayına karışmıştır ancak bu bir sır değildir, çün­
kü gerçeği gizleme hakkını henüz doğrulamamıştır, romantik
ilişkisi hakkında beni bilgilendirmesinin bir zorunluluk olduğu
konusunda mutabık olmadığı için bunun bir yalan olduğu da
söylenemez.
Tutulmayan söz yalan değildir. Başkan Clinton göreve başla­
madan bir hafta önce, seçim kampanyası boyunca eleştirdiği bir
tutumu, eski Başkan Bush'un görüşünü benimsemesi nedeniyle,
Haitili mülteci konusunda kampanya sırasında verdiği sözü tut­
madığı için bir gazeteci tarafından suçlandı. Bir öfke emaresiyle
birlikte Clinton, olaylar değiştiğinde tutumunu değiştirmezse,
Amerikalıların kendini aptal olarak göreceğini söyleyerek kendi­
ni savundu. Benim çerçevemden, Clinton, sadece Başkan Bush'u
eleştirdiği sırada kendisinin de aynı politikayı izleyeceğini bili­
yorsa, yalan söylüyordur. Başkan Bush'un görev süresinin biti-

346
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla Ugili Yeni Bulgu ve Fikirler

mine doğru vergileri yükselttiği için bir yalancı olarak addedil­


mesi iddialan üzerine düşünelim. Bush kampanyasında vergileri
hiçbir şekilde yükseltmeyeceğine dair söz vermişti ancak sadece
o, bu sözü verdiği zaman, tutmama niyeti olduğu ispatlanırsa bir
yalancı olarak nitelendirilebilir.
Hatırlayamamak yalan olarak kabul edilemez. Gerçi yalan­
cılar, bu durumu bir kez öğrendiklerinde, çoğu kez hatırlayama­
dıklarını iddia ederek, yalanlarını mazur göstermeye çalışırlar.
Bir insanın pişman olduğu hareketleri unutması alışılmadık bir
olay değildir fakat unutma olayı gerçekten meydana geldiyse, bu
bir seçim olmadığı için yalan olarak göremeyiz. Bir hafıza ya­
nılgısının meydana gelip gelmediğini ya da bu iddianın gerçekte
yalanın kendisi olup olmadığını belirlemek genellikle mümkün
değildir.
Bir kişi, gerçekte neler olduğu konusunda göstermelik bir
açıklama yaparsa, bu o kişinin ille de yalan söylediği anlamına
gelmez ve eğer yanlış yönlendirmeye yönelik kasti bir niyet yok­
sa göstermelik açıklama yalan olarak değerlendirilemez. Peki,
neyi sahte açıklama olarak adlandırdığımızın ne önemi var? Bu
sadece basit bir anlam bilim ya da tanım problemi değildir. Kişi
yalan söylemiyorsa ya da o işi yaptığı sırada bir yalana dahil
olduğuna inanmıyorsa, davranışlarının dürüst bir insanınki gibi
olacağına inanıyorum. Eğer açıklama yapan kişi, açıklamayı
yaptığı sırada yalan söylediğine inanmıyorsa, açıklamanın doğru
olmadığını gösterecek herhangi bir aldatma belirtisi olmayacak­
tır. Bu öngörüyü kanıtlayacak delillerim olmasa da davranışla­
rın ne zaman bir yalanı ortaya çıkaracağı görüşüm ve bu görüşü
destekleyen diğer kanıtlarla ilgili genel teorimle uyum içindedir.
İnsanların doğru olduğunu düşündükleri için yanlış bilgi verdik­
leri birkaç durum vardır.
İnsanlar olaylan yanlış yorumlarlar, özellikle de diğer insan-

347
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ların hareketlerinin anlamlarını ve insanların şu veya bu şekilde


hareket etmelerine neden olan sebepleri. Bir insanın, meseleleri
kendine yansıdığı ve arzu ettiği davranışlara iştirak etme imka­
nı verecek şekilde yorumlamış olması yanlış yorumlamadan çok
o kişinin yalan söylediği anlamına gelmesi gerekmez. Böyle bir
durumun, kendini aldatma olayı olarak görülmesi gerektiğini dü­
şünmüyorum. Her yanlış anlama ve yanlış yorumlama, kendini
aldatma değildir.
Kurbanının kendisiyle ilişkiye girmeyi istediğini iddia eden,
tecavüzle itham edilen birini ele alalım. Kurbanlarının tamamen
gönülsüz olduğunu bilen tecavüzcüler, ceza almamak için sık sık
bu yalana başvursalar da iddianın kendisi bunun yanlış olduğunu
göstermez. Bu durum muhtemel olmasa da, doğru olması olası­
dır. Bunun bir flört tecavüzü olduğunu varsayalım, kurban utan­
mış ya da çok korkmuş olabilir, sadece bir kez itiraz eder ancak
bu itiraz da o kadar şiddetli değildir ve daha sonra karşı koymaz.
Bir tecavüzcü ilk itirazları yanlış değerlendirebilir, pasiflik ve
itirazın bulunmamasını da müsaade etme olarak algılayabilir. Bu
tecavüzcü, kendini aldatma kurbanı mıdır? Tecavüzcünün, kur­
banının davranışlarına, onun (tecavüzcünün) ihtiyaçlarını gider­
me isteğinin neden olduğu konusundaki yanlış inanıştan, tama­
men habersiz olduğu kesin olmadıkça, tecavüzcünün kendini al­
datma kurbanı olduğuna inanmıyorum. Bir tecavüz gerçekleşmiş
midir? Tecavüzcü, kurbanının tamamıyla rıza gösterdiğini iddia
ettiğinde kendi doğrularını söylüyor olsa ve olayın bu şekilde
gerçekleştiğini düşünmese de cevabın evet olması gerektiğine
inanıyorum. Bu tarz iddialarda bulunan insanların inandırıcı gö­
rünmelerinin bir sebebi, iddia ettikleri şeye inanmaları ve yalan
söylediklerini düşünmemeleri olabilir (Çocuk tacizi davalarında,
poligraf kullanımı konusundaki eleştiriler çerçevesinde bu prob­
lemin ele alındığı Cross & Saxe adlı kitabı inceleyebilirsiniz).

348
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla İlgili Yeni Bulgu ve Fikirler

Tabii ki bir insanın tamamen inandırıcı görünmesinin tek


nedeni bu değildir. Doğal yalancılar gerçeği söylediklerine ve
söyledikleri her şeye bir süreliğine inandıkları için oynadıkları
karakterlere bürünebilme kabiliyetleri vardır ve davranışları ta­
mamıyla inandırıcıdır.
Yanlış yorumlama, kişinin kendi suni açıklamalarının doğru
olduğuna inanmasının tek yolu değildir. Şahıs başlangıçta yalan
söylediğini bildiği halde, zaman içerisinde kendi yalanına inanır
hale gelebilir. Söylediği yalanın meydana gelen olayların gerçek
açıklamaları olduğuna inanmaya bir kez başladığında kişi dürüst­
müş gibi görünebilir. Bir çocuk tacizcisinin ilk suçlandığında, fii­
len yanlış olan, çocuğun istemediği ya da hoşlanmadığı herhangi
bir davranışta bulunmadığını ve sadece çocuğu kucakladığını id­
dia ettiğini farz edelim. Açıklamasını yaparken başlangıçta yalan
söylediğini bilse bile bir çocuk tacizcisinin, zaman içerisinde ya­
lanını sürekli tekrarlama yoluyla kendi uydurma hikayesinin ger­
çek olduğuna inanmaya başlayabileceğini düşünüyorum. Taciz­
cinin hem çocuğu zorla taciz edişine ait gerçek olayın hatıralarını
ve hem de sadece gönüllü bir çocuğu kucakladığı konusundaki
kurgusal inancını, bilinçli olarak sürdürmesi olasıdır. Ya da ger­
çek hatıralar, zaman içinde kurgusal inançtan çok daha az ulaşılır
ya da belki de hiç ulaşılamayacak hale gelebilir.
Bir çocuğun, gerçekte böyle bir olayın olmadığını tam olarak
bildiği halde, öğretmeninin onu taciz ettiğini iddia ederek bilinç­
li olarak yalan söylediğini varsayalım. Yalan söyleyen çocuğun,
bir testte başarılı olamadığı için herkesin önünde onu aşağılayan
öğretmenini cezalandırma isteğiyle güdülendiğini farz edin. Ço­
cuk intikam almaya hakkı olduğunu düşünüyorsa, öğretmeninin
kendini taciz edebilecek, taciz etmek isteyebilecek ya da muh­
temelen diğer çocukları da taciz edebilecek vs. türde bir insan
olduğuna dair nedenler bulabilir. Çocuğun, zamanla pek çok tek-

349
Ne Düşündüğünü Biliyorum

rar ve süslemeyle birlikte tacize uğradığına inanmaya başlama


ihtimalini aklımızdan çıkarmamamız gerektiğine inanıyorum.
Ne sıklıkta meydana geldiğini bilmediğimiz için bu örnek­
ler sıkıntılıdır. Ne çocukların, büyüklere göre sahte olanı doğru
olarak algılamaya daha fazla meyilli olduklarını, ne de bu olayla
ilişkilenen belirli kişilik özelliklerinin var olup olmadığını bili­
yoruz. Henüz bir hatıranın, doğru ya da kısmen veya tamamen
kurgu olup olmadığını belirlemenin bir yolu yoktur. Sahte bir
açıklamayı ayırt etme yöntemlerimiz var ki bunları daha sonra
tanımlayacağım ancak bu yöntemler, sadece açıklamayı yapan
kişi sahte bir açıklama yaptığını bildiğinde işe yarar.

Yalan Söyleme Nedenleri


Çocuklarla yaptığım görüşmeler ve büyükler hakkında an­
ketlerden edindiğim veriler, yalan söylemeye yol açan dokuz
farklı neden önerir.
1 . Ceza almayı önlemek. Bu hem çocuklar hem de büyük­
ler tarafından en çok dile getirilen nedendir. Cezalandırma
yanlış bir hareket veya kazara yapılan bir hata için olabilir.
2. Başka yoldan kolayca elde edilemeyecek bir ödülü elde
etmek. Çocuk ve büyükler tarafından en çok sözü edilen
ikinci ortak nedendir.
3. Başka bir insanı cezadan kurtarmak.

4. Bir fiziksel zarar tehdidinden korunmak. Bu zarar teh­


didi, yanlış bir hareket nedeniyle olmadığı için cezalandı­
rılmaktan farklıdır. Buna bir örnek, evde tek başına olan
bir çocuğun, kapıdaki yabancıya babasının evde uyuduğu­
nu ve daha sonra gelmesini söylemesidir.
5. Başkalarının beğenisini kazan mak.

350
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla İlgili Yeni Bulgu ve Fikirler

6. Sıkıntılı bir sosyal ortamdan kaçmak. Bunlara örnek, sı­


kıcı bir partiden kurtulmak için bir bakıcı problemi yaşadı­
ğını iddia etmek ya da kapıda birinin olduğunu söyleyerek
bir telefon konuşmasını sonlandırmaktır.
7. Utancı bertaraf etmek. Altını ıslattığı için değil de su
döküldüğü için koltuğun ıslandığını söyleyen bir çocuk,
cezalandırılmaktan korkmuyorsa, utancı bertaraf etme ne­
deniyle yalan söylemeye bir örnektir.
8. Bazı bilgileri gizli tutabilmek amacıyla niyetle ilgili bir
uyarıda bulunmaksızın, gizliliği sürdürebilmek.

9. Hedefin sahip olduğu bilgiyi kontrol altında tutarak,


diğer insanlar üzerinde iktidar denemeleri yapmak.

Her yalanın, bu dokuz şıktan biri altına gireceğinden emin


değilim ama burada verilen nedenler, derlediğim mülakat veri­
lerinden elde edilen sonuçlardır. Bu dokuz madde, nezaket ve
incelik yalanlarını, tümüyle kendi içine almaz, önemsiz yalanlar
çeşitlilik gösterir. Benim tanımıma göre, bunlar yalan değildir,
çünkü nezaket kuralları uyarı içermektedir. Daha zor bir mesele,
sürpriz bir doğum günü partisinin devam etmesi için söylenmesi
gereken yalandır. Bu belki de gizlilik nedeniyle yalan söyleme
maddesi altına konulabilir.

Yeni Bulgular
Bu kitabın başından sonuna kadar, davranışlardan yalan be­
lirlemenin ne kadar zor olduğu konusu üzerinde durdum. Şu an
elimizde bulunan veriler, bu görüşü hem desteklemekte hem de
yalanlamaktadır. Para çalma ve görüşlerle ilgili deneylerimizde,
sadece yüz ölçümlerine dayanarak, doğru söyleyenlerden yalan
söyleyenleri ayırt etme konusunda yüzde seksen ve üzeri başa-

351
Ne DüşündüğUnü Biliyorum

rı elde ediyoruz. Vücut hareketleri, ses ve konuşma ölçümlerini


de eklediğimizde başarı oranının yüzde doksanlara ulaşacağına
inanıyorum. Ölçümleme yapmak, uzun saatler aldığı için bunlar
akılda tutulmalıdır. Kısaca bahsettiğim gibi videoteyplerimizi sa­
dece bir kez gören insanların çoğunun, kimin yalan söyleyip ki­
min doğru söylediğini belirleme konusunda hala şans eseri bilme
ihtimalinden biraz daha iyi bir derece elde ettiklerini görüyoruz.
Kimin yalan söylediğini ve kimin doğru söylediğini ayırt ede­
bilme konusunda genel bir beceriye ait izler bulduk. Para çal­
maya ilişkin yalan belirleme konusundaki haşan oranı, görüşlere
dair yalan belirleme hususundaki haşan oranıyla bağlantılıydı .
Göze alınan risk büyük olduğunda, yalan ne hakkında olursa ol­
sun aldatma belirtileri benzer olacağı için böyle bir sonuç elde
ettiğimize inanıyorum. Tabii ki yalanlar, belirli türdeki belirtile­
rin sıklığı dahilinde çeşitlilik gösterir. Örneğin görüşler hakkında
söylenen yalanların konuşma içeriğinde, para çalma hakkında
söylenen yalanlannkine göre daha fazla belirti vardı. Bununla
birlikte her iki tip yalanda da kişinin konuşmasının artması ora­
nında doğru bir şekilde değerlendirilme olasılıkları da arttı. İyi
mülakatçılar, asıl görevlerinin görüşme yaptıkları kişiyi konuş­
turmak olduğunu bilirler. Bunun nedeni, sadece konuşmalarda
belirtiler olması değil, keza insanlar konuşurken ses, vücut ve
yüzlerinde daha fazla belirti meydana gelmesidir.
Aynı zamanda elimizde (Frank ve Ekman, yayınlanmamış
veri) yalan söyleme becerisinin, söylenen yalan türüne bağlı ol­
duğunu gösteren delillerimiz var. Görüşler hakkında yalan söy­
leyebilme başarısı, para çalma konusundaki yalan söyleme başa­
rısıyla bağıntılıydı.
Üç farklı mesleki grubun, grup olarak, görüşleri hakkında
yalan ve doğru söyleyenleri birbirinden ayırma konusunda şans
eseri bilme ihtimalinden çok daha iyi bir derece elde ettiğini be-

352
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla ilgili Yeni Bulgu ve Fikirler

lirledik. Birinci grup, davranışlardan yalan söylendiğinin nasıl


anlaşılacağı konusunda verdiğim bir günlük eğitimi almak için
gönüllü olan farklı federal dairelerin üyelerinden meydana gel­
mişti. Kimsenin bu kursa katılma zorunluluğu yoktu, bunu ken­
dileri istemişti. Çalıştaydan önce aşağıda bahsi geçen gruplarda
olduğu gibi, yalan tespitindeki kabiliyetlerine yönelik teste tabi
tutuldular. Bu kişiler federal görevliler, federal hakimler ya da
yasa yürütme grubu mensuplarından çok daha iyi bir derece elde
ettiler.
İkinci başarılı grup, başka polislere mülakatların nasıl yapıla­
cağını öğretmek amacıyla iki haftalık bir kurs almak için gönül­
lü olan, çeşitli polis departmanı üyelerinden meydana gelmişti.
Genel olarak bu polislerin, iyi mülakatçı oldukları konusunda
şöhretleri vardı. Bu polisler çeşitli yasa yürütme grubu mensup­
larından çok daha başarılıydı. Üçüncü başarılı grup, aldatma ve
davranışlar üzerine kurs almak için iki günlük kazançlarından
vazgeçen, mesleklerini özel olarak icra eden klinik psikologlar­
dan oluşuyordu. Bu psikologlar, bir grup akademisyen psikolog
ve bu eğitimi almayı istemeyen klinik psikologlardan daha başa­
rılıydılar.
Bu dört başarılı grup içerisinde -MS gizli servisi (8. Bölüm' de
anlatıldı), Federal Görevliler, L.A. Şerifleri ve klinik psikologla­
rı- hemen hemen hiç kimse şans eseri bilme ihtimaline eşit ya
da altında bir derece elde etmedi, üstelik üçte birinden fazlası
yüzde seksene eşit ya da üzeri bir skor elde etti. Diğer gruplarda,
çoğunluk şans eseri bilme ihtimaline eşit ya da daha altında bir
derece elde ederken, sadece yüzde onundan azı bu kadar iyi bir
sonuç elde etmişti.
Çalıştığımız tüm insanları tekrar gözden geçirdiğimizde -
pskiyatristler, hakimler, avukatlar, polis, federal görevliler ve
psikologlar- yaş, cinsiyet ve iş deneyiminin, elde edilen başa-

353
Ne Düşündüğünü Biliyorum

rılarla ilişkisi olmadığını bulduk. En çok başarı gösterenler, di­


ğerlerine göre kabiliyetlerine daha fazla güveniyorlardı; yine de
görünen, güvenin başarıyla çok zayıf bir ilişkisi olduğudur. Mik­
ro yüz ifadelerini görebilme kabiliyeti, gerek para çalma, gerek
sosyal meseleler hakkındaki görüşlere dair hissedilen duyguların
nitelendirilmesi dahilinde, dürüstlüğü yalancılıktan ayırma ko­
nusundaki başarıyla bağlantılıydı.
En başarılı grup, yalan belirlemede diğerlerine göre çok
daha iyi bir derece elde etti fakat dürüstlüğü sezme konusunda
diğerlerinden çok farklı değillerdi. Bu, yalan söylemekten zan
altında bulunan dürüst kişilerin nasıl tespit edileceği konusun­
da insanlara eğitim verilmesi ihtiyacının önemini belirtir.

Neden Yalancıları Yakalayamayız?


Şimdi insanların davranışlara bakarak yalan söylendiğini na­
sıl belirledikleri konusunda bildiklerimizi bir gözden geçirelim.
Pek çok kişinin yalan tespitinde oldukça kötü olduğunu gösteren
kanıtlar, aşağıda verilen örnek deneylerden çıkan sonuçlardır.
Kendileri için pek önem taşımayan meseleler hakkında doğru
ya da yalan söylemesi için öğrenciler tutuldu. Meseleler, onların
geçmişleri ya da gelecekleriyle alakalı değildi. Bazen isteklen­
dirmeye yönelik (bence) zayıf bir girişim esnasında kendilerine
yalan söylemenin gerçekten önemli bir şey olduğu ya da bu göre­
vi sadece zeki ve başarılı insanların başarabileceği söylendi. Bu
öğrencilerin davranışlarını gösteren videoteypler, kimin yalan
söyleyip kimin doğru söylediğini belirlemesi istenen başka öğ­
rencilere gösterildi. Yalancıları tespit etmeye çalışanların çoğu,
genellikle şans eseri bilme ihtimaline eşit ya da çok az üzeri bir
derece elde ettiler. Bizim araştırmalarımız, çeşitli yönlerden di­
ğer araştırmalardan farklıydı.

354
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla İlgili Yeni Bulgu ve Fikirler

Deneylerimizde, yalanları hayatlarıyla ilişkilendirmeye, başa­


rı ya da yenilgi durumunda göze alınan riski, mümkün olduğunca
yüksek tutmaya çalıştık. Bunun iki sebebi vardı. Bunlardan ilki,
yalanla ilgili duyguların (korku, suçluluk, heyecan ya da aldatma
hazzı diye adlandırdığım şey), hareketlenme ve yalanı ele verme
ihtimalinin, sadece yüksek risk taşıyan yalanlarda olmasıydı. Se­
bep, yalnız davranışsa} aldatma belirtilerine neden olan bu güçlü
duyguların sızması değil, aynı zamanda bu güçlü duyguların ya­
lancının kavrama sürecini bozabilmesi, kaçamak, mantıksız ve
hatalı açıklamalara neden olabilmesiydi. Yüksek riskli yalanlarla
çalışmamızın bir diğer nedeni, toplumun en çok ilgi duyduğu ya­
lan türlerinden olmalarıydı.
1 . Bölüm 'de tarif edilen araştırma senaryolarımızın birin­
de, hemşirelerin yanık ve organ kesim sahneleri gösteren film­
leri izlediklerinde, hissettikleri negatif duyguları ne kadar iyi
bir şekilde gizleyebileceklerini test etmiştik. Bu konuda (yalan
söylemek) başarılı olmayı çok istiyorlardı çünkü deneyimizin,
gelecekteki işlerinde bu tarz üzücü manzaralarla karşılaştıkların­
da kullanabilecekleri bir beceriyi geliştirme imkanı sunduğuna
inanıyorlardı. Diğer senaryomuzda subjeler, elli doları çaldıktan
sonra sorgu yapan kişiyi bu parayı almadıklarına ikna edebilirler­
se, aldıkları para kendilerinin olabilecekti. En son senaryoda ise
subjelerin hakkında güçlü duygular besledikleri sosyal meseleler
belirledik ve sonra onlardan bu konuya dair görüşlerini açıkça
söylemelerini (inandırıcı olurlarsa on dolar kazanacaklardı) ya
da karşıt görüşü savunmalarını istedik (inandırıcı olurlarsa elli
dolar kazanacaklardı).
Son çalışmamızda ise bazı deneklerimize gerçek hayatta oldu­
ğu gibi doğru ya da yalan söyleme şansı verdik. İ nsanların yalan
söylememeyi tercih etmelerinin pek çok nedeni vardır, bunlardan
biri geçmişte yaşadığı olaylara dayanarak, yalan söylerken ne-

355
Ne Düşündüğünü Biliyorum

redeyse her seferinde yakalanmış olmalarıdır. Böyle beceriksiz


yalancılar, denekler arasında bulunduklarında --deneyi yapan kişi
tarafından zorlanmadıkça yalan söylemek istemeyen insanlar­
yakalanma oranını yükseltirler. Esas itibariyle daha önce yapılan
tüm araştırmalarda, ister poligraf yalan makinesinde ister insan­
lar arasında olsun deneklere, yalan ya da doğru söyleme seçene­
ği verilmemişti . Bir istisna 6. Bölüm' de anlatılan, Ben-Shakhar,
Elaad, Daie, Ginton tarafından yapılan bir poligraf çalışmasıdır
ki bu çalışmada terfi almak için yapılan yeterlilik testinde han­
gi polislerin kopya çektiğini bilme imkanı vardı; Stiff, Corman,
Krizek ve Snider, bir testte hangi öğrencilerin kopya çektiğini
aynı yöntemle öğrendiler. Bradley 'de bir poligraf çalışmasında
deneklerine doğru ya da yalan söyleme imkanı vermişti.
Son deneylerimizin bir diğer benzersiz özelliği deneklere,
sorgucular yalan söylediklerini anlarlarsa, kendilerinin ceza ala­
bileceklerini ve bunun da hatırı sayılır bir ceza olacağını söyle­
memizdi. Hem tespit edilen yalancı hem de dürüst olduğu halde
yanlışlıkla yalan söylüyor olarak değerlendirilen kişi aynı cezayı
alacaktı. Bu yolla, yalan üzerine yapılan araştırmalarda ilk defa
hem dürüst kişiler hem de yalan söyleyenler --doğru söylediğinde
inanılmamaktan, yalan söylediğinde ise yakalanmaktan- korka­
bilecekti . Yalan söylemekle suçlanmaktan korkan sadece yalancı
olduğunda yalan avcısının yalancıyı yakalaması çok daha kolay
olur, üstelik gerçek hayattaki olayların çoğuyla da benzer olmaz.
Hem yalancı hem de dürüst kişi cezalandırılmaktan korkmadı­
ğında eşlerin ihanetleri, çocuk ebeveyn çatışmaları vs. şöyle dur­
sun, ulusal güvenlik ya da cezai adalet dünyasında cereyan eden
yalanlarla neredeyse hiçbir benzerliği olmayacaktır.
Son çalışmalarımız, eski çalışmalarımıza ya da insanlar arası
aldatmalar veya poligraf yalan makinesi üzerine yazılan eserle­
rin çoğuna göre ekoloj ik geçerliliğinin daha fazla olduğunu ileri

356
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla llgili Yeni Bulgu ve Fikirler

sürse de belirlenebilirlik bulguları, çok farklı değildi. Videoteyp­


leri görüp yargıda bulunanların çoğu, tam olarak şans eseri bilme
ihtimaline eşit ya da ondan biraz daha iyi bir derece elde etti. Şu
an binlerce insanı test etmiş bulunmaktayız; insanların çoğu, sa­
dece dört istisna hariç, cezai adalet sistemi (polis, avukat, hakim)
çalışanları, istihbarat çalışanları ve psikoterapi pratisyenleri, şans
eseri bilme ihtimalinin biraz üzerinde bir derece elde etti. İstis­
nalardan biri, departmanları tarafından sorgulama uzmanı olarak
seçilmiş ve daha sonra bir haftalık davranışsal aldatma belirtileri
eğitimi almış bir polis grubuydu ve görüşler hakkındaki yalanlan
belirleme konusunda oldukça iyiydiler.
İnsanların yalan avcısı olarak neden bu kadar aciz oldukların­
dan bahsetmeye devam etmeden önce araştırmalarımızda, dav­
ranışlara bakarak yalan belirleme becerisine, olduğundan daha
az değer biçmemize sebep olabilecek bazı koşullan bir değer­
lendirelim. Esas itibarıyla kimin doğru, kimin yalan söylediği­
ni belirlemeye çalışan gözlemcilerin, başarılı olmak amacıyla
riske ettikleri hayati önemi haiz bir menfaatleri yoktu. Onlara
daha başarılı olduklarında kendilerine daha yüksek ödeme yapı­
lacağı söylenmedi. Aynca insanların çoğu geçinmek için yalancı
avlamadığından, yalancıları yakalamak özünde onlar için ödül­
lendirici değildi. Bu koşullar, yalancıları yakalamakla ilgilenen
profesyonelleri inceleyen biz ve diğer gruplar tarafından yapılan
araştırmaları gösterir. Federal Araştırma Bürosu, Merkezi Haber
Alma Teşkilatı, Alkollü İçkiler Dairesi, Tütün, Ateşli Silahlar ve
Narkotik Şube dedektifleri, Adli Tıp psikiyatristleri, gümrük gö­
revlileri, polisler, asliye mahkemesi hakimleri ve dava avukatla­
rının şans eseri bilme ihtimalinden daha iyi bir derece elde ede­
mediğini ortaya çıkardık.
Kararları veren kişiler, pasif gözlemci olmaktan ziyade, soru
sorma hakkına sahip olsalardı, belki doğruluk oranı daha da yük-

357
Ne Düşündüğünü Biliyorum

selebilirdi. Bundan çok emin olmasam da bu ihtimali göz ardı


edemem. Sorulan hazırlamak için gerekenler, hakkında karar ve­
rilecek kişi tarafından verilen bilgileri değerlendirme becerisini
oldukça azaltabilir. Bu nedenle pek çok soruşturmada, bir kişi
sorulan sorarken diğerleri pasif bir şekilde oturup şüphelilerin
cevaplarını değerlendirir. Deneylerimizde profesyonel sorgucu­
ların soru sorması ve daha sonra videoteybi izleyenlerin, bu yolla
şu ana kadar elde ettiklerinden çok daha iyi bir sonuç elde ettik­
lerini belirlemek ilginç olurdu.
Gözlemcilerimiz, hakkında değerlendirme yaptıkları kişiler­
le tanıdık değildi, böyle bir tanışıklığın başarıyı etkileyebileceği
konusu tartışmaya açıktır. Şüphesiz yalan hakkındaki yargıların,
değerlendirilen kişiyle daha önceden herhangi bir tanışıklık ol­
madan yapıldığı pek çok durum vardır ve en azından bizim de­
neylerimizin bu durumlarla benzerliği vardı. Ancak tanışıklığın,
yalan tespitinde daima fayda getireceğinden şüpheliyim. Yaratı­
lıştan gelen davranışları eleme esasının belirlenmesini sağlaya­
bileceği halde bunun bir götürüsü de olabilir. Arkadaşlıklarımıza
ve iş ilişkilerimize yatırım yapmaya meyilliyizdir ve bunları ko­
ruma isteği bizde bir körlük meydana getirebilir. Güvenmek bir
insanı yanlış yönlendirilmeye karşı savunmasız hale getirebilir,
genel dikkat seviyesi düşer ve şüphe etmenin avantaj ı tamamen
kaybedilir. B ir ilişki içinde olmak, kişinin yalanı fark etme ka­
biliyetine güven duymasına yol açabilir ve böyle bir güven de
kişiyi daha savunmasız hale getirebilir. Tanıdık olmak, sadece
güvenmemek için bir nedeni ve karşı tarafın ilişkiye ne zaman
ve nasıl ihanet ettiği hakkında bilgi sahibi olan bir insana tam
anlamıyla fayda verir.
Deneylerimizde, bir değerlendirmede bulunmaları istenme­
den hemen önce gözlemcilere, her bir mülakatın sadece birkaç
dakikasını gösterdik. Yalan belirlemede, sadece daha uzun örnek-

358
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla İlgili Yeni Bulgu ve Fikirler

ler kolaylık sağlayacak diye bir şey yoktur. Örnek mülakatların


iki kez gösterildiği bir çalışma yaptık ve haşan seviyesi artmadı.
Aynı zamanda daha önce davranışsal aldatma belirtilerini ölçüm­
lediğimiz için bu kısa örneklerde aldatma belirtileri bulunduğunu
biliyorduk. Buna rağmen bu aynını göz ardı edemeyiz. İnsanlara
daha uzun örnekler gösterilirse -bir ya da iki saat- haşan seviye­
sinde artış olabilir.
Yine bir diğer eleştiri, çok az aldatma belirtisi olduğu için ha­
şan seviyesinin düşük olma ihtimali olabilir fakat önceden be­
lirttiğim gibi bu, bizim deneylerimizin konusu değildir. Bizim
ve iş arkadaşlarımızın, yüz hareketleri, ses ve konuşma üzerine
yaptıkları ölçümler, yüksek haşan elde etmenin mümkün oldu­
ğunu göstermiştir - kimin yalan söyleyip kimin söylemediği
konusunda yüzde seksenin üzerinde doğru sınıflandırma. Bu öl­
çümler ağır çekim tekrarı gerektirdiği halde, sadece gerçek za­
manlı bir filmi izleyerek de doğru karar vermenin aynı şekilde
mümkün olabileceğini biliyoruz. Birlikte çalıştığımız insanların
sadece küçük bir yüzdesi yüzde seksene eşit ya da üzeri bir haşan
elde etti, aynı şeyi birden fazla senaryoda yaptıktan için başarı­
lan bir tesadüf değildi. Bununla birlikte grup bazında sadece bir­
kaç mesleki grubun oldukça başarılı olduğunu bulduk. Amerikan
Gizli Servis üyeleri, duygu yalanı konusunda oldukça başarılıy­
dı, hiçbiri şans eseri bilme ihtimalinden altında bir derece elde
etmedi ve üçte biri yüzde seksenin üzerinde bir skor elde etti.
Bir haftalık eğitim alan ve sahip olduktan becerileri nedeniyle
özellikle seçilen sorgucular, görüş yalanlan üzerinde benzer bir
başarı sergilediler.
İncelediğimiz yalanlarda göze alınan riskler, yalan üzerine
yapılan diğer çatışmalardakinden daha yüksek olmasına rağmen,
kesinlikle pek çok cezai ve ulusal güvenlik meselelerinde olduğu
kadar yüksek değildi. Belki de göze alınan riskler çok daha yüksek

359
Ne Düşündüğünü Biliyorum

olsaydı filmler, daha başarılı sonuçlar elde etmeye yarayan, daha


görülebilir aldatma belirtileri içerebilirdi. Böyle bir ihtimale karşı
çıkmıyorum ancak biraz evvel bazı mesleki gurupların, filmlerimi­
zi değerlendirme konusunda, diğerlerine göre daha başarılı oldu­
ğunu anlattım. Ancak tilin diğer grupların neden böyle bir başarı
elde edemediği sorusu, cevapsız kalmaya devam ediyor.
Bilgi tam karşımızda duruyor ve sadece bazıları tarafından
fark edilip, çoğu kişi tarafından görülmüyor. İnsanların ezici ço­
ğunluğunun neden bu kadar aciz olduğu konusuna değinmeden
evvel deneylerimizin, muhtemelen başarı oranını artırabilecek ve
-haşan oranının eksik tahmin edilmesinden ziyade- fazla tahmin
edilmesine neden olabilecek bir diğer özelliği üzerinde duralım.
Yakın tarihli çalışmalarımızın tümünde gözlemcilerimize, göre­
cekleri insanların yüzde kırk ya da altmışının yalan söyleyebile­
ceğini bildirdik. Başlangıçta böyle bir bilgi vermemiştik ve bir
grup polisin filmlerde gördüğü her insanı yalancı olarak değer­
lendirdiğini ortaya çıkardık. Daha sonradan bu polisler herkesin,
özellikle de polislere, yalan söylediğini düşündüklerini söyledi­
ler. Yalan taban oranını bilmek, insanların her zaman sahip olma­
dıkları ve yalan tespit oranını artıran bir avantajdır. Daha sonra
bu konu hakkında anlatacağım çok şey var.
Kanıtlarımızın inandırıcı olmadığını kabul edersek, yine de
filmlerimiz bazı kişilerin doğru bir şekilde fark ettiği, ancak çoğu
kişinin fark edemediği davranışsal aldatma belirtilerini içermek­
tedir. Bu konunun amacına uygun olması için bu kanıtları, gerçek
hayatta pek çok insanın -ezici çoğunluğun- davranışlara bakarak
yüksek riskli yalanları fark edemeyeceği düşüncesini öneriyor
olarak kabul etmemize izin verin. Benim sorum şu: Neden hepi­
miz bu konuda çok iyi değiliz? Bunun nedeni önemsemeyişimiz
değildir. Kamuoyu anketleri insanların, bir liderde, bir arkadaşta
ya da sevgilide istedikleri ilk beş özelliğin içinde dürüstlük ol-

360
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla llgiü Yeni Bulgu ve Fikirler

duğunu tekrar tekrar gösteriyor, bunun yanı sıra dünya eğlence


sektörü, ihanetle ilgili trajik olaylan anlatan hikayeler, filmler ve
şarkılarla doludur.
Neden yalan avcısı olarak bu kadar beceriksiz olduğumuza
dair ilk görüşüm, evrimsel tarihimizin, yalan avcısı ya da yalan
söyleyen insanlar olmak için bizi önceden hazırlamamış olma­
sıdır. Atalarımızın yaşadığı çevrede pek çok yalan söyleme ve
bundan kurtulma imkanının bulunmadığını ve yalan üzerinde ya­
kalanmanın bedelinin çok ağır olabileceğini sanıyorum. Eğer bu
tahmin doğruysa, yalan yakalama ya da yalan söyleme konusun­
da oldukça başarılı olan insanlara yönelik bir aynın söz konusu
olmayacaktır. Fosil kayıtları bize sosyal hayattan fazla bahset­
mez, dolayısıyla birinin çıkıp avlanarak yaşayan insanların na­
sıl bir hayat sürdükleri hakkında tahminlerde bulunması gerekir.
Bunu otuz yıl önce, şimdi Papua Yeni Gine diye anılan bir ilkel
taş devri kültürü üzerinde çalışırken tecrübeyle öğrendim.
Odaların kapısı yoktu; herkesin birbirini tanıdığı ve birbirleri­
ni her gün gördüğü bu küçük kasabada çok az mahremiyet vardı .
Yalanlar çoğunlukla hedef ya da yalanla çelişen hareketleri gören
bir başkası veya diğer fiziksel kanıtlar tarafından ortaya çıkarı­
lırdı. Yaşadığım kasabada zina sık sık yalanla gizlenen bir· fiildi.
Bu tarz yalanlar, ihanet eden kişinin bağlılığını ifade ederkenki
davranışları okunarak değil, kişi bir çalının içinde yakalandığın­
da ortaya çıkardı.
Belki de inançlar, duygular ve planlar hakkındaki yalanların,
böyle bir çevrede yakalanması daha zor olabilirdi . Ancak bu ya­
lanlardan bazıları sonuçta o veya bu şekilde başka eylemlere ihti­
yaç duyacaktır, üstelik hiç mahremiyetin bulunmadığı bir yerde,
hareketleri saklamanın ya da taklit etmenin ne kadar zor olduğu­
na ilişkin görüşüm bu durum için de geçerlidir.
Bireylerin yaşamlarının, kasabanın diğer üyeleriyle ortak ça-

361
Ne Düşündüğünü Biliyorum

lışmalanna bağlı olduğu bir toplumda yüksek risk taşıyan bir ya­
lan söylerken yakalanma nedeniyle itibarın kaybolması ölümcül
olabilir. Hiç kimse tehlikeli yalanlara karıştığı bilinen biriyle iş
birliği yapmak istemeyebilir. Bir insan kolaylıkla kasabasını, işi­
ni ve eşini değiştirmez.
Seyfarth ve Cheney, hayvanlar arasındaki aldatmacalar konu­
sunda kendi bahislerinde oldukça benzer noktalara mim koyar.
Yalan söylemeye yönelik önemli bir kısıtlama . . .
. . . bir canlı türünün sosyal yaşamından gelir. Düzenli sos­
yal gruplar halinde yaşayan hayvanlar, herhangi bir şekilde
hileli bir davranışa teşebbüs ettiklerinde özel problemlerle
karşı karşıya kalır. Birlikte yaşayan hayvanlar arasında, eğer
aldatma tespit edilmeden kalırsa, işaretleri muhtemelen çok
daha zor görülür ve çok nadir aralıklarla meydana gelir. Aynı
derecede önemli bir konu, hayvanlar yaşamlarını sürdürmek
için belli seviyelerde iş birliği gerektiren sosyal bir grupta ya­
şıyorsa, iş birliği ihtiyacı, güvenilmez işaretler yapma oranını
azaltır.
Yalan avlama konusunda bazı özel becerilere sahip olmak
(ya da bu konuda yalan söylemek) bu tarz olaylarda işe yara­
mayacaktır. Kısıtlı imkan ve yüksek risk nedeniyle, muhteme­
len yüksek riskli, tehlikeli yalanlar söylenmemiştir. Yalan ortaya
çıktığında ya da aldatmadan şüphelenildiğinde muhtemelen bu,
davranışlara ilişkin yapılan değerlendirmeler neticesinde olma­
yacaktır (Not: Sadece grup içinde söylenen yalanlar üzerinde
odaklandım; elbette gruplar arasında da yalanlar söylenebilir,
ancak bunların bedelleri ve fark edilmesinin sonuçlan oldukça
farklı olabilir).
Ö zgeci (fedakarca söylenen) yalanlar olmakla beraber işle­
diğim konuda, sık sık aldatmadaki hedefe karşılık bir avantaj
kazanılan, daha az arkadaş canlısı yalanlara değindim. Avantaj

362
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla İlgili Yeni Bulgu ve Fikirler

bir kuralı ya da bir beklentiyi ihlal etme yoluyla kazanıldığın­


da bunu dalavere olarak adlandırırız. Dalavere eyleminde ba­
şarılı olmak için bazen yalana ihtiyaç duyulabilir. Genellikle
aldatılan kişiler, aldatılmış olmayı takdir etmezler ve ilgili tüm
yalanları açığa çıkarmayı isterler. Ancak atalarımızın yaşadı­
ğı çevrede aldatmanın, yalan söylendiğinde bunu hemen tespit
etme yeteneğine sahip olan insanlara bazı avantaj lar verecek
biçimde sık meydana gelmesi olası değildir. Artı, daha evvel
belirttiğim gibi, özel hayat diye bir şey neredeyse olmadığı için
aldatmalar, o bireylerin davranışlarına bakarak yapılan yanlış
işleri belirleme yönteminden daha çok başka vesilelerle ortaya
çıkacaktır. Biyolog Alan Grafen şöyle yazar:
İşaretler ortalama dürüstlük seviyesinde seyrettiği için aldat­
ma sıklığı, oldukça düşük olmalıdır. İşaret verenler, kabili­
yetlerini artırırken bu olay, aldatmanın bir avantaj olduğu du­
rumların sınırlı olduğu anlamını taşır. Belki de hilenin avantaj
kazandırdığı kişiler, azınlık bir gruptur ya da sadece aldat­
maya değecek durumlar azınlıktadır. . . Aldatmanın, evrimsel
kararlı sinyal sistemi içinde bulunması beklenir, ne var ki sis­
tem, aldatmanın sadece pek çok ortamda neden kazanç sağ­
lamadığına dair bazı mantıki açıklamalar olduğunda kararlı
olabilir. Aldatma, sinyalin anlamı üzerine bir çeşit yük bindi­
rir. Kararlı sinyal sistemine ilişkin asıl gerçek dürüstlüktür ve
sinyallerin anlamını değiştiren aldatma, eğer kararlılık devam
edecekse sınırlı olmalıdır. (sayfa 533)
Bu düşünceye göre, hile yapanların verdiği işaretlerin (benim
yalan olarak adlandırdığım) sıklık oranı düşük olmalıdır. Cos­
mides ve Tooby'nin bulguları, ihlalleri belirleme ve hilekarları
ödüllendirmeme yönünde bir duyarlılık geliştirdiğimiz fikrini
verir ve bu da aldatmanın neden bu kadar sık aralıklarla meydana
gelmediğini açıklayabilir. Bununla birlikte bizim bulgularımız,

363
Ne Düşündüğünü Biliyorum

diğer vasıtalar dışında, davranışlardan yalan belirleme kabiliye­


timize dayanarak hile yapanları yakalamamızın olası olmadığı
fikrini vermektedir.
Görüşümü özetleyecek olursam, atalarımızın yaşadığı çev­
re, kurnaz yalancılar olmak için bizi önceden hazırlamamıştır.
Atalarımızın yaşadığı çevrede gerçekleşen olaylar içerisinde,
davranışlardan bir yalancıyı belirleme konusunda en yetenekli
olan kişiler minimal avantajlara sahip olmuşlardır. Özel yaşa­
mın olmayışı, yakalanma riskini artırdığından tehlikeli yalanlar,
o kadar sık vukuu bulmamıştır. Böyle bir mahremiyet eksikliği,
aynı zamanda yalanların, davranışlar hakkında yapılan değerlen­
dirmelerden çok doğrudan görme ya da başka fiziksel kanıtlar
yoluyla açığa çıkarıldığı anlamına gelmektedir. Son olarak, ime­
ce yaşayan, kapalı ve küçük bir toplumda yalanlar ortaya çıktığı
zaman bireylerin itibarlarına vereceği zarar, yüksek ve kaçınıl­
maz olacaktır.
Modem endüstri çevrelerinde, durum neredeyse tam tersidir.
Yalan söyleme imkanı çok fazladır; pek çok kapalı kapı olduğun­
dan mahremiyeti sağlamak çok daha basittir. Yakalandığı zaman
kişi, işini, eşini ve yaşadığı yeri değiştirebileceği için sosyal so­
nuçların felaket olmasına gerek yoktur. Zarar görmüş bir itibarın
sizi takip etmesi gerekmez. Bu düşünceye göre, şu an yalana en­
gel olmaktan ziyade onun önünü açan koşullar içinde yaşıyoruz;
kanıtlar ve fiiller çok daha kolay gizlenebilmekte ve değerlendir­
melerimizi yaparken davranışlara dayanma ihtiyacımız çok daha
büyük. Aynca gelişim tarihimiz bizi, yalanla ilgili davranışsal
belirti lere karşı duyarlı olma yönünde hazırlamamıştır.
Gelişim tarihimizin bizi , davranışlardan yalanlan belirlemek
için önceden hazırlamadığını kabul edersek, peki o zaman bunu
neden büyüme süreci içinde öğrenmiyoruz? Bir ihtimal, ve be­
nim ikinci görüşüm, ailelerimizin bizleri yalanlan araştırmamayı

364
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla İlgili Yeni Bulgu ve Fikirler

öğretmeleridir. Mahremiyetleri, ne yaptıkları, ne zaman yaptıkla­


rı ve niye yaptıkları, genellikle çocuklarını yanlış yönlendirmele­
rini gerektirir. Seksüel aktivite bu yalanların asıl odak noktaların­
dan biri olduğu halde, ailelerin çocuklarından gizlediği pek çok
farklı faaliyet olabilir.
Üçüncü görüş, başa gelebilecek muhtemel zararlara rağmen
şüpheli bir tutum yerine güven duymak, hayata anlam kattığı için
genellikle yalancıları yak.alamamayı tercih ederiz. Hatalı suçla­
malar yapmak amacıyla devamlı şüphe duymak, sadece şüphe
eden kişiye rahatsızlık vermekle kalmaz, eşleşmek, arkadaşlık
ve devam eden iş yaşamında başkalarıyla yakınlık kurma şansını
yavaş yavaş yok eder. Bizler bir arkadaşımız, çocuğumuz, eşimiz
gerçekte doğruyu söylediğinde onlara inanmamayı kaldıramayız
ve bu nedenle yalancıya inanma hataları yaparız. Başkalarına
inanmak, sadece gerekli değildir, aynı zamanda hayatı kolaylaş­
tırır. Aldatılan şahıs hiçbir zaman bilmeyecek olduktan sonra,
yalanı göz ardı etmenin bedeli, bu güveni kötüye kullanan kişiyi
fark etmemek olsa ne fark eder. Böyle bir iç huzurundan sadece
bir paranoyak ya da ihanete karşı sürekli olarak uyanık olmadık­
larında, gerçekten hayatları tehlikeye giren insanlar vazgeçer. Bu
formülasyonla uyumlu olarak biz (Bugental, Sennum, Frank ve
Ekman), kurumsal tesislerde yaşayan tacize uğramış çocukların,
davranışlardan yalan belirleme konusunda diğer çocuklara göre
daha başarılı olduklarına dair ön bulgular elde ettik.
Şu ana kadar neden iyi birer yalan avcısı olmadığımız ko­
nusunda üç sebep sıraladım : Evrim tarihimizin buna bizi ha­
zırlamaması ; ailelerimizin bize yalancıların nasıl fark edilebi­
leceğini öğretmemesi ve şüphelenmekten ziyade güvenmeyi
tercih edişimiz. Dördüncü görüşüm, sık sık yanlış yönlendiril­
mek isteyişimizdir, gerçeği bilmediğimizde kazanacağımız bir
şeyler olduğunda gönülsüz olarak yalana göz yumarız. Evlilik

365
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ilişkileri üzerine iki örneği ele alalım. Bir anne, birkaç gencin
eşinin kendinden gizlediği ihanetini yakalamasıyla ilgilenmi­
yor olabilir, özellikle de eşi, çocuklarının ve eşinin hakkını sağa
sola savurmadığı bir çevrede kaçamak yaptığında. Çapkın kişi
yakalanmak istemez, böylece her iki taraf da yalanın açığa çık­
mamasında ortak bir çıkara sahiptir. Benzer bir mantık şimdiki,
daha özgeci bir yalanda ve gizliden iş birliği yapma inanışında
iş başındadır. Kadın eşine sorar: "Partide benden daha çekici
olduğunu düşündüğün bir kadın var mıydı?" Adam, partideki
en çekici kadın karısı olmasa da onun en güzel kadın olduğunu
iddia ederek yalan söyler. Adam karısının başka kadınları kıs­
kanmasını ve eşi bu tarz duygular hissettiği için başının belaya
girmesini istemez, ayrıca kadın en güzel kadın olduğuna inan­
mak istiyor olabilir.
Bu tarz olayların bazılarında hedef, yalancının yalandan çıkar
sağlamadığına ya da sadece kısa bir süreliğine faydalanacağına
inanmak ister. Kendine zarar vermek isteyen bir yalancıya ina­
nan bir hedefle ilgili belki de bu yüzyılın en rezil örneği ola­
bilecek bir olayı tekrar ele alalım. Bu kitabın başında l 5 Eylül
l 938 'de Almanya Şansölyesi Adolf Hitler ve İngiltere Başba­
kanı Neville Chamberlain arasındaki toplantıdan bahsetmiştim.
Kimse Hitler 'e inanmazken, Chamberlain ona neden inanmıştı?
Britanya'da ve Hitler' in sözünün eri bir insan olmadığının bilin­
diği başka yerlerde pek çok karşıt görüş vardı. Chamberlain' in
Hitler 'in yalanına istemsiz olarak göz yumduğunu düşünüyorum,
çünkü Hitler 'e inanmak zorundaydı. Eğer Chamberlain Hitler 'in
yalanını fark etseydi uyguladığı politikanın, ülkesini ölümcül
bir risk içine soktuğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacaktı.
Birkaç hafta sonra bu gerçekle zaten karşı karşıya kalacağı için
biri çıkıp Hitler ' le yaptığı bu toplantı sırasında neden bunu fark
edemediğini sorabilir. Bu soru rasyoneldir, ancak psikoloj ik de-

366
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla İlgili Yeni Bulgu ve Fikirler

ğil. Pek çoğumuz hoş olmayan bir şeyle yüz yüze kaldığımızda
geleneksel erteleme prensiplerini uygular ve bunu da ancak bir
yalancının hatalarını (yalancıyla iş birliği ederek) görmezden ge­
lerek yapabiliriz.
Bu olaya tek örnek Chamberlain değildir. Yalana hedef olan
kişiler, sık sık bilmeyerek, yalanda işbirliği yaparak yalancıya
inanmak isterler; aynı güdü -yaklaşan felaketi görmeyi isteme­
me- zimmetine para geçiren kişiyi yanlışlıkla işe alan bir iş ada­
mının, zimmetine para geçirme belirtilerini görmezlikten gelme­
ye devam etmesinin nedenini açıklar. Mantıklı konuşursak, en
yakın sürede zimmetine para geçiren kişiyi yakalaması daha iyi­
dir, ancak psikoloj ik yönden bunun fark edilmesi, kişinin sadece
şirketinin kaybettikleriyle değil, böyle rezil bir insanı işe almakla
yaptığı hata ile de yüzleşmesi anlamına gelecektir. Aynı şekilde
herkesin haberi olduğu halde boynuzlanan eş, olayın farkında ol­
mayabilir. Ya da uyuşturucu kullanan yeni yetme bir genç, aile­
sinin onun yaptığı şeylerden haberdar olduğuna inanabilir, oysa
ebeveynleri kendilerini anne baba olarak başarısız olma ihtima­
liyle yüzleşmeye zorlayacak ve önlerinde büyük bir mücadele­
nin bulunduğunu gösterecek yalanlan fark etmekten kaçınmaya
çalışmaktadır. Bir insan yalana göz yumduğunda bunun anlamı
yarın olayların daha kötüye gitmesi olsa da kısa vadede kişi ne­
redeyse her daim daha iyi bir durumdadır.
Yalana hedef olan kişiyi yalancıyı yakalamamaya sevk eden
güdüler, bir CIA görevlisi Aldrich Ames ' in 1 994 'teki casusluk­
tan gözaltına alınmasına dair yapılan açıklamada öne çıkmak­
tadır. Ames dokuz yıl boyunca KGB 'ye, CIA' le iş birliği yapan
tüm Ruslar hakkında bilgi sağlamıştı . Ames zeki ya da çok kur­
naz bir adam değildi; Sovyetlerin verdiği çuval dolusu parayı,
maaşıyla satın almasının mümkün olmadığı bir ev ve bir araba
alarak harcadı. Bir CIA karşı casusluk ajanı Sandy Griems, so-

367
Ne Düşü11düf,ü11ü Biliyorum

nunda Ames ' i yakalar ve yaptığı işi şöyle tarif eder: "Sizin en
başarılı işleriniz, en harika zaferleriniz, aslında en büyük yenilgi­
lerinizdir . . . Bir casus yakaladığınızda, bunun anlamı, açıkça ser­
visinizde bir problem yaşadığınızdır; bu kişiyi neden daha önce
yakalamadınız ! "
Beşinci görüş, Erwing Goffinan'ın yazılarına dayanmaktadır.
Bizler, ilişkilerimizde bize verilmeyen bilgiyi çalmak için değil,
kibar olmak için yetiştirildik. Buna daha dikkat çekici bir örnek,
konuştuğumuz kişi kulağını temizlerken ya da bumunu karıştırır­
ken farkında olmadan bakışlarımızı başka yöne çevirmemizdir.
Goffinan aynı zamanda bazen sahte mesaj ların, sosyal yönden
gerçek mesajlardan daha önemli olabileceğini savunur. Bu sah­
te mesaj , söyleyen kişinin sorumluluk almayı istediğini gösteren
onaylanmış bir bilgidir. Bir önceki gece kocasıyla tartıştığı için
morali bozuk olan bir sekreter, patronu "Bu sabah nasılsınız?" diye
sorduğunda " İdare eder" cevabını verdiği zaman bu sahte mesaj ,
patronuyla olan ilişkisiyle bağıntılıdır. B u mesaj ın anlamı sekre­
terin işini yapmaya devam edeceğidir. Patron, iş performansını
etkilemedikçe gerçek mesajı -moralinin bozuk olmasını- bilmek
istemeyebilir.
Şu ana kadar sunduğum görüşlerin hiçbiri, pek çok cezai ada­
let ve istihbarat teşkilatı üyesinin, davranışlardan yalancıları ayırt
etme konusunda neden bu kadar kötü olduklarını açıklayamaz.
Polis ve karşı casusluk sorgucuları, şüphelilerle aralarında kar­
şılıklı güven ortamı oluşturmazlar, yanlış yönlendirilmeye göz
yummazlar ve onlara verilmeyen bilgiyi çalmak isterler. Peki,
davranışlardan yalancıları belirleme konusunda neden daha iyi
değiller? Yetersiz geri bildirim ve yüksek taban oranının, işlerini
engellediğine inanıyorum. İ lgilendikleri insanların çoğu, muhte­
melen onlara yalan söylemektedir. Konuştuğum kişiler, yalan ta­
ban oranını dörtte üçten daha fazla hesap ettiler. Böyle bir yüksek

368
Yalan Söyleme ve Yalan Avcılığıyla tlgili Yeni Bulgu ve Fikirler

taban oranı, fark edilmesi zor olan davranışsal aldatma belirti­


lerine karşı tetikte olmayı öğrenmek için ideal değildir. Genel­
likle eğilimleri, yalancının nasıl belirleneceği olmayıp, yalancıyı
mıhlamak amacıyla nasıl kanıt elde edileceğidir. Aynca bir insanı
haksız yere cezalandırdıklarını öğrenip bir hata yaptıklarında bu
geri bildirim, düzeltilmesi gereken yanlış değerlendirmeden ta­
mamen uzaklaşmış olarak çok geç geri döner.
Bu insanlara daha düşük bir yalan taban oranı verilip yap­
tıkları her değerlendirme sonrasında doğrulayıcı geri bildirim
verildiğinde, davranışlardan yalanların nasıl başarılı bir şekilde
ayırt edilebileceğini oldukça iyi öğrenebilirler. Bu şimdilerde ta­
sarladığımız bir deney. Başarının yüzde yüze ulaşacağını düşün­
müyorum ve bu nedenle kimin yalan söylediğine ilişkin yapılan
değerlendirmelerin, mahkemelerde kanıt olarak kullanılmasına
izin verileceğini de düşünmüyorum. Gene de bu tarz yargılar,
davranışlarda neden farklı bir şey görüldüğünü netleştirmek için
daha fazla soru sorarken ve en azından ilk olarak, daha fazla araş­
tırma yapmak isteyenlere, karar verme konusunda daha sağlam
bir temel sağlayabilir. 53

" Bu yazının ilk bölümü , Gündelik ve Duygusal Olaylara Yönelik Hafıza adlı
kitabın bir bölümünde yer almaktadır, ed , N .L. Stein, P.A . Omstein , B . Tversky
ve C. Brainerd (Hillsdale , New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates, 1 996) .
Son bölüm Sosyal Araştırma dergisinde yayınlanmıştır, 63 (3) (sonbahar 1 996):
80 1 - 1 7 .

369
ON BİR

Mikro, Tehlikeli ve
Fark Edilmesi Zor Olan

Yüz ifadeleri

2
En Önemli Olan
00 1 'den bu yana yedi yıl içinde araştırmalarımız saye­
sinde en önemli aldatma belirtilerini belirledik ve in­
sanlara bunları nasıl tanıyacaklarını öğreten araçlar ge-
İ
liştirdik. lk kez, yalan üzerine yaptığımız araştırmalar, bize hem
daha önce incelediğimiz insanlardan çok daha fazla kişi üzerinde
çalışma hem de daha ileri ve daha ayrıntılı analiz yapma imkanı
vererek finanse edildiği için böyle bir şey mümkün oldu.
Kırk yıl boyunca duygular ve sözsüz davranışlar üzerine yap­
tığım araştırmalar için hükümetten tebrikler aldım. Yine de dav­
ranışların bir yalanı nasıl ortaya çıkarabileceğini anlamaya olan
ilgim için destek bulamadım ve kişisel yardımlara bel bağlamak
zorunda kaldım. 1 990 ' larda Comell 'de hazırladığı tezi kumar sı­
rasında söylenen yalanları inceleyen eski bir bar fedaisi Mark
Frank, bana katıldı ve laboratuvarımda doktora sonrası araştırma
öğrencisi olarak üç yıl harcadı .

370
Mikro, Tehlikeli ve Fark Edilmesi Zor Olan Yüz İfadeleri

9/ 1 1 'den sonra her şey değişti. İlk kez bir savunma depart­
manı, aldatma konusunda yaptığımız araştırmaları yüzlerce insa­
nın davranışlarını ölçümlemeye izin verecek şekilde finanse etti.
Bulduğumuz hiçbir şey, kitabın daha evvelki bölümleriyle ters
düşmedi, sadece bilgimizi artırmış olduk.
Akademisyenler tarafından gerçekleştirilen uygulamalı araş­
tırmaların, genellikle hedeflenen son kullanıcı kitlesinin -bu du­
rumda hükümetin- ilgisini çekemediğini biliyordum. Bulguları­
mızın, kimsenin kullanmadığı araştırma bulgularının dinlenme
yeri olan, savunma komitesinin "ölüm vadisi" olarak adlandırdı­
ğı yerde sonlanmasını istemedim. Anahtarın, araştırmayı dizayn
ederken bize yardım etmeleri için işin başında müşterileri çağır­
mak olduğunu düşündüm. ABD, Birleşik Krallık ve İsrail istih­
barat ajanlarını ve kanun yürütme görevlilerini, yeni yalan araş­
tırmamızı planlamak için meslektaşımız Maureen O ' Sullivan'la
beraber, ben ve Mark Frank' le tanışmak üzere iki günlüğüne
Washington DC 'ye çağırdım.
Birlikte oluşturduğumuz deneylerin, ister poligraf araştırmala­
rında olduğu gibi ruh halini, ister bir kişinin davranışlarını ince­
lesin, yalan araştırma tarihinde eşi benzeri yoktu. Subjelerimizle
ilgili deneyleri, onların geçmişlerinde yaşadıkları ve gelecekte ya­
şayacakları hayati önem taşıyan olaylarla ilişkilendirdik.54 Halkın

" İ lk deneyimde (2. Bölüm , sayfa 54-56) , bu bağlantı kurulmuştu çünkü öğrenci
hemşireler, ilerideki iş yaşantılarında bu tarz görüntülerle karşılaşacaklarını bi­
liyorlardı . Bir sonraki deneyde konu tamamen inandıkları ve önemsedikleri bir
mesele olduğundan , insanların görüşleri hakkında yalan ya da doğru söylemele­
rini istedik ( 1 0 . Bölüm) ve böylece olayı onların geçmiş ve gelecek yaşamlarıyla
ilişkilendirdik . Ancak subjelerin parayı çalıp çalmama konusunda yalan ya da
doğru söyledikleri deneyde, başka bilim adamları tarafından yapılan tüm diğer
araştırmalarda olduğu gibi , yapılan işin onların önceki ve sonraki yaşantılarıyla
tamamen bağlantısızdı .

371
Ne Düşündüğünü Biliyorum

arasından rastgele denekler seçmedik,55 daha çok deneylerimizde


ne yapacaklarını ve yalan ya da doğru söyleme konusundaki başarı
ve başarısızlıklarının, kendileri ve onları önemseyen kişiler için ne
anlam ifade edeceğini gerçekten önemseyen kişileri seçtik. Farklı
insanların, yalan ya da doğru söylemeyi tercih edebileceğini ön­
ceden bildiğimizden insanlara yalan ya da doğru söylemeleri için
rastgele görevler vermedik. Bir kuralı çiğnemeyi ve o konu hak­
kında yalan söylemeyi seçenler, bu işi becerebilme kabiliyetleri­
ne güvenirler. Kendilerine daha az güveni olan insanlar, kuralları
çiğnemez çünkü yaptıkları hatalı işi yalanla gizlemeye çalışırlarsa
yakalanacaklarına inanırlar. Araştırma subjelerimize -bu kararın
getirdiği tüm psikoloj ik sorunlarla birlikte, tıpkı gerçek hayatta in­
sanların, dürüst olma ya da yalan söyleme konusunda yaptığı gibi­
kendi tercihlerini yapma imkanı sağladık.
Deneylerimizdeki risk, özellikle de ceza açısından, görevi in­
san subj eleri korumak olan üniversite komitesinin izin verdiği
seviye kadar yüksekti . Daha önce yapılan tüm çalışmaların aksi­
ne, yaptığımız araştırmada herkes, mülakatı yapacak olan kanun
yürütme görevlisi kendilerini yalancı olarak değerlendirdiğinde
ceza alacağını biliyordu. Yalan söylüyor olarak görülen dürüst
kişi de gerçek hayatta olduğu gibi yakayı ele vermiş bir yalancı
muamelesi görecekti.
Politik olarak faal grup üyelerini topladık. Onlara yasayı çiğ­
neyip çiğnemedikleri sorulmadı ancak gruplarının -hedeflerini
ileriye götürmek için aşın davranışları onaylamaları dahil- hedef­
lerine tam olarak inanmak zorundayddar. Onlara baş politik rakip­
leri olan faal gruplara gönderilmiş mühürlü bir zarfı açma imkanı
verdik. Bunu yapmadıklarında nefret ettikleri gruba gidecek olan

" Aslında pek çok psikolojik araştırmada, araştırma subjesi olmaya gönüllü
olma yoluyla bir eğitim zorunluluğunu yerine getirmek için deneye katılmak
isteyen kolej öğrencileri kullanılmıştı , sıradan denekler değil .

372
Mikro, Tehlikeli ve Fark Edilmesi Zor Olan füz İfadeleri

parayı almayı seçebilirlerdi. Olaydan sonra kendilerini sorgulayan


bir kanun yürütme görevlisini parayı almadıklarına ikna ederlerse,
parayı kendi grupları alacaktı ve ayrıca kişisel kullanımları için de
kendilerine ekstra para verilecekti. Aynı zamanda parayı zarftan
almamayı da tercih edebilirlerdi; kanun görevlisini parayı aldık­
larına inandırırlarsa paranın bir kısmını karşı grup, diğer kısmını
kendi grubu alacaktı ve ayrıca -gerçi parayı zarftan aldıklarında
elde edeceklerinden az olsa da- kişisel kullanımları için de ken­
dilerine para verilecekti. Bununla birlikte gerçekte ne yaptıklarına
bakılmaksızın, sorguyu yapan kişi onları yalan söylüyor olarak de­
ğerlendirdiğinde hiç para alamayacakları gibi paranın bir kısmını
karşı grup alacaktı ve gerçekten rahatsız edici fiziksel bir ceza ile
karşı karşıya kalacaklardı.
En az yüz subje üzerinde gözlenebilir tüm davranışlar ölçüm­
lendi : Yüz hareketleri, bakışlar, kafa hareketleri, vücut hareketle­
ri, kullanılan kelimeler ve ses tonu. 56 İstatistiki analiz daha önce­
ki çalışmalarımızda tespit edilemeyen iki önemli bulguyu ortaya
çıkardı: İlki kimin yalan söylediğini belirleme konusunda çok
yüksek bir başarı -yaklaşık yüzde doksan- elde edildi ancak bu
sadece çoklu davranış ölçümlerine dikkat edildiğinde mümkün­
dü. Her bir kaynak -yüz, vücut, ses, konuşma ve cilt ısısı- tek ba­
şına değerlendirildiğinde, böyle yüksek bir haşan elde edileme­
di. İkinci bulgu en önemli tek davranışsa! kaynağın, kendi başına
yüzde yetmiş oranında bir haşan imkanı tanıyan yüz ifadeleri
olmasıydı. Bu, bir başka ilişkili çalışma ile desteklendi . Daha ön­
ceki çalışmalarımızda olduğu gibi bu ifadelerin pek çoğu -yüzde
görülüp kaybolması- yarım saniye süren mikrolardı. Böyle ifa-

'6Bu veri koleksiyonunu ve analizleri Mark Frank sürdürüyordu. Araştırmanın


projelendirilmesinin ardından, ben daha ziyade bilirkişi ya da yardımcı olarak
bulundum. Otonom sinir sistemi fizyolojisi de ölçümlendi ancak kayıt cihazla­
rındaki problem nedeniyle sadece cilt ısısı analizlere dahil edilebildi .

373
Ne Düşündüğünü Biliyorum

delerin varlığı ve yalan söyleyen insanlarda görüldüğü bulgusu,


bir diğer bağımsız araştırma gurubu tarafından doğrulanmıştır.
İlginç bir şekilde, araştırmalarımızda bu mikro ifadeleri yapan
yalancıların bazıları, daha sonra sorguyu yapan kişiyi aldatmak
amacıyla yüz ifadelerini gizlemeye çalıştıklarını belirttiler - yine
de mikro ifadelerden anlaşılıyordu.

Mikro Yüz İfadeleri


Bu çok kısa yüz ifadeleri - 1 /2, 1 /25 saniye- o kadar çabuktur
ki gözlerinizi kırptığınız an onları kaçırabilirsiniz. Göz kırpma­
sanız bile araştırmalarımız, çoğu insanın mikro ifadelerde bulu­
nan bilgiyi rapor etmediğini gösterdi. Mikroları ilk olarak göze­
tim altından çıkar çıkmaz kendini öldürmek için hafta sonu izni
almak amacıyla sıkıntılarını gizleyen psikiyatrik hasta Marry ile
yapılan mülakatın ağır çekimlerini incelerken keşfetmiştik. Film
gerçek zamanlı izlendiğinde Marry oldukça iyi görünüyordu;
onu ele veren sadece film yavaşlatıldığında ortaya çıkan mikro
ifadelerdi.
Mikrolar birbiriyle bağlantılı fakat çok farklı iki nedenden or­
taya çıkabilir: Marry' de olduğu gibi kasti ve bilinçli gizlemenin
bir sonucu olabilir ya da mikro ifadeleri yapan kişinin yaşadığı
duygulardan habersiz olduğu, represyon nedeniyle ortaya çıka­
bilir. 57 İster gizleme, ister represyon nedeniyle meydana gelsin
mikro ifadelerin görünümlerinde bir farklılık göremedim.
Mikrolar her zaman olmasa da genellikle yüzü tamamıyla
kaplayacak şekilde oldukça yoğundur. Bu kitabın ilk basımında
insanlara, mikro ifadeleri gerçek zamanda gördüklerinde nasıl

57Haggard ve Isaacs, represyon nedeniyle ortaya çıkan mikrolan ilk rapor eden
kişilerdi ; biz ise bilinçli baskılama sonucu ortaya çıkan mikroları ilk rapor eden
kişilerdik.

374
Mikro, Tehlikeli ve Fark Edilmesi Zor Olan Yıiz ifadeleri

tanıyacaklarını öğretmek amacıyla yaptığımız ilk çalışmalarımı­


zı anlattım. İ nsanların bu beceriyi bir saatten daha az bir sürede
öğrenmeleri beni şaşırtmıştı.
Benim buluşum olan Mikro İ fade Eğitim Seti (METT) iki
çeşit eğitim sunmaktadır. Çoğunlukla birbiriyle kanştınlan duy­
guları -öfke ve tiksinti, korku ve şaşırma, korku ve üzüntü- her
bir çiftin nasıl farklı olduğu konusunda bir açıklamayla birlikte,
ağır çekimde karşılaştım ve farklılıktan gösterir. METT aynı za­
manda mikroları tanıma konusunda pratik yapmayı sağlar, her
alıştırmada farklı bir insan gösterilmektedir. Başlangıçta o kişi­
nin yüzünde hiçbir ifade yoktur; sonra yedi duygudan biri kişi­
nin yüzünde aniden görünür ve ardından ifadesiz yüz geri döner.
Ö ğrenciler, yedi duygudan hangisinin gösterildiğini ekrandan
seçmelidir: öfke, korku, iğrenme, aşağılama, üzüntü, şaşırma
ya da mutluluk. Öğrenciler doğru seçim yaptılarsa, ekran bilgi
verir. Eğer seçim doğru değilse, doğru sonucu elde edinceye ka­
dar fotoğrafı tekrar tekrar değerlendirirler. Bir sonraki ifadeye
geçmeden önce, öğrenciler ifadeyi dondurmaları, çalışmaları ve
daha sonra o ifadeyi rahatlıkla tanıyıncaya kadar çalışmayı tekrar
etmeleri yönünde teşvik edilirler. METT'in standart sürümünde,
bu tarz yirmi bir alıştırma vardır; bir ileri versiyonunda kırk iki
alıştırma öğesi bulunmaktadır.
Aynca METT, eğitim öncesi ve sonrası mikro ifadeleri tanı­
mayla ilgili testler içermektedir. Genel olarak öğrenciler yüzde
otuz - yüzde kırk oranında başarılarını artırmaktadır, pek çoğu bir
saat ya da daha az bir sürede yüzde seksene eşit ya da daha üzeri
bir haşan elde edebilir ve bu başarı, Amerikalı kolej öğrencileri,
Japon iş adamları, ABD anavatan güvenlik personeli, Avustralya
federal polisi vs. pek çok farklı grup dahilinde görülmüştür.
METT ' in ilk sürümü de çok farklı değildi, ancak şu anki sü­
rümde (ki orij inalle karıştırmamak için bu sürümü METT 2 diye

375
Ne Düşündüğünü Biliyorum

adlandırdık) bulunan altı etnik gruptan sadece ikisinin ifadeleri­


ni gösteriyordu. Yine ilk sürümde daha az alıştırma ve daha az

eğitim bulunuyordu. Buna rağmen ilerleme kaydettik. METT' in


faydalarını gösteren araştırmaların çoğu, orij inal METT kullanı­
larak kanıtlanmıştır.
Mark Frank, Maureen O' Sullivan ve benim tarafımdan yü­
rütülen bir dizi çalışmada, METT ' i mikro ifadeleri gösteren bir
test aracı olarak kullandık ve hiçbir eğitim vermeksizin insanlar­
dan anlık gösterilen duygu ifadelerini değerlendirmelerini iste­
dik. Subj eler aynı zamanda hissettikleri duygulan, görüşleri ya
da para alıp almadıkları konusunda doğru ya da yalan söyleyen
insanların filmlerini de gördüler. Yalan belirleme ve haşan ara­
sındaki ilişkiyi ortaya çıkaran tek test, (pek çok farklı kişilik testi
yaptık) mikro testlerdeki başarıydı. Bağlantı o kadar güçlü değil­
di - yaklaşık .20, .30 arası . Ancak devamlı görüldü ve istatistik­
sel olarak dikkate değerdi. İlgili çalışmamız METT ' le en fazla
bir saat eğitim gören kolej öğrencileri ve ABD sahil güvenlik
üyelerinin, yalan söyleyen kişilerce yapılan mikro ifadeleri tespit
etmede belirgin bir şekilde başarılı olduğunu ortaya çıkardı.
Bir başka çalışmada Russell, şizofrenik hastalara ve normal bir
gözlem grubuna METT eğitimi verdi. Tahmin edileceği üzere nor­
mal bireyler ön testte şizofrenlerden daha iyiydi . Her iki grup da
eğitimden sonra daha iyi sonuçlar elde etti ancak yine de şizofren
olmayanlar, şizofren olanları yendi. Buna rağmen dikkat çekici bir
şekilde eğitimden sonra şizofrenler, şizofren olmayanların ön eği­
timde olduğu kadar başarılıydılar! İnsanların yüzde nereye baktı­
ğını takip eden bir kamera kullanarak, METT' le eğitim gören şi­
zofrenlerin, eğitim öncesinde yapmadıkları şekilde, bilgi toplamak
için yüz bölgesine sık sık baktığını ortaya çıkardık.
Son beş yılda David Matsumoto, daha sonra anlatılacak araş­
tırmaların çoğunda bana eşlik etti. Yüz ifadelerini tanıma üzerine

376
Mikro, Tehlikeli ve Fark Edilmesi Zor Olan Yıiz İfadeleri

kültürel benzerlikler ve farklılıklar konusunda en az yirmi beş


yıl önce tezini benimle birlikte hazırladı. David sadece araştırma
alanında değil, kendi okulunda siyah kuşak judo öğretmeni, eski
ABD olimpiyat judo koçu ve judo kitabı yazan olarak olağanüstü
bir enerj iye sahip.
Henüz yayımlanmayan araştırma, David ve benim METT 2
ile eğittiğimiz satış personelinin, birkaç hafta sonra iş perfor­
manslarında bu eğitimi almayan satış personeline göre daha ba­
şarılı olduğunu ortaya çıkardı.

Makro Yüz İfadeleri


Evrensel bir anlam taşıyan yedi duygudan herhangi biri -kor­
ku, öfke, iğrenme, aşağılama, üzüntü, şaşırma ya da mutluluk­
sadece söylenen şeyle ya da kişinin izlediği stratejiyle çelişkili
olduğunda yalan teşhisinde önemli olabilir. Eğer yüz ifadeleri
söylenenler ya da genel stratej iyle uyum içerisindeyse bu duygu­
lar, yalanı ortaya çıkarma konusunda çok önem taşımaz.
"Makro" terimini, kolayca görülüp değerlendirilebilecek ka­
dar yüzde kalan ifadeler için kullandım - genellikle birkaç sa­
niyenin bir buçuk katı kadar. Otizm ya da şizofreni gibi akli bir
engel olmadıkça, bu tarz makro ifadeleri yorumlamak ve fark
etmek için kimsenin eğitim almaya ihtiyacı yoktur. Ancak yap­
tığımız araştırmalar pek çok insanın, söylenen sözlerle çelişkili
olan yüz ifadelerini görmezden gelmeye meyilli olduğunu ortaya
çıkardı. İnsanların bu ifadelere gerçekten dikkat edip etmedikle­
rini ya da fark ettikleri halde kararlarında bu ifadelere bir ağırlık
verip vermediklerini bilmiyoruz. İnsanların çoğu, ilk anda konu­
şulan kelimelerden etkilenir ve çelişkili tüm sözsüz davranışları
göz ardı eder.

377
Ne Düşündüğünü Biliyorum

Gözle Görülmesi Zor Olan İfadeler


Gözle görülmesi zor olan ifadeler, yüzün sadece bir kısmı­
nı ya da yüzün tamamını kaplasa da ifadenin çok hafif olduğu,
çok küçük ifadelerdir. Gözle görülmesi zor olan ifadeler pek çok
sebeple meydana gelir. Hissedilen duygu çok hafif olabilir ya
da bir duygunun sadece başlangıcında görülebilir, duygu daha
şiddetli hissedildiğinde ifade genişler. Gözle görülmesi zor olan
ifadeler, aynı zamanda güçlü duygular hissedilmesine rağmen,
bunlar aktif olarak bastırıldığında görülür, dışarı sızan sadece bu
duygunun küçük bir parçasıdır. Bu ifadelerin sadece kendisine
bakarak, ortaya çıkış nedenini -hafif bir duygu, sadece bir duygu
başlangıcı ya da güçlü bir duygu sızıntısı- belirlemenin mümkün
olup olmadığını bilmiyoruz.
İnsanların bu tür küçük işaretleri fark etme becerilerini, geliş­
tirmek için Görülmesi Zor Olan İfade Eğitim Setini (SETT) ge­
liştirdim. Bağımsız bir araştırma ekibi tarafından yapılan yakın
tarihli bir çalışma SETT öğelerindeki başarının, duygulan giz­
leme konusunda öğrenci hemşire deneyinde söylenenlere ben­
zer duygusal yalanlan belirlemedeki başarıyla ilişkisi olduğunu
ortaya çıkardı. SETT ' in, METT ile elde edilen faydayı artırarak,
yakınlık geliştirme esnasında yararlı bulunacağını inanıyorum.
Ancak Mark Frank ve ben, yeni SETT' in güncellenmiş sürümü­
nü henüz tamamladık (SETT 2).

Tehlikeli Davranış Tespiti


En az yirmi yıl önce ABD gizli servisi, bir amatör ya da ga­
zetecinin bir siyasi lideri görmek amacıyla bekleyen kalabalığı
filme aldığı, dünyanın çeşitli yerlerindeki suikast girişimlerinden
derledikleri bir filmi bana ödünç vermişti . Silah ortaya çıkıp ateş-

378
Mikro, Tehlikeli ve Fark Edilmesi Zor Olan Yıiz İfadeleri

lenmeden önce bazen suikastçının yüzündeki ifadeyi beş ya da


yirmi saniyeliğine görebildim. En net görüntü, 1 98 1 yılında Baş­
kan Reagan' a suikast girişiminde bulunan John Hinckley'e aitti,
yine de diğer birkaç olayda da suikastçıların yüzündeki ifadeleri
görebildim.
Şiddet (bu terimi fiziksel zarar vermek ya da öldürmek ama­
cıyla fiziksel saldırıya karşılık kullandım), suikastlar da ya da
hedef bir hükümet görevlisi veya meşhur bir kişi olmasa da ter­
tiplenen olaylarda planlı olarak ortaya çıkar. Kasıtlı şiddet, aile
üyeleri arasında da meydana gelmekle beraber saldırılar, önce­
den şiddete karışma niyeti olmaksızın, planlama yapılmadan da
meydana gelir. Onun yerine bir tartışma kızışır ve kişilerden biri
ya da her ikisi, kontrolünü kaybedip şiddete başvurur.
Elimizde güç kontrolünün kaybedilmesiyle meydana gelen
şiddet örnekleri olmadığından, profesyonel aktörlerden gerçek
hayatlarında gerçekten kontrollerini kaybederek birine vurduk­
ları bir sahneyi canlandırmalarını istedim. Deneye başlamadan
evvel onlara, kontrollerini kaybettikleri anın hemen öncesinde
-"bana vurma!"- donmaları talimatını verdim. Neredeyse dok­
san aktörün -bu aktörler eşit bir şekilde kadınlarla erkekler ara­
sında dağılmıştı, sekiz etnik grup vardı ve bazıları mülteciydi­
hepsi aynı yüz ifadesini yaptı.
Bir aktöre, önceden planlı ve kontrol kaybı ifadeleriyle bir­
likte birkaç farklı öfke, küçümseme ve bıkkınlık ifadesi yapma
talimatı verdim. Bunları on iki fotoğraf halinde, beş farklı ülkede
cinayet masası polis memurlarına göstermek üzere ayarladım, bu
ülkelerin ikisi Batılı değildi. Polislere herhangi bir fiziksel sal­
dırıya daha önce şahit olup olmadıkları ya da bir saldırı kurbanı
olup olmadıkları soruldu; neredeyse hepsinin başından böyle bir
olay geçmişti. Daha sonra şiddet öncesi saldırganın yüz ifadesine
bakıp bakmadıkları ve bu ifadeyi hatırlayıp hatırlamadıkları so-

379
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ruldu; yüzde seksen beşinden fazlası hatırlıyordu. İfadeyi hatır­


layanlara, kontrol kaybına bağlı şiddet ve bir tasarlanmış saldın
öncesinde bu on iki fotoğraftaki ifadelerden herhangi birini gö­
rüp görmedikleri soruldu. Polis görevlileri hangi ülkeden olursa
olsun, ortada büyük bir görüş birliği vardı.
Bulgularımızı, başka cinayet masası polis görevlilerine de
gösterdik ve onlar da o anda gördükleri ifadeyi bulduğumuzu iç­
tenlikle onayladılar. David Matsumoto ve ben, bir tehlikeli dav­
ranış dedektörü çevrimiçi eğitim setinin ilk sürümünü daha yeni
ürettik.

Önlemler

Mikro ifadeler daima gizlenen duygulan gösterse de dikkat


edilmesi gereken iki önemli husus vardır. Birincisi mikro ifade­
lere bakarak gizlemenin, ifadeyi gösteren kişinin nasıl hissetti­
ğinden habersiz olarak ortaya çıkıp çıkmadığını ya da kasıtlı olup
olmadığını belirlemenin hiçbir yolu yoktur. İkinci olarak gizle­
nen bir duygunun kendisi, bireyin önceden bir suç işlediğini ya
da işlemeye niyet ettiğini kanıtlamaz. Mikro ifadeler, diğer duy­
gusal ifadelerde olduğu gibi bize onu tetikleyen olayın kaynağını
söylemez. Örneğin haksız yere zan altında kalarak soruşturulan,
tamamıyla masum olan insanda da gizlenmiş bir öfke görülebilir.
Gizlenmiş bir duygunun görülme nedenini daha ayrıntılı tetkik
ederek soruşturup anlamak, o duygu için sadece (sorgucunun ön­
yargılarına uyan) bir tetikleyici olduğunu varsaymaya bağlı Ot­
hello Hatası ' nı önleyebilir (Bkz. : s. 1 70- 1 7 1 ).
Mikro ifadelerin çok ilginç bir kullanımı, oldukça az tehlikeli
olabilir. Bilim danışmanı olarak hizmet verdiğim televizyon drama
dizisi Bana Yalan Söyle 'nin ilk bölümü, bir Amerikalı Nazi Ar­
yan mahkı1munun sorguya çekilişini gösterir. Soruları soran kişi,

380
Mikro, Tehlikeli ve Fark Edilmesi Zor Olan Yüz İfadeleri

mahkumun Afrikalı Amerikalıların gittiği bir kiliseye bomba yer­


leştirdiğini bilse de bombanın hangi kilise olduğu konusunda ma­
lumatı yoktur ve mahkum sorulara cevap vermemektedir. Ancak
FBI araştırmak için bir kilise ismi önerdiğinde mahkumun zevk
aldığını gösteren mikro yüz ifadeleri, bu kilisenin yanlış kilise
olduğu fikrini vermektedir. Bir diğer kilisenin adı söylendiğinde,
mahkumun yüzünde göıiilen mikro öfke ifadesi, araştırılacak ola­
nın, o kilise olduğunu akla getirmektedir. Bana aynı yöntemin, bir
şüpheli, bir silahın ya da patlayıcı bir aletin nerede gizlendiği ko­
nusunda sorguya çekilirken, Orta Doğuda da kullanıldığı söylendi.
Görülmesi zor olan ifadeleri yorumlama hususundaki ilk so­
run mikro ifadelerin, kişinin saklamaya çalıştığı bir duygunun
parçası, güçlü bir duygunun başlangıcı ya da hafif bir duygu
işareti olup olmadığıdır. Eğer görülmesi zor olan ifade, gizlenen
öfke, korku ya da bıkkınlık sızıntısıysa, değerlendiren kişi, bu
duyguların sorgulanma olayına dair yalan kanıtı olmadığı ve zan
altında kalma nedeniyle hissedilme ihtimalini ortadan kaldırma­
lıdır.
Tehlikeli davranışlara ait yüz ifadelerinin, kullanımı hakkında
bir dizi farklı tedbir vardır. Bunlar, kötü niyeti gösteren uyan­
lardır; kesin kanıt değildir. En azından, tehlikeli ifadeler yapan
kişiye o an için dikkat etmek, bir şiddet fiilinin önüne geçebilir.
Bir diğer dikkate alınması gereken mesele, henüz belirleyeme­
diğimiz ancak aynı derecede tehlikeli başka ifadelerin var olma
ihtimalidir; bunları nasıl bulacağımızı biliyoruz ancak araştırma
için henüz ödenek alamadık. Aynı zamanda belirlediğimiz bu
tehlikeli ifadelerin, bir cihat savaşçısında ya da intihar bomba­
cısında göıii lüp görülmeyeceğini bilmiyoruz ve yine bunu nasıl
ortaya çıkaracağımızı biliyoruz ama bu çalışma henüz yapılmadı .
Muhtemelen mikro ifadelerin, göıiil mesi zor olan ifadelerin
ve belki de tehlikeli ifadelerin en önemli kullanımı, yakınlık kur-

381
Ne Düşündüğünü Biliyorum

mak ve iş birliğine ikna etmektir. Dinleyicilerin onları anlamak


istediğine ve açık fikirli olduklarına inansalar herkesin, anlataca­
ğı bir hikaye olduğuna inanıyorum. Bu güveni kazanmanın yolu,
kişinin nasıl hissettiğine, özellikle de kişinin hissettiğinden ha­
berinin olmayabileceği duygular ya da açığa çıkmasından endişe
ettiği duygulara, en azından kısmen duyarlı olmaktır.
Eğer mikro, gözle görülmesi zor olan ya da tehlikeli ifade­
lerin nasıl fark edilebileceğini öğrenmek istiyorsanız www.ek­
mangroup.com ' a bakın.

3 82
Sonsöz

u kitabın yalancılardan çok yalan avcılarının işine

B yarayacağına inanıyorum. Bir insanın, yalan söyle­


mekten ziyade yalan belirleme kabiliyetini geliştir-
mesinin daha kolay olduğu düşünüyorum. Bilinmesi gereken,
bunun daha fazla öğrenilebilir olduğudur. Yalanların ne şekilde
farklılıklar gösterdiğine ilişkin düşüncelerimi anlamak için her­
hangi bir özel yeteneğe sahip olmaya gerek yoktur. Dikkatli olan
herkes, bir yalancının hata yapıp yapmadığını hesap etmek için
son bölümdeki yalan kontrol listesinden faydalanabilir. Aldatma
belirtilerini daha iyi tespit eder hale gelmek, sadece anlattığım
şeyleri anlamaktan daha fazlasını gerektirir; bir yetenek alıştırma
yapma yoluyla geliştirilmelidir. Ancak 3 . ve 4. bölümlerde tarif
edilen aldatma belirtilerini izleyerek, dikkatlice dinleyen, gören
ve zaman harcayan herkes gelişebilir. Ben ve diğer araştırmacılar
insanları, nasıl daha dikkatli ve doğru bir şekilde dinleyip göre­
cekleri konusunda eğittik ve pek çok kişi bunun faydasını gördü.
Böyle şekli bir eğitim olmasa da insanlar kendi başlarına aldatma
belirtilerini belirleme alıştırması yapabilirler.
Her ne kadar yalan avcıları için bir okul açılabilirse de, ya­
lancılar için bir okul olması mantıklı değildi. Doğal yalancılar,
buna ihtiyaç duymazlar ve geri kalanlarımız da bundan fayda

383
Ne Düşündüğünü Biliyorum

sağlayacak yeteneğe sahip değildir. Doğal yalancılar, yazdığım


şeylerin çoğunu halihazırda bilir ve kullanırlar, gerçi her zaman
bunları bildiklerinin farkında olmazlar. İyi bir şekilde yalan söy­
lemek, özel bir yetenek gerektirir ve kolayca geliştirilemez. Kişi,
davranışlarıyla etkileyen ve kazanan, doğal bir yalancı olmalıdır.
Böyle insanlar, sadece vermek istedikleri izlenimi göndererek,
düşünmeksizin ifadelerini yönetebilirler. Fazla yardıma ihtiyaç­
ları yoktur.
Yine de pek çok insanın bu yardıma ihtiyacı vardır ancak
yalan söylemek için doğal bir kabiliyetleri olmadığından hiçbir
zaman iyi bir şekilde yalan söyleyemeyeceklerdir. Bir yalanı ne­
yin ele verdiği ve neyin inandırıcı gösterdiği hususunda yaptığım
açıklamaların, onlara faydası olmayacaktır hatta onları bu işte
daha kötü hale getirebilir. Yalan söylemek, neyin yapılacağını ya
da neyin yapılmayacağını bilme yoluyla geliştirilemez. Üstelik
alıştırma yapmanın çok fayda vereceğinden cidden emin deği­
lim. Yaptığı her hareketi planlayan yan bilinçli bir yalancı, aşağı
kayarken her engeli nasıl aşacağını düşünen bir kayakçı gibidir.
Yalan söyleme konusunda herkese yardım edebilecek iki öğ­
reti, iki istisna vardır. Yalancılar sahte hikaye stratej ilerini, ezber­
lemeye ve bütünüyle geliştirmeye çok daha fazla özen gösterme­
lidir. Pek çok yalancı karşılaşılabilecekleri umulmadık olayların
ve sorulabilecek soruların tümüne hazırlıklı değildir. Bir yalancı
muhtemel sorulardan çok beklenmedik sorular için prova edilmiş
cevaplar hazırlamak zorundadır. Olay anında önceden söylenen
şeylerle ve gelecekte sürdürülecek şeyde ihtiyaç duyulabilecek­
lerle uyum içinde olan, çabucak ve ikna edici bir cevap uydur­
mak, çok az sayıda kişinin sahip olduğu baskı altında sakin ka­
labilme becerisi ve zihni kabiliyet gerektirir. Yalan konusundaki
diğer öğreti, gerçi şu ana kadar bu kitabı okuyan okuyucular öğ­
renmiştir, herhangi bir hata yapmadan yalan söylemenin ne kadar

384
Sonsöz

zor olduğudur. Pek çok insan, sadece yalanın hedefi olan kişi­
ler, onları yakalamak için yeterince çalışmadığında yakalanmaz.
Tüm sızıntıları ve aldatma belirtilerini önlemek oldukça zordur.
Hayatımda hiç kimseye daha iyi yalan söylemeyi öğretmeyi
bilfiil denemedim. Bu konuda fazla yardım edemeyeceğime olan
inancım, kanıtlara değil sebeplere dayanmaktadır. Araştırmala­
rımın yalancılardan çok yalan avcılarına yardım etmesini iste­
mekte haklı olduğumu umuyorum. Bunun nedeni, yalanın tama­
mıyla şeytani bir şey olduğuna inanmam değil. Pek çok filozof
bazı yalanların ahlaki olarak doğrulanabileceği ve dürüstlüğün
bazen zalim ve acımasız olabileceğini ikna edici bir şekilde sa­
vunmaktadır. Ancak ben daha çok yalan avcılarının yanındayım.
Belki de bunun nedeni yaptığım bilimsel incelemelerin, insanla­
rın gerçekte nasıl hissettiklerine dair ipuçları bulmayı hedefleyen
bir araştırma olmasıdır. Gizlilik, ilgimi çeken bir şey olmakla
beraber, beni asıl isteklendiren içte hissedilen gerçek duygula­
n açığa çıkarmaktır. Gizlemenin mükemmel olmadığını ortaya
çıkarmak için, insanların nasıl hissettiklerini ve sahte ifadelerin
gerçek ifadeleri andırmasına rağmen nasıl farklılık gösterdiğini
ortaya çıkarmak oldukça tatmin edici. Bu anlamda yalanı ince­
lemek, yalandan çok daha fazlasını gerektirmektedir. Bu, kendi
iç yaşamımıza ait sinyalleri istemli olarak ne kadar iyi kontrol
edilebileceğini öğrenmek için yaşantımızın istemsiz ve istemli
bölümleri arasında gerçekleşen sıra dışı içsel bir mücadeleye şa­
hit olma imkanı tanır.

Yalandan çok yalan avlamanın yanında olmama rağmen, ya­


lan avlamanın daima daha erdemli olmadığının farkına vardım.
Nazik bir şekilde sıkıldığını gizleyen bir arkadaş, bu ortaya çı­
karıldığında gücenebilir. Kansı çok kötü bir şaka yaptığında şa­
şırmış görüntüsü veren bir koca, kocasının bir aleti nasıl tamir
ettiğine dair açıklamalarına ilgi duyuyormuş taklidi yapan bir

385
Ne Düşündüğünü Biliyorum

kadın, bu davranışın yalan olduğu itirazıyla karşılaşırsa kendini


hakarete uğramış hissedebilir. Yine tabii ki askeri aldatmalarda,
bir insanın milli menfaatleri haklı olarak yalancıyı destekleyebi­
lir, yalan avcısını değil. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı ' nda müt­
tefik bir ülkede bulunan bir insanın, müttefik kuvvetlerin hangi
Fransız sahiline -Normandiya ya da Calais- çıkarma yapacağı
konusunda Hitler' in yanlış yönlendirilmesini istemeyişi gibi.
Hitler müttefiklerin yalanını açığa çıkarmaya çalışmakta ta­
mamen haklı olsa da yalan yakalamak her zaman garanti değildir.
Bazen niyet, gerçekte düşünülen ve hissedilenden münferit ola­
rak öne çıkar. Bazen bir insanın, başka bir insanın sözüne inan­
ma hakkı vardır. Yalan yakalama, bazı düşünceleri ya da hisleri
gizli tutma hakkını, mahremiyeti ihlal eder. Bunun onaylandığı
durumlar olmasına karşın -cezai soruşturmalar, bir araba satın
alma, bir sözleşme yapma vs.- kişisel hislerini ve düşüncelerini
seçtiklerinde bunları kendilerine saklama ve öne sürdükleri şey­
lerin kabul edilmesini bekleme hakkı olduğuna inanan insanların
bulunduğu arenalar vardır.
Acımasız yalan avcısının durup düşünmesini sağlayan, sade­
ce özel hayata saygı ya da fedakarlık değildir. Belki ev sahibi­
nin, misafirinin eğlendiğini düşünmesi daha iyidir; bir eş şaka
yapabileceğine inandığında daha mutludur. Yalancının sahte
mesajı, sadece daha makul değil aynı zamanda gerçekten daha
faydalı olabilir. Marangozun, patronunun "Bugün nasılsınız?"
sorusuna sahte olarak "İyiyim" diyerek karşılık vermesi, gerçe­
ğinden "Geçen akşam evde yaptığım kavga nedeniyle halen çok
kötüyüm" cevabından daha uygun bir bilgi verebilir. Söylediği
yalan, dürüst bir şekilde kişisel moral bozukluklarına rağmen
işini yapma niyetini bildirmektedir. Tabii ki böyle durumlarda
bile yanlış yönlendirmenin bir bedeli vardır. Patron marangozun
gerçek üzüntüsünü fark etmiş olsa o günkü vazifelerini daha iyi

386
Sonsöz

bir şekilde ayarlayabilir. Kadın kocasının kendine yalan söyle­


diğini bilirse, daha iyi şaka yapmayı ya da hiç şaka yapmamayı
öğrenebilir. Yine de bazen yalan yakalama, iyi bir sebepten dışarı
verilmeyen bilgiyi çalarak güvene ihanet edeceği ve bir ilişkiyi
yıkabileceği için hiçbir şeyin buna değeceğini sanmıyorum. En
azından yalan avcısı aldatma belirtisi tespitinin -karşı taraftaki
kişinin isteği dışında, izin almaksızın yapılan- bir önyargı oldu­
ğunu unutmamalıdır.

Araştırmalara başladığımda ne bulacağımı bilmenin hiçbir


yolu yoktu. İ ddialar çelişkiliydi . Freud: "Görmek için gözleri
ve duymak için kulakları olan insan, kendini hiçbir ölümlünün
sır saklayamayacağına inandırabilir. Dudakları hareketsiz kal­
sa, parmak uçları çene çalar; her dikkatli bakışta, ihanet kendini
hissettirir." Yine de pek çok başarılı yalan örneği olduğunu ve
ilk çalışmalarımın, insanların şans eseri bilme ihtimalinden daha
iyi bir derece elde edemediklerini ortaya çıkardığını biliyordum.
Psikiyatrist ve psikologlar diğer insanlardan daha iyi sonuç elde
edememişlerdi. Bulduğum cevaplardan memnunum. Yalancı ola­
rak ne çok mükemmeliz ne de çok kusurluyuz; yalan belirleme,
ne Freud'un iddia ettiği gibi çok kolay ne de tamamen imkansız.
Bu durum meseleleri daha karmaşık ve böyle olunca da daha il­
ginç hale getirir. Yalan söyleme kabiliyetimizin kusurlu oluşu,
varlığımızın açısından asli, belki de gereklidir.

Herkes mükemmel bir şekilde yalan söylerse ya da kimse


yalan söylemezse hayatın ne hale gelebileceğini bir gözünüzün
önüne getirin. Dikkatimi en çok duygular çektiği ve söylenmesi
en zor yalanlar olduğu için duygularla ilgili yalanlar konusunda
bunu daha çok düşünmüşümdür. Birinin gerçekte nasıl hissettiği­
ni hiçbir zaman bilemeseydik ya da bilemeyeceğimizi bilseydik
hayat çok daha yüzeysel olurdu. Her duygusal görüntünün, yan­
lış yönlendirmek, yönetmek ya da memnun etmek için takınılan

387
Ne Düşündüğünü Biliyorum

sahte bir ekran görüntüsü olabileceği iddiası kesin olduğunda bi­


reyler daha başıboş, sevgi daha kararsız olurdu. B ir anlığına, bir
aylık bir bebeğin büyükler gibi duyguları taklit edip gizleyebildi­
ğinde ebeveynlerin düşeceği ikilemi hayal edin. Tüm gözyaşları
timsah gözyaşları olabilir. Yaşamlarımızı, pek çok insanın nasıl
hissettiklerine dair bizi yanlış yönlendiremedikleri ya da yönlen­
dirmeyeceklerine, duygusal samimiyetin bir çekirdeği olduğu­
na inanarak sürdürürüz. Eğer hainlik düşüncelerde olduğu gibi,
duygularda da aynı derecede kolay olsaydı, ifadeler ve hareket­
ler, kelimeler gibi hemen taklit edilip saklanabilseydi, duygusal
yaşamlarımız olduğundan daha savunmacı ve fakir olurdu.

Yine eğer hiç yalan söyleyemeseydik, memnuniyet hissedil­


diğinde bir gülümseme daima hakiki olsaydı ve zevk alınmadı­
ğında hiçbir şekilde taklit edilemeseydi, hayat olduğundan çok
daha güç olur ve pek çok ilişkinin sürdürülmesi zorlaşırdı . Yalan
söyleyebilir ya da dürüst olabilir, yalanı fark edebilir ya da göz­
den kaçırabilir, yanlış yönlendirilebilir ya da gerçeği görebiliriz.
Bir tercih hakkına sahibiz; bu bizim tabiatımızda var.

388
Ek Bölüm

ablo l ve 2; 3 . ve 4. bölümlerde açıklanan aldatma

T belirtileriyle ilgili tüm verileri özetler niteliktedir.


Tablo 1 davranışsa} aldatma belirtilerine, Tablo 2 ise
bilginin türüne göre düzenlenmiştir. Okuyucu hangi bilgilerin
hangi özel davranışları açığa çıkardığını öğrenmek için Tablo
1 'e, hangi davranışların ne tür bilgileri sağladığını öğrenmek için
de Tablo 2 'ye başvurmalıdır.
Yalan söylemenin iki temel yolu olduğunu unutmayın: Gizle­
mek ve yanlış bilgilendirmek. Tablo 1 ve Tablo 2 gizleme konu­
sunu ele almaktadır. Tablo 3 yanlış bilgilendirme amacı taşıyan
aldatma belirtilerini tanımlarken Tablo 4 ise kapsamlı bir yalan
kontrol listesi sunmaktadır.

389
Ne Düşündüğünü Biliyorum

TABLO I

DAVRANIŞŞAL BELİRTİLERE GÖRE DÜZENLENMİŞ


GİZLENEN BİLGİLERİN ORTAYA ÇIKIŞI

Aldatma Belirtisi Açığa Çıkan Bilgi


Ağızdan kaçırma Belirli bir duygu olabilir, duyguyla alakalı olmayan bir
bilgiyi dışarı verebilir
Sayıp sövme Belirli bir duygu olabilir, duyguyla alakalı olmayan bir
bilgiyi dışarı verebilir
Dolaylı konuşma Sözlü strateji çalışılmamış ya da negatif duygular;
çoğunlukla da korku
Duraksamalar ve konuşma hataları Sözlü strateji çalışılmamış ya da negatif duygular;
çoğunlukla da korku
Ses perdesinin yükselmesi Negatif duygu, muhtemelen kızgınlık ve/veya korku
Ses perdesinin düşmesi Negatif duygu, muhtemelen üzüntü
Daha gür ve hızlı konuşmak Muhtemelen öfke, korku ve/veya heyecan
Daha yavaş ve yumuşak konuşma Muhtemelen üzüntü ve/veya sıkınb
Simgeler Belirli bir duygu olabilir, duyguyla alakalı olmayan bir
bilgiyi dışarı verebilir
Resimlemelerde Azalma Sıkıntı; strateji iyi çalışılmamış veya her kelimeyi
değerlendirme
Manipülatörlerde artma Negatif duygu
Hızlı veya kesik kesik soluma Duygu var ama cinsi belli değil
Terleme Duygu var ama cinsi belli değil
Sık sık yutkunma Duygu var ama cinsi belli değil
Mikro ifadeler Özellikli duygulardan herhangi biri
Geri çekilen ifadeler Belli bir duygu ya da sadece yarım kalan bazı duyguları
gösterebilir ama hangisi olduğunu belirtmez
Güvenilir yüz kasları Korku ya da üzüntü
Artan göz kırpma Duygu var ama cinsi belli değil
Gözbebeğinin büyümesi Duygu var ama cinsi belli değil
Gözyaşları Üzüntü, ısbrap, kontrolsüz gülme
Y'ıiz kızarması Utanç, sıkınb veya öfke
Rengin atması Öfke ya da korku

390
Ek Bölüm

TABL0 2

BİLGİNİN TÜRÜNE GÖRE DÜZENLENMİŞ


GİZLENEN BİLGİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

Bilginin Çeşidi Davramşsal Belirtiler


Sözlü strateji çalışılmamış Dolaylı konuşma, duraksamalar, konuşma
hataları, resimlemelerde azalma
Duygusal olmayan bilgiler (örneğin, gerçekler Ağızdan kaçırma, sayıp sövme, simge"
planlar, fanteziler)
Duygular (örneğin mutluluk, şaşkınlık, ızdırap) Ağızdan kaçırma, sayıp sövme, mikro ifadeler,
geri çekilen ifadeler
Korku Dolaylı konuşma, duraksamalar, konuşma
hataları, ses perdesinin yükselmesi, daha gür
ve daha hızlı konuşma, güvenilir yüz kasları,
benzin atması
Öfke Ses perdesinin yükselmesi, daha güç ve daha
hızlı konuşma, yüz kızarması, rengin atması
Üzüntü (belki suçluluk ve utanç) Ses perdesinde düşme, daha yavaş ve
yumuşak konuşma, güvenilir yüz kasları,
gözyaşları, aşağıya doğru bakma, yanakların
pembeleşmesi
Utanç Yanakların pembeleşmesi, aşağı veya uzağa
bakma
Heyecan Artan resimlemeler, ses perdesinin yükselmesi,
daha gür ve yüksek konuşma
Sıkıntı Azalan resimlemeler, daha yavaş ve yumuşak
konuşma
Negatif duygu Dolaylı konuşma, duraksamalar, konuşma
hataları, ses perdesinde yükselme ya da
düşme, manipülatörlerde artma
Herhangi bir duygunun canlanması Değişken soluma, terleme, yutkunma,
geri çekme, göz kırpmasında artma, göz
bebeğinde büyüme

391
Ne DÜ/ündüğünü Biliyorum

TABL0 3

BİR İFADENİN SAHTE OLDUGUNU GÖSTEREN İŞARETLER

Sahte Duygu Davranıtıal Belirti


Korku Güvenilir alın ifadesinin bulunmayışı

Üzüntü Güvenilir alın ifadesinin bulunmayışı


Mutluluk Göz kaslannın harekete dahil olmaması

Söylenen şeye dahil ve ilgili olma Resimlemelerde artış olmaz ya da


resimlemelerin zamanlaması yanlıştır

Negatif duygular Terleme, değişken solunum veya artan


manipülatörlerin varlığı

Herhangi bir duygu Asimetrik ifadeler, aniden belirme ve yok


olma ya da bölük pürçüldük, konuşmadaki
konumun yanhş olması

392
Ek Bölüm

TABL0 4

YALAN KONTROL LİSTESİ

ZOR KOLAY

YALAN AVCISININ ANLAYABİLMESİ İÇİN YALANLA İLGİLİ SORULAR

1 . YALANCI, NE EVET: Strateji HAYIR: Strateji


ZAMAN YALAN ça)ıfılmış ve çalışılmamış
SÖYLEMEK WRUNDA prova edilmiş
KALABİLECEGİNİ TAM
OLARAK TAHMİN EDİYOR
MU?

2. YALAN TAKLİDE EVET HAYIR


GEREK OLMAKSIZIN
SADECE GİZLEMEYİ Mİ
GEREKTİRİYOR?

3. YALANA, O AN DAHİL HAYIR EVET: Yalan söylemek,


OLAN DUYGULAR VAR MI?
A. Öfke, korku ve ızdırap
gibi negatif duyguların
gizlenmesi veya taklit
edilmesi gerekirse

B. Yalanarun if.adesiz
görünmesi gerekiyorsa
ya da gizlenmesi
gereken duyguları
maskelemek için
başka duygular
lrullanamıyona özellikle
zorlaşır.

4. YALANCI, YALAN HAYIR: Yalancının EVET: İtirafa teşvik etme


SÖYLEDİGİNİ İTİRAF başarma isteğini şansı
EDERSE BİR AF SÖZ artırır
KONUSU MU?

393
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ZOR KOLAY

YALAN AVCISININ ANLAYABİLMESİ İÇİN YALANLA İLGİLİ SORULAR

S. RİSK ÖDÜL VE CEZA Tahmin etmesi


BAKIMINDAN ÇOK MU zor: Yıiksek
YÜKSEK? risk yakalanma
korkusunu
yükseltebilir,
aynı zamanda
yalancıyı zoru
başarmaya
yönlendirebilir

6. ALDATIRKEN HAYIR: Düşük EVET: Yalcalanma


YAKALANMANIN CEZASI yakalanma korkusunu artınr ancalc
AGIR MI ? korkusu ancalc yanlış pozitif hatalara
dikkatsizliğe yol açaralc, inanılmama
neden olabilir korkusunu da artırır

7. YALANIN BAŞARISIZ HAYIR EVET: Yakalanma


OLMASI NEDENİYLE korkusunu artırır;
MARUZ KALINAN kişi yalana teşebbüs
KAYIPLAR HARİCİNDE, etmenin, yalan
YALAN SÖYLEME FİİLİNİN söylememenin verdiği
KENDiSi iÇiN AGIR CEZA kayıptan daha kötü
VAR MI? olacağını bildiğinde
aldatma işine girmekten
vazgeçebilir

8. HEDEFİN YALAN EVET: Yalancı HAYIR: Aldatma


NEDENiYLE HİÇ KAYBI böyle olması suçluluğunu artırır
VAR MI YA DA TAM AKSİNE gerektiğine
YALANDAN FAYDA MI inanıyorsa,
GÖRÜYOR? ALDATMA, daha az aldatma
YALANCIYA ÇIKAR suçluluğu
SAGLAMAYAN ÖZGECİ BİR hisseder
YALAN MI?

394
Ek Bölüm

ZOR KOLAY

YALAN AVCISININ ANLAYABİLMESİ İÇİN YALANLA İLGİLİ SORULAR

9. HEDEFİN, YANLIŞ EVET HAYIR


YÔNLENDİRİLECEGİNDEN
HABERSİZ, YALANCIYA
GÜVEN DUYMASININ
MüMKüN OLDUGU BİR
DURUM MU?

10. YALANCI HEDEFi DAHA EVET: Yakalanma HAYIR


EVVEL BAŞARILI BİR korkusunu
ŞEKİLDE ALDATMIŞ MI? azalbr ve eğer
hedef utanır veya
aptal konumuna
düştüğüne dair
herhangi bir
bilgisi olmadığı
için sıkıntı
yaşarsa gönüllü
bir kurban haline
gelebilir

1 !. YALANCI VE HEDEFİN HAYIR: Aidatına EVET: Aidatına


PAYLAŞTIGI ORTAK suçluluğunu suçluluğunu
DEGERLER VAR MI? azalbr artırır

1 2. YALAN RUHSATLI MI ? EVET: Aidatına HAYIR: Aidatına


suçluluğunu suçluluğunu artırır
azalbr

1 3. HEDEFİN İSMİ BİLİNİYOR EVET: Aidatına HAYIR


MU? suçluluğunu
azaltır

1 4. HEDEF VE YALANCI HAYIR EVET: Yalan avası, kişisel


ŞAHSEN BİRBİRLERİNİ farklılıklara bağlı
TANIYORLAR MI? hataları önlemede daha
fazla imkana sahip olur

395
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ZOR KOLAY

YALAN AVCISININ ANLAYABİLMESİ İÇİN YALANLA İLGİLİ SOR.ULAR

IS. YALAN AVCISININ, EVET: Yalan HAYIR


ŞÜPHELER1Nt avcw, kendini
YALANCIDAN GİZLEMESİ gizleme ihtiyacı
GEREKİYOR MU? nedeniyle
tmağa düşebilir
ve yalananın
davranışlanna
yeterince
konsantre
olamaz

16. YALAN AVCISI, SADECE HAYIR EVET: EğerşüpheU


BİR SUÇLUNUN BlLDİCl sol'Ufhırulabilirse, Suçlu
VE MASUM BİR İNSANIN Bilgi Testi kullanılabilir
BİLMEDİCİ BİLGİYE SAHİP
Mİ !

17. HEDEFİN HAYIR EVET: Aldatma hazzı,


KANDIRILDICINI BİLEN YA yakalanma korkusu ve
DA İZLEYEN BİR SEYİRCİ aldabna suçluluğunu
GRUBU VAR MI? artırabilir

18. YALAN AVCISI VE HAYIR: Aldabna EVET: Aldabna


YALANCI BENZER belirtilerini belirtilerini
MİLLİYET, KÜLTÜR VE DİL değerlendirmede değerlendirmede daha
ALTYAPISINA MI SAHİP ? daha fazla hata iyi olabilme

YALANCI HAICICINDA
SORULAR

19. YALANCI, YALAN EVET: Özelliltle de HAYIR


KONUSUNDA DENEYİMLİ o yalan tipinde
Mİ! tecrübeU ise

20. YALANCI, ANINDA EVET HAYIR


BİR ŞEYLER UYDURMA
KONUSUNDA BULUŞÇU VE
ZEKİ Mİ ?

2 1 . YALANCININ HAFIZASI EVET HAYIR


lYl Mİ ?

396
Ek Bölüm

ZOR KOLAY

YALAN AVCISININ ANLAYABlLMEst İÇİN YALANLA İLGİLİ SORULAR.

22. YALANCI, İKNA EDİCİ BİR EVET HAYIR


TAVRA SAHİP OLMANIN
YANI SIRA lYt BİR
KONUŞMACI MI!

23. YALANCI, KONUŞMA EVET: Y-ıiz HAYIR


VURGULAYICISI ifadelerini
OLARAK GÜVENİLİR taklit etme ve
YüZ KASLARINI MI gizlemede daha
KULLANIYOR? iyi olabilme

24. YALANCI, STANISLAVSKI EVET HAYIR


TEKNl(;İ'Nl
KULLANABİLEN BİR
AKTÖR KADAR YETENEKLİ
Ml?

25. YALANCININ, SÔYLEDİCİ EVET HAYIR


HER ŞEYİN DO(;RU
OLDU(;UNA İKNA
OLARAK, KENDİ KENDlNl
YALANINA İNANDIRMASI
MÜMKÜN MÜ?

26. YALANCI, DO(;AL BİR EVET HAYIR


YALANCI YA DA BİR
PSİKOPAT MI?

27. YALANCININ KlŞlLİ(;İ, HAYIR EVET


YALANCM KORKU,
SUÇLULUK YA DA
ALDATMA HAZZI
DUYGULARININ
HER BİRİNE KARŞI
SAVUNMASIZ MI
BIRAKIYOR?

397
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ZOR KOLAY

YALAN AVCISININ ANLAYABİLMESİ İÇİN YALANLA İLGİLİ SORULAR

28. YALAN CI GİZLEDİc:"il Talunin edilmesi


ŞEYDEN UTANIYOR MU? zor: utanç
itirafa engel
olma yönünde
çalışırken, utanç
duygusunun
sızıntısı yalanı
ele verebilir

29. ŞÜPHELi, MASUMSA VE EVET: Duygusal HAYIR: Bu belirtiler,


YALAN SÖYLEMİYORSA belirtiler aldatma belirtisidir
YA DA BAŞKA BİR ŞEY yorumlanamaz
HAKKINDA YALAN
SÖYLERSE KORKU,
SUÇLULUK YA DA
ALDATMA HAZZI
DUYGULARINI YİNE DE
HİSSEDEBİLİR Mİ?

YALAN AVCISI HAKKINDA


SORULAR

HAYIR: Özellikle EVET: Yakalanma


30. YALAN AVCISININ ZOR yalancı, geçmişte korkusunu artırır,
KANDIRILD!c:"iINA DAİR BİR yalan avcısıru aynı zamanda aldatma
ŞÖHRETİ VAR MI? aldatmakta hazzıru da artırabilir
başarılı olduysa

3 1 . YALAN AVCISININ Tahmin etmesi


KUŞKUCU OIDUc:"iUNA zor: böyle bir

DAİR BİR ŞÖHRETİ VAR MI? şöhret aldatma


suçluluğunu
azaltabileceği
gibi, ayru
zamanda
yakalanma
korkusunu da
artırabilir

398
Ek Bölüm

ZOR KOLAY

YALAN AVCISININ ANLAYABİLMESİ İÇİN YALANLA İLGİLİ SORULAR

32. YALAN AVCISININ ADIL HAYIR: Yalancının, EVET: Aldatma


OLDUGUNA DAİR BİR yalan avcısını suçluluğunu artırır
ŞÖHRETİ VAR MI ? aldattığı için
daha az suçluluk
duyması olasıdır

33. YALAN AVCISI, EVET: HAYIR


İNSANLAR HAKKIN DA Muhtemelen
DAİMA HÜSNÜZAN aldatma
BESLEMEYE MEYİLLİ VE belirtilerini
İNANMAYI REDDEDEREK görmezden
PROBLEMLERİ HALLEDEN gelir, yanıltıcı
BİR İNSAN MI? negatiflere
açıktır

34. YALAN AVCISI, HAYIR EVET


OLAGANÜSTÜ BİR
ŞEKİLDE İFADESEL
DAVRANIŞLARI DOGRU
OLARAK DEGERLENDİRME
YETİSİNE SAHİP Mİ?

35. YALAN AVCISI, HAYIR EVET: Yalan avcısı,


KENDİNİ YALANCININ aldatma belirtilerine
ALEYHİNE DÜŞÜNMEYE karşı tetikte olsa bile
YÖNLENDİREN yanıltıcı pozitiflere
ÖNYARGILARA SAHİP MI? eğilimli olacaktır

36. YALAN AVCISI, YALANI EVET: Yalan HAYIR


YAKALAMADIGINDA avcısı aldatma
HERHANGi BİR ÇIKAR belirtilerini
ELDE DİYOR MU? bilinçli ya
da farkında
olmadan göz ardı
eder

399
Ne Düşündüğünü Biliyorum

ZOR KOLAY

YALAN AVCISININ ANLAYABİLMESİ İÇİN YALANLA İLGİLİ SORULAR

37. YALAN AVCISI, Tahmin etmesi güç:


ALDATILIYOR OLMANIN hem yanıltıcı
BELİRSİZLİGİNİ TOLERE pozitiflere hem
ETMEKTEN ACİZ Mİ ? de yarulbcı
negatiflere yol
açabilir

38. YALAN AVCISI, VAHŞİ HAYIR EVET: Yalancılar


DUYGU ATEŞİNİN ETKİSİ yakalanacakbr, ancak
ALTINDA MI? masumlar da yalan
söylüyor olarak
değerlendirilecektir
(yanıltıcı pozitif hatası)

400

You might also like