You are on page 1of 350

MonoKL Edebiyat

Yapıtın Özgün Adı: Melancholia /-il

© )on Fosse, 201 7


Bu kitabın yayın hakları Wınje Agency AS aracılığıyla alınmıştır.
© MonoKL Yayınları, 2023

Bu çeviri, NORLA'nın çevirmen destek fonlarından yararlanılarak yayımlanmıştır.

Sertifika Numarası: 22834


ISBN: 978-605-72009-5-2
Birinci Basım: 2023 Mart
Norveççeden Çeviren: Banu Gürsaler Syvertsen
Editör: Volkan Çelebi
Düzelti: Monokl Atölye
Kapak Tasarım: Sancar Dalman
Baskı Hazırlık: Yeşim Ercan Aydın

Baskı: Optimum Basım San. Ve Tıc. Ltd. Şti.


Tevfikbey Mah. Dr. Ali Demir Cad. No: 51/1
39295 Küçükçekmece-lstanbul
Sertifika Numarası: 41707

MonoKL Yayınları
Uğur Mumcu Mah. Serçe Sok. No: 33 D: 3
Kartal - İstanbul
e-posta: editor@monokl.net
www.monoklkitap.com
MELANKOLİ 1-11

Jon Fosse

Norveççeden Çeviren:
Banu Gürsaler Syvertsen

�ı.J..tıonokl
Edebiyat
jon Fosse, 1959 yılında Haugesund'da doğdu. Norveçli oyun, öykü ve
roman yazandır. Son dönem Norveç edebiyatının dünya edebiyatına armağan
ettiği en önemli yazarlardan birisi sayılmaktadır. Oçleme ile Nordic Council's
Literature Prize'a layık görülmüştür.
Monokl, Jon Fosse'nin kitaplarını yayımlamayı ve okuyucusuna dünya
edebiyatının farklı tatlannı armağan etmeyi sürdürecektir.
MELANKOLİ 1

Norveçli ressam Lars Hertervig'in (1830-1902) Norveç Ulusal Müzesi'nde

bulunan Borg0y Adası (1867) isimli tablosu. Ressamın motiOerini

Ryflyke Bölgesi'nin kıyı şeridinden alan yarı fantastik manzaraları Norveç

resim tarihinin en önemli eserleri arasında kabul edilmektedir.


Tor Ulven'in anısına
Düsseldorf, akşamüstü, sonbaharın sonu 1853: yatakta yatıyo­
rum üzerimde mor kadife takım elbisem, o güzelim takım elbisem
var ve Hans Gude'yle karşılaşmak istemiyorum. Hans Gude'nin yap­
tığın resmi beğenmedim demesini duymak istemiyorum. Sadece ya­
takta uzanıp yatmak istiyorum. Bugün Hans Gude'yi görmeye ta­
hammülüm yok. Zira ya Hans Gude yaptığım resmi beğenmez ve
çok kötü olduğunu , benim resim yapmayı beceremediğimi düşü­
nürse ya Hans Gude incecik parmaklarıyla sakalını sıvazlayıp, kısık
gözleriyle dosdoğru yüzüme bakarak iyi resim yapamadığımı, Düs­
seldorf Sanat Akademisi'nde ve hatta başka hiçbir akademide bana
yer olmadığını ve de asla ressam olamayacağımı söylerse . . . Hans Gu­
de'nin bana bunları söylemesine izin vermemeliyim. Bugün yataktan
çıkmamalıyım çünkü Hans Gude bugün atölyemize, bizim yan yana
dizilip resim yaptığımız o çatı katına gelecek, resim sehpalarını tek
tek dolaşarak her bir tablo hakkında ne düşündüğünü söyleyecek,
benim resmime de bakacak ve görüş bildirecek. Hans Gude'yle kar­
şılaşmak istemiyorum. Çünkü ben iyi resim yapabiliyorum. Gude de
iyi resim yapıyor. Tidemann da iyi resim yapıyor. Ben iyi resim ya­
pabiliyorum. Gude ve Tidemann'dan başka kimse benim kadar iyi
resim yapamaz. Bugün Gude resmime bakacak ama ben orada olma­
yacağım, uzanıp yatacak ve karşıya, pencereye bakacağım, üzerimde
mor kadife takım elbisemle , o güzelim takım elbisemle yatağa uza­
nıp sokaktan gelen sesleri dinlemek istiyorum sadece . Atölyeye git­
mek istemiyorum.,Sadece yatakta kalmak istiyorum. Hans Gude'yle
karşılaşmak istemiyorum. Bacak bacak üstüne atmış yatakta yatıyo­
rum, tepeden tırnağa giyimli bir vaziyette, üzerimde mor kadife ta-

9
kını elbisemle yatağa uzanmış yatıyorum. Dosdoğru karşıya bakıyo­
rum . Bugün atölyeye gitmeyeceğim. Evdeki odalardan birinde sevgi­
li Helene'm var, belki kendi odasında, belki de salondadır şimdi .
Sevgili Helene'm de bu evde yaşıyor. Bavullarımı evin holüne o taşı­
mıştı , Bayan Winckelmann da bana kalacağım odayı göstermişti .
Bana odayı beğenip beğenmediğimi sormuş ben de başımı sallayarak
evet demiştim, oda çok güzeldi çünkü, daha önce hiç bu kadar güzel
bir odada kalmamıştım. Helene de oradaydı. Beyaz elbisesiyle orada
duruyordu . Sıkı sıkı toplanmış da olsa dalgalı olduğu anlaşılan sarı
saçlarıyla, ufacık çenesinin üzerindeki minicik ağzıyla orada duru­
yordu . Helene iri gözleriyle orada duruyordu . Helene orada durmuş
gözleriyle bana doğru ışık saçıyordu . Sevgili Helene'm . Odamda ya­
tağa uzanmış yatıyorum ve Helene o güzel ışıltılı gözleriyle evin için­
de bir yerlerde dolaşıyor. Ben yataktayım ve etrafı dinliyorum, ayak
seslerini işitebilir miyim acaba? Yoksa Helene evde yok mu? Ve de o
lanet olası amcan, Helene . . . Lanet olası Bay Winckelmann . Üzerim­
de mor kadife takım elbisemle yatağa uzanmış öylece yatıyordum ki
odamın kapısı vurulmuştu , mor takım elbisemle yatakta yatarken
açmaya yetişemeden kapı aralanmış ve karşımda siyah sakalı , kara
gözleri ve yeleğinden taşan göbeğiyle Bay Winckelmann belirmişti .
Bay Winckelmann bana bakıyor ve tek söz söylemiyordu . Yataktan
doğrularak kalkmış ona doğru yürümüştüm. Bay Winckelmann'a
yaklaşıp elimi uzatmıştım ama o elini vermemişti . Ben orada durmuş
Bay Winckelmann'a elimi uzatmıştım ama o uzatmamıştı . Yere , önü­
me bakmıştım. Bay Winckelmann kendini tanıtmış Bayan Winckel­
mann'ın kardeşi olduğunu söylemişti . Ve kara gözleriyle yüzüme
bakmıştı . Sonra arkasını dönüp kapıyı kapatıp gitmişti . Amcan , He­
lene . . . Üzerimde mor kadife takım elbisemle yatağa uzanmış yatıyor
ve etrafı dinliyorum, seni ve ayak seslerini işitebilir, soluğunu duya­
bilir miyim? Odamda yatakta yatıyorum, tepeden tırnağa giyimli­
yim, bacak bacak üstüne atmış etrafı dinliyorum, ayak seslerini işite­
bilir miyim? Sen evde misin? Komodinin üzerinde pipom duruyor,
Neredesin Helene? Komodinin üzerinden pipomu alıyor, yakıyo-

10
rum. Yatakta üzerimde takım elbisemle , mor kadife takımımla yatı­
yor ve pipomu tüttürüyorum. Bugün Hans Gude benim resmime de
bakacak ama onun söyleyeceklerini dinlemeye cesaretim yok görüş
bildirecek o nedenle de yataktan çıkmamayı ve senin sesini dinleme­
yi tercih ediyorum Helene . Dışarı çıkmak istemiyorum . Çünkü artık
ben bir ressamım. Ben ressam lars Hertervig'im, Düsseldorfta ünlü
Hans Gude'nin öğrencisiyim. Jagerhofstrasse'de Winckelmann'ların
evinde kiralık bir odada yaşıyorum. Durumum hiç de kötü sayılmaz.
Ben Stavangerli bir delikanlıyım, Stavanger'den resim eğitimi almak
üzere Düsseldorfa gelmiş genç bir adam . Giyim kuşamım da yerin­
de, mor kadife bir takım elbisem var ve artık bir ressamım ben. Evet
ben, bu genç çocuk, sokak çocuğu , Kvekar1 cemaatine mensup
genç , fakir delikanlı , boyacı çırağı yani ben. Almanya'ya, Düsseldorf
Sanat Akademisi'ne gönderdiler beni, bizzat Hans Gabriel Buchhol­
dt Sundt manzara ressamı olmam için beni , lars Hattarvag'u Düssel­
dorftaki Sanat Akademisi'ne gönderdi. Artık ben resim sanatı eğiti­
mi alan bir öğrenciyim, hocam da Hans Gude'nin ta kendisi. Ben
gerçekten iyi resim yapabiliyorum. Çok fazla şey beceremesem de
resmi iyi yapıyorum. İyi resim yapıyorum, başka hiçbir öğrencinin
yapamadığı kadar iyi . . . Gude de çok iyi resim yapıyor. Ve bugün
Hans Gude yaptığım resme bakarak beğenip beğenmediğini söyle­
yecek, resmin iyi ve kötü yanlarını belirtecek. Atölyede etrafım diğer
ressamlarca çevrilmiş olacak, iyi resim yapamayan bu ressamlar bir­
birlerinin yüzüne bakarak fısıldaşacaklar, başlarını sallayacaklar.
Gude'nin söyleyeceklerini onlar da duyacaklar. İlkin Gude resmin
önünde durup mırıldanacak, hımın evet, hımın, sonra gözlerini kı­
sarak bana bakacak ve iyi resim yapamadığımı, geldiğim yere dön­
memi , ressam olmak üzere eğitim almaya devam etmemin bir anla­
mı olmadığım zira iyi resim yapamadığımı söyleyecek, evet muhte-

Kvekar (Nynorsk yani Yeni Norveççe yazılış) / kveker (Bokrna! yani Kitap dili)
nde yazılış: 1649 yılında İngiltere' de kurulmuş ve Quakers adıyla bilinen Hris­
tiyanlığın Protestan mezhebinden bir kilise cemaati. Merkezi otoriteyi, rahiplik
kurumunu, Hristiyanlığın vaftiz ve diğer ayinlerini reddeden bu inanış 1818 yı­
lından itibaren Norveç'te örgütlenmeye başlamıştır (ç.n.).

11
melen Hans Gude bunları söyleyecek bana. Manzara ressamı olama­
yacağım yani . Hans Gude . Bugün Hans Gude yaptığım resme baka­
cak. Ama onun söyleyeceklerini dinlemeye cesaretim yok, zira ger­
çekten de çok iyi resim yapan Hans Gude benim iyi resim yapama­
dığımı söylerse , iyi resim yapamıyorum demektir. Memlekete dön­
mem ve boyacı çıraklığına devam etmem gerekecek. Oysa ben çok
güzel resimler yapmak istiyorum ver kimse benim kadar iyi resim
yapamıyor. Çünkü ben gerçekten iyi resim yapabiliyorum. Diğer öğ­
renciler iyi resim yapamıyorlar. Orada durmuş kafa sallıyorlar, bir­
birlerine sırıtıp gülüyorlar. İyi resim yapamıyorlar. Yatağımda uzanı­
yor ve pipomu tüttürüyorum. Biri piyano çalıyor. Piyanodan yükse­
len müziği dinliyorum. Bir odasını kiraladığım bu büyük evin salo­
nundan yükselen piyano müziğini dinliyorum, üzerimde mor kadife
takım elbisemle, o güzelim takım elbisemle yatağa uzanmışım, pi­
pom ağzımda , lalettayin bir adam değil ressam Lars Hertervig'in ta
kendisi bu yatakta yatan adam , aynı zamanda yattığı yerden piyano
müziğini dinliyor. Kusursuz ve güzel bir müzik geliyor kulağıma,
hafifçe değişen düzenli tempo . Yatakta uzanmış yatıyor ve sevgili
Helene'min çaldığı müziği dinliyorum . Yani şu anda piyano çalan
sevgili Helene'm olmalı. Dünyanın en güzel piyano müziği . Ben la­
lettayin bir adam değilim ve şimdi Helene piyano çalıyor. Sevgili
Helene'm benim için çalıyor piyanoyu. Zira Helene Winckelmann'la
Hattarvagenli Lars iki sevgili. Birbirlerine söylemişlerdi bunu, iki
sevgili olduklarını söylediler, sevgiliyiz biz dediler. Helene Winckel­
mann ona saçlarını göstermişti . Masmavi gözlü ve buralarda adet
olduğu üzere topuz yapılmayıp serbest bırakıldığında omuzlarından
aşağı dalga dalga dökülen uzun sarı saçlarıyla Helene Winckelmann
evet, ama ya o, Hattarvagenli Lars ı Genç kızı saçları açık olarak gör­
müştü ! Gözlerinin ışıltısını görmüştü ! Saçlarının serbestçe omuzla­
rından aşağı dalgalanışını görmüştü . Çünkü Helene Winckelmann
onun önünde saçlarını çözmüş ve dalga dalga saçlarını Lars'a göster­
mişti . Helene Winckelmann odasının ortasında durup saçlarını çöz­
müştü . Helene Winckelmann sırtı ona dönük olarak pencerenin

12
önünde durmuş sonra ellerini başına götürüp saçlarını çözmüştü .
Saçları dalga dalga sırtına dökülmüştü . Ve o, Hattarvagenli Lars, de­
nizden yükselen şapkalara benzer çok sayıda adacığın varlığı nede­
niyle Hattarvagen ismi verilmiş koydan gelen bu nedenle de Hattar­
vagen veya Hertervig adıyla anılan Lars, şapkalara benzer adacıkları
olan bir koydan gelen Lars, dünyanın en kuzeyinde bir yerlerde
Norveç denilen bir ülkenin küçük bir adası olan Borg0ya'nın bir
koyundan gelen Lars Hertervig, Düsseldorf Sanat Akademisi öğren­
cisi olarak kiraladığı bu odada bir sandalyeye oturmuş pencerenin
önünde duran ve saçları dalga dalga sırtına dökülmüş olan Helene
Winckelmann'ı seyrediyor. Sonra Helene yavaşça ona doğru dönü­
yor. Helene ışıltılı mavi gözlerinin, küçük çenesinin, minik ağzının
bulunduğu o ufacık yuvarlak yüzünü çevreleyen ortadan ayrılmış
saçlarıyla durmuş Lars'a bakıyordu . Işıldayan gözlerle . Omuzlarına
dökülen saçlarıyla. Dalga dalga sarı saçlar. Dudaklarında bir gülüm­
seme . Ve gözleri , Lars'a bakan . Ve o gözler şimdiye dek hiç görme­
diği kadar güçlü bir ışık saçıyordu . Gözlerinden yayılan ışık. Hiç
böylesi bir ışık görmemişti . Ve ayağa kalkmıştı Hattarvagenli Lars.
Ve Hattarvagenli Lars üzerinde mor kadife takım elbisesiyle ayakta
duruyordu , Hattarvagenli Lars kollarını iki yanına sarkıtmış ayakta
duruyor karşısındaki saçlara , gözlere ve ağza bakıyordu , öylece
ayakta duruyordu ve sanki kızın gözlerinin saçtığı ışık onu sarıp
sarmalıyordu , tıpkı bir sıcaklık gibi, hayır bir sıcaklık gibi değil ! Ha­
yır bir sıcaklık gibi değil de ışık gibi! Evet kızın gözlerinin saçtığı ışık
onu bir ışık gibi sarıp sarmalıyordu! Ve bu ışıkta o kendinden başka
birine dönüşmüştü , Hattarvagenli Lars değildi o artık, başka biri ol·
muştu , tüm tedirginlikleri , tüm korkuları , tüm eksiklikleri ve için­
deki tedirginlik kaynağı tüm özlemler Helene Winckelmann'ın göz­
lerinin saçtığı ışıkla dolmuş ve Lars sakinleşmişti , içi dopdoluydu
artık ve kollarını iki yanına sarkıtmış ayakta dururken birdenbire
hiç düşünmeden, tamamen iradesi dışında Helene Winckelmann'a
doğru yürümüş ve saçtığı ışığın içine dalmış, kızı çevreleyen ışığın
içinde kaybolmuştu , o ana dek hiç hissetmediği kadar sakin, inanıl-

13
maz derecede sakin hissediyordu kendini , kollarıyla kıza sarılıp be­
denini onun bedenine yaslıyor. O yani Hattarvagenli Lars kollarıyla
Helene Winckelmann'a sarılmış öylece duruyor ve gayet sakin, içi ne
olduğunu bilemediği hislerle dolu . Lars Hertervig Helene Winckel­
mann'la birlikte . O artık kendisi değil. O Helene'yle bir olmuş . Kol­
larıyla Helene'ye sarılıyor, Helene de ona sarılıyor. Yüzünü kızın
saçlarına, omuzlarına gömüyor, orada durmuş yüzünü kızın saçları­
na gömüyor ve kendini şimdiye dek hiç bulunmadığı, ne olduğunu
da bilmediği bir durumda hissediyor ve o, yani manzara ressamı
Lars Hertervig ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmayan bir durum­
dayken ansızın fark ediyor ve hatta bilincine varıyor ki resimleriyle
ulaşmaya çalıştığı, en mükemmel resimlerini yaparken içinde bu­
lunduğu bir durumda o şimdi, bundan emin çünkü geçmişte de
buna çok yaklaşmış hissetmişti ama şimdi içinde olduğu durumda
hiç bulunmamıştı, işte şimdi şuracıkta o, yani ressam Lars Hertervig
ayakta durmuş Helene Winckelmann'ın saçlarım soluyor. Ve kızın
ışığında, içini dolduran bu ışıkta öylece ayakta duruyor. Yatağına
uzanmış bunları aklından geçirirken ne kadar bir süre çok sevgili
Helene'sine sarılmış bir vaziyette durduğunu hatırlayamıyor, ama
uzun bir zaman olmalı diye düşünüyor, belki de bir saat böyle dur­
muşlardı, şimdi üzerinde mor kadife takım elbisesiyle yatakta yatı­
yor ve dünyanın en güzel piyano müziğini dinliyor. Piyanoyu çalan
sevgili Helene'm. Ve ben, Hattarvagenli Lars, Helene'nin o güzelim
saçlarım çözdüğünü gördüm, odamda pencerenin önünde durur­
ken saçlarının dalga dalga omuzlarından döküldü ğünü gördüm. Ve
gözlerinden yayılan ışıltıyı gördüm. Onun ışığında durdum . Onun
saçtığı ışığın içine girdim. Oturduğum yerden kalktım, tam karşısına
geçtim, onun ışığında durdum ve sakinleştim, uzun bir süre onun
ışığında durdum, kollarımla ona sarılmış yüzümü omuzlarına göm­
müş bir vaziyette durdum, durdum ve saçlarım soludum, ta ki He­
lene gitmeliyim diyene dek, gitmeliydi çünkü annesi eve gelmek
üzereydi, işte o kadar süre durup saçlarım soludum. Şimdi üzerimde
mor kadife takım elbisemle yatakta yatıyor ve salondan, sevgili He-

14
lene'min çaldığı piyanodan gelen müziği dinliyorum. Senin saçlarını
gördüm sevgili Helene'm. Seni pencerenin önünde durmuş saçlarını
çözerken gördüm. Oturduğum yerden kalktım, sana doğru yürüyüp
kollarımla sarıldım sana. Orada durup saçlarını soludum. Ve kulağı­
na artık biz iki sevgiliyiz değil mi, diye fısıldadım. Ve sen de kulağı­
ma evet, evet artık biz sevgiliyiz, dedin. Orada öylece durduk. Bir
kapının açılıp kapandığını işittik . Ve kollarımızı çözdük. Ve orada
yavaş yavaş kaybolan ışıkta durduk bir süre daha. Saçların değişti ,
başkalaştı . Koridorda ayak sesleri işittik. Ve annem eve geldi bu oda­
dan çıkmalıyım dedin, acele ediyordun, ama önce saçımı toplamalı­
yım dedin ve bana gülümsedin . Çünkü annen seni salonda bulama­
sa buraya , bu odaya gelir kapıyı çalardı . Derhal gitmeliyim dedin.
Senin kapıya doğru yürümeni , koridora çıkıp kapıyı açık bırakmanı
seyrettim ve merhaba anne buradayım, ben buradayım, eve geldin
demek diye seslendiğini duydum. Sonra gidip yatağa uzandım. Ya­
takta yatarken pencereye , az önce önünde durduğun pencereye doğ­
ru bakıyordum. Seni gözümde canlandırdım, pencerenin önünde
duruyordun. Saçlarınla orada duruyordun . Sonra kapı çalındı. Ben
daha yataktan doğrulamamıştım ki amcan kapıda belirdi . Bay Win­
ckelmann. Siyah sakalı ve kara gözleriyle . Yataktan kalktım . Adımı
söyledi Bay Winckelmann . Elimi uzattım ama o uzatmadı , arkasını
döndü ve kapıyı kapatıp gitti . Şimdi üzerimde mor kadife takım el­
bisemle yatakta yatıyor ve dünyanın en güzel piyano müziğini dinli­
yorum. Senin salonda piyano çaldığını duyuyorum. Ben Norveçli
genç ressam Lars Hertervig, Norveç resim sanatının en yetenekli
genç temsilcilerinden biri olan ben! Çünkü ben çok yetenekliyim.
Ben gerçekten iyi resim yapabiliyorum. Ve Gude'nin yaptığım res­
mimler hakkında söyleyeceklerini dinlemeye cesaretim yok. Çünkü
iyi resim yapabiliyorum, öyle değil mi? İyi resim yapabiliyor olmalı­
yım, değil mi? Benden daha iyi resim yapan var mı? Belki de Gu­
de'den de iyi resim yapıyorum ve Gude bu yüzden bana resim yapa­
mıyorsun diyecek. Gude bana iyi resim yapamıyorsun bu nedenle
de memleketine, Stavanger'e dönmelisin diyecek, burada bu güzel

15
sanatlar akademisinde veya herhangi bir güzel sanatlar akademisin­
de bana yer olmadığını söyleyecek, işte bu sebepten resim yapmak
yerine kapı boyamalısın diyecek. Bugün Gude resmime bakacak ve
düşüncelerini söyleyecek ama ben onun ne düşündüğünü bilmek
istemiyorum. Çünkü eminim ki Gude benim yaptığım resmi beğen­
meyecek. Bunu biliyorum. Onun yaptığım resmi hakkında ne dü­
şündüğünü bilmek istemiyorum. Yatakta uzanıyorum ve Gude'nin
resmim hakkında düşündüklerini duymak istemiyorum, şu an key­
fim çok yerinde, çok sevgili Helene'm senin piyano çalmanı dinliyo­
rum , ne güzel piyano çalıyorsun sen. Dünyanın en güzel piyano mü­
ziği . Salondan yükselip odama ulaşıyor dünyanın en güzel piyano
müziği . Pipomu tüttürüyorum. Senin piyano çalmayı bıraktığını
duyuyorum, son tınılar havaya karışan duman gibi, ışık gibi kaybo­
luyor. Bir kapının açıldığını ve koridorda ilerleyen ayak seslerini işi­
tiyorum. Kim bilir belki de sen bana geliyorsun? Belki saçlarını gös­
termek üzere bana geliyorsun? Belki saçlarını çözecek, pencerenin
önünde duracaksın saçların çözük ve inanılmaz güzel olacaksın be­
nim için? Belki de amcandır gelen? Amcan beni evden atmaya mı
geliyor? Amcan yine siyah sakalı ve kara gözleriyle kapıda mı dura­
cak, amcan kapıda durup bana tepeden mi bakacak yine? Amcan
kapıyı mı çalacak ve tek kelime etmeden yüzüme mi bakacak ve
sonra ben Bay Winckelmann'ım diyecek başka da bir şey söyleme­
den? Sonra git buradan, bu evde kalamazsın, çık git mi diyecek?
Koridordaki ayak seslerini dinliyorum , sakin ve yumuşak adımlar.
Bunun senin ayak seslerin olduğunu biliyorum ve buraya yaklaşı­
yorlar. Koridorda ilerliyor ayak seslerin . Doğrulup yatağın kenarına
oturuyorum. Oturuyor ve kapıya bakıyorum. Adımlar kapının
önünde duruyor. Kapının çalındığını duyuyorum. Kapıyı çaldığını
duyuyorum, çalan sen olmalısın mutlaka. Girin demeliyim, içeri gel
demeliyim sana.
Girin ! diyorum.
Kapıya bakıyor ve kapının açıldığını görüyorum. Biliyorum ki
sen geldin bana. Şimdi sen geldin. Ve yüzünü görüyorum, ufacık

16
yüzünü , orada durmuş bana bakıyorsun ve gülümsüyorsun! Kapı­
yı biraz daha aralıyorsun , yüzünü çevreleyen ışıldayan saçların. İri
mavi gözlerin. Yüzünde, gözlerinde bir tuhaflık var senin. Kapıyı
ardına dek açtığını görüyorum, üzerinde beyaz elbisenle kapının ağ­
zında duruyorsun. Ve yere bakıyorsun. Yere bakıyor sonra gözlerini
kaldırıp bana , yatağın kenarınçia oturan bana bakıyorsun. Ben sana
bakıyor ve gülümsüyorum. Ve sen bana bakmıyor, önüne , yere ba­
kıyorsun, yüzünde gözlerinde bir tuhaflık var senin.
İçeri gir, diyorum.
Evet anlamında başını sallıyorsun. Sonra girip, kapıyı kapatıyor­
sun. Kapalı kapının önünde duruyorsun şimdi ve ne kadar da gü­
zelsin. Önüne bakıyorsun. Odadaki sandalyeye doğru yürüdüğünü
görüyorum. Yüzünde , gözlerinde bir tuhaflık var senin. Sende bir
tuhaflık var. Sandalyeye oturuyorsun. Yüzünde ne var senin? Göz­
leri.nde ne var?
Piyano çaldığımı duydun mu?
Evet, diyorum.
Beethoven , diyorsun.
Evet Beethoven'dı , diyorum.
Sana bakıyorum, ne güzel oturuyorsun o sandalyede ve önüne
bakıyorsun. Bu eve gelmeden önce hiç piyano müziği duymadığımı
söyleyemem şimdi , çünkü Borg0ya'da piyano yoktu , bildiğim kada­
rıyla şehirde, Stavanger'de de yoktu , ama bir dakika, Hans Gabriel
Buchholdt'un evinde vardı sanırım, Kielland'ın evinde de vardı mut­
laka piyano ya da klavye dedikleri şey, belki pek çok evde de vardı
piyano ama ben seni görene dek hiç piyano müziği işitmemiştim
ama ben burada yatağın kenarında oturup önüme bakarken sana
bunu söyleyemem ki , şu an en çok istediğim şey seni ayağa kalk­
mış, üzerinde belinin girintisini ve göğsündeki hafif kabarıklığı belli
eden o beyaz elbisenle pencerenin önünde dururken görmek, orada
durup saçlarını çözeceksin. Ve saçların dalga dalga omuzlarından
dökülecek. Orada duracak ve profilden yere bakacaksın, ben ye­
rimden kalkacak ve yanına geleceğim, kollarımı sana dolayacağım,

17
seni kendime çekeceğim, orada sana sıkı sıkı sarılmış, seni kendime
çekmiş öylece duracağım , seni kendime çekecek ve saçlarını soluya­
cağım. Öylece duracağım orada . Sakin sakin duracağız , birbirimize
çok yakın duracağız, iç içe duracağız .
Sana söylemem gereken bir şey var, diyorsun.
Ve bakışıyoruz sonra ikimiz de önümüze bakıyoruz artık konu­
nun ne olduğunu söylemelisin.
Amcam , diyorsun . Amcam senin bu evden taşınman gerektiğini
söyledi .
Benim taşınmam gerektiğini mi söylüyorsun? Niçin taşınmalıy­
mışım? Artık benim burada yaşamamı istemiyor musun? Niçin bu
evde oturmamı istemiyorsun?
Amcan mı? diyor ve yüzüne bakıyorum.
Senin bu evden taşınman gerektiğini söyledi .
Burada çok uzun bir zaman yaşamadım ki . Hatta yeni taşındım
sayılır. Şimdi taşınmam gerekiyormuş. Hem kiramı da ödemiştim,
param var, odanın kirası ödendi .
Kiramı ödedim ben, diyorum.
Konu bu değil , diyorsun. Amcam senin buradan taşınman ge­
rektiğini söyledi anneme , annem de en doğrusu bu dedi . Nedenini
bilmiyorum ama durum bu . Sana benim söylemem daha iyi olur
diye düşündüm.
Taşınmak zorundayım. Ve Helene burada yaşamaya devam ede­
cek. Bir daha asla göremeyeceğim Helene'yi . Çünkü buradan taşın­
mak zorundayım. Amcan buradan taşınmam gerektiğini söylemiş,
annen de aynı fikirdeyim demiş, o halde ben taşınmak zorundayım.
Nerede yaşayacağım ben? Geceleri atölyede mi yatacağım? Gereki­
yorsa sokakta da yatarım ama artık Helene'yi göremeyeceğim. Hele­
ne'yi göremeyeceğim.
Seni görebilecek miyim? diye soruyorum.
Bunu sormamalıydım. Çünkü Helene benimle buluşamaz ki , be­
nimle buluşmak için yaşı henüz çok küçük sayılır değil mi? Helene
on beş yaşında, belki on altıdır, tam kaç yaşında onu da bilmiyo-

18
rum. Hiçbir şey bilmiyorum. Ama Helene'yi görmek istiyorum. Aya­
ğa kalkıp Helene'ye , oturduğu sandalyeye doğru yürüyorum. Tam
önünde duruyorum. Helene benimle buluşmak istemiyor, belki de
bu evden gitmemi o istemiştir de amcam, yani Bay Winckelmann
öyle istiyor demiştir bana, kim bilir belki de taşınmamı isteyen He­
lene' dir? Ayakta durmuş Helene'ye bakıyorum, o oturduğu yerde
önüne bakıyor. Belki taşınmamı istiyor. Helene'ye taşınmamı istiyor
musun diye sormalıyım.
Sen taşınmamı istiyor musun?
Helene başını iki yana sallıyor. Taşınmamı istemediğini mi söy­
lüyor? Başka bir şey söylemesi imkansız , biz sevgiliyiz dedi bana ,
ama şimdi taşınmamı istiyor. Yüzüne bakıyorum.
Taşınmamı istemiyor musun?
Helene başını sallıyor. Belki de Helene taşınmamı istemiyor. Bel­
ki de taşınmamı isteyen amcası? Ama Bay Winckelmann bana taşı­
nacaksın demedi, annesi de taşınmalısın demedi , bana bunu söy­
leyen Helene . Amcasının taşınmamı istediğini söyledi bana Helene
Yani Helene taşınmamı istiyor, onu bir daha görmememi .
Niçin amcan bu evden taşınmamı istiyor?
Yüzüne bakıyorum sevgili Helene'm. Tam karşında ayakta du­
ruyor ve sandalyede oturan sana bakıyorum, sen cevap vermiyor
önüne bakıyorsun.
Dün akşam mı söyledi amcan bunu? diye soruyorum.
Orada oturmuş önüne bakıyor ve hafifçe başını sallıyorsun.
Yanlış bir şey mi yaptım ben?
Orada oturmuş önüne bakıyorsun.
Biz iki sevgiliyiz ama , diyorum. Doğru değil mi bu? Biz iki sevgi­
liyiz? Ben bu evde yaşamasam da benimle görüşmelisin. Ben gelirim
sana, sokakta buluşabiliriz , nerede istersen orada buluşabiliriz.
Elimi omzuna koyuyorum. Sen orada öylece oturmuş önüne ba­
kıyorsun. Ben sevgili Helene'min karşısında duruyorum, elim om­
zu nda. Göğüs kafesinin inip kalktığını görüyorum. Beyaz elbisenin
altından göğüslerini görüyorum. Benim buradan taşınmamı istiyor-

19
sun, seninle bir daha asla görüşmemi istiyorsun. Ama sen benim
sevgilimsin. Göğüslerini görmek istiyorum. Bana buradan taşınma­
lısın diyemezsin.
Elimi omzundan aşağı, göğsüne doğru kaydırıyorum. Elim yu­
varlacık göğsünün üzerinde öylece duruyorum. Göğüs kafesinin
inip kalktığını hissediyorum. Böyle göğsünü tutmamalıyım senin.
Tek elimle göğsünü tutuyorum. Elini kaldırıp bileğime götürüyor ve
elimi göğsünden uzaklaştırıyorsun .
Mutlaka b u sebeptendir, diyorsun.
Karşında duruyorum, kolum aşağı sarkmış vaziyette , elinle bile­
ğimi tutuyorsun.
Taşınmamı istiyorsun sen, diyorum.
Başını hayır anlamında salladığını görüyorum, elimi bırakıyor­
sun.
Helene ! diyorum.
Sana isminle ilk kez seslendiğimin farkındayım, kendi kendime
bunu defalarca söyledim, defalarca kendi kendime Helene , Helene ,
Helene dedim, ama sana hiç böyle seslenmedim, başka hiç kimseye
de anmadım adını . Şimdi sana isminle sesleniyorum, bu yüzden de
defalarca tekrarlamalıyım ismini .
Helene , Helene , diyorum.
Evet Lars, diyorsun.
Dosdoğru gözlerime bakıyorsun. Bana gülümsüyorsun. Ben de
sana gülümsüyorum.
Ben ve sen, diyorum.
Elimi kaldırıp parmaklarımla hafifçe yanağını okşuyorum.
Ben ve sen, diyorsun.
Başını kaldırıp yüzüme bakıyorsun. Gülüyorsun.
Ben ve sen, diyorum.
Ben ve sen, diyorsun.
Birbirimize gülümsüyoruz ve uzanıp elini tutuyorum, elin elimin
içinde .
Biz sevgiliyiz. Sen ve ben sevgiliyiz.

20
Ben ve sen, diyorsun.
Birbirimizin gözlerine bakıyoruz, gülümsüyoruz. Ve kolumu
omzuna doluyor seni yerinden kaldırıyorum. Yatağın kenarına otu­
ruyoruz.
Benimle buluşmalısın, diyorum.
Evet, diyorsun.
Niçin amcan benim taşınmamı istiyor? diye soruyorum.
Cevap vermiyorsun. Demek ki bu evden taşınmamı isteyen sen-
sin, amcan değil? Ama sen benim taşınmamı istemiyorsun ki .
Niçin buradan taşınmam gerekiyor? diye soruyorum.
Bilmiyorum, diyorsun .
Hayır biliyorsun, diyorum.
Böyle bir şey söyleyemezsin! diyor.
Önüme bakıyorum. Amcanın niçin benim taşınmamı istediğini
biliyorsun dedim sana , sense benim bunun sebebini bildiğimi söyle­
yemezsin diye tersliyorsun beni , böyle bir şey söyleyemezsin , diyor­
sun . Sen öyle diyorsan tamam , ben böyle bir şey söyleyemem. Ben
sadece burada bulunup, böylece oturup, niçin bu evden taşınmam
gerekiyor, amcan istedi diye mi taşınmalıyım sorusunu sorduğum
için senin beni terslemeni dinliyorum, ama aslında sen Helene be­
nim taşınmamı isteyen sensin ve de amcam istiyor taşınmanı diyor­
sun. Peki ama niçin taşınmalıyım bu evden? Niçin? Sana sormam
gerek, niçin benim taşınmamı istiyorsun Helene? Benim taşınmamı
sen istiyorsun , anlıyorum, ama niçin istiyorsun benim buradan ta­
şınmamı? Niçin?
Niçin buradan taşınmamı istiyorsun? diye soruyorum.
Bunu söyleyen amcam, diyorsun.
Sen de istiyor musun bunu?
Karar veren ben değilim ki !
Yine de·cevap ver diyor ve omzunu okşuyorum.
Yapma, diyorsun.
Niçin buradan taşınmamı istiyorsun?
Amcam, diyorsun .

21
Elimi omzundan aşağı göğsüne doğru kaydırıyorum.
Hayır, diyorsun.
lki parmağımı düğmelerinin arasından göğsüne sokuyorum.
Parmaklarımla meme uçlarını sıkıştırıyorum.
Niçin buradan taşınmam gerekiyor? diye soruyorum.
Hayır, yapma, diyorsun .
Söyle bana , diyorum.
Amcam, diyorsun.
Hızlı hızlı soluk alıp vermeye başladığını hissediyorum.
Amcan, hep amcan, diyorum. Yoksa sen onun sevgilisi misin? O
da göğüslerini okşuyor mu senin?
Hayır, saçmalama, bırak, diyorsun .
Elimi çekiyor, ayağa kalkıyorum. Ayakta durup sana bakıyorum,
masmavi gözlerin parlıyor, yanakların sıcaktan kızarmış.
Ben sadece sana haber vermek istedim, diyorsun .
Ayağa kalkıyorsun . Karşımda duruyorsun şimdi . Sarılıyor ve
seni kendime çekiyorum. Elimi kalçana doğru indiriyor ve sımsıkı
kavrıyorum. Bedenimi bedenine yaslıyorum.
Amcan, diyorum.
Saçmalama , diyorsun .
Bedenini sertçe bedenime çekiyorum.
Bırak beni !
Ağzımı yanağına yaklaştırıyor ve nemli dudaklarımı yanağına
bastırıyorum.
Saçmalama, diyorsun.
Seni serbest bırakıyorum.
Gitmem gerek, diyorsun.
Yüzüne bakıyorum, gitmem gerek dediğini duyuyorum. Evet
şimdi amcana gideceksin sen. Çünkü amcandan benim taşınmam
gerektiğini söylemesini isteyen sensin. Benimle eğleniyorsun sen.
Bunu biliyorum, amcandan benim taşınmam gerektiğini söylemesi­
ni isteyen sensin, bunu da biliyorum. Niçin buradan taşınmamı is­
tiyorsun? Niçin burada kalmamı istemiyorsun? Sana karşı ne hatam

22
oldu benim? Karşında duruyor ve sana bakıyorum. Niçin buradan
taşınmamı istiyorsun? Amcanla mı beraber olmak istiyorsun, bunu
mu istiyorsun? Amcanın o koca göbeğini okşamayı mı tercih ediyor­
sun? Amcanın kara gözlerinin içine mi bakacaksın? Niçin buradan
taşınmamı istiyorsun? Niçin piyanoyu benim için çaldığını söylü­
yorsun? Amcanın siyah sakalını mı okşamak istiyorsun? Bu mudur
istediğin? Amcanın göğüslerini okşamasına izin vermek mi istiyor­
sun? Bu mudur istediğin? Öyleyse ben bu evde kalmaya devam ede­
mem, mümkün değil , yani şayet bu evde amcanla baş başa kalmak
istiyorsan. O zaman burayı terk etmem gerek. Elbette taşınacağım.
Uzaklaşacağım buradan . Burada kalmamı istemediğine göre evde
yaşayamam ben. İzimi kaybettireceğim. Seni daha fazla rahatsız et­
meyeceğim ben. Uzaklaşacağım, gideceğim buradan.
Niçin benim taşınmam gerektiğini söylemesini istedin amcan-
dan? diyorum sana .
Bunu söyleyen amcam, diyorsun.
Ve yüzüme bakıyorsun gözlerini iri iri açarak.
Hayır, diyorum.
Sana bakıyorum ve üzerindeki beyaz elbisenin beyaz bir şeye
dönüşmeye başladığını görüyorum, hareket eden beyaz şey senin
elbisen oluyor ve o beyazlık bana doğru geliyor, beyazlık bana çok
yaklaşıyor ve birdenbire o beyazlığın ortasında siyah bir şey beliri­
yor, derken gözümün önünde siyah beyaz bir bez parçası görüyo­
rum ve bu bez bana doğru hareket ediyor, sonra uzaklaşıyor. Sonra
bu bez parçası bölünüyor. Bez parçası bana doğru hareket ediyor,
sonra uzaklaşıyor. Bezler siyah ve beyaz. Bezler bana doğru hareket
ediyor, sonra uzaklaşıyor. Bezler hareketleniyor, hareketleniyor ve
bana doğru geliyor.
Hayır, yapma diyofllm .
Siyah ve beyaz bezler bana doğru hareket ediyor, sonra uzaklaşı­
yor, bana doğru , benden uzağa.
Hayır, rahat bırak beni , diyorum.
Ne oluyor? Diyorsun.

23
O Siyah ve beyaz bezlerin tam da ortasında senin ne oluyor diye
sorduğunu duyuyorum, sesin siyah ve beyaz bezlerle birlikte hare­
ket ediyor, yakınlaşıyor, uzaklaşıyor, yakınlaşıyor, uzaklaşıyor. Ne
oluyor?
Görüyor musun? diye soruyorum.
Neyi?
Bezleri.
Hiçbir şey görmüyorum.
Bezler yüzüme , ağzıma doğru geliyor, dudaklarıma dokunuyor.
Artık gitmem gerek, diyorsun.
Bezler ağzımdan içeri girmeye çalışıyor. Elimi ağzıma götürüyo­
rum, bezleri çekip çıkaracağım, bezleri ağzımdan çekip çıkarmam
lazım! Bez parçalarının beni boğmasına izin veremem! Bezleri ağzım­
dan çekip çıkarmam lazım ! Çıkarmalıyım! Elimi ağzıma götürüyor ve
çekiştiriyorum ama bezler kayboluyor, yakalamaya çalışıyorum ama
kayboluyorlar, elimden sıyrılıyor, sıyrılıyorlar, bezler her yakalamaya
çalışışımda elimden kayboluyor. Bez parçaları beni çekip götürüyor.
Ne oluyor Lars?
Bezler ortadan kayboluyor. Sadece bezler. Kayboluyor. Beyaz
bez kayboluyor, yakalamaya çalışıyorum ve işte , neredeyse yakala­
yacakken ortadan kayboluyorlar, yok artık bez parçası.
Böyle gariplikler yapma Lars !
Yakalar gibiyken yok oluyor bezler. Bezleri yakalamam lazım ,
ağzıma doğru yaklaşıyorlar, bez parçaları siyah ve beyaz ve ağzıma
yaklaşıyorlar, şimdi siyah ve beyaz bezleri yakalamam lazım, elle­
rimle bezlere yapışmaya çalışıyorum.
Ne yapıyorsun sen? Böyle gariplikler yapma. Korkuyorum. Yap­
ma böyle gariplikler! diyorsun.
Ve bezler. Bezler yok oluyor, yok oluveriyorlar. Siyah bezlere
bakıyorum. Bez parçalarının hareketinin yavaşladığını görüyorum.
Görmüyor musun? diye soruyorum.
Neyi görmüyorum?
Siyah ve beyaz bezleri , diyorum.

24
Ben hiçbir şey görmüyorum, diyorsun.
Bezlerin hareketi giderek yavaşlıyor derken bezler dağılıyor, gö-
rünmez oluyor ve ortadan tamamen kayboluyor.
Sen hiçbir şey görmedin, diyorum.
Senin başını iki yana salladığını görüyorum.
Ama artık gitmeliyim, diyorsun .
Biraz daha kalamaz mısın?
Hayır, gitmem gerek.
Bir işin mi var?
Başını iki yana sallıyorsun.
Amcanla mı buluşacaksın?
Sana amcamın ve annemin dediklerini söylemeye geldim sadece ,
diyorsun.
Artık amcan ve sen bu evde baş başa kalacak ve birbirinize ne
isterseniz yapabileceksiniz, sen ve amcan baş başa . Ben bu evde ol­
mayacağım. Çünkü buradan taşınmam gerekiyor.
Demek ki benim taşınmamı istiyorsun, diyorum.
Ben bunu istemiyorum.
Hayır.
Bunu isteyen amcam, annem de aynı fikirdeyim dedi, diyorsun.
Başımı evet anlamında sallıyorum. Siyah ve beyaz bezleri görü-
yorum yeniden, şimdi pencereden odanın ortasına doğru geliyorlar,
bayağı da komik görünüyor, yani gülünesi bir durum, bu siyah ve
beyaz bez parçalarında bir komiklik var.
Bak bezlere ! Diyorum.
Başını iki yana salladığını görüyorum,
Ama artık gitmeliyim, buradan taşınmanı istiyorlar demek iste­
dim sana sadece , diyorsun.
Başımı evet anlamında sallıyorum. Siyah ve beyaz bezlerin pen­
cereden odanın ortasına doğru hareket ettiğini görüyorum, sana ba­
kıyorum, orada ayakta duruyorsun, siyah ve beyaz bezler sana doğ­
ru yaklaşıyor, siyah ve beyaz bez parçalan neredeyse sana değecek,
bezler siyah beyaz elbisene dokunuyor hafifçe.

25
Siyah ve beyaz bezleri görmüyor musun? Sana dokunmak üze­
reler, diyorum.
Başını iki yana sallıyorsun.
Pencereye bak. Bezler pencereden odanın ortasına doğru salını­
yor, baksana !
Pencereye bakıyorsun , siyah ve beyaz bezlerin sana doğru hare­
ket ettiğini görüyorum, bez parçaları neredeyse sana değecek, sonra
senden uzaklaşıyor.
Görmüyor musun?
Bezler yavaş yavaş pencereye doğru geri çekiliyor, yavaş yavaş,
parça parça siyah ve beyaz bezler geri çekiliyor pencereye doğru .
Baksana ! Geri çekiliyorlar!
Bezler yavaş yavaş geri çekiliyor, bu çok komik, bu çok gülünesi
bir durum ve de sen bu bezleri göremiyorsun! Sana doğru bakıyo­
rum . Sen bana bakıyor, bakıyorsun masmavi gözlerinle , ama şimdi
neredeyse siyah o gözler.
Gitmem gerek, diyorsun.
Bez parçalarının geri çekildiğini görüyorum, pencerenin içinden
geçip kayboluyorlar, bezler yok artık. Ben Hans Gude'yle , gerçekten
çok iyi resim yapan Hans Gude'yle karşılaşacaktım, bugün o benim
yaptığım resme bakacaktı , belki de Gude benim resmi beğenmeye­
cekti? Hatta benim iyi resim yapamadığımı düşünecekti? Düsseldorf
Sanat Akademisinde bana yer olmadığını söyleyecekti? Belki de Al­
manya'da resim eğitimine devam etmem için , hatta ressam olmam
için hiçbir neden bulunmadığı yönünde fikir beyan edecekti?
Yatağın kenarına oturuyorum. Pipom komodinin üzerindeki kül
tablasında duruyor. Hiç değilse pipom var, başka bir şeyler yoksa
da pipom var. Tütünüm de var. Hiç değilse yatakta uzanıp pipo
içebilirim. Yatağın kenarında oturuyor ve sana bakıyorum, odanın
ortasında duruyorsun, sen de bana bakıyorsun, defalarca gitmem
gerek dedin, artık benimle aynı odada bulunamayacağını söyledin,
burada kalamam çünkü az sonra amcam eve gelecek, dedin. Amcan.
Artık seninle aynı evde yaşamamı istemiyorsun çünkü amcanla baş

26
başa kalmak istiyorsun. Biliyorum. Buradan gitmem gerek. Gitmem
gerektiğini söylüyorsun . Burada daha fazla kalamam. Buradan taşın­
mam gerektiğini amcan söylemiş, öyle diyorsun. Buradan gitmem
gerek. Amcandan beni evden çıkarmasını sen istedin. Biliyorum. Bu
evde çünkü amcanla baş başa kalmak için benim taşınmamı isti­
yorsun. Evet buradan taşınacağını. Birinin sokak kapısını açtığını
duyuyorum. Sana bakıyorum sen de bana bakıyorsun, amcam eve
geldi diye fısıldıyorsun. Başımı sallıyorum. Kapıya doğru yürüdü­
ğünü görüyorum. Kapının önüne gelince duruyorsun. Amcan mı?
diye fısıldıyorum. Başını evet anlamında sallıyor ve erken geleceği
tuttu diye fısıldıyorsun, ben de önüme , yere bakıyorum. Bir kapının
kapandığını ve sert ayak seslerini duyuyorum, bu adımlar öylesine
sert ki amcana ait olmalılar, adımlarının bu tarafa doğru geldiğini
duyuyorum, Bay Winckelmann'ın adımlan , sert adımlar, Bay Win­
ckelnıann'ın kara ve sert adımları koridorda ilerliyor. Bay Winckel­
mann. Evet Bay Winckelmann jagerhofstrasse'de kiraladığını oda­
dan beni atmak üzere buraya geliyor. Amcandan buraya gelip beni
evden atmasını sen istedin, biliyorum bunu .
Sevgili Helene'm, diyorum. Çok sevgili Helene'm .
Bu sözün kulağa ne kadar yanlış geldiğini işitiyorum, senin kapı­
nın orada durduğunu görüyorum, bana bakıyorsun ve amcan sesle­
niyor: Helene ! Helene ! Sen bana bakıyorsun.
Beni çağırıyor, diyorsun. Gitmem gerek.
Başımı evet anlamında sallıyorum. Kapıyı açtığını ve koridora
.
çıktığını görüyorum. Ben yatağın kenarında oturuyorum, komodine
doğru bakıyorum, pipom sigara tablasında duruyor. Yatağa yatıyor,
bacaklarımı uzatıyorum, amcanın demek buradasın, yine onun oda­
sına mı gittin? dediğini duyuyorum. Sen cevap veriyorsun ama ne
dediğini işitemiyorum.
Bu böyle devam edemez, o bu evden gidecek çünkü bu böyle
olmaz diyor amcan.
Evet, evet, diyorsun .
O bu evden gidecek, diyor amcan.

27
Evet, diyorsun.
Bugün, diyor amcan.
Senin cevap vermediğini ve ayak seslerinin uzaklaştığını duyu­
yorum, bu adam gündüzleri de odasında, diyor amcan, işi gücü yok,
bütün gün yatakta diyor, sen ama o resim yapıyor, diyorsun .
Hayır, hep yatakta , diyor amcan.
Koridordaki ayak seslerini duyuyorum senin yumuşacık adımla­
rın, amcanın sert adımları , amcanın bugün bu adam gidecek, dedi­
ğini işitiyorum, bütün gün odada , bugün gidecek o buradan, diyor,
sen bir şeyler söylüyorsun ama duyamıyorum.
Hep onun odasına gidiyorsun, evde yalnız kalır kalmaz onun ya-
nına gidiyorsun, dün oradaydın, bugün de oradaydın, diyor amcan.
Yalnızca iki defacık, diyorsun.
Seni yönlendirmek kolaydır, diyor amcan.
Ayak seslerinizi işitiyorum, senin adımlarını , amcanın adımla­
rını , koridorda uzaklaşıyorlar, bir kapının açıldığını duyuyorum,
amcanın o adam gidecek! dediğini duyuyorum. Yatakta uzanmış
yatıyorum, amcan buradan gitmem gerektiğini söyledi. Artık bu
odada kiracı olamam. Sen de benim taşınmamı istiyorsun. Az önce
odamdaydın
ve taşınmam gerektiğini söyledin. Çünkü evde yalnız olmak isti­
yorsun, evde amcanla baş başa kalmak istiyorsun, istediğin bu se­
nin , onun kapkara yağlı göbeğini okşamak, kara gözlerinin içine
bakmak istiyorsun. İşte bu yüzden geldi amcan . Senin göğüslerini
elleyecek. Seninle baş başa kalmak istiyor ama evde ben varım. Sen
evde amcanla yalnız kalmak istiyorsun. Benim taşınmamı istiyor­
sun. Amcanın başka birileri görmeden göğüslerini okşamasını isti­
yorsun sen . Amcanla bir şeyler yapmak istiyorsun. Biliyorum. Senin
hayır, hayır! diye bağırdığını duyuyorum. Bağırıyorsun. Salonda ba­
ğırdığını duyuyorum. Hayır, hayır diye bağırdığını duyuyorum.
Amcanın bir şeyler söylediğini duyuyorum, ama ne diyor? Amcan
ne söylüyor? Ve sen, Bırak! Bıraksana ! Bırak! diye bağırıyorsun, öyle
mi bağırıyorsun? Salonda bir şeyler olur ve sen bağırırken ben böyle

28
yatakta yatabilir miyim? Bir şeyler yapmalıyım. Böyle yatakta uzanı­
yorum oysa ben. Senin bağırdığını mı duydum ben? Yoksa öyle mi
zannettim? Bir şey duymadım galiba? Yoksa bağırdın mı? Ve amcan
benim taşınmam gerektiğini söyledi . Ama ben taşınmak istemiyo­
rum ki. Yani sen bağırmadın? Bir şey olmadı yani? Böyle yatakta
yatamam ki ben. Sanırım bir şeyler yapmalıyım. Kalkmalı ve atölye­
ye gitmeliyim, çünkü bugün bizzat Hans Gude yani herhangi biri ,
lalettayin bir adam değil , Hans Gude'nin ta kendisi atölyeyi dolaşa­
cak ve Düsseldorf Sanat Akademisi'ne devam eden Norveçli öğren­
cilerinin resimlerine bakacak, benim de resmime bakacak ve res­
mim hakkındaki düşüncelerini söyleyecek. Bense üzerimde mor
kadife takım elbisemle yatağa uzanmış yatıyorum. Gözlerimi mor
kadife takım elbisemin alt kısmına kaydırıyorum. Bacak bacak üstü­
ne atıyorum. Böyle yatakta yatamam ki ben, senin bağırmam duy­
dum değil mi? Yoksa bağırmadın mı? Pipomun komodinin üzerin­
deki kül tablasında durduğunu görüyor, pipomu alıyorum ve pipo
tutan elimi karnıma koyuyorum. Pencereye doğru bakıyorum, sen
sevgili Helene'm pencerenin önünde durmuş ve saçlarını çözmüş­
tün . Saçlarının serbestçe omuzlarından aşağı dalga dalga dökülmüş­
tü , beyaz elbisenle orada , pencerenin önünde duruyordun saçların
dalgalanarak omuzlarına dökülüyordu . Yataktan kalktım. Sana doğ­
ru yürüdüm . Sarıldım sana. Yüzümü omzuna yasladım ve saçlarını
soludum. Ne kadar böyle kaldık bilmiyorum ama uzun bir süreydi ,
çok uzun bir süre böyle durup saçlarını soludum. Seni kendime
çektim. Sen de beni kendine çektin. Öylece durduk pencerenin
önünde . Şimdi pencereye doğru bakıyorum, pencereden tepedeki
kavakları görüyorum, sıra sıra kavaklar, oradalar, yamaçta kavaklar,
yattığım yerden baktığımda kavaklar havada duruyormuş gibi görü­
nüyor. Sen pencerenin önünde duruyordun. Arkanda kavaklar var­
dı. Yamacın eteklerinde kavakların önünden geçen atlılar görüyo­
rum . Yalnızca atların başı ve binicilerin üst gövdesini görebiliyorum.
Ve bir anlam veremiyorum. Kavaklar, atlılar. Ve saçların. Ve kavak­
lara benzeyen saçların. Ve biniciler olarak biz. Ve içimizde mavi bu-

29
lutlar. Ve ben üzerimde mor kadife takım elbisemle yatağa uzanmış
yatıyor, kavaklara ve atlılara bakıyorum. Ve sesini duyuyorum ama
ne söylediğini anlayamıyorum. Ama bağırmıyordun değil mi? Sesin
sakindi değil mi? Sana yardıma geleyim mi? Yoksa beni görmek iste­
miyor musun? Sadece benim gitmemi mi istiyorsun. Sonra amcanın
bu evden derhal gidecek, bugün gidecek dediğini duyuyorum. Sen
bir şeyler söylüyorsun, senin ne dediğini duyamıyorum. Bağırmı­
yorsun, alçak sesle konuşuyorsun . Benim taşınmam gerektiğini söy­
ledin sen . Burada daha fazla kalamayacağımı . Burada kalmaya de­
vam edemeyeceğimi söyleyen amcan. Taşınmam gerekiyor. Ve sen
de taşınmamı istiyorsun. İşte şimdi amcan günün ortasında eve gel­
di. Benim odamda olmamam atölyeye gitmem gerekiyordu , diğer
ressamlarla bir arada atölyede bulunmalıydım, iyi resim yapamayan
diğer ressamlarla yani, orada durmalı ve Gude'yi beklemeliydim,
Gude üzerinde çalıştığım resme bakıp çok iyi göründüğünü söyle­
meliydi, bu kadarıyla bile çok güzel görünüyor, çok umut verici,
sende gerçek bir yetenek var demesi gerekirdi, başkası değil de sa­
dece Hans Gude benim resmim, Hattarvagenli Lars'ın yani Kvekar
olmasına bile izin verilmeyen bir adamın oğlu, günübirlik işçi Lars
Hertervig'in yaptığı resim hakkında bunları söylemeliydi, resmim
hakkında gerçekten umut verici demeliydi. Ben Lars Hertervig'im.
Manzara ressamı olmak üzere eğitim almak için Almanya'ya Düssel­
dorf Sanat Akademisi'ne geldim. Ben manzara ressamı Lars Herter­
vig'im. Üzerimde mor kadife takım elbisemle yatağa uzanmış yatıyo­
rum . Pipo tutan elimi karnımın üzerine koymuşum. Bugün atölyede
olmam gerekiyordu çünkü Hans Gude üzerinde çalıştığım resme
bakacaktı . Ne var ki Hans Gude resmimi beğenmeyecekti . Benim iyi
resim yapamadığımı düşünecek, sanat Akademisinde bana yer ol­
madığını söyleyecek, Stavanger'de kalıp evleri, duvarları boyamalıy­
dın diyecekti . Çünkü ben iyi resim yapamıyormuşum. Bu odada da
kalmama da izin yok artık. Helene benim burada yaşamamı istemi­
yor. Buradan taşınmam gerek. Helene odama geldi ve taşınmam ge­
rektiğini söyledi . Senin bağırdığını mı duydum ben? Hayır, hayır!

30
diye bağırdın mı? Amcan salonda seninle beraber. Bense tepeden
tırnağa giyimli bir vaziyette , üzerimde mor kadife takım elbisemle
yatağa uzanmış yatıyorum. Böyle yatmaya devam edemem çünkü
senin salonda amcanla birlikte olmaman gerek. Sen bağırdın demin.
Bağırdığını duydum. Amcan mutlaka göğüslerini ellemişti, belki de
ellerini elbisenin altına sokmuştur? Biliyorum ben. Amcan sana do­
kundu ve sen de bağırdın. Bir şeyler yapmalıyım. Koridorda sert
adımlar duyuyorum . Amcan koridorun öbür ucundan bu tarafa
doğru geliyor. Amcan şimdi odamın kapısını çalacak ve benim artık
burada yaşayamayacağımı , taşınmam gerektiğini söyleyecek, hemen
_
bugün taşınmalısın diyecek, derhal eşyalarını topla diyecek amcan,
az sonra kapının ağzında durup kara gözleriyle , koca göbeğinin üze­
rindeki siyah sakalı ve kara gözleriyle bana bakacak. Eşyalarımı der­
hal toplamalı ve buradan uzaklaşmalıyım. Burada daha fazla kalma­
ma izin yok. Amcan bunu söyleyecek bana . Uzaklaşmalıyım bura­
dan. Amcanın sert adımlarla koridorda ilerlediğini duyuyorum, az
önce seninle birlikte salondaydı ve amcan seninle bir şeyler yaptı ,
biliyorum, sana dokundu , seninle bir şeyler yaptı ve sen de bağır­
dın, şimdi amcan koridorda ilerliyor, gelip kapımı çalmak üzere ,
belki de çalmadan açacak kapımı? Ama belki de evden gidecek?
Amcan belki de hole doğru yürüyecek, kapıyı açıp dışarı çıkacak?
Belki de amcan kapıma gelip buradan gideceksin, kalmana izin ver­
miyorum demeyecek? Sert adımların koridorda ilerlediğini, kapı­
mın önünde ayak seslerinin kesildiğini duyuyorum. Kapımın çalın­
dığını duyuyorum. Amcan sert sert vuruyor kapıya, hem de defalar­
ca, bense üzerimde mor kadife takım elbisemle yatağa uzanmış yatı­
yorum, pipo tutan elim karnımda ve amcan sert sert kapıya vuruyor
zira bana buradan taşınmak zorunda olduğumu söyleyecek! hemen
bugün taşınacaksın ! diyecek çünkü bu böyle devam edemez ! diye­
cek, kapıya defalarca vurulduğunu duyuyorum , bense üzerimde
mor kadife takım elbisemle yatağa uzanmış yatıyor ve hiç cevap ver­
miyorum çünkü kapıyı çalanın amcan olduğunu biliyorum, benim
taşınmamı , buradan gitmemi istiyor, artık bu evde kalmamı istemi-

31
yor, bunu biliyorum, bu nedenle de cevap verip , içeri gel demiyo­
rum ona , amcan odamın kapısını ben gel demeden açınca ona cevap
vermeyeceğim, yatakta uzanmaya devam edip , yüzüne bakacağım,
sevgili Helene'mi rahat bırakmayan o adamın yüzüne bakacağım
yalnızca , sevgili Helene'me , saçlarını bana gösteren, bana sevgilim
diyen Helene'me bir şeyler yapan o adamın yüzüne bakacağım He­
lene sevgili Helene'm! Benim çok sevgili Helene'm! Helene ! Kapı
tekrar çalınıyor, yatakta uzanmaya devam ediyor, ona cevap vermi­
yorum. Kapıya bakıyorum. Kapının kolunun hareket ettiğini görü­
yorum. Kapının çerçevesine bakıyorum. Kapının açıldığını görüyo­
rum . Kapının bana doğru geldiğini görüyorum. Kapıda o siyah bezi
görüyorum. Kapının biraz daha açıldığını görüyorum, amcanın
koca göbeğini görüyorum, göbeğinin yeleğinden taştığını görüyo­
rum . Aşağıya siyah pantolonuna, yukarıya siyah sakalına bakıyo­
rum . Kara gözlerine bakıyorum. Kapıda amcanı görüyorum. Yüzü­
me bakıyor, başını iki yana sallıyor.
Yatakta yatıyorsun Bay Hertervig, diyor.
Amcan benim yatakta yattığımı söylüyor, buna ne diyebilirim
ki? Yatakta yatmıyorum mu diyeceğim yani? Amcana Bay Winckel­
mann'a doğru bakıyorum.
Evet Bay Winckelmann diyorum, doğrulup yatağın kenarına
otururken.
Derse gitmiyor musun sen? diyor.
Evet, tabii , ama bugün gitmedim. Her gün derse gidemem ki ,
gözlerim buna dayanamıyor.
Demek ki bundanmış, diyor.
Evet, böyle .
Ve derse gitmediğin zamanlar yatakta yatıp, pipo içiyorsun ..
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Hm, hm, diyor.
Belli bir arzunuz mu var Bay Winckelmann?
Evet gayet belli bir arzum var. Helene'yle konuşmadınız mı bu­
gün?

32
Bay Winckelmann bugün Helene'yle konuşup konuşmadığımı
soruyor, ne cevap vereceğim bu soruya? Seninle konuştuğumu söy­
leyebilir miyim? Bunun üzerine sana vurur belki , yapar mı dersin?
Ama amcan seninle konuştuğumu biliyor, senin odamdan çıktığını
gördü , yani bizim konuştuğumuzu biliyor, bu bir sır değil ki artık
yani benimle konuşmuş olman, odama gelmiş olman, her şeyi bili­
yor. Çünkü amcan seni benim odamdan çıkarken gördü . Bir şeyler
söylemeliyim, amcan orada durmuş bana bakıyor ve ben hiçbir şey
söylemiyorum.
Evet konuştunuz mu Bay Hertervig? diye soruyor.
Niçin soruyorsunuz Bay Winckelmann?
Bunun garip bir soru olduğunu mu düşünüyorsun? On beş on
altı yaşlarında bir kız ! Genç bir kızın senin gibi bir adamla evde yal­
nız kalması ! Tuhaf bir soru mu bu sence?
Başımı iki yana sallıyorum. Bay Winckelmann çok tuhaf konu-
şuyor, çok ciddi yani .
Evet, cevap ver bana diyor Bay Winckelmann.
Az önce Helene'nin bağırdığını duydum, diyorum.
Demek Bay Hertervig duydu . Peki bu ne demek oluyor sorabilir
miyim? Bay Hertervig Helene'nin bağırmasından hoşlanmıyor mu?
Bay Hertervig Helene'nin bu bağırışlarından hoşlanmıyor mu? Ama
şimdi Bay Hertervig Genç Bayan Helene'yle bugün konuşup, konuş­
madığını söylesin bana bakalım.
Hm, evet, diyorum.
Demek hm, evet dedin . . . Helene'nin babasının ani ölümünün
ardından, yeğenimin , annesinin ve bu ailenin sorumluluğunu üst­
lenmiş olan benim , genç bir erkeğin yaptıkları karşısında seyirci
kalacağımı mı zannediyor Bay Hertervig? Bu kadarına aklın erer
herhalde
Ama biz Helene'yle sevgiliyiz.
Bay Winckelmann gözlerini kocaman açarak bana bakıyor zira
ben çok çılgın bir şey söylemiş oluyorum, bunun üzerine Bay Winc­
kelmann kapıyı kapatıp odanın ortasına doğru yürüyor. Pencerenin

33
önüne gidiyor, Bay Winckelmann'ın sırtı bana dönük orada , tam da
Helene'nin durmuş olduğu yerde durduğunu görüyorum. Sonra Bay
Winckelmann geri dönüp , kapıya doğru yürüyor, birden vazgeçip
yine pencereye gidiyor. Ben üzerimde mor kadife takım elbisemle
yatağın kenarında oturuyor ve Bay Winckelmann'ın vaziyet zan­
nettiğimden de kötüymüş dediğini duyuyorum, Bay Winckelmann
pencerenin önünde durmuş başını iki yana sallıyor.
Hayır, hayır, diyor Bay Winckelmann.
Ben yatağın kenarında oturuyor ve Bay Winckelmann'a bakıyo­
rum . Ona Helene'yle sevgili olduğumuzu söyledim, söylememeliy­
dim belki ama Helene'yle sevgiliyiz biz, bunu söylemek durumun­
daydım çünkü biz iki sevgiliyiz, başka bir şey nasıl derim , biz sevgi­
liyiz , buna göre Bay Winckelmann'a sevgili olduğumuzu söylemek
durumundayım.
Peki sevgilinle ne yaptın? diye soruyor Bay Winckelmann.
Bay Winckelmann odanın iç tarafına doğru yürüyor ve tam kar­
şımda duruyor, Bay Winckelmann tam karşımda durmuş, bana ba­
kıyor. Önce yüzüne bakıyor sonra gözlerimi yere indiriyorum.
Ne yaptın? diye soruyor Bay Winckelmann.
Bay Winckelmann'ın siyah ayakkabılarına bakıyorum.
Cevap ver bana , ne yaptın? Cevap yok demek? Helene'yle sevgili
olduğunuz ne anlama geliyor?
Bay Winckelmann elini omzuma koyuyor, omzumu kavrayıp
sarsıyor, Bay Winckelmann omzumdan tutup sarsıyor beni , gözle­
rimi kaldırıyor ve kara gözlerine bakıyorum, bana , yüzüme tepeden
kapkara bakan gözlerine .
Cevap ver!
Önüme bakıyorum.
Cevap ver! Cevap ver!
Bay Winckelmann'ın cevap ver diye bağırdığını duyuyorum, sa­
nırım bir şey söylemem gerek çünkü Bay Winckelmann o ağır eli
omzumda, tepemde dikiliyor ve cevap ver diye böğürüyor neredey­
se , yani cevap vermem, bir şeyler söylemem gerek.

34
Hiçbir şey, diyorum.
Ama buna rağmen genç Bayan Winckelmann'la sevgilisiniz . Bu
ne anlama geliyor?
Hiçbir şey, diyorum.
Hiçbir şey, hiçbir şey, diyor Bay Winckelmann.
Bay Winckelmann'ın sesinin titrediğini duyuyorum, sonra daha
da sıkı kavrıyor omzumu , canım acımıyor ama Bay Winckelmann
bayağı sıkı kavrıyor omzumu .
Hiçbir şey, hiçbir şey, diyor Bay Winckelmann.
Bay Winckelmann orada duruyor, eli omzumu sıkıyor. Benim
gözlerim yerde , Bay Winckelmann'ın eli titriyor. Bay Winckelmann
orada duruyor, titreyen eliyle omzumu sıkı sıkı kavrıyor. Benim
gözlerim yerde, Bay Winckelmann'ın parlak siyah ayakkabıları­
na bakıyorum. Derken Bay Winckelmann beni sarsmaya başlıyor,
korkmuyorum! Hem de hiç korkmuyorum! Bay Winckelmann beni
istediği kadar sarssın, asla korkmam ben! Heri geri sarsıyor beni Bay
Winckelmann, bense şimdiye dek hiç olmadığım kadar sakinim.
Bay Winckelmann'a bakıyorum. Bay Winckelmann beni sarsmayı
bırakıyor. Bay Winckelmann durmuş bana bakıyor.
Ona ne yaptın, cevap ver bana? diyor Bay Winckelmann.
Başımı kaldırıyor ve Bay Winckelmann'ın kara gözlerinin içine
bakıyorum. Bay Winckelmann diğer kolunu da kaldırıp öbür om­
zuma koyuyor, Bay Winckelmann'ın iki kolunun da omuzlarımda
olduğunu görüyorum, bense şimdiye dek hiç olmadığım kadar sa­
kinim, sonra eline bakıyorum, omzumu sıkı sıkıya kavrayan kara ,
şişko ele bakıyorum,
çünkü Bay Wi nckelmann ayakta duruyor ve iki eliyle beni
omuzlarımdan kavrıyor, bense şimdiye dek hiç olmadığım kadar
sakinim. Bay Winckelmann'a bakıyorum. Korkmam gerekirdi ama
oldukça sakinim. Hiç korkmuyorum. Bay Winckelmann'ın kara
gözlerine bakıyorum. Sonra yere bakıyorum. Ve sen sevgili Hele­
ne'm çünkü seni seviyorum, sevgili Helene'm! Neler oluyor sevgili
Helene'm? Bay Winckelrİıann omuzlarımı sıkıyor. Başımı kaldırıyor,

35
Bay Winckelmann'ın kara gözlerine bakıyorum. Siyah sakalını , açıl­
mış ağzını görüyorum. Sakinim, şimdiye dek hiç olmadığım kadar
sakinim hatta.
Korkmuyorum, diyorum.
Bay Winckelmann beni bir kez daha sarsıyor.
Evet, Helene'yle biz sevgiliyiz, diyorum.
Bay Winckelmann ellerini omzumdan çekiyor.
Buradan gideceksin, diyor.
Gidecek miyim?
Evet, elbette .
Taşınmak mı?
Evet, evet.
Ama ben zaten . . .
Konuşacak bir şey yok. Buradan gideceksin. Evet şimdi . Derhal .
Bay Winckelmann'ın buradan derhal gideceksin, dediğini du-
yuyorum. Bu eve daha yeni taşınmışken burayı terk etmemi nasıl
isteyebilir? Helene'yle sevgiliyiz biz! Üstelik bu odayı Bay Winckel­
mann'dan kiralamadım ben. Burada oturup Bay Winckelmann'ın
burayı terk edeceksin demesini dinlememeliyim . Burayı terk et di­
yemez o bana ! Bu odayı Bay Winckelmann'dan kiralamadım ben.
Buradan gideceksin.
Bay Winckelmann'ın pencereye doğru yürüdüğünü , sonra du­
rup bana doğru döndüğünü görüyorum. Bir şey söylemem imkan­
sız , burada böylece oturmam gerekiyor, acaba pipomu mu yaksam?
Ya da oturup Bay Winckelmann'ın buradan gideceksin , burada daha
fazla kalamazsın , sana kiralık oda yok demesini mi dinleyeceğim?
Buradan gideceksin, bugün.
Bay Winckelmann bana bakıyor.
Ne dediğimi duydun , çok ciddiyim bu konuda , taşınacaksın. Bu­
gün buradan gideceksin.
Yatağın kenarında oturuyor ve buradan taşınacaksın diyen Bay
Winckelmann'ı dinliyorum, taşınmaktan başka çarem yok, ama ta­
şınacağım bir yer de yok, her şeye rağmen taşınmam gerekiyor.

36
Evet, tamam, diyorum.
lyi o zaman, diyor Bay Winckelmann.
Buradan taşınacağım, tamam işte , diyorum.
Bay Winckelmann'ın yürüyüp kapıya doğru gittiğini görüyorum,
yürürken bir yandan da iyi , iyi diyor. Bay Winckelmann'ın kapıya
gelince durduğunu , dönüp bana baktığını görüyorum.
Bu gece saat sekize kadar Bay Hertervig, burayı terk edeceksiniz ,
diyor.
Bay Winckelmann'ın kapıyı açtığını, dönüp bana baktığını gö­
rüyorum.
Evet, ayrıca ödediğiniz kirayı da geri alacaksınız . Hak geçmesin.
Bay Winckelmann iç cebinden siyah bir cüzdan çıkarıyor ve açı­
yor. Banknot destesinin arasından bir adet çekip aldığını görüyo­
rum .
İşte , diyor.
Bay Winckelmann komodinin üzerine tütün tabakamın yanına
bir banknot bırakıyor.
Biraz fazla oldu ama zarar yok, diyor. Ve yani bu gece saat sekiz-
den önce burayı
terk etmiş olacaksınız.
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Bay Winckelmann'ın kapıdan çıktığını ve kapıyı kapattığını gö­
rüyorum. Bay Winckelmann'a buradan taşınacağımı söyledim, bu
gece olmadan taşınacağım, dedim ve Bay Winckelmann ödediğim
kirayı bana geri verdi . Koridordaki ayak seslerini işitiyorum. Ama
ben taşınamam ki? Nerede oturacağım? Sevgili Helene'mle nerede
buluşacağım? Zira Helene evden dışarı hemen hemen hiç çıkmıyor.
Komodinin üzerinde bir banknot görüyor ve alıp ceket cebime ko­
yuyorum. Tekrar yatağa yatıyorum. Bir kapının açılıp kapandığını
işitiyorum. Az önce Bay Winckelmann odamdaydı ve bana Bay Her­
tervig diye hitap etti , bu gece saat sekize kadar burayı terk edecek­
siniz, dedi . Taşınmam gerekiyor. Ve taşınabileceğim bir yer yok. Ve
Helene , çok sevgili Helene'm benimle birlikte taşınamaz ki, bu evde

37
yaşıyor o. Benim sevgili Helene'min evi burası . Ama ben de taşına­
mam çünkü_taşınabileceğim bir yer yok. Taşınmak için bir nedenim
de yok zaten, yanlış bir şey mi yaptım ben? Yalnızca burada, odam­
daydım ben , kiraladığım odada. Ama Bay Winckelmann taşınmam
gerektiğini söyledi . Ben Helene'nin bağırdığını duydum, hayır yani ,
Helene bağırdı mı? Helene niçin bağırdı? Bay Winckelmann ona bir
şeyler yaptı da bu yüzden mi? Helene'nin bağırdığını çünkü Bay
Winckelmann'ın ona bir şeyler yaptığını biliyorum. Fakat Helene
Bay Winckelmann'ın kendisine bir şeyler yapmasını arzu etmiyor
mu? Sırf bu nedenle bu evi tek etmek zorunda değil miyim? Ben
Bay Winckelmann'la Helene evde baş başa kalsınlar diye buradan
taşınmak zorunda değil miyim? Yatakta böyle yatmaya devam ede­
mem . Atölyeye gitmeliyim zira Hans Gude beni bekler. Bugün Hans
Gude , herhangi biri değil Hans Gude'nin ta kendisi yaptığım resme
bakacak. Gitmesem olmaz. Ama çok sakinim. Niçin bu kadar sa­
kin olduğumu bilmiyorum. Bir şeyler yapmalıyım. Böyle yatamam .
Çünkü kalacak bir yerim yok artık. Ya Helene , bundan böyle onu
nasıl görebileceğim? Randevulaşmamız gerekecek, ama şimdi kalkıp
gidemem onun yanına değil mi? Gidip buluşalım seninle diyebi­
lir miyim? Yapamam bunu , böyle bir şeyi kimse yapamaz, en azın­
dan ben şimdi yapamam bunu , şimdi yani amcası kanepede onunla
yan yanayken , elleriyle onun göğüslerini tutarken yapamam, hayır!
Böyle olmaz! Böyle düşünme ! Böyle düşünmemeliyim. Gude şimdi
benim yaptığım resmin önünde duruyordur, duruyor ve bekliyor­
dur, birilerine beni görüp görmediklerini ve ne zaman geleceğimi
soruyordur, belki de benim Gude'nin bugün atölyeye gelip yaptığım
resme bakacağını bilip bilmediğimi soruyordur. Hatta Gude çoktan
benim resmime bakmış ve benim yeteneksiz olduğum kanısına var­
mıştır, iyi resim yapamadığım kanısına varmıştır Hans Gude , şimdi
Gude muhtemelen diğer öğrencilerle birlikte atölyede duruyordur,
iyi resim yapamayan ressamlar onun çevresini almıştır ve Hans Gude
diğer öğrencilere resmimi pek beğenmediğini , başarısız olduğumu
söylüyordur. Ve ben bizzat Hans Gude'yi öylece bekletemem değil

38
mi? Atölyeye gitmeli, Hans Gude'nin resmim hakkında söyleyecek­
lerini dinlemeliyim. Bir şeyler yapmalıyım. Kendime kalabileceğim
bir yer bulmalıyım. Bir şeyler yapmalıyım. Helene'nin bağırmasını
duyuyorum, hayır, hayır diye bağırıyor. Yatakta böyle yatamam. Bir
şeyler yapmalıyım. Gitmeliyim. Eşyalarımı toplamalıyım. Ama so­
kak kapısının anahtarı bende , hala burada yaşıyorum ben. Şimdilik
dışarı çıkmalı , amcası gittikten sonra eve dönmeliyim. Doğrulup ,
yatağın kenarına oturuyorum. Sevgili Helene'm. Senden ayrılmak
zorundayım. Elimden başka bir şey gelmiyor. Sen de benim gitmemi
istiyorsun, amcanla beraber olmayı istiyorsun. Benim bu evde yaşa­
mamı istemiyorsun. Benim uzaklaşmamı istiyorsun. Ama sen benim
odama geldin. Odamın kapısına geldiğinde kapıyı çalanın sen ol­
duğunu biliyordum. Senin güzel bir şeyler söylemek ve bana saçla­
rını göstermek üzere gelmediğini biliyordum. Odama geldin çünkü
yolunda gitmeyen bir şey vardı. Bunu hissettim. Kapıya doğru bak­
tım. Girin, diye seslendim. Ve kapının ağzında seni gördüm. Senin
odama girdiğini gördüm. Az önce odama geldin sen. Önce kapıyı çal­
dın, sonra içeri girdin . Senin gelip sandalyeye oturduğunu gördüm .
Senin sandalyeye oturup, gözlerini yere indirdiğini gördüm. Ben de
şimdiki gibi yatağın kenarında oturuyordum, ama senin yüzüne ba­
kamazdım değil mi? Sana doğru yürüse miydim? Neyin var senin?
Sormak istiyorum neyin var senin? Benimle konuşmak istediğin bir
şey mi var? Ne var ki sana bir şey söyleyemezdim. Sana baktım, sen
de bana baktın. Sonra önüme baktım. Bir şey mi var diye sana sor­
malıydım, ama soramazdım. Bir terslik mi var, diye sordum. Sense
öylece oturdun ve karşıya baktın. Bana bir şey mi söyleyeceksin diye
sordum. Senin evet anlamında başını salladığını gördüm. Sen öylece
oturdun ve karşıya baktın. Öylece oturdun. Ben gitmeliyim artık,
burada oturamam çünkü amcan Bay Winckelmann odama geldi ve
artık bu evde kalamayacağımı , taşınmam gerektiğini, kendime ka­
lacak başka bir yer bulmamı söyledi. Sen benimle birlikte buradan
taşınamazsın. Sen odama geldin, kapımı çaldın, buradan taşınmalı­
sın demek için odama geldin. Sen de benim taşınmamı istiyorsun.

39
Senin sandalyede oturup, hiçbir şey söylemediğini gördüm. Sana ne
olup bittiğini soramazdım, isteseydin kendin söylerdin. Sana yal­
nızca söyle dedim. Ve sen evet anlamında başını salladın. Amcam,
dedin sen. Gerisini getirmedin. Amcam, diye yeniden söze başladın .
Amcan. Başka da bir şey söylemedin. Babamın öldüğünü biliyor­
sun, dedin ve amcam, dedin. Burada daha fazla oturamam, gitmek
zorundayım çünkü ve evin sokak kapısının anahtarı hala bende ,
onu teslim etmemeliyim, Bay Winckelmann bende sokak kapısının
anahtarı olduğunu hatırlamadan önce ayrılmalıyım evden. Yataktan
kalkmalıyım. Gitmeliyim. Ama Hans Gude'yle karşılaşmak istemi­
yorum. Onun resmim hakkında ne düşündüğünü bilmek istemiyo­
rum. Başka bir yere gitmeliyim. Gidebileceğim başka bir yer olmalı .
Bütün insanların gidebileceği bir yer olmalı . Dışarı çıkmalıyım. Gü­
nün bu saatlerinde hava ılıktır. Sokaklarda gezinmeliyim. Aslında
Malkasten'e gidebilirim . Evet Malkasten'e girebilirim çünkü param
var benim. Evet, evet. Malkasten'e gidebilirim, diğer bütün ressamlar
oraya gidiyorlar ama benim hiç gitmişliğim yok Malkasten'e . Diğer
bütün ressamlar hep Malkasten'den söz ediyorlar, iyi resim yapama­
yan ressamlar Malkasten'de toplanıyorlar, Malkasten'de buluşalım
bu akşam diyorlar ve ben henüz Malkasten'e adımımı bile atmadım.
Malkasten çok kalabalıkmış diyorlar, iyi resim yapamayan ressam­
larla doluymuş. Ama Malkasten'e akşamları gidiliyor daha ziyade .
Şimdi kalabalık olmayabilir, param da var benim, ceket cebimde
bir banknot var. Dışarı çıkabilir, Malkasten'e gidebilirim. Zira şim­
diye dek hiç gitmedim Malkasten'e . Gitmeliyim oraya, Malkasten'e .
Birkaç saat oturabilirim orada, birkaç saat bekler sonra seni görmek
için buraya gelirim, o zaman amcan gitmiş olur değil mi? Buluşuruz
o zaman. Benimle buluşmayı istiyorsun değil mi? O zaman saçlarını
görürüm yine . Yataktan kalkıp koridora doğru yürüyorum. Oda­
mın kapısını kapatıyorum. Koridordan sessizce ve çabucak geçme­
liyim ki Bay Winckelmann beni duymasın ve bende sokak kapısı­
nın anahtarının olduğunu hatırlamasın. Acele etmeliyim. Koridorda
kapıya doğru yürüyorum, Bay Winckelmann'ın bu tarafa geldiğini

40
işitiyorum, koşup uzaklaşmalıyım ondan , Bay Winckelmann'dan,
şişko Bay Winckelmann'dan daha hızlı koşabilirim herhalde . Çünkü
Bay Winckelmann iri ve şişman oysa ben ufak tefek ve zayıfım . Bay
Winckelmann iri ve şişman . Ben Bay Winckelmann'a yakalanmadan
kaçabilirim. İri ve şişman olan Bay Winckelmann'dan kaçabilirim.
Ama seni bırakıp gitmemeliydim değil mi? Çünkü Bay Winckel­
mann'la baş başasınız şimdi , seninle ne isterse yapabilir, her türlü
şey yapabilir seninle ve biliyorum ki Bay Winckelmann seninle her
türlü şeyi yapacak. Bay Winckelmann'ın neler yapacağını biliyorum.
Bay Winckelmann göğüslerine dokunacak senin, Bay Winckelmann
seninle bir şeyler yapacak. Engel olmak gelmiyor elimden. Bay Win­
ckelmann'ı öldürmeliyim. Kapıyı açıyor, çıkıyorum. Kapıyı kapatı­
yorum. Koridorda ayak sesleri mi işitiyorum? Bay Winckelmann'ın
adımlan mı? Bay Winckelmann'ın yaklaşmakta olduğunu mu du­
yuyorum? İri ve şişman Bay Winckelmann . Birkaç basamak aşağı
iniyorum. Ayak seslerini duyuyorum değil mi? Kapıya yaklaşan ayak
sesleri değil mi bunlar? Adımlan işitiyorum değil mi? Bunlar senin
adımların mı , sen mi geliyorsun? Yoksa gden Bay Winckelmann mı ,
anahtarı istemeye mi geliyor? İri ve şişman Bay Winckelmann. Mer­
divende duruyor ve sırtımı duvara dayıyorum, kapı açılıyor, kapıda
duran Bay Winckelmann'ın Hertervig diye seslendiğini duyuyor ve
basamaklardan aşağı inmeye başlıyorum.
Hertervig diye sesleniyor yeniden.
Bay Winckelmann arkamdan sesleniyor ben basamaklardan
inerken.
Ne zaman gelip eşyalarını alacaksın? diye sesleniyor Bay Winc­
kelmann.
Bay Winckelmann'ın arkamdan seslendiğini duyuyorum, ne za­
man gelip eşyalarımı alacağımı soruyor, buna cevap veremem ki ,
basamakları inmeye devam ediyorum. Bay Winckelmann anahtarı
sormuyor bile , sadece ne zaman gelip eşyalarımı alacağımı soruyor
Bay Winckelmann. Ama ben eşyalarımı almayacağını. Buradan ta­
şınmayacağım. Kiraladığım odada kalmaya devam edeceğim. Arka-

41
ma bakmamalıyım, o kara gözlere , siyah sakalına, kocaman açılmış
ağzına bakmayacağım. Basamakları inmeye devam ediyorum. Ve
sen, sevgili Helene'm, kapımı çaldın, odama geldin. Senin güzel bir
şeyler söylemek üzere gelmediğini biliyordum. Biliyordum bunu .
Sandalyeye
oturdun. Ama bugün tüm güzelliğinle pencerenin önünde du­
rup bana saçlarını göstermeyecektin. Biliyordum bunu . Yatağın ke­
narında oturup, sana baktım. Bana amcanla , siyah giysiler içindeki ,
kara gözlü , siyah sakallı Bay Winckelmann'la ilgili bir şeyler söyle­
mek üzere geldiğini biliyordum. Neydi amcanla ilgili olarak bana
söyleyeceğin şey? Amcanla ilgili bir durum mu var, diye sormuştum.
Sen sandalyede öylece oturdun ve karşıya baktın . Basamaklardan
iniyorum. Sokak kapısını açıyor ve dışarı çıkıyorum. Bay Winckel­
mann pencerenin önünde olmasa, pencerede durup dışarı eğilmese ,
bana seslenmese bari . Kimse durmasın şimdi pencerenin önünde ,
Tanıdık hiç kimseyle karşılaşmayayım. Hans Gude ile karşılaşma­
yayım çünkü o benim yaptığım resmi gördü, bu konudaki düşün­
celerini , resmin neresinin iyi neresinin kötü olduğunu söyleyecek.
Hans Gude ile karşılaşmayayım. Malkasten'e gitmeliyim. Daha önce
hiç Malkasten'e gitmemiştim, bugün gideceğim oraya. Malkasten'de
birkaç saat geçirmeli sonra jagerhofstrasse'ye sevgili Helene'me git­
meliyim. O sırada amcan evde olmamalı. Amcan evde olmayacak
o zaman değil mi? Belki annen de olmayacak evde . Yalnızca ikimiz
olacağız orada. Sokağa çıkıyorum. Sokak boyunca yürümeye başlı­
yorum. Amcanla ilgili olay nedir? Sana amcanla ilgili olay nedir diye
sormalıyım. Amcan sürekli sizin evde; öğleden sonraları , akşamları,
annenin evde olmadığı zamanlar hep sizin eve geliyor Bay Winckel­
mann. Niçin Bay Winckelmann sizin eve bu kadar sık geliyor. Bay
Winckelmann odamın kapısını çaldı ve dedi ki ben, yani onun de­
yişiyle Bay Hertervig buradan taşınmak zorunda, zira bundan böyle
kiraladığım bu odada kalmam mümkün olmayacakmış, taşınmalıy­
mışım, hem de bugün, akşam saat sekizden önce evi terk etmeliymi­
şim , böyle dedi Bay Winckelmann. Sonra odadan çıktı Bay Winckel-

42
mann. Ama ben taşınmak istemiyorum . Senin yakınında yaşamak
istiyorum ben, sevgili Helene'm. Sen de benim yakınımda olmak
istiyorsun değil mi? Bunu istediğini biliyorum. Çünkü sen ve ben
Helene , biz sevgiliyiz değil mi? Sokak boyunca yürüyorum. Ve sen
Helene , sevgili Helene'm. Bugün odama geldin, sandalyeye oturdun
ve hiç konuşmadın . Senin amcanla ilgili bir şeyler söylemek üzere
geldiğini biliyordum. Neydi amcanla ilgili olarak bana söyleyeceğin
şey? Bunu sana sormalıyım, amcanla ilgili olay nedir diye sormalı­
yım, niçin amcanla ilgili bir şeyler söyleyeceksin bana? Sandalyeye
oturdun ve karşıya baktın. Sana neler oluyor söyle bana dedim. Ve
sen de amcanın benim bu evden taşınmamı istediğini söyledin. Yü­
züne baktım. Buradan taşınmalı mıyım? Nereye gidebilirim ki? Bu­
radan taşınmalı mıyım? O zaman sevgili Helene'mle nasıl bir araya
geleceğim? Ayrıca niçin taşınmak zorundayım? Bay Winckelmann
onun olmanı mı arzu ediyor? Sana baktım, sen sandalyede oturuyor,
önüne bakıyordun. Sana niçin buradan taşınmak zorunda olduğu­
mu sordum. Annem ve amcam dün bu konuyu konuştular, dedin ,
amcam senin evden gitmeni istedi, dedin, annem de onunla aynı
fikirdeydi, dedin . Sokakta yürüyorum, Malkasten'e gideceğim. Bu­
gün param var ve Malkasten'e gideceğim . Hayatımda ilk kez Malkas­
ten'e gideceğim. Bütün ressamlar, her ne kadar iyi resim yapamayan
ressamlar da olsalar Malkasten'e gidiyorlar ama ben hiç gitmedim
Malkasten'e . Şimdi Malkasten'e gidiyorum. Bugün param var ve
Malkasten'e gideceğim. Ve amcan o şişko Bay Winckelmann benim
evi terk etmemi istedi . Evden taşınmak zorundayırıışım. Şimdi Mal­
kasten'e gidiyorum. Kalacak başka bir yer bulmalıyım kendime . Ve
seni bir daha asla göremeyeceğim, seni asla göremeyeceğim bir daha
sevgili Helene'm. Ama sen beni görmek istiyorsun değil mi? Sen
ve ben sevgiliyiz değil mi? Çünkü biz sevgiliyiz dedik birbirimize .
Ve sen bana saçlarını gösterdin. Ve sen odama geldin , sandalyeye
oturdun . Ve önüne baktın. Yüzüne bakınca anladım ki amcan seni
kendine saklamak istiyor, o yüzden beni evde istemiyor. Ve sana so­
ramazdım, niçin amcan seni kendine saklamak istiyor diyemezdim.

43
Amcanın karşısına çıplak çıktın mı hiç? Birlikte bir şeyler yaptınız
mı? Bizim yapmadığımız şeyler, seninle yapmayı aklımın ucundan
geçiremeyeceğim şeyler yaptınız mı? Yahut da amcan, o yağ tulumu
adam seninle bir şeyler yaptı mı? Amcanın o kıllı şişko elleriyle seni
okşadığını düşünüyorum. Ve sevgili Helele'm senin de amcanın bu
yaptığı şeylerden hoşlanabileceğini düşünüyorum. Yoksa amcan is­
tememene rağmen seninle bir şeyler mi yaptı? Ve de sen buna ses
çıkarmadın? Amcan iri yarı ve tehlikeli biri olduğu için mi onu en­
gelleyemedin? Ellerime bakıyorum, titriyorlar. Senin de ellerin tit­
riyor muydu? Belki sen de benim buradan taşınmamı istiyorsun?
Ben yakınınızda olmazsam amcanla her şeyi yapabilesin diye belki?
Amcanla baş başa kalabilmek için belki? Bunu mu istiyordun? Am­
can o şişko elini bacaklarının arasında gezdirsin diye mi? Önüme ,
yere bakıyorum. Sokak boyunca yürüyorum Malkasten'e doğru . Bu­
gün Hans Gude'nin benim resmim hakkındaki düşüncelerine ku­
lak verecektim ama onun yerine Malkasten'e gidiyorum. Ben, Lars
Hertervig, Norveç resim sanatının en yetenekli genç temsilcilerin­
den biri olan ben -evet öyleyim! bunu biliyorum!- hayatımda ilk
kez Malkasten'e gidiyorum. Sevgili Helene'm beni bekliyor. Kısa bir
zaman sonra sevgili Helene'min evine döneceğim. Beni incitmek is­
temezsin değil mi? Biz iki sevgiliyiz çünkü . Peki ama niçin amcan
benim evden taşınmamı istiyor? Niçin o odada kiracı olarak kalma­
ya devam edemiyorum? Sana bu soruyu sormalıyım ama sormam
gerekmeden sen bana anlatmalıydın değil mi? Çünkü biz sevgiliyiz,
değil mi? Niçin taşınmam gerektiğini sen bana söylemelisin. Benim
taşınmam gerektiği konusunda amcanla aynı görüşte misin , bunu
bana söylemelisin. Niçin sadece amcanla bir arada olmak istiyorsun?
O senin ölmüş babanla aynı yaşta değil mi? Ve de amcan her gün
geliyor sizin eve , bazı günler annen de oluyor ama çoğu zaman sen
yalnızsın. Niçin benimle değil de amcanla bir arada olmak istiyor­
sun? Sokak boyunca yürüyor ve senin sandalyeye oturmuş önüne
bakan halini görüyorum . Niçin benim evden taşınmamı istiyorsun?
Cevap ver Helene . Niçin bana geldin ve amcanın Bayan Winckel-

44
mann'dan yani annenden kiraladığım odayı tek etmemi istediğini
söyledin? Niçin? Bana niçin taşınmam gerektiğini söyleyebilmelisin.
Taşınman gerekiyor diyemezsin sadece . Sana doğru bakıyorum.
Seni görüyorum sandalyede oturmuş, önüne bakıyorsun. Sen amca­
nı benden çok seviyorsun. Öyle mi? Çok mu hoşuna gidiyor o, yani
amcan? Gözlerini yerden kaldırıyor bana bakıyorsun. İri iri açılmış
gözlerinle bana bakıyorsun. Niçin amcanla ilişkin var? Amcanla
ilişkide olmaktan hoşlanıyorsun . Oturduğun yerden bana öylece
bakıyorsun. Sana soruyorum niçin benim evden taşınmamı istiyor­
sun? Ellerime bakıyorum, titriyorlar. Titreme durmuyor. Amcanın
taşınmam gerektiğini söylediğini , annenin de onunla aynı fikirde
olduğunu söylüyorsun bana. Sana bakıyorum, ayağa kalkıyorsun.
ilkin sandalyenin önünde durup sonra yürüdüğünü görüyorum. Ve
soruyorum, niçin buradan taşınmamı istiyorsun? Niçin amcanla be­
raber olmayı tercih ediyorsun? Ben ne hata yaptım? Ve soruyorum,
amcan sık sık seninle bir şeyler mi yapıyor? Kahretsin, niçin benim
evden taşınmamı istiyorsun? Kahretsin, niçin amcanla böyle şeyler
yapıyorsun? Uzun bir zamandır mı bunu yapıyorsun? Küçük bir kız
olduğun günlerden beri mi? Kahretsin, neler yapıyorsun sen? Tam
karşımda durduğunu görüyorum. Ben oturmuş ellerime bakıyorum,
titriyorlar. Gözlerimi ellerime dikmişim. Onun seni okşamasından
hoşlanıyor musun? Ondan sana dokunmasını istiyor musun? Baban
yaşında olmasına rağmen yani? Ellerime bakıyorum, titriyorlar. Ba­
şımı kaldırıp sana bakıyorum. Gözlerin simsiyah. Sokak boyunca
yürüyor ve gözleri :ıi görüyorum. Sokak boyunca yürüyorum, seni
görmem lazım. Senin yanına gitmeliyim. Sana gelmeliyim. Malkas­
ten'e gidiyorum. Birkaç saat, amcan evden gidene dek Malkasten'de
oturacak, sonra senin yanına geleceğim. Sana gelmeliyim. Seni gö­
rüyorum, siyah gözlerinle orada duruyorsun, sonra kapıyı açıp ko­
ridora çıkıyorsun.
Sokak boyunca yürüyorum, seni görmem lazım. Kaybolma sen.
Seni kaybetmemeliyim. Sokak boyunca yürüyorum. Malkasten'e çok
yaklaştım. Bugün ilk kez Malkasten'e gidiyorum. Orada birileriyle

45
karşılaşmazsam her şey yolunda gidecek demektir. İyi resim yapa­
mayan ressamlarla karşılaşmamalıyım. Malkasten bomboş olsun, hiç
kimse bulunmasın orada istiyorum, ilk kez Malkasten'e gidiyorum
ve ben kapıdan girdiğimde içerde kimse olmasın istiyorum. Bugün
ilk kez Malkasten'e gidiyorum. Ama belki de açık değildir? Daha
önce hiç gitmemiştim şimdi ilk kez gidiyorum Malkasten'e . Sokak
boyunca yürüyorum. Bir sonraki köşeyi dönünce Malkasten'in ka­
pısını göreceğim. Malkasten'e gidiyorum. Birkaç saat Malkasten'de
kalacak, sonra senin yanına geleceğim benim sevgili Helene'm.
Köşeyi dönüyorum. İyi resim yapamayan ressamlarla karşılaşma­
malıyım, şimdi kimse beni görmemeli. Köşeyi dönüyor ve kapının
üzerinde Malkasten yazan tabelayı görüyorum. Malkasten'in içinde
ışıkların yandığını görüyorum. Demek ki içeri girebilirim. Çünkü
param var benim. Ben daha önce Malkasten'e hiç gitmedim, diğer
bütün iyi resim yapamayan ressamlar her gece oraya, Malkasten'e
giderler, Malkasten'de buluşuruz derler ama ben Malkasten'e hiç
gitmedim. Kimseyle karşılaşmamam gerek. Malkasten'e gidiyorum.
Malkasten'in ışıkları yanıyor. Şimdi ben de Malkasten'e gidiyorum,
çünkü param var benim. Kapının önündeyim. Şimdi ben yani Lars
Hertervig, şapkalara benzer adacıkları olan bir koydan gelen Lars
Hattarvag Malkasten'e , diğer bütün iyi resim yapamayan ressamların
gittiği yere gidiyorum. Lars Hertervig ilk kez Malkasten'e gidiyor.
Kapıyı açıyorum. Yumuşak bir ışık yüzüme vuruyor. Ve tütün koku­
su . Geri dönmeyeceğim, içeri gireceğim, ben de Malkasten'in kapı­
sından içeri gireceğim çünkü başımı sokacak başka yerim yok, işte o
yüzden Malkasten'e gitmek zorundayım . Kapıyı açıp içeri giriyorum.
Malkasten'e girmek ve burada bir süre kalmak zorundayım, burada
birkaç saat geçirmeli ve sonra sana gelmeliyim, o zamana kadar am­
can evden gitmiş olur. Buradan sonra jagerhofstrasse'ye gitmeliyim.
Şimdi başımı kaldırıp içinde bulunduğum mekana bakmalıyım. İyi
resim yapamayan ressamlardan hiçbiri burada bulunmasa keşke .
Kapı ağzında duruyorum. Malkasten'in içindeyim şimdi. İyi resim
yapamayan ve hep Malkasten'den söz eden ressamlardan birini, Al-

46
fred'i görüyorum, yuvarlak bir masada oturmuş gazete sayfalarını
karıştırıyor. Alfred'le karşılaşmamalıydım. Alfred beni görmemeli .
Ama şimdi Malkasten'deyim ve Alfred de burada. Alfred'in oturmuş,
bir gazetenin sayfalarına bakmakta olduğunu görüyorum, başını kal­
dırmıyor. Az bir zaman sonra sana geleceğim sevgili Helene'm. Öyle
değil mi , sana geleceğim? Sen de beni bekliyor olacaksın değil mi?
Alfred'in başının üzerinden mekanın iç kısımlarına doğru bakıyo­
rum, boş görünüyor, Alfred olmasa Malkasten'de tek başıma otu­
rabilirdim. Bugün ilk kez Malkasten'e geliyorum ben, param var ve
burada yalnız olmak istiyorum. Henüz erken olduğundan insanlar
henüz gelmemişler Malkasten'e . Ve Alfred orada oturuyor işte . Alf­
red'le birlikte oturmak istemiyorum. Yalnız kalmak istiyorum. Çün­
kü Alfred iyi resim yapamıyor, iyi resim yapamayan ressamlardan
biri o. Ben onunla konuşmak istemiyorum. Tek başıma bir masaya
oturabilirim, param var çünkü , cebimde bir banknot var, Bay Win­
ckelmann bana bir banknot verdi ve ev kirasının fazladan ödediğim
kısmı olduğunu söyledi . Şimdi Malkasten'deyim ve kendime içecek
bir şey söyleyebilirim. Parasını ödeyebilirim. Ama Alfred'in yanın­
dan geçmem gerek. Bir masaya tek başıma oturmalıyım. Tek başıma
oturmak istiyorum. Öyle değil mi Helene , tek başıma oturmalıyım?
Mekanın iç kısımlarına doğru yürüyorum, Alfred'in oturduğu yu­
varlak masanın yanından geçiyorum, o başını okuduğu gazeteden
kaldırmıyor. Mekanın iç kısımlarına doğru yürüyorum Alfred beni
görmemeli, hatta benimle konuşmamalı bile . Mekanın iç kısımlarına
doğru yürüyorum. Çok yakında senin yanına geleceğim sevgili He­
lene'm. Mekanın i Ç kısımlarına doğru yürüyorum. Alfred benim var­
lığımın farkında değil. Şimdi Malkasten'deyim, hayatımda ilk kez.
Genç Norveç resim sanatının en büyük yeteneğiyim ben ve şimdi ilk
kez sanatçıların Düsseldorfta toplandığı mekan olan Malkasten'de­
yim. Ben herhangi bir değilim . Ben Lars Hertervig'im. İyi resim ya­
pıyorum. Gerçekten iyi resim yapıyorum. Malkasten'de kendime bir
masa bulmak üzere mekanın iç kısımlarına doğru yürüyorum, orada
tek başıma oturacağım. Param var, hesabı ödeyebilirim.

47
A, bu Hattarvagenli değil mi?
Tabii ki Alfred'in böyle seslenmesi lazım. Alfred sesleniyor, ses­
leniyor. Fakat ben cevap vermeyeceğim. Malkasten'in iç kısımlarına
doğru yürüyorum çünkü şimdi Malkasten'deyim ve cebimde para
var. Alfred bana istemediğim bir şeyi yaptıramaz.
Hey Hattarvagenli!
Alfred tekrar sesleniyor fakat ben ona cevap vermeyeceğim.
Mekanın iç kısımlarına doğru yürüyorum.
Gelip buraya otursana !
Alfred sesleniyor, diyor ki ben Hattarvagenli gelip yuvarlak ma­
saya , onun yanına oturmalıymışım. Ama ben Alfred'in yanına otur­
mak istemiyorum çünkü Alfred iyi resim yapamıyor, o iyi resim ya­
pamayan bir ressam ben de onun yanında oturmak istemiyorum.
Şimdi benim param var, sevgilim var, çok sevgili Helene'm var ve
de Alfred'in yanında oturmak istemiyorum. Mekanın iç kısımlarına
doğru yürüyorum. Şimdi benim param var, iyi resim yapıyorum ve
canım ne isterse onu yaparım.
Hertervig!
Alfred yeniden sesleniyor. Bağırtısı kesilmiyor bir türlü . Niçin
bana arkana dön ve Alfred'e bir şeyler söyle diyorsun Helene? Niçin
bana Alfred'in yanına oturmamı söylüyorsun? Alfred'in yanına, yu­
varlak masaya oturmak istemiyorum ki ben. Rahat bırakılmak isti­
yorum. Alfred'in yanına oturmalısın diyorsun. Ben Alfred'in yanına
oturmak istemiyorum. Durup arkama dönüyor ve Alfred'e bakıyo­
rum.
Gelip buraya otursana ! diyor Alfred.
Ve sen Helene gidip Alfred'in yanına oturmalısın diyorsun bana.
Yuvarlak masaya doğru yürüyor ve Alfred'in yanına oturuyorum.
Hattarvagenli pek erkenci bugün, diyor Alfred. Hiç de fena sayıl­
maz. Ne dedi bugün Gude sana? Beğenmedi mi resmini?
. Gude mi? diyorum.
Evet, o bugün senin resmine bakmayacak mıydı?
Alfred'in yüzüne , sonra da önüme bakıyorum.

48
Atölyeye gitmedin yani?
Gitmedim.
Cesaret edemedin değil mi?
Yok öyle değil , ama.
Ben de gitmedim oraya , diyor Alfred.
Alfred gazeteyi masaya , önüne bırakıyor. Alfred bana bakıyor.
Öyle mi? diyorum.
Uyudum ve buraya geldim, diyor Alfred.
Sonra Alfred bira bardağını alıp havaya kaldırıyor.
Ehh , diyorum.
Eh kendin bilirsin, diyor. Benimki ikinci , şimdiden.
Alfred'in bardaktan bir yudum bira aldığını görüyorum, sonra
bardağı masaya bırakıyor.
İçmek lazım, diyor.
Öyle , öyle tabii , diyorum.
Gude'nin yanına gitmeye cesaret edemedin yani, diyor.
Ehem, diyorum hem evet hem hayır.
Tabii bunu anlayabilirim, ben de cesaret edemedim. Aslında ce­
saret ederdim de ona gösterecek resmim yoktu . Böyle yani . . .
Sadece başımı sallayarak onaylıyorum.
Son zamanlarda pek bir resim çalışmam olmadı . Hemen hemen
hiç resim yapmadım, diyor.
Hıı.
Ben, evet yapmadım, diyor Alfred.
Alfred yeniden bira bardağını havaya kaldırıyor, bir yudum daha
alıp bardağı masaya bırakıyor.
İyi gitmiyor, hayır diyor. Peki ya sen Hattarvag? İyi gidiyor mu
senin işler?
Şikayet edemem.
Alfred bana bakıyor, ben oturmuş önüme bakıyorum. İçecek
bir şey almam gerek, ama param yok, o kadar az param var ki ve
de var olan paramı da başkaları veriyor bana, hayır hayır bir şey
içemem, elimdeki azıcık parayı içkiye yatıramam. Çünkü elimde-

49
ki paraları bana başkaları veriyor. Bana para gönderiyorlar. Benim
param yok ama Hans Gabriel Buchholdt Sundt'ün parası var. Ben­
dekiler onun parası, o nedenle de içkiye yatıramam. Sevgili Hele­
ne'm niçin benden Alfred'in masasına oturmamı istedin? Ben tek
başıma oturacaktım . Aslında seninle beraber olmak istiyorum ama
sen amcanın yanındasın. Benimle beraber olmalıydın çünkü biz iki
sevgiliyiz , değil mi? Burada oturamam. Eve gitmem gerek. Bir an
önce jagerhofstrasse'deki eve gitmeliyim, sevgili Helene'm beni ora­
da bekliyor. Piyanosunun başında oturuyor ve parmakları dünyanın
en güzel müziğini yapıyor. Malkasten'e şöyle bir uğramıştım. Burada
oturmaya niyetim yok. Burada oturmaya niyetim yok, hayır. Derhal
gitmeliyim. Çünkü Helene'nin amcası Winckelmann eve geldi ve
kızı rahat bırakmıyor. Sevgili Helene'm. Amcası onunla bir şeyler
yapıyor. Amcan seninle bir şeyler yapıyor mu Helene? Amcan be­
nim evden taşınmam gerektiğini söyledi. Burada daha fazla otura­
mam. Niçin Malkasten'e geldiğimi bilmiyorum zira ben hiç burada
bulunmamış sadece Malkasten'den çok bahsedildiğini duymuştum,
herhalde onun için geldim buraya. Daha fazla oturamam. Gitmem
gerek. Sevgili Helene'mi amcasıyla baş başa bırakamam. Niçin Mal­
kasten'e geldiğimi bilmiyorum. Alfred karşımda oturmuş yüzüme
bakıyor. Alfred'e bakmamalıyım. Dönüyor ve mekanın iç kısımla­
rına çeviriyorum bakışlarımı . Siyah ve beyaz bezler beliriyor. Siyah
ve beyaz bezlerin bana doğru hareket ettiklerini görüyorum. Yine
benden yana geliyor siyah ve beyaz bez parçaları. Siyah ve beyaz
bezlere bakıyorum. Ben siyah ve beyaz bezlere bakarken masada
birlikte oturduğum adam ne var diye sorduğunu işitiyorum. Niçin
böyle dik dik bakıyorsun? diyor adam, siyah ve beyaz bezler bana
doğru hareket ediyor. Ayağa kalkmalıyım. Buradan gitmek zorun­
dayım. Helene ! Beni işitiyor musun7 Bana bir şeyler söylemeyecek
misin? Niçin benden Alfred'in oturduğu masaya oturmamı istedin?
Ben oraya oturmak istemiyordum ki. Ama şimdi sana geliyorum.
Şimdi benden tarafa geliyorlar, siyah ve beyaz bezler içinde geli­
yorlar, bana doğru geliyorlar. Bezler çok yakınıma geliyor. Sürekli

50
etrafımda dönüyorlar, siyah ve beyaz bezler içinde sürekli etrafımda
dönüyorlar, herkes onların bu bezlere bürünemeyeceklerini biliyor
ama yine de büründükleri bu siyah ve beyaz bezlerle etrafımda ha­
reket halindeler, insanmışçasına etrafımda dönüyorlar, bakan her­
kesin görebileceği gibi bunlar insan değil, hayvan da değil, çünkü
ne konuşabiliyor ne de kükreyebiliyorlar, sadece bakıyorlar, sürekli
bana bakıyorlar, etrafımda dönüyorlar, ta dibime kadar gelip sonra
uzaklaşıyorlar, çok da uzaklaşmıyorlar, bir kol boyu kadar uzaktalar
sadece , hareket ediyorlar, şimdi yine çok yakınımdalar. Onlara bir
şeyler söylemek de fayda etmiyor. Geldikleri zaman onlarla konuş­
maktan başka seçeneğim de yok zaten.
Uzaklaşın benden, diyorum. Beni daha fazla taciz etmeyin.
Öteki adam yanımda oturuyor Malkasten'de , iyi resim yapa­
mayan ressam yani , benimle aynı masada oturuyor ve bana bakıp
gülmeye başlıyor. Yanımda oturan adamın kahkaha attığını görüyo­
rum. Gülmesin o.
Kiminle konuşuyorsun? diye soruyor yanımda oturan adam.
Fakat o iyi resim yapamıyor. Eh, o zaman gülsün bakalım.
Sen iyi resim yapamıyorsun, diyorum.
Ama ben iyi resim yapıyorum. Ben Lars Hertervig'im ve iyi resim
yapıyorum. Fakat yanımda oturan adam iyi resim yapamıyor. Kendi
iyi resim yapamadığı için bana iyi resim yapamıyorsun diyor. Bezler
yine etrafımda dönüyor, ta dibime kadar gelip sonra uzaklaşıyor.
Etrafımda dönen bez parçaları üzerime yapışıyor. Garson kızın elin­
de bira bardakları ve sert içki içeren şişelerle geldiğini görüyorum ,
siyah elbisesi v e beyaz önlüğüyle masadan masaya gidiyor, minik
kadehlere sert içki dolduruyor, bira bardaklarını ve minik kadehle­
ri masaya bırakıyor, siyah ve beyaz bezlerin etrafımda dolaşmasına
sebep olan şey bu garson kız, zira bana gülümsedi ve göz kırptı , bu
mekanda söz sahibi olan o, siyah ve beyaz bezlerin üzerime yapış­
masına , beni rahat bırakmamasına, üzerime yapışmasına sebep olan
o, siyah ve beyaz bez parçaları üzerime yapışıyor, etrafımda dönü­
yor, ta dibime kadar gelip sonra uzaklaşıyor.

51
Defolun gidin buradan, diyorum.
Bezler böylesine yapışmasın üzerime . Bezler rahat bıraksın beni.
Şimdi defolun gidin buradan, diyorum.
Kiminle konuşuyorsun? diye soruyor yanımda oturan adam.
Ama siyah ve beyaz bezler etrafımda dönerek bana yapışmaya
devam ediyor. Garson kız üzerindeki siyah elbise ve beyaz önlü­
ğüyle masanın yanında duruyor ve yanımda oturan adama , ismi Al­
fred olan ve çok istemesine rağmen iyi resim yapamayan adama bir
bira bardağı uzatıyor. Adam bir süredir masada yanımda oturmakta.
Ama o iyi resim yapamıyor. İsmi Alfred ve iyi resim yapamıyor. O
da siyah ve beyazlar içinde ve sürekli konuşuyor ama sadece garson
kızla konuşuyor benimle değil, bir şey söylediğimde yanımda otu­
ran adam yüzüme bakıyor. Yanımda oturan adam yüzüme bakıyor
da bakıyor. Artık gitmeliyim buradan. Burada daha fazla kalamam.
Zira yanımda oturan adam böylesine bakıyor yüzüme .
Artık gitmeliyim buradan.
Eh müsaade senin, diyor yanımda oturan adam.
Ne kötüsün, diyorum. Onlar bana ne kötü davranıyorlar.
Biz sana kötü davranmıyoruz, diyor adam.
Yok öyle değil , onlar bana kötü davranıyorlar, diyorum.
Garson kız masamıza geliyor, karşımızda masanın öteki tarafın­
da duruyor, kız siyah ve beyazlar içinde , kızın üzerindeki siyahlar
ve beyazlar bana doğru yaklaşıyor, sonra uzaklaşıyor, sürekli hare­
ket halinde kızın siyah ve beyazları, sürekli hareket ediyor siyah ve
beyazlar bir yaklaşıyor bir uzaklaşıyorlar.
Elbette kimse sana kötü davranmıyor, nasıl böyle bir şey söyler­
sin ki , diyor garson kız.
Kız orada, göğüsleriyle öyle durmuş bana bakıyor, bana kötü
davranıyorlar dedim, garson kıza söylemiş olmalıyım bunu .
A tabii ki hayır, diyor garson kız .
Yok, yok bana kötü davranıyorlar, diyorum.
Ne yapıyorlar ki sana? diyor kız .
Garson kız orada durmuş göğüsleriyle , bana gülümsüyor.

52
Etrafımda dans ediyorlar, ta dibime kadar gelip , sonra uzaklaşı­
yorlar, öyle yapıyorlar işte , diyorum.
Dans ederek senin yanına kadar mı geliyoruz biz? diye soruyor.
Garson kızın göğüsleriyle orada durmuş bana gülümsediğini gö­
rüyorum, sonra yanımda oturan adama, ismi Alfred olan ve iyi resim
yapamayan adama göz kırpıyor. Garson kız göz kırpıyor, kırpıyor, ·

göz kapakları ne kadar da yavaş iniyor, ne kadar da yavaş kalkı­


yor, söylediği sözler uzuyor da uzuyor, uzadıkça uzuyor, siyah ve
beyaz bez parçaları bedenimi sarıyor, sımsıkı yapışıyor, bezler bir
yaklaşıyor bir uzaklaşıyor, bana yapışıyor, benden uzaklaşıyor, bir
yanımdalar, bir uzağımdalar, ama sadece bir kol boyu kadar uzak­
talar, bezler hareket ediyor, yine yakınımdalar, sonra uzaklaşıyor­
lar benden , ben l;ıöyle oturmaya devam edemem, bu siyah ve beyaz
bezlerin ortasında, bir şeyler yapmalı, kalkmalı bir şeyler söylemeli ,
siyah ve beyaz bez parçalarını kovmalı, bana böyle yapışıp kala­
mazlar, böyle olamaz, şimdi bir şeyler konuşuyorlar, fısıldaşıyorlar,
garson kız yanımda oturan adamın arkasında duruyor ve kulağına
eğiliyor, bir şeyler fısıldıyor adam gülümsüyor ve tavanda bir şeyler
ararmışçasına gözlerini yukarıya kaldırıyor, yanımda oturan adam
tavanda bir şeyler arıyor, oturmuş yukarı bakıyor, sonra sırıtıyor
ve evet anlamında başını sallıyor, garson kız çekiliyor, adam kıza
bakıyor, karşılıklı baş sallıyorlar, orada başlarını sallayıp duruyorlar,
sadece baş sallıyorlar, adam ressamım diyor ama kötü bir ressam, iyi
resim yapamıyor, yalnızca iyi resim yapabildiğine inandırıyor ken­
dini ancak herkes � iliyor ki bu adam resim yapıyor çünkü iyi resim
yapabilmeyi arzu ediyor, çünkü garson kızın iyi resim yapan birini
beğeneceğine inandırıyor kendini , işte bu yüzden iyi resim yapabil­
meyi arzu ediyor ne var ki garson kız yalnızca gerçekten iyi resim
yapan birini beğenir, bunun gibileri değil, zira o iyi resim yapamıyor
ama ben iyi resim yapıyorum, herkes biliyor bunu , bizzat Gude de
biliyor, ismi Alfred olup iyi resim yapamayan sadece Malkasten'de
oturup bira ve sert içki içen adam hariç herkes biliyor, çünkü ben iyi
resim yapıyorum ve ben de şimdi bira ve sert içki içebilirim, param

53
varsa bira ve sert içki içebilirim yoksa kahve içerim, ismi Alfred olup
iyi resim yapamayan adam isterse gülsün ve garson kızın kulağına
bir şeyler fısıldasın, yapabildiği tek şey bu , o, sürekli hareket halin­
de olan siyah ve beyaz bezler zaten ama iyi resim yapmak işte onu
beceremiyor. Onun ismi Alfred ve o kötü bir ressam. Fakat garson
kızın kulağına bir şeyler fısıldamayı beceriyor. Alfred orada durmuş
garson kızın kulağına bir şeyler fısıldıyor. Alfred'le garson kız birbir­
lerine sarılıyorlar. Şimdi garson kız Alfred'in kucağında. Garson kız
Alfred'in kucağına oturmuş kolunu boynuna dolamış. Alfred'in kolu
da kızın sırtında. Birazdan garson kız kalkacak, barın arkasına ge­
çecek ve bir bardak bira daha getirecek, evet öyle yapacak, sonunda
Alfred'in kucağından kalkıp , geriye doğru mekanın iç taraflarına gi­
decek. Bizim masanın arkasındaki bir masaya gidecek, arkamızdaki
masada başka bir adamın kucağına oturacak, kolunu onun boynuna
dolayacak ve adamın kirli yanaklarını okşayacak. Kirli yanaklarım
okşayacak adamın. Garson kız yüzünü adamın boynuna yaslıyor,
gözlerini kaldırıp yüzüne bakıyor, adamı boynundan öpüyor son­
ra bizim tarafa doğru geliyor ve bana gülümsüyor, gülümsüyor ve
başıyla hafifçe selam veriyor bana, dosdoğru bana doğru geliyor,
şimdi daracık elbisesi bedenini sıkı sıkı sarıyor, beyaz önlüğü beline
bağlamış, şimdi beyaz önlük kenarlarından azıcık havalanıyor, gar­
son kız yürüdükçe önlüğün kenarları hafiften hareketleniyor, sanki
rüzgarla kımıldarmış gibi, rüzgar kımıldatırmış gibi, beyaz önlük
kızın hareketlerine bağlı olarak kımıldıyor, kız yürüdükçe hafiften
hafiften, garson kız dosdoğru bana doğru geliyor, hafiften ve gülüm­
seyerek, evet kız gülümseyerek bana doğru geliyor. Bana doğru . Kız
çabuk yürüyor ama hareketleri yavaştan. Yanımda oturan ve ismi
Alfred olan adam orada oturmuş , önüne bakıyor. Kız bana doğru
geliyor. Gülümseyerek geliyor. Yanımda oturan adama bakıyorum.
Orada oturmuş, önüne bakıyor, ağzı kapalı ama sırıtıyor. Oturmuş ,
sırıtıyor, kucağında garson kız. Garson kız bana doğru geliyor, gü­
lümseyerek bana doğru yürüyor ve yanımda oturan adamın kucağı­
na oturuyor, ben böyle resim yapamam, böylesine bakamam çünkü

54
garson kız bana doğru gülümseyerek geliyor, gülümseyerek yürü­
yor, garson kız bana doğru geliyor ve garson kız yanımda oturan
adamın kucağına oturuyor ve onu yanağından öpüyor. Yanağından
öpüyor garson kız onu . Garson kız tam karşımda duruyor, uzaklaş­
sın buradan, siyah ve beyazlar içindeki kız.
Bir içecek daha ister misin Lars? diye soruyor garson kız .
Kız tam karşımda duruyor ve daha başka içecek ister misin diye
soruyor sanki şimdiye dek bir şey içmişim gibi, ama ben burada
sadece oturuyorum, belki de saatlerdir ve de hiçbir şey içmedim.
Bir içecek daha istemiyor musun Lars? diye soruyor garson kız .
Garson kız bana gülümsüyor. Niçin bana ismimle hitap ediyor?
Niçin Lars diyor? İsmimin Lars olduğunu bilmesi mümkün mü? İs­
mimin Lars Hattarvag olduğunu nasıl biliyor?
Bir bardak bira olsun mu Lars? diyor. Ya da bir kadeh sert bir
içki , ne dersin Lars?
Garson kız üzerinde siyah elbise ve beyaz önlükle karşımda du­
ruyor, masanın öbür yanında duruyor ve içki ister misin diye so­
ruyor bana . Ama çok az param var benim. Ona bunu söyleyemem,
bana bu kadar güzel gülümseyen göğüslü kıza söyleyemem. Çünkü
garson kız çok güzel gülümsüyor bana.
Bir bardak bira belki , diyorum.
Bir bardak bira getiriyorum Lars Hertervig, diyor.
Yanımda oturan adama bakıyorum, şimdi yürüyen garson kız
onun kucağında oturuyor, adam koluyla kızın sırtına sanlmış, gar­
son kız da kollarını onun boynuna dolamış . Garson kız kucağında
oturuyor. Şimdi ga �son kız bara doğru yürüyor. .Elimi gözlerime gö­
türüyor ve ovuşturuyorum . Gözlerimi açıp kapatıyorum. Yeniden
açıyorum gözümü . Siyah ve beyaz bezlerin etrafımda hareket ettiği­
ni görüyorum, garson kızın bu bezleri hareket ettirdiğini biliyorum,
siyah ve beyaz bezler üzerinde söz sahibi olan o, bez parçalarını sert
devinimlerle , yavaş devinimlerle harekete geçiren o, siyah ve be­
yaz bezler bana yaklaşıyor, üzerime yapışıyor, sonra bezler benden
uzaklaşıp kayboluyor, üzerime yapışıyor ve benden uzaklaşıyor,

55
bana yapışıyor, etrafımda dalgalanıyor, yapışıyor, dalgalanıyor, beni
siyah ve beyazın içine çekmek istiyorlar, iyi resim yaptığım için beni
kendilerine çekmek istiyor, diğerleri iyi resim yapamadığı için beni
rahat bırakmak istemiyorlar. Onlar iyi resim yapamıyor.
Sen iyi resim yapamıyorsun, diyorum.
Ben iyi resim yapamıyor muyum? diye soruyor yanımda oturan
adam
Yapamıyorsun, diyorum.
Ben iyi resim yapıyorum, diyorum. Tidemann iyi resim yapıyor.
Sen iyi resim yapamıyorsun ama senin iyi resim yapan dostların
var o yüzden bir tablon satıldı , bunu demek istiyorsun herhalde ,
diyor.
lki tablom, diyorum.
Eh iki tablo o halde , diyor.
Ben iyi resim yapıyorum, diyorum.
Sen öyle zannet. Sen iyi resim yapamıyorsun ama her nedense
Gude senin yaptığın bir resmi sattı .
Ben iyi resim yapıyorum, diyorum.
Hı evet, Tidemann'dan daha iyisin, Gude'den de . . . O halde niçin
Gude'den ders almaya geldin, diyor. Stavanger'de ya da her neresiy­
se memleketin orada kalsaydın ya.
Ben iyi resim yapıyorum, diyorum.
Memleketine dönsen daha iyi olur, diyor.
Ben iyi resim yapıyorum, siyah ve beyaz bez parçaları istedikleri
kadar hareket etsinler, ben görüyorum onları . Bu nedenle de daha
fazla hareket etmeleri gerekmiyor çünkü onları gördüm ve ben iyi
resim yapıyorum, ama asla böyle resim yapmayacağım, siyah ve be­
yaz bezlerin hareket ettiği gibi resim yapmayacağım, bez parçaları
istedikleri gibi hareket etsin ama yüzüme doğru gelmesinler, gelme­
sinler çünkü yüzüm bana lazım, kimse yüzümü rahatsız edemez be­
nim, bu yüzden pipomu yakmalıyım şimdi , böyle hareket etmesin­
ler, siyahlı ve beyazlı , gözümün önünde , ta burnumun dibinde , bir
yanımdalar, bir uzağımdalar ama bir kol boyu mesafeden daha ya-

56
kınıma yaklaşmıyorlar, bezler beni rahat bıraksın artık, en azından
yüzümü rahat bıraksınlar, pipom orada masanın üzerinde duruyor,
tütün tabakam da pipomun yanında, tütün tabakamın üzerinde
kibrit kutusu , şimdi ben dumana boğacak ve uzaklaştıracağım bana
yapışan şu siyah ve beyaz bez parçalarını, onları dumana boğacak
ve uzaklaştıracağım, pipomu elime alacak ve tütün dolduracağım,
onları dumana boğacak ve uzaklaştıracağım. Pipoma uzanıyorum,
yanımda oturan adam pipomu kapıveriyor.
Pipomu ver bana , diyorum.
Ne piposu? diyor.
Pipomu aldın, diyorum.
Bu benim pipom, diyor.
Hayır sen şimdi benim pipomu aldın, diyorum.
Yanımda oturan adamın pipomu alıp ceket cebine koyduğunu
görüyorum. Ayağa kalkıp, yanına gidiyor ve elimi omzuna koyu­
yorum.
Pipomu aldın, diyorum.
Bu benim kendi pipom, alıp , cebime koyduğum bu pipoyu ken­
di paramla satın aldım ben, diyor.
Hayır o benim pipomdu , pipomu geri ver, diyorum.
Yanımda oturan ve az önce pipomu alan adamın yüzüne bakı­
yorum, başını hayır anlamında sallıyor. Elimi omzundan çekmeden
yüzüne bakıyorum.
O beni pipom. Aldım, sen elini atmadan kurtardım onu , diyor.
Niçin böyle yalazı söylüyorsun? diyorum.
Pipomu aldın diyorsun bana, utanmaz herif. Niçin böylesin sen?
diyor.
Niçin mi böyleyim?
Evet, niçin yalan söylüyorsun?
Yalan söylemiyorum.
Yok söylüyorsun, senin piponu aldığımı söylüyorsun oysa ben
kendi pipomu aldım.
O beni pipom, diyorum.

57
Senin pipon, senin pipon, diyor.
Pipomu ver bana .
Kendi piponu içsene sen, diyor.
Elimi omzunda çekiyorum, o benim pipomu almıştı, ben de geri
alacağım şimdi, benim pipomu aldı, ben pipomu geri alacağım, eli­
mi ceketinin cebine sokuyorum, bileğimi yakalıyor. Bileğimi sımsıkı
tutmuş, bırakmıyor.
Pipomu geri alacağım, diyorum.
Rahat bırak, diyor.
Öbür elimi kullanarak elini çözmesini sağlamaya çalışıyorum
ama o boşta kalan eliyle diğer bileğimi de yakalıyor.
Hadi pes et artık, diyor.
Sen pes edeceksin, diyorum.
O benim pipom, diyor.
Yakacağım ver pipomu bana , diyorum.
Bu şekilde durmaya devam edecek miyiz? diyor.
Pipomu alana dek bu şekilde durmaya devam edeceğim, diyo­
rum.
Asla pipomu sana vermem, diyor.
Ellerimi kurtarmaya çalışıyorum ama bileklerimden sıkı sıkıya
yakalamış, bileklerimi sıkıyor, bırakmıyor, yan yana duruyoruz,
adam bileklerimi sıkıyor, yan yana duruyoruz , Malkasten'deyiz,
muhtemelen epey insan var Malkasten'de , kapıya yakın yuvarlak bir
masanın kenarında yan yana duruyoruz, etrafımızda insanlar var,
neredeyse bütün masalarda insanlar oturuyor ve bana bakıyor, her
tarafta bana doğru bakan gözler var, siyah ve beyaz bezler yaklaşıyor
bana , müthiş bir hızla siyah ve beyaz bezler bana doğru geliyor, evet
geliyor bezler şimdi , siyah ve beyaz bez parçalan etrafımda hareket
ediyor, bunumun dibine kadar geliyor, sonra birden uzaklaşıyorlar,
süratle, benden ve bakan bütün gözlerden uzağa , siyah ve beyaz
bezler geliyor, herkes oturmuş bana bakıyor, gözlerini dikmişler,
çünkü bütün masalarda, önümüzdeki arkamızdaki bütün masalar­
da insanlar oturuyor ve gözlerini bize dikmişler, şimdi hepsi siyah

58
ve beyazlar içinde bana doğru geliyor, bezler bedenime yapışıyor
çünkü şimdi bize doğru geliyorlar, bez parçaları bana doğru , içime
doğru hareket ediyor, bezler bana doğru hareket ediyor, bezler bana
doğru geliyor. İnsanlar oturmuş bana bakıyorlar ve gözlerinden çı­
kan siyah ve beyaz bez parçaları bana doğru geliyor, bez parçaları
başımı örtüyor, şimdi bezler başımı örtüyor, hiçbir şey göremiyo­
rum artık, soluk alamıyorum, ellerim yanımda oturan adamın ce­
ketinin cebinde, ismi Alfred olan ve iyi resim yapamayan adamın ,
pipomun onun cebinde olduğunu dokunarak hissediyorum, ama
ellerimi onun cebine sokmuş bir şekilde duramam burada, ellerimi
onun cebine sokmuş bir şekilde duramam mümkün değil ama adam
bileklerimi kavramış, bırakmıyor, bu esnada siyah ve beyaz bez par­
çaları başımdan aşağı sarkıyor, bezler ağzımı kapatıyor, bezler te­
pemde , bezler bana doğru geliyor, soluk alamıyorum, sadece kısacık
bir nefes, o da siyah ve beyaz bez parçaları biraz uzaklaşınca, bezler
masalarda oturan ve bana bakan insanlardan geliyor bana doğru ,
bu insanların gözlerinden çıkıp geliyor havada hareket halinde olan
şeyler, beni yakalamak isteyen bu hareketler, beni yakalıyorlar, et­
rafımı kaplıyorlar, beni yakalamak istiyorlar, olay bu, çünkü ben
Malkasten'deyim ve masalarda insanlar oturmuş, gözlerini bana çe­
virmişler, gözleri beni yakalamak istiyor, ellerim yanımda oturan
adamın cebinde , pipomu tutuyorum, pipom adamın cebinde çün­
kü , ben güçlüyüm, ellerimi kurtarmaya çalışırken o bileklerimi daha
fazla sıkıyor, ama ben güçlüyüm, güçlüyüm ben, güç kullanabilirim
fakat o zaman da pipo zarar görecek. Adamın yüzüne bakmalıyım.
Yüzüne bakıyorum :
Sen iyi resim yapamıyorsun , diyorum.
Böyle duracak mısın? diyor.
Sen çok kötü bir ressamsın, sen ve ötekiler, diyorum.
Gude de mi?
Hayır anlamında başımı sallıyorum.
Ya Tidemann? diyor.
Sen iyi resim yapamıyorsun, diyorum.

59
Yapamıyorum demek, diyor.
Ve bileklerimi daha da sıkıyor, canım acıyor, ama canım acıyor
diyemem ve pipomu geri almam gerek. Ben güçlüyüm ve pipomu
geri alacağım.
Pipomu istiyorum, diyorum.
Hadi pes et artık, diyor.
Önce sen iyi resim yapmayı öğren, diyorum.
Siyah ve beyaz bez parçalarının kaybolduğunu fark ediyorum,
bedenime yapışmıyorlar artık, masalarında oturuyorlar, bütün bez­
ler masalarında oturuyorlar ama bütün gözler oturmuş bana bakıyor.
Herde, mekanın daha iç kısımlarındaki bir masada garson kız durmuş
bana bakıyor, sert içkiyi kadehe boşaltıyor, bir şeyler söylüyor ve gü­
lümsüyor. Garson kız şimdi masada yanımda oturan adamın, iyi re­
sim yapamayan, ismi Alfred olan ve pipomu alan adamın kucağında
değil çünkü garson kız başka bir adamın kadehine içki koyuyor şim­
di, o da bir ressam, Norveçli bir ressam, sanırım Bodom o, evet evet
onunla konuşmuştum ben, o biraz iyi resim yapıyor ama benim kadar
iyi resim yapamıyor, yani garson kızın içki servisi yaptığı adam iyi re­
sim yapabilen bir ressam, iyi resim yapamayan bir ressama yapmıyor
içki servisini. Derken garson kız dönüyor. Bize bakıyor. Garson kız
bizden tarafa geliyor. Bana gülümsüyor. Garson kız yanıma geliyor
ve kolunu omzuma doluyor, boyu benden uzunca, orada durmuş ve
şöyle başını eğerek bana bakıyor. Garson kız bana gülümsüyor.
Ne oluyor Lars? diyor garson kız .
Bir şeyler söylememeliyim, böyle durmalıyım, bir şey söyleyemem.
Niçin böyle duruyorsun Lars? diyor kız .
Bir şey söyleyemem, yanımda oturan adam Alfred, onun ismi
Alfred evet, pipomu çaldı diyemem, garson kız onun tarafını tutacak
ve pipomu çalmadığını söyleyecek çünkü garson kız yerime otur­
mamı isteyecek, bırak Alfred rahatça piposunu tüttürsün diyecek, o
zaman yerime oturmam lazım çünkü o Malkasten'de garson, gidip
mekanın sahibini getirir, yapabilir bunu , mekanın sahibi de beni
dışarı atar, o zaman gitmem gerekir, benim pipom da hiç iyi resim

60
yapamayan Alfred'in cebinde kalır, kısacası bir şey söylememeliyim
ben şimdi . Garson kıza bakıyorum, başını eğmiş duruyor ve ismi
Alfred olan ve iyi resim yapamayan adama bakıyor.
Ne yapıyorsunuz siz böyle? diyor garson kız.
Benim piposunu çaldığımı söylüyor, diyor Alfred.
Alfred'in gözünü kapattığını görüyorum, göz kapağı büyümeye
başlıyor birden, irice deri parçası gibi, gözünün en kenanndaki uzun
kıllar benden tarafa uzanıyor, yavaş yavaş aşağı iniyor, sonra hareket­
siz kalıyor ve sonra deri parçası yukan doğru çıkıyor, o deri parçası­
nın gerisinde bir şeylerle dolu , kan ve pislikle dolu bir sıntış, sonra
kara bir şey derken kayboluyor deri parçası ve orada garson kız duru­
yor ve göz kırpıyor, orada duruyor ve yanımdaki adama göz kırpıyor.
Yerine otur Lars, diyor garson kız. Böyle ayakta duramazsın.
Garson kız bana doğru baktı ve oturmam gerektiğini söyledi ama
oturamam ki , Alfred isimli adam ellerimi sıkı sıkı tutuyor. Derken
Alfred bir elimi serbest bırakıyor, onun bileğine yapışmış olan elimi ,
kendime doğru çektiğim elimde onun parmaklarının bıraktığı kır­
mızı beyaz izleri görüyorum ancak onun cebine soktuğum ve pipo­
mu kavramış olduğum elimi serbest bırakmıyor.
Pipomu almam lazım, diyorum.
Alfred'in yüzüne bakıyorum, o da garson kıza bakıyor ve hayır an-
lamında başını sallıyor. Alfred garson kıza bakıyor ve pis pis sıntıyor.
Piposunu çaldığımı söylüyor, diyor Alfred.
Alfred garson kıza bakıyor ve hayır anlamında başını sallıyor.
Böyle şeyler söylememelisin Lars , diyor kız ve bana bakıyor.
Ama elimi yakal� dı, bırakmıyor, diyorum.
Yanımda oturan ve ismi Alfred olan adam gülmeye başlıyor, gar­
son kız da gülmeye başlıyor ve Alfred elimi serbest bırakıyor, ken­
dime doğru çektiğim elimde onun parmaklannın bıraktığı kırmızı
beyaz izleri görüyorum. Az önce oturmakta olduğum yere oturuyo­
rum, pipomu çalan adamın yanına. Garson kız bana bakıyor ve gü­
lümsüyor, çok güzel gülümsüyor bana. Dönüp Alfred'e bakıyorum.
Sen iyi resim yapamıyorsun diyorum.

61
Bunu daha önce de söyledin , diyor.
Ne diyorsun? diyor garson kız .
Benim pipomu aldı , diyorum.
Garson kız bana bakıyor sonra yanımda oturan adama bakıyor,
ben de yanımda oturan adama bakıyorum.
Piposunu aldınsa geri ver hemen, diyor.
Yanımda oturan adam garson kıza bakıyor, gülümsüyor ve hayır
anlamında başını sallıyor. Alfred isimli adam oturmuş, garson kıza
gülümsüyor. Yüzüne bakıyorum.
Sen iyi resim yapamıyorsun diyorum.
Benim onunla konuştuğumu duymuyor bile , garson kıza gülüm­
semekle meşgul.
Pipomu ver bana , diyorum.
Yeniden garson kıza bakıyorum. Siyah elbise ve beyaz önlüğü
içinde durmuş bana bakıyor.
Niçin onun iyi resim yapamadığını söylüyorsun? diyor garson kız.
Çünkü yapamıyor, diyorum, şimdiye dek tek bir tablo bile sa­
tamadı .
Buna rağmen iyi resim yapıyor olabilir, diyor kız.
Bu adam Norveç'teki sanat derneklerine iki tablo sattı o yüzden
ortalıkta dolaşıp sadece kendisinin iyi resim yaptığına inanıyor, di­
yor Alfred.
Önüme bakıyorum, belki de iyi resim yapamıyorumdur? Yok
ama ben iyi resim yapabiliyorum, niye çünkü iyi resim yapabili­
yorum, elbette iyi resim yapabiliyorum, çünkü görebiliyorum, her
şeyi görüyorum, başkalarının göremediği şeyleri de görüyorum, o
nedenle iyi resim yapabiliyorum. Ben iyi resim yapabiliyorum.
Sen iyi resim yapamıyorsun , diyorum.
Hadi pes et artık, diyor Alfred.
Sen kötü bir ressamsın. Ressam olmak istiyorsun ama iyi resim
yapamıyorsun .
Bu arada, diyor garson kız bana .
Evet, diyorum.

62
Bu arada paran var mı? Ismarladığın birayı sana vermeden önce
bunu sormam gerekiyor.
Pipomu çalan adam gülmeye başlıyor. İyi resim yapamayan adam
masada öne eğilmiş kahkahalar atıyor, ne var ki kahkahaları normal
bir kahkahanın olması gerektiği kadar, normal bir kahkahadan daha
kuvvetli değil, sonra gülmeyi kesiyor ve elini cebime sokuyor.
Paran yok mu? diyor. Paran olması gerek zira bu akşam bana
bira ısmarlamaya söz vermiştin.
Ve tekrar gülmeye başlıyor. Garson kıza bakıyor ve başımı hayır
anlamında sallıyorum.
Para durumum fena, diyorum.
Bir biraya yetecek kadar da mı yok? diyor garson kız .
Ceketimin iç cebinden cüzdanımı çıkarıyor, açıyorum, cüzdan
boş.
Bugün yok diyorum. Bugün param yok. Ama yakında gelecek.
Hayırseverlerden gelecek, diyor Alfred .
Önüme bakıyorum, annemden, babamdan ya da sülalemden de­
ğil de hayırseverlerden para aldığımı söylemese olmazdı , param ha­
yırseverlerden geliyor evet. Annemin babamın parası yok ki . Alfred
benim değersiz bir aileden geldiğimi bu nedenle benim de değersiz
olduğumu belirtmek istiyor ve böyle söylüyor Alfred kıza.
Sülalen pek varlıklı değil sanki , diyor Alfred.
Tüm sülale Kvekar cemaatinden diyorum.
Yine gülmeye başlıyor, ismi Alfred olan ve iyi resim yapamayan
adam öne eğiliyor ve gülüyor.
Tüm sülale Kvekar cemaatinden, Kvekkarar2 yani diyor Alfred.

2 Kveker/Kvekar cemaatin ismiyken Alfred burada bir "k" harfi ekleyerek "kvekk"
yapıyor ve bir kelime oyunu başlatıyor:
Bu cemaatin adı Kveker/Kvekar İngilizce Quaker'dan Norveççeye geçmiştir.
Tanrıdan gelen huşu nedeniyle oturdukları yerde titreyenleri (to quake, quaker)
işaret etmek üzere oluşmuş bir kelimedir. Fakat kvekk aynı zamanda kurbağa sesi,
vraklamak anlamına da gelir. Buradaki Norveççe diyalogda kvakkarar "vrakla­
yan" ya da "titreyen kişi" olarak alay etmek amacıyla kullanılıyor. Tıtrek cemaat­
çiler diye çevirdim (ç.n.).

63
Ve Alfred gülmeye devam ediyor.
Eh, tamam, diyorum.
Hepsi Kvekkarar, titrek cemaatçiler, vrak vrak.
Alfred masada öne eğiliyor ve kahkahalar atıyor.
Eh, tamam, diyorum.
Kvekar cemaati mensupları oturup bira içerler mi? Kvekar cema­
ati mensupları sandalyelerinde oturup, titremezler mi?
Ben Kvekar cemaatinden değilim , diyorum,.
Lanet olası tabii ki Kvekar cemaatindensin, diyor, az önce ken­
din söyledin. Orada oturmuş titriyorsun, gözümle görüyorum.
Kvekar cemaati mensupları hiç değilse insanın elinden piposunu
almazlar.
Eh al o zaman piponu geri , seni Kvekar seni , diyor.
Ve Alfred cebinden pipoyu çıkarıp, önüne , masaya koyuyor. Pi­
pom yuvarlacık ve pek güzel bir şekilde tütün tabakamın yanında
duruyor, tütün tabakamın üzerinde kibrit kutusu var, piposunu
geri vermekle çok iyi ettin, dediğini duyuyorum garson kızın , gar­
son kız yuvarlak masanın karşı tarafında duruyor ve bana bakıyor,
gözlerinde bir kötülük yok, orada durmuş ince uzun parmaklarıyla
yanağımı ve göz kapaklarımı okşuyor. Birinin hey Lars , dediğini du­
yuyorum, hey Lars, birisi hey Lars diyor. İşte yine oradasın. Helene
sensin değil mi? Şimdiye dek hiç olmadığın kadar güzelsin.
Bugün ne kadar güzelsin, diyorum.
Bana mı iltifat ediyorsun? diyor garson kız.
Garson kızın başka bir yerde durduğunu fark ediyorum. Garson
kızın evet güzelim bugün, dediğini işitiyorum, bugün güzelliğim se­
nin için Lars dediğini duyuyorum garson kızın öteden, başımı kaldı­
rıyor ve boya badana ustası Tastad'nın uzun sakalıyla dar sokaktan
bana doğru geldiğini görüyorum, ben duruyorum o da duruyor.
Boya badana ustası Tastad Lars gel benimle diye bağırıyor, bir kapı
var boyanacak. Ona doğru yürüyorum geniş ve zayıf elini omzuma
koyuyor. Cennet'te bir kapı, diyor. Cennet'te bir kapıyı boyayacak­
sın ama önce boyacı dükkanına gidelim boya ve fırçaları alalım. Işığı

64
boyayacaksın evladım, içsel ışığı , senin ve benim görebildiğim ışığı .
İşte o beyaz elbisesi içinde , teni solgun, incecik parmaklarıyla orada
duruyor. Bugün ne kadar güzelsin, diyorum. O cevap veriyor, sen
de güzelsin Lars. Sonra Tastad'nın geniş, zayıf ve güçlü eli omzumda
yürüyoruz, Tastad ve ben, o dar sokaktan yukarı doğru yürüyoruz,
yanımda, öbür tarafımda genç bir kız beyaz ve ince giysiler içinde
yürüyor, yanımda nasıl da hafiften yürüyor, incecik parmaklarıy­
la elimi okşuyor. Tastad benim iyi resim yaptığımı bu nedenle de
Cennet'te bir kapıyı boyayacağımı söylüyor. Tastad boyacı dükka­
nının kapısını açıyor genç kız kapının ağzında duruyor beyaz giy­
siler içinde , ona dönüyor ve içeri gelip gelmeyeceğini soruyorum,
boyacı dükkanında çok renk bulunur, çok fazla boya kutusu , fırça
gibi şeyler bulunur diyor ve içeri giremeyeceğini girerse beyaz elbi­
sesinin kirlenebileceğini söylüyor, başımı evet anlamında sallıyor ve
kapıdan giriyorum, Tastad'nın merdivenden ikinci kata çıkmakta
olduğunu görüyorum, ikinci katta diğer boyacı çırakları var ama
ben onlarla karşılaşmak istemiyorum. Hiç kimseyle karşılaşmak is­
temiyorum.
Boyacı çıraklarıyla karşılaşmak istemiyorum, diyorum.
Kiminle konuşuyorsun sen, diyor yanımda oturan adam.
Tastad basamaklarda duruyor. Benim boyacı çıraklarıyla karşı­
laşmak isteyip istemediğimi soruyor. Başımı hayır anlamında sallı­
yorum. O zaman aşağıda bekle , diyor bana.
Burada olmayan insanlarla konuşmaktan vazgeç artık, diyor ya­
nımda oturan adam.
Tastad basamaklarda duruyor ve bana gülümsüyor. Tastad bana
çok tuhafsın ama iyi resim yapıyorsun, diyor, kendisi de çok resim
yapmış ama hiç benim kadar iyi resim yapan birine rastlamamış .
Genç kız arkamda, geriye dönüyor ve onun o beyaz giysiler içinde
ne kadar güzel olduğunu görüyorum, incecik beyaz giysisi göğüsle­
rini açıkça göstermiyor ama arkamda duran kızın yumuşak göğüs
kıvrımını görebiliyorum. Beyaz giysiler içindeki genç kız arkamda
duruyor, önümdeki merdivende Tastad var. Bana Cennet'te bir ka-

65
pıyı boyayacaksın Lars, diyor Tastad . Önüme , Tastad'ya doğru dö­
nüyorum.
Cennet'te bir kapı boyayacağım ben, evet ben, diyorum.
Ne yapacağını söylüyorsun bakayım sen, diyor yanımdaki adam.
Hayır, diyorum.
Sakin, sakin, diyor yanımda oturan adam.
Sen iyi resim yapamıyorsun, diyorum.
Ve işte şimdi siyah ve beyaz bez parçaları bana yaklaşmaya baş­
lıyor, bezler kayboluyor, sonra çok yakınıma geliyor, üzerime sım­
sıkı yapışıyorlar. Tastad'nın mülayim gözleri siyah ve beyaz bezlerin
arasından geçiyor, beyaz bezler gözlerinin beyazı, siyah bezler siyah
gözbebekleri oluyor, apansızın mavi çıkıyor ortaya, Tastad'nın yüzü
gözlerin arkasında , yüzündeki kırışıklıklar Tastad'nın göz kenarla­
rından fışkırıyor.
Sürekli iyi resim yapamadığımı söylüyor bana, diyor yanımda
oturan adam.
Alfred isimli adama bakıyorum, garson kızla konuşuyor.
Ve Tastad evet Lars, diyor sen gerçekten iyi resim yapıyorsun,
yalnızca ben değil başkaları da biliyor bunu . Tastad şayak kumaş­
tan yapılmış siyah ceketinin üzerinden ve siyah kasketinin altından
başını sallıyor. Tastad mavi gözleriyle bana bakıyor. Sakinleşiyo­
rum. Tastad benimle yukarı , boyacı dükkanına gel diyor. Arkamda
duran beyaz giysiler içindeki genç kız, Helene olmalı o, evet evet
Helene Stavanger'de şimdi , buraya nasıl gelmiş? Ta Almanya'dan
buraya? Sevgili Helene'm buraya Stavanger'e beni ziyarete gelmiş,
şimdi arkamda duruyor, Stavanger'de Nygata'da sevgili Helene'm
boyacı dükkanının kapısında duruyor, Düsseldorftan Jagerhofst­
rasse'den sevgili Helene'm gelmiş , sevgili Helene'm üzerinde bede­
nini saran, boynunun hafif bir kıpırdanışıyla göğüslerinin kıvrımını
belli eden beyaz elbisesiyle arkamda duruyor, önümde basamaklar­
da Tastad var, mavi gözleriyle bana gülümsüyor. Zira ben Kvekar
cemaatinden Lars'ım. Tastad da Kvekar cemaatinden. Helene ise
Almanya'nın en güzel kızı. Şimdi yaşadığım odaya gitmem gereki-

66
yor, yatağımın , komodinimin, lavabomun olduğu odaya . Yatağım.
Beyaz yatak örtüm.
Kendine bir bira almayacak mısın, diye soruyor yanımdaki adam.
Hayır, diyorum.
Siyah ve beyaz giysiler, Bayan Winckelmann'ın beyaz dantel ya­
kalı siyah elbisesi , koyu kahverengi saçları , hatta bazen simsiyah
tıpkı benim saçılarım gibi, ağzı gülümseyecekmiş gibi açılıyor ama
tebessümü kapkara ıslak iri bir delik, bataklıkta bir çukur beni aya­
ğımdan yakalamış, serbest bırakmıyor, orada öylece duruyorum bir
ayağım bataklığa gömülmüş, tepemde martılar uçuyor, ileride ba­
taklığın sonunda bir koy var, deniz hep esintili, dalgalar kumsala
vuruyor, taşlar, kum, iri kayalar ve adacıklar, ayağım bataklığın buz
gibi suyuna gömülü vaziyette , ıslaklık pantolonun paçasından yu­
karı doğru çıkıyor, ayağımı kendime çekiyorum, öne doğru eğiliyor
ve ayağımı hızla çekiyorum, bir sarsıntı ve ayağım kurtuluyor, ileri
doğru atabildiğim kadar iri bir adım atıyorum, o da ne , diğer aya­
ğım da bataklığa saplanmış vaziyette , adımımı ileri doğru atmalıyım,
ayağım bataklığa biraz daha batıyor, bu ayağımı da kurtarmalıyım,
kendime doğru çekmeliyim, ilerde bir tümsek var, tümseğe doğru
ilerlemeliyim, bataklıktan kurtulup ormana, ardıç çalılarına doğru
gitmeye çalışmalıyım, aydınlık bir yere ulaşmalıyım, ayağımı batak­
lıktan, açık bir ağıza benzeyen bataklıktan kurtarmalıyım, o siyah
elbisenin yukarısında görünen açık ağızdan yani, ilerlemeliyim, dik­
katle, ışığın su yüzeyinde yayıldığı yere doğru ilerlemeliyim, altta
beyazlar ve sarılar, ileri , ışığa doğru , önümde ışığın beyaz ve sarı
olduğu yere ve altta.beyazlık, sonra yukarıya, bulutlara doğru , yuka­
rıya, o tepeye, maviler, beyazlar, gözden kaybolan beyazlara ve mavi
bulutlara, yukarıya beyaz ve mavi bulutlara, yukarıya, ilerlemeliyim,
sürünmeli, ileri hamle yapmalı , sürünmeli, ileriye hamle yapmalı ,
ayağımı bataklıktan, bataklığın ıslak toprağından kurtarmalıyım,
ilerlemeli , ileriye hamle yapmalıyım, sessizce , bir pencere kadar
sessizce , beyaza boyalı bir pencere kadar! Beyaza boyalı pencereye
doğru ! llerlemeli , ayağımı bataklıktan, nemden ve çamurdan çek-

67
meli, ileri, denize doğru , çamura vuran dalgalara doğru , ilerlemeli ,
ilerlemeli, bu dünyadan çekip çıkarmalı kendini ! Bulutların sürek­
li değişen renklerine doğru , eski anılara doğru , Bayan Winckel­
mann'ın açık ağzına doğru ve oradan uzağa , onun dudaklarından ne
ince ne de kalın olan dudaklarından uzağa, Bayan Winckelmann'ın
dudakları yuvarlak bir açıklık oluşturuyor ve diyor ki , bu koridor
üzerinde , şu kapının gerisinde , yaşayacaksın sen , senin odan orası ,
orada kalacaksın sen, içerde , kapının gerisinde , odan orası , orada
yatak, komodin ve lavabo var. Mademki sigara içiyorsun yatakta
içmek yasak. İçmek yok tamam, sigara içiyor olmama rağmen bu
odayı kiralayabiliyorum, Yatakta sigara içmek yok. Ve sonunda Ba­
yan Winckelmann'ın evindeyim. İkinci katta . jagerhofstrasse ikinci
kat. Unutmamalıyım. Jagerhofstrasse . Bayan Winckelmann . Orası
işte . Eve gitmeliyim jagerhofstrasse'ye . Ve Hattarvagen'e . Bu şehir­
de, bu evde daha fazla yaşayamam çünkü babam, o yani babam ve
diğer boyacı çırakları . Babam. Jagerhofstrasse'deki ev. Şimdi ortalık
sessiz . Siyah ve beyaz bez parçaları ortadan kayboldu ama babam ve
Tastad birbirlerinden ayrılmıyor. Ve genç kızın ince beyaz elbisesi.
Arkamda, kapının dışında. Kız kapı eşiğinde duruyor. Ve Tastad. Ve
doldu şimdi , başka bir şey yok. Bütün o sesler. İnsanlar geliyor. Mal­
kasten'de sessizce oturduğum süre içinde , sessizce . Hayatımda ilk
kez Malkasten'deyim ben. Ve sevgilim benden Alfred'in yanına otur­
mamı istedi . Malkasten'deyim ben. Devamlı insanlar geliyor buraya .
Malkasten'e . Sonra babam. Sonra Helene , ince uzun parmaklarıyla
o beyaz elbisenin içinde . Geldim. Geleceğim. Şimdi sana geleceğim.
Omzumda bir el, birisinin kendime bir yavuklu bulup bulmadığı
soruyor. Başımı kaldırıyor ve Bodom'un yüzüne bakıyorum. Yüzü­
nü görmek iyi geliyor. Bodom'un yüzünü pis bir sırıtma kaplamış. O
sırıtan yüz bana doğru hareket ediyor, benden uzaklaşıyor, havada
asılı kalıyor. Bodom öylece sırıtıyor.
Lars duydum ki bir yavuklu bulmuşsun kendine , diyor.
Konuşan Bodom . Genç kız üzerindeki beyaz giysiyle arkamda
duruyor.

68
Kendine bir yavuklu mu buldun diye soruyorum, diyor.
Bodom'un orada durmuş gür sarı saçlı kafasını salladığını ve göz­
lerimin içine baktığını görüyorum.
Bodom! diyorum.
Zira orada duran Bodom. Demek ki Bodom de gelmiş Malkas-
Len'e , sevgili iyi niyetli Bodom Malkasten'e gelmiş.
Evet Lars! diyor.
Yavuklu bulmuşsun kendine diyorsun Bodom, diyorum.
Sanırım ilk kez Malkasten'e geliyorsun, diyor.
Dosdoğru Bodom'un gözlerinin içine bakıyorum, gözleri pis pis
sırıtıyor, Bodom'un gözlerinin pis pis sırıttığını görüyorum, der­
ken gözleri bataklıkta bir çukura dönüşüyor, siyah, ıslak, sonra biri
çekiştiriyor, batış, bataklıkta şapırtılar, sertçe , bir el hızla hareket
ediyor, çekiyor, batıyor, daha sıkı yapışıyor, sıkı yapışıyor, ayağımı
kurtaramıyorum, ayağım batmış vaziyette ve sonra ilerde ışık beni
içine çeken, bana doğru gelen ve aşağı çeken ve tek gördüğüm şey
orada durmuş bana bakan Bodom, elini omzuma koymuş, kadife ,
mor kadife ! Has kadifeden yapılmış bir ceket, mor bir kadife ceket,
tıpkı ceketi gibi, sonra bataklık çukurundan çıkış ve Tastad ! Tastad
orada duruyor! Ya siyah bezler? Onlar ortadan kaybolmuş! Siyah ve
beyaz bezlere ne oldu? Kayboldular mı? Bezler kayboldu mu? Kay­
boldular mı şimdi? Pantolonumun cebine girdiler belki? Pantolonu­
mun cebini yoklamalıyım? Mor' kadife ! Mor kadifeden bir pantolon !
Şurada mor kadifeden bir pantolon !
Kadife bir pantolon ! diyorum.
Neyin var senin Lars? diyor Bodom.
Bodom tepemde duruyor ve yukardan bana doğru bakıyor, elini
omzuma koymuş, elini mor kadifenin üzerine koymuş, mor kadife
ceketimin üzerine . Ve bütün insanlar, büyük yuvarlak bir masa ve
sadece Alfred, iyi resim yapamayan Alfred ve ben bu yuvarlak masa­
da oturuyoruz, masada bir sürü insana yer var ama gelecek olanlar
var, dedi Alfred masa boş mu diye soranlara, oturabilir miyiz diyen­
lere masa dolu , çok insan var gelecek, arkadaş gurubumuz, dedi

69
Alfred, yavaş yavaş hepsi gelecek , Norveçli, İsveçli ressamlar gele­
cek, Larsson da gelecek, dedi Alfred, sonra hanımefendiler de gele­
cek, Alman hanımefendiler, çok sayıda ve de bir hanımefendi benim
için gelecekmiş ve hanımefendilerin üzerinde bedenlerini sıkı sıkı
saran beyaz ya da siyah giysiler olacakmış, böyle dedi Alfred çünkü
yanımda Alfred oturuyor, Norveçli olmasına
Norveçli bir ressam olmasına rağmen Bodom başka bir masada
oturuyor ve Malkasten insanlarla, sigara dumanı ve şarkılarla do­
lup taşıyor, tüm masalar dolu . Bodom'un eli omzumda o güzelim
kadifenin üzerinde . Mor renkli takım elbise ceketimin. Ben şimdi
her zaman kendisinden bahsedildiğini duyduğum Sundt'ün yanın­
dayım, Sundt ve Kielland ve biz diğerleri ve bütün bu mor kadife­
ler. Sundt'ün evinde . Bir odasını boyayacağım o ön tarafında camlı
verandası olan üç katlı beyaz evin, giriş arka taraftan, üzeri kapalı
bir bölmeden bir hole ve merdiven boşluğuna giriliyor, merdivenin
yanındaki duvarda bir resim asılı! Bugüne dek hiç böyle güzel bir
resim görmemiştim ben ! Resimdeki renkler gökyüzünün en güzel
renkleri sanki ! Işık ışıkların en güzeli ! Bu ışıklı tablo çok büyük,
geniş bir çerçevesi var ve tuval bezi elimle dokununca hafifçe kı­
mıldıyor, dalgalanıyor, parmağımı yavaşça tablonun bir kenarına
bastırınca tuval bezi renkler ve ışıklarıyla hafif hafif sallanıyor, ben
orada duruyorum ama aslında yukarı çıkıp beyaz bir odayı sarıya
boyayacağım, beni buraya Tastad gönderdi , gayet onurlu bir iş verdi
bana, Tastad öyle dedi, hem ben iyi boyacıyım diye hem de diğer­
lerinin başka yerlerde işi var diye , işte bu nedenle bu kadar uzun
yol yürüyüp Sundt'ün evine geldim, bir odayı sarıya boyayacağım,
merdivende durmuş bir resme bakıyorum, bir tabloya, Sundt bu
baktığıma tablo diyor, bugüne dek böyle güzel bir şey görmedim
ben, arkamda o sakin adam, Sundt duruyor, resmi beğenip beğen­
mediğimi soruyor, başımı sallıyor ve evet diyorum, resmi beğendim.
Bugüne dek bu kadar güzel şey görmedim ben. İsmi Hans Gabriel
Buchholdt Sundt olana adam omuzuma dokunuyor ve beni mer­
divenden yukarı çıkarıyor. Ve işte mor kadife. Kadife Sundt'ten.

70
Ismarlama dikilmiş bir takım elbise , kadife , Sundt'ten. Beni Chris­
tiania'ya3 giden gemiye kadar geçirmişti Sundt, annem, Cecilia ve
Elizabeth iskelede durmuş diğerleriyle birlikte uzaktan seyrederken
Sundt bana bir paket uzatıyor, o arada babam koşarak geliyor, siyah
şayak kumaşından ceketiyle , rıhtımın ilerisinde ringa balığı tuzlar­
ken işini bırakmış koşarak bize doğru geliyor üzerinde ağır siyah şa­
yak ceketiyle , koşarak bize doğru gelen babam Sundt'ün, yani Hans
Gabriel Buchholdt Sundt'ün iskelede elindeki büyük paketi bana
uzattığını görüyor, Hans Gabriel Buchholdt Sundt paketin içinde şık
bir giysi olduğunu söylüyor, Kral'ın ve Parlamento'nun bulunduğu
şehre , Christiania'ya, bir resim okuluna gittiğine göre iyi bir giysiye
ihtiyacın olacak, diyor, kumaşı çok güzel , nefis bir kadife , terzi Sta­
vanger'in en iyi terzisi , öyle ki Christiania'da , Norveç'in başkentinde
iyi giyimli olacaksın, giyim kuşam konusunda diğerlerinden aşağı
kalmayacaksın, diyor Hans Gabriel Buchholdt Sundt ve bana bir
paket uzatıyor, eğilip teşekkür ediyorum, siyah şayak kumaşından
ceketim var üzerimde , siyah kasketimi gözlerime kadar indirmişim,
teşekkür ederim diyorum, çok teşekkür ederim! Size teşekkür borç­
luyum! Size çok teşekkür ediyorum! Babamın koşarak bize doğru
geldiğini görüyorum tahta pabuçlarının çıkardığı takırtılar işitiliyor,
babam duruyor, hiç kıpırdamadan duruyor ve Hans Gabriel Buch­
holdt Sundt'ün bana bir paket uzatmasını seyrediyor, Hans Gabriel
Buchholdt Sundt paketin içinde ayakkabı da var diyor, siyah şık
ayakkabılar. Gemiye binince üzerini değiştirirsin , diyor. Ben artık
çekileyim diyor Han.s Gabriel Buchholdt Sundt, iskelede çok sayıda
insanın toplanmış olduğunu görüyorum, herkes durmuş bana bir
paket uzatan Hans Gabriel Buchholdt Sundt'ü seyrediyor. Annem
ve kız kardeşlerim Cecilia ve Elizabeth iskeleye benimle gelmişlerdi .
Sundt'ün yaklaştığını görünce geri çekildiler, şimdi biraz uzaktan ,
oraya toplanmış kalabalığın gerisinde kalmışlar önlerine bakıyorlar.
Sonra annem başını kaldırıyor ve Hans Gabriel Buchholdt Sundt'ün

3 Christiania: Oslo'nun eski ismi (ç.n.).

71
kendisini bekleyen arabasına doğru yürüdüğünü görüyor ben de
dönüp asma iskeleden yukarı çıkmaya başlıyorum, arkama bakma­
mam gerektiğini biliyorum, kolumun altında Hans Gabriel Buch­
holdt Sundt tarafından bana verilen paketle asma iskeleden yukarı
çıkıyorum, giysi ve yiyeceklerle dolu iki bavul diğer eşyalarla birlik­
te gemiye yüklenmiş bulunuyor, tahta pabuçların çıkardığı takırtılar
duyuluyor, arkama dönmüyorum, biliyorum ki babam koşa koşa
asma iskeleye doğu geliyor, annemim bana seslendiğini işitiyorum
Lars ! Lars ! Sonra babam sesleniyor Lars ! Ben asma iskeleden çık­
maya devam ediyor ve geminin diğer tarafına geçiyorum, küpeşteye
yaslanıp gemiye vuran dalgaları seyrediyorum. Mor takım elbise .
Güzelim kadifeden. O güzelim kadife takımla etrafta dolaşamam ki.
Ben yapamam, ben o güzelim kadife takımla, ben yapamam, kadife
giyemem, hayır. Ben yapamam. Ben şayak kumaşındanım. Ben ka­
difeler içindeyim. Eve dönüş yolundayım, üstümdekileri şayak ku­
maşıyla değiştireceğim. Uzağa gidiyorum. Üstümdekileri kadifeyle
değiştireceğim. Güzelim kadifeyle .
Ş u Hertervig'e bir şeyler düşünelim, diyor Alfred.
Alfred bana doğru dönmüş konuşuyor, benden bahsediyor ol­
masına rağmen ne dediğini işiteyim diye sesini yükselterek konu­
şuyor.
Yani şöyle bir şey, bu adam sürekli oturuyor ve burada olmayan
kişilerle konuşuyor hadi buna eyvallah da diyor, lakin genç kızları
rahatsız ediyor, onlara huzur vermiyor, bu fena işte diyor, Bodom.
Bodom da bana dönmüş konuşuyor, ben de Bodom'a bakıyo­
rum, o kalın kızıl bıyığının altından açılmış ağzını görüyorum, ağzı
benim genç kızları rahatsız ettiğimi söylüyor ama ben genç kızları
rahatsız etmiyorum, ben genç kızları asla rahatsız etmem, Bodom
böyle şeyler söylememeli.
Oturabilir miyim? diye soruyor Bodom.
Elbette , diyor Alfred. Otur lütfen. Sürekli burada olmayan ki­
şilerle konuşan insandan başka birisiyle konuşmaya ihtiyacım var,
diyor Alfred .

72
Ve Alfred bana bakıyor.
Kvekar cemaatine mensup kişilerin taktığı o atkıyı ne yaptın?
diyor Alfred.
Alfred başını eğerek, boynuma bakıyor, ben önüme , yuvarlak
masaya bakıyorum.
Kvekar atkısı şu güzelim mor kadifene yakışmıyor mu? diyor Bo-
dom.
Kvekar atkısıyla gezmelisin , seni kvekar ve de kvekkar seni .
Ve de şayak kumaşından giysinle , diyor Bodom.
Niçin mor kadifeler giyiyorsun sen? Seni kvekkar seni, diyor Al­
fred.
Mor kadifeler giymek seni daha kaliteli biri yapmaz, diyor Bo­
dom.
Hiç yakışmıyor, diyor Alfred. Zira sen bir kvekkarsın, bunu bi­
liyorsun.
Alfred'e bakıyorum. Bodom'a bakıyorum, Alfred'in öbür yanına
oturmuş, masada öne eğilmiş yüzüme dik dik bakıyor. Bodom elini
uzatıyor ve pipomun üzerine koyuyor. Bodom pipomu alamaz , Bo­
dom onu alamaz , almamalı.
Pipomla oynama , diyorum.
Pipon , şimdi yani , diyor Bodom .
Bodom pipomu alamaz. Elimi elinin üzerine koyuyor ve gözleri­
nin içine bakıyorum ama Bodom önüne bakıyor, yalnızca kızıl bıyığı­
nı görüyorum. Bodom pipomu almaya yeltendi. Rıhtımda, Stavanger
rıhtımında Hans Ga� riel Buchholdt Sundt duruyor ve bana bir paket
uzatıyor, o sırada annem, Cecilia ve Elizabeth kendilerini rıhtımda
duran kalabalığın en arkasında bir yerde gizlemişler, derken tahta
pabuçların takırtısını duyuyor ve babamın koşa koşa asma iskele­
ye doğru geldiğini görüyorum, bunun üzerine ben asma iskeleden
yukarı çıkmaya devam ediyorum, Bodom'un yüzüne bakıyorum, o
da benim yüzüme bakıyor ve sonra başını öne eğiyor, elini pipom­
dan çekiyor, ben de elimi pipomun üzerine koyuyorum. Bodom.
Alfred'in yanında oturan adamın ismi Bodom ve iyi resim yapıyor.

73
Ama resimde benim kadar yetenekli değil. Bodom'a bakmamalıyım,
gitmeliyim, burada böyle oturamam zira biraya verilecek param yok,
diğer Norveçli ressamların gelmesine de az kaldı, onlar bu masanın,
bu yuvarlak masanın çevresinde oturacaklar ve birbirlerine fıkralar
anlatacak, gülüşecek, kahkahalar atacaklar, benden de fiyortta balık
avlayan balıkçılara dair fıkralar ve hikayeler anlatmamı isteyecekler
ve hepsi gülecek, ben daha anlatmaya başlamadan kahkahalar ata­
caklar, bana aşk vaziyetleri nasıl gidiyor, hala o Helene ile birlikte
misin diye soracaklar, sonra kahkahalar patlayacak ve etrafımda dö­
nen siyah ve beyaz bezlere dönüşecek, benden bir kol boyu mesafe­
de dönen bezler yakınlaşıp bana yapışacak, sonra bezler yine benden
uzaklaşacak ve yine bedenime doğru yaklaşacak, adeta dalgalar gibi,
koydaki dalgalar gibi, adacıkların etrafında dönen, kara adacıklar,
adacıklar orada. Güneşli bir sabah, evden çıkmış bayır aşağı yürüyo­
rum. Fiyort masmavi ve kıpırtısız, bu güçlü ışıkta neredeyse hiçbir
şey göremiyorum, yine de bayır aşağı yürümeye devam ediyorum .
Bu güçlü ışıkta babamın iskelede durmakta olduğunu fark ediyo­
rum. Ve ışık hepimizin içinde .4 Çünkü ışık hem etrafımızda hem de
içimizde . Bu güçlü ve yumuşak ışığa bakamıyorum.
Öyle oturup, hayallere dalma, diyor Bodom.
Ben bayır aşağı koya doğru yürüyorum, fiyorda bakıyorum, bu
ışıkta su sakin ve nihayetsiz bir mavilik. İskelede babam duruyor ve
başını kaldırıp bana bakıyor.
Bu hep böyle, diyor Alfred.
Babamın etrafında fiyort beyazlaşıyor, tıpkı gökyüzünde bulutla­
rın bembeyaz görünmesi gibi . Sonra babam bana sesleniyor, gelmen
ne iyi oldu Lars, küreklere geçmenin zamanı artık. Tamam diyor ve
bayır aşağı yürümeye devam ediyorum. Babamın kayığı suda ileri
ittiğini ve kendisinin de içine atladığını görüyorum. Bir patikada
yürüyorum, tepenin en kenarında , dik bir yamacın başladığı yerde
yürüyorum. Gölgede yürüyorum. Gölge olmayan yerlerde ışık çok

4 Kvekar/kveker cemaatinin mensupları tüm insanların içlerinden gelen, içsel ışığı


yani Tanrısal ışığı deneyimlemeye muktedir olduğuna inanırlar (ç.n.).

74
güçlü. Hepimizin içinde ışık, diyorlar, ben de bunu hissediyorum.
Babam iskelede duruyor ve beni bekliyor. Babam biraz acele et diye
sesleniyor bana . Patikadan aşağı koşmaya başlıyorum , yamaçtan
aşağı , o sırada babamın kayıkta simsiyah durduğunu görüyorum,
beyaz denizi arkasına almış.
Eh artık diğerlerinin de gelme vakti , diyor Bodom.
Az sonra gelirler, diyor Alfred.
Hertervig senin sesin sedan pek çıkmıyor, diyor Bodom .
Onun ismi Bodom ve iyi resim yapıyor, şimdi benimle konuşuyor.
Benim de bir şey söylemem gerek. Başımı sallıyorum.
Orada öylece oturuyorsun, diyor Bodom.
Evet anlamında başımı sallıyorum.
Başka bir yerde otursa da olur, diyor Alfred.
Alfred benim Malkasten'de olmamam gerektiğini söylemesin
çünkü sadece diğer ressamlar değil ben de gidebilirim Malkasten'e .
Başka bir yerde oturmalıydın sen, diyor Alfred.
Nerede oturacağımı sormam lazım.
Nerede yani? diyorum.
Bunun özerine Bodom ve Alfred gülmeye başlıyor. Babamın is­
kelede durduğunu görüyorum, siyah bir siluet, beyaz denizi arka­
sına almış.
jagerhofstrasse'de , sevgili Helene'm dediğin kızın yanında, diyor
Alfred.
Yoksa aranız iyi değil mi artık? diyor Bodom.
Annesi seni evdeq atmış diyorlar, doğru mu? diyor Alfred.
Kahkahaları ağzıma baskı yapıyor, itip ağzımın içine girmek isti-
yor, kahkahaları baskı yapıyor, buradan kalkmam lazım ama kalka­
mıyorum, babamın yüzüne bakıyorum, o hala orada duruyor, kayığı
iskeleye yanaşık tutuyor.
Yoksa bir amca mı seni evden attı? diyor Alfred.
Bay Winckelmann kiraladığım odanın kapısında duruyor, bede­
ni tüm kapı açıklığını kaplamış, derhal eşyalarımı toplamamı istiyor,
o orada dururken ben eşyalarımı topluyorum.

75
Yoksa böyle değil miydi? diyor Alfred.
O biliyor, diyor Bodom ve başıyla Alfred'i işaret ediyor.
Ben biliyorum, diyor Alfred.
Babam orada duruyor, kayığı iskeleye yanaşık tutuyor.
Yine de bize sen anlatmalısın , kendi ağzından, diyor Bodom.
Ben kumsaldan iskeleye doğru yürüyorum.
Sürekli hayal kurmakla vakit geçiremezsin, diyor Bodom.
Bay Winckelmann odanın kapısında, babam da iskelede duru­
yor.
Amcası seni evden attı değil mi? diyor Alfred. Çünkü sen He­
lene'ye aşık oldun . Böyle mi oldu? Helene'ye rahat vermedin değil
mi? Geceleri onun odasına gittin mi? Ve de amcası seni evden attı ,
değil mi?
Ve iskeleye doğru yürüyorum, iskelenin ucuna doğru , babamın
orada durup kayığı iskeleye yanaşık tuttuğunu görüyorum. Baba­
mın yanına gidiyor, kayığa biniyorum. Kayığın kıç kısmına yürüyor
ve orada oturuyorum.
Evden atıldın mı? diyor Bodom.
Elbette atıldı, diyor Alfred.
Bize anlatmalısın, biz senin arkadaşlarınız , diyor Bodom.
Atıldı tabii ki , diyor Alfred.
Şimdi nerede kalıyorsun? diyor Bodom.
Pansiyonda mı? diye soruyor Alfred .
Kayığın kıçında oturuyorum, babam kayığı itiyor, kayık fiyortta
süzülüyor ve Helene , ama o kumsalda, kumsalda Helene duruyor!
Kaybolma sen. Helene'm, orada kal , seni kaybedemem, senin orada
durduğunu görüyorum! Beyaz elbisenle , göğüslerini pek de güzel
saran elbisenle , Helene'm, benim güzel Helene'm.
Hadi anlat, diyor Alfred.
Pansiyona mı taşındın? diyor Bodom.
Babam kürek çekmeye başlıyor, kıyıya paralel ilerliyoruz, arka­
daşlarla buluşacağız
dedi bana babam, yüzüme bakıyor ve gülümsüyor babam, gü-

76
neş tepemizde parlarken babam siyah giysileri içinde oturuyor ve
düzenli hareketlerle kürek çekiyor. Arkadaşlarla, evet arkadaşlarla
buluşacağız dedi babam. Babamın gövdesinin üst kısmı öne eğiliyor,
sonra geriye , kayığın ortasındaki enlemesine tahtada annem oturu­
yor. Babam küreklere sıkıca yapışmış, düzenli hareketlerle çekiyor.
Arkadaşlarla buluşacağız , diyorum.
Böyle kendi dünyana dalıp gitmemelisin, diyor Bodom.
Rahat bırak onu, diyor Alfred.
Babam ilk kez arkadaşlarla karşılaşacağımı söylüyor, oraya var­
dığımızda Kvekar cemaat evine gireceğiz , daire şeklinde dizilmiş
sandalyelere oturacağız, sessizce oturup bekleyeceğiz. Bunun ismi
sessiz toplantı, cemaat evinde . İçeri girince yerimize oturacağız,
öylece oturacağız, sonra başkaları da gelecek, onlar da içeri girip
oturacak, sessizce , öylece oturacaklar, hiç konuşmadan, başkaları
da gelecek, girip oturacaklar, herkes oturacak, sadece oturacak, sa­
kin sakin, sessizce . Babam hep beraber sessizce oturacağız diyor.
Hiç konuşmamalıymışım. Belki vakit ilerledikçe bir şeyler söylemek
isteyen birileri gelebilir. Belki gelmez, belki oturduğumuz andan iti­
baren hiç konuşma olmaz, ta ki bir saat sonra ayağa kalkana dek, o
zaman biz de ayağa kalkmalıyız, iki kolumu omuz hizasında havaya
kaldırmalı ve yanımda duran kişinin elini tutmalıyım ve öylece dur­
malıyız, salonun ortasında daire şeklinde bir süre durduktan sonra
bu sessiz toplantı sona erecek ve biz de evimize gideceğiz . Babam
bu toplantıların nasıl yapıldığım sık sık anlatırdı bana . Şimdi babam
kayıkta oturuyor v� parlak güneşin altında kürek çekiyor, arkama
dönüyor ve kıyıdaki adacıklara doğru bakıyorum, yumuşacık ışıkla
aydınlanmış siyah ve yeşil adacıklar ve geride bıraktığımız koyda ,
kumsalda sevgili Helene'm duruyor beyaz elbisesi içinde n e kadar
da güzel, sahilde duruyor ve babamın kürek çekmekte olduğu kayı­
ğı seyrediyor, sahilde duruyor ve kayığın düzenli hareketlerle kıyıya
paralel olarak süzülmesini seyrediyor. Elimi kaldırıyor ve Helene'ye
el sallıyorum. Helene'm de elini kaldırıyor ve bana sallıyor.
İçecek bir şey, Hertervig?

77
Başımı kaldırıp siyah elbisesiyle önünde durmakta olan garson
kıza bakıyorum.
Hayır anlamında başımı sallıyorum.
Bırak otursun biraz, diyor Bodom.
İçecek bir şey istemez misin? diyor garson kız.
Parası yok onun, diyor Alfred.
Evet yok, diyorum.
Paran var, diyor Alfred. Daima para bulunur sende , ceplerini
yokla, diyor.
Ceplerimi yoklamalıyım, evet. Belki de ceket cebimde para var­
dır? Bir şeyler içsem iyi olmaz mı? Genelde içki içmesem de, yani
şimdiye kadar içmemiş olsam da . Garson kıza bakıyor ve başımla
işaret veriyorum. Ayağa kalkıyor, elimi ceket cebime sokuyor, bir
banknot çıkarıyor ve garson kıza uzatıyorum, kız gülümsüyor.
Demek ki paran varmış Lars, diyor garson kız.
Gülümsüyorum ona .
Kendini hep gizliyorsun Lars, diyor Alfred.
Garson kıza gülümsüyorum.
Evet bugün güzel , diyorum.
Bugün güzel evet, diyor Bodom.
Tıpkı kumsaldaki kayalıklar gibi, diyorum.
Evet, evet! diyor Bodom.
Fiyordun biraz açıklarında bir kayık var, diyorum.
Yine balığa mı çıkacaksın, diyor Alfred.
Hayır.
Çıkmayacak mısın? diyor Bodom.
Hayır çıkmayacağım, diyorum.
Peki o zaman ne yapacaksın Lars? diyor Alfred
Toplantıya, diyorum.
Toplantıya gideceksin demek, diyor garson kız. Nasıl bir toplantı
bu?
Kvekar cemaati toplantısı , diyorum
Kvekar cemaati toplantısı mı? diyor kız.

78
Vraklayanlar ve titreyenlerle birlikte bir toplantı, diyor Bodom.
Titrek cemaatçiler toplantısı .
A öyle mi diyor garson kız. Titriyor mu onlar?
Hayır, diyorum.
Ama onların ismi o, titreyenler, diyor Bodom.
Annen baban da öyle titreyenlerden mi?
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Yani hemen hemen hiç konuşmayanlardan , diyor Alfred.
Tıpkı Lars gibi, diyor Bodom.
Sen ne kadar kendine has bir adamsın Lars, diyor garson kız .
Garson kızın yürüyüp uzaklaştığını görüyorum, dimdik sırtını ,
siyah elbisesini , arkasında düğümlenmiş önlüğünün beyaz bağcıkla­
rını görüyorum, bana bira getirmek üzere dimdik yürüyüp gidiyor,
Lars Hattarvag'a, Kvekar cemaatine mensup bir adamın evladına,
ressama, ileride ünlü bir ressam olacak olan bana, ya ünlü olacak ya
da şimdiki gibi hiçbir şey, yoksul çocuk, Kvekar cemaatine mensup
bir adamın evladı, özgür düşünceli cemaatin bir evladı , toplumdan
dışlanmış biri , tıpkı babası gibi, ta Almanya'ya kadar gelmiş, ressam
olabilmek için Hans Gude'nin sınıfına devam ediyor. Lars Hertervig
benim. Başkası değil. Ben. Ben Lars Hertervig'im. Bana yani ressam,
manzara ressamı Lars Hertervig'e bira getirecek garson kız. Param
var. Ben iyi resim yapıyorum. Tablolarımdan ikisini sattım, birini
Christiania Sanat Derneği'ne , orada, o şehirde bulundum ben, Ch­
ristiania'da eğitim gördüm, çizim ve yağlıboya eğitimi aldım, önce
Christiania'da eğiti !11 gördüm sonra Christiania Sanat Derneği bir
tablomu satın aldı , hocamın tavsiyesiyle , hocam herhangi biri değil
Hans Gude'nin ta kendisi çünkü bizzat Hans Gude Christiania Sa­
nat Derneği'ne mektup yazdı ve yaptığım bir resmi satın almalarının
doğru olacağını belirtti , onlar da öyle yaptılar, sonra Hans Gude Ber­
gen Sanat Derneği'ne mektup yazıp benim bir tablomu satın almak
isteyip istemediklerini sordu , istediler çünkü ben iyi resim yapıyo­
rum. Tidemann da iyi resim yapıyor. Hans Gude de . Çünkü onlar
Norveç'in en iyi ressamları . Çok iyi resim yapıyorlar.

79
Evet iyi resim yapıyorlar, diyorum. Hiç kimse onlar kadar iyi
resim yapamıyor.
Bizim kadar yani , diyor Alfred.
Alfred'e bakıyor ve başımı iki yana sallıyorum.
Biz resim yapıyoruz en azından, diyor Bodom.
Bütün gün, evet, diyorum.
Akşamları da Malkasten'de içiyoruz, sen de öyle Lars, diyor Al­
fred.
Alfred'in masada öne doğru eğildiğini ve bana dik dik baktığını
görüyorum, ben yan tarafa yere bakıyorum, işte orada garson kız
geliyor, sırtı dimdik, iri göğüslerinin altında bira bardaklarının dizi
dizili olduğu bir tepsi taşıyor, bira bardaklarından birini bana ge­
tiriyor çünkü garson kıza para verdim! Cüzdanım boştu ama ce­
ket cebimde para buldum, şimdi garson kız bana doğru gelecek
ve masaya, önüme bir bira bardağı koyacak, artık sadece Alfred'le
Bodom'un değil benim bardağımda da bira olacak. Garson kız bu
tarafa geliyor adeta kayığın suda kayarak hareket etmesi gibi , babam
oturmuş düzenli hareketlerle küreklere asılıyor, siyah giysiler içinde
babam öne eğiliyor
aynı anda kürekleri sudan çıkarıyor, kollarını öne uzatıyor ve
sonra kürekleri suya batırıyor ve arkaya yaslanıyor aynı anda kolla­
rını kendine doğru çekiyor ve dirseklerini kırarak geri itiyor, sonra
tekrar öne , kayık babamın sırtının dönük olduğu yönde su üstünde
kayarak yol alıyor, babam siyah kasketinin siperliğinin altından ve
siyah sakalının üstünden gözlerini kısarak bana bakıyor, babam öne
eğiliyor, sonra geriye , öne ve geriye . Babam sakin sakin kıyıya para­
lel kürek çekiyor.
İşte biran Lars, diyor garson kız .
Güneş benzersiz bir şekilde parıldıyor. Işığı gözlerimizi alıyor.
Babam dış dünyanın ışığı ve içsel ışığımız diyor ve bana doğru ba­
karak başını sallıyor. Babam biz insanlar için önemli olanın içsel
ışığımızdır, diyor. Garson kıza bakıyorum.
,
Teşekkür ederim.

80
Paranın üstünü vereceğim.
Hayır, hayır verme ona ona bir şey, diyor yanımda oturanlardan
biri .
Babam diyor ki ben dahil bütün insanların içlinde Tanrı'dan bir
şey bulunur.
Tam para verdi sana, diyor yanımda oturan adam.
Babam alnının terini siyah ceketinin koluna siliyor, bu müthiş
sıcakta ter damlalarının pırıl pırıl parladığını görüyorum. Babam
Tanrı içinde senin diyor. Babam yüzüme bakıyor.
Paranın üstü burada , diyor garson kız .
Babam bir kez daha Tanrı senin içinde diyor, evet. Bugün sessiz
toplantıya katılacaksın. Ömrümde ilk kez ben de sessiz toplantıya
katılacağım.
Bugün epey kalabalık burası , Malkasten'e gelmiş herkes, nere­
deyse tamamen dolu , diyor Alfred.
Masada yer tuttuklarınız bir an önce gelmeliler, insanlar ayak­
ta beklerken siz burada oturulacak yerleri boş tutamazsınız, diyor
garson kız.
Az sonra gelirler, ben yer tutacağıma söz vermiştim, diyor Alfred.
Eh bir an önce gelsinler o halde , diyor garson kız .
Babamla birlikte sığ sulardan kıyıya doğru kayaların üzerine basa
basa yürüyoruz, sonra önümüze bir patika geliyor, babamla patika­
dan yukarı çıkıyoruz, babam önde ben birkaç metre arkasındayım,
babam kasketini çıkarıyor, alnındaki terleri siyah ceketinin koluyla
siliyor, güçlükle solıJk alıp vermekte , bu sıcakta yürümek zor diyor,
halbuki daha epey bir yolumuz var yürünecek, kıyıdan yola kadar,
yoldan da ileriye epey bir mesafe yürüyeceğiz, sonunda Stakland'da­
ki o küçük eve varıyoruz, bu ev Skjold'da yaşayan Kvekar cemaati
mensupları tarafından imece usulü inşa edilmiş ama bir kilise de­
ğil bir bu ev, hayır Kvekarlar kilise istemezler, mümkün olduğunca
sade , tek odalı , tek pencereli, odasında daire şeklinde dizilmiş san­
dalyeler bulunan bir evi tercih ederler, o eve vardığımızda içeri gi­
rip sandalyelerden birine oturmam, sakin durup, hiç konuşmamam

81
gerekiyor, öylece oturup hiçbir şey düşünmemeye gayret edeceğim,
eğer zihnimde düşünceler belirirse ve de belirdikleri anda onları yok
olmaları için zihnimden uzaklaştırmalıyım öyle ki yok olan -ya da
neredeyse yok olan- bir şeyin artıkları haline gelsinler çünkü ancak
böylelikle içimde huzur tesis edilir, içimde sessizlik oluşmalı ve o
sessizlikte içimde , en derinlerde bir yerde huzura kavuşmalıyım ve
işte bu gerçekleşir ve eğer Tanrı'nın inayeti de tecelli ederse , içim
serin bir ışıkla, sıcak bir ışık değil serin, parlak, ağır ve aynı zaman­
da hafif, karşı konulamaz ve şimdiye dek hiç görmediğim bir ışıkla
dolacak. Babam en kuvvetli ışığın insanın içindeki ışık olduğunu
söylüyor. Eğer içimde bu ışığı fark edemezsem ne olmuş demektir
diye soruyorum babama. Babam insanın her zaman Tanrı'nın ina­
yetine mazhar olamayacağını söylüyor ama bunun gerçekleşmesi de
mümkündür diyor. Evet bu mümkündür! Babam bana bakıyor ve
gülümsüyor.' Arkamdan biri pat pat omzuma vuruyor.
Eveet Hertervig, diyor adamın biri.
Dönüyor ve arkamda Adne'nin durduğunu görüyorum , eli om­
zumda.
Ressam Hertervig değil mi bu yahu? diyor Adne .
Ve Adne elini omzuma koyuyor, Adne'nin orada durduğunu gö­
rüyorum, etrafında bir sürü insan var, ressam hepsi , çoğu Norveçli
ressamlar ama İsveçli ve Alman ressamlar da var aralarında, onları
daha önceden görmüştüm ama tanışmıyorum, işte bir sürü ressam
Malkasten'e gelmiş bulunuyor, burası ressamların müdavimi olduğu
mekan zaten, şimdi de ressamlar ve diğer sanatçılarla dolup taşıyor
Malkasten, az önce bir grup ressam girdi içeri şimdi arkamda duru­
yorlar, öyle kalabalıklar ki tüm mekanı dolduruyorlar adeta. Önüm­
de bir bardak bira var. Bardağı ağzıma götürüp, yudumluyorum.
Bakın , bakın Kvekkaren titrek cemaatçi içki içiyor, diyor Alfred.
Elimde bir bira bardağıyla duruyorum etrafımc;la bir sürü çehre
var, sağımda , solumda , omzumun dibinde, kollanma bitişik, her ta­
rafta çehreler var, bu çehreler bana bakıyor ve ben elimde bira bar­
dağıyla oturuyorum, bardağı ağzıma götürüp, içiyorum, esaslı bir

82
yudum alıyorum içkiden, dosdoğru karşıya bakıyorum ve bu çeh­
reler bana bakan birer göz , bakıyor, bakıyorlar, ben içiyorum, bez
parçalan orada işte , siyah ve beyaz bezler, çehreler eğilip bükülüyor,
yavaş yavaş, çehreler eğilip bükülüyor ve sonra siyah ve beyaz bezler
beliriyor etrafımda, bezler eğilip , bükülüyor oluyor, tek gördüğüm
siyah ve beyaz bezler ta dibime kadar yaklaşıp, sonra uzaklaşıyor, si­
yah ve beyaz bez parçalan sürekli hareket halinde , yüzüme yaklaşı­
yor, ta gözümün içine kadar geliyorlar öyle ki yalnızca siyah görüyo­
rum, sonra bir siyah ve beyaz bez parçası hareketleniyor, artık hiçbir
şey görmüyorum, her taraf simsiyah, bir şeyler yapmam gerek, ama
ne yapabilirim? Zira bir şeyler yapmam gerek ama ne yapabilirim?
Bir şeyler yapmalıyım sanırım? Böyle hiçbir şey yapmadan oturup
içemem ki? Bezler gözlerimi kapatacak, ağzıma girecek, siyah ve be­
yaz bezler ağzımın içinde hareket edecek ve ağız boşluğumu doldu­
racak, bez parçaları ağzımın içinde olacak ve ben kaybolacak, odada
hareket eden siyah ve beyaz bir bez parçasına dönüşeceğim, kaybola­
cak ve var olmayan bir şey haline geleceğim, evet böyle olacak, o hal­
de elimdeki bira bardağını bırakmalıyım, her ne kadar etraf simsiyah
olsa da, hiçbir şey göremesem de, zira şimdi hiçbir şey göremiyor
sadece sesleri duyuyorum, bu seslerin ortasında onun sesi , Helene
benimle konuşuyor, bana ne dediğini duyamıyorum ama o benimle
konuşuyor, bir şeyler söylüyor bana, acaba ne söylüyor bana? Her
şey simsiyah, hiçbir şey göremesem de işitiyorum, bu duyduğum ses
Helene'nin sesi öyle değil mi? Helene bana bir şey mi söylüyor? Sesi
kayboluyor mu yoks� ? Ne var Helene ne söylüyorsun bana? Helene
benden ne istiyor? Sesin kaybolmasın! Sen Helene bana bir şey mi
söyleyecektin? Helene ne diyor? Ben etrafımı göremiyor ama yalnızca
Helene'nin sesini duyuyorum, sesini duyuyorum sevgili Helene'm,
böyle oturup bira bardağını önüme koyamam ve birisi bana doku­
nuyor, görmem gerek çünkü birisi bana dokunuyor ve ben hiçbir
şey görmüyorum, birisi bana dokunuyor, omzuma, birisi omzuma
dokunuyor, sımsıkı yapışıyor omzuma, omzumu sıkı sıkı tutuyor,
bırakmıyor, zira biri beni omzumdan yakalamış, sımsıkı, bir sürü el

83
ama ben göremiyorum, gözlerimin önü simsiyah, ve bütün sesler ve
Helene'nin sesi , senin sesin, bütün sesler arasında bir ses, sonra He­
lene'nin sesi kayboluyor, sesin kayboluyor sevgili Helene'm, sesi kay­
bolup gidiyor! Artık sesini işitemiyorum sevgili Helene'm, ama bana
bir şeyler söylediğini fark ediyorum. Bana ne söylüyorsun Helene?
Sen neredesin diye soruyorum Helene. Bana bir şeyler söyleyemez
misin? Neredesin? Bana bir şey söyle . Şimdi geliyor mu sesi bana?
Sesini duyamıyor muyum Helene? Yok bu ses senin sesin olmalı?
Sesin orada değil mi? Lars? Evet Helene , diyorum. Sesin kulağımda,
bir ses beni kendine çekiyor, sarıp sarmalıyor beni . Helene geliyor
musun diye soruyor ben de evet geliyorum, diyorum. Ve Helene di­
yor ki, şimdi sesi gayet anlaşılır gibi, iyi hemen gelmelisin, diyor, seni
özlüyorum, diyor. İyi, diyorum, çok iyi. Ve Helene iyi ki geliyorsun,
diyor. Derhal gitmeliyim o halde . Derhal geliyorum, diyorum. Hele­
ne ben olmaksızın oturup bira içmemelisin diyor. l{emen geliyorum,
diyorum. Helene senin eve gelmeni bekleyeceğim diyor, oturup beni
bekleyecek, o yüzden hemen gitmeliyim, oyalanmamalıyım, hemen
gitmeliyim. Evet evet derhal sana geliyorum sevgili Helene'm, şimdi
ayağa kalkacak ve sevgili Helene'me gideceğim, önce bira bardağı­
m bırakmalı , sonra beni tutan ellerden kurtulmalıyım ve gözümün
önündeki siyahlık kaybolmalı! Görmem lazım çünkü ! Ve hiçbir şey
göremiyorum! Bira bardağını elimden bırakırsam, görmeye başla­
yabilirim belki? Artık yeniden görebilirim değil mi? Bira bardağını
elimden bırakır ve ayağa kalkarsam görmeye başlayabilirim belki de­
ğil mi? Zira Helene ona gitmemi istedi benden ve Helene'ye gitmeli­
yim çünkü beni bekliyor, Helene'ye gideceğim değil mi? Şimdi ayağa
kalkacak ve Helene'ye gideceğim. İşte orada! Beyaz bir şey görebi­
liyorum! Siyahlığın içinde biraz beyazlık! Sonra daha da beyazlık!
Derken siyah ve beyaz bez parçası benden uzaklaşıyor ve ben diğer
bütün siyah ve beyaz bezleri görüyorum, etrafımda hareket ediyor­
lar, şimdi neredeyse mutlu oluyorum siyah ve beyaz bezleri görebi­
liyorum diye yani en azından görebiliyorum. Bu biraz da Helene'yi
görmek gibi bir şey değil mi? Siyah ve beyaz bez parçalarım görüyo-

84
rum . Görüyorum. Hareket ettiklerini görüyorum. Benden uzaklaşı­
yor bezler. Ve şimdi görebiliyorum. Görebiliyorum. Ayağa kalkıyo­
rum ama kalkamıyorum! Birisi beni bastırıyor. Yan tarafıma bakıyor
ve çehre kadar büyük gözler görüyorum, çok sayıda göz, çok sayıda
yüz, omzumun üzerinden bakıyorum, kolumda boydan boya çehre
kadar büyük gözler görüyorum, öbür tarafıma dönüyorum orada da
çehre kadar büyük gözler görüyorum. Gözler, koskocaman gözler.
Masanın etrafında dip dibe dizilmiş bana bakıyorlar, kocaman göz­
leriyle bana bakıyorlar, çehre kadar büyük gözler. Kocaman gözler
bana bakıyor. Gitmem gerek. Etrafımda, her yanda gözler var, bana
bakıyorlar. Gitmem gerek. Çünkü Helene gelmemi istedi . Oturup
bira içmememi ve ona gitmemi istedi benden, birilerinin hadi içkini
iç , orada oturup elinde bardağı tutma dediğini işitiyorum bu arada.
İçmelisin Lars hadi, diyor biri .
Orada öyle oturmuş, kendi dünyana dalmışsın.
Bira bardağını elimde tutuyorum, biri bana içmelisin, diyor, eh
içmeliyim, herhalde içmeliyim. Ama Helene'ye ona gideceğimi söy­
ledim, o halde gitmeliyim, burada oturmaya devam edemem.
İçmelisin!
Burada oturup seni seyredemeyiz .
Hadi bakalım Lars!
Acele et!
Hadi bakalım!
Gitmem gerek, diyorum.
Biriyle mi buluşacaksın?
Hattarvagenli Lars bir kızla buluşacakmış!
Önce içmelisin ama !
lçip cesaretini toplamalısın!
Hadi bakalım !
Bütün sesler, bütün gözler bana bakıyor. Çehre kadar büyük
gözler. Herkes içmem gerektiğini söylüyor, ben oturmuş elimde
bardağı tutuyorum. Şimdi görebiliyorum. Kocaman gözleri görüyo­
rum. Helene ona gitmemi söyledi, beni bekleyecek.

85
Hadi bakalım Lars!
Bu gece aganigi maganigi var Lars!
İçip cesaretini toplamalısın oğlum!
Seni Kvekar seni !
Hadi bakalım!
Kvekkaren ! Titrek cemaatçi !
Hadi bakalım Kvekar!
Kvekkaren ! Titrek cemaatçi !
Orada oturup boşluğa konuşma !
Hadi ya !
Bira bardağını ağzıma götürüyorum ve iki elimde öylece tutu­
yorum bardağı , gideceğim ben, sevgili Helene'mle buluşmaya gi­
deceğim, jagerhofstrasse'de oturan Helene'm ve amcası , pansiyon,
orada kalmama müsaade etmiyorlar artık, taşınmam gerekiyor, ar­
tık burada oturamazsın dedi , şimdi herkes bana bir şeyler söylüyor,
konuşuyor, konuşuyorlar, içmelisin, diyorlar, ama ben gitmeliyim,
burada duramam, gitmeliyim.
Hadi iç bakalım!
Hattarvagenli , hadi bakalım!
Helene !
Biri onun ismini söylüyor, hiç kimse onun ismini söylememeli ,
şimdi biraz içmeliyim, bira bardağını kaldırıp ağzıma götürüyor ve
içkiyi boğazımdan aşağı boşaltıyorum.
Helene ! Onun ismi Helene evet!
İçkiyi boğazımdan aşağı boşaltıyorum. Biraz soluklanıyorum.
Herkes sadece Helene , Helene , diyor. İçmelisin dediler ben de
içiyorum. Bira bardağını ağzıma götürüyorum. Bardağı kaldırıyo­
rum. Bira boğazımdan aşağı akıyor
Helene ! Helene'yle buluşacakmış!
Benim Helene'yle buluşacağımı söyleyen Alfred.
Evet onun ismi Helene , diyor Alfred!
Helene'yle aganigi maganigi ha Hattarvag!
Hadi iç!

86
Hadi bakalım!
iç!
Bira bardağını masaya bırakmalıyım. Etrafıma bakınıyorum,
hepsi oturmuş bana bakıyorlar ve etrafımda dönmeye başlıyorlar
siyah ve beyazlar içinde. Bezler bana doğru geliyor ve uzaklaşıyor.
Yaklaşıyor, uzaklaşıyor. Siyah ve beyaz bezler ağzıma doğru geliyor,
dudaklarıma dokunuyor. Ayağa kalkmalıyım. Burada oturmaya de­
vam edemem. Kalkmalıyım. Kalkamıyorum. Onlar da yapamıyor.
Bira bardağını elimden bırakmalıyım, siyah ve beyaz bezler sürekli
etrafımda dönüyor, bira bardağını masaya koyuyor ve elimden bı­
rakıyorum.
Kız seni bekliyor!
jagerhofstrasse'de !
Acele etmelisin!
Siyah ve beyaz bezler yüzüme bastırıyor, dudaklarıma dokunu­
yor, bezler dudaklarıma dokunuyor. Gitmem gerek. Burada otur­
maya devam edemem. Ayağa kalkıyorum. Kahkahaları işitiyorum.
Kahkahalar tıpkı siyah ve beyaz bezler gibi bana doğru geliyor, son­
ra uzaklaşıyor, bana yaklaşıyor, benden uzaklaşıyor. Yürümeye baş­
lıyorum. Siyah ve beyaz bezlerin içinden geçiyorum. Gitmem gerek.
Bekle Hattarvag!
Gitme !
Sana bir mesajım var!
Bekle !
Helene'den selam getirdim. Seninle buluşacak!
Duruyorum. Karşıya bakıyorum.
Beklemelisin. Helene buluşacak seninle .
Helene seninle buluşmak istiyor diyen Bodom. Bodom'a bakı­
yorum.
Doğru söylüyorum. Helene'den selam getirdim. Seninle buluşa­
cak! diyor.
Helene benimle buluşacak. Biliyordum Helene'nin beni bekle­
diğini , benimle buluşacak, eve gitmemi ve onun gözlerinin içine

87
bakmamı istiyor. Helene , sevgili Helene'm. Beni bekliyorsun sev­
gili Helene'm . Benimle buluşacaksın çok sevgili Helene'm. Ben de
seninle buluşmak istiyorum. Seninle buluşmaktan başka hiçbir şey
istemiyorum. Bodom'a bakıyorum, annesinin bu gece tiyatroya gi­
deceğini kızın evde yalnız olduğunu söylüyor, evde yalnız bu gece,
diyor Bodom ve Bodom'un gözlerinin içine bakıyorum, o gözleri­
ni indiriyor. Kimseden ses çıkmıyor şimdi . Niçin herkes böylesine
sessiz? Niçin kimse konuşmuyor? Gitmeliyim. Helene beni bekliyor
çünkü . Annesi evde yok. Evde Helene' den başka kimse yok ve Hele­
ne beni bekliyor. Helene evinde , jagerhofstrasse'de benim de yaşadı­
ğım evde ama bayan Winckelmann artık orada oturmamı istemiyor,
Bay Winckelmann'ı bana gönderdi . Şimdi Helene'ye gitmeliyim ben.
Derhal gitmelisin, diyor Bodom.
Başımı evet anlamında sallıyorum. Herkes sessiz , kimse bir şey
söylemiyor, herkes sessiz . Ceket cebimi yokluyorum, pipom, tü­
tünüm orada. Kapıya doğru yürüyorum. Hayatımda ilk kez Mal­
kasten'e geldim ve şimdi gidiyorum buradan. Malkasten'deydim
ve şimdi ayrılıyorum. Malkasten'de daha fazla oturamam çünkü
sevgili Helene'm beni bekliyor. Sevgili Helene'me gitmeliyim, Mal­
kasten'deydim ben . Kapıyı açıyorum. Birileri gülmeye mi başlıyor?
Gülüyorlar mı? Duruyor ve elimle kapıyı açık tutuyorum. Kapı­
da duruyor ve dinliyorum, niçin böyle gülüyorlar? Helene , sevgili
Helene'm niçin böyle gülüyorlar? Niçin gülüyorlar? Helene orada
mısın? Sana geleyim mi? Evet benim gelmemi istediğini biliyorum.
Şimdi sana geliyorum. Niçin böyle gülüyorlar? Duruyor ve elimle
kapıyı açık tutuyorum. Malkasten'e ilk kez gelmiştim bugün ben .
Dışarı çıkıyor ve kapıyı kapatıyorum. Dışarıda ışığın altındayım.
Yalnızım ben. İçerden, Malkasten'den kahkahalar geliyor. Ben de
Malkasten'e geldim işte . Helene evde , jagerhofstrasse'de , evinde ve
beni bekliyor. Helene'ye gitmeliyim. Yoksa birileri mi gülüyordu?
Ben ayağa kalkıp , dışarı çıktığımda birileri gülüyor muydu? Kapıyı
açıp dinlemeliyim. Malkasten'de kahkahadan geçilmiyor şimdi . İçeri
girmem gerek. Kahkahalarını duymalıyım . Ama şimdi Helene beni

88
bekliyor, onlar varsın gülsünler. Kapının dışında ışıkta duruyorum.
Kapıyı açıp kahkahalannı dinlemeliyim iyi resim yapamayanların,
i yi resim yapamayanların nasıl güldüklerini duymalıyım. Zaten Mal­
kasten'deydim ben, şimdi tekrar içeri girebilirim. Böyle yaparsam
Malkasten'e iki kez gitmiş olacağım. Beni biraz daha beklersin değil
mi Helene? Bir kez daha Malkasten'e girebilirim değil mi? Kapıyı
aralıyorum. Kahkahaları duyabiliyorum. Evet gülüyorlar. İyi resim
yapamayanların Malkasten'de masanın etrafında oturmuş durmak­
sızın güldüklerini işitiyorum. Kapıyı biraz aralamış duruyorum.
Kahkahaları etrafımda eğilip bükülüyor. Hiç durmadan güldükle­
rini işitiyorum, yuvarlak masada oturmuşlar gülüyor, gülüyorlar.
Yeniden Malkasten'e gireceğim. Öyle değil mi Helene? İçlerinden
birinin gitti o, dediğini duyuyorum. Ben yeniden Malkasten'e gire­
bilirim değil mi Helene? İçlerinden birinin ama bakın Hattarvagenli
gitmemiş dediğini duyuyorum. Benden bahsediyorlar, yoksa konu­
şan Bodom muydu? Bodom'un sesi miydi?
Gitti , gitti , diyor bir başkası.
Kvekar jagerhofstrasse'ye gitti diyor, öteki.
Kvekkaren! Kvekkaren ! Titrek cemaatçi ! Titrek cemaatçi !
Ve kahkahalar. Hepsi gülüyor. Kapıyı biraz aralamış duruyor ve
benim için jagerhofstrasse'ye gitti dediklerini işitiyorum, gülüyor,
gülüyorlar, Malkasten'e bir kez daha girecekken bir sesin Helene ,
Helene dediğini duyuyorum, kapıyı biraz daha açıyor ve yuvarlak
masaya bakıyorum, içlerinden biri , Kvekar Helene'sine gitti, diyor!
Bir ağızdan Helene l'lelene dediklerini işitiyorum, Malkasten'de ka­
pının ağzında duruyor ve yuvarlak masaya doğru bakıyorum. Senin
ismini tekrarlıyorlar. Kapıyı kapatıp , sana gelmeliyim şimdi çünkü
benim sizin eve gelmemi istiyorsun sen ve jagerhofstrasse'de evde
tek başınasın, beni bekliyorsun, bana beni evde bekleyeceğini söyle­
din. Senin evde olduğunu ve beni beklediğini söylediğini duydum,
evdesin ve beni bekliyorsun, üzerinde beyaz elbisenle eskiden be­
nim olan odada sandalyede oturup beni beklemeyeceksin. Çünkü
sana geliyorum şimdi. Gitmeliyim. Böyle durup , kapıyı aralık tuta-

89
marn. Burada durup içerdeki kahkahaları dinlememeliyim çünkü
sen sevgili Helene'm oturmuş beni bekliyorsun, içerden birinin ama
yahu gitmemiş bu Hertervig, dediğini duyuyorum. Orada oturmuş
benim hakkımda konuşuyorlar, bense şimdi sana geliyorum.
Gitti , gitti o , diyor biri .
Kızın annesi ne diyecek acaba?
Adam deli !
Adamın aklı yerinde değil !
Kvekkaren gitti ! Titrek cemaatçi gitti !
Kapıyı çalarken görebilseydik!
Şahane bir manzara olurdu !
Ve yeniden kahkahalar. Kapıyı biraz aralamış duruyor ve yuvar­
lak masanın etrafında oturmuş kahkahalar attıklarını görüyorum.
Sevgili Helene'me gitmeliyim. Onlar varsın gülsünler, Helene beni
bekliyor ve ben iyi resim yapıyorum, onlar iyi resim yapamıyorlar.
İyi resim yapamıyor onlar. Ama ben iyi resim yapıyorum. Onlar
varsın gülsünler. Çünkü Helene beni beklediğini söyledi , Helene'ye
gitmeliyim, Jagerhofstrasse'deki evde beni bekliyor. Gitmeliyim. Ka­
pıda duramam. Kapıyı biraz aralamış duruyor ve yuvarlak masaya
doğru bakıyorum. Yuvarlak masadan gelen kahkahaların üzerime
yapıştığını hissediyorum. Arkamdan kıkırdıyorlar. Geriye dönüyor
Müller ve birkaç kişinin daha arkamda durduğunu görüyorum.
Müller'in yüzüne sonra da yere bakıyorum.
Malkasten'e mi gireceksin? diyor Müller.
Başımı sallıyorum evet anlamında.
Girmeye cesaretin yok mu? diyor Müller.
Yere bakıyorum.
Ya gir işte içeri diyor Müller.
Yere bakıyor ve hayır anlamında başımı sallıyorum.
Gitmem gerek, diyorum.
!çeri girmeyeceksin yani, diyor Müller.
Hayır.
Hadi gel bizimle , Hertervig, diyor.

90
Hayır.
Belki Gude de gelecek, diyor Müller.
Gitmeliyim, şimdi Gude'yle karşılaşamam ben, belki Gude iki­
mizin birlikte gidip resmime bakmamızı isteyebilir, zira bugün
Gude yaptığım resimle ilgili görüşünü açıklayacaktı, şimdi gitmem
gerek Helene beni bekliyor. Helene ona gitmemi istedi benden.
Helene'nin bana gelmelisin dediğini duydum , kahverengi gözlerin
ve uzun siyah saçlarınla, böyle dedi Helene , Müller'in yanlarından
geçip gidelim dediğini işitiyorum, yuvarlak masadan kahkahalar
geliyor, birinin adam Helene'ye gitti dediğini duyuyorum. Müller'e
bakıyorum, orada durmuş pis pis sırıtıyor, bir ses Hertervig gitti ,
diyor, sonra o acayip kahkahaları işitiyorum.
Senin hakkında konuşuyorlar galiba, diyor Müller.
Kapıyı bırakıyor ve dışarı çıkıp sokak boyunca koşmaya başlı­
yorum, çünkü Müller'in dediğine göre Malkasten'de oturanlar be­
nim hakkımda konuşuyormuş. Yoksa başkalarını mı kastetti? Mal­
kasten'deki insanlar mı benim hakkımda konuşuyor? Yoksa başka
insanlar mı? Müller ne demek istedi? Malkasten'de oturmuş benim
hakkımda konuşuyorlar. Koşup uzaklaşmalıyım. Muhtemelen Gude
de Malkasten'e gidecek, orada olsaydım keşke , o zaman Gude'yle
konuşurdum, ona ilk kez bir resmimi göstereceğimden söz ederdi
mutlaka, buraya henüz gelmiştim ve Gude'yle yaptığım resmi gös­
termek üzere randevulaşmıştık ama ben, ressam, manzara ressamı
Lars Hertervig, ben, manzara ressamı Lars Hertervig büyük ressam
Gude'ye resmimi göstermeye cesaret edememiştim. Ve bu akşam
Hans Gude'yle Malkasten'de konuşabilirdim. Çünkü Hans Gude iyi
resim yapıyor. Ve Tidemann iyi resim yapıyor. Ve ben de iyi resim
yapıyorum. Ve Cappelen de iyi resim yapıyor. Ben iyi resim yapı­
yorum. Ama diğerleri iyi resim yapamıyor, onlar da ressam ama iyi
resim yapamıyorlar işte . Resim yapmayı arzu ediyor ama yapamı­
yorlar. Ama şimdi sana gelmeliyim sevgili Helene'm. Bildiğim tek
şey sana gelmem gerektiği . Benden gelmemi istedin, ben de geliyo­
rum. Sana geliyorum Helene'm. Ve saçların. Uzun saçların Helene.

91
Hep gözümün önündesin . Geldiğini görüyorum Helene'm . Ben de
sana gelmeliyim. Seni ne kadar özlüyorum. Niçin seni bu kadar öz­
lemeliyim bilmiyorum, uyandığım andan gözümü kapatıp uyuyana
dek, sürekli , sana olan özlemim hep orada, kendine çekiyor, gök­
yüzü gibi, ışık gibi. Sen benim içimdeki gökyüzüsün, ışıksın. Seni
ne kadar özlüyorum Helene . Şimdi benden sana gelmemi istedin.
Malkasten'de çıkıyor, annenle ve küçük kardeşlerinle yaşadığın so­
kağa doğru gidiyorum. Sana geliyorum Helene . Çünkü sen benim
içimdesin . İçimdesin sen. Sana geliyorum Helene . Sen benim içim­
desin. Sen bensin. Sensiz ben sadece bir hareketim, sensiz ben boş
bir hareketim, bir yönelişim. Sana doğru bir yönelişim. Sana doğru
bir hareket. Sana doğru , senden yana. Helene . Uyandığım andan
gözümü kapatıp uyuyana dek sana doğru bir hareketim ben. Sana
doğru bir yöneliş , bir hareket. Sana geliyorum çünkü benden gel­
memi istedin, işte geliyorum, belki de beni görmek istemeyeceksin ,
beni gelmemi istemeyeceksin, belki benim kaybolup gitmemi, bir
daha gözüne görünmemi istiyorsun, belki. beni bir daha görmek is­
temiyorsun , belki de o kocaman masmavi gözlerin beni bir daha
görmek istemiyor, belki benimle hiçbir ilgin olmasın istiyorsun, bel­
ki beni bir daha asla görmek istemiyorsun çünkü annen beni, Nor­
veçli bir manzara ressamını , resim sanatını öğrenen bir öğrenciyi , bu
garip adamı, yani tam adam bile olmayan beni bir daha asla görmek
istemediğini söyledi . Belki beni bir daha asla görmek istemiyorsun.
Sokak boyunca yürüyorum. Malkasten'den çıktım senin oturduğun
eve , pencereden bakan yüzüne doğru yürüyorum. Saçların sapsarı,
dalga dalga. Gözerin ne kadar mavi. Ve o beyaz elbisen. Ve sesin, is­
mimi söyleyen . . . Uyandığım andan akşama dek senin sesini dinleye­
bilirim. Gözlerini seyredebilirim. İçimdesin sen benim. Seni özlüyo­
rum. Sana geliyorum. Sana duyduğum özlemim ben. Ve şimdi beni
bekliyorsun, ben sana geliyorum. Seni göreceğim. Sesini duyacağım.
Ne kadar da sakin konuşuyorsun, sesin göğüs kafesimi dolduruyor.
Sen benim içimi dolduruyorsun, tıpkı ışığın günü doldurduğu gibi.
Ben sensiz bir karanlığım. Seni özlüyorum. Sokak boyunca yürüyo-

92
rum ama hiçbir şey göremiyorum. Sana duyduğum özlemim ben.
Arkamdan bir kahkaha işitiyorum. Ama kahkaha orada, arkamda ,
çünkü içimde olan her şey benim sana doğru hareketim. Ben sadece
sana doğru bir yönelişim. Yürüyorum. Sana doğru yürüyorum, sana
doğru bir yönelişim ben. Sana duyduğum özlemim ben. Ben yalnız­
ca sana doğru
bir yönelişim . Yürüyorum. Sana doğru yürüyorum. Başka bir şey
yapamıyorum, yalnızca sana yönelmiş bir hareket olabilirim ben,
sen orada olsan da olmasan da. Sana doğru bir yönelişten başka bir
şey değilim. Sana doğru bir hareket, bir yöneliş. Ben senden başka
bir şey, orada olmayan senden başka bir şey değilim. Ve tam da ora­
da, ben var olmadığımda , sana doğru yöneldiğimde , tam da orada ,
muhtemelen var olmadığında, sadece bir hareket olan , bir yöneliş
olan , tam da orada, yaptığım resimlerde ve gördüklerimde . Bir so­
kak boyunca yürüyorum, ben sana doğru kafası karışık bir yöneli­
şim . Başka bir şey değil . Ben boş bir hareketim, o hareket orada ol­
mayan sensin, uzaklaşmış olan sensin, benden uzaklaşmış olan sen­
sin, benimle beraber olmayan sensin , beraber olmama izin verilme­
yen sensin. Benimle beraber olmak istemeyen sen. Benden başkala­
rıyla beraber olmak isteyen sen . Benden uzaklaşmış olan sen, hem
de ebediyen. Sensiz belki de boş hareket tıpkı yaptığım resimlerdeki
gibi bomboş olacak. Geride hiçbir şey kalmaz belki de? O zaman
ölürüm ben belki? O zamaµ ben resim de yapamam belki? O zaman
ben uyanık olmakla uyumak, açlıkla tokluk arasında gidip gelmeli­
yim belki? Ama tütünüm hep olacak. Pipom da. Her şeye rağmen
pipo içeceğim, tenimde o karıncalanmayı hissedeceğim, halka halka
ve bulut gibi dumanların havada , ışıkta yayıldığını göreceğim. Ora­
da olacak ve kaybolacaklar. Senin yanında olmalıyım ben. Yanında
olmama izin vermezlerse havadaki ve ışıktaki duman gibi olmalı­
yım. Elimi ceket cebine sokuyorum, pipom orada . Tütün tabakam
da orada. Elimle pipomu kavrıyorum. Sokak boyunca yürüyorum.
Sana doğru yürüyorum. Sana geleceğim, benden sana gelmemi iste­
din, sesini işittim senin, Malkasten'de diğerlerinin, iyi resim yapa-

93
mayanların arasında otururken senin sesini son derece açık seçik
duydum. Benimle tane tane konuştun ve sana gelmemi söyledin.
Senin yanında olmamı söyledin. Gelmek zorundaydım. Şimdi sokak
boyunca yürüyor, sana geliyorum. Sana doğru geliyorum. Senin ya­
nına geliyorum. Benim gelmemi istedin , sesini içimde işittim ve
şimdi sana geleceğim. Şimdi sana geliyorum. Ve sen oradasın, uzak­
ta bir yerlerdesin. Yoksa sana gelmemi istemiyor musun? Belki de
annen bir daha asla benimle buluşmaman gerektiğini söyledi? Belki
de benimle buluşursan o evden çıkman, taşınman gerekeceğini söy­
ledi? Belki de amcan seni tehdit etti, benimle buluşursan ailenin seni
reddedeceğini söyledi? Belki benimle buluşmak istemiyorsun? O
halde niçin benimle buluşmak istediğini Bodom'un bana söylemesi­
ni istedin? Ama benimle buluşmak istemiyorsan , ben de sana gelme­
meliyim. Sokakta yürüyorum ama sana gelmemeliyim. Ve amcan
beni sizin evde görmek istemediğini söyledi. Ancak seninle buluş­
malıyım, seni göremezsem benden geriye bir şey kalmayacak, o za­
man resim yapamam, Düsseldorfta da yaşayamam , o zaman her şey
bitecek. Lanet olası amcan. Winckelmann. Sokak boyunca yürüyo­
rum , seninle buluşmam kazım. Seninle aynı evde yaşamama izin
vermediler, git buradan dedi Bay Winckelmann. Sokak boyunca yü­
rüyorum. Ve her şey aynı. Odamdaki yatakta tepeden tırnağa giyim­
li bir vaziyette , bacak bacak üstüne atmış yatıyor ve tavanı seyredi­
yorum, ağzımda pipom . Keyfim yerindeydi . Yatakta uzanmış düşü­
nüyordum, üzerimde güzel giysiler, mor kadife bir takım elbise var
ve artık bir ressamım, ben, fakir çocuk, sokak çocuğu , Kvekar cema­
atine mensup bir adamın evladı , boyacı çırağı olan ben şimdi Al­
manya'ya gönderildim, Düsseldorf Sanat Akademisi'ne , bizzat Hans
Gabriel Buchholdt Sundt beni Almanya'ya gönderdi , Düsseldorf Sa­
nat Akademisi'ne , eğitim görüp ressam, manzara ressamı olabilmem
için. Yatakta uzanıyorum ve keyfim yerinde. Şimdi öğrenciyim ben,
hocam Hans Gude'nin ta kendisi. Ressam olacağım ben, diğer öğ­
rencilerden hemen hemen hiç biri iyi resim yapamıyor. Ama Hans
Gude iyi resim yapıyor. Ağzımda pipo yatakta yatıyordum. Bir piya-

94
no müziği duydum. Birinin piyano çalmaya başladığını duydum, o
büyük evin salonundan piyano müziği geliyordu . Yatakta uzanıyo­
rum, üzerimde mor kadife takım elbisem, pipom ağzımda, lalettayin
bir adam değil ressam l.ars Hertervig'in ta kendisi bu yatakta yatan
adam, yattığım yerden piyano müziği dinliyorum, billur gibi güzel
bir müzik, hafifçe değişen düzenli tempo . Yatakta uzanmış yatıyor
ve Helene Winckelmann'ın çaldığı müziği dinliyorum. Ben laletta­
yin bir adam değilim ve Helene piyano çalıyor şimdi . Helene benim
için çalıyor. Bunu bana kimse söylemedi ama biliyorum ki Helene
Winckelmann benim için piyano çalıyor. Çünkü Hattarvagenli l.ars
i le Helene Winckelmann iki sevgili olduklarını söylediler birbirleri­
ne . Ve mavi gözlü , sarı saçları burada adet olduğu üzere arkada top­
lamadığı zaman omuzlarına dalga dalga inen Helene Winckelmann
Hattarvagenli l.ars'a saçlarını gösterdi! l.ars onun saçlarının serbest­
çe omuzlarından aşağı dalgalandığını gördü . Sokak boyunca yürü­
yorum. Senin saçını çözdüğünü gördüm ben. Helene Winckelmann
bana çözülmüş saçlarını gösterdi . Helene Winckelmann odamın
orta yerinde durdu ve saçlarını çözdü . Pencerenin önünde sırtı bana
dönük olarak durdu , ellerini başına götürdü ve saçılarını çözdü . Ve
saçları dalga dalga sırtına döküldü . Ve ben Hattarvagenli l.ars, de­
nizden yükselen şapkalara benzer çok sayıda adacığın varlığı nede­
niyle Hattarvagen ismi verilmiş koydan gelen, bu yüzden de Hattar­
vagen veya Hertervig adıyla anılan Lars, yani o, dünyanın kuzeyin­
deki Norveç ülkesinde , Borg0ya isimli küçük bir adanın koyundan,
denizden yükselen çok sayıda adacığın şapkalara benzediği koydan
gelen Lars Hertervig Düsseldorf Sanat Akademisi'nde Hans Gu­
de'nin öğrencisi olarak kiraladığı odasında bir sandalyeye oturdu ve
Helene Winckelmann'ın saçları sırtına dökülmüş vaziyette pencere­
nin önünde duruşunu seyretti. Sonra Helene yavaş yavaş ona dön­
dü . Ve Helene onunla yüz yüze öylece durdu . Helene Winckelmann
ışıltılı mavi gözlerinin, küçük çenesinin, minik ağzının bulunduğu o
ufacık yuvarlak yüzünü çevreleyen ortadan ayrılmış saçlarıyla dur­
muş Lars'a bakıyordu . Işıldayan gözlerle . Omuzlarına dökülen saç-

95
larıyla. Dalga dalga sarı saçları. Dudaklarında bir gülümseme . Ve
gözleri , Lars'a bakan. Ve o gözler şimdiye dek hiç görmediği kadar
güçlü bir ışık saçıyordu . Gözlerinden yayılan ışık. Hiç böylesi bir
ışık görmemişti. Ve ayağa kalkmıştı Hattarvagenli Lars. Ve Hattarva­
genli Lars üzerinde mor kadife takım elbisesiyle ayakta duruyordu ,
Hattarvagenli Lars kollarını iki yanına sarkıtmış ayakta duruyor kar­
şısındaki saçlara, gözlere ve ağza bakıyordu , öylece ayakta duruyor­
du ve sanki kızın gözlerinin saçtığı ışık onu sarıp sarmalıyordu , tıp­
kı sıcaklık gibi, hayır sıcaklık gibi değil ! Hayır sıcaklık gibi değil de
ışık gibi! Evet kızın gözlerinin saçtığı ışık onu bir ışık gibi sarıp sar­
malıyordu ! Ve bu ışıkta o kendinden başka birine dönüşmüştü , Hat­
tarvagenli Lars değildi o artık, başka biri olmuştu , tüm tedirginlikle­
ri , tüm korkuları , tüm eksiklikleri ve içindeki tedirginlik kaynağı
tüm özlemler Helene Winckelmann'ın gözlerinin saçtığı ışıkla dol­
muş ve Lars sakinleşmişti, içi dopdoluydu artık ve kollarını iki yanı­
na sarkıtmış ayakta dururken birdenbire hiç düşünmeden, tama­
men iradesi dışında Helene Winckelmann'a doğru yürümüş ve saç­
tığı ışığın içine dalmış , kızı çevreleyen ışığın içinde kaybolmuştu , o
ana dek hiç hissetmediği kadar sakin, inanılmaz derecede sakin
hissediyordu kendini , kollarıyla kıza sarılıp bedenini onun bedeni­
ne yaslıyor. O yani Hattarvagenli Lars kollarıyla Helene Winckel­
mann'a sarılmış öylece duruyor ve gayet sakin, içi ne olduğunu bile­
mediği hislerle dolu . Lars Hertervi.g Helene Winckelmann'la birlik­
te . O artık kendisi değil. O Helene'yle bir olmuş. Kollarıyla Hele­
ne'ye sarılıyor, Helene de ona sarılıyor. Yüzünü kızın saçlarına ,
omuzlarına gömüyor, orada durmuş yüzünü kızın saçlarına gömü­
yor ve kendini şimdiye dek hiç bulunmadığı , ne olduğunu da bilme­
diği bir durumda hissediyor ve o, yani manzara ressamı Lars Herter­
vig ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmayan bir durumdayken ansı­
zın fark ediyor ve hatta bilincine varıyor ki resimleriyle ulaşmaya
çalıştığı, en mükemmel resimlerini yaparken içinde bulunduğu bir
durumda o şimdi, bundan emin çünkü geçmişte de buna çok yak­
laşmış hissetmişti ama şimdi içinde olduğu durumda hiç bulunma-

96
ınıştı , işte şimdi şuracıkta o , yani ressam Lars Hertervig ayakta dur­
muş Helene Winckelmann'ın saçlarını soluyor. Ve kızın ışığında ,
içini dolduran bu ışıkta öylece ayakta duruyor. Ne kadar bir süre
ona sarılmış bir vaziyette durduğunu hatırlayamıyor, ama uzun bir
zaman olmalı diye düşünüyor, ta ki Helene gitmem gerekiyor, an­
nem birazdan gelecek diyene dek, uzunca bir süre öylece durdular
ta ki Helene gitmem gerekiyor diyene dek, öylece durdu orada , şim­
di sokak boyunca yürüyor ve çok sevgili Helene'me gidiyorum çün­
kü bekliyor beni , benden ona gitmemi istedi ben de gidiyorum. So­
kak boyunca yürüyorum. Ve şimdi biricik sevdiğime , Helene'ye gi­
diyorum. Sana geliyorum, sevgili Helene'm çünkü sana gelmemi is­
tedin benden. Ama belki de benimle görüşmek istemiyorsun? Be­
nimle görüşmek istemiyorsun çünkü benimle görüşmene izin ver­
miyorlar, onun için mi? Ama kiraladığım odada seninle birbirimize
sarılmış olarak duruyorduk. Ve ben kulağına artık biz iki sevgiliyiz
değil mi, diye fısıldadım. Ve sen de kulağıma evet, evet artık biz
sevgiliyiz, dedin. Öylece durduk orada. Bir kapının açıldığını duy­
dum ve ayrıldık, oradaki ışıkta, kendi içinde kapanıp sonra kaybo­
lan ışıkta durduk. Saçın başka bir şeye dönüştü . Koridordaki adım­
ları duyduk. Annem geldi , gitmem gerek dedin. Acele etmen gereki­
yordu ama önce saçına bir çeki düzen vermeliydin . Annem seni or­
talıkta görmezse gelip kapımı çalarmış. Onun için derhal gitmeliyim
dedin. Senin kapıdan çıkıp koridorda yürüyüşünü seyrettim, mer­
haba anneciğim, buradayım, sen geldin mi eve , diye seslendin. Ben
sandalyeme döndüm. Oturdum. Sen amcanla beraber bir şeyler mi
yaptın? Amcan o şişko kıllı elleriyle sana dokundu mu? Amcanın
sana yaptığı o şeylerden hoşlanıyor musun? Yoksa sen buna ses çı­
karmadın mı? Yoksa amcan istememene rağmen seninle bir şeyler
mi yaptı? Ve de sen buna ses çıkarmadın? Belki de amcan iri yarı ve
tehlikeli biri olduğu için mi onu engelleyemedin? Ellerime bakıyo­
rum, titriyorlar. Belki sen de benim buradan taşınmamı istiyorsun?
Ben size yakın olmaksızın amcanla her şeyi yapabilesin diye belki?
Amcan o şişko elini bacaklarının arasında gezdirsin diye mi? Önü-

97
me , yere bakıyorum, böyle düşünmemeliyim. Senin hakkında nasıl
böyle şeyler düşünebilirim? Ama neden, neden amcan benim taşın­
mamı istiyor? Niçin o odada kiracı olarak kalmaya devam edemiyo­
rum? Sana bu soruyu sormalıyım ama sormama gerek olmadan sen
bana anlatmalıydın değil mi? Niçin taşınmam gerektiğini sen bana
söylemelisin. Benim taşınmam gerektiği konusunda amcanla aynı
görüşte misin, bunu bana söylemelisin. Niçin sadece amcanla bir
arada olmak istiyorsun? O senin ölmüş babanla aynı yaşta değil mi?
Ve de amcan her gün geliyor sizin eve , bazı günler annen de oluyor
ama çoğu zaman sen yalnızsın. Niçin benimle değil de amcanla bir
arada olmak istiyorsun? Sokak boyunca yürüyor ve senin sandalye­
ye oturmuş önüne bakan halini görüyorum. Sokak boyunca yürü­
yor ve sana geliyorum Niçin bana geldin ve amcanın Bayan Winc­
kelmann'dan yani annenden kiraladığım odayı tek etmemi istediğini
söyledin? Niçin? Bana niçin taşınmam gerektiğini söyleyebilmelisin.
Taşınman gerekiyor diyemezsin sadece . Sana doğru bakıyorum.
Seni görüyorum sandalyede oturmuş, önüne bakıyorsun . Amcanı
benden çok seviyorsun, diyorum sana. Yaptıkları çok mu zevkli?
Gözlerini yerden kaldırıyor bana bakıyorsun. İri iri açılmış gözlerin­
le bana bakıyorsun. Niçin amcanın yanındasın hep? Oturduğun yer­
den bana öylece bakıyorsun. Niçin buradan taşınmamı istiyorsun?
Ben ne hata yaptım? Ya da sana kötü şeyler yapmadım diye mi evden
taşınmam gerekiyor? Başımı sallıyorum. Ellerime bakıyorum, titri­
yorlar. Amcanın taşınmam gerektiğini söylediğini , annenin de
onunla aynı fikirde olduğunu söylüyorsun bana. Sana doğru bakı­
yorum, ayağa kalkıyorsun. Sandalyenin önünde durup sonra yürü­
düğünü görüyorum. Ve soruyorum, niçin buradan taşınmamı isti­
yorsun? Niçin amcanla beraber olmayı tercih ediyorsun? Ben ne
hata yaptım? Tam karşımda durduğunu görüyorum. Ellerime bakı­
yorum, titriyorlar. Onun seni okşamasından hoşlanıyor musun?
Ondan bunu yapmasını istiyor musun? Senin baban yaşında olma­
sına rağmen yani? Başımı kaldırıp sana bakıyorum. Sokak boyunca
yürüyorum. Gözlerin simsiyah. Sokak boyunca yürüyor ve gözlerini

98
görüyorum, siyah gözlerin beni dolduruyor. Sokak boyunca yürü­
yorum, seni görmem lazım. Senin yanma gitmeliyim. Benden sana
gelmemi istedin. Seni siyah gözlerinle orada durmuş görüyorum,
sonra kapıyı açıp koridora çıkıyorsun. Sokak boyunca yürüyorum,
seni görmem lazım. Kaybolma sen. Seni kaybetmemeliyim . Sokak
boyunca yürüyorum. Köşeyi dönünce oradayım işte , Jagerhofstras­
se'ye doğru yürüyorum. Şimdi jagerhofstrasse'deyim. Orada soka­
ğın karşı tarafında senin yaşadığın ev, ikinci katta annen ve kardeş­
lerinle yaşıyorsun ve koridorun en dibindeki küçük odada da ben
yaşıyorum. Bir yatak, bir sandalye . Giysiler ve resim malzemelerim­
le dolu iki bavul. Şimdi seni göreceğim çünkü benden sana gelmemi
istedin, Malkasten'deydim ve bana gelmelisin dediğini duydum ve
işte şimdi sana geliyorum, Bodom da sana gitmem gerektiğini söyle­
di zaten, senin beni beklediğini söyledi. Demek ki Bodom seninle
konuşmuş, öyle değil mi? Bodom seninle konuşmamalıydı. Başka
hiç kimse seninle konuşmasın. Niçin Bodom seninle konuştu? Yok­
sa sen onun da sevgilisi misin? Sen aynı zamanda Bodom'un da sev­
gilisi olamazsın. Ne zaman konuştun Bodom'la? Niçin Bodom'la
konuştun? Onunla buluştun mu? Niçin buluştun Bodom'la? Şimdi
senin oturduğun, benim de bir odasını kiraladığım evi görüyorum
karşımda . Seninle tekrar görüşeceğiz. jagerhofstrasse boyunca yürü­
yorum. Binanın giriş katındaki sahanlıktayım, merdivenleri çıkacak,
anahtarı çevirecek ve kapıyı açacağım ve sen orada olacaksın , zira
benden sana gelmemi istedin , benimle konuşmak istiyorsun. Onun
için gelmemi istedin. Kapının kilidini açacak ve odama gireceğim,
sonra Helene odamın kapısına vuracak. Kapıya bakıyorum, kapıya
doğru gidiyorum. Duruyorum. Kapıya doğru bakıyorum. Elimi ce­
bime sokuyorum, pipom orada, kibritler ve tütün tabakam da ora­
da. Diğer cebimi yokluyorum, cüzdan orada, anahtar orada . Anah­
tarı çıkarıyorum. Anahtarı kilide sokuyorum. Az sonra sevgili Hele­
ne'mi göreceğim. Anahtarı çeviriyorum. Kapıyı açıyorum. Koridora
bakıyor ve iki bavulumun odamın kapısı önüne konmuş olduğunu
görüyorum, iki bavul üst üste duruyor. Ama ben eşyalarımı topla-

99
mamıştım ki . Ben bir yere gitmeyeceğim. Ben bir yere gitmeyeceğim
ama bavullarım toplanmış, oda kapımın önüne konmuş. Ben burada
yaşıyorum, burası benim odam, odamın kirasını ödedim. Bavulla­
rım koridorda oda kapımın önünde duramaz. Helene eve gelmemi
istedi benden ama amcası buradan git, taşın dedi , burada daha fazla
kalmaya devam edemezsin dedi, ama ben bir yere gitmek istemiyo­
rum. Kötü bir şey yapmadım ben . Kiramı tam ödedim, evde ne gü­
rültü yaptım ne de odamda eğlence düzenledim, kötü bir şey yap­
madım ben, bu nedenle de taşınmak istemiyorum, bu evde kalmak
istiyorum, benim taşınmamı istemek akıl dışı bir şey çünkü burayı
kiraladım ben, burada yaşıyorum, Helene de burada yaşıyor, sevgili
Helene'm ve buradan taşınmak istemiyorum. Kalacak hiçbir yerim
yok. Bavullarımı tekrar odama götürmeli ve açmalıyım. Sevgili He­
lene'mi terk edemem. Şimdi koridorda duruyorum, sanırım Bay
Winckelmann, iri yan ve kara Bay Winckelmann az sonra gelir bu­
raya, bavullarımı alıp ikinci katın sahanlığına taşır, beni sahanlığa
doğru iter ve kaybol buradan , der bana. Ama Helene benim eve
gelmemi istedi . Sesini içimde duydum ben, Malkasten'de oturuyor­
ken Helene'nin benden eve gelmemi istediğini işittim. Şimdi bavul­
larım koridorda, oda kapımın önünde duruyor, iki bavul üst üste
konmuş vaziyette . Bavullarımı kapının önüne Helene mi koydu aca­
ba? Amcası olamaz bavulları kapının önüne koyan, olabilir mi aca­
ba? Bavulları alıp odama götürmeliyim, çünkü ben burada yaşıyo­
rum ve Helene benden eve gelmemi istedi. Böyle holde duramam
çünkü her an amcası gelebilir, bavullarını al ve git diyebilir bana .
Odamın kapısı önünde duran bavullarıma doğru yürüyorum. Ba­
vulları kapının önünden çekiyorum. Kapıyı açıyor ve odada her şe­
yin bıraktığım gibi olduğunu görüyorum, yatak, yatak örtüsü , san­
dalye , masa. Odam benim, kiraladığım güzel oda. Bavullardan birini
elime alıp odaya taşıyor ve yatağın üzerine bırakıyorum, tekrar kori­
dora çıkıp ikinci bavulu alıyor, onu da odaya taşıyor ve yatağın üze­
rine bırakıyorum. Gidip kapıyı kapatıyorum. Bavullarımı açacağım.
Hiç kimsenin benim eşyalarımı toplamaya hakkı yok, eşyalarım top-

100
lanacaksa ben kendim toplarım onları. Eşyalarımı toplayacak biri
varsa o da benim Yatağın üzerinde yan yana duran bavullarıma ba­
kıyorum. Uzun siyah paltom bavullardan birinin en üstünde . Palto­
mu alıyor ve elimde tutup bakıyorum. Birisi paltomu dolaptan almış
ve bavula yerleştirmiş, giysi dolabına gidiyor, kapısını açıyor bir askı
c,;ıkarıyor ve paltomu askıya asıyorum. Tekrar bavulumun yanına
gidiyorum, kirli ve temiz çamaşırlarımın karmakarışık bir şekilde
bavula tıkılmış olduğunu görüyorum, biri kirli ve temiz çamaşırları­
mı paltonun altına koymuş. Hiç kimse eşyalarımı alıp bavula koya­
maz . Bunlar bana ait. Eşyalarımı yalnızca ben toplayıp bavula yerleş­
tirebilirim ve şimdi birisi , muhtemelen Bay Winckelmann ya da
Bayan Winckelmann, onlar karı koca değil çünkü Bay Winckelmann
Bayan Winckelmann'ın ölmüş eşinin kardeşi , Helene böyle söyledi ,
şimdi muhtemelen karı koca olmayan Bay veya Bayan Winckelman,
onlardan biri veya ikisi birlikte eşyalarımı alıp bavula koymuşlar
sonra da bavulları koridora taşımışlar. Şimdi bavulları açmam gerek
c,;ünkü ben burada yaşıyorum, burası benim odam, ben burada yaşı­
yorum. Burada kalacağım . Resim malzemelerimin diğer bavulda ol­
duğunu görüyorum, fırçalar bir beze sarılmış , eskiz defterlerim bu­
rada. Çıkartıyor ve bavulun kapağını kapatıyorum. Diğer bavulu da
kapatıyorum. Yatağın karşısında duruyorum. Helene'nin artık gel­
mesi gerek. Niçin gelmiyor Helene? Eşyalarımı toplayıp , bavula yer­
leştirip sonra koridora , kapımın önüne koyan Helene mi? Bavulu
kaldırıp yere koyuyorum sonra diğer bavulu kaldırıp yerdeki bavu­
lun üzerine koyuyorum. Sonra gidip yatağın kenarına oturuyor ve
ayağımdan ayakkabılarımı çıkarıyorum. Yatağa uzanıyorum. Hele­
ne'yi bekliyorum şimdi . Ellerimi ensemde birleştiriyor ve yattığım
yerden tavana bakıyorum. Helene'nin gelmesi gerek artık. Helene
bana gelmek istemiyor mu? Helene bana gelmeyecek mi? Koridorda
yumuşacık adımlar duyuluyor. Duyduğum bu ayak sesleri Hele­
ne'ye ait olmalı. Ellerimi ensemde birleştirmiş olarak yattığım yer­
den ayak seslerinin yaklaştığını işitiyorum. Gelen Helene olmalı de­
ğil mi? Helene'nin yanıma gelmesi gerek. Onun bana seslendiğini ,

101
benden ona gelmemi istediğini duydum ben, ben Malkasten'deyken
seslendi o bana . Ona gelmemi istedi benden. Adımlan yavaş yavaş
bana doğru yaklaşıyor, yakınlaşıyor, yakınlaşıyor, adımlarının bana
yaklaştığını işitiyorum, yumuşacık adımlar. Helene bana geliyor. Ya­
taktan doğrulmalıyım değil mi? Helene bana geldiğinde üzerimde
mor kadife takım elbisemle uzanmaya devam edemem değil mi? He­
lene bana geliyor çünkü . Adımlar kapımın önünde duruyor. Hele­
ne'nin ayak sesleri olmalı bunlar? Yoksa gelen Bayan Winckelmann
mı? Ama adımlar yumuşacıktı. Gelen Bayan Winckelmann olamaz
çünkü ona gelmemi isteyen Helene'ydi ve geldim işte . Helene'nin
adımları kapının önünde durdu . Şimdi kapıya vurulduğunu duyu­
yorum. Girin demeliyim. Ama ya gelen Bayan Winckelmann'sa?
Hatta Bay Winckelmann da olabilir gelen? Girin diyemem. Hiç ses
çıkarmadan yatmaya devam etmeliyim. Kapının açıldığını görüyo­
rum. Helene'yi görüyorum. Sevgili Helene'm kapıda duruyor. Yüzü­
nü , gözlerini görüyorum. Sevgili Helene'm önüne bakıyor. Sevgili
Helene'min çok solgun olduğunu görüyorum. Doğrulup yatağın ke­
narına oturuyorum. Bavullara bakıyorum. Helene'nin odaya girdiği­
ni , kapıyı kapattığını görüyorum. Helene'nin yumuşacık adımlarla
odada yürüdüğünü görüyorum. Helene'ye bakıyorum, sandalyeye
doğru yürüyor. Helene'nin sandalyeye oturduğunu görüyorum. Ba­
vullara bakıyorum. Şimdi Helene'nin yüzüne bakmalıyım. Sevgili
Helene'm. Neyin var senin sevgili Helene'm? Bir şeyler söylemelisin,
böyle oturamazsın, ben de bir şeyler söylemeliyim. Böyle oturamam,
yüzüne bakmalı , bir şeyler söylemeliyim. Sen de bir şeyler söyleme­
lisin. Böyle oturamayız.
l.ars, diyorsun.
Sevgili Helene'min l.ars dediğini duyuyorum, sesin öylesine fısıl­
tı gibi ki adımı söylediğini duyamıyorum adeta. Yüzüne bakıyorum,
orada oturmuş önüne bakıyorsun.
l.ars, diyorsun bir kez daha.
Yüzüne bakıyorum, ama sen orada oturmuşsun gözlerin önün­
de , konuşurken karşıya bakıyorsun.

102
Burada kalmaya devam edemezsin.
Şimdi bana bakıyorsun, sesin biraz daha yüksek çıkıyor, ben ba­
vullanma doğru bakıyorum.
Amcam ve annem senin burada kalamayacağını söylediler, di­
yorsun.
Yüzüne bakmamalıyım, yere bakıyorum, amcam senin burada
kalamayacağını söylediler, diyorsun, evet der gibi başımı sallıyorum.
Bavullarını amcam topladı , diyorsun.
Yine evet der gibi başımı sallıyorum. Ne söyleyebilirim ki? Böy­
lece ses çıkarmadan oturmalıyım. Bavullara doğru , sana doğru bakı­
yorum, evet der gibi başımı sallıyorum.
Sen bana seslenmedin mi? diye soruyorum.
Yüzüme bakıyorsun.
Sana seslenmedim mi?
Gözlerini iri iri açmış bana bakıyorsun, sesinde bir korku var,
sana bakmamalıyım, bavullara doğru bakıyorum.
Seni düşündüm ama sana seslenmedim, diyorsun.
Ama sesini işittim ben, diyorum.
Sesimi mi?
Evet Malkasten'de oturuyordum, sesini içimde son derece açık
seçik duydum.
Bir şekilde sana seslenmişim demek ki , diyorsun.
Yüzüne bakıyorum, orada oturmuş önüne bakmakta olduğunu
görüyorum. O san saçlarınla, yumuşacık yanaklannla ne kadar da
güzelsin öyle oturduğun yerde . Demek beni düşündün. Beni bek­
ledin.
Beni bekledin, diyorum.
Bekledim tabii, diyorsun.
Beni bekledin demek! diyorum.
Ayağa kalkıyorum. Yatağın önünde duruyor ve başımı hafifçe
eğerek sandalyede oturan sana bakıyorum, sen de başını kaldırıp
bana bakıyorsun , gözlerinde korku var.
Hayır, diyorsun.

1 03
Niçin böyle birdenbire hayır diyorsun? Sesin de değişiverdi?
Korkuyor musun? diyorum.
Biraz, diyorsun.
Korkma , diyorum.
Sana biraz yaklaşıyorum.
Hayır, hayır, diyorsun.
Sesinde korku var.
Hayır mı? diyorum.
Hayır, yapma, diyorsun.
Sana biraz daha yaklaşıyorum.
Yapmamalısın, diyorsun.
Niçin yapmamalısın diyorsun bana? Yüzüme bakıyorsun.
Taşınman gerekiyor, diyorsun. Amcam söyledi, amcam senin
buradan taşınman gerektiğini söyledi, burada kalmaya devam ede­
mezsin.
Amca seninle ne gibi şeyler yapıyor? diyorum.
Tekrar yere bakıyorsun. Sana bakıyorum, Orada oturuyorsun,
gözlerini yere dikmişsin. Amcan seni kendine saklamak istiyor, o la­
net olası kara gözleriyle hep sana bakan amcan, seni kendine sakla­
mak istiyor, seni okşayacak, hiç rahat vermeyecek, o sana asla rahat
vermeyecek, seni okşayacak, okşayacak, sen de ses çıkarmayacak­
sın, hayır demeyeceksin, sen asla hayır diyemezsin.
Amcan, diyorum.
Senin neyin var Lars? diyor ve gözlerimin içine bakıyorsun.
Bana neyin var diye soruyorsun, ama benim bir şeyim yok ki,
ben benim sadece , bir şey istemiyorum, belirli bir şey istediğim yok
demeliyim sana.
Bir şey yok, diyorum.
Ama taşınmak istemiyorsun?
Niçin taşınmam gerekiyor? Benim buradan taşınmamı istiyor
musun? Benim taşınmamı isteyen sensin galiba , diyorum.
Yüzüne bakıyorum, gözlerin yerde . Acaba ufacık gülümsüyor
musun kendi kendine? Ben taşınıyorum diye seviniyorsun herhalde?

104
Böylelikle amcanla birlikte olabileceksin, evde başkaları olmayınca
senin göğüslerine dokunabilecek, nerene isterse dokunabilecek, bu­
nun için mi? Biri bavullarımı toplamış ve taşınmam gerekiyor. Biri
benim taşınama karar vermiş, sen orada oturmuş gülümsüyorsun.
Ve benim niçin taşınmam gerektiğini bana söylemiyorsun. Böyle
ayakta duramam, oturmalıyım.
Niçin benim buradan taşınmamı istiyorsun? diyorum. Niçin?
Gidip yatağın kenarına oturuyorum yeniden ve bavullara doğru
bakıyorum. Ve sen benim taşınmamı istiyorsun, benden sana gel­
memi istedin çünkü amacın bana eziyet etmekti, böyle sandalyede
tek söz etmeden oturup, kendi kendine gülümsemek, niçin buradan
taşınmam gerektiğine dair hiçbir şey söylememekti . Hiçbir şey yapa­
mıyor, hiçbir şey söyleyemiyorum. Ve senin yüzüne bakmamalıyım.
Ama sen niçin benim taşınmamı istiyorsun diye sorabilmeliydim.
Çünkü sen bunu istiyorsun, isteyen sensin.
Niçin benim buradan taşınmamı istiyorsun?
Yüzüne bakıyorum.
Bunu isteyen amcam, diyorsun.
Amcan mı?
Evet.
Bu kararı alan o, öyle mi?
Ve de annem, amcam böyle söylediği için.
Peki ama sen?
Ben mi?
Sen bir şey söylemiyor musun?
Başını iki yana salladığını görüyorum. Yüzüme bakıyorsun, ben
bavullardan tarafa bakıyorum. Senin benim buradan taşınmamı is­
tediğini biliyorum. Taşındıktan sonra benimle alay edeceksin. Ba­
şımı kaldırıp sana, orada oturup pis pis sırıtmana bakamıyorum,
yüzündeki sırıtan ifadenin daha da büyüdüğünü görüyorum, koca­
man oluyor, daha da daha da büyüyor. Sana orada oturup sırıtmana
bakamıyorum. Ellerimi kaldırıp gözlerime götürüyor ve bastırıyo­
rum, yüzündeki sırıtan ifadenin daha fazla büyümesini istemiyorum,

105
büyüyüp de kendi başına hareket edebilen bir duruma gelmemeli ,
bana doğru hareket etmemeli, benden uzaklaşıp yine bana doğru gel­
memeli. Ama sen yüzündeki sırıtan ifadeye dönüşüyorsun. Ellerimi
gözlerimden çekiyor ve bakıyorum, yüzündeki sırıtan ifade odanın
ortasında koskocaman duruyor, neredeyse bütün odayı dolduruyor.
Hayır! Yapma ! diyorum.
Ne var Lars? diyorsun.
Gözlerimi kapatmak zorundayım, burada oturup senin yüzün­
deki sırıtan ifadeyi seyredemem, dudakların bana doğru hareket
ediyor, sonra uzaklaşıyor benden. Yüzündeki sırıtan ifadeyi görü­
yorum.
Hayır şimdi değil ! diyorum. Şimdi değil! Değil !
Ne var Lars, söyle .
Şimdi değil, hayır!
Bir şeyin mi var Lars?
Hayır yok! diyorum.
Dirseklerimi dizlerime dayıyor, ellerimle gözlerimi kapatıp öne
eğiliyor, ellerimle tüm yüzümü kapatıyorum, ellerimle gözlerime
bastırıyorum. Her şey kararıyor ve bu siyahlık iyi geliyor.
Hayır böyle olmaması gerek, diyorum.
Bu böyle olamaz, babamın bir iskele boyunca koşarak bana doğ­
ru geldiğini görüyorum, ve babam koşarak bu tarafa doğru geliyor
tahta pabuçlarını takırdatarak. Böyle sırıtamazsın sen, odayı kap­
layacak kadar büyük bir sırıtkan ifade olmamalı yüzünde . Babam
kolunu havaya kaldırıyor ve başındaki kasketi çıkarıyor, kasketi kal­
dırıyor ve kasketini havada sallıyor. Babam iskelede bu tarafa doğru
koşuyor ve kasketini sallıyor havada .
Senin neyin var Lars, diyorsun.
Ve babam iskelede bu tarafa doğru koşuyor ve kasketini sallıyor
havada.
Lars? Senin neyin var Lars?
Ve babam haykırıyor Lars! Hey Lars? Geliyor musun?
Evet geliyorum şimdi, diyorum.

106
Kiminle konuşuyorsun? diyorsun.
Babam rıhtımın ucuna gelip duruyor ve durumumun iyi olup
olmadığını soruyor, eve dönmek istiyor musun? diyor.
Evet, eve dönmeliyim, diyorum.
Senin neyin ver? diyorsun.
Sen benimle görüşmek istemiyorsun artık, beni çağırıyor sana
gelmemi istiyorsun çünkü amacın orada oturup benimle eğlenmek
ve babam rıhtımın ucunda duruyor ve ileri doğru birkaç adım atı­
yor, babam denize düşüyor, babam sulara gömülüyor ve dalgalar
üzerinden geçiyor. Babama ne oluyor? Boğuluyor mu? Suya mı düş­
tü babam?
Boğulma baba, diyorum. Niçin denize doğru yürüdün?
Lars! Lars! diyorsun.
Baba ! Baba!
Sen kiminle konuşuyorsun? diyorsun.
Baba! Suyun üstüne çıkmalısın baba!
Babamı görüyorum suyun altında, dipte duruyor, ayağında tahta
pabuçlar kayaların ve yosunların arasında duruyor, babam öylece
duruyor. Ve sonra babam bana bakıyor ve eve geri dönmelisin di­
yor, ressam olmamamın hiçbir önemi yok, eve dönsem yeter, eve
dönüp her zaman ne idiysem yine o olmalıyım.
Evet eve döneceğim, diyorum
Ve babam öyle yapmalısın diyor, Almanya sana yaramadı, eve
dönmelisin artık.
Evet eve dönmeliyim, diyorum.
Babam orada suyun altında duruyor. Babam eve gelmekle iyi
edeceğimi söylüyor çünkü ben iyi bir boyacı ustasıyım, evlerin cep­
helerini , dolapları, tekneleri boyayabilirim, ille de resim yapmam
gerekmez.
Ben her şeyi boyayabilirim, diyorum.
Böyle konuşma, diyorsun.
Babamın başını evet dercesine salladığını görüyorum. Babam
evet bunu çok iyi biliyorum, diyor. Babamın ceketinin cebinden

107
piposunu çıkardığını görüyorum, dolduruyor ve ağzına götürüyor.
Babam suyun altında durmuş, piposunu ağzına götürüyor. Ve yakı­
yor piposunu . Babam suyun altında durmuş pipo içiyor.
Hayır ama bundan vazgeç, diyorum. Suyun altında durup pipo
içemezsin.
lars neyin var senin? diyorsun.
Sen, benimle görüşmek istemeyen, seninle aynı çatı altında otur­
mamı istemeyen sen orada oturmuş neyin var diye soruyorsun bana ,
bir taraftan da babam suyun altında durmuş pipo içiyor.
Bir şeyim yok benim, diyorum.
Ama birisiyle konuşuyorsun sanki , diyorsun.
Babam düşüncelerinde samimi olduğunu söylüyor, eve dönme-
liymişim , annem ve kardeşlerim gelişime çok sevineceklermiş.
Eve geleceğim, diyorum.
Sen kiminle konuşuyorsun? diyorsun.
Oturduğum yerde ellerimi gözlerime bastırıyor ve babamın böy­
le ayakta duramam dediğini işitiyorum. Babamın ayağındaki tahta
pabuçlarla kumlara bata çıka deniz dibinde yürüdüğünü görüyo­
rum. Babamın sırtını görüyorum.
Eve geliyorum, diyorum.
Böyle konuşma, ben korkuyorum, diyorsun.
Ben ellerimi yüzüme bastırıyorum ve bedenimin üst kısmıyla sal­
lanmaya başlıyorum, bedenimi bir sağa bir sola sallıyorum.
lars, birazdan gitmem gerek, diyorsun.
Ellerimi yüzümden çekiyorum, sana bakıyorum ve babamın ağ­
zında piposu pencerenin önünde durduğunu görüyorum.
Burada mısın baba? diyorum.
Babamın şöylece bir uğradım , hemen gideceğim, dediğini duyu­
yorum. Sonra kız kardeşim Elizabeth'in de burada olduğunu söylü­
yor ama onu göremiyorum nedense? Sonra kız kardeşim Elizabet­
h'in babamın yanında durduğunu fark ediyorum.
Seni gördüğüme sevindim Elizabeth , diyorum.
Babam Elizabeth'in biraz utangaç olduğunu söylüyor. Babama

108
doğru bakıyorum, siyah pantolonunu , siyah ceketini görüyorum ,
siyah giysileri büyüyor, büyüyor.
Hayır şimdi değil , diyorum.
Siyah ve beyaz bez parçalan, siyah ve beyaz bezler şimdi gelme­
meli buraya. Bezler gelmesin.
Lars, sakin ol biraz, diyorsun.
Sana doğru bakıyorum sevgili Helene'm, sevgili Helene'min ki­
raladığım odada bir sandalyeye oturmuş, kocaman siyah gözleriyle
bana baktığını görüyorum.
Böyle konuşmamalısın, diyorsun. Yapma böyle. Çok korkuyo-
rum. Yapma.
Korkma, diyorum.
Kiminle konuşuyordun? diyorsun.
Bana bunu sorma. Bana kiminle konuştuğumu sorma. Bana ki­
minle konuştuğumu sorarsan seni öldürmek zorunda kalırım çünkü
sevgili Helene'm sen benim burada kalmamı istemiyorsun ve benim
kiminle konuştuğumu sormamalısın, sorma. Git artık, beni rahat
bırak. Sen sevgilim değilsin. Ben senin sevgilinim ama sen benim
sevgilim değilsin. Senden hoşlanmıyorum. Sen sevgilim değilsin.
Benim sevgilim olmak istemiyorsun, diyorum.
Ama sen kiminle konuşuyordun? diyorsun.
Hiç kimseyle, diyorum.
Elizabeth, dedin.
Bana kiminle konuştuğumu sorma, seni ilgilendirmez bu , bura­
ya benim taşınmam gerektiğini söylemeye geldin, bu durumda ba­
şımı sokacak bir yerim olamayacak ve Almanya'da eğitim görmeye
devam edemeyeceğim çünkü kalacak herhangi bir yerim olmalı be­
nim ve Helene , benim sevgili Helene'm, benden ona gelmemi iste­
yen , sevgilim olan kız, benim sevgili Helene'm bu evden taşınmamı
istiyor, amcasıyla baş başa kalabilsin diye , amcası onunla türlü türlü
şeyler yapabilsin diye , bunu istiyor o.
Benim buradan taşınmamı istiyorsun , benim iyiliğimi istemiyor­
sun .

109
Lars, diyorsun.
Sen de tıpkı diğer ressamlar gibisin, iyiliğimi istemiyorsun, di­
yorum.
Konuşmamız gerek, diyorsun.
Senin orada olanca güzelliğinle oturduğunu görüyorum, şimdi­
ye dek gördüklerimin en zarifi , orada oturuyorsun, gördüğüm en
güzel şeysin ve de bu kadar güzel ve zarif olan sen amcanla beraber
olmak istiyorsun.
Annem eve gelmek üzere , diyorsun.
Orada oturuyorsun , ne kadar güzel, ne kadar zarif.
Buradan çıkmalısın, diyorsun. Annem ve amcam eve geliyor sen
evden çıkmalısın , bavullarını amcam topladı , gitmelisin buradan.
Başımı evet anlamında sallıyorum. Sana doğru bakıyorum. Ora­
da oturuyorsun, ne kadar güzel ve zarif.
Artık görüşemeyiz Lars! Senin bu evden gitmen gerekiyor, o yüz-
den görüşemeyiz artık! diyorsun.
Ayağa kalktığını , sırtının dimdik olduğunu görüyorum.
Anlıyorsun Lars, diyorsun.
Sonra bana doğru geliyor tam karşımda duruyorsun. İki elini
omuzlarıma koyuyorsun.
Ne yapacağız Lars? diyorsun. Ne yapacağız? Seni nasıl görebile­
ceğim? Buluşmak üzere sözleşmemiz gerek galiba? Bir şeyler yap­
malıyız.
Dosdoğru yüzüme bakıyorsun.
Annem ve amcam neredeyse burada olur, onun için gitmelisin,
ama buluşmak üzere sözleşmemiz gerek.
Başımı kaldırıp , yüzüne bakıyorum.
Bir daha görüşemeyeceğiz, diyorsun.
Elini kaldırıp yanağına götürüyor ve hafifçe okşuyorum.
Bir daha asla, diyorsun.
Ama görüşebiliriz sanırım, diyorum.
Nasıl yani? diyorsun.
Görüşmek mümkün olabilir belki, diyorum.

110
Ama zor olacak, annen sana karşı çok disiplinli, amcan ondan
da beter.
O iri iri açılmış gözlerinin içine bakıyorum.
Ama, diyorum. Görüşebiliriz belki? Görüşmenin bir yolu olmalı.
Olmalı mutlaka .
Başını hayır anlamında salladığını görüyorum.
Dudaklarını sımsıkı kapatıyor, başını iki yana sallıyorsun.
Annem ve amcam bana göz kulak olacaklarını söylediler.
Amcan da mı?
Başını öne eğip evet anlamında sallıyorsun.
Yani nasıl? diyorum.
Annemle amcam anlaştı, annemin evde olmadığı zamanlarda
amcam gelecek buraya. Yani bana göz kulak olmak için.
Amcan sana bana göz kulak olacak, amcanla beraber olacaksın,
senin istediğin bu değil mi , amcanla beraber olmak, sana istediği
kadar dokunabilmesi .
Annem ve amcam neredeyse burada olurlar, diyorsun. Senin çık­
man gerek, amcam eşyalarını topladı senin, gelip bavullarının hazır
olmadığını , evden tekrar dönecekmişsin gibi çıktığını görürse sana
çok kızar.
Benimle olmaktan çok amcanla beraber olmayı istediğini biliyo­
rum ben.
Sana kiranı geri verdiği halde , evden çıkmamışsın , böyle dedi .
Çok kızgındı . Aslında eşyalarını sokağa atmak istiyordu . Ama yap­
madı . Annem yapma dedi ona.
Sen ve amcan. Ve de bir türlü anlayamıyorum niçin benimle ol­
maktansa amcanla beraber olmayı istiyorsun.
Annemden amcama öyle yapma demesini ben istedim, diyorsun.
Bendim Lars, duyuyor musun, annemden senin eşyalarını sokağa
atılmaktan kurtarmasını isteyen bendim, duyuyor musun Lars?
Sen ve amcan. O seni okşayacak ve sen bundan hoşlanacaksın
çünkü biliyorum ki sen benimle olmaktansa amcanla beraber olma­
yı istiyorsun, o yüzden benim evden taşınmamı istiyorsun.

111
Bana inanmalısın Lars, inan bana .
Sürekli konuşuyor ve benimle olmaktansa amcanla beraber ol­
mayı istediğini, benim evden taşınmam gerektiğini böylelikle ben
olmaksızın evde amcanla baş başa kalabileceğinizi söylüyorsun. Sen
amcanla beraber olabilesin diye benim buradan taşınmam gereki­
yor. Ama benim başka kalacak yerim yok ki . Kalacak hiçbir yerim
olmazsa Almanya' da yaşayamam ve ressam olamam. Bir yerim olma­
lı benim. Sokakta yaşayamam ki . Eve dönmek zorunda kalırım. Eve
döm;rsem de resim yapamam, evleri boyanın ancak.
Burada yaşayamam artık, diyorum.
Çünkü sen amcanla baş başa kalmak istediğin için bu evde ya-
şayamıyorum.
Biliyorum, sen benim burada kalmamı istemiyorsun, diyorum.
Senin başını sallayarak hayır dediğini görüyorum.
Amcan seni kendine saklamak istiyor, diyorum.
Başını sallayarak hayır dediğini görüyorum.
Çünkü amcanla baş başa kalmak istiyorsun, diyorum.
Hayır, hayır, diyorsun.
Taşınmam gerek, diyorum.
Buluşmak üzere sözleşemez miyiz? diyorsun.
Ve ellerini omuzlarımdan çekiyorsun. Odada yürüyüp pencereye
yaklaşıyor, pencerenin önünde duruyorsun, üzerinde o beyaz elbi­
senle pencerenin önünde duruyorsun ve saçın , san saçların ensende
sımsıkı toplanmış, ben senin saçlarını çözdüğünü görmüştüm ! Se­
nin omzundan aşağı dalga dalga dökülen san saçlarını görmüştüm.
Ve senin arkanda, pencerenin gerisinde tepede kavak ağaçlan yem­
yeşil uzanıyorlar. Senin pencerenin önünde durduğunu görüyorum
sevgili Helene'm. Dönüyor ve omzunun üzerinden bana bakıyorsun.
Amcam gelmek üzere , diyorsun. Ve sen amcan geldiğinde bu
odada olmamalısın.
Orada üzerinde beyaz elbisenle durmuş bana bakarken ne kadar
da güzelsin.
Gitmen mi gerekiyor? diyorum.

112
Başını evet anlamında sallıyorsun.
Benimle birlikte olmak istemiyor musun?
Biliyorum ki benimle olmaktansa amcanla beraber olmayı isti­
yorsun, ne diye sana bu soruyu soruyorum ki ve sen orada öylece
duruyor, bana bakıyorsun. Ya babam? Babam nereye kayboldu? Az
önce buradaydı. Elizabeth de buradaydı, kız kardeşim Elizabeth de
buradaydı . Elizabeth nereye gitti? Babam nerede? Senin bana gitme­
lisin diyorsun, benimle beraber olmak istemiyorsun, git diyorsun
bana, sen sadece amcanla beraber olmak istiyorsun.
Lars, diyorsun.
Ve birinin kapıya el attığını işitiyorum.
Lars. Geldiler işte . Gitmeliyim. Geldiler, diyorsun.
Bir kapının açıldığını ve senin işte geldiler, diye fısıldadığını du­
yuyorum, koridordaki ayak seslerini duyuyorum ve sen korku dolu
gözlerle bana bakıyorsun ve Bay Winckelmann'ın bavullar gitmiş,
dediğini duyuyorum.
Ah, bu iyi işte , diyor annen.
İyi, iyi diyor Bay Winckelmann. Onu evden attığımız iyi oldu ,
evet.
Senin iri iri açılmış gözlerle kapıya doğru baktığını görüyorum.
Orada ne kadar da güzel duruyor ve kapıya bakıyorsun . Sana bakı­
yorum, sonra kapıya doğru bakıyor ve burada daha fazla kalamam,
beni senin odanda bulmamalılar diye fısıldadığını duyuyorum, Bay
Winckelmann benim bu evden taşınmamın zorunlu olduğunu söy­
lüyor, olaylar bu şekilde geliştikten sonra benimle Helene'nin bu
evde baş başa zaman geçirmemize seyirci kalamayacakları söylüyor.
Tabii ki, elbette , diyor annen.
Bu mümkün değildi, diyor Bay Winckelmann. Yapılacak en doğ­
ru şey onu bu evden atmaktı .
Tamamen haklısın, olaylar bu şekilde geliştikten sonra o adam
burada kalmaya devam edemezdi, diyor annen.
Hayır, elbette bu mümkün değildi, diyor Bay Winckelmann.
O çok tuhaf bir adamdı zaten, diyor annen.

113
Zamanının çoğunu yatakta yatarak geçiyordu , diyor Bay Winc­
kelmann.
Ve annenle amcan gülmeye başlıyorlar.
Dersler ve resim çalışmaları gitgide azalmaya başlamıştı, evet,
diyor amcan.
Evet öyle olmuştu , diyor annen.
Niye o adama odayı kiraladın sen? diyor diyor Bay Winckel-
mann.
Bilemiyorum, diyor annen.
Ama neyse geçti artık, diyor Bay Winckelmann.
Geçti evet ve Helene'nin hayrına oldu bu , diyor annen.
Helene'nin hayrına oldu diye fısıldıyorum ve sen başını hafifçe sal-
lıyorsun, Helene ve ben birbirimize bakıyoruz ve bana gülümsüyor,
Helene'nin hayrına oldu diye fısıldıyorsun ve bana gülümsüyorsun,
birbirimize bakıyoruz, sonra Bayan Winckelmann'ın Helene diye ses­
lendiğini işitiyoruz. Helene ! Senin kapıya doğru yürüdüğünü görü­
yorum, Bay Winckelmann Helene'nin evde olup olmadığını soruyor.
Helene , Helene ! diye sesleniyor Bayan Winckelmann.
Koridorda hem yumuşacık hem de sert ayak sesleri duyuluyor,
annenin yumuşak, amcanın sert adımları .
Geldiler işte , diyorsun.
Korkma, diyorum.
İşte geldiler, diyorsun.
Aldırma , diyorum.
Helene, Helene ! diye sesleniyor Bay Winckelmann.
Bay Winckelmann sevgili Helene'mi rahat bıraksın.
Lanet olsun, diyorum.
Kapıya doğru bakıyorum, kapının açıldığını görüyorum , önce
yavaşça, o an Helene odada yürümeye başlıyor, derken kapı hız­
la itiliyor ve duvara çarpıyor. Bay Winckelmann o cüssesiyle kapı
boşluğunu dolduruyor. Ve Bay Winckelmann gülmeye başlıyor.
Bay Winckelmann koridora doğru dönüyor ve sesleniyor, bizim
kız burada bavullarla beraber diye bağırıyor Bay Winckelmann ve

114
Bay Winckelmann kapının ağzında durmuş gülüyor ve bizim kız
burada diye bağırıyor, evet kız ve bavullar burada diye bağırıyor
Bay Winckelmann yeniden, kız ve bavullar ve kızın deli Norveçlisi
burada diye bağırıyor, ayağa kalkıyor, birkaç adım atıyor ve sevgili
Helene'min yanında duruyorum. Bay Winckelmann'a bakıyorum,
dosdoğru o kara gözlerinin içine bakıyorum.
Helene ve ben sevgiliyiz, diyorum.
Bay Winckelmann yüzüme bakıyor.
Biz sevgiliyiz, diyorum.
Sevgili mi? diyor Bay Winckelmann.
Başımı evet anlamında sallıyorum. Ve Bay Winckelmann yeni­
den gülmeye başlıyor. Bay Winckelmann kapı ağzında duruyor ve
gülüyor. Bay Winckelmann koridora doğru tekrar dönüyor ve sesle­
niyor, biz sevgiliyiz ve gülüyor Bay Winckelmann, Bayan Winckel­
mann'ın da kapıya geldiğini görüyorum. Bay Winckelmann kollarını
iki yana açıp kapının pervazlarını tutuyor. Bay Winckelmann kapıyı
bloke ediyor. Ve Bay Winckelmann dosdoğru yüzüme bakıyor.
Siz sevgilisiniz, evet, diyor Bay Winckelmann.
Ve Bay Winckelmann dik dik bakıyor bana.
Sen sevgilinin kaç yaşında olduğunu biliyor musun? diyor Bay
Winckelmann. Hı?
Biliyor musun?
Yere, bavullarıma doğru bakıyorum.
O kız daha çocuk, diyor Bay Winckelmann. İyi bir ailenin kızı.
Sen iyi bir ailenin kızı olmak ne demektir bilir misin?
Başımı kaldırıyorum ve Bayan Winckelmann'ın kapıda Bay Win­
ckelmann'ın kolunun altında durduğunu görüyorum, gözleri nemli
ve yanaklarından aşağı gözyaşları dökülüyor. Bayan Winckelmann
Helene'ye bakıyor.
Hayır ama Helene , diyor Bayan Winckelmann.
Sonra Bayan Winckelmann başını önüne eğiyor, hıçkırdığını du­
yuyorum, Bayan Winckelmann Bay Winckelmann'a yaslanıyor, o da
koluyla kadının omzuna sarılıyor.

115
Biz sevgiliyiz, evet, diyorum.
Duyuyor musunuz hanımefendi, diyor Bay Winckelmann. Du­
yuyor musunuz?
Bay Winckelmann Bayan Winckelmann'ın omzuna daha çok sa­
rılıyor.
Biz sevgiliyiz diyor adam, diyor Bay Winckelmann.
Bayan Winckelinann yüzünü Bay Winckelmann'ın siyah ceketi-
ne gömüyor.
Bu deliyi dışarı atalım hadi , diyor Bay Winckelmann.
Evet, evet, diyor Bayan Winckelmann.
Burayı terk etmeli, diyor Bay Winckelmann. Dışarı , Dışarı .
Bayan Winckelmann'ın yüzünü siyah ceketten kaldırdığını gö-
rüyorum.
Helene sen, diyor Bayan Winckelmann. Sen ne yapıyorsun? Na­
sıl böyle bir şey olabilir? Sen ne yapıyorsun? Babanı düşünmüyor
musun, o ne derdi buna? Zavallı merhum baban ne derdi?
Yatağın kenarına oturuyorum. Helene'ye , sevgili Helene'me bakı­
yorum, üzerinde beyaz elbisesi , güzelim san saçlarıyla orada odanın
ortasında duruyor. Sevgili Helene'm öylece duruyor. Bay Winckel­
mann elini · kapı pervazından ve Bayan Winckelmann'ın omzundan
çekiyor ve odaya giriyor. Kara gözlerinin odaya girdiğini görüyo­
rum. Kara gözleri, siyah sakalı. Koca göbeği. Bay Winckelmann kap­
kara giriyor odaya ve Helene'ye doğru yürüyor, Helene'yi kolundan
yakalıyor, Helene'nin kolunu sıkıştırdığını görüyorum.
Rahat bırak onu , diyorum.
Bay Winckelmann bana kapkara bakıyor.
Sen kes sesini, diyor.
Ve Bay Winckelmann Helene'yi kapıya doğru sürüklüyor, bense
sakin sakin oturup Bay Winckelmann'ın sevgili Helene'mi ebediyen
benden uzaklaştırmasını seyretmek durumundayım, Bay Winc­
kelmann Helene'yi çekip benden uzaklaştırıyor, sevgili Helene'mi
beraberinde sürüklüyor, onu beraberinde odadan, benim Bayan
Winckelmann'dan kiraladığım odamdan dışarı sürüklüyor, sevgili

116
Helene'mi kolundan sımsıkı yakalamış, onu benden uzaklaştırıyor,
Bay Winckelmann sevgili Helene'mi benden uzaklaştırırken, Bayan
Winckelmann kapıda durmuş öylece seyrediyor. Sevgili Helene'm
kolundan sımsıkı yakalanmış, odadan dışarı sürükleniyor. Hayır bu
mümkün değil . Burada böyle oturamam. Babam pencerenin önünde
durmuş, Bay Winckelmann'ın Helene'yi odadan dışarı sürüklemesi­
ne bakıyor. Babam sevgili Helene'mi odadan dışarı sürükleyen Bay
Winckelmann'a gözlerini dikmiş bakıyor. Çünkü ebediyen sevgili
Helene'm bu odadan çıkacak, benden uzaklaştırılacak, ebediyen
benden uzaklaşacak. Babam hiçbir şey söylemiyor, kasketi elinde ,
ayağında tahta pabuçlarla öylece duruyor ve Bay Winckelmann'ın
sevgili Helene'mi benden uzaklaştırmasını seyrediyor. Elizabeth,
sevgili kız kardeşim Elizabeth niçin öylece duruyor ve Bay Winckel­
mann'a bakıyorsun?
Elizabeth, diyorum.
Ve Elizabeth diyor ki abisi üzülmesin, abisi.
Hayır, üzülmüyorum, diyorum.
Elizabeth, bunu söylediğini duymak iyi , diyor.
Şimdi , al bavullarını ve git buradan diyor Bay Winckelmann.
Bay Winckelmann bir koluyla Helene'ye diğer koluyla Bayan
Winckelmann'a sarılmış yüzüme bakıyor.
Gitmem mi gerekiyor? diyorum.
Evet, evet diyor Bay Winckelmann. Ve derhal.
Helene ile Bayan Winckelmann'ın başlarını evet anlamında salla­
dıklarını görüyorum, yani Helene de benim gitmemi istiyor çünkü
o sadece amcasıyla beraber olmak istiyor öyle ki birlikte bir şeyler
yapsınlar diye , Helene de benim buradan gitmemi istiyor, Elizabet­
h'in bana doğru geldiğini kucağıma oturduğunu görüyorum. Elimi
Elizabeth'in sırtına koyuyorum.
Ziyaretime geldiğin çok iyi oldu , diyorum.
Kiminle konuşuyorsun sen? diyor Bay Winckelmann .
Elizabeth Almanya'daki ağabeyini elbette ziyaret etmek istediğini
söylüyor, çok uzaklara , güneye ta Almanya'ya kadar gitmesi imkanı

117
verilen, iyi resim yaptığı için çok uzaklara gitme imkanı verilen ağa­
beyini , yani beni .
Elizabeth, evet, diyorum.
Kiminle konuşuyorsun sen? diyor Bay Winckelmann.
Elizabeth , evet, diyorum.
Ayağa kalk ve burayı terk et diyor Bay Winckelmann.
Elizabeth'i kucağımdan yere indiriyorum.
Babana gitmelisin, diyorum.
Helene ve Bayan Winckelmann'ı her iki tarafına alıp , kollarıyla
sarmış olan Bay Winckelmann'a bakıyorum, onlar da bana bakıyorlar.
Hadi babana git Elizabeth, diyorum.
Elizabeth'in pencereye doğru yürüdüğünü görüyorum, elini kal­
dırıp babasının avucuna bırakıyor. Babamla Elizabeth'in pencerenin
önünde durduklarını görüyorum.
Gitmeliyim artık. Anneme ve diğer kardeşlerime ;;elam söyleyin,
diyorum.
Acele et, diyor Bay Winckelmann.
Bay Winckelmann'ın kara gözlerine bakıyorum. Helene'ye ba­
kıyorum, sevgili Helene'me , kapıda duruyor Bay Winckelmann'a
yaslanmış, kolunu kaldırıp Bay Winckelmann'ın boynuna doluyor,
belli işte benimle değil onunla olmak istiyor. Sevgili Helene'me bak­
mamalıyım. Bakışlarımı bavullarıma kaydırıyorum.
Eşyalarımı toplamam gerek, diyorum.
Evet, evet diyor, Bay Winckelmann.
Yatağın ayakucundan kalkıyor, bavullara doğru gidiyor onları
yere yatırıyorum. Bavullardan birini açıyorum. Dönüp baktığımda
kapı ağzında yalnızca Bay Winckelmann'ı görüyorum, başını sal­
lıyor. Ve şimdi muhtemelen sevgili Helene'mi bir daha asla göre­
meyeceğim. Helene kayboldu . Şimdi Bay Winckelmann tek başına
kapının ağzında durmuş başını sallıyor. Ve Bay Winckelmann'ın
kafası giderek büyüyor, büyüyor, kara gözleri büyüyor, büyüyor ve
kara gözleri kafasından kayarak odanın içinde hareket etmeye baş­
lıyor, serbestçe hareket ediyor gözleri odanın içinde , gözleri büyü-

118
yor büyüyor, kara daha da kara oluyor, bana doğru geliyor, benden
uzaklaşıyor, gözleri bütün odayı dolduruyor, ben şimdi ancak onun
neredeyse bütün odayı dolduran kara gözlerinin içinden Helene ve
Bayan Winckelmann'ı seçebiliyorum, kapının ağzında Helene ve
Bayan Winckelmann Bay Winckelmann'ın kolunun altına girmiş­
ler duruyorlar öylece , kapının ağzında duruyorlar, kapının ağzında
orada duruyorlar ve sadece hafifçe seçilebiliyorlar, görünmek iste­
miyorlar, yalnızca kara gözlerin içinden hafifçe seçilebilecek kadar
görünmek istiyorlar, derken gözler esnemeye başlıyor, uzuyor, uzu­
yor, siyah ve beyaz bez parçalarına dönüşüyor, havada serbestçe
dalgalanan bez parçaları , bezler bana doğru geliyor ve benden uzak­
laşıyor, bana doğru , benden uzağa , bezler hiç durmaksızın hareket
ediyor bana doğru , benden uzağa , sonra bez parçaları ağzıma yakla­
şıyor, Bay Winckelmann'ın kara gözleri ağzıma doğru hareket eden
siyah ve beyaz bez parçaları olmuş, bezler dudaklarıma yaklaşıyor,
ağzıma baskı yapıyor. Siyah ve beyaz bezler ağzıma bastırıyor. Böyle
olmamalı, gitmeliyim buradan . Siyah ve beyaz bez parçalarının beni
boğmasına izin veremem. Böyle olmamalı. Gitmeliyim buradan.
Bay Winckelmann'ın acele et, dediğini duyuyorum, Helene bavul­
ları yeniden açtığımı söylüyor, Helene'nin çok uzaklardan , başka
bir yerlerden bana bir şeyler söylediğini duyuyorum, Bay Winckel­
mann evet öyle yapmış diyor, Bay Winckelmann sabrının taşmak­
ta olduğunu söylüyor Bay Winckelmann, ben bavullardan birinin
içine bakıyorum, temiz ve kirli iç çamaşırlarıma. Paltomu almam
gerek şimdi . Ve de Bay Winckelmann'ın gözlerine bakmamalıyım.
Etrafımda dolaşan siyah ve beyaz bezlere bakmamalıyım, bez parça­
ları bana doğru geliyor, benden uzaklaşıyor. Elbise dolabına kadar
gidip paltomu almalıyım. Bay Winckelmann'ın kapıda kapkara dur­
duğunu görüyorum. Ve muhtemelen Helene'yi bir daha asla göre­
meyeceğim. Gidip elbise dolabını açıyor, paltomu çıkarıyor ve elime
alıyorum. Elimdeki paltoyu bavula doğru götürüyorum. Pencereye
doğru bakıyorum kavak ağaçları yemyeşil duruyor pencerenin dı­
şında . Kavaklar gökyüzüne doğru yükseliyor. Ve Bay Winckelmann

119
bana bakıyor, siyah sakalının üzerinden kara gözleriyle dik dik ba­
kıyor bana. Bay Winckelmann'ın kara gözleri . Paltomu bavula ko­
yuyorum temiz ve kirli iç çamaşırlarımın üzerine . Bavulun kapağını
tutup , kapatıyorum. Diz üstü çökmüş bavulun kapağını kapatırken
Bay Winckelmann'ın hadi tamam dediğini ve ardından Bay Winc­
kelmann'ın elbise askısı senin miydi diye sorduğunu duyuyorum.
Onun değildi sanırım, diyor Bayan Winckelmann.
O zaman, diyor Bay Winckelmann. Askıyı dolaba geri koy ba­
kalım.
Askı benim değil, geldiğimde dolapta asılı olan bir askı, dolapta
asılı duran bir sürü askı vardı. Elbette Bayan Winckelmann'ın elbise
askısı. Şimdi askıyı geriye , yerine asmam gerekiyor. Başımı kaldırı­
yor Bay Winckelmann'ın koca göbeğini, kara gözlerini, siyah sakalı­
nı görüyorum. Şimdi sanırım askıyı geriye , yerine asmam gerekiyor.
Bavulu açmak zorundayım. Bavulu açıyorum. Paltoyu askıdan çı­
karıyorum. Ayağa kalkıyorum, elbise askısı elimde . Bay Winckel­
mann'a bakıyorum.
Acele et, diyor Bay Winckelmann .
Kapıya doğru bakıyorum Bayan Winckelmann'la Helene orada
durmuş Bay Winckelmann'a yaslanıyorlar.
Fazla vaktimiz yok, diyor Bay Winckelmann.
Elbise dolabına gidiyor ve askıyı yerine , diğer askıların arasına ası­
yorum. Dolabın kapısını kapatıyorum. Bavullara doğru gidiyorum.
Eğiliyorum, bavulun kapağını kapatıyorum. Doğrulup bavulları dik
olarak yere koyuyor ve bavullarımın sapını kavrıyorum. Odanın or­
tasında iki elimde birer bavulla duruyorum şimdi. Kollarıyla Hele­
ne'ye ve Bayan Winckelmann'a sarılmış olan Bay Winckelmann'ın
kapının ağzında durduğunu görüyorum. Bayan Winckelmann'ın
Helene'yle birlikte salona gideceğini söylediğini duyuyorum, Bay
Winckelmann evet salona gidin, diyor ve Helene'yle Bayan Winc­
kelmann koridorda yürümeye başlıyorlar. Bay Winckelmann'ın be­
nim odanın kapısından ayrılıp koridorda yürüdüğünü duyuyorum.
Odamın kapısından çıkıyorum. Bay Winckelmann holde ara kapı-

120
nın yanında duruyor. Elimde bavullarımla oraya doğru yürüyorum.
Bay Winckelmann'ın ara kapıyı açıp , arkasına geçtiğini ve kapıyı
açık tutarak yüzüme baktığını görüyorum.
Şöyle , diyor Bay Winckelmann.
Bay Winckelmann'ın ara kapıyı açık tuttuğunu görüyorum. Bay
Winckelmann'ın önünden yürüyüp kapıdan geçiyorum.
Yani nihayet, diyor Bay Winckelmann.
İkinci katın sahanlığına çıkıyorum.
Nihayet, diyor Bay Winckelmann.
Dönüp Bay Winckelmann'a bakıyorum.
Elveda , diyor Bay Winckelmann. Ebediyen elveda.
Kapının arkamdan kapandığını işitiyorum. Merdivenlere doğru
yürüyorum. Kapının kilitlendiğini işitiyorum. Merdivenlerden in­
meye başlıyorum. İki bavulumun arasında merdivenlerden iniyo­
rum. Gidecek hiçbir yerim yok aslında , ama burayı terk etmek zo­
rundayım ve sevgili Helene'm Bay Winckelmann'la bu evde kala­
cak, bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok, gitmeye mecburum.
Ve gidebileceğim hiçbir yer yok. Ama gitmek zorundayım. Kala­
mazdım , gitmek zorundaydım. Basamakları iniyorum. Ve sevgili
Helene'm geride , evde Bay Winckelmann'la kaldı . Ve başımı soka­
cak hiçbir yerim yok. Sadece jagerhofstrasse'de Bayan Winckel­
mann'ın evinde kalacağımı bilerek Almanya'ya geldim. Bundan
böyle Bayan Winckelmann'ın evinde kalamayacağım. Merdivenler­
den iniyorum, iki elimde birer bavul. Nereye gidebilirim? Sevgili
Helene'm nerede yaşayacak? Sevgili Helene'mle nasıl görüşeceğim?
Merdivenlerden iniyorum. Başımı nereye sokacağımı bilmiyorum
ama bir yere gitmeliyim , bir yerde kalabilmeliyim, nerede kalaca­
ğım ben? Bu geceyi nerede geçireceğim? Merdivenlerden iniyorum.
Bir yerim olmalı benim. Almanya'da yaşayamam çünkü Alman­
ya'daki Norveçliler iyi resim yapamıyorlar. Ama Hans Gude iyi re­
sim yapıyor. Tidemann iyi resim yapıyor. Ben iyi resim yapıyorum.
Bundan böyle Almanya'da yaşayamam, eve dönmem gerek, iyi re­
sim yapamayan ressamlar arasında kalamam artık. Peki ama Hans

121
Gabriel Buchholdt Sundt ne diyecek buna? Hans Gabriel Buchhol­
dt Sundt? Eve de dönemem, döndüğüm taktirde Hans Gabriel Bu­
chholdt Sundt'ün yüzüne bakamam . Eve dönebilirim elbette ama
bir daha asla Stavanger'de sokağa çıkamam , zira Hans Gabriel Bu­
chholdt Sundt'la karşılaşabilirim sokaklarda. Peki ama nereye gi­
deceğim? Kalabileceğim bir yerim yok. Kalabilecek bir yerim olma­
dan Almanya'nın sokaklarında dolaşamam ki ! Bir yerde kalmam
şart . Ben jagerhofstrasse'de yaşıyorum, kiralık bir odada kalıyorum
Bayan Winckelmann'ın, dul Bayan Winckelmann'ın evinde Jager­
hofstrasse'de . Bayan Winckelmann'ın evinin bir odasında kalıyo­
rum . Merdivenlerden iniyorum, iki elimde birer bavul. Helene'ye
gitmeliyim çünkü bana seslendi o. Helene'nin yanına gitmeliyim.
Ve gidecek hiçbir yerim yok. Bir yerlere gitmeliyim. Ama nereye
gideceğim? Sokağa çıkıyorum. Ortalıkta tek bir kişi bile yok. Ama
öyle ki bir yere gitmeliyim . Sokak boyunca aşağıya doğru yürüyo­
rum . Az önce de bu sokakta yürüyordum, aşağıya doğru yürüyor­
dum aynı sokakta . Aynı sokakta yukarıya doğru yürüyordum. So­
kak boyunca aşağıya doğru yürüyorum . Az önce de bu sokakta
yürüyordum . Aşağıya doğru yürüyordum sokakta . Aşağıya doğru
yürüyordum sokakta , az önce de bu sokakta yürüyordum ve bir
süre sonra sokakta yukarıya doğru yürümüştüm. Sokak boyunca
yürüyorum. Az önce Malkasten'e gitmiştim, ilk kez gitmiştim Mal­
kasten'e . Yani bugün Malkasten'deydim. Ve şimdi sokakta aşağı
doğru yürüyorum iki elimde birer bavul ve hiçbir yerim yok gide­
cek. Sokak boyunca yürüyorum. lki elimde birer bavul yürüyo­
rum. Nereye gideceğimi bilmiyorum ama sokak boyunca yürüyo­
rum. Sevgili Helene'min sesini duydum, benden ona gitmemi iste­
di. Ben de gittim sevgili Helene'me . Nereye gideceğimi bilmiyo­
rum, sanırım sadece yürümeliyim. Ama herhangi bir yere gitmeli­
yim çünkü insan daima şurada ya da burada bir yerdedir. Ben de
şurada veya burada bir yerde olmalıyım. Sokak boyunca yürüyo­
rum. jagerhofstrasse'deyim. Başımı nereye sokacağımı bilemiyo­
rum ki? Sokak boyunca yürüyorum. Sana geliyorum. Yalnızca se-

122
nin yanında olacağım, başkalarının yanında olmayacağım. Şimdi
sana geliyorum. Bugün babamla ve kız kardeşim Elizabeth'le ko­
nuştum. Babam tabii ki eve dönebilirsin, dedi , ev ve kapı boyama­
ya devam edebilirmişim, babamla birlikte çalışabilirmişiz . Eliza­
beth de oradaydı bugün. İki elimde birer bavul var, iki bavul ara­
sında yürüyorum ve de nereye gideceğimi bilmiyorum. Sevgili kız
kardeşim Elizabeth'e gidiyorum. Babama gidiyorum. Hans Gabriel
Buchholdt Sundt'ün verdiği iki bavulun arasında yürüyorum. Her
şeyimi o verdi bana , bavullar dahil. Hans Gabriel Buchholdt Sundt
yolculuk, yeme içme ve barınma giderlerimi karşıladığı için Al­
manya'dayım, o benim iyi resim yaptığıma inandığı için şimdi Al­
manya'dayım . Çünkü iyi resim yapıyorum ben . Gerçekten iyi re­
sim yaptığım ve de Hans Gabriel Buchholdt Sundt benim iyi resim
yaptığıma inandığı için şimdi Almanya'dayım. Düsseldorf Sanat
Akademisi'ni bitirmiş bir manzara ressamı olacağım, Hans Gude
benim hocam . Ben ressam Hertervig'im. Hattarvagen'de doğdum.
Ben ressam Lars Hertervig'im, dalgalı siyah uzun saçlı, kahverengi
gözlü ressam. Ve ben Hans Gude'nin öğrencisiyim. İyi resim yapı­
yorum ben. Bugün Hans Gude yaptığım resme bakacaktı ama der­
se gidemedim onun yerine evde yatakta vakit geçirdim, üzerimde
mor kadife takım elbisemle yatağa uzandım, derse gitmek yerine
yatağa uzanıp sevgili Helene'min bana gelmesini bekledim. Karşıya
bakıyor ve sokak boyunca yürüyorum. Nereye gideceğimi bilmiyor
ve iki elimde birer bavul yürüyorum. Sokak boyunca yürüyorum.
Başımı kaldırıyor ve Hans Gude'nin karşımda durduğunu ve bana
baktığını görüyorum, sokakta tam karşımda Hans Gude durmuş,
bana bakıyor, sonra Han Gude kolunu kaldırıp bana el sallıyor.
Böyle bir şey olmamalıydı ama oldu işte , Hans Gude beni gördü
orada durmuş el sallıyor bana . Ortadan kaybolmalıyım . Çünkü
karşıda Hans Gude duruyor ve bana el sallıyor, bense bavullarımı
taşıdığım için ona cevaben el sallayamıyorum. Hans Gude'nin ora­
da durmuş el salladığını görüyorum. Şimdi sanırım Hans Gude yü­
rüyerek bana doğru gelecek. Hans Gude yan sokaklardan birinden

123
geliyor olmalı çünkü ansızın çıktı karşıma, Hans Gude sokağın yu­
karısını ve benim o taraftan geldiğimi görmüş olmalı ve şimdi Hans
Gude yürüyerek bana doğru geliyor. Böyle bir şey olmamalıydı.
Ama oldu işte . Hans Gude yürüyerek bana doğru geliyor, birden­
bire geri dönemem, yürümeye devam etmeliyim. Hans Gude beni
gördü ve şimdi yürüyerek bana doğru geliyor, benimle konuşmak
isteyecek. Bugün dersine gitmemiş olan benimle . Sokak boyunca
iki elinde birer bavulla yürüyen benimle. Böyle bir şey olmamalıy­
dı. Ve şimdi oldu işte , zira Hans Gude yürüyerek bana doğru geli­
yor, Hans Gude'yle karşılaşmak durumundayım, dosdoğru yürü­
yor ve önüme bakıyorum. İki elimde birer bavul Hans Gude'ye
doğru yürüyorum . Ve şimdi elbette ki Hans Gude bana doğru geli­
yor, Hans Gude'ye bakmamalıyım , ancak o kadar yakınıma gelmek
üzere ki ondan kaçmam mümkün olmayacak. Hans Gude'yle kar­
şılaşmak durumundayım. Derken Hans Gude'nin merhaba Herter­
vig! diye seslendiğini duyuyorum, iki elimde birer bavul dosdoğru
yürüyor ve Hans Gude'den tarafa bakıyorum, bana seslendiğine
göre ben de cevap vermeliyim , Hans Gude sesleniyor, bak şu işe ,
seninle karşılaşmak varmış , diye sesleniyor Hans Gude , bavulla­
rımdan birine bakıyor zira Hans Gude ne tuhaf seninle karşılaşma­
mız , dedi , sanki bu çok tuhaf bir şeymiş gibi, yine de tuhaf tabii
çünkü bugün derse gitmedim ben, şimdi Hans Gude niye derse
gelmedin diye soracak bana , resmime baktığını söyleyecek, resmi­
min kötü olduğunu söyleyecek, bakılacak bir tarafı yok diyecek,
resmimin onun gözüne layık bir resim olmadığını söyleyecek, yap­
tığım resmin kötü bir resim olduğunu söyleyecek bana açık açık.
Resmimi beğenmeyeceğini biliyorum. Hans Gude'yle karşılaşmak
durumundayım. Çünkü Hans Gude'ye doğru yürüyorum. Hans
Gude'yle karşı karşıya geleceğim, o da bana niçin bavullarımı elim­
de taşıdığımı soracak, neler geçiyor aklından , diye soracak bana .
Mutlaka soracak, artık kalmama izin verilmeyen odayı bana bulan
insan Hans Gude'nin bizzat kendisi . Hans Gude Hans Gabriel Bu­
chholdt Sundt'le de tanışıyordur mutlaka . Ve Hans Gude Hans

124
l ;abriel Buchholdt Sundt'e bana bulduğu odada kalmama artık izin
ve rilmediğini söyleyecektir mutlaka . Eminim Hans Gude yaptığım
resmi beğenmemiştir ve bana iyi resim yapamadığımı söyleyecek.
Düsseldorf Sanat Akademisi'nde bana yer olmadığını söyleyecek,
hatta Hans Gude Hans Gabriel Buchholdt'a da aynı şeyi söyleyecek
ve bana evine dön diyecek. Benim Almanya'da kalmam için hiçbir
neden olmadığını söyleyecek. Hans Gude'ye doğru yürüyorum .
O n a yaklaşıyor, yaklaşıyorum. Hans Gude'yle karşılaşmak duru­
mundayım. Hans Gude'nin yüzüne bakmalıyım. Böyle gözlerim
i\nüme bavuluma çevrilmiş durumda yürüyemem. Hans Gude'nin
yüzüne bakmalıyım . Gözlerimi yerden kaldırıyorum Ve Hans
Gude yaklaşıyor, yaklaşıyor. Artık durmam gerek.
Bak şu işe , seninle karşılaşmayı hiç beklemiyordum, diyor Hans
Gude .
Duruyorum, elimdeki bavulları kaldırıma bırakıyorum. Hans
Gude de tam karşımda duruyor. Hans Gude'nin yüzüne , Hans Gu­
cle'nin ta kendisinin yüzüne bakamıyorum.
Beklenmedik bir karşılaşma , diyor Hans Gude .
Ve ben şimdi bir şeyler söylemeliyim.
Evet, tabii , diyorum.
Nereye gidiyorsun? diyor.
Cevap vermem gerekiyor değil mi? Ama ne söyleyeceğim?
Seyahate çıkmıyorsun , değil mi?
Bir şeyler söylemeliyim.
Yani elinde böyle bavullarla yürüyorsun da! diyor.
Bir şeyler söylemeliyim. Sorusuna , bizzat Hans Gude'nin bana
sorduğu soruya cevap vermeliyim.
Evet, diyorum.
Yoldan aşağı mı yürüyordun? diyor.
Evet anlamına başımı sallıyorum.
O halde birlikte yürüyebiliriz, diyor Hans Gude .
Evet anlamına başımı sallıyorum.
Bavullardan birini ben alayım mı? diyor.

125
Sıkıntı yok, diyorum.
Yani ben taşıyabilirim bir tanesini , diyor.
Ben kendim taşırım, diyorum.
En sağlamı da bu , diyor.
Hans Gude bugün niçin derse gitmediğimi sormasın bana. Yol­
dan aşağı yan yana yürümek durumundayız. Bavullarımı tutuyor ve
yerden kaldırıyorum. Yoldan aşağı iki elimde birer bavul yürüyo­
rum . Hans Gude yanımda yürüyor.
Ben Malkasten'e bir uğrayayım diyordum, diyor Hans Gude .
Ben Malkasten'e gidemem, hayır. Bizzat Hans Gude oraya gide­
cek olsa bile , ben gidemem. Ben zaten Malkasten'e gitmiştim ama
şimdi de bir yere gitmeliyim. Zira herkes bir yerde olmak durumun­
dadır. Hans Gude'nin yanında yoldan aşağı yürüyorum. İki elimde
birer bavul yürüyorum, yanımda Hans Gude yürüyor. Lalettayin bir
adam değil Hans Gude yürüyor yanımda yoldan aşağı .
Bana eşlik eder misin? Malkasten'e gitmek üzere bana katılır mı­
sın? diyor Hans Gude .
Bir şeyler söylemeliyim, başka bir işim var, sana katılıp Malkas­
ten'e gitme olanağım yok, demeliyim.
Yoksa başka bir planın mı var? Sanki bir seyahate hazır gibisin?
diyor.
Bir şeyler söylemeliyim ama ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Çün­
kü Malkasten'e gidemem, her ne kadar bizzat Hans Gude oraya gi­
decek bile olsa , gidemem, bir süre önce oradaydım zaten ve her ne
kadar artık Malkasten'in müdavimi gibi de olsam gidemem. Malkas­
ten'e ikinci kez gidemem. Hans Gude'ye katılıp Malkasten'e gidecek
olursam bana yaptığım resmi beğenmediğini, iyi resim yapamadı­
ğımı , Almanya'da Düsseldorf Sanat Akademisi'nde öğrenci olarak
bana yer olmadığını söyleyecek. Evine dön diyecek bana. Benim
Düsseldorf ta kalmaya· devam etmem için hiçbir neden olmadığını
söyleyecek, benim iyi resim yapamadığımı söyleyecek. Yoldan aşa­
ğı yürüyorum yanında, bizzat Hans Gude'nin yanında . İki elimde
birer bavul yürüyor ve bavullardan birine bakıyorum. Hans Gude

126
Malkasten'e gitmek üzere ona katılıp katılamayacağımı sordu, aslın­
da katılabilirim belki? Niçin ona katılıp Malkasten'e gitmeyeyim ki?
Bugün Malkasten'e gittim zaten, üstelik başka nereye gidebilirim?
Belki , diyorum.
Ne dedin? diyor Hans Gude .
Yoluma devam ediyorum.
Evet, Malkasten'e gitmek üzere bana katılacaksın diyor Hans
Gude.
Evet, tabii olur, diyorum.
lyi , diyor.
Elbette ona katılıp Malkasten'e gidebilirim.
Yani benimle Malkasten'e geliyorsun, diyor Hans Gude
Ve Hans Gude'nin ta kendisiyle yan yana sokak aşağı yürüyoruz .
Resmini beğendim, diyor Hans Gude .
Hans Gude resmimden söz etmesin. Resmimle ilgili hiçbir şey
söylemesin. Bugün derse gitmedim, resmime benimle beraber baka­
caktı , o yüzden şimdi resmime dair bir şey söylemesin.
Çok iyi şeyler var resminde .
Hans Gude resmimde çok iyi şeyler olduğunu söylüyor ama as­
lında bir sürü de kötü şey var demek istediğini sanıyorum. Pek de
iyi bir resim değil demek istiyor, aslında bunu demek istiyor yine de
çok iyi şeyler var resminde diyor çünkü Hans Gude iki elinde birer
bavul yürümekte olan benim dostça bir şeyler duymaya ihtiyacım
olduğunu düşünüyor. Şimdi Helene beni bekliyordur, ben Malkas­
ten'e giderken sevgili Helene'm beni evde bekliyor olmalı, çok sev­
gili Helene'm evde oturmuş beni beklerken Malkasten'e gidemem,
sevgili Helene'm beni evde beklerken gidemem oraya . Üstelik az
sonra Hans Gude bana bugün derse niçin gelmediğimi soracak.
Belki bu resim de satılacak, diyor Hans Gude .
Hans Gude ve ben yan yana yoldan aşağı yürüyoruz.
Evet, diyorum.
Muhtemelen olur bu , diyor Hans Gude. Diğer iki resim başarılıy­
dı. Norveç'teki sanat dernekleri satın alıyor resimlerini.

127
Evet, diyorum.
Yapacak çok işin var, diyor Hans Gude.
Hans Gude yapılacak çok işim olduğunu söylüyor. Elbette ben
ressam , manzara ressamı Lars Hertervig'im. Bergen Sanat Derneği
ile Christiania Sanat Demeği'ne resim sattım. Ben herhangi biri de­
ğilim. Ben Hans Gude'nin öğrencisi Lars Hertervig'im, ben Düssel­
dorfta sanat eğitimi alan Lars Hertervig'im. Hans Gude iyi resim
yapıyor. Tidemann da iyi resim yapıyor. Ben iyi resim yapıyorum.
Ben ressam Lars Hertervig'im.
Ressam Lars Hertervig benim.
Tabi tabi, diyor Gude .
Gude tabi tabi diyor, demek ki iyi resim yapamıyorum. Asla
esaslı bir ressam olamayacağım. Belki öyle fazla kapasitem filan
yok benim. Asla esaslı resimler yapamayacağım ben zira çok büyük
gözlerim var. Çok fazla görüyorum . Resmini yapabileceğimden çok
daha fazla şey görüyorum. Düsseldorf Sanat Akademisi'nde yerim
yok benim , Hans Gude'nin Hans Gude'nin ta kendisinin bana hoca­
lık etmesi için hiçbir sebep yok.
Tabii , tabii Hertervig, diyor Hans Gude .
Ben de diyeceğimi bilemiyorum, bugün derse niçin gitmediğimi
açıklamam gerek.
Bira ve yanında sert içki iyi gidecek şimdi, diyor Hans Gude .
Tabii , tabii diyorum.
Öyle olacak evet, diyor Hans Gude .
Ve Hans Gude'yle birlikte Malkasten'e doğru gidiyoruz ama ben
Malkasten'e gidemem, çünkü jagerhofstrasse'de evde Helene otur­
muş beni bekliyor. Şimdi sana gelmeliyim sevgili Helene'm. Böy­
le yürümeye devam edemem, yani sen evde beni beklerken, böyle
Hans Gude'nin ta kendisinin yanında yürüyemem. Eve gitmeliyim.
sana gelmeliyim, sana gelmeliyim sevgili Helene'm. Hans Gude'nin
yanında, yürüyor ve duruyorum, iki elimde birer bavulla duruyor ve
Malkasten'in merdivenlerini çıkan Hans Gude'ye bakıyorum. Hans
Gude eliyle kapıyı açık tutmuş, bekliyor.

128
Hadi gel Hertervig, diyor ve bana bakıyor.
Başım önümde yerdeki bavullardan birine bakıyorum, şimdi
Malkasten'e giremem ki bugün daha önce zaten oradaydım, haya­
t ı mda ilk kez Malkasten'e gitmiştim .
Hadi gel , gir içeri benimle beraber, diyor Hans Gude .
Malkasten'e bir kez daha giremem ki , bugün zaten oradaydım,
hayatımda ilk kez Malkasten'e gitmiştim, Malkasten'e yeniden gire­
mem ki , ne var ki Hans Gude kapıyı benim girmem için açık tutmuş
bekliyor ve sokakta iki elimde birer bavulla duran bana bakıyor, de­
mek ki merdivenleri çıkmak, Malkasten'e girmek zorundayım. Aksi
taktirde nereye gidebilirim? Başımı sokacak başka bir yerim var mı
ki benim? Herkes bir yerde olmak durumundadır. Ben de bir yerde
olmalıyım. Malkasten'e girmeliyim yani . Başka bir yerde olamam.
Hans Gude öylece durup kapıyı açık tutmak zorunda kalmasın, o
beni bekliyor, o halde gitmeliyim, Hans Gude beni beklediğine göre
ben de ona doğru gitmeliyim. Ne var ki içerden, Malkasten'den kah­
kahalar yükseliyor. Sanırım içeri girmem gerekiyor, şimdi ben de
Malkasten'e gidiyorum. Ama iki elimde birer bavulla Malkasten'e
giremem ki . O taktirde iyi resim yapamayan bütün ressamlar bana
bakacaklar. Ve Hans Gude eliyle Malkasten'in kapısını açık tutmuş,
bekliyor. Ve ben iki elimde birer bavul Malkasten'e girersem, içer­
deki herkes bana bakacak ve seyahate mi gidiyorsun yoksa odandan
mı atıldın diye soracaklar, bıkmadan usanmadan soracaklar, sora­
caklar, ama ben cevap veremeyeceğim, orta öylece duracak ve belki
boş bir yer bulursam oturacağım, Cevap veremeyeceğim.
Gel hadi , diyor Hans Gude .
Hans Gude'nin durmuş eliyle kapısını açık tutmakta olduğunu
görüyorum, bana gel diyor, ben de Hans Gude'ye doğru başımı ha­
fifçe öne eğerek sallıyorum.
Evet, geliyorum, diyorum.
Malkasten'e gireceğim. Yapacağım bunu . Merdivenlerden çık­
maya başlıyorum. İçerden, Malkasten'den gelen kahkahaları işitiyo­
rum. Merdivende duruyorum.

129
Hertervig söyle bakalım taşınıyor musun? Seyahate mi çıkıyor-
sun? diyor Hans Gude .
Başımı hayır anlamında sallıyorum.
Bir şey söylemeyecek misin?
Yine başımı hayır anlamında sallıyorum.
Eh, sen bilirsin diyor, Hans Gude .
Evet, diyorum.
Hadi o zaman girelim içeri , diyor.
Merdivende duruyorum. Malkasten'e giremem ki. Herkes orada
yuvarlak masanın etrafında oturmuş, bana bakacaklar, iki elimde bi­
rer bavulla içeri giren bana, hepsi bana gülecek, kiraladığım odadan
atıldığımı, kalacak bir yerim olmadığını görecekler, Helene'nin artık
benim sevgilim olmak istemediğini anlayacaklar. Hattarvagen! diye
bağıracaklar. Kvekaren! diye bağıracaklar.
Hadi gel artık, diyor Gude .
Gelemem ki.
Bavullarınla sen önden gir içeri , ben kapıyı tutarım, diyor Gude .
Ben iki elimde birer bavulla merdivenlerde öylece duruyorum.
İçeri girmek istemiyor musun? diyor Gude .
Başımı hayır anlamında sallıyorum.
İstemiyorsun öyle mi?
Yine başımı hayır anlamında sallıyorum.
Eh nasıl istersen öyle yap , diyor Gude . Ben giriyorum içeri .
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Belki birazdan gelirsin, diyor.
Merdivende durmuş başımı evet anlamında sallıyorum. Malkas­
ten'den gelen ve yüzüme çarpan kahkahaları duyuyorum, hafif kah­
kahalar, şiddetli kahkahalar. Şimdi bana gülüyorlar. Kahkahalar yü­
züme çarpıyor. İçeri girmek istemediğim için gülüyorlar bana, Hans
Gude , bizzat Hans Gude uzun bir süre kapıyı açıp beni beklediği
ve ben de girmediğim için gülüyorlar, bu yüzden gülüyorlar bana,
açık kapının önünde iki elimde birer bavulla, içeri girmeden öylece
bekliyorum diye gülüyorlar bana, bu yüzden gülüyorlar bana , be-

130
n im odamdan atıldığımı herkes gördüğü için gülüyorlar, bu yüzden
gülüyorlar bana ve kahkahaları yüzüme çarpıyor. Gitmeliyim. Böyle
duramam.
Sonra konuşuruz, diyor Hans Gude .
Hans Gude başıyla selam veriyor bana. Ve Hans Gude'nin kapı­
dan içeri girdiğini görüyorum. Ve ben kapının önünde iki elimde
birer bavul merdivenlerde duruyor ve kapanan kapıya bakıyorum.
Kahkahalar biraz daha uzaktan geliyor şimdi . Başımı kaldırıp kapalı
kapıya bakıyorum. Kapıdaki minik pencereden ışığın süzüldüğünü
görüyorum. Arkamı dönüp, merdivenlerden iniyor ve yoldan yukarı
doğru yürümeye başlıyorum. Herhangi bir yere gitmeliyim. Zaman
geçirebileceğim hiçbir yer yok. O yüzden yürümeliyim. Sürekli yü­
rümeliyim. Hiçbir yerde zaman geçiremem. Yürümeliyim. Gidecek
hiçbir yerim yok. Helene nerede? Helene' den uzağa gidemem. Yürü­
meliyim. Sokak boyunca yukarı doğru yürüyorum.
Hertervig! Bekle !
Biri bana sesleniyor. Arkama dönmemeliyim. Yürümeliyim. Sev­
diğim kıza, sevgili
Helene'me gitmeliyim, o da bir yerde olmalı . Sevgili Helene'm.
Biliyorum ki Helene beni bekliyor.
Hertervig!
Yine biri bana sesleniyor ve ben sokak boyunca yukarı doğru
yürüyorum. Arkama dönemem. Yürümeliyim. Ama nereye gidece­
ğimi bilmiyorum. Arkamdan gelen ayak seslerini işitiyorum, sesler
giderek yaklaşıyor, biri arkamdan koşuyor olmalı, uzaklaşmalıyım.
Ben de koşsam mı acaba?
Hertervig! Hertervig!
Elimde iki bavulumla sokağın yukarısına doğru koşamam ki . Yü­
rümeye devam etmem gerek.
Kız seni bekliyor!
Bu seslenen kim? Birisi sesleniyor bana. Arkama dönmeliyim.
Alfred mi sesleniyor acaba?
Bekle Hertervig! Kız seni bekliyor, içerde Malkasten'de .

131
Birisi bana sesleniyor, seslenen Alfred'miş. Ve Alfred Helene'nin
beni beklediğini biliyor. Helene'nin beni beklediğini Alfred nasıl bi­
liyor? Helene Malkasten'de mi? Durup arkama bakıyorum, Alfred
koşarak bana doğru geliyor, Alfred'in aksak bir koşuşu var, adımla­
rını iri iri atarak bana doğru geliyor Alfred.
Kız seni bekliyor, içerde Malkasten'de, diye sesleniyor Alfred
bana.
Alfred kolunu kaldırmış el sallıyor bana. Helene beni bekliyor
şimdi. Helene beni bulmuş. Alfred'e bakıyorum koşarak bana doğru
geliyor, Alfred'in aksak bir koşuşu var, adımlarını iri iri atarak geli­
yor Alfred ve Malkasten'in kapısından yokuş yukarı yalnızca birkaç
metre , koşmuş olmasına rağmen güçlükle nefes alıyor, Alfred bir­
kaç metre koşmuş olmasına rağmen güçlükle nefes alıyor. Demek ki
Helene beni bulmuş. Biliyordum Helene'min beni bulacağını. Alfred
koşarak bana doğru geliyor aksak aksak ve Alfred nefes nefese Hele­
ne'nin içerde Malkasten'de beni beklediğini söylüyor! O halde oraya
gitmem lazım! Helene içerde Malkasten'de oturup beni bekliyorken
yoluma deva edemem ben. Ben de Alfred'le birlikte oraya gitmeliyim,
iki nefes arasında bunu söyledi Alfred bana . Durup Alfred'in yüzüne
bakıyor ve elimdeki iki bavulu yanıma kaldırıma bırakıyorum. Aksak
aksak bana doğru koşan ama şimdi aksak aksak yürümeye başlamış
olan Alfred'e bakıyorum. Helene beni bekliyormuş. Alfred söyledi.
O kız, ismi Helene'ydi değil mi? İçerde Malkasten'de seni bekli­
yor, diyor Alfred.
Alfred koşmayı bırakmış yürüyor artık, yavaş yavaş yürüyor olsa
da nefes nefese .
Helene , evet, diyorum.
İyi ki daha fazla uzaklaşmamışsın, yoksa seni bulamazdım, diyor
Alfred. Çünkü kız , evet Helene oturmuş, seni bekliyor. Benden gi­
dip seni bulmamı istedi .
Helene beni bekliyor, diyorum.
Ve en mavi gökyüzü kadar berrak bir ışıkla aydınlanıyor içim.
Evet evet kız içerde Malkasten'de , seni bekliyor orada .

132
Evet, diyorum.
Seni bekliyor, evet, diyor Alfred.
Helene , diyorum.
Helene , evet, diyor.
Helene beni bekliyor. Bavullarımı kavrayıp yerden kaldırıyorum,
işte şimdi yine iki elimde birer bavulla ayakta duruyorum, bavulla­
rın ağır olmasının bir önemi yok, hatta Malkasten'dekilerin benim
odamdan atıldığımı anlamalarının da bir önemi yok, hiç önemi yok
hunların Helene'yle buluşacak olmamın yanında, hiçbir şeyin za­
rarı yok, insanların bana niçin elinde bavullarla dolaşıyorsun diye
seslenmelerinin de zararı yok, odandan atıldın mı demelerinin de,
şimdi hiçbir şeyin önemi yok Helene'nin beni bekliyor olmasının
yanında. Yoldan aşağı yürümeye başlıyorum iki elimde birer ba­
vulla, sokak boyunca yürüyorum ve Alfred de yanımda yürüyor.
Sevgili Helene'mle buluşacağım yeniden. Biliyordum zaten Sevgili
Helene'mle yeniden buluşacağımı. Alfred'in yüzüne bakıyor başımı
hafifçe öne doğru sallıyorum.
Bir seyahate mı çıkıyorsun? Niçin bavullarını yanında taşıyor­
sun? diyor Alfred. Elbette ki soracak Alfred niçin elimde iki bavu­
lumla dolaştığımı. Ama bunu sormasının önemi yok artık. Başımı
evet anlamında sallıyorum sadece . Biliyordum Alfred ve diğerlerinin
niçin elimde iki bavulumla dolaştığımı , odamdan atılıp atılmadığı­
mı soracaklarını elbette biliyordum. Ama cevap vermeyeceğim. Ve
şimdi Helene , sevgili Helene'm beni bekliyor. Alfred ve diğerleri ni­
çin elimde iki bavulumla dolaştığımı, odamdan atılıp atılmadığımı ,
seyahate mi çıktığımı sorduklarında cevap vermeyeceğim. Soracak
olurlarsa cevap vermeyeceğim. Şimdi sevgili Helene'm beni bekli­
yor. Sokak boyunca hızlı hızlı yürüyorum. Biliyordum, içimin en
derinlerinde biliyordum ki Helene ortadan kaybolmayacak çünkü
biz birlikte olacağız ama bir yandan da beni asla bulamayacağını ,
onunla bir daha asla görüşemeyeceğimi düşünüyordum. Yok hayır
sevgili Helene'mle yeniden görüşeceğimi biliyordum. Buluşmalıydık
biz. Ve şimdi Helene Malkasten'de ve beni bekliyor. Yoldan aşağı

133
yürüyorum, biraz önce yolun yukarısına doğru yürüyordum. Ya­
nımda Alfred.
Niçin iki bavul taşıyorsun elinde? diyor Alfred.
Alfred yine soruyor niçin iki bavul taşıdığımı ama ona cevap ver­
meyeceğim. Yürümeye devam edeceğim çünkü sevgili Helene'mle
yeniden buluşacağım, şimdi o Malkasten'de . Sonra o ve ben Malkas­
ten'den çıkacağız. Az sonra Helene Winckelmann'la Lars Hertervig
Malkasten'de buluşacaklar ve ikisi birlikte Malkasten'den çıkacak
bir daha asla dönmeyecekler oraya, Helene Winckelmann'la Lars
Hertervig adımlarını bir daha asla atmayacaklar Malkasten'e , Hele­
ne Winckelmann'la Lars Hertervig bir daha asla iyi resim yapama­
yan, yüksek sesle gülen ressamlarla bir araya gelmeyecekler, Helene
Winckelmann'la Lars Hertervig bir daha asla iyi resim yapamayan
ressamlarla bir araya gelmeyecekler.
Kız yani Helene oturmuş, seni bekliyor, evet, diyor Alfred.
Başımı hafifçe öne doğru sallıyorum. İki elimde birer bavulla
Malkasten'in merdivenlerini çıkıyorum. Alfred kapıyı açıyor sigara
dumanı , kahkahalar ve kesif bir ışık yüzüme çarpıyor. Kahkahalar
ve kesif bir ışık yanımı yöremi sarıyor.
Sen gir içeri , ben kapıyı tutarım, diyor Alfred.
Mekandan içeri giriyorum. Siyah ve beyaz bez parçalarını görü­
yorum. Ama şimdi sevgili Helene'mle buluşacağım, siyah ve beyaz
. bezlerin varlığının bir önemi yok. Siyah ve beyaz bezleri görüyo­
rum . Havaya gri bir duman yükseldiğini görüyorum. Parlak kıpkır­
mızı gözler görüyorum, yüzler, kadehler ve ellerde sigaralar. Siyah
ve beyaz bezleri görüyorum. Ama önemi yok. Hayır hiç öhemi yok.
Çünkü ben şimdi Helene'yle buluşacağım . O nedenle de önemi yok
bunların. Siyah ve beyaz bez parçalarının içine giriyorum. Duma­
nın içine giriyorum. Kahkahaların içine giriyorum. İki elimde birer
bavulla yürüyorum ve kahkahaların içinden geçiyorum. Siyah ve
beyaz bez parçalarının içinden geçiyorum. Ama korkmayacağım ar­
tık. Sakin olacağım, çünkü sevgili Helene'mle yeniden buluşacağım
şimdi . Derken Alfred elini omzuma koyuyor ve Helene'nin meka-

134
nın iç kısımlarında oturduğunu söylüyor, her taraftan kahkahalar
yükseliyor. Ama ben şimdi sevgili Helene'mle buluşacağım. Ve her
tarafta siyah ve beyaz bezler.
Sana göstereceğim, kız mekanın en iç kısmında oturuyor, diyor
Alfred.
Sonra Alfred'in yuvarlak masaya doğru yürüdüğünü , oturanlar­
dan birinin kulağına eğildiğini ve bir şeyler söylediğini görüyorum,
sonra Alfred'in konuştuğu kişi bana dönüyor. Bu adam Bodom.
Bodom kolunu kaldırıp, bana el sallıyor. Ben orada yüksek sesle
atılan kahkahaların ortasında, iki elimde birer bavulla duruyorum,
Bodom bana el salladı . Sanırım yanına gitmem gerek. Bodom bana
el sallayıp , gelsene yanıma diye seslenmişken böyle duramam, sigara
dumanının, siyah ve beyaz bezlerin arasından geçerek masaya gidi­
yor, Bodom'un arkasında duruyorum. Bodom başını kaldırıp geriye ,
bana doğru eğiyor, gözleri parlak ve kıpkırmızı .
Evet Hertervig, ah sen Hertervig, diyor Bodom.
Genç adam , yani Hertervig sevgilisiyle buluşacak şimdi , diyor
Alfred.
Demek ki sen şimdi sevgilinle buluşacaksın, diyor Bodom.
Ve Bodom başını daha da geriye , bana doğru eğiyor, parlak ve
kıpkırmızı gözleriyle gözlerimin içine bakıyor.
Evet öyle yapacağım, diyorum.
Esaslı bir kadın, diyor Bodom.
O mu evet, diyor Alfred.
Ama neden elinde bavullannla dolaşıyorsun? diyor Bodom. Se­
yahate mi çıkıyorsun? Odandan mı atıldın?
Hertervig ve sevgilisi seyahate çıkacaklar, diyor Alfred. Yani bu
gece her ikisinin de Malkasten'de olduklarına bakılırsa.
Evet, evet, diyor Bodom.
Peki sevgilin nerede? diyor Bodom.
Sevgilisi mekanın iç kısımlarında oturuyor, diyor Alfred ve Bo­
dom'a göz kırpıyor.
Ya, öyle mi diyor Bodom.

135
Alfred'le Bodom'un birbirlerine göz kırptıklarını goruyorum.
Helene beni beklerken burada durup Alfred ve Bodom'la konuşa­
mam , onu bulmalıyım Alfred mekanın iç kısımlarında oturduğunu
söyledi , o halde derhal buradan ayrılıp onu bulmalıyım. Alfred He­
lene'yi bulmakta bana yardım edeceğini söylemişti , o halde Alfred
de derhal yanıma gelmeli , Helene'nin nerede olduğunu o biliyor
çünkü bana Helene'nin Malkasten'de olduğunu o söyledi. Alfred
Helene'yi bulmakta bana yardım etmeli. Alfred geldi ve beni buldu
çünkü Helene ondan beni bulmasını istemiş. Alfred de Helene'yi
bulmakta bana yardım edeceğini söyledi. Helene'yi bulmam lazım.
Burada durup Bodom'la konuşamam. Şimdi Helene'yi bulmam la­
zım. Bodom parlak ve kıpkırmızı gözleriyle bana bakıyor.
Tamam icabına bakarsın Hertervig, diyor Bodom.
Ben burada durup Bodom'la konuşamam. Yüksek sesle atılan
kahkahaları duyuyorum. Masadan ayrılmalı , sevgili Helene'mi bul­
malı ve ikimiz Malkasten'i terk etmeliyiz. Malkasten'i terk edeceğiz ,
iyi resim yapamayan bütün ressamlardan uzağa gideceğiz ve biz yani
Helene Winckelmann'la Lars Hertervig bir daha asla buraya dönme­
yeceğiz. Bir daha asla ne Helene Winckelmann ne de Lars Hertervig
iyi resim yapamayan ressamlarla bir arada bulunmak zorunda kal­
mayacak.
Bodom'un hala başını kaldırıp, geriye eğmiş parlak ve kıpkırmı­
zı gözleriyle bana doğru bakmakta olduğunu görüyorum. Bodom'un
yanında Alfred duruyor.
Alfred benden tarafa gelmeli artık, orada Bodom'la laflamaya de-
vam etmemeli .
Lars Hertervig evet, diyor Alfred.
Lars Hertervig iyi resim yapıyor ve yavuklusu var, diyor Bodom.
Alfred'e bakıyorum.
Geliyor musun? diyorum.
Alfred başını sallıyor.
Sevgilini ben de selamlayabilirim değil mi? diyor Bodom.
Evet anlamında başımı sallıyorum.

136
Diğer Norveçliler de onu selamlayabilir belki? diyor Bodom.
Bodom sendeleyerek yerinden kalkıyor, masanın kenarına tutu­
nuyor, yuvarlak masanın ortasına doğru eğilip titreyen elleriyle bir
bira bardağını havaya kaldırıyor. Masadan bir bıçak alıyor, bardağa
vurup çınlatıyor, masa sessizleşiyor.
Sessizlik! diye bağırıyor Bodom.
Bodom şimdi çok yüksek sesle bağırıyor ve bardağı bir kez
daha çınlatıyor. Ben Bodom'un arkasındayım ve yuvarlak masada
oturanların tümünün iyi resim yapamayan Norveçli ressamlar ol­
duğunu görüyorum, hepsi Bodom'a bakıyorlar ve yuvarlak masa
sessizleşiyor.
Sessizlik! diye bağırıyor Bodom bir kez daha .
Yuvarlak masadan ses çıkmamasına rağmen Bodom yüksek sesle
bağırıyor ve ardından masadan kahkahalar yükseliyor. Bodom'un
biraz arkasındayım, Alfred'in Bodom'un yanında durduğunu ve ona
doğru baktığını görüyorum.
Aaa, şu işe bakın Hertervig de buradaymış ! diye bağırıyor biri .
Hertervig dışarı çıkmaya cesaret edebildin mi? diye bağırıyor bir
başkası .
İninde yatmıyor musun sen? diyor biri.
Yani , bizimle birlikte olmak istiyor musun?
Yapacak başka işin mi yok?
Sen buralara gelecektin demek Hertervig.
Sana neler oluyor, dışarı çıkma cesareti mi gösteriyorsun?
Bodom'un arkasında, iki elimde birer bavulla duruyorum ve
gözlerim bavullardan birinde .
Hertervig otursana !
Bir bardak al kendine !
Yoksa bu kadar zamandır uzanıp yatıyor olmaktan yoruldun
mu?
Niçin Malkasten'desin şimdi?
Yuvarlak masada oturan ve iyi resim yapamayanlara, iyi resim
yapamayan Norveçli ressamlara bakıyorum, onlar da bana bakıyor,

137
orada iki elimde birer bavulla duruyorum ve gözlerim bavullardan
birine çevrili .
Kvekar cemaati mensı:ıplan senin Malkasten'e gittiğini duyarlar-
sa ne derler?
Senin gibi Kvekar bir balıkçı ve Malkasten'e gidemez değil mi?
Bir Kvekar'ın Malkasten'de hiçbir işi olamaz.
Hertervig'in Malkasten'de ne işi var acaba?
Niçin evde uzanıp yatmıyorsun?
Yere , bavullanmdan birine doğru bakıyorum.
Seni seni Hertervig! diyor biri .
Seni kocaman bir çocuk seni , diyor bir başkası .
Burada böylece duramam, bir şeyler yapmalıyım, sevgili Hele-
ne'mi bulmam lazım.
Şuradaki adam Hertervig!
Şuradaki adam deli Hertervig, evet!
Bodom'un yanında duran Alfred'e bakıyorum, orada durmuş
kahkahalar atıyor, Alfred bir an önce yanıma gelmeli , gelip Hele­
ne'nin nerede olduğunu göstermeli bana , gelip beni almalı çünkü
Helene'nin Malkasten'de olduğunu ve beni beklediğini söyledi ,
Helene'nin oturduğu yeri bana göstermesi gerek. Ama Alfred Bo­
dom'un yanında duruyor ve gülüyor.
Hertervig gel otur şuraya ! diyor biri ve beni işaret ediyor.
Otur hadi , diyor bir başkası.
Ve ayağa kalkan adamı çekiştirerek oturtuyor.
Bir şeyler geliyor elinden senin Hertervig, diyor biri .
Hertervig, evet Hertervig evet!
Kvekar Hertervig! diyor bir başkası .
Kvekkaren! Kvekkaren! Titrek cemaatçi! Titrek cemaatçi!
Alfred'e bakıyorum, beni unutmuş gibi, Bodom'un yanında
durup gülmekle meşgul. Bodom tam karşımda, bir eliyle masanın
kenarına tutunarak ayakta duruyor, öbür elinde bira bardağı var,
yeniden Alfred'e bakıyorum, Alfred'in yanıma gelmesi gerek artık.
Sessizlik! Sessizlik! diye bağırıyor Bodom.

138
Bakınız bizzat Kvekar Hertervig de buradaymış, balıkçı Herter-
v ig, diyor bir başkası .
Sessizlik! diye bağırıyor Bodom.
Ve Bodom elindeki bardağa birkaç kez vuruyor.
Sessizlik! diye bağırıyor Bodom.
Yuvarlak masaya bir sessizlik çöküyor. Masanın etrafında otu­
ranlar seslerini kesiyor, iyi resim yapamayan ressamların birinden
bile ses çıkmıyor, Bodom gırtlağını temizliyor. Alfred Bodom'un
yanında duruyor. Alfred'in yanıma gelmesi gerek artık, gelip sevgi­
li Helene'min yerini göstermesi , zira Alfred gelip almıştı beni, He­
lene'nin ondan beni getirmesini istediğini söylemişti , Alfred gidip,
beni getirsin istemişti. Helene şimdi Malkasten'de. Alfred yanıma
gelsin artık. Bodom yine gırtlağını temizliyor.
Hertervig yanımıza otursun, diyor bir ses.
Evet evet gel buraya Hertervig, diyor bir başkası.
Gel, gel, otur şuraya diyor bir diğeri ve elinle beni çağırıyor.
Sessizlik! Sessizlik! diye bağırıyor Bodom.
Ve derin bir nefes alıyor Bodom.
Mevzuya gir bakalım, diyor biri .
Hertervig, evet, diyor Bodom .
Sonra herkes el çırpmaya başlıyor. Ben orada durmuş bavulla-
rımdan birine bakıyorum ve herkes el çırpıyor.
Hey, heeeey, heeey, Hertervig.
Hertervig! Hertervig! diye bağırarak el çırpıyorlar.
Hey, heeeey, heeey, heey! diye bağırarak daha şiddetli el çırpı-
yorlar.
Hertervig, evet, diyor Bodom.
Heey, heey, heey!
Ben öylece duruyor ve bavullanmdan birine bakıyorum.
Sakin olun, sakin, diyor Bodom.
Ve masanın etrafında oturanlar susuyor, iyi resim yapamayan
ressamlar susuyor. Alfred'e bakıyorum, Alfred yanıma gelmeli artık,
zira Alfred gelip almıştı beni , beni almaya geldiğini Helene'nin Mal-

139
kasten'de olduğunu söylemişti, Helene'nin ondan beni getirmesini
istediğini söylemişti , işte geldim Malkasten'e ama Alfred Bodom'un
yanından ayrılmıyor. Yuvarlak masada sessizlik hüküm sürüyor, iyi
resim yapamayan ressamların hepsi Bodom'a bakıyorlar. Ben böyle
kazık gibi durmak zorundayım çünkü bir yere gidemem, Alfred'in
gelip bana Helene'nin yerini göstermesini beklemem gerek, ama Al­
fred gelsin artık, masanın etrafında oturanlar ne isterlerse söylesin­
ler hiç önemi yok, burada duruyorum çünkü az sonra sevgili Hele­
ne'mle buluşacağım, sonra buradan gideceğiz , o ben Malkasten'den
çıkacağız ve bir daha asla Malkasten'e dönmeyeceğiz. Gideceğiz. Az
sonra Helene Winckelmann ve Lars Hertervig Malkasten'den çıka­
caklar. Ve bir daha asla geri dönmeyecekler. Ve Lars Hertervig iyi
resim yapamayan ressamların ona söylediklerini bir daha asla din­
lemeyecek. Çünkü Lars Hertervig iyi resim yapıyor. Ve iyi resim
yapamayan ressamlar bana istediklerini söylesinler. Hiç önemi yok.
Çünkü ben iyi resim yapıyorum. Onlar iyi resim yapamıyorlar. Ben
iyi resim yapıyorum. Onlar bana istediklerini söylesinler. Hiç önemi
yok benim için. Çünkü ben iyi resim yapıyorum. Onlar iyi resim
yapamıyorlar. Ve Bodom ne söyleyecekse söylesin artık.
Hertervig, diyor Bodom.
Tekrar sessizlik oluyor.
Hertervig, diyor Bodom bir kez daha. Hertervig kendisine , bize
söylediği üzere , bir sevgili bulmuş.
Bodom'a bakıyorum, benden söz ediyor, benden ve Helene'den.
Ben Bodom'a kendime sevgili buldum demedim ki. Buna rağmen
Bodom kendime sevgili bulduğumu söylüyor. Niçin Bodom bunu
söylüyor? Bir şey dememem gerek, böylece durup bakmalıyım. Bo­
dom ayakta duruyor, başını eğmiş, konuşmuyor, Bodom'un kaşları­
nı çattığını görüyorum, sırayla masanın etrafında oturanlara bakıyor.
Hertervig'in bir sevgilisi var, evet, diyor biri .
Sessizlik! diyor Bodom.
Yere bavullarımdan birine doğru bakıyorum. Etraf yine sessiz­
leşiyor.

140
Hertervig, diyor Bodom.
Niçin sürekli Hertervig diyor bu adam?
Hertervig, diyor Bodom , aramızdaki en iyilerden biri.
Hiç şüphe yok, kesinlikle yok, diyor biri .
Hiç şüphesiz, kesinlikle diyor bir başkası.
Aramızda en iyisi o, diyor biri.
Ve bu akşam Hertervig'in sevgilisi Malkasten'de ! Burada aramız­
da, diyor Bodom.
Ve ben yere bavullanmdan birine doğru bakıyorum. Bodom niçin
bu akşam sevgilimin Malkasten'de olduğunu söylüyor? Helene'nin
Malkasten'de olduğunu nasıl biliyor? Bodom Helene'yi tanımıyor ki !
Yoksa Alfred ona fısıldadı mı? Çünkü biz içeri girer girmez Alfred
Bodom'un yanına gidip ona bir şeyler fısıldamıştı . Şimdi masanın
etrafında oturan ressamlardan hiç ses çıkmıyor. Alfred Bodom'un
yanında durmuş pis pis sırıtıyor. Daha fazla kalamayacağım Malkas­
ten'de , gitmeliyim. Yere bavuluma doğru bakıyorum.
Kimse bir şey söylemiyor.
Vay vay! diyor biri.
Tabii böyle diyebilirsin, diyor Bodom.
O halde gidip bir selam verelim kıza , diyor biri .
Tanışalım onunla ! diyor bir başkası .
Öyle değil mi Hertervig?
Sevgilinin yanına gidip selam verebiliriz , değil mi?
Aaaa elbette !
Tabii ki Hertervig'in sevgilisiyle tanışmalıyız!
Görülesi biri olmalı !
Evet! Evet!
Tanışmalıyız onunla!
Ben yere bavullanmdan birine doğru bakıyorum. Masanın etra­
fında oturan iyi resim yapamayan bütün ressamlar seninle tanışmak
istediklerini söylüyorlar. Seninle yalnız kalamayacağız. Hepsi senin­
le tanışmak istiyor, öyle söylüyorlar.
Müthiş bir kadın olmalı !

141
Onu görmeliyiz !
Öyle değil mi Hertervig?
Alfred yanıma gelmeli artık, sokakta arkamdan koşarak bana ses­
lendi , onunla birlikte Malkasten'e gitmemi istedi , çünkü sevgili He­
lene'm ondan beni getirmesini rica etmiş, sen Helene Malkasten'de
oturmuş beni bekliyormuşsun ve Alfred'den gidip beni getirmesini
istemişsin.
Hertervig'in yavuklusu , tanışmalıyız onunla!
Ve şimdi Alfred Bodom'un yanında duruyor. Alfred benim yanı­
ma gelmeli ve senin nerede olduğunu göstermeli bana çünkü Mal­
kasten çok kalabalık, o kadar insanın arasında seni göremiyorum,
Alfred sana beni getireceğini söylemişti . Mekanın iç kısımlarında bir
yerde oturuyormuşsun, Alfred gelsin artık!
Hertervig'in yavuklusu var!
Onunla tanışmalıyız !
Bodom! Bodom! Müthiş!
Ve Alfred Bodom'un yanında duruyor, derhal yanıma gelmesi
gerek zira Alfred Helene'nin ondan gidip, beni getirmesini istediğini
söylemişti .
Hertervig'in yavuklusuyla tanışmalıyız !
İyi. dedin Bodom !
Bodom'un bardağını bir kez daha kaldırıp çınlattığını görüyo-
rum . Etraf yi.ne sessizleşiyor.
Tanışacaksınız onunla, diyor Bodom.
İyi ! İyi.!
Derken iyi resim yapamayan ressamlardan biri masaya yumru­
ğunu vuruyor. Masanın etrafındaki herkes de onu izliyor. Bodom'a
bakıyorum, bir eliyle masanın kenarına tutunmuş ayakta duruyor,
yuvarlak masaya bakarak gülümsüyor. Bodom kolunu kaldırıyor
sonra yavaş yavaş indiriyor.
Onunla tanışacaksınız, evet. Tam da bu yüzden sözlerime baş­
lamıştım.
Bodom! Bodom!

142
Yuvarlak masanın etrafında oturanlar yeniden masaya yumruk­
larıyla vurmaya başlıyor. Ve Bodom tekrar kolunu kaldırıyor sonra
yavaş yavaş indiriyor. Etraf sessizleşiyor.
Hertervig'in sevgilisinin ismi Helene Winckelmann, diyor Bo­
dom. Hertervig'in kiracı olarak kaldığı evin kızı .
Bu kız şimdi Malkasten'de, mekanın iç kısımlarında bir yerde
diyor Alfred ve yuvarlak masanın etrafında oturanlara göz kırpıyor.
Yuvarlak masanın etrafında oturan bütün ressamlar başlarını öne
sallıyor, yuvarlak masanın etrafında oturan ve iyi resim yapamayan
ressamlar Alfred'e bakarak başlarını öne sallıyor.
Şöyle bir grup yapalım da gidip kıza selam verelim, diyor biri .
Biz Norveçli sanatçılar birlikte hareket etmeliyiz, diyor bir baş-
kası .
Norveçli sanatçılar! diye bağırıyor biri .
Norveçli sanatçıların şerefine ! diyor bir başkası .
Şerefe ! Şerefe !
V e iyi resim yapamayan bütün Norveçli ressamlar bardaklarını
havaya kaldırıyor.
Şerefe !
Şerefe ! Şerefe !
Hertervig v e aşkın şerefine ! diye bağırıyor biri.
Hertervig ve aşkın şerefine !
Şerefe !
Gidiyoruz ! diye bağırıyor biri.
Hadi bakalım gidiyoruz!
Şimdi gidiyoruz !
Ve iyi resim yapamayan ressamlardan biri elinde bardağıyla
ayağa kalkıyor, sonra bardağı yuvarlak masanın üzerine bırakı­
yor, ardından masanın etrafında oturanların çoğu ayağa kalkıyor.
Alfred'le Bodom'un durmuş birbirlerine bir şeyler söylediklerini
görüyorum . Artık Alfred'in yanıma gelmesi gerek, Helene'nin beni
beklediğini söyledi bana , Helene ondan gidip beni getirmesini is­
temiş.

143
Şimdi gidiyoruz, evet! diyor biri .
Son bir kez şerefe , diyor bir başkası .
Ve iyi resim yapamayan bütün ressamlar, masanın etrafında dur­
muş hafifçe öne eğiliyorlar, bardaklannı alıp , havaya kaldırıyorlar,
iyi resim yapamayan bütün ressamlar birbirlerinin yüzüne bakıyor.
Bodom'la Alfred'in de bardaklarını kaldırdıklarını görüyorum.
Hertervig ve aşkının şerefine kaldırıyoruz bardaklanmızı ! diyor
Bodom.
Ve iyi resim yapamayan bütün ressamlar hiçbir şey söylemeden
bardaklarını ileri uzatıyor, sonra ağızlanna götürüp, içiyorlar.
Bekleyin biraz! diye bağırıyor Bodom. Bekleyin!
Ve iyi resim yapamayan bütün ressamlar Bodom'a doğru bakı­
yorlar.
Çok önemli bir şey değildi , diyor Bodom. Ama belki Hertervig
bir şey söylemek ister?
Bodom bana dönüyor, ben bavullarımdan birine doğru bakıyo­
rum. Bodom bana bir şey söylemek ister misin diye sordu , ama ben
bir şey söyleyemem, hem ne söyleyecekmişim ki? Söyleyecek bir
şeyim yok benim. Orada iki elimde birer bavulla duruyor ve bavul­
larımdan birine doğru bakıyorum. Yani söyleyecek hiçbir şeyim yok
benim, bir şey söylemek zorunda da değilim. Böylece durmalı ve
hiçbir şey söylememeliyim.
Bir şey yok mu? Bir şey söylemeyecek misin?
Basımı kaldırıp Bodom'a bakıyorum, onun da parlak ve kıpkır­
mızı gözlerle bana baktığını görüyorum, başımı iki yana sallıyorum.
Yanında bavullar var değil mi?
Bodom yüksek sesle konuşuyor ve bana niçin bavullarını yanın-
da taşıyorsun diye sorarken başını hafifçe geriye atıyor.
Hattarvagen'e mi dönüyorsun? diyor biri .
Seyahate mi çıkıyorsun? diyor bir başkası.
Sevgilinle birlikte mi gideceksiniz?
Norveç'e mi?
Hertervig, bizi bırakıp gidiyor musun?

144
Nereye gideceksin?
Hertervig bizi terk mi ediyor?
Ama bu mümkün değil !
Ben bir şey söylemeyeceğim herhalde? Onlar istediklerini söyle­
sinler ben konuşmayacağım, burada böylece duracak ve konuşma­
yacağım, sonra Helene'yle buluşacağım, o ortadan kaybolamaz , biz
birbirimize aitiz, o ve ben , o yüzden ortadan kaybolamaz o, bana
gelmek zorunda , onunla buluşacağım, Helene burada bir yerlerde
Malkasten'de . Alfred Helene'nin Malkasten'de olduğunu söyledi .
Artık Alfred bana Helene'nin yerini göstermeli. Burada iki elimde
birer bavulla duruyorum ben, az sonra sevgili Helene'mle buluşaca­
ğım, benim sevgili Helene'm Malkasten'da ve beni bekliyor, yakında
ben onu tekrar göreceğim. Geleceğini biliyordum. Beni bulacağını
biliyordum. Gitmeliyim artık, burada duramam, artık gitmeliyim.
Öyleyse , diyor Bodom . Öyleyse gidelim
Alfred'in bana doğru geldiğini görüyorum.
Sana onun nerede oturduğunu göstereceğim şimdi , diyor Alfred.
Başımı evet anlamında sallıyorum.
lyi , diyorum.
lyi resim yapamayan bütün ressamların, yuvarlak masanın et­
rafında oturmuş ressamların yerlerinden kalkıp bana doğru yürü­
düklerini görüyorum, Alfred Helene'ye gidiyoruz diyor, evet diyor
Alfred, ben durmuş yere bavullarımdan birine bakıyor ve başımı sal­
lıyorum. Başımı kaldırıyorum, iyi resim yapamayan bütün ressamlar
etrafımda, bana bakıyorlar parlak ve kıpkırmızı gözleriyle bana ba­
kıyorlar, çepeçevre etrafımd_a duruyorlar, bana bakıyorlar, parlak ve
kıpkırmızı gözleriyle , üzerlerindeki siyah ve beyaz giysilerle durmuş
bana bakıyorlar. Bana bakıyorlar. Ve hiç kimse konuşmuyor.
Hertervig erkek adam, diyor biri.
Ve ben yere bavullarımdan birine bakıyorum.
Aksini söylemek ne haddimize ! diyor bir başkası .
Gelir elinden her şey, evet!
Üstüne yok, diyor diğeri

145
Kvekkaren, Titrek cemaatçi diyor biri.
Hertervig, evet!
Kvekkaren !
Omzumda bir el hissederek geri dönüyorum ve Alfred'in yüzünü
görüyorum.
Gözlerinin pis pis sırıttığını görüyorum.
Gel hadi Hertervig, diyor.
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Mekanın iç kısımlarına doğru takip et beni, sana Helene'nin ne­
rede oturduğunu göstereceğim.
Yine başımı sallıyorum. Alfred elini omzumdan çekiyor. Yuvar­
lak masaya doğru bakıyorum, kimse oturmuyor orada artık, yu­
varlak masada oturanlar şimdi etrafımı çepeçevre sarmış, parlak ve
kıpkırmızı gözleriyle bana bakıyorlar. Ben yine yere , bavullarımdan
birine bakıyorum. Yeniden omzumda bir el. Dönüyor ve Alfred'in
durmuş bana baktığını görüyorum.
Hadi gel Hertervig, diyor.
Alfred biraz ilerliyor, öne eğilip bavullarımı kavrıyor ve yürüyo­
rum, iki elimde birer bavulla, Alfred'in peşinden mekanın iç kısım­
larına doğru yürüyorum. Sırtına bakıyorum. Ve şimdi sevgili Hele­
ne'mle yeniden buluşacağım. İyi resim yapamayan iki ressamın ya­
nımdan yürümeye başladıklarını fark ediyorum, biri bir diğeri öbür
tarafımda. Önde Alfred gidiyor, arkasında iki elimde birer bavulla
ben yürüyorum, her iki yanımda da iyi resim yapamayan iki ressam.
Ben yürümeye devam etmeliyim. Çünkü şimdi sevgili Helene'mle
yeniden buluşacağım. Şimdi sevgili Helene'm oturmuş beni bekli­
yor. Ve şimdi· sevgili Helene'mle yeniden buluşacağım ben. Alfred'in
arkasından yavaş yavaş yürüyorum , aramızdaki mesafe giderek açı­
lıyor, onun sırtına bakıyorum. Alfred'in peşinden elimde iki bavu­
lumla ben yürüyor ve onun sırtına bakıyorum Ve Alfred'in arkasında
biraz geriden iyi resim yapamayan iki ressam gidiyor, biri bir diğeri
öbür tarafta. Sağıma soluma bakıyor ve iyi resim yapamayan iki res­
samın yanımdan yürüdüğünü görüyorum. Ve duruyorum. Bavulları

146
l' i i mden yere bırakıyorum, yanımdan iki sıra ressam yürüyüp geçi­
yor, sıranın sonunda ortada Alfred var. Alfred'in durduğunu
ve dönüp bana baktığını görüyorum.
Gel Hertervig! diyor.
Ve iyi resim yapamayan ressamlar, şimdi yanımda iki sıra ha­
linde yürüyen ressamlar duruyorlar ve bana bakıyorlar parlak ve
kıpkırmızı gözleriyle.
Gel hadi Hertervig, diyor Alfred.
Hertervig hadi ! diyor biri .
Yürü Hertervig!
Orada öyle duramazsın yani !
Hadi bakalım Hertervig!
Al bavullarını da yürü !
Başımı kaldırıyor, karşıya bakıyorum, iki yanımda iyi resim ya­
pamayan ressamlardan oluşmuş iki sıra duruyor, parlak ve kıpkır­
mızı gözleriyle bana bakıyorlar, iyi resim yapamayan ressamlardan
oluşan iki sıranın ortasında Alfred duruyor.
Gel artık, diyor Alfred. Yoksa · onunla buluşmak istemiyor mu­
sun?
Ben gitmeliyim tabii , çünkü sevgili Helene'mle yeniden buluş­
mak istiyorum elbette .
Al bavullarını da gel benimle !
Bavullarımın saplarından tutuyorum. Biri el çırpıyor. Derken pek
çok kişi el çırpıyor. Alfred'e doğru yürümeye başlıyorum. Derken
hepsi el çırpıyor. Ben şimdi sevgili Helene'mle yeniden buluşaca­
ğım. Ve bütün ressamlar el çırpıyor ve ben iki elimde birer bavulla,
az önce yuvarlak masada oturan ama şimdi sağımda ve solumda iyi
resim yapamayan Norveçli ressamlardan oluşan iki sıranın arasında
Alfred'e doğru yürüyorum, iyi resim yapamayan ressamlar parlak ve
kıpkırmızı gözleriyle bana bakıyor ve el çırpıyorlar. Alfred de dur­
muş el çırpıyor. İyi resim yapamayan bütün ressamlar el çırpıyor.
Alfred de el çırpıyor.
Gel artık Hertervig, diyor Alfred.

147
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Şimdi sevdiğinle yeniden buluşacaksın, diyor Alfred.
İyi resim yapamayan ressamlar sıra halinde durmuş, el çırpıyor
ve benim iki elimde birer bavulla Malkasten'in iç kısımlanna doğru
yürüyüşümü seyrediyor. İyi resim yapamayan ressamların arasından
yavaş yavaş Alfred'e doğru yürüyorum.
İyi Hertervig, diyor Alfred. Gelmekle iyi yaptın .
Alfred'e doğru yürüyorum.
Gel hadi Hertervig, diyor Alfred.
Ben şimdi sevgili Helene'mle yeniden buluşacağım. Onun bir­
denbire ortadan kaybolmayacağını biliyordum. Alfred'e doğru yürü­
yorum. lyi resim yapamayan ressamlar el çırpıyor. Alfred de ellerini
çırpıyor.
Neredeyse geldik, diyor Alfred.
Alfred'e doğru yürüyorum.
Biraz daha , diyor Alfred.
Alfred'e doğru yürüyorum. Onlar ellerini çırpıyor, çırpıyor. Al­
fred'e bakıyorum. Neredeyse ulaştım Alfred'in yanına. Ben şimdi
sevgili Helene'mle yeniden buluşacağım. Alfred'in önünde duruyo­
rum. O sırada iyi resim yapamayan ressamlar el çırpmayı bırakıyor.
Alfred'e bakıyorum. Alfred de el çırpmayı bırakmış. Elimdeki iki
bavulu yere koyuyorum. Geriye dönüyor ve arkamda yer alan iki
sıra halindeki iyi resim yapamayan ressamlara bakıyorum, hala ora­
da duruyorlar, bana ve Alfred'e parlak ve kıpkırmızı gözlerle bakı­
yorlar. Şu an tek bir kişi bile el çırpmıyor, bir şey söylemiyor sadece
bana ve Alfred'e parlak ve kıpkırmızı gözlerle bakıyorlar. İki sıra ha­
lindeki ressamlara bakıyorum. Sıranın en uzağındakiler birbirlerine
doğru yürüyor, bana ve Alfred'e daha yakın duranlar birbirlerinden
uzaklaşıyor ve şimdi iyi resim yapamayan ressamlar mekanın en ile­
risinde bir okun sivri ucunu oluşturur gibi iki sıra halinde birbirine
yaklaşıyor, sonra yavaş yavaş açılıyorlar ve giderek genişleyen bu
açının öbür ucunda Alfred ve ben duruyoruz. Ve iyi resim yapa­
mayan bütün ressamlar parlak ve kıpkırmızı gözlerle bana bakıyor.

148
Evet, şimdi diyor Alfred.
Alfred'e bakıyorum, sonra bakışlarımı yere , iki bavulumdan bi­
ri ne çeviriyorum.
İşte , diyor Alfred .
Başımı kaldırıyor v e iki sıra halinde dizilmiş iyi resim yapama­
yan ressamlara bakıyorum, etrafımızda bir çember oluşturuyorlar.
Başını hafifçe başını öne sallayan Alfred'e bakıyorum. Alfred'le
benim etrafımı çember şeklinde almış olan iyi resim yapamayan
ressamlara bakıyorum. lyi resim yapamayan ressamlar parlak
ve kıpkırmızı gözlerle bana ve Alfred'e bakıyor. Sonra birer bi­
rer yaklaşıyorlar, Alfred'in ve benim iyice yakınıma geliyorlar bir
çember şeklinde. Niçin iyi resim yapamayan bütün ressamlar bana
ve Alfred'e bu kadar yaklaşıyor? Şimdi Alfred ve ben iyi resim
yapamayan ressamların etrafımızda oluşturdukları bu çemberin
tam ortasındayız. İyi resim yapamayan bütün Norveçli ressamlar
Alfred ve benim etrafımızı çember şeklinde kuşatmışlar, etrafıma
bakıyorum iyi resim yapamayan parlak ve kıpkırmızı gözlü bü­
tün Norveçli ressamlar ellerinde bardak ve sigaralarıyla, çevremi­
zi sarmışlar bu çemberin tam ortasında duran Alfred'e ve bana
bakıyorlar. İyi resim yapamayan bütün Norveçli ressamlardan
oluşan çemberin ortasında ve iki elimde birer bavulla duruyor ve
yere , bavullanmdan birine doğru bakıyorum. Ben şimdi sevgili
Helene'mle yeniden buluşacağım. Alfred Helene'nin mekanın iç
kısmında oturup, beni beklediğini söyledi. Şimdi sanının sevgili
Helene'mle yeniden buluşacağım. Yere , bavullanmdan birine doğ­
ru bakıyorum.
Hemen gelmelisin, diyor Alfred.
Alfred'in yüzüne bakıyorum. Evet anlamında başımı sallıyorum.
Evet artık gelmelisin, diyor biri.
Sonra bir kahkaha patlıyor ardından bunu diğerlerinin kahkaha­
ları izliyor. Etrafıma bakıyor ve birbirinin peşi sıra bana kafa salla­
yan yüzler görüyorum.
Derhal gelmelisin, evet Hertervig, diyor biri .

149
Şimdi sevgilinle yeniden buluşacaksın.
Sevgilini göster bize şimdi .
Bizi aldatmış olamazsın değil mi?
Biz sevgilini mutlaka görmek istiyoruz, anlıyorsun değil mi?
Gel hadi.
Orada öyle duramazsın.
Alfred'in yürüyüp çember içinde yer aldığını görüyorum, duru­
yor ve bana bakıyor.
Derhal gelmelisin , Hertervig diyor Alfred.
İyi resim yapamayan ressamlardan oluşan çemberin orta yerinde
tek başıma duruyorum.
Yoksa sevgilinle buluşmak istemiyor musun? diyor biri.
Başımı evet anlamında sallıyor ve bavullarımı kavrayarak Alf­
red'in önüne kadar gidiyorum , iyi resim yapamayan ama günler ve
geceler boyu Malkasten'de oturup içmekten kalan zamanlarında
resim yapan ressamlar şimdi bana bakıyor, ben Alfred'e bakarken;
gözlerimi çevremde gezdirirken Hans Gude'nin yüzünü görüyor
ve duruyorum çünkü iyi resim yapamayan ressamlardan oluşan
çemberin bir yerlerinde Hans Gude'nin yüzü görünüyor, demek
ki çember sadece iyi resim yapamayan ressamlardan oluşmuyor,
Hans Gude'nin de orada bulunduğundan anlaşılacağı üzere . Çün­
kü Hans Gude iyi resim yapıyor. Şimdi Hans Gude de durmuş
bana bakıyor. İyi resim yapamayan ressamlardan oluşan çeruberin
içinde bulunan Hans Gude bana bakıyor parlak ve kıpkırmızı göz­
lerle . Hans Gude'nin yüzünde kahkaha görüyorum. Hans Gude
durmuş bana gülüyor. İyi resim yapamayan ressamlardan oluşan
çemberin içindeki Alfred'e doğru bakıyorum. Ben iyi resim ya­
pıyorum. Ben şimdi sevgili Helene'mle yeniden buluşacağım. Az
önce yuvarlak masanın etrafında oturan Norveçli ressamlardan
hiçbiri konuşmuyor şimdi , etrafımı çepeçevre sarmış bana bakı­
yorlar sadece, ben de çemberi oluşturan ressamlardan biri olan
Alfred'e bakıyorum.
Derhal gelmelisin, diyor Alfred.

150
Alfred'e bakıyorum. Gitmem gerek çünkü Alfred senin oturup,
heni beklediğini söyledi , yanına gelmeliyim senin, öyle durup beni
beklememelisin. Şimdi senin yanına gelmeliyim.
Onun yanına gitmelisin, diyor Alfred.
Senin yanına gelmeliyim çünkü beni bekliyorsun. İyi resim ya­
pamayan ressamlardan oluşan sıraların arasından yürüdüm, şimdi
de iyi resim yapamayan ressamlardan oluşan çemberin içinde iki
elimde birer bavulla duruyorum ve sana geliyorum. Şimdi yanına
geliyorum. İyi resim yapamayan ressamların oluşturduğu sıralar
arasından geçerek Malkasten'in iç kısımlarına yürüyorum. Çünkü
bu mekanın en iç kısmında bir yerde sen beni bekliyorsun . Sevgi­
lime doğru yürüyorum. İyi resim yapamayan ressamlardan oluşan
çemberin içindeyim ve hepsi parlak ve kıpkırmızı gözleriyle bana
bakıyorlar. Alfred'in yanında duran adama bakıyorum. Tidemann'ın
yüzünü görüyorum. Alfred'in yanında duran kişi Tidemann'mış! Ti­
demann'ın yüzünü görüyorum. Ve önüme , yere bakıyorum. Çünkü
Tidemann'ın yüzünde pis bir sırıtış var. Tidemann Alfred'in yanında
duruyor ve yüzü pis pis sırıtıyor. Tidemann, ben Tidemann'ı gör­
düm ! Alfred'in yanında, parlak ve kıpkırmızı gözlerden oluşan çem­
berde Tidemann'ı gördüm ben . Tidemann tabii ki iyi resim yapı­
yor. Ressamlardan oluşan bir çemberin orta yerinde duruyorum ve
sürekli yeni ressamlar katılıyor, çemberin dışında bir çember daha
oluşturuyor İsveçli , Danimarkalı, Alman ressamlar, birinci çemberin
dışında ikinci bir çember daha oluşturuyorlar. Ve şimdi iyi resim
yapan ressamlar da etrafımda bir çember şeklinde toplanmış çün­
kü aralarında Tidemann var, Gude var. Dış çember giderek daha
kalabalıklaşıyor. Etrafım ressamlar, dünyanın her tarafından gelen
ressamlar tarafından çembere alınmış vaziyette , çemberde saflar
çok sıklaşmış, ressamlar omuz omuza durmuş, sıkı sıkı saflar oluş­
turmuşlar, en içteki çember daha önce yuvarlak masanın etrafında
oturmuş olan Norveçli ressamlardan oluşuyor, Gude de orada Ti­
demann da, hepsi bana bakıyorlar parlak ve kıpkırmızı gözleriyle ,
bana en yakın olan çemberin dışında İsveçli , Danimarkalı , Alman

151
ressamlardan oluşan bir çember daha meydana gelmiş. Ben bu çem­
berlerin tam orta yerindeyim. Nereden geliyor bütün bu ressam­
lar? Bütün ressamlar çember halinde etrafımı çevirmişler, hiçbir şey
söylemeden öylece duruyor ve bana bakıyorlar. Parlak ve kıpkır­
mızı gözleriyle ellerindeki bardaklar ve sigaralarla bütün ressamlar
birbirlerine benziyor. Ve bütün ressamlar bana bakıyor. Ben Nor­
veçli ressamların, dünyanın her tarafından gelmiş ressamların oluş­
turduğu iki çemberin orta yerinde duruyorum. Alfred'e bakıyorum,
Alfred de bana bakıyor, Alfred aralarında Gude'nin de bulunduğu
ressamların oluşturduğu çembere dahil , bir yanında da Tidemann
duruyor. Alfred'e bakıyorum. Şimdi etraf sessiz . İçeri girdiğimde
yüksek sesli kahkahalar duyuluyordu Malkasten'de , şimdi ise sessiz .
Peki niçin etraf bu kadar sessiz? Helene'yle buluşacağım için mi?
Ben Helene'yle yeniden buluşacağım diye mi bu sessizlik? Ben Hele­
ne'yle yeniden buluşacağım diye mi iyi resim yapamayan ressamlar
ve iyi resim yapan ressamlar etrafımı çevirmişler, parlak ve kıpkır­
mızı gözlerle bana bakıyorlar ama hiç ses çıkarmıyorlar? Niçin hiç
kimse kahkahalarla gülmüyor? Niçin hiç kimse konuşmuyor. Ben
giriş kapısının önünde dururken Malkasten'den içerden kahkahalar
geliyordu . Niçin etraf bu kadar sessiz? Ve niçin ben iki elimde birer
bavulla, ressamlardan oluşan çemberin tam orta yerinde durmak zo­
rundayım? Alfred'e bakıyorum. Alfred benden ne istiyor?
Gel hadi Hertervig, diyor Alfred.
Alfred'e bakıyorum.
Derhal gelmelisin, Hertervig diyor.
Alfred'e bakıyorum.
Evet hadi git, diyor biri .
Yere , önüme bakıyorum.
Hadi git !
Acele et biraz ! Acele etmelisin!
Hadi bakalım!
Elini çabuk tut !
Yoksa boşalan bardaklarımızı yeniden doldurmamız gerekecek

152
Git şimdi!
Hadi git şimdi !
Acele et biraz Hattarvagenli !
Git!
Herkes bana sesleniyor, burada böylece durup yere bakamam ki !
Ve sevgili Helene'ni bizlere takdim et bakalım, diyor Alfred.
Alfred'e bakıyorum.
Sevgilimle tanıştıracağım diye bizi buraya davet ettin, o halde
ı a kdim et sevgilini bakalım , diyor Alfred.
Alfred'e bakıyorum.
Hadi bakalım, takdim et sevgilini ! diyor Alfred
Ve ben Alfred'e bakıyorum.
Görmüyor musun bunca iyi ressam sevgilimi tanıştıracağım diye
söz verdiğin için buradalar, takdim et bakalım, diyor.
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Yoksa sevgilin filan yok mu senin? diyor Alfred.
Alfred'in karşısında duruyorum. Alfred sevgilimi takdim etme
sözü verdiğim için ressamların, iyi resim yapamayan ve iyi resim
yapan bütün etrafımızda iki çember halinde toplandıklarını söyledi.
Çünkü ben sevgilimle selamlaşabilirsiniz demişim onlar da çember
halinde etrafımızda toplanmışlar, Alfred böyle söyledi. Ama Helene
nerede? Alfred beni buraya getirdi , Helene'nin ondan beni buraya
getirmesini istediğini söyledi, Malkasten'de beni bekleyecekmiş,
öyle dedi Alfred , ama Helene'yi göremiyorum, hiçbir yerde göremi­
yorum sevgili Helene'mi . Helene nerede? Beni terk edip gitmedin
değil mi?
Burada değil mi? diyor Alfred. Yoksa bizi kandırdın mı?
Alfred'in karşısında duruyorum, başımı iki yana sallıyorum.
Bizi kandırdın mı? diyor Alfred.
Başımı iki yana sallıyorum.
Kandırdın bizi ! diyor Alfred.
Alfred parlak ve kıpkırmızı gözleriyle yüzüme dik dik bakıyor.
Bu bizi kandırdı! diye bağırıyor Alfred .

153
Yere , bavullanmdan birine bakıyorum, Alfred'in yüzüne bakma-
malı , hiçbir şey söylememeliyim.
Ama sen dedin ki , diyorum.
Alfred sözümü kesiyor.
Ne diyorsun sen? diyor.
Alfred Helene'nin mekanın iç kısmında oturup, ben beklediğini
söylemişti. Alfred'in karşısında ve Norveçli ressamların, dünyanın
her tarafından gelmiş ressamların oluşturduğu iki çemberin orta ye­
rinde duruyorum, hepsi parlak ve kıpkırmızı gözleriyle bana bakı­
yor şimdi . Alfred'le birlikte Malkasten'e geldim. Alfred Helene'nin
nerede oturduğunu göstersin bana artık.
Helene nerede? diyorum.
Sevgilinin nerede olduğunu bana mı soruyorsun! diyor Alfred.
Alfred etrafındaki kimi iyi resim yapan, kimi iyi resim yapamayan
ressamlara bakıyor sanki şaşırmış gibi ve bütün ressamlar orada dur­
muş, parlak ve kıpkırmızı gözleriyle bana bakıyorlar, ben de etrafıma
bakıyorum ve diğer bütün yüzlerin aynı soru sorar ifadeyle bakın­
dığını görüyor, başımı öne eğerek bavullarımdan birine bakıyorum.
Bana sevgilisinin nerede olduğunu soruyor, diyor Alfred.
Alfred'in çember halinde etrafımızı çevirmiş olan, parlak ve kıp­
kırmızı gözleriyle bize bakan Norveçli ve dünyanın her tarafından
gelmiş ressamlara doğru baktığını görüyorum.
Helene nerede? diyorum.
Hadi bakalım, takdim et sevgilini artık! diyor Alfred.
Helene nerede? diyorum.
Ödlek olma! diyor Alfred.
' Alfred bana Helene'nin Malkasten'de oturduğunu , beni ona gö­
türeceğini söylemişti, Helene Alfred'den gidip beni bulmasını ve ona
götürmesini istemiş.
O nerede? diyorum.
Alfred'in yüzüne bakıyorum. Tüm yüzü pis bir sırıtma . Etrafı­
ma bakıyorum, iyi resim yapamayan ressamlar ve iyi resim yapan
ressamların soru soran yüzleri var baktığım her yerde , parlak ve

154
k ı pkırmızı gözler bana çevrilmiş ve bütün yüzler sırıtmaksızın sı­
rıtmaktalar.
Bize sevgilini göster artık! Herkesi çağırdın, sevgilinle selamlaş­
sı nlar diye buraya çağırdın herkesi , diyor Alfred.
Ve Alfred çok bağırarak konuşuyor. Alfred benimle konuşmuyor
buradaki herkes duysun diye bu kadar yüksek sesle konuşuyor.
Hadi bakalım, diyor Alfred.
Ben orada iki elimde birer bavulla duruyor ve bavullarımdan
b i r tanesine bakıyorum. Alfred Helene'yi Norveçli ve dünyanın her
tarafından gelmiş ressamlara takdim edeceğimi söyledi . Ama He­
lene'nin Malkasten'de oturmuş beni beklediğini de Alfred söyledi.
Helene oturmuş beni beklerken böyle durmamalıyım ben. Bir şeyler
yapmalıyım. Dümdüz yürüyorum , Alfred ile Tidemann'in arasından
geçiyorum, ikisi de kenara çekiliyorlar, Tidemann yüzüme bakıyor,
yüzünde dostça bir ifadeyle bana hafifçe başını sallıyor.
İyi günler Hertervig, diyor Tidemann.
Tidemann benimle konuştu ama ben onunla konuşamam ki , Ti­
demann'ın bizzat kendisiyle konuşamam ki . Ressamlardan oluşan
birinci çemberi yarıp ikinci çemberden de geçtikten sonra dosdoğru
önüme bakarak mekanın iç kısmına doğru yürüyorum. Ve Alfred
yeniden yanımda beliriyor.
Bu mu o? diyor.
Ve şimdiye dek hiç görmediğim birini işaret ediyor, sarı saçları­
nı topuz yapmış, iri göğüsleri dantel fırfırlı beyaz bluzunun altında
hop hop hoplayan bir kadın mekanın iç kısımlarındaki bir masada
iki erkeğin yanında oturuyor, kadın oturduğu yerde erkeğe gülüyor,
erkek de ona gülüyor, sonra erkek kolunu kadının omzuna doluyor,
kadın erkeğe yaslanıyor ve yüzüne bakarak gülüyor, dantel fırfırlı
beyaz bluzunun altında hop hop hoplayan iri göğüsleri olan kadın
oturduğu yerde gülüyor. Başımı evet anlamında sallıyorum.
Herhalde o, diyorum.
Arkama önüyor ve etrafıma bakıyorum, iyi resim yapamayan
ressamlara , iyi resim yapan ressamlara doğru bakıyorum, Norveçli

1 55
ve dünyanın her tarafından gelmiş ressamların yavaş yavaş dağıl­
dıklarını görüyorum, tek tek ya da ufak gruplar halinde mekana
yayılıp , yerlerini alıyorlar, ellerindeki bardak ve sigaralarıyla, parlak
ve kıpkırmızı gözleriyle beni ve Alfred'i seyrediyorlar. Alfred arkası­
na dönüyor ve ressamlara doğru bakıyor. Bazı ressamların mekanın
içinde bir yerlere doğru yürümeye başladıklarını görüyorum. Alfred
de durmuş arkalarından bakıyor. Derken Alfred de mekanın içinde
bir yerlere doğru yürümeye başlıyor. Durduğum yerden iyi resim
yapamayan ressamların ve bazı iyi resim yapan ressamların mekanın
içinde bir yerlere doğru yürüdüklerini görüyorum, bu arada bazıları
hala tek tek ya da ufak gruplar halinde oldukları yerde duruyor ve
bana bakıyorlar. Ve hepsinin arkalarını döndüklerini ve iyi resim
yapan ve yapamayan bütün ressamların mekanın içinde bir yerlere
doğru yürüdüklerini görüyorum. Alfred'in arkasında bütün ressam­
lar mekanın içinde bir yerlere doğru yürüyor. Bir kadının iki erkek­
le beraber oturduğu masaya bakıyorum, kadın başını kaldırıyor ve
bana bakıyor.
Gel otur bakalım, diyor kadın. Gel hadi !
-
Öylece duruyorum çünkü Helene'yi bulmam gerek, Malkas­
ten'de olmalıydı, Alfred öyle söylemişti , ama hiçbir yerde göremi­
yorum onu .
Gel hadi, diyor kadın .
Evet evet gel , diyor erkeklerden biri .
Senin bir kadeh içkiye ihtiyacın var gibi, diyor diğeri.
Gel bana yalnız adam, diyor kadın .
Norveçlisin galiba diyor, birinci erkek.
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Gel , gel , diyor kadın.
Kadın ellerini kaldırıyor, göğüslerine doğru götürerek işaret edi-
yor bana.
Gel , gel , diyor kadın .
Göğüslerine bakıyorum.
Ne kadar güzeller değil mi? diyor kadın.

156
Gerçekten çok güzeller, biliyorum ben diyor birinci erkek, ben
de biliyorum, diyor ikinci erkek.
Sonra kadın ve iki erkek gülmeye başlıyor.
Gel , gel , diyor kadın.
Gitmem gerek, diyorum.
Hayır, gel hadi diyor kadın.
Başımı hayır anlamında sallıyorum.
Hadi gel bir kadeh bir şey iç , diyor kadın .
Arkamı dönüyor ve mekanın içinde ilerliyorum, buradan uzak­
laşmam gerek çünkü .
Cesaret edemiyor musun?
Tehlikeli bir şey değil , sadece buraya oturacaksın, içmekten baş­
ka bir şey yapman gerekmez, diyor ikinci erkek.
Norveçli ! Norveçli! Gerçekten Norveçli olmalı bu diyor kadın.
İki bavulumun ortasında mekanın içinde ilerliyorum, üzerimde
mor kadife takım elbisem, o lanet olası mor kadife takım elbisesiyle
Kvekar Lars Hertervig mekanın içinde bir yerlere doğru yürüyor,
Hans Gabriel Buchholdt Sundt'ün hediye ettiği mor kadife takım
elbiseyle Kvekar Lars Hertervig Malkasten'in kapısına doğru yü­
rüyor, Hans Gabriel Buchholdt Sundt'ün hediyesi olan iki bavu­
l unun ortasında Kvekkaren Lars Hertervig Malkasten'in kapısına
doğru yürüyor, evet böyle yapıyorum ben. Şimdi nereye gideceğim
ben? Herkes bir yerde olmak durumundadır çünkü . Az sonra iyi
resim yapamayan ressamların oturduğu yuvarlak masanın yanın­
dan geçeceğim ve bana nereye gidiyorsun diye soracaklar. Niçin
bu bavullarla dolaşıyorsun diyecekler. Seyahate mi çıkıyorsun diye
soracaklar. Kaldığım odadan mı atılmışım? Norveç'e mi dönüyor
muşum? Soracaklar bunları ve ben mekanın içinde ilerliyorum,
Malkasten'de kapıya doğru . Bir daha asla Malkasten'e gelmeyece­
ğim . Sevgili Helene'me gitmeliyim. Çünkü sevgili Helene'm böy­
le ortadan kaybolmamalı . Sevgili Helene'mi bulmalıyım yeniden.
İki elimde Hans Gabriel Buchholdt Sundt'ün hediyesi olan birer
bavulla yürüyorum , üzerimde lanet olası mor kadife takım elbi-

157
sem , o da yine Hans Gabriel Buchholdt Sundt'ün hediyesi çünkü
beni Düsseldorf Sanat Akademisi'ne gönderen kişi o, benim resme
karşı çok büyük kabiliyetim olduğu fikrine kapılan da o, resme
karşı çok büyük kabiliyetin var bu nedenle resim eğitimi almalı ,
manzara ressamı olmalısın , demişti Hans Gabriel Buchholdt Sundt
Lars Hertervig'e , bana yani . Şarap tüccarı ve armatör Hans Gabriel
Buchholdt Sundt Kvekkaren Lars Hertervig'e . . . Kapıya doğru yü­
rüyorum. Helene Malkasten'de değilmiş . Helene Malkasten'de ola­
cağım demişti . Buna rağmen Helene Malkasten'de yoktu . Helene
ortadan kayboldu . Helene'yi bir daha asla göremeyeceğim . Helene
Malkasten'de olacağım demişti. Buna rağmen Helene Malkasten'de
yoktu . Sevgili Helene'mle buluşmalıyım. Neredesin Helene? Senin­
le buluşmam gerek. Başımı sokacak hiçbir yerim yok, oysa herkes
şu veya burada bir yerde olmak durumundadır. Ama seninle bu­
luşmam gerek. Mekanın içinde ilerliyor kapıya doğru yürüyorum.
Derken kahkahalar duyuluyor ve kahkaha dalgaları yeniden beni
buluyor. Kahkahaların tam ortasındayım , mekanın içinde ilerliyor
kapıya doğru yürüyorum . Az sonra yuvarlak masanın yanından,
ressamların oturup, konuştukları güldükleri masanın yanından ge­
çeceğim, hepsi Hattarvag'dan, titrek cemaatçiden söz ediyor şimdi
Hattarvag'un hayali bir sevgilisi olduğunu söylüyorlar, Hattarvag
deyip gülüşüyorlar, yuvarlak masanın yanından geçmek zorunda­
yım çünkü orası Malkasten'in kapısına çok yakın ve sevgili Hele­
ne'mle yeniden buluşmam gerek zira başımı bir yere sokmalıyım,
herkesin fiziki bir bedeni vardır ve herkes şu veya burada bir yerde
olmak durumundadır ve Malkasten'de mekanın içinde ilerliyor,
yuvarlak masaya doğru bakıyorum, şimdi iyi resmim yapamayan
ressamlar yuvarlak masanın etrafında oturuyor, yuvarlak masanın
etrafında oturuyor iyi resmim yapamayan ressamlar şimdi , masa­
dan yana bakmamalıyım, yürümeye devam etmeliyim, iki elimde
birer bavulla yürümeliyim, Malkasten'de yürümeliyim üzerimde
Hans Gabriel Buchholdt Sundt'ün benim için diktirdiği lanet ola­
sı mor kadife takım elbisem, en nadide kadife kumaştan demişti ,

158
kapıya gitmeli ve sevgili Helene'mi bulmalıyım. Helene beni bekle­
meli çünkü . Birdenbire ortalıktan kaybolamaz . Kapıya doğru yürü­
yor ve etraftan gelen kahkahaları duyuyorum , işte şimdi yuvarlak
masanın yanından geçiyorum . İyi resim yapamayan ressamlar bana
bakıyorlar. Hafifçe öne eğilmiş vaziyette kapıya doğru yürüyorum.
Yuvarlak masaya doğru bakıyorum, iyi resim yapamayan ressamlar
masanın etrafında oturuyor ve önlerine bakıyorlar. Yuvarlak masa­
nın yanından geçiyorum, iyi resim yapamayan ressamlar yuvarlak
masanın etrafında oturuyor ve önlerine bakıyorlar. Kimse konuş­
muyor. Kapıya doğru yürüyorum , iyi resim yapamayan ressamların
oturduğu ve önlerine baktığı yuvarlak masanın yanından geçiyo­
rum, aralarından bir teki bile bana bir şey söylemiyor. Kapıya ge-
1 iyorum, şimdi Malkasten'den çıkacak ve bir daha asla Malkasten'e
dönmeyeceğim. Malkasten'den çıkmak üzereyim . Yuvarlak masaya
bakıyor ve Alfred'in yüzünü görüyorum, masadakilerin hepsi otur­
muş önlerine bakıyor ama Alfred bana bakıyor. Alfred'in yerinden
kalktığını görüyorum. Kapının önünde duruyorum, bavullarımdan
birini elimden bırakıyor, kapıyı açıyor ve kapıyı omuzumla iterek
açık tutuyorum , bavulumu yerden alıyor ve kapıdan çıkıyorum ,
asla v e asla, bir daha asla Malkasten'e ayak basmayacağım. Bugün
ilk ve son defa Malkasten'de bulundum . Kapıdan çıkıyorum, bir
daha asla ve asla iyi resim yapamayan ressamların oturduğu Mal­
kasten'e gitmeyeceğim. Kapının dışındaki basamaklardayım şimdi .
Gökyüzüne bakıyorum. Gökyüzü kararmış, akşam olmuş. Serin
rüzgarı yüzümde hissediyorum. Basamakları iniyorum, şimdi so­
kaktayım, iki elimde birer bavulla duruyorum, mor kadife takım
elbisemin içindeyim ve tam kendime , işte burada durmaktayım
diyorum ki kapının açıldığını işitiyorum, baktığımda Alfred'i ka­
pının ağzında görüyorum, gözlerini kısmış etrafa bakınıyor ve beni
görüyor. Hemen arkamı dönüyor ve dosdoğru karşıya bakıyorum.
Hertervig, diyor Alfred.
Alfred'le konuşmak istemiyorum, buradan bir an önce uzaklaş­
maya bakıyorum. Zira Alfred kim oluyor?

159
Gitmiş olmalı , diyor.
Alfred'e bakıyorum, koşarak basamaklardan iniyor.
İçerde değildi ama ! diyor.
Alfred bana doğru geliyor.
Şimdi beni dinle , diyor.
Alfred durup , yüzüme bakıyor.
Beni dinle şimdi , diyor.
Alfred'e bakıyorum.
Beni dinle şimdi , diyor Alfred.
Alfred'in bana söyleyeceklerini duymak istemiyorum. Nasılsa
hepsi yalan . Alfred gerçekleri söylemez. Ve Alfred kim oluyor zaten?
Alfred'in bana söyleyeceklerini duymak istemiyorum.
Kız dedi ki , diyor Alfred.
Alfred cümlesini yarıda kesip bana bakıyor.
Kız dedi ki , Malkasten'den ayrılması gerekiyormuş, seni sonra
bekleyecek, diyor.
Sokak boyunca yukarı doğru yürümeye başlıyorum çünkü Alf­
red'in söylediklerini duymak istemiyorum, nasılsa gerçekleri söyle­
miyor, boyuna konuşup duruyor ama söylediklerinin hiçbiri gerçek
değil. Ve kim oluyor zaten Alfred? Niçin boyuna konuşup duruyor?
Sokak boyunca yukarı doğru yürüyorum.
Bilmek istemiyor musun? diye sesleniyor Alfred arkamdan.
Sokak boyunca yürüyorum.
Kız senin onunla buluşabileceğini söyledi .
Alfred cümlesini yarıda kesiyor ve ben sokak boyunca yürümeye
devam ediyorum.
Onunla bu gece buluşabilirsin, kavakların orada, seni bekleye­
cek, diyor Alfred.
Sokak boyunca yürüyor ve Alfred'in Malkasten'in merdivenle­
rini çıkmakta olduğunu işitiyorum. Sokak boyunca yukarı doğru
yürüyorum. Helene benimle buluşmak istediğini söylemiş . Evine
gelmeliymişim, öyle demiş. Helene beni bekliyor. Helene beni
beklediğine göre Malkasten'de oturamam. Ve Bay Winckelmann

160
1 lelene'yi hiç rahat bırakmıyor. Eve gitmeliyim . Helene'yi Bay
Winckelmann'la baş başa bırakamam . Ben Bayan Winckel mann'ın
l agerhofstrasse'deki evinin bir odasında kiracıyım. Ama artık evin
anahtarı yok bende ve sevgili Helene'm evde , o evde oturmuş beni
bekliyor. Sokak boyunca hızlı hızlı yürüyorum. Bir an önce eve
varmalıyım. jagerhofstrasse'ye gidiyorum şimdi. Jagerhofstras­
se'deki evin kapısını çalacağım. Nihayet sevgili Helene'mle tekrar
buluşacağım, kapıyı amcası Bay Winckelmann açacak olursa ona
sadece şunu diyeceğim , Helene'yi görmeliyim çünkü biz sevgi­
l iyiz, diyeceğim ve Norveç'e, Stavanger'e gideceğiz , bir daha da
asla Almanya'ya dönmeyeceğiz. Çünkü ben ve Helene sevgiliyiz .
Sokak boyunca hızlı hızlı yürüyorum. Az sonra sevgili Helene'mi
alacağım ve birlikte memleketim Norveç'e , Stavanger'e gideceğiz .
Norveç'te resim yapacağım, bol ışıklı manzaraların , gökyüzün­
deki bulutların en güzel resimlerini yapacağım, nereye gidersem
gideyim Helene de benimle birlikte olacak . Genç Bayan Helene
Winckelmann ve manzara ressamı Lars Hertervig Norveç'e doğru
yola çıkacaklar. Stavanger'e vardığımızda Hans Gabriel Buchhol­
dt Sundt rıhtımda bizi karşılayacak. Rıhtımda tek başına duran
Hans Gabriel Buchholdt Sundt asma köprüden inmekte olduğu­
muzu görünce bize doğru yürüyecek. Ve Lars Hertervig! diyecek.
Şarap tüccarı ve armatör Hans Gabriel Buchholdt Sundt bir kere
daha Lars Hertervig! diyecek. Sonunda memleketine döndün! Sen
bir manzara ressamı oldun artık! diyecek. Seni gördüğüme çok
sevindim . Ne kadar da iyi görünüyorsun . Ve yanındaki genç ba­
yan , hep ismini duyduğum Helene Winckelmann olmalı? Senin
müstakbel eşin , diyecek. Ve Hans Gabriel Buchholdt Sundt Helene
Winckelmann'a doğru yürüyecek, elini uzatacak, alçak gönüllü bir
tavırla önüne bakarak armatör ve şarap tüccarı Hans Gabriel Buch­
holdt Sundt diye tanıtacak kendini ve diyecek ki müthiş yetenek
Lars Hertervig'in , bütün Norveç'in hatta Norveç Krallığının ken­
disinden çok şeyler beklediği ressamın müstakbel eşi , şanslı bir
hanımsınız diyecek, evet böyle diyecek. Ve sonra bizi evine davet

161
edecek, orada yemek ve şarapların bizi beklediğini söyleyecek. Ve
kupa arabasının içinde Stavanger sokaklarından geçeğiz. Armatör
ve şarap tüccarı Hans Gabriel Buchholdt Sundt bize o muhteşem
evindeki büyük odaları gezdirecek ve arzu ettiğimiz taktirde bu
odalarda kalabileceğimizi söyleyecek, hatta bu odalardan birini
atölye olarak kullanıp resim yapabilirsin diyecek bana armatör ve
şarap tüccarı Hans Gabriel Buchholdt Sundt , sonra ben aranızdan
ayrılayım baş başa kalın siz biraz , diyecek karar vermeden önce et­
rafınıza bakının biraz , diyecek. Sonra ben ve sevgili Helene'm baş
başa kalacağız . Sevgili Helene'me gidiyorum. jagerhofstrasse'ye
gidiyorum şimdi. Winckelmann'ların oturduğu evi görüyorum.
jagerhofstrasse'deki giriş kapısına doğru gidiyorum . Helene'ye gi­
diyorum. Çünkü Alfred Helene'nin beni beklediğini söyledi , eve
sevgili Helene'me gitmeliymişim, Helene beni bekliyormuş, Alfred
böyle söyledi. Evin giriş katındaki sahanlıktayım. Merdivenlerden
çıkıyorum. İsim levhasında Winckelmann yazan kapının önünde
duruyorum. Evin anahtarı yok bende artık. İsim levhasında Win­
ckelmann yazan kapının önünde duruyorum, iki elimde birer ba­
vulla duruyorum, Helene beni bekliyor, kapıyı çalmalıyım. Helene
de gelip kapıyı açmalı. Sonra gidip eşyalarını , giysilerini toplamalı.
Ve bu akşam Helene'yle buradan ayrılmalıyız, o derhal eşyaları­
nı toplamalı, sonra birkaç gün kalabileceğimiz bir yer bulmalıyız,
ilk fırsatta da Norveç'e , Stavanger'e doğru yola çıkmalıyız. Helene
Winckelmann ve Lars Hertervig resim yapamayan bütün ressam­
lardan uzaklaşacak, Helene Winckelmann da Lars Hertervig de bir
daha asla resim yapamayan ressamlarla bir araya gelmeyecekler.
Elimdeki bavulları yere koyuyorum . Winckelmann yazan isim lev­
hasına bakıyorum. Kapıya vuruyorum, Winckelmann yazan isim
levhasına bakıyorum. Yere bavullarımdan birine doğru bakıyorum.
Koridorda ayak sesleri duyuyorum, sert adımlar! Kapıya doğru ge­
len Bay Winckelmann . Helene gelmedi çünkü gelen Bay Winckel­
mann ! Helene değil ! Kapıyı Bay Winckelmann açacak. Koridor­
da sert ayak sesleri duyuyorum. Adımlar giderek yaklaşıyor. Bay

162
Winckelmann geliyor. Bay Winckelmann geliyor olmalı. Kapının
önünde durmuş yere bavullanmdan birine doğru bakıyorum. Bay
Winckelmann geliyor şimdi. Helene'me gitmek zorundaydım ben ,
sevgili Helene'me . Alıp başımı başka yerlere gidemezdim , çünkü
Helene beni bekliyordu. Alıp başımı başka yerlere gidemezdim.
Herkes bir yerde olmak zorundadır. Ben alıp başımı başka bir yere
gidemezdim. Sert adımların kapının arkasında durduğunu işiti­
yorum. Ben yere bavullanmdan birine doğru bakıyorum. Kilidin
çevrildiğini işitiyorum. Ben yere bavullarımdan birine doğru bakı­
yorum . Gözlerimi yerden kaldırmalı, bir şeyler yapmalıyım, böyle
durmaya devam edem çünkü Bay Winckelmann kapıyı açacak ve
derhal yüzüme kapatacak. Gözlerimi yerden kaldırırken kapının
açıldığını duyuyorum. Şimdi karşımda Bayan Winckelmann var ve
her şey birdenbire sessizliğe bürünüyor.
A, yine mi sen , diyor Bayan Winckelmann.
Sesi çok sert çıkmıyor ve Bayan Winckelmann yüzüme bakıyor.
Bayan Winckelmann'ın sesini duydum ben. Çünkü duyduğum ses
Bay Winckelmann'ın değil Bayan Winckelmann'ın ince sesiydi.
A yine sen, diyor Bayan Winckelmann.
Bayan Winckelmann'a Helene'yle konuşmak istediğimi söyleme­
l iyim. Ya da daha iyisi Bayan Winckelmann'a Helene'yle seyahate
çıkacağımızı , Norveç'e Stavanger'e gideceğimizi söylemeliyim.
Bir şey mi unuttun? diyor Henriette Winckelmann.
Hayır.
Peki şimdi ne istiyorsun?
Bayan Winckelmann bana ne istediğimi sorduğuna göre , ben de
ne istediğimi söylemeliyim, kızınızla Helene'yle , Helene Winckel­
mann'la konuşmak istiyorum demeliyim.
Konu nedir? diyor Bayan Winckelmann .
Bir şeyler söylemeliyim.
Buraya yeniden geldiğine göre , diyor Bayan Winckelmann.
Bayan Winckelmann'ın gözünün içine bakıyorum, gözleri ne ka-
dar da mavi. Gözleri tıpkı Helene'nin gözleri .

163
Eh içeri , antreye gelin bakalım, diyor Bayan Winckelmann.
Bavullarımı sapından tutup iki elimde birer bavulla hole doğru
yürüyorum, biri bir tarafıma diğeri öbür tarafıma olmak üzere ba­
vullarımı yere bırakıyorum. Bayan Winckelmann'ın kapıyı kapat­
tığını işitiyorum. Sonra Bayan Winckelmann dönüp bana bakıyor,
dosdoğru bana bakıyor, Bayan Winckelmann'ın konu nedir, söyle
bana dediğini duyuyorum, ben gözlerimi yere indiriyor ve yine ba­
vullarımdan birine bakıyorum. Konunun ne olduğunu , niçin geri
geldiğimi söylemek zorundayım , Helene'yi almaya geldim, birlik­
te Norveç'e Stavanger'e gideceğiz demeliyim. Bir şey söylemeliyim ,
derhal. Böyle durup bavullarımdan birine bakmaya devam edemem.
Niçin geri geldiğimi söylemem gerek.
Ben sadece , diyorum.
Evet?
Ben sadece şöyle . . .
Sen sadece?
Ben sadece . . .
Söyle artık.
Düşündüm ki belki Helene?
Helene mi?
Evet Helene mümkünse . . .
Helene sadece on beş yaşında beyefendi !
Bayan Winckelmann'ın sesi çok kararlı çıkıyor.
Evet Helene ile ben mümkünse . . .
Eveeeet, diyor Bayan Winckelmann .
Tam o sırada Bay Winckelmann'ın kim geldi diye seslendiğini du­
yuyorum, sesi benim sesimi bastırıyor, ben başka bir şey söyleyeme­
yeceğim artık, antrede öylece duracağım, ama Helene'yle konuşmam
gerek. Orada durmuş bavullarımdan birine bakıyorum. Sonra bir kapı
açılıyor ve koridordan sert ayak sesleri geliyor, Bay Winckelmann'ın
bu adamın geri geleceği aklımdan geçmedi de değil , dediğini duyuyo­
rum , sert adımlar daha da yaklaşıyor şimdi , Bay Winckelmann bunu
bekliyordum diyor, Bay Winckelmann'ın dediklerine kulak asmama-

164
l ı yı m , benim böyle biri olduğumu söylüyor Bay Winckelman, böyle
biri olduğumu bildiğini , ta başından beri bildiğini söylüyor ve Bay
Winckelmann hole gelip tam karşımda duruyor, ben başımı yerden
kaldırmıyor, bavullanmdan birine doğru bakıyorum sadece .
Yine ne var? diyor Bay Winckelmann.
Daha konuya girmedi, diyor Bayan Winckelmann.
Söyleyecek bir şey yok diyor Bay Winckelmann . Ne istiyorsun?
Bir şey söyleyemem ki böylece durmalıyım, hiçbir şey söyleye-
mem.
Evet, ne istiyorsun? diyor Bay Winckelmann.
Bir şey söyleyemem ki. Sevgili Helene'm nerede? Geri geldim
ı,;ünkü Helene'mi görmem gerek, beni bekliyor, benim gelmemi is­
tedi , gelmemi rica etti benden, Alfred böyle dedi , diğerleri de Hele­
ne'nin benim eve gelmemi beklediğini söyledi , bir sürü insan böyle
söyledi , herkes Helene'nin ona gitmemi beklediğini söyledi bana ,
öyleyse Helene'ye gitmeliyim bir an önce .
Cevap versene be adam! Niçin geri geldin? diyor Bay Winckel-
mann.
Bay Winckelmann tam karşımda duruyor, bana tepeden bakıyor.
Evet, ne istiyorsun? diyor Bay Winckelmann.
Helene nerede? Bir an önce bana gelmesi gerek. Nerede Helene
şimdi? Bana gelmeli bir an önce .
Sen bu evde oturmuyorsun artık, buraya kadar geldiğine göre
niçin geldiğini bilmem lazım! Seni deli Norveçli ! diyor Bay Winc­
kelmann.
O, yani Helene , diyorum.
Helene ! diyor Bay Winckelmann, bir daha asla göremeyeceğin
biri o, evet asla göremeyeceğin kişinin ismi Helene ! Nedir Helene'yi
ilgilendiren mesele , sorarım sana?
Helene beni bekliyor, diyorum.
Annesi işitiyor musun? Helene bunu bekliyormuş! Demek öyleee?
Bay Winckelmann kahkahalarla gülmeye ve başını iki yana salla-
maya başlıyor, Helene beni bekliyor dedi bu adam diyor, böyle diyor

1 65
adam, annesi bu böyle devam edemez, bu adam deli , derhal kapı
dışarı edelim, diye bağırıyor Bay Winckelmann. Bay Winckelmann
gidip sokak kapısını aralıyor ve yüzüme bakıyor Bay Winckelmann.
Dediğimi duydun , çık dışarı , diyor Bay Winckelmann .
Bay Winckelmann bana dışarı çıkmamı söyledi ben öylece duru­
yor ve bavullanmdan birine doğru bakıyorum. Helene bir an önce
gelmeli artık çünkü benimle birlikte seyahate çıkacak, Norveç'e ,
Stavanger'e gideceğiz, ben böyle duramam artık, bir an önce gelsin
artık Helene .
Gel ! Gel buraya ! diyor Bay Winckelmann.
Bu tam bir çılgınlık diyor Bayan Winckelmann .
Al eline bavullarını diyor Bay Winckelmann.
Lütfen söyleneni yap , diyor Bayan Winckelmann.
Bavullarımdan birine doğru bakıyorum, artık gitmem gerek, Bay
Winckelmann'ın Bayan Winckelmann'a baktığını görüyorum.
Gidip polis çağıracağım, diyor Bay Winckelmann.
Bırak yapma , diyor Bayan Winckelmann.
Bu böyle devam edemez , diyor Bay Winckelmann .
Gerek yok, diyor Bayan Winckelmann .
Buna bir son vermek gerek, diyor Bay Winckelmann. Paltomu
ver bana, diyor.
Bayan Winckelmann'ın elbise dolabına gidip bir palto aldığını ve
gidip paltoyu Bay Winckelmann'a uzattığını görüyorum.
Gerçekten gerekli mi bu , diyor Bayan Winckelmann.
Evet, tabii , diyor. Sen dur ve adama göz kulak ol ben gelene ka­
dar, diyor Bay Winckelmann.
Bay Winckelmann paltosunu giyiyor, kapıyı açıyor ve kapıyı çar­
pıp çıkıyor dışarı . Bay Winckelmann gidip polis getireceğini söyledi
ve ben durduğum yerde bavullanmdan birine doğru bakıyorum.
Helene'yi görmem gerek. Helene nerelere kayboldu? Bay Winckel­
mann polis getirmeye gitti, gidip polis çağıracağım dedi, bu böyle
devam edemez dedi , sonra Bayan Winckelmann'dan paltosunu is­
tedi, Bayan Winckelmann gerçekten gerekli mi bu diye sordu , Bay

1 66
Winckelmann paltoyu üzerine geçirdi ve evden çıktı , ben şimdi ant­
rede duruyorum, peki ama sevgili Helene'm nerede?
Helene , diyorum.
Evet? diyor Bayan Winckelmann.
Evde değil mi o? diyorum.
Bayan Winckelmann'ın başını hayır anlamında salladığını görü-
yorum.
Gitmek istemiyor musun? diyor Bayan Winckelmann.
Ama Helene , diyorum.
Evet, ever, diyor Bayan Winckelmann.
Helene evde değil yani? diyorum.
Sakin, sakin, diyor Bayan Winckelmann.
Git artık. Git şimdi, hadi diyor Bayan Winckelmann.
Ama , diyorum.
Anlamıyor musun, adam ciddi , gidip polis getirecek, tutuklana-
bilirsin, evet, hadi git şimdi, diyor Bayan Winckelmann.
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Belki de polis geldi bile , diyor Bayan Winckelmann .
Bayan Winckelmann gidip kapıyı açıyor, ikici kattaki sahanlık­
tan aşağıyı dinliyor. Sonra başıyla işaret ediyor.
Hadi git şimdi , al bavullarını da git, diyor Bayan Winckelmann.
Ama ben gidemem ki , zira Helene'yle konuşmam gerek. Sevgili
Helene'mle konuşmalıyım, burada öylece duramam sanırım? Ama
gitmem gerek, gidersem Helene ile konuşamam. Gidersem nereye
gideceğim ben? Bir yerlere gitmem lazım.
Ama Helene ona gelmemi istedi benden, diyorum.
Benim buna inanmamı bekliyorsun, diyor Bayan Winckelmann.
Evet anlamında başımı sallıyorum.
Beni buna inandıramazsın, diyor Bayan Winckelmann. Lütfen
git artık.
Fakat.
Git artık.
Evet.

1 67
Polis gelmeden git, kendi iyiliğin için.
Ama ben yanlış bir şey yapmadım.
Evet tabii, olabilir ama sen burada oturmuyorsun artık. Lütfen git.
Bayan Winckelmann'ın kapıyı açık tuttuğunu görüyorum, defa-
larca gitmem gerektiğini söyledi çünkü burada böyle duramazmı­
şım, Helene benimle görüşmek istemiyormuş, böyle söyledi Bayan
Winckelmann . Ama nasıl böyle bir şey söyleyebilir çünkü biliyorum
ki Helene , sevgili Helene'm benimle görüşmeyi arzu ediyor, buna
rağmen Bayan Winckelmann Helen'nin benimle görüşmek isteme­
diğini söylüyor.
Bak geliyorlar işte , diyor. Sen de işittin. Git hadi .
Senin halin ne olacak, diyor Bayan Winckelmann.
Bayan Winckelmann antreden içeriye koridora doğru yürüyor
sonra dönüp bana bakıyor ve sağlıcakla git diyor, şansın açık olsun,
diyor, Bayan Winckelmann'ın koridorda ilerlediğini görüyorum.
Salona giden kapıyı açtığını görüyorum, Bayan Winckelmann'ın
salona girip kapıyı kapattığını görüyorum , dışardan sesler geliyor,
Bay Winckelmann içerde koridorda durduğumu söylüyor, başka bir
ses bu iş tamam diyor, kapıya doğru bakıyorum ve sert adımların
yaklaştığını duyuyorum. Demek ki Bay Winckelmann beni dışarı
atmak üzere yanında birileriyle gelmiş, yani sokağa çıkıp birilerini
bulmuş, şimdi beni kapı dışarı edecekler. Bayan Winckelmann bir
polis memuru getirmiş, dışarı atılmak üzereyim.
Umarım öyle olur, diyor Bay Winckelmann.
Sorun değil, diyor diğer ses.
Kapının açıldığını görüyorum, Bay Winckelmann durmuş eliyle
kapıyı açık tutuyor.
Orada, diyor. Adam orada. Orada duruyor adam.
Bay Winckelmann başıyla koridoru işaret ediyor, kapıda bir polis
memuru beliriyor, memur Bay Winckelmann'a benziyor, aynı kara
gözler, aynı siyah sakal, aynı iri gövde ve kırmızı surat, evet şimdi
polis memuru beni kapı dışarı edecek, Bay Winckelmann beni dışarı
atsın diye gidip polis getirmiş.

1 68
Tamam, tamam, diyor polis memuru .
Adam burada işte diyor Bay Winckelmann.
Polis memurunun koridorda bana doğru yürüdüğünü görüyo­
rum, ben bavullarımdan birine doğru bakıyorum, Bay Winckel­
mann'ın durup bir eliyle kapıyı tuttuğunu görüyorum, polis memu­
runun genç adam başını kaldır dediğini işitiyorum, gitmem gerek,
burada daha fazla kalamam, eğilip bavullarımın sapını kavrıyorum ,
başımı kaldırmamalıyım! Hep yere bakacağım! Sadece yere bakaca­
ğım ben! Başımı kaldırmayacağımı Sonra kapıya doğru yürüyorum,
Bay Winckelmann'ın yanından geçiyorum, sanırım şimdi gitmem
gerek sadece çünkü kimseyle yüz yüze gelemem artık çünkü şim­
di sanırım gitmem gerek sadece , kimseyle yüz yüze gelemem artık
çünkü şimdi sanırım gitmem gerek sadece , şimdi sanırım gitmem
gerek sadece ve Bay Winckelmann'ın önünde durup açık tuttuğu
kapıya doğru yürüyorum ve kapıdan çıkıyorum, şimdi sanırım her­
hangi bir yere gitmem gerek sadece , herhangi bir yere gitmem gerek
şimdi , iki elimde birer bavulla kapıdan çıkıyorum, polis memuru­
nun kolay oldu dediğini duyuyorum, Bay Winckelmann belki de
olması gerektiğinden de kolay oldu diyor, polis memuru bir daha
geleceğimi zannetmediğini söylüyor, merdivenlerden iniyorum,
polis memuru bir daha gelirse kapıyı açmazsınız diyor ve ben iki
elimde birer bavulla merdivenlerden iniyorum, sahanlıkta merdi­
venlerden aşağı iniyorum, polis memuru ve Bay Winckehnann'ın
söylediklerini duymuyorum artık, merdivenlerden iniyorum, ama
sanırım herhangi bir yere gitmem gerek sadece , iki elimde birer
bavulla yürüyorum, şimdi sevgili Helene'mi bulmalıyım yeniden,
sanırım herhangi bir yere gitmem gerek sadece , zira herkes bir yer­
de olmak zorundadır ve ben de şurada veya burada ama bir yerde
olmak zorundayım, sokağa çıkıyorum, etraf karanlık, sanırım ben
de neresi olursa olsun başımı bir yere sokmalıyım sadece , sanırım
hiçbir yerde olmamak da mümkün değil , sanırım kavakların oldu­
ğu tepeye doğru gitmeliyim, iki elimde birer bavulla yürüyorum,
sanırım bir yerlere gitmek zorundayım , iki elimde birer bavulla yü-

1 69
rüyorum, sanının kavakların olduğu tepeye doğru gitmeliyim-ama
ben sanının dediklerimi yapamıyorum artık, siyah ve beyaz bezler,
babam ve sonra Elizabeth, sevgili kız kardeşim Elizabeth, nerede
sevgili kız kardeşim Elizabeth , sevgili kız kardeşim Elizabeth nere­
lere kaybolmuş?

170
Gaustad Akıl Hastanesi, 1856 Noel Yortusu akşamı. Martılar çığ­
l ı k atıyorlar. Martılar çığlık çığlığa haykırsınlar, o zaman her şey yo­
lunda gider. Uyku tutmadığında martıların çığlıklarını dinlemeyi
seviyorum . Martılar çığlık atsın istiyorum. Martıların gökyüzünde
salınışlarını seyrediyorum, birden suyun yüzeyine doğru bırakıyor­
lar kendilerini , gagaları suya değiyor ve sonra martılar yavaş yavaş
bulutlara doğru yükseliyorlar. Uyuyamıyorum. Beni uyku tutmadığı
zamanlarda martıların çığlık atması iyi, gözlerimi açtığımda başka
bir şey göremesem de martıların çığlıklarını duyuyor, martıların ya­
vaş yavaş gökyüzüne ya da yere doğru hareket ettiklerini görüyo­
rum. Uyuyamıyorum. Koğuştaki bir karyolada, kapıdan başlayarak
sayıldığında altıncı karyolada yatıyor ve uyuyamıyorum. Sağ tara­
fımda iki yatak daha var. Martılar çığlık atıyor. Uyuyamıyorum ve
martılar çığlık çığlığa haykırsın istiyorum. Şimdi martılar çığlık atı­
yor. Bir martı çığlık atıyor, pek çok martı çığlık atıyor. Altıncı kar­
yolada yatıyorum ve uyku tutmuyor, kapının yanında Hademe Ha­
uge uyuyor, işte ben böyle altıncı karyolada yatıyor ve martı çığlık­
larını dinliyorum. Bir martının yavaş yavaş göğe yükseldiğini görü­
yorum, gökyüzünün ötesine , dağlara doğru . Yatakta uzanıyor ve
martıların çığlıklarını dinliyorum. Altıncı karyolada uzanıyor ve
martıların çığlıklarını dinliyorum. Mavi bir gökyüzü , mavi bir deniz
ve martıları görüyorum. Odadakilerin soluklarını işitiyorum. Kendi­
mi resim malzemelerimle birlikte sahilde martıları seyrederken gö­
rüyorum. Gözlerimi yere indiriyor ve sahildeki çakıllara fışır fışır
çarpan dalgacıklara bakıyorum. Dalgaları seyrediyorum. Gökyüzün­
deki martıları görüyorum. Havada tek bir bulut bile yok, sadece

1 71
mavi gök üzerine bembeyaz martılar. Derken gökyüzü kapkaranlık
oluyor. Martılar karanlık gökyüzünde çığlık çığlığa uçuyorlar. Daha
fazla resim yapamayacağım. Ben ressamım ama resim yapmama izin
yok. Doktor Sandberg resim yapamazsın dedi , Gaustad Akıl Hasta­
nesi'nde tedavi olduğum sürece resim yapamayacağımı söyledi , re­
sim yaptığım için mi delirdim ben, dedim Doktor Sandberg'e , belki
çok güneşli havada fazlaca seyretmişimdir manzarayı , dedim Doktor
Sandberg'e , o da Gaustad Akıl Hastanesi'nde bulunduğum sürece
resim yapamayacağımı söyledi, bu süre içinde resim yasağım oldu­
ğunu , resim malzemelerimi taburcu olduğumda bana geri verilmek
üzere kayıt sırasında görevliye teslim etmemi söyledi . Ben şimdi re­
sim yapması yasak olan bir ressamını. O zaman sadece martıları din­
leyebilirim. Ama ben ressamım, resim yapmak istiyorum, çünkü
resim yapmazsam iyileşemem ben, daha kötü olurum. Resim yap­
manı gerek. Martıları dinlemeliyim. Martıların gökte uçuştuğunu
seyretmeliyim . Ne var ki Hademe Hauge resim yapmama asla izin
vermeyecek. Martıları dinlemeliyim. Hademe Hauge belinden sar­
kan anahtar destesini şakırdatarak yürür. Ben Gaustad Akıl Hastane­
si'ndeyim ve Doktor Sandberg Gaustad Akıl Hastanesi'nde bulun­
duğum sürece resim yapamayacağımı söyledi , bana böyle söyledi ,
bunu Hademe Hauge'ye de söyledi, Gaustad Akıl Hastanesi'nde re­
sim yapmak için değil iyileşmek için bulunduğumu söyledi, o ne­
denle de burada olduğum sürece resim yapamayacağını. O halde
martıları seyretmeliyim. O halde martıları dinlemeliyim. Martıları
seyrettiğimi ve dinlediğimi de kimseye söylememeliyim çünkü o da
yasak olabilir. Doktor Sandberg martıları seyretme ve dinleme diye­
bilir bana . Ve de burada Doktor Sandberg'in dediği olur. Ben ve
Gaustad Akıl Hastanesi'nde bulunan herkes Doktor Sandberg'in de­
diklerini yerine getirmek zorundadır. Resim yapmamalıyım. Martı­
ları dinliyorum. Ve kar kürüyorunı. Martıları dinlemeyerek ve kar
küreyerek iyileşeceğim ben. Resim yapmak beni hasta etti çünkü
çok güneşli havada fazlaca manzara seyrettim. Böyle hastalandım
ben, sanırım biliyorum. Uyuyamıyorum da ayrıca. Bu yüzden de

1 72
hastalandım. Martıları dinliyorum. Martıları seyrediyorum. Yatakta
uzanıyor ve martıların gökyüzünde yavaş yavaş salınışlarını seyredi­
yorum, sonra kendilerini bırakıyorlar, suyun yüzeyine doğru ani bir
çakılış, gagaları suya değiyor ve sonra martılar gagalarında bir şeyler
yavaş yavaş bulutlara doğru yükseliyor, kayboluyorlar. Ben sürekli
martıları seyrediyorum. Ben sürekli martıları seyretmek istiyorum.
Bulutları , tekneleri , insanları seyretmek istiyorum, yalnızca martıla­
rı , tekrar tekrar martıları seyretmek istiyorum, martı sürülerini sey­
retmek istiyorum, martıları seyretmek için elimden geleni yapıyo­
rum, kayalıklarda oturan, gökte uçan, sonra dalıp sudan bir şeyler
yakalayan martıları . Ben martıları seyretmek istiyorum. Martıları
seyrediyorum. Martıları dinliyorum. Koğuşta, göz gözü görmeyen o
karanlık koğuşta gözlerimi açtığım zaman da martıları görüyorum.
Martılardan başka bir şey görmek istemiyorum. Şimdi gece, belki de
sabahın erken saatleridir. Yatıyorum ve uyku tutmuyor. Bazı geceler
uyuyabiliyor, bazı gecelerse uyuyamıyorum, o zaman martıları sey­
rediyorum, martıları göremiyorsam kendimi martıları görmeye zor­
l uyorum. Uyuyamadığım zamanlar martıları seyrediyorum. Yatakta
uzanıyor ve martıları seyrediyorum, martıları dinliyorum ta ki kalk­
ma saati gelip koğuşta herkes ayaklanıncaya kadar ben yattığım yer­
de martıları seyrediyor, dinliyorum. Bana kalsa bütün gün yatakta
yatıp martıları seyredip , dinleyeceğim, sadece geceleri değil bütün
gün boyunca yatağımda yatıp martıları seyretmek istiyorum, Hade­
me Hauge orada bulunup biz sekiz deliyi yataktan kalmaya zorla­
masa böyle yapardım elbette . Yataktan kalkmak zorundayız. Hade­
me Hauge hiç pes etmez. Bu kapkaranlık koğuşta yatıyor ve martıla­
rı seyrediyorum, Helene'yi, Gina'yı , Anna'yı ve de hiçbir kadını ak­
l ıma getirmemeliyim çünkü onların hepsi düşünmemem gereken
orospular, hatta sevgili Helene'mi bile düşünmemeliyim, ama sana ,
sevgili Helene'm sana geleceğim günün birinde , biliyorum bunu ,
Helene sana geleceğim, sözüme güven, geleceğim, eğer beni bekler­
sen sevgili Helene'm sana geleceğim ve seni düşünmemeliyim, yani
seni bile düşünmemeliyim sevgili Helene'm, düşüneceksem eğer

1 73
böyle şeyler düşünmemeliyim ve düşünmemeliyim zaten, yalnızca
martıları seyredecek ve dinleyeceğim. Martıları görmüyorum şimdi
ama görmem gerek. Şimdi martılar kaybolmuş . Martılar geri gelsin .
Eğer martılar geri gelmezlerse elimi bakacaklarımın arasına sokma­
lıyım, apış arasını ellemek diyor Doktor Sandberg, eğer hemen mar­
tıları göremezsem, apış aramı biraz ellemem gerekiyor, elimi asla
bacaklarımın arasına sokmamalıyım, apış arasını ellemek diyor
Doktor Sandberg, birazcık ellemeliyim apış aramı , azıcık dokuna­
yım kimse fark etmez nasılsa , Doktor Sandberg bile , buraya ilk gel­
diğimde bana apış aranı ellememelisin, anlarsın ya demişti , anlama­
dığımı söyleyince Doktor Sandberg uzun uzun gülmüştü , bu iyi işte ,
keşke herkes senin gibi olsaydı demişti Doktor Sandberg, iyi iyi de­
mişti Doktor Sandberg, ne demek istediğini anlamamam iyi bir şey­
miş . Fakat apış aramı ellemek istiyorum. Doktor Sandberg yapma­
mamı söylemiş olsa bile ben hep elliyorum apış aramı . Elimi baka­
caklarımın arasına sokmalıyım. Apış aramı elliyorum ve hafifçe sert­
leşmiş kamışıma dokunuyorum. Elimle kamışımı sıkıyorum biraz.
Kamışımı elimle kavrıyor ve elimde büyüdüğünü hissediyorum.
Kamışımı sıkı sıkı tutmak istiyorum. Elimi bacaklarımın arasına gö­
türmek istiyorum. Kamışım bacaklarımın arasında büyüyor. Kamı­
şımı elimle kavrıyorum . Apış aramı elliyorum. Kamışımı kavrıyo­
rum . Doktor Sandberg benim artık sevgili Helene'me karşı çok da
nazik davranmadığımı bilmiyor. Sevgili Helene'min saçını okşamı­
yorum ben artık. Yatağın kenarına oturup, üzerinde beyaz elbisesiy­
le pencere önünde durup dışarıyı seyreden, sırtı bana dönük Hele­
ne'yi seyretmiyorum artık. Apış aramı elliyorum şimdi . Altıncı kar­
yolada yatıyor ve apış aramı elliyorum. Bunu çok da fazla yapmama­
lıyım, Doktor Sandberg apış aramı fazla ellersem hastalanabileceği­
mi söyledi, belki de apış aramı ellediğim için hastalanmışımdır,
Doktor Sandberg böyle dedi ve evet sanırım apış aramı fazlaca elle­
dim ben, o yüzden delirdim ve Gaustad Akıl Hastanesi'ne yatırıl­
dım, resim yapmama izin vermiyorlar çünkü apış aramı fazlaca elle­
dim ben, o nedenle artık apış aramı ellememeliyim ama öyle çok

174
elledim ki apış aramı, elimi oraya götürmekle kalmadım sadece , apış
aramda elimle öyle çok şeyler yaptım ki ben , tekrar tekrar ve hep
yaptım bunu , günde birkaç kez ve her gece elimi hep apış arama
götürdüm. Şimdi apış aramdaki kamışım irileşmiş vaziyette , kamı­
şım kamına doğru dimdik duruyor ve ben elimle kamışımı kavrıyo­
rum. Elimi apış aramda tutuyorum hep . Elimle kamışımı kavrama­
malıyım, yapmamalıyım bunu , yaparsam asla iyileşemem , iyileşme­
yince de resim yapamam, oysa benim tek istediğim resim yapmak,
elimi bacaklarımın arasına soktuğum için hastalandım ben, Doktor
Sandberg öyle dedi , elimi bacaklarımın arasına sokmamam gereki­
yormuş öyle söylüyor Doktor Sandberg, bu kendime karşı , başkala­
rına karşı ve Tanrının kanunlarına karşı kötülük etmek demekmiş.
Doğaya aykırıdır, dedi Doktor Sandberg. Kısacası hatadır dedi . Eli­
mi , elimi bacaklarımın arasına sokuyorum. Elimi çekmeliyim ora­
dan. Martıları düşünmeliyim. Doktor Sandberg'in söylediklerini dü­
şünmemeliyim, elimi çekmeliyim oradan . Yeniden resim yapmaya
başlamalıyım, bulutların, ağaçların, kavakların ve yüce dağların res­
mini yapmalıyım. Zira ben ressamım, manzara ressamı Lars Herter­
vig'im ben, Düsseldorf Sanat Akademisi'nde okudum, bizzat Hans
Gude'nin öğrencisiyim ben . Bir sanatçıyım, ressamım ben. Ressam
Lars Hertervig'im. İyi resim yapıyorum. Apış aramı ellememeliyim.
Martıları düşünmeliyim. Resim yapacağım. Resim yapmama izin ve­
rilmezse apış aramı ellerim. Uyku tutmuyor. Altıncı karyolada yatı­
yorum. Gaustad Akıl Hastanesi'ndeyim . Ben ressam Lars Herter­
vig'im ve uyuyamıyorum. Çok güneşli havada fazlaca manzara sey­
rettim o yüzden delirdim ve Gaustad'a getirildim, burada altıncı
karyolada yatacağım sadece ve göz gözü görmeyen bu karanlık ko­
ğuşu seyredeceğim. Uzanmış yatıyor ve kamışımı tutuyorum. Ben
iyi resim yapıyorum, yapacağım da, şimdi altıncı karyolada yatıyo­
rum yapacağım tek şey bu , altıncı karyolada yatmak, ben Lars Her­
tervig, Düsseldorf Sanat Akademisi'nden, bizzat Hans Gude'nin öğ­
rencisi olan ben altıncı karyolada yatmak zorundayım, apış aramı
ellememeliyim, elimi asla bacaklarımın arasına sokmamalıyım, apış

1 75
aramı ellememeliyim, Helene'yi düşünmemeliyim, sevgili Helene'm
sırtı bana dönükolarak pencerenin önünde durmamalı, Helene üze­
rinde beyaz elbisesiyle sırtı bana dönük olarak pencere önünde du­
ruyor, pencerenin önünde duruyor ve saçlarını çözüyor, sonra bana
dönüyor, apış aramı ellememeliyim çünkü Doktor Sandberg bana
apış aranı ellememelisin dedi , öyle yaparsam hastalığım geçmezmiş
ve asla büyük bir ressam olmazmışım, böyle dedi Doktor Sandberg,
onun için apış aramı ellememeliyim ve sakinleşmeliyim, içim bom­
boş olmalı, huzurlu ve bomboş olmalı ki içim işte o zaman dışarının
ışığı içimde parlayabilir, zira ne zaman ki içim huzurlu ve bomboş
olur o zaman ışık içimde parlamaya başlayabilir, huzurlu ve bomboş
olmalı içim, itiş kakıştan vazgeçmeliyim , sakinleşmeliyim, yalnızca
içimde parlayacak ışıktan ibaret olmalıyım, hiçbir şey arzu etmeyen
bir ışık olmalıyım, Stakland'daki Kvekar Cemaat Evi'nde , hiç konuş­
mayan insanların oturduğu daire şeklinde yerleştirilmiş sandalyeler­
den birinde , sandalyemde oturmalıyım, orada babamın yanında
oturmalıyım, ışıkta oturan Kvekar Cemaatine mensup diğer insanla­
rın arasında , gayet sakin ve gözü kapalı oturmalıyım , içimde bir uç­
tan bir uca koşturan kargaşa, o itiş kakış önce bir çizgi üzerinde
düzene girecek, sonra o çizgiler kaybolacak ve içim boşalacak, arı­
nacak, huzur bulacağını, görülebilecek ve düşünülebilecek her şey­
den temizlenmiş olacak içim, orada Stakland'taki o küçük Kvekar
Cemaat Evi'nde evde öylesine oturacağını, bomboş, sakin, oturaca­
ğını orada , hiçbir konuda fikir sahibi olmadan, dünyanın tamamen
dışında, içimde ışığı , o gökyüzünde , bulutlarda görülen ışığı taşıya­
rak, gördüğüm, resmini yapabildiğim ve benden başka kimsenin
resmedemediği ışık, bu ışık içimde olacak ve ben o sandalyede otu­
racağını babamın yanında, apış aramı ellemekten vazgeçtiğim taktir­
de, o ışıkta oturabilecek ve o zaman resim yapabileceğim, ama be­
nim resim yapmama izin yok artık, çünkü ben deliyim ve tımarha­
nedeyim, resim yapmama müsaade etmiyorlar, Doktor Sandberg
apış aramı ellemekten vazgeçmemi söyledi, bunu yapmamalıyım
çünkü benim şimdi Helene'yle yapmak istediğim şey hiç de nazik ve

1 76
yumuşak değil , tersine çok sert, durup saçlarını okşamayacağım
onun, öyle yapmamalıydım zaten amcasıyla Bay Winckelmann'la
i l işkisi olan o kahrolası orospuya ! Amcasıyla ilişkisi var, Bay Winc­
kelmann'la ilişkisi var! Helene , yok öyle olmaz , sevgili Helene'm!
Oyle oturmamalısın! Bay Winckelmann'ın derin derin soluk alıp
verdiğini duyuyorum. Öyle yapmamalısın, yapmamalısın sevgili
Helene'm. Ben de apış aramı ellemekten vazgeçmeliyim, Doktor
Sandberg bana böyle yapmamamı söyledi. Ve sen kahrolası orospu
o rada Bay Winckelmann'ın önünde diz çökmüş oturuyorsun. Hele­
ne kahrolası bir orospudur. Ayak sesleri mi duyuyorum? Biri mi
geliyor? İster biri gelsin ister gelmesin seni becereceğim şimdi . Seni
becermeye mecburum. Kahrolası orospu seni . Bir daha iyileşemeye­
cek bile olsam seni becermeliyim şimdi . İşittiğim ayak sesleri değil
miydi? Böyle apış aramı ellemekten vazgeçmeliyim. Deliliğim son
bulmalı, iyileşmeli , resim yapmalıyım. Ben ressamın, resim yapma­
lıyım . Böyle apış aramı ellemekten vazgeçmeliyim. Martıların sesle­
rini dinlemeliyim. İşittiğim ayak sesleri miydi? Ayak sesleri işitiyor
bile olsam da seni becermeliyim. Martılar çığlık atmalı. Ben sakin
sakin yatmalıyım. Böyle kıpırdanmamalıyım. Nefes nefese kaldım .
Kamışımı sımsıkı kavrıyorum, elimi kamışımın üzerinde yukarı aşa­
ğı hareket ettiriyorum, böyle yapmamalıyım. Böyle apış aramı elle­
mekten vazgeçmeliyim aksi takdirde iyileşemeyeceğim ve o zaman
da resim yapamayacağım. Başım yorganın içine çekmiş yatıyorum.
Martıları görmem gerek. Böyle kıpırtısız yatamıyorum, başımı geri
atıp ağzımı açıyorum. Altıncı karyolada yatıyorum ve ben deliyim,
bir daha asla iyileşemeyeceğim, bir daha asla resim yapamayacağım,
asla, asla, bunu biliyorum. Resim yapmama izin vermeyecekler. Asla
iyileşemeyeceğim. Gaustad Akıl Hastanesi'nden çıkamayacak ve kar
küreyeceğim ve resim yapmama asla izin vermeyecekler. Böyle apış
aramı ellemekten vazgeçmeliyim . Sevgili Helene ! Daha fazla yapma
sevgili Helene'm. Yapma. Vazgeç, daha fazla yapma sevgili Hele­
ne'm. Sen kahrolası bir orospusun, içine girmeliyim, var olan tüm
gücümle içine girmeliyim senin. Apış aramı ellememeliyim, yoksa

1 77
iyileşemem Doktor Sandberg öyle söyledi . Şimdi martıları görmem
gerek. Kapının yanındaki karyolada Hademe Hauge uyuyor. Bu
yaptığım şeyi bırakmalıyım artık. Apış aramı ellememeliyim. Hele­
ne . Beni terk etmelisin Helene . Serbest kalmalıyım. Resim yapmalı­
yım. Bırakmalıyım. Martıları seyretmeli , martıların çığlıklarını din­
lemeliyim. Apış aramı ellememeliyim, elimi çekmeliyim oradan, el­
lerimi yorganın üzerine çıkarmalıyım . Apış aramı ellememeliyim .
Hademe Hauge'nin Hertervig diye seslendiğini duyuyorum. Hade­
me Hauge benimle konuşuyor. Ben yattığım yerde apış aramı eller­
ken Hademe Hauge bana sesleniyor. Böyle apış aramı ellemekten
vazgeçmeliyim. Kamışımı elimden bırakıyorum. Kamışımı örtmeli­
yim. Sabah oldu . Hademe Hauge gelip benimle konuştu benim apış
aramı ellediğimin farkında . Hademe Hauge karyolamın yanı başında
dikilip , sakin Hertervig, sakin , dedi bana. Kamışımı ellerimle örtme­
liyim . Apış aramı elliyordum ama şimdi Hademe Hauge tepemde
dikiliyor ve ne yaptığımı bildiği için de sakin Hertervig sakin diyor
bana ve ben ellerimi apış aramdan çekiyorum, birkaç saniye sonra
Hademe Hauge yorganı üzerimden çekecek, kamışımı örtmeliyim
çünkü Hademe Hauge yorganı her an üzerimden çekebilir daha
önce de yaptı bunu , hatta öylesine sık yaptı ki Hademe Hauge bunu
bir kez daha yapsa bile aldırmayacağım artık. Hademe Hauge iri
kıyım. Cüsseli bir adam. Hademe Hauge her sabah beni ve diğerle­
rini uyandırıyor. Koğuş kapısının yanındaki lamba yanınca içeri ay­
dınlanacak. Ellerimle kamışımı örtmeliyim, Hademe Hauge görme­
meli kamışımı , olamaz yine mi Hertervig, dediğini duyuyorum Ha­
deme Hauge'nin , başım yorganın altında yatmaya devam etmeliyim,
Hademe Hauge'ye bakmamalıyım , olamaz , olamaz yine mi sen, de­
diğini duyuyorum Hademe Hauge'nin, yavaş sesle konuşuyor. Ha­
deme Hauge olamaz yine mi, derse ne yaptığımı biliyor demektir.
Ama ben bir şey yapmadım ki . Hademe Hauge yorganı üzerimden
çekmiyor. Hademe Hauge orada durmuş alçak sesle benimle konu­
şuyor. Hademe Hauge yaptığım işin farkında , apış aramı ellediğimin
farkında.

1 78
Vazgeçmeyecek misin bundan , diyor Hademe Hauge .
Hiç ses çıkarmamalı, yüzüne bakmamalıyım, başım yorganın
, ı l ı ında yatmaya ve ellerimle kamışımı örtmeye devam etmeliyim
1, ünkü Hademe Hauge'nin sesi pek de yumuşak çıkmıyor, sözlerini
l ı i rileri işitilebilir, en azından yan karyoladaki Helge işitebilir, Ha­
d e me Hauge kamışımın ne kadar irileştiğini görmemeli. Karyola­
m ı n yanında duran Hademe Hauge alçak sesle ama sinirli bir tonda ,
l ıundan vazgeçmeyecek misin, dedi alçak sesle konuşuyor çünkü
k i msenin duymasını istemiyor, ne var ki herkes duyuyor çünkü
1 iademe Hauge koğuşta yürümeye başlayınca herkes uykusundan
uyanıyor. Koğuşun ışıkları yandı . Hademe Hauge'nin söylediklerini
herkes işitiyor. Ama ben kötü bir şey yapmadım.
Bıktım artık ben bundan , diyor Hademe Hauge .
Başım yorganın altında yatmaya devam etmeli, Hademe Hauge'nin
yüzüne bakmamalıyım, çünkü o bütün kadınların orospu olduğunu
ve benim de apış aramı ellemek mecburiyetinde olduğumu asla an­
layamaz. Kabahat kadınların. Ben kötü bir şey yapmadım. Kötü şey
yapan aslında kadınlar. Ve Hademe Hauge hiçbir şey anlamıyor. Ha­
deme Hauge alçak sesle konuşuyor ama herkes ne dediğini mutlaka
işitiyordur. Yanımdaki karyolada yatan Helge mutlaka duymuştur.
Fırsatını yakalar yakalamaz ellerini yorganın altına götürüyor­
sun, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge'ye cevap vermeyeceğim. Yatmaya ve ellerimle
kamışımı örtmeye devam edeceğim . Böyle ellerim kamışımın üze­
rinde yatacağım sadece , canı isterse eğer Hademe Hauge yorganı
üzerimden çekip alabilir ama bir şey göremeyecek.
Sabah oldu saat altı , diyor Hademe Hauge .
Sabah oldu bile ama ben hiç uyumadım ve de apış aramı elle­
medim. Hademe Hauge ne derse desin , ben apış aramı ellemedim.
Kim bilir kaç defa böyle yakaladım seni , artık sayısını bile unut­
tum, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge karyolamın üzerine eğiliyor da olsa başım yorga­
nın altından çıkarmadan yatmaya devam etmeliyim.

1 79
Oyun oynama şimdi, çocuk gibi yorganın altına saklanıyorsun,
böyle devam edersen asla iyileşemeyeceksin, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge istediği kadar konuşsun. Birazdan yorganıma
yapışacak, ona engel olmayacağım, öyle sakin sakin yatacak ve Ha­
deme Hauge'nin yorganımı çekip almasına müdahale etmeyeceğim.
Hademe Hauge'in yorganıma yapıştığını fark ediyorum. Zaten yor­
ganımı çekip alacağını biliyordum , şimdi gözlerimi kapalı tutmam
gerekiyor sanırım, Hademe Hauge'ye bakmamalıyım, sakin sakin
yatmalı ve ellerimle kamışımı örtmeye devam etmeliyim, hiç hare­
ket etmemeliyim, sakin sakin uzanmalı ellerimi kamışımın üzerine
koymalıyım ki Hademe Hauge kamışımın ne kadar büyük ve sert
olduğunu görmesin, Hademe Hauge yorganımı kavrıyor.
Daha dün yıkandın, sen nasıl bir şeysin diyor.
Gözlerimi kapalı tutmalı , karyolamın üzerine eğilmiş ve yorga­
nımı kavramış olan ve Hademe Hauge'ye bakmamalıyım, sen nasıl
bir şeysin dedi bana, şimdi onun söylediklerini herkes işitebilir çün­
kü alçak sesle konuşmuyor artık, sabah oldu dedi , herkes uykudan
uyandırılacak, herkes kalkılacak, el yüz yıkayacak kahvaltı edecek.
Hayır bu böyle devam edemez Hertervig, diyor Hademe Hauge .
Doktor Sandberg'e durumu bildirmem gerek.
Gözlerimi açıyor ve bir elimle yorganı kavrayıp yüzümden aşa­
ğı çekerken, diğer elimle kamışımı örtüyorum, karyolamın yanın­
da dikilen Hademe Hauge'nin yüzüne bakıyorum, orada öylece
duruyor ama yorganımı çekip almıyor, Hademe Hauge bana te­
peden bakıyor, arkasındaki karyolada yatan Helge'nin de benden
tarafa baktığını görüyorum, Helge göz kırpıyor bana . Hademe Ha­
uge karyolamın yanında durmuş bana tepeden bakmaya devam
ediyor.
Ben yatıp rahatça uyuyamıyorum bile , çünkü fırsatını bulur bul­
maz sen bu pis işe girişiyorsun, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge'nin bıkkın bir şekilde başını salladığını görüyo­
rum, Hademe Hauge'nin yüzüne bakmamalıyım. Elimle kamışımı
örtmeliyim sadece . Hademe Hauge bütün koğuşun duyacağı kadar

180
yüksek sesle konuşuyor, Helge Hademe Hauge'nin arkasındaki kar­
yolada yatıyor ve bana bakıyor, göz kırptı zaten bana. Hademe Ha­
uge'nin geleceği belliydi zaten çünkü her sabah bizi uyandırmadan
önce yatakları dolaşıp , yattığı yerde kendini elleyenleri , bu deyim
ifademe Hauge'ye ait, kontrol ediyor. Şimdi Hademe Hauge karyo­
lamın yanında dikilmiş bana bakıyor acaba niçin böyle yüksek sesle
konuşuyor?
Bugün Doktor Sandberg'le konuşmam lazım, sana çok şans tanı­
dım ama sen hep kötüye kullandın, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge'ye bakıyor ve başımı öne doğru sallıyorum ha­
l'ifçe . Doktor Sandberg'in ofisine gitmem gerekecek sanırım yani
Hademe Hauge gideceksin dediğine göre gitmem gerekiyor, Doktor
Sandberg apış aranı ellemekten vazgeçmediğin sürece iyi olamaya­
caksın diyecek bana , iyileşemezsem ressam olamayacağımı söyleye­
cek ve sonra diyecek ki Hans Gude'nin öğrencisi olarak sen büyük
bir ressam olabilirdin, böyle söyleyecek Doktor Sandberg.
Evet evet, konuşacağım onunla. Doktor Sandberg'in yanına gide­
ceksin diyor Hademe Hauge .
Ama ben bir şey yapmadım ki , diyorum.
Ben bir şey yapmadım aslında çünkü kabahat bende değil o kah­
rolası orospularda , bütün kadınlar orospu . Ne yapacak bu adam?
Öylece yatacak. Ben Doktor Sandberg'le konuşmak zorundayım
öyle mi? O zaman da ressam olamayacağım.
Ben bir şey yapmadım ki , diyorum.
Resim yapmak zorundayım, resim yapamazsam, orada hiçbir şey
olmayacak. Işık olmayacak. O zaman hiçbir şey olmayacak orada .
Sadece yılan var orada. Başka bir şey yok. Doktor Sandberg bana
ressam olamayacaksın dememeli . Kötü bir şey yapmadım ben, bü­
tün kadınlar orospu olduğu için apış aramı elledim, ben kötü bir
şey yapmadım , ben bir ressamım, eğitim görmüş bir ressamım. Ben
Lars Hertervig'im. Ressamım. Resim sanatı eğitimi aldım ben. Ben
iyi resim yapıyorum. Ben pek çok yapabiliyorum ama Hademe Hau­
ge ortalıkta dolaşıp insanların yorganlarını üzerlerinden çekmekten

181
başka bir şey yapamaz. Hademe Hauge hiçbir şey yapamaz. Ben Ha­
deme Hauge'yi sevmiyorum çünkü Hademe Hauge hiçbir şey yap­
maya muktedir değil.
Ellerini yorganın altında çıkar, diyor Hademe Hauge .
Helge'nin yattığı yerde kıkırdamaya başladığını işitiyorum.
Niçin kıkırdıyorsun sen, diyor Hademe Hauge ve Helge'ye bakı-
yor. Şu kıkırdamayı kesmezsen Doktor Sandberg'e senin de kendini
ellediğini söylerim, diyor Hademe Hauge.
Helge'nin başını yastığa gömdüğünü görüyorum. Hademe Hau­
ge durmuş, Helge'ye tepeden bakıyor.
O zaman neler olacağını biliyorsun, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge Doktor Sandberg'e Helge'nin de apış arasını elle­
diğini söyleyecek, bu durumda Helge de iyileşemeyecek, Helge'nin
deliliği devam edecek, fakat Helge resim yapmıyor o nedenle de bu
onun açısından çok önemli olamaz. Helge için pek bir şey fark et­
mez . Ama benim bir daha resim yapmama izin verilmeyecek, res­
sam olamayacağım , Doktor Sandberg böyle diyecek, ama ben kötü
bir şey yapmadım, her şey kadınların suçu bütün kadınlar orospu ,
onların kabahati , Helene'nin kabahati , apış aramı ellemiş olmam
Helene'nin kabahati , çünkü göğüslerini ve kıçını bana gösteren o,
çünkü amcasıyla ilişkisi var, o nedenle artık bir daha resim yapa­
mayacağım.
Kahrolası karılar, diyorum.
Ne dedin? diye soruyor Hademe Hauge bana dönerek.
Bütün karılar orospudur, diyorum.
Sakin Hertervig sakin, diyor Hademe Hauge .
Bütün karılar orospudur evet, diyorum.
Hm, tamam tamam, diyor Hademe Hauge .
Bütün karıları tek tek öldüreceğim, diyorum.
Sakin Hertervig sakin.
Orospular, bütün karılar orospu.
Hm, tamam, sakin sakin, diyor Hademe Hauge .
Ve ben kötü bir şey yapmadım, diyorum.

182
Sakinleş bakalım biraz, diyor Hademe Hauge .
Asıl karılar kötü şey yapan, diyorum.
Sakin Hertervig sakin, diyor Hademe Hauge .
Lanet olsun! diyorum.
Hadi sakinleş biraz, diyor Hademe Hauge yoksa Doktor Sand­
berg'e daha fazla şey anlatırım.
Artık konuşmamam, susman gerek. Kahrolası karılar. Onların
kabahati. Orospu onlar. Diyorum ki orospu onlar. Bütün karılar
hepsi birer kahrolası orospu . Bir bakışta anlarım ben. Öldüreceğim
onları , hepsini. Sahi söylüyorum .
Bütün karıları öldüreceğim, diyorum.
Sakin ol Hertervig, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge gelip bana sakin ol diyemez çünkü hiçbir şey
yapmaya yetkisi yok onun, tek yapabildiği burada nöbet tutmak,
her şeyin kadınların kabahati olduğunu bile anlayamıyor. Ben kötü
bir şey yapmadım . Ama kabahati bana yüklüyorlar, cezayı da bana
çektiriyorlar, bir daha resim yapmama izin vermeyecekler çünkü
ben delirdim ve resim yapmak yerine kar küremek zorundayım, ben
Lars Hertervig, iyi resim yapamayan diğerleri resim yapabilirken
gerçekten iyi resim yapabilen ben resim yapmak yerine kar küremek
zorundayım. Doktor Sandberg resim yapmama izin vermeyeceğini
söyledi . Doktor Sandberg bundan sonra resim yapamayacağımı söy­
leyecek. Biliyorum. Hademe Hauge hiçbir şey anlamıyor, öylece du­
ruyor belinden anahtar destesi sarkan iri kıyım ve kuvvetli Hademe
Hauge hiçbir şey anlamıyor, durduğu yerde bana tepeden bakıyor.
Yatakta doğruluyor ve Hademe Hauge'nin orada durup bana tepe­
den baktığını görüyorum. Hademe Hauge'nin arkasında Helge'nin
yan yatmış beni seyretmekte olduğunu görüyorum. Ben dosdoğru
Hademe Hauge'ye bakıyorum.
Matematik ve coğrafyadan anlar mısın acaba sen? diyorum.
Matematik ve coğrafya mı? diyor Hademe Hauge .
O arada Helge'nin kıkırdamaya başladığını işitiyorum, gülüne­
cek bir şey değil bu .

183
Evet ve hatta başka şeyler, diyorum.
Helge yattığı yerde kıkırdıyor.
Sakin Hertervig sakin , diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge Helge'ye dönüyor.
Kes şu kıkırdamayı yoksa Doktor Sandberg'e giderim bak Hade­
me Hauge .
Helge'nin yüzünü yastığa gömdüğünü ve gülmemek için elinden
geleni yaptığını görüyorum.
Çünkü benim matematiğim, coğrafyam ve de anatomim iyidir,
diyorum.
İyi iyi , diyor Hademe Hauge .
Ve ben iyi resim yapabiliyorum, diyorum.
Doktor Sandberg'e söylemek zorundayım , diyor Hademe Hauge .
Ben gerçekten iyi resim yapıyorum , Hademe Hauge'nin ya-
pabildiği şeylerden çok daha fazlasını yani , o sanki bir sütuna
dolanmış gibi gövdesine çaprazlama asılmış bir zincirin ucundan
sarkan anahtar destesini şakırdatarak yürümeyi bilir. Hademe
Hauge'nin hiçbir şey yapmaya yetkisi yok sadece ortalıkta dola­
şır, belinde anahtar destesiyle nöbet tutar, matematik ve anatomi
bilmez, Christiania Güzel Sanatlar Okulu'na gitmiş midir acaba?
Peki ya Düsseldorf Sanat Akademisi'ne? Ama ben gittim . Çünkü
ben ressam Lars Hertervig'im! Hademe Hauge işe yaramaz biri ,
böyle iri kıyım ve güçlü olmasaydı muhtemelen başka hiçbir işte
kullanılamazdı .
Doktor Sandberg ile konuşacağım bundan emin olabilirsin, di-
yor Hademe Hauge .
Ama ben kötü bir şey yapmadım, diyorum.
Göreceğimi gördüm ben, diyor Hademe Hauge .
Ben kötü bir şey yapmadım, diyorum.
Ne yaptığını gördüm.
Ama ben bir şey yapmadım.
Eh pes yani, pek masummuşsun sen, diyor Hademe Hauge .
Ben bir şey yapmadım, diyorum.

184
Bir şey yaptın , her ne kadar bugün Noel yortusu ise de Doktor
'ıandberg'e söylemek zorundayım, diyor Hademe Hauge . Bunu yap­
ı ııak zorundayım .
Hademe Hauge'nin yanımda dikilip bana tepeden baktığını gö­
rüyor, fısıldar gibi koğuşu uyandırma vakti geldi, dediğini duyu­
yorum. Hademe Hauge koğuşta ilerliyor, kapıya doğru gidiyor, az
sonra her zamanki vaziyetini alacak ve sabah oldu herkes uyansın,
d iye bağıracak, iri kıyım cüsseli Hademe Hauge , belinden sarkan
anahtar destesiyle koğuşun sonundaki kapıya doğru yürüyor, az
sonra Hademe Hauge kapının önünde her zamanki vaziyetini alacak
ve saat altı ! Sabah oldu ! diye haykıracak, Herkes uyansın! Saat altı !
Böylelikle koğuştakilerden bazıları uyanıp , yatağından fırlayacak ve
yürüyecek, bir kısmı ağızları açık uyumaya devam edecek, diğerle­
riyse yataklarında sırtlarını Hademe Hauge'ye dönerek uykularını
sürdürmeye çabalayacak, bir süre sonra Hademe Hauge yeniden
haykıracak. Saat altı! Sabah oldu ! Kahvaltı vakti! Herkes uyansın!
diye bağıracak Hademe Hauge ardından koğuşu adımlayacak, tek
tek yatakları dolaşacak, ayağa kalkmış olanlara, bak ne iyi sağlıklı­
sın, iyi iyi gibi şeyler söyleyecek.
Saat altı. Herkes uyansın! diye bağırıyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge'nin kapıya doğru yürüdüğünü görüyorum, Ha­
deme Hauge Doktor Sandberg'e apış aramı ellediğimi söyleyecek,
bunun sonuncunda da bugün Noel Yortusu olmasına rağmen ben
Doktor Sandberg'in odasına gitmek zorundayım, Hademe Hauge
böyle söyledi , Doktor Sandberg'in odasına girince Doktor Sandberg
bana kendi deyimiyle apış aramı ellediğim için delirdiğimi ve apış
aramı ellemekten vazgeçmezsem asla iyileşemeyeceğimi söyleyecek,
bunu biliyorum diyecek Doktor Sandberg, bunu uzun tecrübelerine
dayanarak bildiğini söyleyecek, bundan vazgeçmezsem asla resim
yapamayacağımı söyleyecek Doktor Sandberg.
Herkes uyansın! Saat altı! diye bağırıyor Hademe Hauge .
Asla ressam olamayacağımı söyleyecek Doktor Sandberg, Ha­
deme Hauge'nin kapının önünde durduğunu ve koğuşa baktığını

185
görüyorum Hademe Hauge öylesine yapılı öylesine iri yarı ki kapı
girişini kapatıyor adeta, muhtemelen ben asla ressam olamayaca­
ğım , bu böyle çünkü Doktor Sandberg ne söylediğini gayet iyi bili­
yor ve benim asla ressam olamayacağımı söylediğine göre de ressam
olamayacağım demektir. Ressam olamayacağım. Ben iyi resim yapı­
yorum, Tidemann ve Gude hariç hiç kimse benim kadar iyi resim
yapamıyor ama buna rağmen ressam olamayacağım ben.
Herkes kalksın! Saat altı ! Herkes uyansın ! diye bağırıyor Hademe
Hauge .
Hademe Hauge Doktor Sandberg'in odasına gitmem gerektiğini
söyledi, bundan kurtuluş yok, bugün Doktor Sandberg benim sü­
rekli apış aramı ellediğimi öğrenecek, Hademe Hauge böyle dedi.
Ben bugün Doktor Sandberg'in odasına gitmek istemiyorum çünkü
o ressam olamayacağımı söyleyecek bana , Doktor Sandberg böyle
söylerse ben ressam olamam . O zaman ben büyük bir ressam olama­
yacağım. Doktor Sandberg'in odasına gidemem. Gaustad'da kalmak
istemiyorum. Gaustad Akıl Hastanesi'ne iyileşmek için geldim ama
asla iyileşemeyeceğim. Kar küremem gerekiyor. Resim yapmama
izin yok. Resim yapmak ve de apış aramı ellemek beni hasta edi­
yormuş, öyle diyor Doktor Sandberg, Hademe Hauge'nin kapının
önünde durduğunu görüyorum, öyle iri yarı ki kapı girişini tama­
men kapatıyor adeta, birkaç kişinin kalkmış giyinmekte olduğunu
görüyorum ama ben hala yatağımdayım, kalkmam gerek, kamışım
sert ve uzun olmadığına göre artık kalkabilirim yataktan, kamışım
artık normal ve aşağı sarkık vaziyette , kalkmaya mecburum aksi hal­
de Hademe Hauge daha da çok kızacak bana , Doktor Sandberg'in
odasına gidemem çünkü o asla ressam olamayacağımı söyleyecek
bana , hazin, çok hazin bir şey bu , ne var ki Doktor Sandberg mu­
hakkak bana bunu söyleyecek. Fakat Helge de Doktor Sandberg'in
odasına gidecekmiş , Hademe Hauge öyle dedi . O zaman ben ve Hel­
ge bugün Gaustad Akıl Hastanesi'nden ayrılmak zorunda kalacağız.
Ne Helge ne de ben Gaustad'da kalabiliriz artık. Gaustad'da kalmaya
devam edersek mahvoluruz, Hademe Hauge'nin kalkın artık, çok

186
oyalandınız! diye bağırdığını duyuyorum ve ben hala yatağımdayım,
kalkmam gerek, Hademe Hauge sen de Hertervig, diye sesleniyor, o
halde kalkmalıyım. Ve de Gaustad Akıl Hastanesi'nden ayrılmak zo­
rundayım. Ben ressam olmalıyım. Ben diğer ressamlar gibi, iyi resim
yapamayan ressamlar gibi değilim çünkü ben iyi resim yapıyorum ve
Gaustad'dan ayrılmam lazım. Resim yapmalıyım ben, kar küreme­
meliyim. Çünkü bura d an ayrılmazsam Doktor Sandberg ressam ola­
mayacağımı söyleyecek bana , o taktirde ressam olamam. Evet Hans
Gabriel Buchholdt Sundt yetenekli olduğumu , iyi bir ressam olabi­
leceğimi söylemişti bana , bizzat Hans Gabriel Buchholdt Sundt bana
ressam olabileceğimi söylediğine göre ressam olabilirdim ben. Ve
ben ressam oldum. Ama bugün Doktor Sandberg bana asla ressam
olamayacağımı söyleyecek bana . Bu nedenle de Gaustad Akıl Hasta­
nesi'nden ayrılmak zorundayım. Helge'nin de buradan uzaklaşması
gerekecek, bunu biliyorum. Zira Doktor Sandberg Helge'yi de mah­
vedecek. john Edmund de Connick. Ben geçmişte john Edmund
de Connick'in evindeki bir odada kalıyordum. Christiania Kraliyet
Güzel Sanatlar Okulu gibi kıymetli bir okula gittim ben, yani başar­
dım bunu , şimdi ise altıncı karyolada yatıyor ve Hademe Hauge'nin
yanıma gelip sert sesle bunun böyle devam edemeyeceğini derhal
kalkmam gerektiğini söylemesini bekliyorum, eğer yataktan kalk­
mazsam yüzüme bakacak ve çok ters konuşacak benimle fakat ben
john Edmund de Connick'in Tollbodgata Caddesi'ndeki dükkan
ve atölyesine gidebilirim. john Edmund de Connick'in evinde bir
odada kalıyordum ben. Dükkanında sattığı şeyleri üreten, yanında
çalıştırdığı ahşap oyma ustalarıyla birlikte kalıyordum onun evin­
de. Christiania'da desen çizmeyi öğrendim ben. Tollbodgata Cad­
desi'ndeki binada ahşap oyma ustalarıyla birlikte kalıyordum. Ah­
şap oyma ustalarının kaldığı binanın yerini biliyorum, bulabilirim
çünkü orada bir odada kaldım ben, john Edmund de Connick'in
ahşap oyma ustalarıyla, Hardanger'den, Voss'tan gelmiş çok yete­
nekli ustalarla beraber kaldım. İyi tanırım onları , john Edmund de
Connick'in atölyesinde çalışan ahşap oyma ustalarıyla birlikte çok

187
bira içmişliğim vardır, Hademe Hauge Hertervig kalk artık! diyor.
Hademe Hauge'nin karyolamın ayak ucunda durup sert sert bana
baktığını görüyorum, Hademe Hauge'nin karyolamın ayak ucuna
gelip dikildiğini fark etmemişim , şimdi Hademe Hauge'nin ayağa
kalk, kalk! dediğini işitiyorum, istediği kadar dayılansın. Bana dayı­
lanacağı son sabah olacak bu . Ben bugün Gaustad Akıl Hastanesi'n­
den ayrılıyorum. Hademe Hauge elini çabuk tut Hertervig! diyor.
Sen de çık yataktan Helge ! Kalk ayağa, haydi! diyor Hademe Hauge .
Kızıl saçları darmadağın Helge'nin karyolanın kenarına oturduğunu
görüyorum, Hademe Hauge sadece ikiniz kaldınız , hadi çıkın ya­
taklarınızdan diyor, ben kalkmalı ve Gaustad Akıl Hastanesi'ni terk
etmeliyim . Bugün Helge de ben de Gaustad'dan çıkacağız . Helge'ye
bakıyorum, karyolanın kenarına oturuyor.
Sana gelince , Hertervig. Kalk bakalım! diyor Hademe Hauge .
Karyolanın kenarına oturmalıyım ben de . Giyinmeliyim. Ben
bugün Gaustad Akıl Hastanesi'ni terk edeceğim. Christiania'ya Tol­
lbodgata Caddesi'ne gideceğim. Bu gece diğer ahşap oyma ustala­
rıyla birlikte Tollbodgata Caddesi'ndeki binada eski odamda yata­
cağım. O yetenekli ahşap oyma ustalarıyla beraber. john Edmund
de Connick onların ürettiği eserleri birinci kattaki dükkanında sa­
tıyor. Arka tarafta atölye var. Çatı katında da kiralık odalar. Nere­
ye gideceğimi biliyorum. Gaustad Akıl Hastanesi'ni terk edeceğim.
Ressam olacağım ben. Doktor Sandberg bana ressam olamazsın di­
yemeyecek.
Kalk bakalım Hertervig! Hadi çabuk! Bir sen kaldın! diyor Ha­
deme Hauge .
Kalmam gerek, kalkarsam sorun olmayacak çünkü bacakları­
mın arasında dimdik bir kamış yok artık, kalkabilirim demektir bu.
Yorganı üzerimden çekiyorum. Karyolanın kenarına oturuyorum,
aferin Hertervig diyor Hademe Hauge ve Helge'nin de yatağının ke­
narında oturduğunu görüyorum.
Giyinin çabuk, diyor Hademe Hauge .
Başımı evet anlamına sallıyorum.

188
Tamam ya, diyor Helge .
Hademe Hauge'nin kapıya doğru yürüdüğünü görüyorum. Hel-
ge'nin yüzüne bakıyorum, oturduğu yerden o da bana bakıyor.
Bugün gidiyoruz, diyorum.
Helge başını evet anlamına sallıyor.
Bugün gidiyoruz Helge , diyorum. Buradan uzaklaşıyoruz. Bura-
da daha fazla kalamayız. Burası bizi hasta ediyor.
Helge'nin başını evet anlamında tekrar salladığını görüyorum.
Gaustad Akıl Hastanesi'nden ayrılıyoruz.
Başını evet anlamına tekrar salladığını görüyorum Helge'nin.
Nereye gideceğimizi biliyorum.
Hı, tamam tamam, diyor Helge ve başını öteye çeviriyor.
Gelecek misin benimle?
Helge'nin başı hala öteki tarafa dönük, bizi öldürecekler burada ,
diyorum.
Helge'nin başını bana doğru çevirdiğini görüyorum.
Bizi öldürecekler burada evet, diyor Helge .
Uzaklaşacağız buradan , diyorum.
Helge başını evet anlamına sallıyor ve öteye çeviriyor, Helge'nin
ayağa kalkıp elbise dolabına gittiğini ve kapısını açtığını görüyorum,
ben de ayağa kalkıp kendi dolabımın kapısını açıyorum. Giyinmeye
başlıyorum. Helge'den tarafa bakıyor onun da giyindiğini görüyo­
rum, sıkı giyin diyorum ona , Helge yüzüme bakıyor.
Bütün giysilerini giy üzerine , diyorum.
Hepsini mi? diyor Helge .
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Hayır, diyor Helge .
Nasıl istersen öyle yap , diyorum.
Kat kat giysi , ama hepsi değil, diyor Helge .
lki pantolon, diyorum. İki pantolon giy, ikisine de.
Hayır tek pantolon, diyor.
Her ikisine de ihtiyacın olacak.
lki pantolonla dolaşamam ortada .

189
Nasıl istersen öyle yap , diyorum.
Şu Helge hiçbir şey anlamaz zaten, ben mor kadife pantolonumu
çıkarıyorum dolaptan, üzerime desen eğitimi almaya Christiania'ya
giderken Hans Gabriel Buchholdt Sundt tarafından parası ödenen
ve ısmarlama diktirilen mor kadife pantolonumu giyiyorum, Hans
Gabriel Buchholdt Sundt'ün benim için has kadifeden diktirdi­
ği mor ceketimi giyiyorum, mor kadife pantolonumun üzerine de
mavi şayak pantolonumu geçiriyorum.
İki pantolon , diyor Helge . iki pantolon , diyor.
Sonra gülmeye başlıyor Helge , Hademe Hauge'nin bağırdığını
duyuyorum, aaa kesin artık, diyor. Hademe Hauge'nin bana doğru
yürüdüğünü görüyorum, belindeki anahtar destesi ileri geri salla­
nıyor, Hademe Hauge'nin başını iki yana salladığını görüyorum .
İki pantolon üst üste giymiş , hem de adamlık takım elbisesini!
diyor Hademe Hauge . Çıkar çabuk onları , diyor Hademe Hauge
ve yüzüne bakıyorum Hademe Hauge'nin , bir şeyler söylemem
gerek.
Her şey kahrolası kanların suçu , diyorum.
Hı, hı , diyor Hademe Hauge ve başını iki yana sallıyor.
Her biri orospu onların, diyorum.
Hadi çıkar şimdi üzerindekileri ahbap, diyor Hademe Hauge .
Çıkarayım mı?
İki pantolon üst üste giyemezsin, adamlık takım elbiseni giye-
mezsin burada. Dışarı çıkıp kar küreyeceksin ahbap , diyor.
Doktor Sandberg'in odasına gideceğim ya, diyorum.
Hı hı, diyor Hademe Hauge .
Gitmeyecek miyim?
Elbette gideceksin ama doktorun yanma gitsen bile adamlık ta­
kını elbiseni giyemezsin.
Tamam , diyorum.
Soyunmaktan başka çıkar yol yok demek ki, mavi şayak panto­
lonu çıkarmaya başlıyorum.
İki pantolon, diyor Helge .

190
Sonra başını iki yana sallayıp gülmeye başlıyor Helge .
İstediğin kadar gül , diyor Hademe Hauge .
Tamam soyunuyorum, diyor ve şayak pantolonu çıkarıp yatağın
üzerine koyuyorum.
Şimdi de takım elbiseni çıkar, diyor Hademe Hauge .
Ama bugün Noel Yortusu , diyorum.
Daha sonra temizlenip üzerinizi değiştireceksiniz, diyor Hademe
1 lauge .
Mor kadife ceketimi çıkarıyor ve elbise dolabına asıyorum, mor
kadife pantolonumu çıkarıyor dolaba, yerine asıyorum sonra mavi
�ayak pantolonu geçiriyorum üzerime , hah şöyle diyor, Hademe
1 lauge, böylesi daha iyi , Hademe Hauge'nin iri cüssesiyle kapıya
d oğru yürüdüğünü görüyorum.
Bütün giysilerimizi alamayacağız yanımıza, diyorum Helge'ye .
Yanımıza almak mı?
Tabii, bugün gitmemiz lazım.
Gidecek miyiz? diyor Helge .
Gideceğiz. Nereye gideceğimizi biliyorum ben.
Ama gitmemize izin vermezler ki .
Sigara içmek istiyorum ama yakmak için bir şey vermiyorlar, di-
yorum.
Kahvaltıdan sonra Hademe Hauge verir sana, diyor Helge .
Ama ben şu an içmek istiyorum.
Biz hastalara ateş yakacak şeyler verilmez. Bunu sen de biliyor-
sun, diyor Helge .
Evet vermezler işte . Benim de canım sigara içmek istiyor.
Nereye gideceğiz?
Ben bir zamanlar Christiania'da yaşamadım mı sanıyorsun sen,
diyorum.
Eh öyle söylüyorsun, diyor Helge .
Gideceğiz buradan, diyorum.
Evet, diyor Helge .
Helge'nin kalın kazağını üzerine geçirdiğini ve mavi şayak ku-

191
maştan kalın ceketini çıkardığını görüyorum. Helge tekrar oturuyor
karyolasının kenanna. Ben de kazağımı ve mavi şayak kumaştan ka­
lın ceketimi giyiyorum.
Buradan uzaklaşmalıyız, diyorum.
Sırtı bana dönük olmasına rağmen boynunun hareketinden ba­
şıyla beni onayladığını görüyorum. Buradan uzaklaşmamız lazım ,
önce kahvaltımızı etmek sonra da buradan uzaklaşmak zorundayız.
Helge de ben de Gaustad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşmalıyız. Dok­
tor Sandberg'e , Başhekim Müdür Ole Sandberg'in odasına gitmeme­
liyim çünkü gidersem bana bir daha asla resim yapamazsın diyecek,
oysa benim tek istediğim büyük ve önemli bir ressam olmak. Bura­
dan uzaklaşmalıyım. Tollbodgata Caddesi'ne gitmeliyim. Orada ah­
şap oyma ustalarıyla aynı binada kalabilirim. Ahşap oyma ustalarını
tanıyorum ben. Helge de benimle gelebilir çünkü o da Doktor Sand­
berg'in yanına çağnlacak. Ama önce kahvaltı etmeli sonra da kar
küremeliyiz. Dün gece çok kar yağdı , caddeye kadar inen patikayı
küremek gerekecek, benim kar küremem lazım, resim yapamadı­
ğım için benden duvarları ve tavanlan badana yapmamı , perdelere
çiçek motifleri çizmemi , elbise dolabımı boyamamı istiyorlar ne �ar
ki ben duvarları ve tavanlan badanalamak, perdelere çiçek motif­
leri çizmek istemiyorum, canım ne isterse onu resmetmek istiyo­
rum , Gaustad Akıl Hastanesi'nin duvarlannı ve tavanlannı badana
yapmak istemiyor canım, ben ressamım ama resim yapmama izin
vermiyorlar, ben de Gaustad Akıl Hastanesi'nde boya yapmak iste­
miyorum, iyileşeceğim ben zaten iyileşmek için Gaustad Akıl Has­
tanesi'ndeyim, boya yapmak için değil. Resim yapmak istiyorum.
Ben bir ressamım ve resim yapmak istiyorum. Resimden başka bir
şey yapmak istemiyorum. Kar küremek istemiyorum. Ben ressamım
ve resim yapmak istiyorum. Doktor Sandberg bizzat kar küreyebilir.
Ben ressam Lars Hertervig'im, Düsseldorf Sanat Akademisi'nde eği­
tim gördüm ve manzara ressamı oldum. Doktor Sandberg bana asla
ressam olamazsın diyecek. O yüzden Gaustad Akıl Hastanesi'nden
uzaklaşmalıyım. Gaustad Akıl Hastanesi'nde değilim ben artık.

192
Nereye gideceğiz? diyor Helge bana dönerek.
Derhal gidiyoruz, diyorum.
Ama nereye?
Ben biliyorum nereye gideceğimizi.
Dün gece uyudun mu? diye soruyor Helge .
Başımı hayır anlamında sallıyorum.
Hemen hemen hiç , diyorum. Ya sen?
Helge başını sallıyor evet dercesine .
Buradan uzaklaşmalıyız, diyorum.
Karar senin , diyor.
Evet ben veriyorum kararı , diyorum.
Hademe Hauge'nin bize doğru geldiğini görüyorum. Yatakları­
m ızı düzeltmemizi söylüyor, kahvaltı hazır olmak üzere diyor Ha­
deme Hauge , ben yatağımı düzeltmeye başlıyorum o an Helene'nin
;ıdımı söylediğini işitiyorum, arkama dönünce pencere önünde du­
ran Helene'yi görüyorum, gülümsüyor ve bana doğru geliyor, Hade­
me Hauge'nin kahvaltıdan sonra kaçta Doktor Sandberg'in odasına
gideceksin bakacağız, dediğini duyuyorum. Helene'nin bana doğru
geldiğini görüyorum.
Yanıma gelme şimdi, diyorum.
Ne diyorsun? diyor Helge .
Hayır, şimdi olmaz , diyorum.
Helene'nin odanın ortasında durduğunu ve bana gülümsediğini
görüyorum.
Şimdi gelmemelisin, diyorum. Ama yakında, çok yakında ben
sana geleceğim, bekle beni , diyorum.
Helene'nin evet bekleyeceğim diyen güzel sesini duyuyorum.
O zaman uzaklara, başka bir ülkeye , yabancı diyarlara gideriz ,
ben öylesine ilginç ülkelere gittim ki , diyorum.
Helene'nin başını evet anlamında salladığını görüyorum, kapıya
doğru yürüyen Helge'nin ayak seslerini işitiyorum. Helene odanın
ortasında dururken, arkasını dönerek pencereye bakıyor ve o tarafa
yürüyor.

193
Helene , hemen gitme , diyorum.
Helene yüzünü bana dönüyor ve gitmeyeceğini söylüyor.
İyi , diyorum.
Hadi şimdi yatağını düzelt diyor, Hademe Hauge .
Hademe Hauge ne isterse söylesin, Hademe Hauge Helene'nin
pencerenin önünde durduğunu görmüyor mu? Hademe Hauge He­
lene'yi görmemeli. Helene'yi benim güzel Helene'mi başka kimse
görmemeli .
Biraz bekle, diyorum.
Helene bekleyeceğini söylüyor.
Beklemeye vaktim yok, diyor Hademe Hauge . Hepsi gitti , gör-
müyor musun?
Sen bekle biraz canım, diyorum.
Helene'nin bana doğru geldiğini görüyorum.
Canım ha, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge'nin başını salladığını görüyorum.
Eh ama, hadi gel artık Hertervig, diyor Hademe Hauge .
Helene'nin üzerindeki beyaz elbisesiyle bu tarafa, bana doğru
geldiğini görüyorum.
Bitir yatağını düzeltme işini diyor, Hademe Hauge .
Peki peki , diyorum.
Helene'nin evet dediğini duyuyorum.
Acele et, diyor Hademe Hauge .
Yatağımı düzeltmeye devam ediyorum, Helene'nin gelip yatağın
öbür tarafında durduğunu görüyorum, Helene yatağımın öbür tara­
fında duruyor, bana bakıyor ve gülümsüyor, güzelim diyorum ona,
güzel değilim dediğini duyuyorum Helene'nin , üzerinde konuşma­
ya değmez diyor ama aksine o benim güzel olduğumu söylüyor, ben
ayakta yatağımı düzeltiyorum.
Gidelim mi? diyorum Helene'nin başını evet anlamında salladı­
ğını görüyorum.
Evet yemekhaneye gitmeliyiz şimdi , diyor Hademe Hauge .
Kapıya doğru yürümeye başlıyorum, Helene de yanımdan

194
geliyor, kollumu omzuna dolamak isterdim ama kolumu Hele­
ne'nin omzuna dolayamam çünkü başkaları görür, benim kolumu
onun omzuna doladığımı görmemesi gereken herkes benim böyle
yaptığımı görür, onların kolumu Helene'nin omzuna doladığımı
görmemesi gerekiyor. Sevgili Helene'mi başka kimse görmemeli ,
sevgili Helene'm az sonra geleceğim sana , hatta şimdi diyorum,
Helene gelecek olmama çok sevindiğini söylüyor çünkü o da beni
bekliyormuş.
Geleceğim, diyorum.
Tabii tabii, diyor Hademe Hauge .
İşte o zaman beraber olacağız, diyorum.
Beraber olacağız evet, diyor Helene .
Sen ve ben , diyorum.
Aaa bırak şu lafları diyor, Hademe Hauge .
Sen ve ben baş başa , diyorum.
Sakin Hertervig sakin, diyor Hademe Hauge .
Ve kimse olmayacak yanımızda, diyorum.
Yalnızca sen ve ben, diyor Helene , beraber olacağız seninle ve biz
iki sevgili olacağız, sen büyük ve güzel resimler yapacaksın, Helene
bunları söylüyor ve bana gülümsüyor.
Büyük ve güzel resimler yapacağım, evet diyorum.
Helene evet diyor, büyük ve güzel resimler yapacaksın sen, ba­
şımı yana çeviriyor ve yuvarlak yüzünü çevreleyen sarı saçlarıyla
Helene'nin o beyaz elbisesi içinde tüm güzelliğiyle yanımda yürü­
düğünü görüyorum, yanımda yürüyen Helene'nin o güzel yüzünü
görüyorum, bir daha asla tek bir ressamla bile konuşmayacağım
ben diyorum ve Helene'nin başını salladığını görüyorum, yemek­
hanenin kapısının açık olduğunu görüyor, Hademe Hauge'nin şim­
di iyi bir kahvaltı edeceğim dediğini duyuyorum, bu gün gayet leziz
şeyler çıkacak kahvaltıda eminim, diyor Hademe Hauge , bunu üze­
rine başımı Hademe Hauge'den yana çeviriyor ve evet anlamında
sallıyor sonra Helene'ye dönüyorum ne var ki Helene'yi göremi­
yorum, kısacık bir an Hademe Hauge'ye baktım sonra döndüm ki

1 95
Helene yok olmuş. Nerelere kayboldu sevgili Helene'm? Yemekha­
neye mi girdi acaba? Yok oraya gitmiş olamaz . Nerede benim sevgili
Helene'm?
Evet giriyoruz içeri , diyor Hademe Hauge .
Peki peki , diyorum.
Hadi gel , diyor Hademe Hauge .
Başımı sallıyorum, yemekhaneye girsem iyi olacak Helene ben­
den önce içeri girmiş olabilir, yemekhanenin kapısından girip sağa
sola bakmıyorum, sevgili Helene'm hiçbir yerde yok, Hademe Ha­
uge'nin hadi bakalım otur Hertervig, dediğini işitiyorum, masada
yerini biliyorsun, diyor Hademe Hauge , gidip yerime oturmak zo­
rundayım, Helene'm az önce buradaydı ama şimdi yok. Peki nerele­
re kayboldu sevgili Helene'm? Nerede benim sevgili Helene'm? Geri
dönmeliyim, belki de arkamda duruyordur Helene? Dönüyorum ve
evet sevgili Helene'm orada , arkamda duruyor, öylesine güzel tıpkı
bir melek gibi hemen omzumun gerisinde duruyor, Helene ellerini
omzuma koyuyor ben de geriye , sevgili Helene'me doğru yaslanı­
yorum, yüzüne bakıyor ve kahvaltı isteyip istemediğini soruyorum,
Helene hayır anlamında başım sallıyor ve hadi kahvaltını et, ben ye­
dim dediğini duyuyorum Helene'nin, o arkamda durup benim kah­
valtımı bitirmemi bekleyecekmiş, öyle diyor Helene , iyi diyorum,
sonra bugün doktor Sandberg'in odasına gideceğimi söyleyeceğim
Helene'ye , ama bunu söylememeliyim, Helene benim bugün doktor
Sandberg'e gideceğimi bilmemeli , bundan hoşlanmaz çünkü o tak­
tirde benim ressam olamayacağımı öğrenmiş olacak. Ben resim ya­
pamazsam nasıl geçineceğiz? Helene'ye bugün Doktor Sandberg'in
odasına gideceğimi söylememeliyim, Doktor Sandberg'in deyimiyle
apış aramı ellediğimi Helene hemen anlar, o zaman da bana küser,
eğer apış aramı ellediğimi öğrenirse bir daha asla benim sevgilim
olmak istemez. Helene şimdi arkamda , beni omuzlarımdan tutuyor.
Bardağıma çay koyuyor ve tadına bakıyorum , gayet iyi . Ve o parlak
madeni yemek tabağı. Bir dilim ekmek alıyorum kendime , tadı iyi.
Ve o parlak madeni yemek tabağı . Ve o parlak madeni su kupa-

196
sı . Yemeğin tadı iyi. Bu iyi yemekleri beğeniyorum. Gaustad Akıl
Hastanesi'ndeyim. Helene Doktor Sandberg'in deyimiyle apış aramı
ellediğimi öğrenmemeli. Kahvaltımı bitirmeli ve sonra buradan git­
meliyim, Gaustad Akıl Hastanesi'nde kalmaya devam edemem ar­
tık. Bir şeyler yapmalıyım. Kahvaltımı etmeliyim. Helene bu şekilde
gelmesin bana, Helene Gaustad Akıl Hastanesi'nde gelmesin bana .
Ben ressamım . Resim yapacağım. O güzel sıcacık çaydan bir yudum
alıyorum. Bir dilim ekmek yiyorum. Gaustad Akıl Hastanesi'nden
<.;ıkacağım bugün ve bir daha geri dönmeyeceğim. Sevgili Helene'me
dönüyor ve gitmeliyiz diyorum, Helene kahvaltımı bitirince gidece­
ğimizi söylüyor.
Evet, gitmeliyiz, diyorum.
Helene kendisinin ve benim gideceğimizi söylüyor sonra omzu­
ma dokunuyor, dönüyorum, arkamda Hademe Hauge'yi görüyorum.
Hadi gel bakalım, üzerimizi değiştirip dışarı çıkacak ve kar küre-
yeceğiz, diyor Hademe Hauge .
Yemeğim bitmedi , diyorum.
Kahvaltıya geç kaldın da ondan, diyor.
Evet anlamında başımı sallıyorum.
Ama neredeyse bitirmişsin kahvaltını, diyor Hademe Hauge .
Yeniden başımı sallıyorum evet anlamında ve elimdeki kahrolası
ekmek dilimini madeni yemek tabağına bırakıyor, kupamdaki çayı
bir dikişte bitirip ayağa kalkıyorum.
Ekmeğini bitir, diyor Hademe Hauge .
Hayır, diyorum,
Tamam o zaman, diyor.
Hademe Hauge'nin kapıya doğru yürüdüğünü görüyorum, He­
lene de arkasından yürüyor, Hademe Hauge'nin kapının yanında
durduğunu görüyorum, Helene de dönüp bana bakıyor ve gülüm­
süyor. Helene'ye doğru ilerliyorum. Helene'nin kapıdan çıktığını
görüyorum. Hademe Hauge'nin kapının yanında durup beni bekle­
diğini görüyorum, hadi çalışmaya gidiyoruz diyor, Hademe Hauge
ve kapıdan çıkıyor, Hademe Hauge Helene'yle konuşmamalı. Ben de

197
kapıdan dışarı çıkıyorum, Helene koridorda durmuş beni bekliyor.
Ya Almanya, diyorum yeni bir şeyler var mı orada?
Her şey tıpkı eskisi gibi, diyor Helene .
Öyledir, diyorum.
Helene her şeyin hemen hemen eskisi gibi olduğunu söylüyor
bir kere daha.
Şimdi bodrum katına gidiyoruz, diyor.
Hemen hemen mi?
Evet, diyor Helene , nişanlanmak üzereymiş.
Duruyorum. Helene nişanlanmak üzere olduğunu söyledi, oysa
ben Stavanger'de , Malaga'daydım, Skanevik'teki Milje Çiftliği'ndey­
dim, şimdi de Gaustad Akıl Hastanesi'ndeyim, Helene ise Alman­
ya'da ve nişanlanmak üzere , Helene'nin sözlerini işitiyorum ama o
beni bekleyecekti , beni beklemeye söz vermişti , benden uzaklaşa­
maz , nişanlanamaz , Helene nişanlanacağını söylüyor, bu mümkün
değil .
Hayır, hayır, diyorum.
Şimdi bodruma inip, üzerimizi değiştirecek ve kar küreyeceğiz,
diyor Hademe Hauge .
Birlikte gideceğiz buradan , diyorum.
Helene hayır diyor, nişanlanmamış, annesi onun genç ve zengin
bir avukatla nişanlanmasını istiyormuş, hepsi bu , diyor, sen istiyor
musun onunla nişanlanmayı diye soruyorum Helene'ye , başını iki
yana sallıyor, asla o avukatla nişanlanmak istemediğini , yalnızca
beni istediğini söylüyor Helene , bunu üzerine iyi diyorum ben, He­
lene elbette benden başka biriyle nişanlanmayı istemediğini , zaten
ikimizin kendi aramızda nişanlı olduğumuzu söylüyor, sen de bunu
biliyorsun, diyor, Helene şunu unutma ki ben senin sevgilinim, baş­
ka biriyle değil seninle nişanlandım gizlice, diyor.
Evet gidelim hadi , diyor Hademe Hauge .
Koridorda yürüyorum, Hademe Hauge'nin çalışma zamanı gel­
di, gece o kadar çok kar yağdı ki epey kar küremek gerekecek,
dediğini duyuyorum, yan tarafıma bakıyor ama Helene'yi göremi-

198
yorum. Peki nerelere kaybolmuş olabilir Helene'm? Nerelere gitti
sevgili Helene'm? Koridorda durup arkama bakıyorum. Sevgili He­
lene'm görünürlerde yok, hadi gidelim artık diyor Hademe Hauge ,
gitmek zorundayım tabii ama nerelere kayboldu sevgili Helene'm?
Hademe Hauge'nin yanı sıra koridorda yürüyorum, bodrum ka­
tına inen merdivenlerdeyiz , sevgili Helene'm buradaydı az önce
ama şimdi yok oldu , peki nerelere kayboldu sevgili Helene'm?
Hademe Hauge bodrumdaki gardıroplara doğru yürüyor, Hademe
Hauge diyor ki üzerimi değiştirmem gerekiyormuş , böyle söylüyor
Hademe Hauge ve iş tulumumu işaret ediyor. Başımı sallıyorum
evet anlamında. Gidip iş tulumumu üzerime geçirmeye başlıyo­
rum. Çizmelerim yerde duruyor. Arkama dönüyor ve elinde kar
küreğiyle Hademe Hauge'yi görüyorum ama Helene'yi yok görü­
nürlerde .
Neredesin? diyorum.
Buradayım, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge'nin içini çektiğini duyuyorum. Ama Helene'yi
göremiyorum. Nerelere kayboldu Helene?
Çizmelerini giy, diyor Hademe Hauge .
Helene az önce benim yanımdaydı, şimdi görünürlerde yok, o
halde Hademe Hauge'nin söylediklerini yapmak ve çizmeleri giy­
mek zorundayım.
Şimdi biraz kar küreyeceksin sonra da Doktor Sandberg'le konu­
şacaksın, diyor Hademe Hauge .
Evet anlamında başımı sallıyor ve çizmeleri ayağıma geçiriyo­
rum . Hademe Hauge'yle konuşmamalıyım. Gaustad Akıl Hastane­
si'nden gideceğim ben, Gaustad Akıl Hastanesi'nde kalamam daha
fazla . Helene de Gaustad Akıl Hastanesi'nde değil artık. Helene'nin
nerede olduğunu bilmiyorum, az önce buradaydı ama şimdi benim­
le birlikte değil artık, alıp başını gitmiş, Helene'nin nereye gittiğini
bilmiyorum. Helene kayboldu . Helene'yi yeniden bulmam gerek.
Al kar küreğini Hertervig, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge kar küreğini bana uzatıyor, işte orada kar kü-

199
reği elimde duruyor ve Hademe Hauge'nin hadi gidiyoruz dediğini
duyuyorum. Helene nerede? Hademe Hauge'nin gardıropların bu­
lunduğu odadan çıktığını görüyor ve peşinden gidiyorum, Hademe
Hauge'nin bodrum kapısını açıp karlı bahçeye çıktığını görüyo­
rum. Açık olan bodrum kapısından toprağın tamamen karla kaplı
olduğunu görünüyor. Ağaçlar da bembeyaz. Bütün ağaçlar kardan
bembeyaz olmuş. Hademe Hauge'nin karla kaplı bahçeye çıktığı­
nı görüyorum. Duruyorum birden. Helene az önce buradaydı ama
şimdi yok, nerelere kayboldu Helene? Hiçbir yerde göremiyorum
onu . Hademe Hauge'nin dizlerine kadar batıp çıkarak karda yü­
rüdüğünü görüyorum, geride bıraktığı ayak izleri birer çizgi gibi,
bodrum kapısından ana binaya doğru gidiyor ayak izleri . Hademe
Hauge'nin sırtını görüyorum. İki yanı ağaçlı yola bakıyorum. Hade­
me Hauge ve birkaç kişinin iki yanı ağaçlı yolda kar kürediklerini
görüyorum. Ben de o iki yanı ağaçlı yola gidip kar küreyeceğim,
ana binadan caddeye kadar inen ağaçlı yolun tamamı kardan temiz­
lenmiş olmak zorunda . Ama ben kar küremeyeceğim. Ben ressa­
mım . Ben ressam Lars Hertervig'im, günlerimi kar küremekle geçir­
meyeceğim , benim yaptığım kadar güzel resim yapabilen çok fazla
insan yok. Ben ressamım ve resim yapacağım. Orada dikilip, kar
küremeyeceğim. Ben ressam Lars Hertervig'im ve resim yapacağım
ben . Gaustad Akıl Hastanesi'ndeyim şimdi , delirdim ama iyileşece­
ğim, iyileşemediğim taktirde resim de yapamam. Hademe Hauge ,
Doktor Sandberg'e kendimi ellediğimi söyleyecek, o zaman Doktor
Sandberg bana kendi deyimiyle apış aramı ellediğim için asla res­
sam olamayacağımı söyleyecek. Ben her zaman resim yapabilirim,
her zaman , hayatım boyunca hep resim yapacağım ama resim yap­
makla ressam olmak aynı şey değil. Doktor Sandberg bana asla res­
sam olamayacaksın, demesin. Bugün Gaustad Akıl Hastanesi'nden
ayrılmam gerek. Helge'nin de Gaustad Akıl Hastanesi'nden ayrıl­
ması gerek çünkü o da bugün Doktor Sandberg'in yanına gidecek.
Yoldan aşağı inip Helge'nin ve diğer kar küreyenlerin yanına gitme­
liyim, konuşmalıyız ve ikimiz de ayrılmalıyız Gaustad Akıl Hastane-

200
si'nden. Ama giysilerimizi yanımızda götüremeyeceğiz. Yanımızda
hiçbir şey götüremeyeceğiz . Yine de Gaustad Akıl Hastanesi'nden
ayrılmamız gerek. Bodrum kapısının önünde durup karlı bahçeye
bakıyorum . Her şey bembeyaz. Yerler ve ağaçlar bembeyaz. Elimde
kar küreğiyle duruyorum, yoldan aşağı inip Helge'nin ve diğer kar
küreyenlerin yanına gitmeliyim . Helge'yle konuşmalıyım. Helge'ye
benimle gelip gelmeyeceğini sormalıyım, Christiania'ya , eski kaldı­
ğım yere gidebiliriz diyeceğim, Tollbodgata Caddesi'ndeki binada
yaşayan ahşap oyma ustalarının yanında kalabiliriz , isterse Helge
benimle gelebilir aksi taktirde yalnız giderim. Bodrum kapısından
dışarı çıkıyorum. Gece çok kar yağmış, ama kuru kar, ayağımdaki
ağır çizmelere yapışıp tutmadığı için kolayca yürüyebiliyorum yol­
dan aşağı Helge'ye ve diğerlerine doğru , hiç basılmamış karların
üzerinden , bembeyaz toz gibi karların arasından yürüyorum, arka­
ma dönüyor ve geride karlar üzerinde düzensiz bir çizgi şeklinde
iz bıraktığımı görüyorum. Diğerlerine doğru yürüyorum. Kar bem­
beyaz ve toz gibi . Helge ve diğer kar küreyicilerin sürekli hareket
ettiklerini görüyorum, yere , karın içine doğru eğiliyorlar, ayağa
kalkan kar küreyicilerin küreklerinden karlar dökülüyor, sonra kar
küreyiciler tekrar yere , karın içine doğru eğiliyor ve sonra doğrulu­
yorlar. Ben karda yoldan aşağı yürüyor Helge ve diğerlerini bulma­
ya gidiyorum. Sevgilim kadar beyaz karların arasından yürüyorum,
sana geliyorum şimdi diyorum, sevgilim sana geliyorum, sen ve
ben uzak diyarlara seyahat edeceğiz , oralarda tanıdığımız hiç kimse
olmayacak, beraber yaşayacağız seninle orada diyorum ve yoldan
aşağı Helge ve diğerlerine doğru yürüyorum, ressamların hemen
hemen hepsini öldüreceğim ben, hepsini değil ama neredeyse hep­
sini çünkü bütün ressamların öldürülmesi gerekmez , Helge ve di­
ğerlerinin kar küreklerine doğru eğilmiş olduklarını görüyorum,
iki yanı ağaçlı yolun birkaç metresini kardan temizlemişler, şimdi
durmuşlar kamburlarını çıkartarak küreklerinden destek alıyorlar
ve ben diyorum ki bütün ressamların öldürülmesi gerekmez, hayır
diyorum ve karın içinde ilerliyorum. Helge ve diğerlerinin yanına

201
varınca Helge'ye benimle birlikte Gaustad Akıl Hastanesi'nden ay­
rılmak isteyip istemediğini soracağım, çünkü Helge de Gaustad'da
kalmaya devam edemez , o taktirde iyileşemeyecek. Gaustad Akıl
Hastanesi'nden ayrılmam gerek. Helge ve diğerlerinin yanına doğru
yürüyorum. Helge sırtını dikleştiriyor ve bana bakıyor.
Geldin demek, tembel teneke , diye bağırıyor Helge .
Helge'nin kar küreğine dayandığını görüyorum.
Bakıyorum çalışıyorsun, diyorum.
Çalışıyorum evet, diyor.
Çalışıyorsun evet, diyorum.
Sen de bütün gece çalıştın, diyor Helge .
Kar küreyiciler gülmeye başlıyorlar, bazıları dönüp yüzüme ba­
kıyor.
Bütün gece çalıştın, yani anladığım kadarıyla, diyor Helge .
Ya sen? diyorum. Sen kar küremede de o iş kadar hevesli misin,
anlarsın ya !
Kar küreyiciler bir kez daha gülüyor.
Bugün cezanı bulacaksın sen , diyor Helge .
Aynen sen de, diyorum.
İkimize de ceza var, duydunuz mu ! diyor Helge .
Helge'nin diğer kar küreyicilere baktığını görüyorum.
Cezalandırılacağız!
Buradan uzaklaşmamız gerek, diyorum.
Uzaklaşmak mı? diyor Helge .
Evet sana söylediğimi hatırlamıyor musun? Tollbodgata Cadde­
si'ndeki ahşap oyma ustalarının yanına gidebilir, orada kalabiliriz.
Orada karnımız da doyar, anlattıklarımı hatırlamıyor musun?
Helge evet anlamında başını sallıyor.
Ama önce kar kürememiz gerek, diyor Helge .
O taktirde vakit çok geç olabilir.
Çok geç mi?
Buradan uzaklaşmadan önce Doktor Sandberg'in yanına çıkma­
mız gerekebilir.

202
Doktor Sandberg'in yanına gitmek zorunda mıyız?
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Hademe Hauge gideceksiniz dedi .
Öyle mi dedi?
Başımı sallıyorum. Birinin hadi bakalım iş başına dediğini duyu-
yorum, diğerleri tekrar kar küremeye başlıyorlar.
ikinci ses çalışmamız lazım bizim, diyor.
Birincisi acele etmezsek bitiremeyiz, diyor.
Hadi bakalım, diyor ikinci ses.
Kar kürememiz gerek, diyor Helge .
Kar küreğini havaya kaldırıp işe girişiyor.
Ama ben ressamım, diyorum.
Bir tavanı bile boyamak istemedin,. diyor biri .
İstemem, kalsın, diyorum.
Tavan boyamanın nesini beğenmiyorsun? diyor.
Ben tavan boyacısı değil ressamım, diyorum.
Ressam, ha, diyor.
Evet! diyorum.
Kar küre bakalım, diyor.
Sen matematikten anlar mısın acaba? diyorum.
Matematik ha ! Kar küre sen! diyor.
Ben Hans Gude'nin öğrencisiyim, diyorum.
Kimmiş o? diyor.
Hans Gude kim diye mi sordun? diyorum.
Evet! diyor.
Hans Gude'nin kim olduğunu bilmiyor musun?
Hayır, hadi kar küre bakalım tembel teneke , diyor.
Kar küremek istemiyorum, diyorum.
Tembel teneke , diyor.
Eh, ama , diyorum.
Sanatçıymış, hıh, diyor.
Diğerlerinin kar kürediklerini görüyorum ama ben kar küremek
istemiyorum. Ben ressamım, ben ressam Lars Hertervig'im ve şu ca-

203
hil delilerle bir arada durup kar küremek istemiyorum. Cahil delile r
kar küreyebilirler, Hans Gude'nin kim olduğunu bile bilmeyen bu
heriflere münasip bir iş kar küremek. Ben Hans Gude'nin kim ol­
duğunu biliyorum çünkü onun öğrencisiydim ben. Kar küremek
zorunda değilim. Gaustad Akıl Hastanesi'nden ayrılmam gerek, Ch­
ristiania Kraliyet Güzel Sanatlar Okulu ve Düsseldorf Sanat Akade­
misi'nde eğitim görmüş ressam Lars Hertervig'in burada , Gaustad
Akıl Hastanesi'nden caddeye inen iki yanı ağaçlı yolda durup kar
küremesi için hiçbir sebep yok, ben sanat eğitimi almış bir manza­
ra ressamıyım, Lars Hertervig'im ve sabahın köründe buz gibi bir
havada beyaz karların içinde durup kar küremem için hiçbir sebep
yok. Ben Lars Hertervig'im . Resim yapmak istiyorum. Helge Gaus­
tad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşması gerektiğini anlayamıyor bile ,
aksi taktirde iyileşemeyecek, hayatının sonuna dek bir deli olarak
yaşayacak, Doktor Sandberg bugün ona bunları söyleyecek. Doktor
Sandberg öyle derse öyle olur. Doktor Sandberg'in dediği olur. Ga­
ustad Akıl Hastanesi'nde durum budur.
Bütün ressamların öldürülmesi gerekmez.
Sen ne diyordun? diyor biri.
Diyorum ki , bütün ressamların öldürülmesi gerekmez .
Sen de ressam değil misin? diyor.
Öyleyim tabii , diyorum.
Bütün ressamların öldürülmesi gerekiyorsa senin de kendini öl-
dürmen lazım, diyor.
Herkes bana bakıyor ve kahkahalar patlıyor yine .
Dikkat et, yoksa bi'patlatırım bak, diyorum.
Hadi vur bi'tane ! diyor.
Kar küreğini kaldırıyor ve havada sallıyorum.
Dikkat et, dikkat! diyorum.
Sen delisin, diyor.
Sen de delisin ! diyorum. Dikkat et, aç gözünü ! diyorum.
Ve elimdeki kar küreğini havada ileri geri sallıyorum. Kahrolası
hödük, küstah olmasına küstah ama Hans Gude'nin kim olduğunu

204
bile bilmiyor. iblisin teki . Adını bilmiyorum, öğrenmeye de niye­
tim yok, öylesine bir iblis, öylesine kahrolası bir kar küreyici , Hans
Gude'yi bilmeye tenezzül etmezmiş gibi gösteriyor kendini , ama bil­
miyor işte cahil herif.
Tidemann kim biliyor musun? diye soruyorum.
Ressamdır muhtemelen, diyor.
Tidemann'ın ressam olduğunu bildi , demek ki bildiği bir şeyler
var, ama Tidemann'ı nasıl tanıdığını anlayamıyorum bir türlü .
Yaptığı bir tabloyu gördün mü?
Bir sürüsünü , diyor.
Kaç tane? diyorum.
Kaçsa kaç , diyor.
Onun bir tablosunu gördün mü görmedin mi? Seni öldürüp öl­
dürmeyeceğime buna göre karar vereceğim.
Deli , diyor.
Sonra kahkahalarla gülmeye başlıyor. Orada durmuş kahkahalar
atıyor. Derken diğerleri de ona katılıyor. Helge de orada durmuş
gülüyor ka_hkahalarla.
Git mırılda5, seni kedi seni , diyor.
Mırıldamak istemiyorum, diyorum.
Sen kedi değil misin yani? diyor.
Öldürülmesi gerekmeyen ressamlar da var, diyorum.
İyi bari , diyor Helge .
Hepsini öldüreceğim, iyi resim yapamayan tüm ressamları , Mal­
kasten'de ellerinde bardaklarla bütün gün pinekleyenleri , hepsini
birden öldüreceğim. Şu Helge , gerzek herif. Hiçbir şeye basmıyor
kafası. Ve ben kar küremek istemiyorum.
Bütün ressamların öldürülmesi gerekmez.
Tamam tamam, diyor biri .
Öldür öldürebildiğince, diyor bir başkası .

5 Kelime oyunu: Norveççe "male" fiili resim yapmak demek olup ikinci anlamı ise
kedi gibi mırıldamaktır. Ressama kedi diyerek takılmaları da bu ses benzeşmesin­
den kaynaklanıyor (ç.n.).

205
Sen her halükarda delisin , diyor biri.
Gitmeliyim. Resim yapmam mümkün değil. Gidip, üzerimi de­
ğiştirmeli, mor kadife takım elbisemi giymeli ve Tollbodgata Cadde­
si'ndeki ahşap oyma ustalarını bulmalıyım. Gidip giysilerimi alacak
ve Gaustad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşacağım. Kar küreğini elim­
den bırakıyorum. Gaustad Akıl Hastanesi'nin ana binasına çıkan yo­
kuştan yukan yürümeye başlıyorum, arkamdan Helge'nin gidiyor
musun, diye bağırdığını işitiyorum. Helge istediği kadar bağırsın,
Hans Gude'nin kim olduğunu o da bilmiyor, bağırsın bakalım, ba­
ğırsın istediği kadar.
Tembel teneke ! diye bağırıyor biri .
Kahrolası tembel teneke ! diye bağırıyor bir başkası.
Tembel teneke !
Ben yürümeye devam edeceğim, arkama bakmayacağım.
Tembel teneke !
Git mırılda , kedi !
Çalış biraz!
Sırtıma pat diye bir şey çarpıyor, kartopu yağmuruna tutuyorlar
beni ama arkama bakmayacağım, aldırış etmeyip normal yoluma
devam edeceğim .
Al bakalım! Sanatçı seni ! diye bağırıyorlar.
Tam isabet!
Bir kartopu da sırtıma iniyor, canım yanıyor. Başımı öne eğme­
liyim. Neyse ki kar topları çok sert değil, kar henüz yumuşak bir
kıvamda.
İyice acıtsın canını !
Tembel teneke !
Azgın kedi!
Azgın kedi diye bağıran Helge . O herif deli zaten üzerinde dur­
maya değmez. Başımın üzerinde kar topları uçuşuyor ve birkaç met­
re önüme düşüyor. Yoluma devam etmeliyim.
Al bakalım!
Sanatçı !

206
Resim yapmayan ressam!
Mırılda hadi !
İki kartopu sırtıma isabet ediyor, istedikleri kadar kartopu yağ­
muruna tutsunlar beni , resim sanatından anladıkları yok bu herifle­
rin, ömürlerinde bir sanat eseri görmemiştir bunlar. Kartopu atsın­
lar atabildikleri kadar.
Defol git !
Seni görmek istemiyoruz!
Defol git!
Ne kadar da çok kartopu oluşturabiliyorlar, sağımdan solum­
dan, her yanımdan kartopları uçuyor. Ben olağan bir şekilde yü­
rümeye devam ediyorum, yüzümü öne eğmeli, biraz kamburumu
çıkarmalı ve asla arkama dönmemeliyim. ilerliyorum, iki büklüm.
İstedikleri kadar kartopu yağmuruna tutsunlar beni , ben Lars Her­
tervig'im, ressam Lars Hertervig benim ama onlar bunu bilmez .
İstedikleri kadar kartopu atsınlar. Kartopu yağmuru diniyor. Vaz­
geçtiler atmaktan. Artık hiçbir şey işitmiyorum. Duruyor ve arkama
bakıyorum. Yokuşta onlara tepeden bakıyorum. Beni takip ettikle­
rini görüyorum. Helge ve diğerleri küreklerini bırakıp ardımdan
gelmişler. Ellerinde kartopları benim peşimdeler. Ağır ağır takip
ediyorlar beni .
Atın! diye bağırıyor Helge .
Eğiliyorum, kartopları üzerimden geçiyor.
Bi'daha at! diye bağırıyor Helge .
Kesin bakalım şunu !
Hademe Hauge'nin gür sesini işitiyorum.
Kesin hadi , işinizin başına dönün ! Kesin bakalım!
Helge ve diğerlerinin ellerindeki kartoplarını atıp , geri döndük­
lerini ve yokuş aşağı kar kürekleri istikametinde yürüdüklerini gö­
rüyorum.
Evet şimdi sen ve ben kaldık geride , diyor Hademe Hauge .
Doğruluyorum, Hademe Hauge bodruma giden kapının önünde
duruyor.

207
Gel buraya Hertervig, diyor Hademe Hauge .
Pantolonum ve kollarımdaki karlan silkeliyorum.
Doktor Sandberg'e gideceksin, diyor Hademe Hauge .
Doktor Sandberg'in yanına gitmemem lazım çünkü Doktor
Sandberg bana kendi deyimiyle apış aramı ellediğim için asla ressam
olamayacağımı söyleyecek, eğer Doktor Sandberg, yani Başhekim
Doktor Ole Sandberg benim ressam olamayacağımı söylüyorsa ben
asla ressam olamayacağım demektir, bundan hiç kuşku duymuyo­
rum, tıpkı Hans Gabriel Buchholdt Sundt'ün bana çok yetenekli ol­
duğumu , iyi , çok iyi bir ressam olabileceğimi söylediğinde bundan
hiç kuşku duymadığım gibi. Ve şimdi Doktor Sandberg benim asla
ressam olamayacağımı söyleyecek o taktirde ben de muhtemelen
ressam olamayacağım. Doktor Sandberg'in yanına gitmemem lazım.
Karda dikiliyorum. Hademe Hauge'nin bodruma giden kapının
önünde durduğunu görüyorum. Ben çoktan Tollbodgata Caddesi'n­
deki eski kaldığım yere gitmeliydim ama gitmedim, artık çok geç,
şimdi gidemem çünkü Hademe Hauge bodrum kapısının önünde
durmuş bana bakıyor, Doktor Sandberg'in yanına gitmek zorunda­
yım dolayısıyla da asla ressam olamayacağım ve bütün bunlar yani
her şey o kahrolası kadınlar yüzünden, bütün kadınlar orospu ve
kabahat onlarda.
Bütün kadınlar orospu. Benim ressam olamamam onların kaba­
hati . Çünkü kötü bir şey yapmadım ben.
Sakin Hertervig sakin, diyor Hademe Hauge .
Bütün kadınlar orospu . Her şey onların, o kahrolası orospuların
kabahati .
Gel bakalım Hertervig, diyor Hademe Hauge .
Kabahat bende değil , diyorum.
Yine de gel sen, diyor.
O kahrolası orospuların kabahati , diyorum.
Peki peki gel ama , diyor Hademe Hauge .
Şimdi Doktor Sandberg'in yanına gitmekten başka yol yok, mec­
burum Doktor Sandberg'e gitmeye .

208
Seni bekliyor, gel hadi , diyor Hademe Hauge .
Ama kötü bir şey yapmadım ben.
Ne olursa olsun Doktor Sandberg'e gideceksin, gel hadi .
Gitmek zorundayım, Hademe Hauge beni beklerken böyle karın
üzerinde dikilemem, mademki Doktor Sandberg kocaman ofisinde
oturmuş beni bekliyor gitmeliyim , eğer derhal gitmezsem her ko­
nuda mutlak karar sahibi olan Doktor Sandberg'in sabrı beni bek­
lerken taşabilir, o zaman doktor daha da sertleşebilir ve benim bir
daha asla resim yapamayacağımı söyleyebilir, sen ressam olduğunu
zannediyorsun ama bir daha asla resim yapamayacaksın , bundan
eminim diyebilir.
Hadi gel artık, diyor Hademe Hauge .
Geliyorum, diyorum.
Derhal gel , diyor Hademe Hauge .
Bodruma giden kapıya doğru yürüyorum. Hademe Hauge'nin
kapının önünde durmuş bana bakmakta olduğunu görüyorum.
Doktor Sandberg bekliyor, diyor Hademe Hauge .
İçeri, bodruma giriyorum. Az önce sevgili Helene'm buradaydı
ama şimdi kayboldu . Niçin Helene bu kadar çabuk gitti? Niçin He­
lene benimle beraber olmak istemedi? Ben ressam olamazsam bir
daha bir araya gelmek istemez mi benimle?
O kahrolası bir orospudur, diyorum. O lanet bir orospudur. Ve
bütün ressamların öldürülmesi gerekmez.
Hadi çıkar üzerindeki iş tulumumu diyor Hademe Hauge .
Kahrolası bir orospu , kahrolası orospunun kabahati , diyorum.
Doktor Sandberg bekliyor. Hadi çıkar çizmelerini , diyor Hade-
me Hauge .
Ama kabahat bende değil.
Acele et, hadi.
Bütün ressamların öldürülmesi gerekmez.
Peki peki , diyor Hademe Hauge .
Eğilip çizmelerimi çıkarıyorum.
Gün gelir, diyor ve çizmelerimi biraz öteye bırakıyorum.

209
Biraz daha acele et bakalım, diyor Hademe Hauge .
Üzerimdeki iş tulumunu sıyırıyorum çünkü ben artık ressam
olamayacağım, Doktor Sandberg bunu söyleyecek bana , doktor ne
dediğini iyi bilir, asla ressam olamayacağım, bu böyle .
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, diyorum. Asla , asla, asla ve de
fark etmez artık.
lş tulumumu duvardaki kancaya asıyorum. Artık buradan uzak­
laşmam lazım, hiçbir şey benim kabahatim değil ve buradan uzak­
laşmalıyım. Gaustad Akıl Hastanesi'nde kalmaya devam edemem.
Biliyor musun, yılan kıvıl kıvıl kıpraşır diyorum. Ben biliyorum
elbette , gözlerimle gördüm, diyorum. Bu gerçek. Ama sen bana
inanmıyorsun, sen Hademe Hauge . Yok canım inanmıyorsun . Ama
ben biliyorum. Ben bir ressamım, eğitimli bir ressam. Sen eğitimli
değilsin. Benim babam erik toplar. Kız kardeşim Stavanger'in sokak­
larında dolaşır. Evet öyle yapar, Hademe Hauge .
Sakin Hertervig sakin, diyor Hademe Hauge .
Kız kardeşimi bi'görmelisin sen , memelerini filan.
Hadi yürü , diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge bodrumda yürümeye başlıyor ben de peşinden
gidiyor ve ona yetişiyorum, şimdi yan yana yürüyoruz.
Ama sen kız kardeşimi hiç görmedin, diyorum. Hiç mi hiç gör­
medin. Ama fark etmez, nasılsa bakılacak çok kadın var, hanımefen­
diler var, çeşit çeşit ve her yaştan. Ve her şey onların kabahati . Ben
biliyorum zaten, evet ben, diyorum.
Evet, evet bilirsin sen, diyor Hademe Hauge .
Her şey onların kabahati ama ben Doktor Sandberg'in yanı­
na gidiyorum, sen de biliyorsun bunu , sen Hademe Hauge , akıllı
adamsın her ne kadar matematik ve anatomiden çakmasan da . Hiç
çakmasan da! Ama ben biliyorum. Bu kesinlikle böyle ! Ama şimdi
gitmem lazım, birisi bekliyor beni . Ta Almanya'da bekliyor beni , o
yüzden gitmem lazım. Anlıyorsun değil mi Hademe Hauge?
Anlıyorum, diyor Hademe Hauge .
Merdivenden yukarı çıkıyoruz, Hademe Hauge bir kapıyı açıyor,

210
kapıdan içeri giriyorum, Hademe Hauge kapıyı arkamdan kapatıyor.
Evet öyle yapmak lazım Hertervig, evet, diyor Hademe Hauge .
Sanırım öyle , diyorum. Ama kız kardeşimi bi'görmelisin sen.
Annemi de . Bütün gün öylece oturur, hemen hemen hiç konuşmaz
ama çocuk yapar, en azından on on beş tane çocuğu oldu . Çok sayı�
da kız kardeşim var benim , anlıyor musun? Yaa ! Annem!
Sakin Hertervig sakin, diyor Hademe Hauge .
Anlıyorsun değil mi? diyorum.
Anlıyorum, öyle olmasa kendini Gaustad Akıl Hastanesi'nde bul­
mazdın , diyor Hademe Hauge .
Böyle işte , diyorum. Kız kardeşimi , gerçekten görmelisin kız kar­
deşimi diyorum.
Hademe Hauge'nin yanında koridorda yürüyorum, buraya daha
önce gelmiştim ben, koridorun sonunda Doktor Sandberg'in ofisi
var, kapının üzerindeki levhada "Müdür" yazıyor, ben şimdi Başhe­
kim Müdür Doktor Sandberg'in yanına gidiyorum, ama zarar yok
nasılsa ressam olamayacağım çünkü deliyim ben ve Gaustad Akıl
Hastanesi'ne yatırıldım, bir deli olarak diğer bütün delilerin arasına
yani , deli bir adam ressam olamaz, Hademe Hauge'nin yanında ko­
ridorda yürüyorum. Doktor Sandberg'in koridorun sonundaki ofisi­
nin kapısını görüyorum, buraya daha önce gelmiştim, Gaustad Akıl
Hastanesi'ne yatırıldığını gün buradaydım, bir daha da gelmedim.
Ama bugün Doktor Sandberg'in odasına gidiyorum.
Kız kardeşim, diyorum.
Geldik sayılır, diyor Hademe Hauge .
Kız kardeşimi , görmelisin kız kardeşimi, diyorum. Kocaman me­
meleri var. O zaman da sen de bir şeyler yapardın, yani sen bile
yapardın Hademe Hauge , diyorum.
Hı, hı , diyor Hademe Hauge .
Ama yılan kıvıl kıvıl kıpraşır diyorum.
Öyle yapar evet, diyor Hademe Hauge.
Ben kız kardeşimin memelerini gördüm, hem de defalarca , diğer
kız kardeşleriminkileri de gördüm ister inan ister inanma . Sen yıla-

211
nın yılan kıvıl kıvıl kıpraştığını görmüşsündür. Meme gördün mü?
Ben evli bir adamım, diyor Hademe Hauge .
Eh o zaman meme de görmüşsündür. Ama sen benim nişanlı
olduğumu biliyor musun?
Hademe Hauge koridorda ilerliyor, ben de yanı sıra yürüyorum.
Senin meme gördüğüne inanmıyorum. Karın sana memelerini
göstermiyordur, diyorum. Hayır görmemişsindir! Hademe Hau­
ge'nin karısı kocasına memelerini göstermez! Ama ben çok meme
gördüm, ben yani. Bu da Kvekar olmamdan dolayıdır. Ya da şöyle
söyleyeyim babamın Kvekar cemaatine mensup olmasından dolayı.
Bu sebepten çok meme gördüm.
Sakin Hertervig sakin, lafa boğma kendini, diyor Hademe Hauge .
Memeler güzeldir, diyorum.
Hı, hı , diyor Hademe Hauge .
Böyle işte , çok meme gördüm ben. Çünkü çıplak kadın resimleri
yaptım , pels çok çıplak kadının resmini yaptım, ne de güzeldiler!
Biliyor musun pek güzeldiler! diyorum.
Gördün yani? diyor Hademe Hauge .
Evet gördüm . Almanya'da . Bir sürü çıplak kadının resmini yap­
tım. Ve de kız kardeşimin memelerini gördüm. Almanya'da resimle­
rini yaptığım kadınların hiç o kadar iri memeleri yoktu . Öyle . Öyle
işte . Vaziyet böyle, diyorum.
Doktor Sandberg'in ofisinin kapısını görüyorum, kapının üze­
rinde "Müdür" yazıyor. Ben şimdi Başhekim Müdür Doktor Sand­
berg'le konuşacağım ve de bana söyleyeceklerini dinlemek zorunda­
yım, asla ressam olamayacaksın diyecek bana , bunu söyleyeceğin­
den eminim, hakkımda verilen malumatı dinleyince böyle diyecek.
Asla ressam olamayacağım ben. Ama resim yapacağım. Ressam ola­
mayacağım ama resim yapacağım ve her şeye rağmen ressam Lars
Hertervig olacağım, resim yapmasam bile . . .
Geldik işte , diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge sol eliyle Doktor Sandberg'in kapısını çalıyor,
içerden doktorun evet dediğini işitiyorum, Hademe Hauge kapıyı

212
aralıyor ve Hertervig geldi , diyor. Ben üzerinde Müdür yazan ka­
pıdan içeri girmek zorundayım artık, aslında buradan uzaklaşmam
lazım ama uzaklaşamam, içeri girip doktorun bana söyleyeceklerini
dinlemeye mecburum, ama ben konuşmamalı orada öylece otur­
malıyım, Doktor Sandberg'in ofisinde oturup hiç sesimi çıkarma­
malıyım, başımı yere eğiyor ve Hademe Hauge'nin ayaklarına ba­
kıyorum, kapı biraz daha açılıyor, şimdi Doktor Sandberg'in beyaz
doktor önlüğünün etek ucunu görüyor ve doktorun evet Hertervig
dediğini duyuyorum, Hademe Hauge benim geldiğimi bildiriyor
Doktor Sandberg de Hademe Hauge'ye teşekkür edip , dışarda bek­
lemesini söylüyor. Ben ayakta duruyor ve Doktor Sandberg'in beyaz
doktor önlüğünün etek ucuna bakıyorum, doktor onunla birlikte
içeri girmemi istiyor, cevap vermemeliyim, Doktor Sandberg'le bir­
likte ofise girmemeliyim, oraya girersem ressam olamayacağım.
Gel hadi , diyor Doktor Sandberg.
Ben Doktor Sandberg'in beyaz doktor önlüğünün etek ucuna ba­
kıyorum, doktorla birlikte içeri girmemeliyim, girersem asla ressam
olamayacağım. Doktor Sandberg'in resim yapmamı istemediğini
biliyorum, o nedenle de Gaustad Akıl Hastanesi'nde bulunduğun
sürece resim yapmama izin verilmiyor. Resim yapmak istemediğimi
kendi ağzımla söylemiştim. Ama böyle demek istememiştim. Resim
yapmak istiyorum. Hiç konuşmamalıyım.
Resim yapmalarına izin verilmediğinde ressamlar çürüyüp gider,
diyorum.
Ve Doktor Sandberg'in beyaz doktor önlüğünün etek ucuna bak­
mayı sürdürüyorum, doktorun gel bakalım dediğini duyuyorum ,
sonra elini omzuma koyuyor v e Doktor Sandberg beni odanın içine
doğru sürüklüyor hafifçe .
Kısa bir sohbet sadece Hertervig, diyor.
Doktor Sandberg elini omzuma koymuş vaziyette beni içeri gö­
türüyor. Sonra bırakıyor omzumu . Doktor Sandberg'in kapıya doğ­
ru gidip , koridorda bekleyen Hademe Hauge'ye çok uzun sürmez
dediğini duyuyorum, Hademe Hauge bekleyeceğini söylüyor, dok-

213
tor kapıyı kapatıyor ve odada yürüyor. Doktor Sandberg'in yürüyüp
yazı masasının başına geçtiğini ve oturduğunu görüyorum.
Gel bakalım, diyor Doktor Sandberg.
Ben yere bakıyorum.
Şuraya oturabilirsin diyor Doktor Sandberg, yazı masasının kar­
şısındaki sandalyeyi göstererek.
Başımı kaldırdığımda Doktor Sandberg'in kahverengi kocaman
bir masanın gerisindeki koltukta oturduğunu görüyorum, masa­
nın karşı tarafından bana bakıyor, masanın benden tarafına Doktor
Sandberg'e bakacak şekilde yerleştirilmiş bir sandalye var ve benim
oraya oturmam isteniyor, Doktor Sandberg'e çok yakın olacağım
ama o masanın karşı tarafında .
Hadi otur, diyor.
Doktor Sandberg'in sesi kararlı çıkıyor. Oturmaya mecburum.
Buradan uzaklaşmam lazım çünkü Doktor Sandberg bana asla res­
sam olamayacağımı söyleyecek, bu durumda ben de ressam olama­
yacağım, yani Doktor Sandberg, Başhekim Müdür Doktor Sandberg
ressam olamayacağımı söylerse ben ressam olamayacağım demektir.
Ayaklarıma bakıyorum. Buradan uzaklaşmam lazım.
Nasılsın Hertervig? diyor Doktor Sandberg.
Cevap vermemeliyim, sandalyeye oturmalı , fazla kımıldamamalı
ve ona cevap vermemeliyim. Yürüyor ve Doktor Sandberg'e bakacak
şekilde yerleştirilmiş sandalyeye oturuyorum, kahverengi kocaman
masasına çeviriyorum bakışlarımı .
İyi misin, kötü müsün? diyor Doktor Sandberg.
Bir şey söylememeliyim değil mi? Böylece oturmalı ve hiçbir şey
söylememeliyim galiba?
Evet, diyorum.
İyisin, diye tahmin ediyorum, diyor Doktor Sandberg. Evet evet
bak bugün Noel Yortusunu idrak ediyoruz , diyor Doktor Sandberg.
Hiçbir şey söylememeliyim.
Seni rahatsız eden, canını sıkan bir şey var mı Hertervig?
Burada bir sandalyede oturup Doktor Sandberg'in bana ressam

214
olamayacağımı söylemesini dinlememeliyim.
Biraz zor bir mesele, diyor Doktor Sandberg. Ama . Evet. Zor
biraz .
Köpeklerin durumu iyi , diyorum.
Başımı kaldırıp Doktor Sandberg'e gülümsüyorum.
Evet, evet köpeklerin durumu iyi, diyor Doktor Sandberg, ama
konuşmamız gereken bir şey var.
Ve de yılanın kıvıl kıvıl kıpraştığını biliyorum, diyorum.
Dirseklerini kahverengi kocaman masasına dayayarak öne eğilmiş
bir şekilde oturan Doktor Sandberg'e bakıyor ve başımı hafifçe sallı­
yorum. Doktor Sandberg iri iri açılmış mavi gözleriyle bakıyor bana.
Haklısın gerçekten , diyor Doktor Sandberg. Evet sahiden öyle .
Ben de işittim bunu .
Yılanlar bayağı da kıpraşırlar, diyorum.
Evet Hademe Hauge'den duydum ben de bunu , diyor Doktor
Sandberg.
Dikkat etmek lazım.
Evet dikkat etmek lazım, diyor Doktor Sandberg.
Biliyorum ki Doktor Sandberg şimdi bana ressam olamayacağımı
söyleyecek.
Evet, diyorum.
Hademe Hauge bana sürekli apış aranı ellemekle meşgul olduğu­
nu söyledi , diyor Doktor Sandberg.
Doktor Sandberg'in yüzüne bakmamalıyım, Doktor Sandberg
apış aramı sürekli ellediğimi söyledi bana, bu nedenle delirdiğimi ve
onun deyimiyle apış aramı ellemeye devam ettiğim sürece iyileşeme­
yeceğimi söyleyecek şimdi de.
Doğru mu bu? diyor Doktor Sandberg.
Önüme bakmalı ve bir şey söylememeliyim.
Kabahat bende değil, diyorum.
Ama doğru , öyle mi?
Bir şey söylememeliyim, sevgili Helene'm yanıma gelsin şimdi ,
elini alnıma koysun ve Doktor Sandberg'e benim kötü bir şey yap-

215
madığımı söylesin , doğru değil bu .
Yani doğru öyle mi? diyor Doktor Sandberg. Sana itiraf etmeli­
yim ki beni hayal kırıklığına uğrattın, diyor.
Doktor Sandberg'in kahverengi kocaman masasına bakıyorum.
Ben kötü bir şey yapmadım, kahrolası karıların kabahati , tombul
tombul memeleriyle ortalıkta dolaşıyorlar, her şey onların kabahati .
Ben kötü bir şey yapmadım. Ben bulutlara bakıyor ve resim yapıyo­
rum . Işığı görüyorum. Elimde güzel renkli boyalar olsaydı her şeyin
resmini yapabilirdim. Her şeyi görüyor gözlerim. Ben iyi resim ya­
pıyorum ama diğer ressamlar, onlar iyi resim yapamıyorlar. Kabahat
benim değil. Öldüreceğim onları , o ressamları , o karıları . Ben her
şeyin içindeki ışığı görüyorum. Ben iyi resim yapıyorum.
Beni gerçekten hayal kırıklığına uğrattın Hertervig. Böylece bü­
tün bu olanları biraz daha iyi anlıyorum, diyor Doktor Sandberg.
Doktor Sandberg'in kahverengi kocaman masasına bakıyorum.
Ama ben iyi resim yapıyorum. İyi resim yapabiliyorum ben .
Bir şey var ama nedir tam bilemiyorum demiştin bana, böyle not
almışım diyor, Doktor Sandberg.
Başımı kaldırmamalı , bir şey söylememeliyim.
Renkler sebebiyle . Güzel renkli boyalar yok, diyorum.
Doktor Sandberg'in kahverengi kocaman masasına bakıyorum.
Bunu daha önceleri de yapıyordun, Gaustad Akıl Hastanesi'ne
gelmeden önce de yani?
Cevap vermemeliyim. Doktor Sandberg bana ressam olamayaca­
ğımı söylememeli . Ben iyi resim yapıyorum. İyi resim yapamayanlar
öbür ressamlar. Ben iyi resim yapıyorum. Her şeyi görüyor gözle­
rim . Resim yapamamamın sebebi güzel renkli boyalar bulunmama­
sı, boyalar çok kötü , Doktor Sandberg'in sen bunu daha önceleri
de yapıyordun, dediğini duyuyorum, Hademe Hauge'nin söylediği­
ne göre defalarca yapmışsın bunu diyor, hem de şiddetle , Hademe
Hauge'nin deyişiyle şiddetle tekrarlamışsın diyor Doktor Sandberg,
Gaustad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşmam lazım, Doktor Sand­
berg'in hastalığımın büyük bir ihtimalle apış aramı elliyor olmamla

216
açıklanabileceğini söylediğini işitiyorum, evet demek zorundayım,
biliyorum bunu demeliyim, evet, evet demek zorundayım, sonra da
Doktor Sandberg'in ofisinden çıkıp gitmeliyim, bu olaydan sonra
muhtemelen resim yapamayacağım.
Resim yapmalarına izin verilmediğinde ressamlar çürüyüp gider,
diyorum.
Bu işten vazgeçmezsen asla iyileşemezsin, diyor Doktor Sand­
berg. Bu mesele çok ileri gitti. Pek üzücü bir durum. Böyle bir şey
olmamalıydı.
Doktor Sandberg benim asla ressam olamayacağımı söyledi, bu
durumda Gaustad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşmam lazım.
Bu işten vazgeçmelisin, seninle açık konuşacağım, vazgeçmezsen
büyük bir ihtimalle asla ressam olamazsın.
Biliyordum işte . Asla ressam olamayacağım ben. Ama resim ya­
pacağım çünkü kimsenin görmediği şeyleri görüyorum ve onların
resmini yapabiliyorum ben, tabii boyaların rengi yeterince güzel
olursa.
Yeterince güzel renkli boyalarım yok, diyorum.
Evet böyle de denebilir, diyor Doktor Sandberg.
Boyaların rengi yeterince güzel olsaydı, diyorum.
Evet öyle olabilir belki , diyor Doktor Sandberg.
Şimdi başımı evet anlamında sallamalı ve ayağa kalıp gitmeliyim.
Bir daha asla yapmayacaksın bana söz ver Hertervig, diyor Dok-
tor Sandberg.
Sanırım bir daha asla resim yapmayacağıma dair söz vermek zo­
rundayım, sanırım yılanın kıvıl kıvıl kıpraşmasından dolayı Doktor
Sandberg benden söz vermemi istiyor ama benim tek istediğim re­
sim yapabilmek, geceleri uyku tutmuyor beni , bunun sebebi karılar,
onlar kahrolası orospular, hepsi . Ben resim yapmak istiyorum yal­
nızca. Bütün kadınlar orospu . Memeleri falan . . .
Bütün karılar orospudur, diyorum.
Apış aranı ellemeyi bırak, gayet ciddiyim, sana bunu söylemeye
mecburum, bu iş seni hasta ediyor. Sen iyileşmek üzere Gaustad

217
Akıl Hastanesi'ndesin. Bana söz ver, diyor Doktor Sandberg.
Doktor Sandberg'in kahverengi kocaman masasına bakıyorum,
Doktor Sandberg bir daha asla resim yapmayacağıma dair ona söz
vermemi istiyor. Ama Helene , nerede benim sevgili Helene'm?
Ben nişanlıyım, diyorum.
Duyduğuma sevindim.
Ama yılan kıvıl kıvıl kıpraşıyor.
Bir daha asla apış aranı ellememelisin, tamam mı Hertervig? di-
yor Doktor Sandberg.
Doktor Sandberg'in iri iri açılmış mavi gözlerine bakıyorum.
Hepsi bu kadar, diyor. Gidebilirsin artık.
Gözlerim Doktor Sandberg'in kahverengi kocaman masasında,
Doktor Sandberg'in ayağa kalktığını işitiyorum, bu akşam Noel sof­
rasında görüşürüz diyor Doktor Sandberg, az önce Doktor Sand­
berg bana ressam olamazsın dedi, bu durumda sanırım ben ressam
olamayacağım, o halde gitmeliyim, yerimden kalkıp Tollbodgata
Caddesi'ndeki ahşap oyma ustalarının yanına , eski kaldığım yere
gidebilirim sanırım? Doktor Sandberg'in odada yürüdüğünü işiti­
yorum, artık kalkmalıyım, Doktor Sandberg görüşmemizin sona er­
diğini söylüyor, gel bakalım diyor, ben de ayağa kalkıyorum, Gaus­
tad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşmalıyım şimdi , Doktor Sandberg'in
ofisin kapısını açtığını duyuyorum, Doktor Sandberg sesleniyor, bu
görüşmenin faydası olacaktır değil mi Hauge? Hademe Hauge'nin
kesinlikle olacaktır dediğini işitiyorum.
Öyle ümit edelim, diyor Doktor Sandberg.
Her şeye rağmen bundan iyi bir sonuç çıkacağına inanmak duru­
mundayız , diyor Hademe Hauge .
Ümit etmeliyiz , diyor Doktor Sandberg.
Kapıya doğru yürürken Doktor Sandberg'in dönüp bana baktı­
ğını görüyorum.
Sana söylediklerimi unutma Hertervig, diyor. İyileşeceksin, bu­
nun için Gaustad Akıl Hastanesi'nde bulunuyorsun, diyor.
Kapının dışında duran Hademe Hauge'nin başını evet anlamında

218
salladığını görüyorum.
Sana söylediklerimi unutma, geceleri uykusuz yatarken de dü-
şün bunları, diyor Doktor Sandberg.
Kapıdan dışarı çıkıyorum.
Sana söylediklerimi unutma, diyor Doktor Sandberg.
Dışarı çıkıyor ve kapının ardımdan kapandığını işitiyorum, dı­
şardayım şimdi , az önce Doktor Sandberg'in yanındaydım, bana
asla ressam olamayacağımı söyledi , ben de kendi kendime diyorum
ki hep kötü renkli boyalar yüzünden , sonra gülmeye başlıyorum,
Hademe Hauge'nin hadi yeniden bodrum katına iniyoruz dediğini
duyuyorum, üzerime iş tulumlarını giyerek kar küremeye çıkaca­
ğımı söylüyor Hademe Hauge ve koridorda ilerliyor. Az önce Dok­
tor Ole Sandberg'in yanındaydım ve ben iyi olacağım. Ben asla iyi
olamayacağım. Hademe Hauge'ye bakıyorum. Ben deliyim . Hademe
Hauge'nin durup bana baktığını görüyorum.
Hadi gel artık, diyor Hademe Hauge .
Koridorda Hademe Hauge'ye doğru yürümeye başlıyorum. Ben
Gaustad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşacağım artık, bugün Noel Yor­
tusu ve ben bugün Gaustad Akıl Hastanesi'ni terk edeceğim, bir res­
sam için Gaustad Akıl Hastanesi'nde yaşamak imkansız, iyi resim
yapamayan ressamlar Gaustad Akıl Hastanesi'nde kalabilirler ama
iyi resim yapan bir ressam Gaustad Akıl Hastanesi'nde kalamaz. Ha­
deme Hauge'nin önüne döndüğünü ve koridorda ilerlediğini görü­
yorum, ben de arkasından gidiyorum Kız kardeşimin iri memeleri
var. Kız kardeşimin memelerini gördüm ben. Gaustad Akıl Hasta­
nesi'nden uzaklaşmam lazım. Hademe Hauge'nin arkasından yürü­
yorum. Müdür Başhekim Doktor Ole Sandberg'in yanındaydım az
önce . Şimdi Hademe Hauge'nin peşinden gidiyorum, bodrum katı­
na ineceğiz, ben üzerime iş tulumları giyip ayağıma çizme geçirecek
ve Helge ile diğerlerinin yanına giderek kar küreyeceğim. Ben Toll­
bodgata Caddesi'ne gideceğim. Gaustad Akıl Hastanesi'nden çıkaca­
ğım ben. Gaustad Akıl Hastanesi'nde niçin kalmaya devam ettiğimi
anlayamıyorum. Sevgili Helene'me gitmeliyim. Biliyorum ki Sevgili

219
Helene'm beni bekliyor, Sevgili Helene'm Tollbodgata Caddesi'nde
ve beni bekliyor. Sevgili Helene'me gitmeliyim, sana geleceğim,
bundan emin olabilirsin, sana geleceğim, beni boşuna beklemiş ol­
mayacaksın, sana geleceğim ve birlikte uzaklara gideceğiz diyorum
kendi kendime , Hademe Hauge'nin yanı sıra yürüyorum.
Sen sevgilim. Sana geleceğim ya da resminin üzerini boyayıp,
yok edeceğim.
Şimdi diğerleriyle birlikte kar küremeye başlayacaksın , diyor
Hademe Hauge .
Resmini yok edeceğim, diyorum.
Bugün günlerden Noel Yortusu malum, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge'yle yan yana koridorda yürüyoruz.
Beni beklediğini biliyorum, diyorum.
Bugün Noel Yortusu bu sebeple Gaustad Akıl Hastanesi'nde iyi
yemek çıkar, diyor Hademe Hauge . Mevkii ve işi ne olursa olsun
herkes iyi yemek yer.
. mcıklar, . mcıklar diyorum.
Bugün Noel Yortusu , Hertervig, diyor Hademe Hauge .
Ve de s.k, s.k diyorum.
Yaa biliyoruz bunları, diyor Hademe Hauge .
S . k ve .m, diyorum ve orospular.
Bugün Noel Yortusu , Hertervig, diyor Hademe Hauge .
Evet hanemize geldi Noel, diyorum .
. m yalamak, diyorum.
Şu sıralar öyle çok kar yağıyor ki sürekli küremek gerek, diyor
Hademe Hauge .
Martıları seviyor musun? diyorum.
Martıları mı?
Evet.
Sevmiyorum.
Ben seviyorum martıları .
Sen denizleri, okyanusu tanıyorsun, ben tanımam.
Denizleri , okyanusu iyi tanırım, evet.

220
Açık denizlerde yolculuk yapmışsın, ben hiç yapmadım.
Evet ben yaptım.
Hademe Hauge'yle yan yana koridorda yürüyorum.
Yok hayır martıları severim diyemem doğrusu , diyor Hademe
Hauge .
Ben çoğu geceler martıları düşünürüm, diyorum.
Martıları düşünmek en iyisi sanırım, diyor Hademe Hauge .
Evet anlamında başımı sallıyorum.
Başka şeylerle değil martılarla meşgul ol sen, diyor.
Evet martılarla meşgul olmalıyım, diyorum. Martıların güzelli ­
ği seyredilmeye değer. Ben seviyorum martıları. Ama Gaustad Akıl
Hastanesi'nde hep kar hep kar, martılardan eser yok burada. Deniz
yok, okyanus yok, seyredecek hiçbir şey yok. Sadece deliler var .
Deli kanlar, Gaustad Akıl Hastanesi'nde her taraf deli kan kaynıyor.
Koca memeli orospu ka nlar. Sen o memelerin başına bekçi dikiley­
.
din Hademe Hauge , benim gibi birinin değil. Benim gibi bir yılan
balığının değil. Yılan balıklarını dert etmeye gerek yoktur değil mi?
Hı, hı diyor, Hademe Hauge .
Yılan balıklan bir ucu dar ince uzun file şeklindeki ağlarla avla­
nır, bunu biliyor muydun?
Duymuş olabilirim, diyor Hademe Hauge .
Almanya'da yılan balığının yendiğini biliyor musun? Sen hiç ta­
dına bakmamışsındır.
Hademe Hauge'ye yan yan bakıyorum, başını hayır anlamında
sallıyor.
Hiç mi?
Tadına bakmaya da niyetim yok zaten.
Hademe Hauge'yle yan yana koridorda yürüyorum.
Hiç yılan balığı gördün mü? diyorum.
Hademe Hauge'nin başını iki yana salladığını görüyorum.
Hiç mi?
Sanmıyorum, diyor.
Sen yılanın kıvıl kıvıl kıpraştığını bildiğine göre yılan balığını da

221
görseydin keşke .
Evet, diyor Hademe Hauge .
Yılan balığı yılana benzer.
Ben yılan da görmedim zaten, diyor Hademe Hauge .
Ama ufak yılan görmüşsündür?
Solucan kadarını gördüm .
Ufak da olsa yılan işte . Görmüş sayılırsın .
Eh öyle de diyebilirsin Hertervig. Okumuş adam değilim ben ,
diyor Hademe Hauge
Hademe Hauge'nin başını iki yana salladığını görüyorum, kori -
dorda Hademe Hauge'nin yanında yürüyorum.
Yani demektir ki sen yılan gördün , diyorum
Peki öyle olsun.
Eh işte gerçek bu , karına söyle bunu . Ve de ona de ki yılan kıvıl
kıvıl kıpraşır.
Tamam tamam, diyor Hademe Hauge . Ama sen şimdi diğerle­
riyle birlikte kar küreyeceksin ister yılan kıvıl kıvıl kıpraşsın iste r
kıpraşmasın.
Hademe Hauge'yle merdivenlerden bodrum katına iniyoruz .
Kadınlar senin peşinde , biliyorsun değil mi?
Sen böyle mi düşünüyorsun?
Yalamayı pek sever onlar.
Yalamak mı?
Evet.
Hı, hı.
Hademe Hauge'yle bodrumda yürüyoruz.
Hı, hı diyor Hademe Hauge . Hadi sen üstünü değiştir.
Başımı evet anlamında sallıyorum. Şimdi Gaustad Akıl Hasta­
nesi'nden uzaklaşmam lazım, değil mi? Burada daha fazla kalırsam
iyileşemem çünkü o kahrolası orospular ve iyi resim yapamayan
ressamlar beni taciz ediyorlar burada. Duruyorum. Hademe Haugc
yürümeye devam ediyor. Daha fazla dayanamayacağım. İyileşeme ­
yeceğim. Ben asla ressam olamayacağım. Ben deliyim ve Gaustad

222
Akıl Hastanesi'nde kalıyorum . Asla iyileşemeyecek ve ressam olama­
yacağım. Helene beni terk etti . Az önce burada benimle beraberdi
ansızın bana bir şey demeden ortadan kayboldu . Ben artık Gaustad
Akıl Hastanesi'nde yapayalnızım. Helene ortalıkta dolaşıp erkekle­
rin ilgisini çekmeye çalışıyor, o iri mavi gözleriyle , hafif aralık mi­
nicik ağzıyla bakıyor erkeklere , göğüslerini dapdar saran beyaz el­
bisesiyle duruyor erkeklerin karşısında. Helene dönüyor ve beyaz
elbisesi sırtından, poposundan aşağı kayıyor. Helene erkeklere dö­
nüyor, gözlerinin içine bakıyor. Helene ayakta duruyor ve erkeklere
gülümsüyor. Helene beni terk etti . Helene niçin beni terk etti bilmi­
yorum. Helene nerede bilmiyorum. Az önce burada bodrumdaydı .
Helene ayakta duruyor ve erkeklere bakıyor. Helene lanet olası bir
orospu . Helene nereye gitti? Helene benim sevgilim değil mi? Nere­
lere kayboldu Helene?
Hadi gel buraya artık, diyor Hademe Hauge .
Hademe Hauge'nin biraz ilerde durup, bana baktığını görüyo­
rum. Helene nerede? Niçin Helene beni bırakıp gitti? Beni bekleyen
yalnızca Hademe Hauge mi? Niçin Helene ayakta durmuş yarı açık
ağzı ve ıslak dudaklarıyla erkeklere bakıyor?
Hertervig, gel buraya çabuk! diyor Hademe Hauge .
Neredesin Helene? diyorum.
Hertervig! diyor Hademe Hauge . Derhal buraya gel !
Hademe Hauge'nin sesi çok kararlı. Gitmem lazım. Burada dur­
maya devam edemem. Gaustad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşmam
lazım. Yürümeye başlıyorum Hademe Hauge bodrumdaki gardırop­
lara doğru yürüyor, ardından gidiyorum, Hademe Hauge'nin iş tu­
lumları ve çizmelerle orada beni beklediğini görüyorum . Artık kar
küremem gerek. Hademe Hauge iş tulumlarını giyip dışarı çıkmamı
ve dışarıdaki diğer kar küreyicilerle beraber kar kürememi istiyor.
En yakın zamanda Gaustad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşmam lazım.
Helene'ye gitmeliyim. Sana geleceğim sevgili Helene'm.
Beni beklersen sana geleceğim, diyorum.
Gel ve iş tulumlarını giy, diyor Hademe Hauge .

223
Niçin? Niçin böyle oldu? Niçin Helene? Niçin?
Hadi gel artık, diyor Hademe Hauge .
Başımı sallıyorum. Hademe Hauge iş tulumlanmı giymemi söy­
ledi bana, Hademe Hauge'nin dediklerini yapmalıyım, yoksa asla
iyileşemem, iyileşmek isteyen Hademe Hauge'nin söylediklerini ye­
rine getirmek zorunda, dedi Doktor Sandberg. Hademe Hauge'nin
dediklerini yapmalıyım.
Ve Helene . Helene ayakta durmuş, amcasına yaslanıyor. Amcası
bir kolunu Helene'nin omzuna dolamış, boşta kalan kolunu göğüs­
lerinden aşağı kaydırıyor, evet Bay Winckelmann elini sevgili He­
lene'min göğsüne koymuş öylece duruyor. Helene başını kaldırmış
Bay Winckelmann'a bakıyor, adamın o kara yuvarlak yüzüne gü­
lümsüyor. Bay Winckelmann Helene'nin elini tutup pantolonunun
açıldığı yerin üstüne koyuyor, hah şöyle el burada duracak, diyor.
Helene elini Bay Winckelmann'ın pantolonunun açıldığı yerde gez­
diriyor. Bay Winckelmann'ın inlediğini işitiyorum. Böyle şeyler yap­
mamalısın sevgili Helene'm. Yapmamalısın.
Hertervig, gel hadi diyor Hademe Hauge .
O kız bir orospu , diyorum.
Yapacak çok iş var hadi , diyor Hademe Hauge .
Tamam, tamam, diyorum.
Hademe Hauge'nin elinde iş tulumu ve çizmelerle durmuş beni
beklemekte olduğunu görüyorum, seninle tekrar karşılaşınca uysal
ve kibar olmayacağım Alman orospusu seni . Hayır hayır kolay kur­
tulamayacaksın elimden o zaman.
Tuvalete gitmem lazım, diyorum.
Hadi çabuk ol, diyor Hademe Hauge .
Kapıyı açıp tuvalete giriyorum, aslında ihtiyacım yok ama niye gir­
dim ben buraya? Tuvalete gitmem lazım sözü çıktı ağzımdan. Kapı­
nın çengelini takıyorum. Gaustad Akıl Hastanesi'nin tuvaletleri gayet
güzel. Islak değil buralar. Hiçbir yerde Gaustad Akıl Hastanesi'ndeki
kadar güzel tuvalet görmedim ben. Helene durmuş erkeklere gülüm­
süyor. Peki ama niçin gitti Helene? Niçin ressam olamayacağımı bir

224
t ürlü anlayamıyorum. Doktor Sandberg sürekli apış aramı ellediğim
ı<_:in ressam olamayacağımı söylüyor. Niçin ressam olamayacağım? Ve
de niçin tuvalete gitmem lazım, dedim ben? Bende bir gariplik mi var,
bacak aramda yani? Pantolonumun düğmelerini çözüyorum. Panto­
lonumu ve donumu indiriyorum. Bacaklarımın arasına bakıyorum.
Kamışımın enlice olduğunu görüyorum. Aşağı sarkık ve hafif yana
kayık olduğunu görüyorum, kamışım biraz sertleşmiş. Ben apış arası­
nı ellediği için ressam olamayacağı söylenen ressam Lars Hertervig'im.
Asla iyileşemeyeceğine göre apış arasını ellemeye devam edebilir değil
mi? Apış aramı ellemek istiyorum. Kamışımı kavrıyorum. Kamışım
parmaklarımın arasında irileşiyor. Duvara bakıyorum. Bacaklarımı
açmış ayakta duruyor ve elimle kamışımı tutuyorum. Kamışımı sım­
sıkı kavrıyor ve derisini kamışımın ucuna doğru çekiştiriyorum. Eli­
mi kamışımın üzerinde bir aşağı bir yukarı hızlı hızlı kaydırıyorum.
O kahrolası orospu. Orospunun amcasıyla ilişkisi var, onun önünde
diz çöküp kamışını yalıyor. O kahrolası orospu . Niye buraya yanıma
geldi sonra da çekip gitti? Elimi kamışımın üzerinde bir aşağı bir yu­
karı hızlı hızlı kaydırıyorum. Kamışım sert ve uzun. Nasılsa ressam
olamayacağım. O halde apış aramı istediğim kadar elleyebilirim. Zira
ressam olamayacağım nasılsa. Elimi kamışımın üzerinde bir aşağı bir
yukarı sertçe kaydırıyorum . . m ve s.k. Memeler. S . k ve .m. Bütün
kanlar orospu . Biliyorum bütün kanlar orospu . Elimi kamışımın üze­
rinde bir aşağı bir yukarı hızlı hızlı kaydırıyorum. Kamışımı daha bir
sıkı kavrıyor, elimi kamışımın üzerinde bir aşağı bir yukarı hızlı hızlı
kaydırıyorum. Apış aramı elliyorum. Artık martıları ne duymak ne
de görmek istiyorum. Daha fazla martı istemiyorum. Martılar var mı
yok mu bilmiyorum. Artık martıları görmek istemiyorum. Elimi ka­
mışımın üzerinde bir aşağı bir yukarı sertçe kaydırıyorum, Hademe
Hauge'nin hadi çık artık Hertervig dediğini işitiyorum. Hademe Hau­
ge kapının dışında beni beklerken Doktor Sandberg'in deyimiyle ben
apış aramı elliyorum, Hademe Hauge beklesin dursun. Ben kar küre­
mek istemiyorum. Ben bir ressamım. Artık martıları görmek istemi­
yorum. Elimi kamışımın üzerinde bir aşağı bir yukarı kaydırıyorum.

225
Kar küremeyeceğim. Ben ressamım. Kar küreyen bir herif değilim.
Hertervig, diyor Hademe Hauge .
Kamışım sert ve uzun. Elimi kamışımın üzerinde bir aşağı bir
yukarı kaydırıyorum. Artık martıları görmek istemiyorum.
Çık artık Hertervig!
Elimi kamışımın üzerinde bir aşağı bir yukarı kaydırıyorum.
Sen çıkmazsan ben yanına gelmek zorunda kalacağım, diyor Ha-
deme Hauge .
Gelirse gelsin. Hiç kamış görmüşlüğü yok mu sanki? Beni daha
önce kendi deyimiyle kendimi ellerken gördü zaten. Artık taham­
mülüm kalmadı. Bugün Noel Yortusu ve ben Gaustad Akıl Hasta­
nesi'nden uzaklaşacağım, Gaustad Akıl Hastanesi'nden çıkmadığım
taktirde asla ressam olamayacağım, kendimi resim yapmakta ilerle­
temeyeceğim, biliyorum. Buradan uzaklaşmalıyım. Elimi kamışımın
üzerinde bir aşağı bir yukarı kaydırıyorum. Kahrolası martılar. O
kahrolası orospu. Amcasının önünde diz çökmüş, kamışını ağzına
almış. Buradan uzaklaşmalıyım ben.
Derhal çık dışarı !
Bacaklarımı açmış ayakta duruyor ve duvara bakıyorum, Hade­
me Hauge kapının koluyla oynuyor, kamışımı bırakıyor ve donumu
çekiyorum, pantolonuma uzanırken kapının dışarı doğru zorlandı­
ğını görüyorum. Hademe Hauge kapının çengelini yerinden oyna­
tıyor ve kapı içeri doğru açılıyor. Hademe Hauge'nin kapıda durup
tuvalete ve bana baktığını görüyorum.
Hayır ama, diyor Hademe Hauge . Bu hiç aklıma gelmemişti. Ola­
maz , olamaz .
Hademe Hauge'nin yüzüne bakıyorum.
Derhal Doktor Sandberg'le konuşmam gerek, diyor Hademe
Hauge .
Başımı öne eğiyorum.
Düğmele pantolonunu herifçioğlu , diyor Hademe Hauge .
Pantolonumu yukarı çekiyorum, gözlerim yerde .
Olmaz , olamaz, diyor Hademe Hauge .

226
Yılan kıvıl kıvıl kıpraşıyor, diyorum.
Derhal Doktor Sandberg'in yanına gitmem gerek, diyor Hademe
Hauge . Burada bodrumda bekleyeceksin. Anlaşıldı mı?
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Düğmele pantolonunu , hadi !
Düğmeliyorum pantolonumu .
Çık dışarı , diyor Hademe Hauge .
Tuvaletten dışarı çıkıyorum. Hademe Hauge arkamdan tuvaletin
kapısını kapatıyor, Hademe Hauge'nin Doktor Sandberg'in yanına
gidiyorum dediğini duyuyorum, sen bodrumda bekle diyor Hade­
me Hauge , ben başımı evet anlamında sallıyorum, Hademe Hau­
ge'nin yürüdüğünü ve basamaklardan çıktığını görüyorum. Gaustad
Akıl Hastanesi'nden uzaklaşmam lazım. Resim yapmama izin yok.
Gaustad Akıl Hastanesi iyi resim yapamayan ressamlarla dolu . Ga­
ustad Akıl Hastanesi'nde kalamam artık. Gitmem gerek. Derhal git­
meliyim. Bodrumdan bahçeye açılan kapıya doğru gidiyorum. Dışa­
rı bakıyorum. Helge ve diğer kar küreyiciler iki yanı ağaçlı yolun ile­
risinde duruyorlar. Sırtlarını görüyorum. Kar küreyicilerin bir eğilip
bir kalkarak hareket ettiklerini görüyorum. Dışarı çıkıyorum, kar
üstüme yağıyor. Beyaz kar tanelerinin mavi ceketimin üzerine düş­
tüğünü görüyorum. Hızlı yürümeliyim. Gaustad Akıl Hastanesi'nde
daha fazla kalamam artık, sevgili Helene'mi bulmam lazım . Helene
aşağıda yolun bittiği yerde , iki yanı ağaçlı yolun en sonunda durmu­
yor mu? Beyaz elbisesi içinde . Mavi gözleri , onun mavi gözleri de­
ğil mi gökyüzünü kaplayan , hafif bulutlu gökyüzü Helene'nin mavi
gözleri değil mi? lki yanı ağaçlı yolun sonuna doğru yürüyorum.
Beyaz ve yumuşak karların üzerinde yürüyorum . Beyaz kar taneleri
üzerime düşüyor. Helge'nin iki büklüm kar küremekte olduğunu
görüyorum, Helge nereye gidiyorsun diye bağırıyor bana . Avazım
çıktığı kadar lanet olası sana ne , diye bağırıyorum, yokuş aşağı yürü­
yorum, yolun sonunda kar beyazı elbisesi içinde sevgili Helene'min
durduğunu görüyorum, az bulutlu gökyüzü kadar mavi gözleriyle
orada duruyor. Ne kadar çok resmini yaptım onun gözlerinin . Çoğu

227
zaman az bulutlu gökyüzünün de resmini yaptım. Işık içinde . Işık
içindeki az bulutlu gökyüzünün resmini yaptım. Helene'nin resmini
yok edeceğim. Işık içinde . Az bulutlu gökyüzünde .
Kahrolası serseri, diye bağırıyor biri.
Git bakalım , git de as kendini , diye bağırıyor bir başkası.
İyi sıkıştırılmamış bir kartopu ensemde patlıyor.
Git as kendini ! diye bağırıyor biri .
İki yanı ağaçlı yolda yokuş aşağı yürüyorum, istedikleri kadar
kartopu atsınlar bana , Gaustad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşıyor ve
sevgili Helene'me gidiyorum, Helge bağırıyor, kendini asmalısın
diye bağırıyor arkamdan Helge , iki yanı ağaçlı yolda yokuş aşağı yü­
rüyorum, Gaustad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşıyorum, ben ressam
olacağını, git as kendini ! diye bağırıyor biri . İki yanı ağaçlı yolda yo­
kuş aşağı yürüyorum, Gaustad Akıl Hastanesi'nden uzaklaşacağını
ve resminin üzerini boyayıp , yok edeceğim.

228
Asane, akşam, 199 1 sonbaharının sonları: Vidme karanlıkta rüz­
garda ve yağmur altında yürüyor, otuzlu yaşlarının ortasında bir ya­
zar o, üzerinde eski bir pardösü kaldırımdan yürüyor, elinde siyah
şemsiye , üzerinde gri pardösüyle yürürken yağmur ve karanlık yü­
zünden kolayca fark edilemeyeceğini düşünüyor. Vidme yağan yağ­
mur ve rüzgara karşı iki büklüm vaziyette kaldırımda ilerliyor, yüzü­
nü hafifçe yana çevirmiş yola bakmaksızın yürüyor, yolda uzun kuy­
ruklar halinde seyreden otomobillerin asla yanından geçecek tek tük
araçlara dönüşmeyeceğini düşünüyor. Her ne kadar yüzünü yana
çevirmiş olsa da taşıt farlarının yağmur altında asfaltta parladığını
görüyor. Vidme yürürken önce ismini söyleyip kendimi tanıtacağım
diye geçiriyor içinden. Bu işi bitirmek zorunda. Çünkü o, Vidme ,
saçları ağarmaya başlamış otuz yaşlarında bir adam, önemli bir kanı­
ya vardığına ve hayatını onunla uyumlu bir hale getirmeye mecbur
olduğu inanıyor, yazıları aracılığıyla çok önemli bir şeye -hayatını
yaşarken bundan sonra göz önünde bulundurması gereken bir şeye­
nüfuz etmesi gerektiğini düşünüyor ve işte bu nedenle de Vidme
rüzgarda, yağmur altında yürüyor şimdi. Bir yazar olarak bunca yıl­
lık çalışmasının kendisine pek az kişinin bildiği, çok önemli bir şey
öğrettiğini düşünüyor Vidme , çok fazla insanın görmediği bir şeyi
gördüğünü düşünüyor Vidme rüzgarda, yağmur altında yürürken,
zira kişi belirgin sınırlar çizdiği , çapı belli ve derinlemesine çalıştığı
taktirde sadece epeyce içine girmiş, derine inmiş olmakla kalmayıp
başkalarının görmediği ama kendisinin gördüğü şeyi görecektir diye
düşünüyor, Vidme rüzgarda, yağmur altında yürürken, bunca yıldır
neredeyse her gün oturup çalışmasının sonucunda vardığı kanı bu.

229
Vidme yazarlık çalışmalarının kendisini bir göz açıp kapayacak ka­
dar kısa bir zamanda, altıncı hissiyle görebildiği o mesut anlarda ila­
hi olanın bir anlık görüntüsü olarak algıladığı bir şeyin içine sokup,
derine indirdiği kanısında ; "bir anlık görüntü" ve "ilahi", Vidme'nin
sevmediği kavramlar, Vidme bu kavranılan sevmiyor olmasaydı bazı
kısacık anlarda inkar edemeyeceği bir deneyim yaşadığını -ki bu de­
neyim hem Vidme hem de başkaları üzerinde gülünç olduğu izleni­
mi bırakabilirdi- söyleyebilirdi, ne var ki biraz başarısız bir yazar
olan Vidme -eğer bu kavramı kullanabilseydi- bazı kısacık anlarda,
daha önce yazmayı hayal bile edemediği bir ifadeyle ilahi bir şeyle
yakın temasa geçtiğini erken yaşta fark ettiğini söylerdi . İşte bu yüz­
den Vidme rüzgarda, yağmur altında yürüyor. Fakat ilahi -Tanrı de­
meyelim de ilahi diyelim- Vidme'nin kullanabileceğini hissettiği bir
ifade değildi . Lakin kullanabileceği başka sözcük yoktu . Ve şimdi
Vidme akşamın erken saatlerinde rüzgarda, yağmur altında yürüyor,
şimdi Vidme an itibarıyla yağmura karşı önüne siper yapmaya çalış­
tığı siyah bir şemsiyenin altında yağmurda yürüyor, şimdi Vidme
kaldırımda yürüyor ve tersten fena halde rüzgar alıyor elindeki şem­
siye . Bugün Vidme bir karara vardı . Önce ismini söyleyip kendisini
tanıtacak, Vidme diyecek sonra da ziyaretinin amacını belirtecek.
Çünkü biraz başarısız bir yazar olan Vidme Bergen'in Asane semtin­
de karanlıkta yağmur altında yürüyor. Aniden yön değiştiren rüzgar
şemsiyeyi tersine çeviriyor. Vidme şemsiyeyi kapatmaya çalışıyor.
Tellerden birkaçı kırıldığı için bunu beceremiyor. Vidme şemsiyeyi
bir kez daha kapatmaya gayret ettiyse de olmuyor ve Vidme bir elin­
de telleri kırık şemsiye olduğu halde rüzgarda, yağmur altında yürü­
yor. Yağan yağmur saçlarını ıslatmış, sular yüzünden akıyor. Vidme
boşta olan eliyle saçlarını geriye doğru sıvazlıyor ve alnındaki suları
siliyor. Vidme karanlıkta , yağmur altında yürüyor, Vidme bir karara
vardı, bu öğleden sonra bir karar aldı. Bunu yapmak zorunda. Gayet
emin olduğu bir konuda hiçbir şey yapmadan oturup bekleyemez
artık. Vidme yağmur altında, yürüyor. Bugün yeni bir roman yazma­
ya başlayacaktı ama başlayamadı. Bugün Vidme ressam Lars Herter-

230
vig'in bir tablosuyla ilgili bir romana başlayacaktı , bir keresinde ta­
mamen rastlantı eseri olarak Vidme yağan yağmurdan kaçmak üzere
Oslo'daki Milli Müze'ye girmişti, Oslo' da yağmurlu bir günde öğle
.
saatlerinde Milli Müze'nin salonlarını gezerken gözleri bir tabloya
takıldı , bu resim onu adeta kendine çekmişti , Vidme ressam Lars
Hertervig'in Fra Borg0ya isimli tablosunun önünde duruyordu , Ya­
zar Vidme bu resmin önünden ayrılamıyordu , bin dokuz yüz sek­
senli yılların sonuna doğru bir gün Yazar Vidme ressam Lars Herter­
vig'in bir tablosunun önünde duruyordu, Vidme işte o gün orada,
Oslo'da yağmurlu bir öğle saatinde hayatta deneyimlediği en müthiş
şeyin karşısında durmaktaydı. Evet böyle düşünüyordu Vidme : Ha­
yatta deneyimlediği en müthiş şey. Ve bunun nasıl bir duygu oldu­
ğunu anlatmaya çalışırken, tüylerinin diken diken olduğunu , gözle­
rinden yaşlar boşandığını söylemekten öteye gidememişti , tam o sı­
rada yaklaşan ayak seslerini işitmiş, salona birilerinin girdiğini fark
etmişti , belki de insanlar Yazar Vidme'nin gözlerinden yaşlar boşana­
rak seyrettiği tabloya bakmaya geliyordu , ama Vidme yaşlı gözlerle
orada, Lars Hertervig'in yarattığı, Oslo'daki Milli Müze' de asılı olan o
mavi gökyüzü tablosunun önünde duramazdı daha fazla. Gözyaşla­
rını silmeli ve kendini toplamalıydı. O gün öğle saatlerinde Vidme
sokaktan içeri, Milli Müzeye girip elindeki çantayı resepsiyona bıra­
karak, salonlara geçtiğinde Vidme'ye bir şeyler olmuştu . Kendisine
ne olduğunu tam olarak bilmiyordu ama Vidme ressam Lars Herter­
vig'le aynı sülaleden gelmesi nedeniyle Lars Hertervig'in yarattığı
tablonun önünde durmuş ve hayatta deneyimlediği en müthiş şey
olarak tanımladığı bir şey yaşamıştı . Ama bu aptalca bir şey, diye
düşünüyor Vidme . Bu çok aptalca . Yine de Yazar Vidme ressam Lars
Hertervig hakkında yazma karan almıştı, hayır hayır ressam hakkın­
da değil de yine de bir bakıma ressam hakkında . . . Oslo'da gri bir
sonbahar sabahı yazar, akşamdan kalma kafayla vasat yazar Vidme
Milli Müze'ye girer ve uzak akrabası ressam Lars Hertervig'in bir tab­
losuyla burun buruna gelir, bu karşılaşmanın sonucunda Lars Her­
tervig hakkında bir kitap yazmak ister, hayır ressam hakkında değil ,

231
kesinlikle değil, ama yine de bir bakıma onun hakkında. Ve işte bu­
gün, tam da bugün yazar çalışmaya başlayacaktı . Ancak aradan bir­
kaç saat geçtikten sonra Yazar Vidme tek bir satır bile yazamadan
yazı masasından kalktı üzerine pardösüsünü geçirip yağmurlu hava­
da dışarı çıktı, şimdi Vidme yol boyunca bir kaldırımda yürüyor,
elinde bir şemsiye taşıyor bir süre ve karanlıkta yağmur altında yü­
rüyor, bir kez daha şöyle düşünüyor önce ismini söyleyip kendisini
tanıtacak, sonra da ziyaretinin amacını belirtecek zira Yazar Vidme
Bergen'de yaşadığı semt olan Asane'de bir rahiple görüşmeye gidi­
yor. O yani Vidme bir rahiple görüşme yapmak üzere karanlıkta yağ­
mur altında yürüyor, görüşeceği kişi Den Norske Kyrkja kilisesi ce­
maatine mensup bir kadın rahip. Yazar Vidme hayatı boyunca nefret
ettiği ve on beş yaşındayken üyelik kaydını sildirdiği bir kilisenin,
Den Norske Kyrkja'nın bir rahibiyle görüşmeye gidiyor. Bu çok gü­
lünç ve saçma . Yazar Vidme ben gülünç duruma düşmüş bir adamım
diye düşünüyor karanlıkta rüzgarda bir kaldırımda yürürken ve bir
romanın bütünlüğü içinde insanı gülümseten kahkahalara boğan şe­
yin ilahi olanla bir ilgisi olduğuna ikna oluyor hissediyor, işte bu
nedenle de Yazar Vidme bugün Den Norske Kyrkja'ya bir rahiple
görüşmeye gidiyor. Yüzünü hafifçe yana çevirmiş, başı öne eğik, iki
büklüm bir vaziyette yürüyen Yazar Vidme çaresizlik ve üzüntü için­
de, Yazar Vidme üzerinde gri pardösü , bir elinde kırık şemsiye rüz­
gara ve yağmura karşı yürüyor. Vidme Den Norske Kyrkja'nın bir
rahibiyle görüşme yapmaya gidiyor. Vidme kapıyı çalacak, ismini
söyleyip kendisini tanıtacak, sonra da ziyaretinin amacını belirtecek.
Ama önce içeri davet edilmesi gerekiyor. Yazar Vidme yürüyor yağ­
murda. Gülünç duruma düşmüş bir adam olduğu kanısında. Vidme
yağmurda yürüyor ve hemen hemen hiçbir mazereti olmadığını dü­
şünüyor. Çünkü o gülünç duruma düşmüş bir adam. Yazar Vidme
yağmur altında yürüyor ve gülünç duruma düşmüş bir adam o. Bu­
gün uzun bir süredir başlamayı ertelediği yeni bir romana başlaya­
caktı, hatta birkaç yolculuk da yapmıştı , öyle uzun yolculuklar değil­
di bunlar, çünkü Vidme'nin isteksizce yaptığı şeylerden biridir seya-

232
hat, yolcuk onun için adeta büyük bir fedakarlıktır. Yazar Vidme
seyahatten nefret eder ancak uzak akrabası ressam Lars Hertervig'in
hayatına nüfuz edebilme çalışması çerçevesinde birkaç kısa yolculuk
yapmıştı, Yazar Vidme Tysvrer'e gitmişti örneğin diye düşünüyor
rüzgarda, yağmur altında yürürken, Vidme Tysvrer'e gitmişti ressam
Lars Hertervig'in doğduğu ada olan Borg0ya'yı ziyaret etmek üzere ,
ne var ki Borg0ya'ya bakan bir iskeleye kadar gidebilmiş suyun karşı
tarafına, adaya geçmesi mümkün olmamıştı, Vidme çok sayıda tek­
nenin bağlı olduğu iskelede durmuş beklemiş ancak tek bir insan
bile çıkmamıştı karşısına, Vidme durmuş adaya uzak akrabası res­
sam Lars Hertervig'in doğduğu , gençliğini geçirdiği ve olgunluk ça­
ğında bazı yıllar yaşadığı büyük Borg0ya Adası'na bakakalmıştı . Ya­
zar Vidme karada çaresiz kalmış, adaya geçmenin bir yolunu bula­
mamıştı . Tek bir insan bile yoktu iskelede . Yine de sabretmiş, orada
durmuştu . Bir süre sonra kıyıda birinin hareket ettiğini fark etmişti,
iskelenin yakınında kayaların orada yaşlı bir adam yürüyordu , ama
Yazar Vidme adamla konuşup ziyaretinin amacını belirtmek isteme­
mişti , bunu biraz utandırıcı bulmuştu , böyle bir şey yapamazdı yani
yaşlı bir adamla bu şekilde konuşamazdı, bunun sonucu olarak da
yaşlı adam yoluna devam edip gitmiş, sahilde kayaların arasında
kaybolmuştu , Vidme iskelede durmaya ve zamanında Lars Herter­
vig'in doğmuş olduğu adaya -ismini adadan alan Fra Borg0ya adlı
tablo yazarın hayatını değiştirmişti, Yazar Vidme böyle düşünmeyi
severdi- bakmaya devam etmişti , tablo Yazar Vidme'nin şu an durup
sadece karşıdan baktığı adanın bir bölümünü tasvir ediyordu ve Ya­
zar Vidme iskelede mahsur kalmıştı ve anladığı kadarıyla kutsal ada­
ya6 ulaşma şansı yoktu . Nihayetinde Borg0ya güzel bir adaydı . Adaya
dair söylenecek kötü bir şey yoktu . Yazar Vidme iskelede durmuş ve
bulunduğu yerin yüz ya da iki yüz metre ilerisinde kıyıda kayalar
üzerinde yürüyen yaşlı adamı seyrederken ulaşılması mümkün ol-

6 Burada kullanılan forjettede sıfatı İncil de yer alan "det forjettede land" (Ingi­
lizcesi the Promised Land, Israiloğullarına Vaadedilmiş kutsal topraklar)'a atıfta
bulunmaktadır (ç.n.).

233
mayan Borg0ya'ya dair söylenebilecek güzel şeyler de yoktur muhte­
melen diye düşünüyor. Yaşlı adam başını kaldırıp baktığında Vidme
onu görmemiş gibi davranarak aşağıya, kayalara bakıyor, sonra ora­
da durmuş kendisine sadece bakan ama görmeyen yaşlı adama dö­
nüyor Vidme , yaşlı adamın iskelede duran saçlan hafifçe ağarmış bu
yabancıya gözü ilişmedi bile diye düşünüyor Vidme , yaşlı adam bes­
belli iskelede duran ve tam da bakış açısına giren -zira yaşlı adam
durmuş bakışlan Vidme'nin bulunduğu iskelede olduğu halde görü­
nürde bir insan yokmuş gibi dosdoğru karşıya bakıyor- beni görme­
miş olmalı , diye düşünüyor. İşte o an Vidme Borg0ya'ya gitmemeye
karar veriyor çünkü çalılar fundalıklar ve taş yığınlanndan ibaret
olan Borg0ya doğadan pek de hazzetmeyen Vidme'ye ilginç gelmi­
yor. Sonunda eve dönmeye karar veriyor. Zaten yolculukla aram hiç
de iyi değildir diye düşünüyor. Keza doğayla da öyle. Böyle şeyler
ona göre değil . Vidme iskele üzerinde kara yönünde yürümeye baş­
lıyor. O sırada ayak sesleri işitiyor, dönüp yaşlı adamdan tarafa bakı­
yor ancak yaşlı adam hala orada duruyor, bu kez Vidme yukanya
yola doğru bakıyor ve ayağında yüksek konçlu çizmeler, başında
kaşlarını örten kasket olan bir adamın yokuş aşağı inmekte olduğu­
nu görüyor. Vidme oradan derhal uzaklaşması gerektiğini düşünü­
yor. Bu iskelenin özel mülk ve gelen çizmeli adamın da buranın sa­
hibi olabileceğini geçiriyor aklından. Vidme kıyıdaki kayalıklara
ulaşıyor. Yokuştan inen adamın bugün hava güzel, denize açılmak
için çok uygun dediğini işitiyor tam o sırada . Vidme adamın yüksek
sesle düşündüğü ve insanlara da kafasının içindekilerle konuşuyor­
muş gibi hitap ettiği izlenimi ediniyor, bu durumda adama bu feci
yaz gününde adaya gelmesine neden olan ressam Lars Hertervig'i
tanıyıp tanımadığını sorabilirim diye düşünüyor.
Lars Hertervig, diyor Vidme .
Evet Lars Hertervig, evet, deliydi o, diyor adam.
Evet diyor ve her ikisi de susuyor.
Sen onunla akraba mısın? diyor Vidme ve anında karşısındakini
fena halde incittiğini anlıyor.

234
Evet şu veya bu şekilde diyor adam, Vidme Borg0ya'ya gidemese
de ressamın bir akrabasıyla karşılaştığını düşünüyor ama benim de
Lars Hertervig ile uzaktan akraba olduğunu söylememeliyim diyor
kendi kendine , bunu söylediğim taktirde bekar bir erkek olduğunu
sandığım bu adam beni yaşlı annesinin evine kahve içmeye davet
eder, ben de adamın bugün kek yapmış olan yaşlı annesiyle oturup
sohbet etmek durumunda kalırım, bunu istemiyor çünkü Vidme
kek pasta sunan ve akrabalarından bahseden yaşlı kadınlarla -çün­
kü bu adamın annesi de mutlaka Lars Hertervig deliydi diye anlat­
maya başlayacaktı- temas etmekten hoşlanmaz.
Lars Hertervig, evet, diyor adam.
Borg0ya'da doğmuştu , diyor Vidme .
Evet ben de , diyor adam.
Sen de mi? diyor Vidme .
Ama ben küçükken taşındık adadan, diyor adam.
Ha tamam, diyor Vidme , o sırada denize çıkacak mısın diye bir
ses duyuyor, bakıyor ki yaşlı adam iskelenin yakınına kadar gelmiş
onlara bakıyor yani Vidme ile yüksek konçlu çizme giymiş adama,
böyle güzel bir günde balıklar pek oltaya gelmez , diyor yaşlı adam .
Sen bilirsin bu işi Olav, diyor yüksek konçlu çizme giymiş adam.
Eh epey balık tutmuşluğum vardır diyor isminin Olav olduğu
anlaşılan yaşlı adam.
Ben çıkayım balığa yine de diyor yüksek konçlu çizme giymiş
adam ve Vidme'ye bakıyor, havanın çok güzel olduğunu bu sıcak
havada karada kalamayacağını , balık yakalasın veya yakalamasın
bu kadar güzel havada denize açılıp , balık tutmak istediğini söy­
lüyor, Vidme evet anlamında başını sallıyor, adam sohbet için te­
şekkür ederim diyor Vidme ben de cevabını veriyor, adam kıçtan
takma motorlu bir kayığa atlıyor, ipleri çözüyor ve karadan açı­
ğa doğru itiyor. Vidme adamın biraz uzakta motoru suya indirip,
marşa bastığını , önce küçük bir patırtı koptuğunu sonra motorun
çalışarak uzaklaştığını görüyor. Vidme Borg0ya'ya bakıyor. Vid­
me fundalıkları , kayaları ve taş yığınlarını görüyor, yüksek konçlu

235
çizme giymiş adamın kayığıyla Borg0ya'ya doğru gözden kaybol­
masını izliyor.
Bugün asla balık yakalayamaz bu , diyor yaşlı adam.
Vidme dönüp kıyıda kayaların üzerinde duran yaşlı adama ba-
kıyor.
Çok sıcak, diyor yaşlı adam.
Vidme evet anlamında başını sallıyor.
Eğlence olsun diye bu havada çıkıyor balığa .
Vidme yine evet anlamında başını sallıyor ve burada durup kar-
şıya Borg0ya'ya
bakan yaşlı adama Lars Hertervig'i sorabileceğini düşünüyor.
Lars Hertervig, diyor Vidme .
Evet deliydi o, diyor yaşlı adam.
Vidme evet anlamında başını sallıyor.
Ben onunla akrabayım, diyor yaşlı adam.
Vidme yaşlı adama bakıyor, artık yoluma gideyim ben diyor ve
Vidme kıyıdaki kayalıklara doğru gidiyor ve Yazar Vidme karanlıkta
kaldırımda, yağmur altında yürüyor yürüyor, bugün yeni romanıma
başlayacaktım diye düşünüyor, kitapta ressam Lars Hertervig'in res­
mini yaptığı bulutların sakladığı insani sırlardan bazılarını yazı sa­
natının aracılığıyla ortaya koymaya gayret edecekti , bu kitabı bunun
için yazacaktı , şimdi karanlıkta, yağmur altında yürüyor, Den Nor­
ske Kyrkja'nın bir rahibiyle görüşme yapmaya gidiyor. Yazar Vidme
sırılsıklam. Sular saçlarından damlıyor, pardösüsü adeta ağırlaşmış.
Vidme yağmur altında, rüzgara karşı iki büklüm vaziyette , yüzü­
nü hafifçe yana çevirmiş ilerliyor ve Vidme bunu yapamayacağım
dönmeliyim diye düşünüyor. Vidme yağmur altında yürüyor. Ve
Vidme roman yazmaya başlama çabamı keşke sürdürseydim diye
düşünüyor. Bu karanlıkta ve yağmurda sokağa çıkmamalıydı . Ya­
zar Vidme bambaşka bir şey yapmalı , bir an önce eve dönmeliydi
zira elindeki kırık şemsiyeyle bu yağmurda, karanlıkta yürümeye
devam edemez. Vidme yağmur altında böyle yürüyemez, eve dön­
mesi , üzerine kuru giysiler geçirmesi, saçını kurutması sonra da

236
yazı masasının başına oturup romanına başlaması gerek. Ama Vid­
me yürümeye devam ediyor. Bir süre sonra Vidme üzerinde ıslanıp
ağırlaşmış pardösüsü , uzun ve hafifçe kırlaşmış saçları alnına, ya­
naklarına yapışmış bir şekilde bir kapının önünde duruyor, Vid­
me parmaklarını bir kez daha saçlarının arasından geçirip saçlarını
geri atıyor ve ellerini pardösüsüne kurulamaya çalışıyor, oysa bunu
yapmak neredeyse imkansız çünkü pardösü en az saçları kadar ıs­
lak, bu yüzden ellerini kurutamıyor. Vidme Den Norske Kyrkja'nın
kapısını çalıp bu ıslak ellerle kadın rahibin elini sıkamayacağını
düşünüyor ama başka çare yok diyor kendi kendine , üstelik pek
de tuhaf görünüyorum böyle sırılsıklam diye düşünüyor Vidme ,
sonra elindeki kırık şemsiyeden kurtulmuş olmakla teselli ediyor
kendini, zira sokak kapısının dışında bir çöp tenekesi görmüş ve
şemsiyesini oraya bırakmıştı , Vidme şemsiyesinin çöp tenekesinin
içinde olabildiğince az yer kaplamasını arzu ettiğinden önce iyice
dibe ittirmişti onu , ne var ki şemsiye çöp tenekesinin tamamını işgal
.
ettiğinden, çöpten çıkarmış, tüm gücünü kullanarak tellerini kırıp
hacmini küçültmüş ve şemsiyeyi iyice sıkıştırıp bir kez daha çöpe
atmıştı ancak şemsiye çöpe düşer düşmez kendiliğinden yeniden
açılmış ve çöp tenekesini tamamen doldurmuştu . İşte o an Yazar
Vidme bu işten vazgeçti . Etrafına bakındı, kimsecikler yoktu , sokak
kapısını açtı binanın girişindeki sahanlığa adım attı , merdivenlerden
çıkarken birilerinin beni görmesinden korkma nedenim başkalarıy­
la birlikte Den Norske Kyrkj a'dan bir rahibin de yaşadığı binanın
kapısının önündeki çöp tenekesini tamamen dolduran kırık şemsiye
değil diye düşünüyordu , nedeni aslında birilerinin onu görme ihti­
maliydi, Yazar Vidme gören kişinin veya kişilerin çok aşina olduğu
bir binanın girişindeki sahanlığa adım atıyordu, şimdi, yani şu an
Yazar Vidme aklından bile geçiremeyeceği bir şeyi yapmakta ve Den
Norske Kyrkj a'dan bir rahibi üstelik bir kadın rahibi ziyaret etmek
üzereydi , bu biraz utandırıcı bir durum diye düşünüyor, Den Nors­
ke Kyrkj a isimli kilise cemaatine mensup kadın rahibin ismi Maria,
bu kadarını hatırlıyor elbette ama en kötü ihtimalle bu binada aynı

237
ismi taşıyan başkaları da olabilir, diye düşünüyor Vidme , ancak bu
kez tedbirli davranmış Den Norske Kyrkj a'dan kadın bir rahibin is­
mini bir kağıda not etmiş ve pantolonun cebine koymuştu , Vidme
pardösüsünü açıp elini cebine sokuyor ve çıkardığı kağıtta güzel bir
isim olan Maria yazdığını görüyor. Demek ki onun, yazar Vidme'nin
görüşeceği kişi kadın rahip Maria, Den Norske Kyrkja isimli kilise
cemaatine mensup rahip Maria. Vidme çıkardığı kağıdı pantolonun
cebine sokuyor. Uzun ve kırlaşmaya başlamış saçlarını silkeliyor.
Parmaklarını iki taraftan saçlarının arasından geçiriyor sonra elleri­
ni pantolonuna siliyor, pardösünü toparlayıp düğmelerini ilikliyor,
sırılsıklam olmama rağmen biraz zarif ve derli toplu görünmeye ça­
lışayım diye düşünerek merdivenleri çıkıyor. Birinci katta kapıların
üzerinde yazan isimlere şöyle bir bakıyor ama Maria ismine - evet
ziyaret edeceği isim Maria- rastlamıyor ve ikinci kata doğru yoluna
devam ediyor. İşte orada . Bir kapının üzerinde güzel bir isim olan
Maria yazıyor. Vidme duruyor. Vidme kapıya bakıyor, kapının üze­
rinde pirinç bir levha asılı, levhanın üzerine siyah baskı harflerle
Maria yazılmış , levhanın üzerinde kapıda bir gözetleme deliği var,
bu nedenle Vidme kapının önünde uzun süre bekleyemeyeceğini
düşünüyor, kapıyı derhal çalmak ya da oradan uzaklaşmak zorun­
da, Vidme yaşadığı kent Bergen, Asane'de telefon rehberine bakarak
Den Norske Kyrkja'dan bir rahibin telefon numarasını bulmuştu .
Numarayı çevirdiğinde telefona bir kadın çıkmıştı, sesi genç bir kız
gibiydi, Vidme babanızla konuşabilir miyim demişti .
Babam mı? demişti kadın .
Evet rahiple , demişti Vidme .
Rahip benim, demişti kadın.
Ama , demişti Vidne .
Rahip izinde , demişti kadın .
Öyle demek, demişti Vidme bunun üzerine genç olduğu anlaşı­
lan güzel ses ona konu nedir diye sormuştu , Yazar Vidme kekeleme­
ye başlamış ve tek kelime edememişti, sonunda rahiple konuşmak
isteğini dile getirmişti, karşısındaki genç ve güzel ses de konu ne

238
olursa olsun bu akşam ona gelebileceğini, konuşabileceklerini söy­
lemişti . Vidme de teşekkür ederek geleceğini söylemişti . İşte şimdi
orada genç rahip Maria'nın kapısı önünde duruyor ve zili çalmaya
müthiş çekiniyor. Ve şu an harekete geçiyor. Kadın Rahip Maria'nın
ziline bir kez basıyor. Zile basıp , zilin sesini de işittikten sonra Vid­
me duvara yaslanıp yere , Den Norske Kyrkj a'nın bu genç kadın ra­
hibinin, genç ve güzel sesli güzel isimli Maria'nın paspasına doğru
bakıyor. Yazar Vidme durmuş örgü paspasa bakıyor. Yazar Vidme
durmuş Rahip Maria'nın örgü paspasına bakıyor. Derken kapı açı­
lıyor. Vidme ilkin kahverengi bir çift terlik içinde iki çıplak ayak
görüyor, sonra mavi bir kot pantolon, beyaz bir bluzun altında iki
iri göğüs, san saç telleri ve sapsan kabarık kıvırcık saçlar görüyor,
ardından dolgun dudaklı bir ağız görüyor Vidme , iri gözler ve geniş
bir alın görüyor Vidme . Sonra kavisli bir kol -bu kol kapı kasa­
sından başlayarak muhtemelen bu kişinin yaşadığı hanenin içlerine
doğru uzanan bir çeşit insandan müteşekkil bir açı oluşturuyor- ve
bu kolun bembeyaz tenini görüyor. Vidme bir kez daha yuvarlak
gözlere bakıyor ve başını öne doğru sallıyor hafifçe .
Evet, diyor kapıyı Vidme'ye açan insan.
Şeydi , diyor Vidme .
Evet, diyor bu ses.
Şeydi , diyor Vidme bir kez daha.
Telefondaki sen miydin? diyor bu ses .
Vidme kapı aralığında duran insana bakıyor ve başını evet anla­
mında sallıyor.
Gel o zaman içeri , diyor bu insan.
Vidme yine başını sallıyor. Ve Vidme önünde duran insana doğ­
ru bakıyor. Açık kapı kadını neredeyse gizler vaziyette . Vidme ka­
dının yaşadığı dairenin holüne bakıyor, sıradan bir konutun sıra­
dan bir holü , tıpkı Yazar Vidme'nin yaşadığı Bergen'in Asane sem­
tinde bulunan bu tip dairelerdeki holler gibi . Vidme baktığında son
derece sıradan bir hol görüyorsa da kapının önünde duran Vid­
me'nin üzerine müthiş bir cesaretsizlik çöküyor, sanki onu kucak-

239
layarak mahvedecek bir şeyle karşı karşıya gelmiş gibi bir duyguya
kapılıyor, kahve ile yün örgüsünün yaydığı sıcak bir duygu . . . Vid­
me yaşadığı Bergen'in Asane semtinde bulunan sıradan bir dairenin
holünde duruyor ve izah edemediği bir cesaretsizlik yaşıyor. Karşı­
sında duran Maria isimli insana doğru bakıyor. Kadın ona bir elbise
askısı uzatıyor. Bu arada Vidme'nin elleri titremeye başlıyor ve Vid­
me titreyen elleriyle düğmelerini çözüp pardösüsünü çıkarıyor ve
uzatılan elbise askısını alıyor, çıkardığı pardösüyü askıya asıyor ve
karşısındaki insana bakıyor, kadın da ona bakıyor ve karşısındaki
insan pardösünü alıp kuruyabileceği en azından sularını akıtabile­
ceği bir odaya asacağını söylüyor, Vidme pardösüyü uzatıyor, eğilip
ayakkabılarının bağcıklarını çözmeye başlıyor, ayakkabıları da sırıl­
sıklam olduğundan bağcıklar ıslanıp birbirine yapışmış bu yüzden
çözmekte güçlük çekiyor. Sonunda bağcıklarını çözdüğü ayakkabı­
larını çıkarırken ayakkabının tabanının tamamen açılmış olduğunu
görüyor. Başını kaldırdığında bu insanın yanında durduğunu görü­
yor, kadın ayakkabıları da kurutma dolabına koyacağını , o gidene
kadar biraz da olsa kuruyabileceklerini söylüyor ve Vidme müm­
kün değil, ayakkabılar asla kuruyamaz diye geçiriyor aklından , sırıl­
sıklam olmuş çoraplarımı da kurutmak üzere istemese bari diye
düşünüyor Vidme , karşı çıkmasına fırsat kalmadan bu insan ayak­
kabılarını alıp götürüyor. Vidme holden içeri doğru yürürken ıslak
çoraplarının zemine yapıştığını hissediyor, dönüp bakınca da arka­
sında izler bıraktığını görüyor, Vidme yağmurlu havada ince taban­
lı ayakkabıyla sokağa çıktığım taktirde böyle olacağını tahmin et­
meliydim diyor, hem de birini ziyarete giderken, olacak iş mi bu,
diye geçiriyor aklından, şimdi salona da giremem diye düşünüyor
Vidme , bu insan , Den Norske Kyrkja'nın rahibi güzel isimli Maria
buyur etmeden haneye girilmez . O an kahverengi terlikleri , çıplak
ayakları , mavi bir kot pantolonu , beyaz bluzunun altında dolgun ve
yuvarlak göğüsleri , sarı uzun dalga dalga dökülen saçlarıyla Maria
çıkıyor karşısına . Maria holde durmuş isminiz neydi diye soruyor?
Vidme'ydi , evet Vidme diye cevap veriyor o, kadın peki deyip elini

240
uzatıyor, Vidme de elini uzatıp kadının elini sıkıca kavrıyor ve sıkı­
yor, tuttuğu elin sıcak kendisininkinin ise soğuk ve nemli olduğunu
fark ediyor, eli bir süre daha tutmaya devam ediyor, Vidme birbiri­
mizi ciddi bir biçimde selamlamış olduk diye düşünüyor, kadına
bakıyor, kadının gözlerini yere indirdiğini fark ediyor, sonra ellerini
bırakıyorlar, Vidme kadına bakıyor, kadın Vidme'ye bakıyor ve Ma­
ria Vidme'ye içeri girin, diyor. Ve Maria evinin salonuna giriyor.
Arkasından Vidme Maria'nin salonuna giriyor. Sonra Vidme gidip
bir kanepeye oturuyor, kanepesine oturduğu Maria çay ister misin
diye soruyor ve Vidme memnuniyetle diyor, bunun üzerine Maria
mutfağa gidiyor ve salonla mutfak arasındaki kapıyı açık bırakıyor,
Vidme bakacak olsa Maria'nın beyaz bluzu ve mavi kot pantolonu
içinde mutfak tezgahının önünde durduğunu görebilir, kahverengi
terliklerin içindeki çıplak ayaklarını görebilir. Ve Vidme , otuzlu
yaşlardaki bu yazar, kendinden biraz daha genç olan Den Norske
Kyrkja'nın rahibi Maria'ya bakıyor. Vidme ile Maria Bergen'in Asane
semtindeki sıradan bir dairedeler. Akşamın erken saatleri . Maria
perdeleri kapatmamış olduğundan Vidme dışardaki karanlığı , pen­
cereye vurup camdan aşağı dökülen yağmur damlalarını görebili­
yor. Oldukça sıradan bir evin, oldukça sıradan bir salonunun cam­
daki yansımasını görebiliyor. Vidme parmaklarını ıslak saçlarının
arasından geçiriyor ve ellerini pantolonuna siliyor. Vidme Maria'ya
doğru bakıyor. Vidme karanlık pencereye bakıyor. Ne kadar akıl
almaz bir şey bu diye düşünüyor Vidme , bugün yeni romanını yaz­
maya başlamak yerine , masasından kalkıp salona gitmiş, telefon
rehberini bulmuş, yaşadığı ve çalıştığı kent Bergen'in Asane semtin­
deki Den Norske Kyrkj a'nın telefon numarasını çevirmişti . Vidme
bir erkeğin adına kayıtlı bir numaraya telefon etmiş ve karşı taraftan
da erkek sesinin cevap vermesini beklemişti . Ne var ki bir kadın
sesiydi cevap veren. Maria'nın sesi . Ve şimdi vekil rahip Maria mut­
fağında Vidme'ye çay hazırlamaktaydı. Bugün erken saatlerde Den
Norske Kyrkja'dan bir rahibe telefon etmiş olan Vidme şimdi otur­
muş yaşlı ve bilgili bir din adamı olduğunu tahmin ettiği rahibe

241
niçin telefon ettiğini kendine açıklamaya çalışıyor ve Vidme pekala
biliyor ki yazma eylemi sırasında -eğer bu kavrama karşı olmamış
olsaydı- bir anlık görüntü olarak isimlendirebileceği ancak daha iyi
bir sözcük bulamadığı için ilahi dediği bir şey gördüğü için yapıyor
bunu . Vidme yıllar boyunca ilahi olandan ve Tanrı'dan söz etmeyi
kutsal şeylere küfretmek gibi görmüştü . Bu tür ifadeleri kullanma­
mak gerekir diye düşünürdü . Ona göre eğer ilahi olandan ve Tan­
rı'dan bahsedilecekse bunu yaparken gerçekten kutsal olanı kastet­
memek gerekirdi . Bunları düşünürken Vidme'nin gözünün önüne
karanlığın, rüzgarın gazabından , her daim öldürmekle şefkat gös­
termek arasında kalmış aşktan, denizin karşılarına çıkardığı zorluk­
larından, denizden de zorlu doğumlardan ve üzerlerindeki şu mu­
azzam gök kubbenin varlığından yıldıkları için bütün olayları Tan­
rı'nın iradesine bağlayarak yıllar boyu hayata bir anlam vermeye
çalışmış çaresiz insanlar geliyor. Mavi açık deniz , mavi gökyüzü .
Yoğun karanlık ve uğuldayan rüzgar. Şu tepede bir kilise , bu tepede
bir cemaat evi . Kasvetli bir mezarlık ve yağmur. Bütün bunların bir
anlamı olmalı mutlaka . Yazar Vidme Den Norske Kyrkja'ya yeniden
üye olmak istediğini düşünüyor. Yazar Vidme toplumsal hayata ka­
tılmaz, daima uzakta kalmak ister, toplumla mümkün olduğunca az
ilişkide bulunmak üzere kendine sınırlar koymakta son derece ba­
şarılıdır. Ama şimdi Vidme toplumla yeniden bağ kurmayı arzu edi­
yor. Yazar Vidme şimdiye dek hiç tahammül edemediği , hatta şimdi
de tahammül edemediği Den Norske Kyrkj a'ya yeniden üye olmak
arzusunda . İşte bu nedenle Den Norske Kyrkj a'ya mensup bir rahi­
be telefon etti ve şu an itibarıyla güzel göğüslü Maria'nın evinde
oturuyor. Vidme elinden geldiğince kendini toplumdan uzakta tut­
maya çalışır. Ama buna rağmen o, Vidme Den Norske Kyrkj a'ya
mensup bir rahibe telefon etti , görgülü , bilgili olgun bir erkekle
görüşmek istediğini biliyordu, acılarla tanışmış ve bilgelik kazan­
mış, alelade hakikatleri tekrarlamanın dışında kalan sözler söyleye­
bilecek biriyle , tercihen kendisiyle bir kadeh içki paylaşıp, İncil' den
güzel ve sahici bulduğu satırları Vidme'ye yüksek sesle okuyacak

242
bir rahiple , işte böyle bir adamla görüşmek istiyordu Vidme . Bu
nedenle yaşadığı kent Bergen'in Asane semtinden bir rahibe telefon
etmişti bugün. Ve Vidme çok yalnız bir insan olduğundan görgülü ,
bilgili bir rahiple , Vidme için imkansız görüneni başarmış, çalışma­
larını Den Norske Kyrkj a'nın çizdiği çerçeve İçinde yürütmüş, top­
lum içinde diğer insanlarla bir arada yaşamış bir kişiyle , hayatın
çocukluktan yetişkinliğe , yaşlıktan ölüme geçiş şeklindeki önemli
dönüm noktalarında insanların yanında bulunup, bu dönüm nok­
talarının anlamını vurgulamayı kendine görev bilmiş bir rahiple ,
elinde kadehle -en azından böyle bir durumda- oturduğu yerden
bütün bu tuhaf insanlara hoşgörüyle bakan bir adamla konuşmak
istiyordu , Vidme'nin hayalinde canlandırdığı rahip Hristiyan sözcü­
ğünü çok dikkat ederek kullanıyordu zira bu öylesine suistimal
edilmiş bir sözcüktü ki rahip bile kendisini Hristiyan olarak isim­
lendirmiyor, Tanrı'dan da uzun uzun bahsetmek istemiyordu , işte
böyle mütevazı bir kişiyle, makaleler kitaplar yazmamış bir adamla
görüşmek istiyordu Yazar Vidme . Vidme gitar çalıp, dini şarkılar
söyleyen güzel bir karısı , itaatkar ve örnek çocukları olan bir rahip
istemiyordu . Böyle bir rahiple konuşmayı asla düşünemezdi . Vidme
güzel ve iyi kalpli olmayan bir kadınla evlenmiş -rahibin evli olma­
masını tercih ediyordu aslında- bir rahiple görüşmek istiyordu .
Vidme endişeli ve kuruntulu , aşkın öldürmekle şefkat göstermek
arasında kaldığını bilen, pek çok şeyi anlayan , haysiyetli ancak sü­
rekli gülümseyen, iyi niyet abidesi olmayan bir kadınla evli bir ra­
hiple görüşmek istiyordu , Vidme kafasında canlandırdığı rahibin
öncelikle kocasına benzeyen bir kadınla evli olduğunu, kadının tıp­
kı kocası gibi alçakgönüllü bir haysiyetle bir utancı gizlemekte ol­
duğunu , fazlaca el kol hareketleri yapmadığını ve aşırı bir kendine
güven sergilemediğini hayal ediyor. Vidme ille de evli olacaksa böy­
le bir kadınla evli olan bir rahibe telefon etmeyi denemişti bugün .
Oysa şimdi Vidme oturmuş, mutfaktan salona doğru elinde bir tep­
siyle gelmekte olan Maria'yı seyrediyor, tepside iki çay kupası, bir
çaydanlık, bir şekerlik ve bir tabak kurabiye var. Vidme Maria'nın

243
tepsiyi sehpanın üzerine bıraktığını görüyor. Maria Vidme'ye gü­
lümsüyor. Vidme başıyla hafif bir selam verdikten sonra önüne ba­
kıyor. Maria Vidme'nin önüne bir kupa koyuyor, sehpanın diğer
tarafında, pencereye dönük olarak yerleştirilmiş koltuğun yakınına
da ikinci kupayı bırakıyor, Vidme kupaya ve kupayı sehpaya bıra­
kan ele bakıyor. Maria çay servisi yapıyor, önce kendine sonra Vid­
me'ye . Şeker kullanıp kullanmadığını sorduğunda , Vidme evet lüt­
fen diyor, Maria bir kaşık ve şekerlik uzatıyor. Vidme kupaya şeker
koyarken yanında limon dilimi olduğunu fark ediyor. Vidme çayını
karıştırıyor. Vidme Maria'nın oturduğunu görüyor. Vidme çayı yu­
dumluyor ancak çay çok sıcak. Vidme kupayı elinden bırakıyor.
Vidme koltukta ayaklarını altına toplamış, ellerini dizlerinde kenet­
lemiş olan Maria'ya bakıyor. Maria eğilirken göğüslerini dizlerine
yaslamış, Vidme önüne bakıyor.
Demek ki, evet, Vidme , diyor Maria.
Ve o , Vidme önüne bakıyor ve ziyaretimin amacını belirtmeliyim
diye geçiriyor aklından, zira böyle yapmayı düşünmüştüm diye dü­
şünüyor. Peki ama neydi ziyaretinin amacı? Den Norske Kyrkj a'ya
yeniden üye olmak mı istiyor? Arzu ettiği bu mu? Bunu niçin isti­
yor? Kendisine doğru düzgün bir defin töreni yapılmayacağından
mı endişe ediyor? Nedir mesele? Öleceğini düşündüğünden müna­
sip bir defin töreni mi arzu ediyor? Nedir ziyaretinin amacı? Bun­
ları düşünüyor yazar giderek artan bir kafa karışıklığı içinde , sonra
bu durumun, böyle genç ve güzel bir kızla, güzel isimli Maria'yla
karşılıklı çay içmenin kafasında canlandırdığından çok daha farklı
olduğunu düşünüyor. O önemli ve zor kararının yani telefonu eli­
ne alıp Den Norske Kyrkja'dan bir rahibe telefon etmesinin sonucu
olarak şimdi kendini yaşadığı kent Bergen'in Asane semtinde çok
az eşyalı bir apartman dairesinde oturup genç ve güzel bir kızla çay
içerken bulduğunu düşünüyor Vidme , evet telefon etmişti demek ki
telefon etmek için bir nedeni vardı, o halde şimdi bir şeyler söyle­
mesi gerekiyor, örneğin Den Norske Kyrkj a'ya üye olmak istediğini
söyleyebilir.

244
İsmin Vidme'ydi değil mi?
Vidme , evet, diyor Vidme .
Ziyaretinin bir amacı olmalı, karşısındaki sorduğunda söyleye­
cek bir şeyi olmalı, böyle düşünüyor Vidme, gözlerini kaldırıp kar­
şısında oturmuş gözleri hafif yana çevrili güzel Maria'ya bakıyor.
Senin ismin de Maria, diyor Vidme .
Evet, diyor Maria.
Şimdi ziyaretimin amacını belirtmeliyim, diye düşünüyor Vid­
me , ne var ki Den Norske Kyrkja'ya katılıp , pazar günleri Maria'mn
verdiği vaazı dinlemek istemiyor, istemiyorum diye düşünüyor Vid­
me , önüne bakıyor, kupayı eline alıp biraz içiyor, hala soğumamış
olmasına rağmen çaydan birkaç yudum içiyor.
Sigara içebilir miyim? diye soruyor Vidme .
Maria başını evet anlamında sallıyor.
Bir rahiple görüşmek istemiştin.
Vidme başıyla evet diyor.
Özel bir durum mu vardı? diye soruyor Vidme .
Vidme Maria'ya bakıyor ve sigarasının pardösü cebinde olduğu­
nu söylüyor, Maria gidip kurutma dolabına astığı pardösünün ce­
binden sigara paketini getireceğini söyleyerek ayaklarım yere indi­
riyor ve kalkıyor, Vidme Maria'nın mutfakta gözden kaybolduğunu
görüyor. Vidme ah Maria , ah Maria, nasıl çıkacağım ben bu işin
içinden diye söyleniyor kendi kendine . Ne yapacağım şimdi? Bugün
rahibe telefon etmemin nedenini sana itiraf etmek durumundayım,
Den Norske Kyrkj a'ya üye olmaya karar vermiştim, evet konu buy­
du Maria, senin evine gelmeden önce buna kararlıydım, ah Maria,
seni gördüm, çok güzelsin, ismin de çok güzel Maria, tıpkı çocuk­
luğumda bir evin salonuna girmişim gibi hissettim kendimi Maria
ve sen pardösümü alıp kurutma dolabına götürdün, çay ve kurabiye
ikram ettin Maria , elbette bana niçin bir rahiple görüşmek istediğimi
soracaksın çünkü rahip sensin Maria. Bu nedenle de sana niçin bir
rahiple görüşmek istediğimi anlatmalıyım. Vidme Maria'nın elinde
sigara paketi ve çakmakla salona geldiğini görüyor, elindekileri seh-

245
panın üzerine bırakan Maria bir de kül tablası koyuyor. Vidme bir
sigara çıkarıyor. Maria yeniden sehpanın diğer tarafındaki koltuğu­
na oturuyor. Vidme şimdi Maria'nın koltukta dimdik bir vaziyette
oturduğunu görüyor.
Evet, diyor Vidme .
Özel bir durum mu var? diyor Maria .
Bir rahiple konuşmak geçmişti aklımdan, diyor Vidme .
Aklını meşgul eden bir şey mi var?
Bilmiyorum, diyor Vidme .
Yazar mısın? diyor Maria ve Vidme Maria'nın kendisine baktığını
görüyor.
Evet, diyor Vidme , Maria'ya bakıyor ve başını sallıyor, Maria'nın
onun yazar olduğunu bildiğini biliyor Vidme .
Çok sayıda kitabın yayınlandı mı? diyor Maria.
Sanırım on beş kadar, diyor Vidme ve elindeki sigarayı kül tab-
lasına bırakıyor.
Ama , evet, diyor Maria.
Evet evet, diyor Vidme .
Sanırım ilahi olanı keşfettin sen, diyor Maria ve kısa bir kahkaha
atıyor.
Sanırım öyle , diyor Vidme .
Tanrı her yerdedir, diyor Maria.
Evet, ama.
Evet, diyor Maria.
Hayır, hayır, diyor Vidme .
Evet, diyor Maria . Sen Tanrı'ya inanıyor musun? diyor Maria.
Hayır, diyor Vidme , biraz duraklayarak.
Hayır mı?
Hayır.
İnanmıyor musun? diyor Maria.
Tanrıya inanıyorum ya da inanmıyorum demek yanlış bir yerde
çünkü biz hepimiz Tanrı'nın tanrı olmasını istiyoruz.
Anlıyorum diyor, Maria başını öne sallayarak.

246
Evet, diyor Vidme .
Peki ya İsa?
Bilmiyorum.
Hristiyanlıkta en önemli konu Tanrının insan suretiyle İsa olarak
bize göründüğü ve bizim bu yolla hidayete varabileceğimizdir.
Ne anlama geliyor bu?
Hidayet Tanrı'ya ulaşmaktır. Belki de Tanrı olmaktır, diyebilirsin
buna sen.
Bunlar sabit, değişmeyen ifadeler, bana bir şey ifade etmiyorlar
pek, diyor Vidme .
Ama İsa'nın yaşamış olduğuna inanıyorsun?
Evet tabii . Ve de kitapta yazılanların şu veya da bu şekilde mey­
dana gelmiş olması benim için bir anlam taşımıyor. Roman da ken­
dine göre bir gerçektir aslında .
Peki İsa'nın çarmıha gerildiğine inanıyor musun?
Evet, mutlaka öyledir.
Ve İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğuna?
Neden olmasın? Vidme kupasını alıp çayından bir yudum içiyor,
Vidme
Maria'yla konuşmanın gayet iyi gittiğini düşünüyor, her ne kadar
Maria olgun, bilgili ve kendine münasip bir karısı olan rahip değilse
de onunla, güzel isimli Maria ile de sohbet etmek mümkünmüş, diye
düşünüyor Vidme , sonra kül tablasına bıraktığı sigarasının kendi
kendine filtresine kadar yanmış olduğunu fark ederek izmariti sön­
dürüyor, paketten yeni bir sigara çıkarıyor, yakıyor, birkaç nefes çe­
kiyor, çayını yudumluyor sonra tekrar sigarasını içiyor. Maria şarap
ister misin, diye soruyor. Vidme Maria'nın çay yerine şarap içmek
ister misin diye sorduğunu işitiyor, Vidme tabii ki istiyor ama Ma­
ria'nın misafiri hatırına içmek durumunda kalmasını da istemiyor,
şimdi ne cevap vermeli? Hayır mı demeli? Ama şarap içmek de istiyor
canı , hatta belki de bira, zaten o pek şarap içmez, bira ya da viski, ya­
zar Vidme bira ya da viskiyi tercih eder ancak rahip Maria bunları iç­
mez belki diye düşünüyor Vidme , Maria'nın ona şarap içer misin so-

247
rusunu kendisinin dinine sıkı sıkıya bağlı olan Norveçliler kadar dar
görüşlü olmadığını vurgulamak üzere sorduğunu düşünüyor Vidme ,
"Hristiyanlığa bağlı halk, onlar kendilerine bu ismi veriyorlar, aman
ne feci bir ifade ! Bu kutsal şeylere küfretmek diye düşünüyor, Vidme
o an kutsal şeylere küfretmek deyimini bir kez daha kullanmış ol­
duğunu fark ediyor, sonra Vidme eğer Maria da içmeyi arzu ediyor­
sa memnuniyetle biraz şarap alabileceğini söylüyor, Maria da şarap
içmek istediğini ve bunun için bir bahaneye ihtiyacı olduğunu , zira
buraya yeni taşındığını , kimseyi tanımadığı ve yalnız da içmek iste­
mediğini söylüyor, Maria buraya yeni taşındığı için dairenin böyle az
eşyalı olduğunu , vekil rahiplik teklifiyle birlikte kendisine mobilyalı
bir daire imkanı da sunulduğunu söylüyor, Maria hem kadın, hem
çok genç hem de deneyimsiz olduğundan bu vekil rahiplik işine ka­
bul edilmesinin inanılmaz bir şey olduğunu söylüyor ancak okuldan
çok iyi notlarla mezun olduğunu ekliyor, Maria görevine alıştığını ,
kilise cemaatiyle ilişkilerinin de iyi olduğunu söylüyor, Vidme ise
cemaat deyimine de hiç tahammül edemediğini geçiriyor içinden,
ne çirkin bir ifade , kutsal şeylere küfreden bir ifade olduğunu dü­
şünüyor. Maria bu tür cemaatlerin diğer bütün cemaatlerden daha
açık görüşlü olduğunu söylüyor, benim de yaşadığım, çalıştığım bu
ve benzeri semtlerdeki cemaatleri kastediyor Maria diye düşünüyor
Vidme ve seviniyor, Maria yeni işinin iyi gittiğini , başlamadan önce
biraz korkutucu gelmiş olsa da şimdi iyi gittiğini söylüyor, Vidme
buna seviniyor. Maria'nın işlerinin iyi gitmesine onunla birlikte sevi­
niyor Vidme . Maria gidip bir şişe şarap getireceğini söylüyor. Maria
mutfağa giderken Vidme yerinden kalkıyor, baldırlarına yapışmış
olan ıslak pantolonunu çekiştirip , sallıyor biraz, ıslak kumaşın te­
ninden ayrılması hoşuna gidiyor, sonra parmaklarını saçlarının ara­
sından geçiriyor ve ellerini pantolonuna siliyor, yerime oturmalıyım
diye düşünürken dönüp karanlık pencerede kendi görüntüsünü in­
celiyor, şimdi Maria şarap filan getirecek lakin pek de iyi görünmü­
yorum, diye düşünüyor Vidme . Maria'nın geldiğini işitince arkasına
dönüyor, Maria'nın bir elinde şarap şişesi öteki elinde iki kadehle

248
salon� girdiğini görüyor, Maria şişeyi ve bardakları sehpanın üzerine
koyuyor, taşındığında burada bulduğu bu sehpayı pek benims�ye­
miyor Maria, tıpkı Bergen'in Asane semtindeki bu daireyi ve dairede­
ki diğer eşyaları benimseyemediği gibi. O sıra Maria'nın yine mutfağa
gittiğini fark ediyor Vidme , Maria elinde tirbuşonla geri geldiğinde
Vidme hala ayakta durmakta. Vidme Maria'nın şişeyi açmak üzere ol­
duğunu görüyor. Vidme tekrar kanepeye oturuyor. Vidme Maria'nın
şarap şişesini açtığını görüyor. Vidme Maria'nın şarabın cinsini açık­
ladığını işitiyor, kaliteli bir şarap bu diyor Maria . Maria Vidme'nin
önüne bir şarap kadehi koyuyor, sonra kırmızı şarap boşaltıyor kade­
he , masada duran ikinci kadehe de şarap boşaltıyor ve şişeyi masanın
ortasına bırakıyor, kadehi eline alıp gidip koltuğa oturuyor, Maria
bu mobilyalı daireye taşındığında koltuk da evde bulunuyordu ve
Maria koltuğu benimseyemiyor, oturulacak bir koltuk diye görüyor,
herhangi bir koltuk, Maria'nın beğendiği için ya da ucuz ve konforlu
bulup satın aldığı bir koltuk değil yani. Maria kendisine yabancı olan
koltuğa oturup, kadehini kaldırıyor, Vidme'ye doğru uzatıyor ama
Vidme kendi düşüncelerine dalmış önüne bakmakta, Maria şerefe !
diyor. Maria şerefe Vidme ! diyor. Vidme basını kaldırıyor ve Maria'ya
bakıyor sonra kadehini kaldırıyor, Vidme şerefe diyor. Şerefe evet!
diyor Vidme . Vidme Maria'ya bakıyor, Maria Vidme'ye bakıyor ve
ikisi aynı anda şarabı tadıyorlar. Vidme okkalı bir yudum daha alıyor
şaraptan. Vidme kadehini sehpaya bırakıyor. Vidme oturduğu yerde
önüne bakıyor ve Den Norske Kyrkja'dan bir rahiple yapacağı görüş­
meyi böyle hayal etmediğini düşünüyor ve Yazar Vidme'ye öyle ge­
liyor ki Maria kendisi Den Norske Kyrkja'da bir rahip -her ne kadar
vekil rahip de olsa- olduğu halde Vidme'nin Den Norske Kyrkja'ya
yeniden üye olmasını arzu etmiyor.
Eveet Vidme , diyor Maria .
Vidme Maria'ya bakıyor.
Bir rahiple konuşmak istediğin belli bir konu var mı?
Vidme Maria'nın kendisiyle belli bir konuda konuşmak isteyip
istemediğini sorduğunu işitiyor. Başını hayır anlamında sallıyor.

249
Den Norske Kyrkj a'ya yeniden üye olmak mı istiyorsun? diyor
Maria .
Vidme Maria'nın kendisinin Den Norske Kyrkja'ya yeniden üye
olmak isteyip istemediğini sorduğunu işitiyor, aslında kendine itiraf
etmeye cesaret edemese de arzusu tam da buydu Vidme'nin , bir çeşit
yenilgi , bir sınır çizgisinin kayboluşu bu, Vidme Den Norske Kyrk­
j a'ya yeniden üye olmak üzere o gün Den Norske Kyrkja'ya mensup
bir rahibe telefon etmişti , belki bu nedenle , diye düşünüyor Vidme ,
muhtemelen de bu nedenle değil . Kesin olan tek şey Vidme'nin Den
Norske Kyrkja'ya mensup olgun, görgülü ve bilgili bir rahiple gö­
rüşmeye , konuşmaya karar vermiş olmasıydı, hepsi bu ama yine de
Den Norske Kyrkja'ya mensup olgun ve görgülü rahibin kendisine
Den Norske Kyrkja'ya yeniden üye olmasını tavsiye etmesini isterdi,
Vidme bu kiliseye aitti aslında , tıpkı rahibin Den Norske Kyrkja'ya
ait olduğu gibi Vidme de oraya aitti , bir rahibin böyle konuşacağı­
nı hayal etmişti Vidme , her ne kadar hayali çok açık seçik olmasa
da, ayrıca Vidme toplumdan uzak durmayı bu kadar iyi başarmış
olduğu için Den Norske Kyrkja'ya yeniden üye olmak istediğini
düşünüyor, Maria'sına bakıyor, aklından Maria'm diye geçiriyor ve
Maria'nın karşısında oturup ona baktığını görüyor. Bu iyi işte , diye
düşünüyor Vidme , ikisi de ellerinde kadehleri sessizce oturuyorlar,
sürekli konuşmaya gerek yok, böyle olmalı zaten diye düşünüyor
Vidme . Bu iyi işte , diye düşünüyor Vidme . Maria iyi bir kız , diye
düşünüyor Vidme . Den Norske Kyrkj a'ya yeniden üye olmak üzere
o gün rahiple konuşmak niyetinde olduğunu Maria'ya söylemeyecek
Vidme çünkü bu kendisi de Den Norske Kyrkja'ya mensup bir rahip
olan Maria'nın moralini bozabilir çünkü Maria Yazar Vidme'nin Den
Norske Kyrkja'ya yeniden üye olmasını arzu etmiyor.
Sanırım istiyordum, diyor Vidme .
Den Norske Kyrkj a'dan kaydını sildirdin mi? diyor Maria. Vid­
me Maria'nın sesinde bir korku hissediyor ama bu biraz yapmacıklı
gibi, evet sanki Maria onunla hafiften dalga geçermiş gibi yapmacıklı
bir ses bu.

250
Evet diyor Vidme , yıllar önce .
Şimdi yeniden kayıt yaptırmak mı istiyorsun? diye soruyor Maria.
Belki , diyor Vidme .
Bir sorun olmaz, diyor Maria.
Ama isteyip istemediğimi bilmiyorum, diyor Vidme .
Gayet iyi anlıyorum, diyor Maria.
Sen de kaydını sildirmeyi düşündün mü? diyor Vidme .
Maria evet anlamında başını sallıyor.
Ama her şeye rağmen biraz beklemeye karar verdin?
Maria yine başını sallıyor evet anlamında sonra kadehini kaldınp
şarabından bir yudum alıyor.
Ama teoloji eğitimi aldığım için memnunum, diyor Maria.
Bundan eminim, diyor Vidme .
İşte bu kadar, diyor Maria ve şarabından bir yudum daha içiyor,
derin bir soluk aldıktan sonra Vidme'nin Den Norske Kyrkja'ya pek
uygun biri olmadığını söylüyor çünkü Vidme dini tarafı olan bir mis­
tik, evet, Maria'nın anladığı kadarıyla tam da Den Norske Kyrkja'nın
istemediği bir özellik bu, herhangi bir birey mistik nitelikli görüşler
ifadeye etmeye kalkışsa kilisede bir panik hali oluşur, diyor Maria,
şarabından bir yudum daha alıyor ve Vidme'ye bakıyor ve Vidme'nin
romanlarını okuduğunu hatta kütüphanesinde bir romanı bulundu­
ğunu ama yanında buraya getirdiğini zannetmediğini söylüyor ama
işte romanlarından birini okuduğunu , romanı çok sevip sevmediğini
bilemediğini fakat o romanını okumuş birisi olarak Vidme'nin kesin­
likle Den Norske Kyrkj a'ya ait olmadığını ifade ediyor. Bu kadarını
biliyorum, diyor ve neden bahsettiğini de iyi bildiğini söylüyor Maria.
Güzel isimli Maria'yla sohbet etmekte olan Vidme hayretle ürperiyor
oturduğu yerde , kendisini karanlıkta rüzgarda ve yağmur altında yü­
rürken hayal ediyor, şemsiyesinin kınlması, yeni bir romana başla­
maya niyetlenip başına oturduğu yazı masasından kalkışı, telefona
gidişi, bir rahiple görüşmeye niyetlenmesi , karanlıkta rüzgarda ve
yağmur altında yürüyüşü rahibin oturduğu konutun merdivenlerini
çekine çekine çıkması geçiyor gözlerinin önünden ve rahip Maria'nın

251
onun Den Norske Kyrkja'ya ait biri olmadığını söylediğini işitiyor,
aynca rahip Maria kendisin de o kiliseye ait biri olmadığını söylü­
yor, evet böyle söylüyor diye düşünüyor Vidme ve ıslak saçlı başını
sallıyor. Vidme muhtemelen bir mistiğim, evet öyleyim ve elbette bir
roman yazarıyım, diye düşünüyor. Maria onun hiçbir şekilde Den
Norske Kyrkja'ya ait biri olmadığını söylüyor. Vidme bunu biliyor
zaten, gayetle farkında bunun zira Den Norske Kyrkj a müdavimi ce­
maati iyi tanıyor, kiliseye gittiği ender günlerde içini bir çeşit boşlu­
ğun kapladığını hatırlıyor, korkunç , hatta bir şekilde iğrenç ve yıkıcı
bir boşluk, aslında Vidme böyle duygu yüklü ifadeleri sevmez, nefret
eder, böyle duygu yüklü ifadeler dizisini sevmediği gibi romanların­
da da duygu yüklü ifadeler dizisine yer vermez ve elbette Vidme Den
Norske Kyrkja'ya ait biri değil, bunu biliyor zaten ve işte tam da bu
nedenle yani Den Norske Kyrkja'ya ait olmaması nedeniyle Den Nor­
ske Kyrkja'ya mensup bir rahiple görüşmek istemişti ama şimdi niçin
Maria isimli rahip onun Den Norske Kyrkja'ya ait biri olmadığını dile
getiriyor? Kadın yanlış düşünüyor. Vidme hiçbir zaman Den Norske
Kyrkja'ya ait biri olmamıştı, Den Norske Kyrkja'ya üye olmayı arzu
etmemin nedeni bu değil , hayır asla böyle değil.
Ne düşünüyorsun? diyor Maria.
Vidme kadehini kaldırıyor ve bir yudum alıyor. Vidme kadehi
sehpaya bırakıyor ve kırlaşmaya başlamış ıslak saçlı başını sallıyor.
Ben Den Norske Kyrkja'ya ait biri değilim Den Norske Kyrkj a'ya
üye olmayı arzu etmemin nedeni bu değil , diyor.
Bunun üzerine Maria gülüyor.
Anlıyor musun? diyor Vidme .
Maria hem evet anlamında başını öne eğip kaldırıyor, hem de iki
yana sallıyor. Maria kendisinin olmayan sehpaya, yani herhangi bir
sehpaya, bu daireye taşındığında -zira Maria mobilyalı bir dairede
oturuyor- diğer mobilyalarla birlikte evde bulduğu bu sehpaya doğru
eğiliyor, şimdi kiralamış olduğu evin koltuğunda oturmuş, sehpaya
doğru eğiliyor, dirseklerini sehpaya, ellerini de çenesine dayamış,
parmaklan her iki yanağından yukarı uzanıyor, işte bu şekilde otu-

252
ruyor Maria ve yanın kadeh kırmızı şarap karşısındaki sehpada du­
ruyor, Maria bu şekilde oturuyor ve gülüyor. Maria Vidme'ye doğru
bakıyor. Vidme oturduğu yerde önünde bakıyor ve buradan uzak­
laşması gerektiğini düşünüyor, Maria'nın yanında oturmaya devam
edemez çünkü Maria onun neden söz ettiğini anlamıyor, üstelik biz­
zat Maria da rahiplik yapmak ve rahibi olduğu kiliseye ait olmak is­
temiyor -yani o derece-, bu nedenle Vidme'nin buradan uzaklaşması
gerekiyor, mümkün olduğunca çabuk hem de, mantıklı bir durum
değil bu , hem Den Norske Kyrkja'ya yeniden üye olmak istemiyor,
hem de Den Norske Kyrkja'ya yeniden üye olmak istiyor, neden te­
lefon ettiğini bilmeden bir rahibe telefon ediyor, işte bu yüzden bu­
rada oturup Maria'yla şarap içemez, Maria beyaz bluzunun altında­
ki tombul yuvarlak göğüsleri , mavi kot pantolonu içinde ve çıplak
ayaklarında kahverengi terliklerle böyle karşısında otururken bu evde
kalmaya devam edemez, mümkün değil bu diye düşünüyor Vidme
ancak gitmesi de mümkün değil çünkü Maria az önce kaliteli bir kır­
mızı şarap açtı , Vidme şaraptan anlamaz ama mutlaka kalitelidir diye
düşünüyor, Vidme Maria'yla , Den Norske Kyrkja'ya mensup bir vekil
rahiple, gerçekte ne rahiplik yapmayı ne de ne de rahibi olduğu kili­
seye ait olmayı isteyen güzel isimli Maria'yla oturup şarap içmek iste­
miyor, böyle düşünüyor Yazar Vidme . Vidme bunu istemiyor. Çünkü
Vidme'ye göre kendisiyle oturup şarap içmeye sıcak bakacak pek çok
insan bulunabilir, Den Norske Kyrkja'da rahiplik yapmayan, rahip
olmayı da istemeyen birini bulmak zor olmamalı, aynca Den Norske
Kyrkja'nın kayıtlı üyesi olup da olmamayı tercih eden -bu da çok
rastlanan bir durumdur- biri de çıkabilir karşısına. Vidme her ne ka­
dar rahip olmasa ve rahip olmayı da istemese de rahiplere hayranlık
duyar. Zira bir rahip kendisini iyi tanımalı kendi değerinin farkında
olmalıdır, diye düşünüyor Vidme , Vidme Den Norske Kyrkja'nın ka­
yıtlı üyesi olmak istemiyor çünkü Vidme'nin anladığı kadarıyla kilise
kendinden çok emin bir kurum. Vidme cesur bir adam değil. Vidme
Den Norske Kyrkja'ya mensup rahipler örneğinde olduğu gibi insan
nasıl olur da bir konuda kendine bu kadar güvenir, Vidme buna akıl

253
erdiremiyor, inanmak emin olmak değil, emin olamamaktır diye dü­
şünüyor, şaşırmaktır, tünelin ucunda bir ışık, anlamadığı bir şey gör­
mektir. Şaşırmak merak etmektir ve insanın anlamadığı bir ışıktır.
Vidme tam da bu noktada. Ve Vidme bu noktada olmak istemiyor.
Vidme böyle ıslak ve bitkin bir şekilde Den Norske Kyrkja'ya mensup
vekil rahibe eşyalı olarak kiralanmış bir konutta oturmak istemiyor.
Vidme kadehini kaldırıyor ve şarabını içip bitiriyor. Vidme koltuğun­
da doğrulmuş oturan, elindeki şarap kadehi yuvarlak göğüslerinin
önünde tutmakta olan Maria'ya bakıyor.
Sen çok fazla düşünüyorsun, diyor Maria.
Evet, diyor Vidme .
Ve az konuşuyorsun .
Vidme başıyla onaylıyor.
Kitap yazma işi iyi gidiyor mu? diyor Maria .
Evet, tabii , diyor Vidme .
Sonra o, Vidme ayağa kalkıyor.
Gitmen mi gerekiyor? diyor Maria.
Evet, tabii, diyor Vidme .
Hemen mi?
Evet.
Ama, diyor Maria .
Gitmem gerek, diyor Vidme .
Seni geçireyim, diyor Maria.
Ve Vidme salondan hole çıktı, Maria arkasından gidip, kurut­
ma dolabından ayakkabılarını ve pardösüsünü aldı, Vidme gitmeye
hazırdı , Maria ile tanıştığına memnun olduğunu söyledi, Maria da
onunla tanıştığına sevindiğini söyledi , Vidme şarap için teşekkür etti ,
dışarı çıktı , karanlıkta, rüzgarda ve yağmur altında evinin yolunu tut­
tu . Vidme yürürken Maria'nın bir şey olursa telefon et dediğini geçir­
di aklından, arada telefon etmeli , çıkıp ziyaretine gelmeliydi, böyle
söylemişti Maria, Vidme'nin halinden memnun değilmiş gibiydi gö­
ründüğünü , biriyle konuşmaya ihtiyacı olursa iletişime geçebileceği­
ni, telefon edebileceğini, eve ziyarete gelebileceğini ve kendisinin bu

254
kentte fazla tanıdığı bulunmadığından o gelirse memnun olacağını
söylemişti Maria, Vidme'nin yaşadığı kent Bergen'in Asane semtin­
deki Den Norske Kyrkja'ya mensup vekil bir rahip olan Maria aynca
demişti ki Vidme kesinlikle kiliseye gitmemeli ve onu vaaz verirken
dinlememeliydi, bu hem Maria hem de Vidme için yıkıcı olurdu .
Vidme karanlıkta, rüzgarda ve yağmur altında evine doğru yürüyor­
du . O, Vidme bir daha asla Maria'ya telefon etmeyeceğini geçiriyor
aklından. Bildiği tek bir şey varsa o da bu . Yağmur altında yürüyen
Vidme evine geliyor, üzerindeki ıslak giysileri çıkarıyor, önce biraz
okuyayım sonra uyurum diye düşünüyor, uyanınca yazı masasının
başına geçecek, ne var ki yağmur hiç dinmeksizin yağdığından durup
biraz etrafa bakınacak. Ve yazmaya başlayacak, bu konuda kararlı
ancak bugün tam yazıya başlayacakken kalkıp telefonun başına gitti,
yaşadığı Asane semtindeki bir rahibe telefon etti , rahibin evine , genç
bir kadın olan rahibin evine gitti , kadın ona çay ve şarap ikram etti
ve biriyle konuşmaya ihtiyacı olursa kendisine telefon edebileceğini
söyledi , Vidme kendine böyle sözler söylenilmesinden hoşlanmaz bu
nedenle de bir daha asla Maria'ya telefon etmemeye, ziyaretine git­
memeye , bir daha hiçbir rahibe telefon etmemeye karar verdi , Vidme
bundan böyle hep burada, çalışma odasında oturacak, yılın her günü
burada oturup yazacak ve şimdi Tanrı yardımcısı olsun, şimdi Tanrı
yardımcısı olsun ki yazmayı başarabilsin. Yazmaya başlamalı artık.
Yazar Vidme masasında oturuyor ve düşüncelere dalıyor. Şimdi Tan­
rı yardımcısı olsun ki yazmayı başarabilsin.

255
MELANKOLİ i l
Stavanger, 1902 sonbaharının başlan: Oline denizden yukarı gi­
den bayırı tırmanıyor, elindeki değneğe dayanarak adım adım ilerli­
yor, bacakları bu yokuşta onu taşıyamayacakmış gibi de olsa Oline
adım adım tırmanmaya devam ediyor yokuşu , bir elinde değnek öbür
elinde balıklan taşıdığı tel kanca, ah ne çok ağrım var, diye geçiriyor
aklından, denizden evine kadar çıkan bu bayır ne kadar da dik, her
gün bu bayırı tırmanma eziyetine katlanmak zorunda, bu dik bayır
üzerine dip dibe kurulmuş evlerden en tepede olanında, o küçük
beyaz evde oturuyor Oline . Adım adım, kendini yora yora tırmanı­
yor Oline , bir elinde değnek, öbür elinde Balıkçı Svein'in verdiği iki
balık, bugün Balıkçı Svein ona iki balık verdi hem de karşılığında beş
kuruş para almadan, belki de Oline'nin hiç parası olmadığını anla­
mıştır, gerçi Oline bu konuda ona bir şey demedi, tek bir söz etmedi
Oline , tek bir söz bile , diye düşünüyor Oline . Birazcık daha yürüsün
sonra dinlenecek, böyle düşünüyor Oline . Ama biraz daha taham­
mül etmesi gerek. Durunca bacaklarındaki ağrı geçer gibi oluyor, ne
kadar uzun süre durup dinlenirse o kadar geçiyor ağrı . Azıcık daha,
sonra dinlenecek Oline yolun kalan kısmını yürümeden önce . Ba­
lıkçı Svein, evet. Ne kadar balık satın almışlığım vardır ondan, diye
düşünüyor Oline , sonra birinin kendisine seslendiğini işitiyor.
Oline , diye sesleniyor biri.
Oline ! diye sesleniyor yine .
Oline duruyor, evet evet biri seslenmişti ona.
Oline ! diye bir kez daha sesleniyor.
Oline yan tarafına düşen eve doğru bakıyor Signe ikinci kat pen­
ceresinden başını uzatmış sesleniyor.

259
Oline , diye sesleniyor Signe .
Hey, Oline , diyor.
Biraz bekle Oline , diyor Signe .
Aşağıya senin yanına geliyorum, diyor Signe .
Oline Signe'nin pencerenin önünden kaybolduğunu görüyor, evet
diye düşünüyor Oline seslenen Signe'ydi , ilk anda seslenenin Signe
olduğunu duymamıştı , hiçbir şeyi anlamıyor artık, hiçbir şey hatırla­
mıyor, hani şöyle bir deyim var ya saat on ikiden gün ortasına kadar
geçen sürede unutuvermek, öyle işte , ama çocukluğundaki , gençli­
ğindeki olaylan sanki az önce olmuş gibi hatırlayabildiğini düşünü­
yor ama şimdi Signe seslendi ona, Signe'yle hiç iyi dost olmamıştık,
diye düşünüyor Oline , ama düşman da olmamışlardı , hayır, ancak
her nedense pek iyi geçinememişlerdi , sebebi belki de Signe'nin biraz
titiz olması , Oline'yi işe yaramaz biri olarak görmesiydi, Oline'nin
evi yeterince temiz değildi , çocukların üstü başı yeterince temiz de­
ğildi, böyle düşünürdü ama bunu hiç dile getirmemişti, Signe'nin
bu görüşte olduğunu gayet iyi bilirdi Oline , evet evet Signe Oline'yi
asla matah biri gibi görmemişti, ben de Signe'yi pek sevmezdim diye
düşünüyor Oline , doğrusu birbirlerine düşman sayılabilirlerdi , yok
tam da düşman değildiler ama hiç dost olmamışlardı denebilir, her
gün aşağıdan balık alıp yukarı çıkan Oline'ye böyle seslendiği de gö­
rülmemişti daha önceleri , Oline defalarca Signe'nin evinin yanından
geçip gitmişti ama o güne dek Signe ona hiç seslenmemişti , Oline'nin
deniz kenarına inip balık satın alarak geri döndüğü günlerden hiçbi­
rinde Signe'yle yüz yüze geldiği de olmamıştı , Signe benimle karşılaş­
maktan hep kaçınıyordu diye düşünüyor Oline , ama şimdi Signe ona
seslendi, nedir bu iş acaba? diye düşünüyor bir elinde değnek diğer
elinde balıkları tutan Oline . Signe niçin bana seslendi acaba diye dü­
şünüyor Oline ve o sırada Signe'nin evinden çıktığını gören Oline
Signe'yi çok yaşlanmış buluyor, Signe bir zamanlar genç ve güzeldi
ama şimdi yaşlanmış ve kamburu çıkmış diye düşünüyor, mutfak
önlüğünü takmış olan Signe'nin kendisine doğru geldiğini görüyor
Oline ve ne istiyor acaba Signe diye düşünüyor.

260
Bizim Sivert, diyor Signe .
Oline konunun erkek kardeşi olduğunu anlıyor, küçükken pek
iyi anlaştığı kardeşinin Signe gibi biriyle nasıl evlendiğine hala akıl
erdiremiyor Oline .
Sivert çok kötü , diyor Signe .
Pek fazla zamanı kalmadı sanının.
Oline Signe'ye bakıyor. Sivert'in hastalığı yeni bir durum olmasa
da bu kadar kötülemesi fena haber.
Öyle mi diyorsun, diyor Oline .
Signe başıyla evet diyor.
Her geçen gün daha da kötüye gidiyor, bugün iyice kötüledi ,
diyor Signe .
Ah çok fena , diyor Oline .
Ve vücudunu bir titreme alıyor, gitme sırası Sivert'e geldi demek,
önce Lars gitti , şimdi Sivert, yaşıttı onlar, önce Lars gitti şimdi Si­
vert , sağlıklı bir hayat geçirdi Sivert hiç hastalanmazdı , çalışır didi­
nirdi gün boyu , şimdi sıra ona geldi demek?
Son saatlerini yaşıyor gibi geliyor bana, diyor Signe .
Sivert, diyor Signe .
Ve susuyor, Sivert benimle , kardeşiyle konuşmak istiyordur,
eğer gidiciyse diye düşünüyor Oline , bunda şaşılacak bir şey yok
gidiciyse kardeşine veda etmek istiyordur, o taktirde Oline'nin Sig­
ne'nin evine , çok uzun zamandır gitmediği eve girmesi gerekiyor,
Oline o eve en son ne zaman adımını attığını hatırlamıyor bile , yani
herhalde dün değildi , dün gitmişse de hatırlamaz zaten. Bu yakın­
larda olup biten her şeyi unutuyorum, diye düşünüyor Oline . De­
mek Sivert gidici. Ama yok, bu kadar da ani olamaz ki bu. Sanırım
Signe abartıyor biraz, zaten o daima endişe içindedir ve her konuyu
büyütür, şimdi de Sivert'in gidici olduğunu vehmetmiştir kendince .
Sivert gelmen için sana haber vermemi istedi benden, diyor Signe .
Tavan arasındaki odada yatıyor.
Oline evet anlamında başını sallıyor.
İstersin tabii, değil mi, diyor Signe .

261
Şüphesiz gelmek istiyorum, diyor Oline
Sivert senden gelmeni rica etmemi istedi, diyor Signe.
Selam söyle ona, gelecek de, diyor Oline .
Signe Oline'ye bakıyor.
Şimdi de gelebilirsin, diyor.
Önce eve gitmem gerek, biraz toparlanayım, balıklan eve götüre-
yim en azından, diyor Oline .
Tamam ama çok vakit geçirmeden gel , diyor Signe .
Hemen gelirim, diyor Oline .
Bir an önce gelmelisin, Sivert seni çok görmek istiyor, diyor Signe .
Selam söyle ona, gelecek de , diyor Oline .
Gelmelisin ama , diyor Signe .
Oline Signe'nin arkasını dönüp aceleyle eve girdiğini görüyor,
ah şimdi gitme sırası Sivert'e geldi demek diye düşünüyor, bunu
aklından bile geçiremezdi ama o kadar kötü durumda olmayabilir
de Signe abartıyor belki biraz , her halükarda önce balıklan eve gö­
türmesi gerek. Biraz da sıkışmış durumda, kulübeye7 bir uğramalı
önce , hayır hayır asla Signe'nin evinde göremezdim hacetimi , diye
düşünüyor Oline . Önce eve gidecek . Sonra kulübeye girip ihtiyacını
görecek. Üzerindeki giysiyi de değiştirmesi gerekebilir çünkü belki
de Signe'nin söyledikleri yani Sivert'in son nefesini vermekte olduğu
doğrudur, kardeşi onun gelmesini istemiş, öyle olmasa Signe asla
böyle bir şey yapmaz , onu eve davet etmezdi , böyle düşünüyor Oli­
ne , sevgili kardeşi Sivert onun gelmesini istediğine göre Oline yola
düşmeli , bunca yıldır adımını atmadığı eve , Signe'nin evine gitmeli ,
a h kardeşi yaşça kendinden küçük olmasına rağmen çocukluğunda
ne kadar da saygı ve hayranlık duyardı ona karşı , Sivert'in iri yarı
ve yakışıklı bir çocuk olmasındandı bu belki , hele gençlik çağına
ulaştığında bu kolları kaslı delikanlının gücü dilden dile anlatılır

7 Burada sözü edilen kulübe, harici hela (utedo) olarak bilinen ek yapıdır. Eski de­
virlerde İskandinavya'da insanların hacetini gidermesi için altı boş bir kasa ya
da bir kova ev dışındaki bir kulübeye yerleştirilirdi. Bu atıklar toplanarak gübre
olarak kullanılırdı (ç.n.).

262
olmuştu , evet öyleydi ya diye düşünüyor Oline , adam gibi adamdı
Sivert, acaba hemen mi gitseydi kardeşinin yanına? Sivert gerçekten
de ölüm döşeğindeyse önce eve gidip balıkları bırakmaya kalkacak
olursa yetişemeyebilir de , yürümekte de ne kadar zorlanıyor şimdi ,
azıcık yürüyünce bacakları ağrıyor, acaba hemen mi gitseydi kar­
deşinin yanına diye düşünüyor Oline , sahi niçin hemen gitmedi ,
Signe gelmesini istedi diye mi? Yoksa Signe'nin evine adım atmak
istemediğinden mi?
Nedeni bu muydu? Oline bunları düşünüyor, ne var ki önce ba­
lığı eve götürmekten başka yol yok şimdi , derken kamında bir sı­
kışma hissediyor, hem önden hem de arkadan, ah bir şeyler olmasa ,
donumu kirletmesem bari , diye düşünüyor, bir an önce eve gitme­
li, balıkları bırakmalı, sonra kulübeye girmeli, ah evet diyor Oline
birazcık durup dinlenmek iyi geldi, durunca bacaklarımın ağrısı
azalıyor sanki . Şimdi biraz daha tırmanması gerek yokuşu . Her ne
kadar daha önce hiç durmamış olduğu bir noktada durup dinlen­
miş olsa da her zamanki mola yerine varınca bir kez daha durmak
istiyor Oline ama şimdi vücudunu hareket ettirmeli, burada daha
fazla oyalanmamalı , Sivert'in hali pek üzücü , gerçekten gidici mi
kardeşi? Lars gideli çok olmadı, şimdi sıra Sivert'e mi geldi? Yakında
sıra bana gelecek, diye düşünüyor Oline . Gidiverseydi keşke , Oline
önce elindeki değneği yere dayıyor sonra bir adım atıyor, ne kadar
da zor, sanki ayağını yerden çekip kurtarmak için gayret etmesi son­
ra da sürümesi gerekiyormuş gibi, tüm gücünü tüketiyormuş gibi
hissediyor, bu iş her zamankinden daha zor geliyor Oline'ye , bayırın
en dik olduğu yerde durup dinlenmiş olduğundandır belki, normal
bir ağrı olsa iyiydi ama bu seferki daha başka, çok daha fena diye
düşünüyor Oline ve öne bir adım daha atıyor ve yavaş yavaş ilerli­
yor yokuşta , iki ayağı ağrıya ağrıya bayırı çıkıyor Oline , bir elinde
değneği öbür elinde iki balık yokuş yukarı yürüyor Oline , artık Si­
vert de gidici yani? Ah çok fena bu diye düşünüyor Oline , Sivert
gidiyor ha , olamaz, mümkün değil bu , yüce Tanrı önce beni kur­
taramaz mıydı sanki diye düşünüyor Oline , biraz daha yürüyecek

263
sonra azıcık dinlenecek, evi göründü artık, biraz durup dinlenecek,
her zaman yaptığı gibi, biraz daha diye düşünüyor Oline , bacakları
ağrıyor, ağrıması mümkün olan her yeri ağrıyormuş gibi geliyor Oli­
ne'ye şimdi, az sonra duracağım diye düşünüyor, ev varmasına çok
az kaldı , ama aynı yolu bugün iki kez kat etmesi gerekecek, çok zor
bu ama Sivert son günlerini yaşıyor gidip onunla konuşması gerek,
Sivert konuşmak istemiş o halde gitmek zorundayım, diye düşünü­
yor Oline . Artık durabilir, her ne kadar bayırın en dik olduğu yerde
beklenmedik bir mola vermiş olsa da burada , her zaman dinlendiği
yerde de biraz durmak istiyor. Oline yürümüyor artık. Oline oldu­
ğu yerde ayakta duruyor. Oline bacaklarındaki ağrının geçer gibi
olduğunu hissediyor. Oline başını kaldırıp evine bakıyor, küçük
de olsa güzel bir ev bu , küçük ama güzel bir evde yaşıyorum diye
düşünüyor Oline , evi beyaza boyattıktan sonra daha da güzelleşti
diye düşünüyor değneğine dayanmış soluklanırken. Oline bacakla­
rındaki ağrının hafiflediğini hissediyor, her şey iyiye doğru gidiyor, .
diye düşünürken aklına bugün bu bayın yeniden inip çıkması ge­
rekeceği geliyor, bunun da üstesinden gelmeliyim, diye düşünüyor
Oline , şimdi biraz dinlensin, dinlenmek gerek çünkü bacakları çok
ağrıyor, biraz yürüse başlıyor ağrılar, aynca nefes nefese de kalıyor,
denizden evine giden yol ne kadar da dik, eskiden aşağıdan yuka­
rı kadar hiç farkına bile varmadan çıkardı ama şimdi öyle mi ya!
Günden güne her şey güçleşiyor. Ah böyle mi olacaktım ben diye
geçiriyor aklından. Şimdi gitme sırası Sivert'e gelmiş. Lars toprağa
girmeden sıra Sivert'te .
Tamam, tamam, diyor Oline.
Şimdi her zaman dinlendiği yerde de biraz duracak, yokuşun
evine çıkan son kısmını , bayırın en dik yerini tırmanmadan önce
Balıkçı Bard'un evinin orada durur hep . Genelde durduğu yer bura­
sıdır, daha aşağısı bugün durduğu yer değil ancak bugün Signe ken­
disine seslendiği için durmak istemediği halde orada durdu . Signe
Sivert'in Oline'yle konuşmak istediğini söylememiş miydi? Sivert'in
son günlerini yaşadığını? O da geleceğim diye söz vermemiş miydi?

264
Önce elimdeki balıklan eve bırakayım, dememiş miydi? Oline duru­
yor şimdi . Böyle sakin sakin durmak, ağrısının biraz hafiflediğini
hissetmek iyi geliyor. Kıyıdan yukarı çıkarken hep buraya ulaşacağı
dakikaları sabırsızlıkla bekler Oline , biraz daha tırman, sonra dinle­
neceksin der hep kendine , biraz daha dayan, der bacaklarının ağrısı
şiddetlenip nefesi daralırken de devam eder tırmanmaya Oline , az
sonra bir mola verecek her zamanki gibi Balıkçı Bard'un evinin ora­
da. Ve Oline tıpkı diğer günlerde de yaptığı gibi duruyor ve değne­
ğine dayanarak dinleniyor. Oline durmuş değneğinden destek alır­
ken bacaklarının ağrısının biraz hafiflediğini , nefesinin düzene gir­
diğini hissediyor. Oline durmuş bir eliyle değneğinden destek alır­
ken diğer elinde tel kancaya geçirilmiş iki balık tutuyor. Ve Oline
başını kaldırıp evine bakıyor, ne kadar da küçük bir evim var diye
düşünüyor, ama böyle oldu işte , Stavanger kentinin bildiği kadarıy­
la en küçük evlerinden birinde yaşamak durumunda kaldı , kentte
onun bilmediği daha küçük bir ev de vardı belki, vardır diye düşü­
nüyor Oline , zira son zamanlarda yani bacakları ağrımaya başladık­
tan ve gereksiz yere gezinmeyi bıraktıktan sonra kenti pek de gezip
dolaşmadı, eskiden de gezmezdi zaten gerek de duymazdı o kadar
çocuk sahibiyken, evet o küçücük evde ne kadar çok çocuk dünyaya
getirmişti , zaman zaman çok dar geldiği olmuştu bu evin , hiç sorma
ama büyük hissettiği zamanlar da vardı , evet gerçekten de büyük
geldiği de olmuştu ! Böyle düşünüyor Oline . Şu tuhaf kardeşi için
büyük bir ressam olacak derlerdi ve evet çok güzel tablolar yapmış­
tı ama son zamanlarda yaptıkları garip garip şeylerdi , kulübede ka­
pının orta yerinde bir karalama gibi bir şey asılıydı, bir tütün paketi
etiketinin arkasına yapılmış bu tasvirdeki figürlerden biri atla bini­
cisini andırıyordu , tabii tabii , bu garip çiziktirmeler görülmeye de­
ğer bir şey değil aslında ama orada asılı duruyor işte , hem de o kadar
uzun süredir orada asılı ki varsın dursun, her ne kadar onu oradan
kaldırmak zaman zaman aklından geçmiş olsa da! Neyse girmesin
bu konuya ! Büyük boy müthiş güzel resimler yapmış bir adam ha­
yatının sonunda böyle garip şeyler çiziktirsin, olacak şey değil! Çok

265
üzücü yani! Ama böyle oldu işte , inkar etmeye kalkışmak boşuna,
evet boşuna , böyle oldu işte , diye düşünüyor Oline , artık nefesi dü­
zene girdi yoluna devam edebilir, kıyıya inip aldığı balıkları eve gö­
türebilir, bugün ucuz balık aldı , en ucuzunu , para da vermedi , Ba­
lıkçı Svein iyi adam, daima ondan alır ucuz balık, Balıkçı Svein'den.
Ah evet, kardeşi . Ondan kendisine kalan tek şey kulübenin kapısın­
da asılı olan o garip çiziktirme . Bir gün tütünü biten kardeşi yanına
gelip , yardıma ihtiyacı olup olmadığını sormuş, odun kırabileceğini
söylemişti , oysa Oline'nin yeterince odunu vardı, ihtiyacı olsa Lars
istediği kadar odun kesebilir, kırabilirdi ama Oline o gün kardeşine
verecek bir iş bulamamış onun yerine tütün alması için biraz para
vermişti , karşılığında kardeşi de şimdi kulübede asılı duran resmi
vermişti ona, güzel bir resim değildi bu, yine de bir yere asmalıyım
diye düşünmüş , kulübeye asmıştı işte . Lars garip bir adamdı . Deli
derlerdi. Evet deli . Deli Lars diye söz ederlerdi ondan . Bir de ağza
alınmayacak bir takma ismi vardı . Sıçan Lars. Sıçan . Cepteki sıçan.
Sıçan. Ah bu kadar ihtiyarlamam ne garip diye düşünüyor Oline ,
annesinin ömrü uzun olmamıştı ama Deli Lars uzun yaşamıştı . Ba­
bası da öyle. Baba sülalesine çekmişlerdi. Öyle olmalıydı, evet, diye
düşünüyor Oline ve sırtını dikleştirip evine doğru bakıyor, küçük ve
güzel bir ev, hele beyaza boyayınca daha da güzelleşti diye düşünü­
yor Oline ve ufak adımlarla bayırı tırmanmaya başlıyor. Artık iyice
yaşlandı , bacakları nasıl da ağrıyor ama yürümek zorunda, yiyecek
satın alıp karnını doyurmak, odun bulup sobasını yakmak yani ha­
yatını devam ettirmek zorunda, başka ne yapabilir? Bunları aklına
getirmesin değil mi? Kendi başının çaresine bakamaz olmak en bü­
yük felaket, elinden geldiğince direnmesi gerek, başka yolu yok,
diye düşünüyor Oline , şimdi gövdesini sürükleye bayır yukarı yürü­
yor ve evine doğru bakıyor, güzel bir ev diye düşünüyor, küçük de
olsa güzel bir ev, boyandıktan sonra daha da güzelleşti, küçük beyaz
pencereleri ve pencerelerde tül perdeleri ! Evet tül perdeler! Pencere­
lerde ! Pencere önüne dizili çiçekler! Eskiden olsa çiçeklerinin isim­
lerini bilirdi . Menekşe mi? Çiçeklerden birinin adı bu muydu?

266
Begonya mı? Koyungözü mü? Yok, hayır, diye düşünüyor Oline an­
cak güzel bir evde yaşadığı şüphe götürmez, böyle düşünüyor ve
elindeki değneğe dayanarak oturduğu eve çıkan bayırı tırmanıyor
Oline , elinde tel kancaya geçirilmiş iki balıkla yokuş yukarı yürüyor,
adımlarını tek tek ve ağır ağır atarak ilerliyor Oline , tele geçirilmiş
balıklar sallanıyor attığı her adımda . Ah bir de bacakları böyle ağrı­
masaydı. Oturduğu zamanlar pek bir sorun yok ama yürürken müt­
hiş ağrıyor. Nefes darlığı çekiyor, hafızası da iyi değil, giderek daha
az şeyi hatırlıyor, pencere önüne dizili çiçeklerin isimlerini gibi bir
sürü şeyin ismini bilemiyor, sonra nedendir bilinmez isimler bir an
için geliyor aklına , ama eskilere dair anıları, çocukluk, gençlik anı­
ları sürekli aklında, eskileri dün olup bitenden çok daha iyi hatırlı­
yor, sahi dün ne olmuştu? Bilebilir mi? Dün bir şey oldu mu yani?
Dün balık almaya mı gitmişti , süt almaya mı? Balık pişirmişti değil
mi? Evet evet öyle yaptı , sonra elişini alıp, köşesine oturdu , örgüsü­
nü , tığ işini yaptı , oturup örgü ördü , eve biri uğradı mı acaba? Oğul­
larından biri? Ya da kızlarından? Bir torunu? Kız kardeşlerinden
biri? Erkek kardeşi? Ama hayatta kalan erkek kardeşi yok ki artık!
Nasıl da böyle düşünebilir? Bütün erkek kardeşleri ve ağabeyleri öl­
medi mi? Elbette hepsi öldü , birkaç yıl olmuştur son kardeşi öleli ,
hani Haugesund'de bir yerlerde yaşayanı, öyle değil miydi, ah hatır­
lamıyor, hiçbir şeyi hatırlamıyor artık, yakında evimi bile hatırlaya­
maz olacağım, diye düşünüyor Oline , ama hatırlıyor tabii, şu küçük
beyaz evde yaşıyor, Stavanger'de bulunan en küçük evlerden birin­
de yaşıyor, şimdi yalnız ama eskiden kocası ve çocuklarıyla beraber
yaşardı bu evde , herkes evde olduğu zaman dönecek yer kalmazdı
içerde , ama hayat doluydu bu ev, evet. Neyse girmesin bu konuya !
Evindeki hayat, evet. Girmeyelim bu konuya. Evindeki hayat, evet
diye düşünüyor Oline ve duruyor, Oline evinin önünde duruyor ve
kırmızı boyalı kapıya bakıyor, ufacık evine açılan kırmızı kapı, evet
diye düşünüyor Oline , ev beyaza boyanırken, kapı da kırmızıya bo­
yanmıştı . Şimdi kapıyı açıp, evine girecek. Ama önce kulübeye mi
bir uğrasaydı acaba? Helaya tuvalet diyorlar şimdi, pek çok insan

267
bundan edinmiş, bu tuvalet ya da WC kelimesini ilk kez Lars'tan
duymuştu . Lars Batı'dan, kaldığı hastaneden yeni dönmüştü , orada
içinden su geçen hela vardı diye anlatmıştı , beyaz porselenden tabu­
re gibi bir şeye oturuyor ve hacetini görüyorsun, sonra su akıyor ve
çıkan şeyleri temizleyip götürüyor, diyordu ama artık bazı evde de
var bu heladan, çok sayıda olmasa da, yani en azından bazıları böy­
le sulu tuvaletler koydurdular evlerine , ama Oline'nin evinde yok
böyle bir şey, o kadar modemleşmedi Oline , kulübedeki hela yeti­
yor ona, bu kadar zamandır yettiği gibi bundan sonra da yetecek,
tabii bir de lazımlık, üffff! İyi ki aklımdan geçenleri duyacak biri
yok, diye düşünüyor, tabii lazımlık çok ise yarar bir şey, gece gece
hacetini görür, ah bir de lazımlığın üstüne oturmak o kadar zor ol­
masaydı, salonda sehpanın üzerine lazımlığı koyup güçlükle otur­
maya çalışmasını bir gören olsa! Bir eliyle değneğini öbür eliyle seh­
panın kenarını kavrarken, ya bir gören olsa ! Bazen gündüzleri de
lazımlığı kullandığı oluyor, hemencecik de boşaltmıyor lazımlığı,
hayır, mümkün olduğunca az yürümeye çalışıyor, ah evet kokuyor
tabii ev, evet evet. Oh balıklan eve getirdi , şimdi oturup biraz dinle­
nebilir. Sonra kulübeye kadar bir gidecek. Yoksa kamı mı sıkışıyor?
Bir an önce girme ! iydi kulübeye , tabii tabii vaktiyle balık elindeyken
oraya defalarca girdiği olmuştur, mesele o değil ama yine de elinde
balıkla kulübeye girerken biri görür diye çekindi ! Böyle bir şey başı­
na gelmişti zaten! O serseri ! Kulübeye elinde balıkla mı gireceksin,
yine mi? Böyle seslenmişti ! Yaşlı bir kadına , o kadar çocuk doğurup
büyütmüş bir kadına böyle demişti ! Serseri! Komşunun çocuğu ! Ba­
lığı helaya götür bakalım! demişti , ama tabii bunu yapabilirdi, balı­
ğını alıp kulübeye gider, kapıdaki çengele balığı asabilirdi sık sık
yaptığı gibi, evet geçmişte elindeki balığı kapıdaki çengele asıp kapı­
yı da açık bıraktığı olurdu , yapamaz değil yani, deniz kenarına inip
balık aldıktan sonra eve gelince doğruca kulübeye gidip, balığı kapı­
nın çengeline asmayı bir alışkanlık haline getirmiş olduğunu geçirdi
aklından ve bundan hiç hoşlanmadı, hayır hayır hoşlanmıyorum
diye düşündü Oline evinin kırmızı kapısının önünde değneğine da-

268
yanmış dururken. Şimdi Oline evin köşesine doğru bakıyor, yürü­
yüp şu köşeyi dönse çıkıntı yapmış bir kayanın dibinde kulübeyi
görecek. Kulübe zamanında denizin getirdiği tahta parçaları kullanı­
larak inşa edilmişti . Hangi tarihte yapıldığını hatırlamıyor ama de­
nizden gelen tahta parçalarıyla yapılmış olduğundan emin. Kulübe
hala yerli yerinde duruyor. Yakın bir zamanda çökeceğe de benze­
miyor. Hayır yakın zamanda olmayacak bu. Ah düşünsenize haceti­
ni gidermek üzere suyun üzerine oturmak, yok yok asla istemez
bunu , ondan istenecek pek çok şeye razı olabilir Oline ama suyun
üzerine oturmak, asla? Sulu tuvalet, WC diyorlarmış, olamaz, asla.
Oline'ye göre değil . Hiç unutmuyor Lars Doğu'da kaldığı hastanede
hacetini içinden su geçen helaya yaptığını anlatmıştı da Oline nasıl
dehşete kapılmıştı . Hayır hayır sulu hela ona göre değil. Oline'ye
göre değil, böyle düşünürken koşarak gelen ayak sesleri duyuyor,
acaba torunlarımdan biri mi koşturup geliyor? Oline'nin bir sürü
torunu var, yakınlarda yaşıyorlar, öyle çoklar ki Oline sayısını bile
unutmuş durumda , isimlerini bilememek de utanç veriyor ona ,
isimleri karıştırıyor hep , bunu itiraf etmek zorunda , ne var ki yüzle­
rini hiç unutmaz, torunlarından her birinin yüzünü hatırlar! Hem
de tüm hatlarıyla! Her birinin yüz hattını bilir, çocuklardan biri ba­
zen ona domuz ya da kuzu eti getirir ve evet bu zaman zaman olan
bir şey, galiba yine geliyor biri ! Evet sanırım öyle diye düşünüyor
Oline ve evin köşesinden, yolun dönemeç yaptığı taraftan bir erkek
çocuğunun koşarak inmekte olduğunu görüyor, evet Oline'nin evi
yolun dönemecine bakar, Oline çocuğun müthiş bir hızla evin
önünden geçen yoldan aşağı koştuğunu görüyor, çocuk pek de tanı­
dık değil diye düşünüyor Oline , yoldan aşağı koşan çocuğun arka­
sından bakarken Stavanger'de ne çok çocuk yaşıyor, ne de çok, her­
kes çocuk yapıyor, herkes sürüyle çocuk sahibi, bir çocuk sürüsü
var hepsinde , yüce Tanrımız çok cömert bu konuda , diye düşünü­
yor. Oline durmuş yokuş aşağı koşan çocuğa bakıyor.
Oline çocuğun durduğunu ve başını çevirip kendisine baktığını
görüyor.

269
Evet evet iyi koşuyorsun, diye sesleniyor Oline .
Oğlan başıyla evet, diyor.
Felaket konuşuyorsun yani , diyor Oline .
Oğlan bir kez daha başıyla evet, diyor.
Felaket, diye bağırıyor.
Oğlan önüne dönüyor, Oline çocuğun öne atılıp koşmaya baş­
ladığını görüyor, çocuk yokuş aşağı koşarken başını geri çevirip
Oline'ye sesleniyor: Elinde balık Oline ! Sonra bir şarkı tutturuyor:
Elinde balık kenefe gitti Oline ! Şarkıya devam ediyor: Elinde balık
kenefe gitti Oline ! Galiba o serseriydi bu. Oline çocuğun Elinde ba­
lık kenefe gitti Oline ! diye şarkı söylediğini duyuyor. Daha önce de
kendisine bir kez laf atmış olan serseri miydi bu? Ama bu bir çocuk,
o serseri yaşça daha büyük değil miydi? Bir keresinde ona fena laflar
etmiş olan serseri bu çocuk olamaz, hayır diye düşünüyor Oline , bir
yandan da şarkıyı işitiyor, Elinde balık kenefe gitti Oline ! Bu kadar
sıkışmış olmasaydı ve de etrafta kimsecikler olmadığından emin ol­
duğu için yani, aslında önce elindeki balığı mutfağa götürse iyiydi
ne var ki bir kere içeri girince tekrar çıkmak da zor oluyor, hava da
soğuk, ah şu zamane çocukları ne kadar da terbiyesizler, diye düşü­
nüyor Oline ve çocuğun şarkısını duyuyor bir kez daha, elinde balık
kenefe gitti Oline , çocuğun durup yine kendisine baktığını görüyor.
Balığı yanında kenefe mi götüreceksin? diye sesleniyor çocuk.
Dikkat et, fena yaparım seni ha! diyor.
Yap da görelim, diye sesleniyor çocuk.
Çocuk önce Oline'den tarafa bir hamle yapıyor, sonra arkasını
dönüyor. Oline çocuğun yokuş aşağı koşarak indiğini ve Taş Ev'in
köşesinde gözden kaybolduğunu görüyor, şu zamane çocuklarının
bu kadar terbiyesiz olması ne fena , yaşlılara hiç saygı göstermiyorlar,
diye düşünüyor, evinin köşesini dönüp kulübeye doğru yürüyor,
evet bacakları ağrıyor yine her zamanki gibi, kapının ahşap man­
dalını kaldırıp içeri giriyor, değneğini duvara yakın köşeye dayıyor,
kapıyı kapatıp mandallıyor, nihayet yalnız kalabildi ! Nihayet ne
yapıp ettiğini kimse göremeyecek! Nihayet! Oline böyle düşünerek

270
balıklan kapıdaki çengele asıyor, karnının çok sıkıştığını hissediyor,
üzerindeki iki kat etekliği kaldınp, donunu indiriyor, ah o da ne ,
biraz ıslatmış.
Hayır ama hayır, diyor Oline .
Hayıf, öf ya, hayır diyor.
Tamam tamam, diyor Oline .
Ve ahşap kasa üzerindeki deliğe oturuyor. Oline oturmanın tüm
vücuduna ne kadar iyi geldiğini hissediyor, oturur oturmaz tüm ağ­
nları geçiyor sanki.
Tamam tamam, diyor Oline .
Hayat hala güzellikler sunabiliyor, diyor.
Şimdi tek yapacağı oturup beklemek, az sonra bir şeyler olur,
diye düşünüyor kapıya astığı balıklara bakarken. Kocaman balık
gözleri . Balıklardan akan kan . . .
Evet, şu balık olmasaydı eğer, diyor Oline .
Hiç de iyiye gitmezdi halimiz, diyor.
Balık olmasaydı yani .
Geçimimiz pek kıt olurdu , şu balık olmasaydı eğer, diyor Oline .
Tanrı bize balık bahşetmemiş olsaydı nasıl beslerdik çocukları ,
diye düşünüyor Oline , şimdi biraz rahatlaması gerekiyor Oline'nin ,
oysa ne kadar gayret ederse etsin çıkamıyor bir şey, ne sıvı ne de
katı , keşke balığı buraya kulübeye getirmeseydim, ki insan bunu
yapmamalı aslında, daha kolay rahatlardım diye geçiriyor aklından,
bak şu yaptığım şeye , yemeğimi buralara getirdim! Ama azıcık bir
şeyler gelmişti ya donuna ! Peki ne yapalım, çıkacak fazla bir şey
yokmuş demek, donuna kaçanı fark etmemiş miydi? Daha önceleri
de altına kaçırdığı olurdu ama farkına varırdı bunun , sıcaklığını his­
sederdi , öf, yani paçalarından aşağı akardı, evet böyle olurdu , ama
ya şimdi? Kaçırdığımı hissetmedim bile , diye düşünüyor Oline .
Aman öf, diyor.
Ağrıyan bacaklarım yüzünden kaçırdığımı fark etmedim herhal­
de, diye düşünüyor Oline . Şimdi biraz bir şeyler daha gelecekmiş
gibi hissediyor. Ama gelmiyor. Ah bu balıklar. İştahı kaçtı , balıkları

271
yemek istemiyor. Böyle yapmaya , yemeğini helaya götürmeye de­
vam edemez . Oline bir şeyler yemeye mecbur. Hayatta kalabilmek
için gidip her gün balık almak zorunda. Yemekten kesilmek olmaz
ki . Olmaz tabii. Bu hallere gelecekti demek, deniz kenarına inip ba­
lık aldıktan ve evine kadar gidip balıkları mutfağa bıraktıktan sonra
kulübeye gitme alışkanlığından vazgeçecek ya da evde haceti geldi­
ğinde kulübeye gitmek yerine lazımlığı sehpanın üzerine koyup ora­
cıkta işini bitirecekti demek, böyle şeyler yapacağını eskiden hayal
bile edemezdi , evden çıkıp kulübeye kadar yürümenin ona bu kadar
güç geleceği asla aklına gelmezdi , bunları düşünüyor Oline , ama
gençken yaşlılığın nasıl bir şey olduğunu kim düşünür, o da dü­
şünmezdi zaten , ah birazcık çıkarsa da rahatlayabilse ve de balıkları
buraya kadar boşu boşuna getirmemiş olsa. Ah birazcık çıkarabilse ,
diye düşünüyor Oline . Bacaklarının ağrısı neyse de -bacakları ağrısa
da yürüyebiliyor Oline- arzu ettiğinde çıkarabilmek yerine hacetin
beklenmedik zamanda gelmesi pek kötü bir şey, ömrünün sonu­
na doğru bunun böyle olacağı kimsenin aklına gelmezdi , hayır. Ah,
birazcık çıkarabilsin artık. Ah şu balık gözleri . Şu kocaman balık
gözleri . Ve de şu kan.
Olmuyor, tamam olmuyor, diyor Oline .
Olmuyor, tamam, diyor.
Ama biraz daha oturursam belki bir şeyler gelebilir, diye düşü­
nüyor Oline . Biraz daha oturmalı . Lars'ın son zamanlarında da böy­
le olmamış mıydı, söylentilere göre ne sıvı ne de katı hiçbir şeyini
tutamıyormuş, Lars yabancı adamlarla birlikte Düşkünlerevi'ne ya­
tırılmamış mıydı , o kadının mekanında yatıyordu , evet o kadının,
neydi adı Miriam? Yoksa Eline miydi? İsmi neyse ne ama kendisi
korkunç bir kadınmış, Lars orada yatarken donuna bir şeyler ka­
çırıyormuş işte , eh başka ne beklenebilirdi ki ama komşu çocuklar
Oline'yi rahat bıraksınlar canım, söylentilere göre Lars'a da rahat
vermiyorlarmış bir zamanlar, çocuklar hep peşindeymiş, Cepteki
Fare ismini takmışlardı. Fare Lars. Cepteki Fare . Ve şu balık gözleri .
Ah, galiba bir şey çıkmayacak. Ah Lars , ah ! Sen ne kadar da kendine

272
has bir adamdın Lars. Evet Lars, sen alır başını yürür giderdin , odun
keserdin, ablana ne kadar da çok odun temin ederdin sen, yazın
denizin getirdiği ağaç dallarını , tahta parçalarını toplar, kurutur eve
getirir, keser ve yığınlar halinde dizerdin . Yaptığın ise karşılık bi­
raz kamın doyurulunca tatmin olurdun. Hele biraz da tütün parası
alırsan keyfine diyecek olmazdı . Sen böyle bir adamdın Lars. Sen
daha küçük bir çocukken, evet küçük bir çocuktun adada, adamız­
da yaşarken, ben senin ablandım, sen benim kardeşimdin, işte daha
o zamanlar kaçıp gidip saatlerce kaybolurdun, ta karanlık basana
kadar, ne yapardın o kadar zamanda ben hep merak ederdim ve
bir keresinde seni takip etmeye karar vermiştim, sanki bugünmüş
gibi hatırlıyorum, evet seni takip etmeye karar vermiştim ve çok iyi
hatırlıyorum, her ne kadar dün ya da az önce ne yaptığımı hatırla­
makta güçlük çeksem de , yani acaba bir çocuk elinde balık kenefe
gitti Oline diye gerçekten seslenmiş miydi yoksa ben mi bir çocuğun
bana böyle seslendiğini hayal etmiştim , böyle şeyler oldu mu olma­
dı mı bundan tam emin olamasam da, yani olup bitenlerin hemen
arkasından acaba bunlar oldu mu olmadı mı diye merak etsem de
bir gün yaşadığımız adada küçük kardeşimin peşinden gittiğimi çok
net hatırlıyorum, adanın ismi Borg0ya idi diye hatırlıyorum yok­
sa Hatt0ya mıydı? Tysvrer yöresindeydi , bu kesin, ne gördüğümü
gayet iyi hatırlıyorum, ne olduğunu , Lars'ın ne dediğini hatırlıyo­
rum, adanın isminden pek emin olamasam da, sanıyorum Borg0ya
idi , emin değilim ama şimdi burada kulübemde , delikli ahşap kasa
üzerinde otururken ve de hiçbir şey çıkaramamışken nereden geldi
aklıma bunlar, niçin Lars'ı düşünmeye başladım, alıp başını adada
dolaşmaya çıktığında Lars'ın neler yaptığını merak ederdim ve o gün
onu takip etmiştim, niçin şimdi bunları aklıma getiriyorum ben?
Acaba şu balık gözleri mi bana bunları hatırlatan? Kocaman balık
gözleri? Mutlaka öyledir, şu kocaman balık gözleri hatırlatıyor bana
bunları . Niçin gözlerim yaşarıyor şimdi? Niçin ağrılar içindeki vü­
cudundan ne sıvı ne de katı bir şeyler çıkaramadan burada oturan
şu iki büklüm ihtiyarın gözlerine sanki çıtkırıldım bir genç kızmış

273
gibi yaşlar doluyor? Bu arada bacaklarımın ağrılarında bir hafifleme
var. ihtiyar vücuda iyi geliyor oturmak. Ve Lars o gün, Borg0ya'da
onun peşinden gittiğim gün, evet adanın ismi Borg0ya idi, ah şimdi
bir şeyler akmaya başladı , tamamen kendiliğinden, benim istemim
dışında, arkası yok, durdu , derken küçücük bir şey! Ah ah şöyle ufa­
cık kupkuru bir parça yuvarlanarak çıkmaz mı ! İnanılır gibi değil!
Küçük yuvarlacık, balık gözleri gibi tostoparlak! Ve Lars'ın gözleri ,
evet onun gözleri , kahverengi gözleri önce dik dik bakıyor ve an­
sızın ağlamaya başlıyor, böyleydi o işte , durup dururken ağlamaya
başlardı , yemeğin orta yerinde ya da herhangi bir zamanda ansızın
ağlamaya başlardı , kimse nedenini anlayamazdı, birden gözleri yaş­
larla dolardı Lars'ın . Ah ne garip bir çocuktu kardeşim. İşte o gün,
onun peşinde gittiğim gün. Gizleniyordum. Beni fark etmemişti.
Fark etseydi benzetirdi beni, ah evet Lars sinirli, ansızın parlayıve­
ren bir çocuktu . Lars kolay biri değildi , kolay bir çocuk değildi Lars .
Öyle şiddetli bir öfkeye kapılırdı ki , gözü kimseyi görmezdi . Lars'a
karşı dikkatli davranmak gerekirdi. Kendine has biriydi Lars. Evet
bunu itiraf etmek gerek. Daima kendine has bir insan oldu . İşte o
gün, onun peşinde gittiğim gün Lars'ın kahverengi gözleri simsiyah­
tı, sabah ona baktığımda gözlerindeki karanlığı görmüştüm, kara bir
taş gibi, kapkaranlık bir gökyüzü kadar siyahlık çökmüştü gözleri­
ne , nemli nemli parlıyordu gözleri , gözlerinde öyle bir kıpırtı vardı
ki sanki gözyaşlarını geri itmeye çalışır gibiydi, her an ağlayacaktı
sanki , işte böyleydi o sabah karşımda duran Lars'ın gözleri .
Keyfin yerinde değil mi? diye sordum .
Lars'ın gözlerini yere indirdiğini gördüm, cevap vermedi.
Niçin böylesin? diye sordum.
Lars'ın omuzlarını silktiğini gördüm, gözleri yerdeydi.
Üzgün görünüyordun, dedim.
Eh işte, dedi.
Belli bir sebebi var mı? diye sordum.
Hayır, dedi .
Bir şey yok, dedi .

274
Ama , dedim.
Lars'ın başını kaldırıp baktığında gözlerinde o karanlığı gördüm,
kara dağların, simsiyah gökyüzünün ağırlığı vardı gözlerinde , evet
böyle görünüyor Lars diye geçirdim aklımdan Lars başını kaldırıp
bana baktığında, sonra gözleri nemlendi , Lars orada durmuş önüne
bakarken ben içerden salondan babamın anneme seslendiğini işit­
tim, birazdan gelir inekleri götürürler diyordu, kendini düşünüp
çocuklarını vaftiz ettirmeyenlere böyle muamele edilir, böyle işte
doğan bebekler vaftiz edilecek ama kilisede en arkada iki küçük
sandalye verecekler insana, böyle düşünüyorlar hayatını ışığa atlaya­
na ait olacak onlar, daha fazla şeye akılları ermiyor, babamın bunları
söylerken Lars'ın dudaklarının kıpırdadığını , alaycı bir gülümseme
şeklini aldığını görüyorum, işte şimdi Lars karşımda durmuş gözle­
rinde yaşlar alaycı alaycı gülümsüyor. Lars'a doğru sallıyorum ba­
şımı.
Ne var Lars, diyorum.
Bir şey yok, diyor.
Ama var bir şeyler, diyorum.
Hayır, diyor Lars.
Bir şey yok, diyor.
Niçin hep bir şeyler olması gerek? diyor.
Bir şey olması gerekmiyor mu? diyorum.
Lars'ın hayır anlamında başını salladığını görüyorum.
Bir şey yok, diyor.
İyi ama niçin sanki kötü bir durum varmış gibi? diyorum
Bir şey olduğu için değil en azından, diyor.
Peki başka bir şey? diyorum.
Bir şey olmadığı içindir belki, diyor Lars.
Her şey bu kadar güç olmak zorunda mı? diyorum.
Lars'ın başıyla evet dediğini görüyorum.
Peki o simsiyah dağ, diyorum.
Hı, evet, diyor.
Ve denizin en kapkara hali , diyorum.

275
Hı, tamam işte , diyor.
O yüzden mi yani?
Belki de, diyor.
Birileri sana kötü muamele mi ediyor?
Birilerinin bana kötü muamele etmesine bir itirazım yok benirri, ·

diyor.
Lars'ın birilerinin ona kötü muamele etmesine bir itirazı olma­
dığını söylediğini duyuyorum ve ne demek istediğini anlıyorum ,
Lars ş u balık gözleriyle bana bakıyor, o a n yüzünün gerildiğini gö­
rüyorum, aslında o bunu istemiyor, mücadele veriyor, Lars orada
duruyor ve yüzü geriliyor, gözlerinde yaşlar belirdiğini görüyorum ,
Lars başını çeviriyor v e kapıya doğru koşuyor, kapıyı açıp dışarı fır­
lıyor, Lars'ın bataklıktan koşarak denize doğru gittiğini görüyorum ,
patikadan değil bataklıktan koşuyor, zaman zaman battığını, sonra
ayağını kurtarıp koşmaya devam ettiğini görüyorum , bata çıka iler­
liyor bataklıkta, bir ayağını kurtarırken diğeri batıyor, Lars'ın deniz
kıyısındaki kayalıklara doğru koştuğunu görüyorum, derken batak­
lıktaki ufak bir kayanın üzerine oturuyor, sırtını görüyorum, Lars
ellerini gözlerine götürüyor, gözlerini kuruluyor, Lars göz yaşlarını
kuruluyor şimdi ama niçin böyle birdenbire ağlamaya başlıyor Lars,
diye soruyorum kendime . Böyle ansızın, sebepsiz ağlamaya başlıyor
hep Lars diye düşünüyorum, Lars'ın sırtını görüyorum, öne eğilmiş,
başını ellerinin arasına almış, elleriyle gözlerini kapatıyor, derken
Lars'ın dönüp bana baktığını görüyorum, rahat bırak beni diye bağı­
rıyor, hiç rahat bırakmıyorsunuz , bir derdim yok, ters giden bir şey
yok, konuşulacak bir şey yok! Bunları söyledikten sonra Lars otur­
duğu yerden kalkıyor, kayadan yere atlıyor ve iki ayağı da bataklı­
ğa gömülüyor, ayaklarını kurtaran Lars'ın kıyıya doğru ilerlediğini
görüyorum, ayakları yine batıyor, gömülen ayağını bataktan çekip
yürümeye devam ediyor Lars, denizin sakin olduğunu görüyorum,
Lars'ın kıyıdaki yığma taşlardan oluşan sete çıktığını ve taşlardan
birinin üzerine oturduğunu görüyorum , Lars oturmuş gökyüzüne
ve denize bakıyor, gözlerini kırpıştırıyor, denize bakarken gözünü

276
kıstığını görüyorum, bu benim nasıl bir insan olduğuna bir türlü
akıl erdiremediğim kardeşim işte , diyorum, kendine has biri bu be­
nim kardeşim, diye düşünüyorum , başımı çevirip çıkıntı yapmış bir
kayanın dibine kurulmuş küçük evimize bakıyorum, tüm bu batak­
lık alanların ortasında yer alıyor ufacık evimiz. Keskin bir rüzgarın
giysilerden geçip içime işlediğini hissediyorum. Evimize bakıyorum
ve açık kapıdan sesler geliyor, babamın yüksek sesle burada yaşa­
maya devam edemeyiz , yoksulun da yoksuluyuz biz , başka şeyler
denememiz lazım, burada rüzgar ve çıplak tepelerden başka bir şey
yok, balık da olmasaydı çoktan açlıktan ölmüştük dediğini duyu­
yorum , madem başka çare yok taşınalım o halde , diyor annem,
babamın evi yıkıp yanımızda taşıyalım, Stavanger'de para kazanmak
mümkünmüş, dediğini duyuyorum, annemin baba böyle uygun gö­
rüyorsa böyle yapmalıyız, dediğini duyuyorum, Lars kıyıdaki yığma
taşlardan oluşan sette oturuyor ve denizi seyrediyor, deniz mavi ve
biraz çırpıntılı, maviliğin arasında beyazlıklar var, gökyüzü mas­
mavi ara ara bulutlar görünüyor, çok güzel bir gün, sakin ve aynı
zamanda biraz hareketli , babamın taşınmalı , gitmeliyiz buradan,
başka çaremiz yok, uzaklaşmalıyız dediğini duyuyorum, burada
kalmaya devam edemeyiz, diyor babam, besleyecek bu kadar çok
nüfusumuz varken açlıktan ölürüz burada , diyor babam, bir şeyler
yapmalı, evi yıkıp yanımızda taşımalı, taşınmalıyız buradan, yola
düşmeliyiz, dediğini duyuyorum babamın, annem baban en iyisini
bilir, ben bilmem, diyor, en iyisini bildiğimden değil ama bir şeyler
yapamaya mecbur olduğumuzdan, diyor babam, Stavanger özgür
düşünceli insanların yaşadığı bir kent, Kvekar cemaatine mensup
insanların varlık gösterdiği bir yer, onlardan destek alabiliriz dediği­
ni duyuyorum babamın, Lars kıyıdaki yığma taşlardan oluşan sette
oturuyor ve denizi seyrediyor, oraya gitmeli onun yanına oturmalıy­
dım aslında ama Lars bunu istemez ki , böyle zamanlarda rahat bı­
rakılmak ister, böyle zamanlarda onunla konuşmaya çalıştığım oldu
ama hep ters cevaplar verir, rahat bırak beni der, hiçbir şeye aklın
ermiyor aptal kız veya buna benzer şeyler söyler, bunu biliyorum,

277
ama böyle zamanlarda nerelere gider? Neden böyle yapıyor? Böyle
günlerde neler geçer aklından? Neden ortalıktan kaybolur? Nerelere
gider? Ne yapar? Neden bu kadar uzun süre kaybolur ortalıktan?
Çünkü böyle zamanlarda Lars uzun süre gözden kaybolur, sabah bu
ruh haliyle uyanırsa dışarı çıkar ve ancak karanlık bastıktan sonra
döner, yapılacak iş olsun olmasın fark etmez , o kaybolur ortalıktan,
Lars böyle başını alıp gitmemeli , kimseye faydası yok bunun der
babam, kızdığı da olmuştur zaman zaman, babam öyle sık sık öfke­
lenen bir tip değildir, sakin bir adamdır, çok fazla da konuşmaz, az
ve öz, birlikte bir iş yapmaya karar verdiğimiz durumlarda sözünü
tutmalısın böyle başını alıp gitmemelisin, dediğihi duydum Lars'a ,
hem de defalarca, olta hazırlamak olsun ağ toplamak olsun böyle bir
iş yapılacaksa birlikte yapmak zorundalar, böyle derdi babam , peki
derdi Lars kaçıp gitmeyeceğim, sonra sanki babamın sözleri geçer­
liliğini yitirmiş gibi ya da babamla bir anlaşma yaptıklarını unut­
muşçasına ortalıktan kaybolmaya devam ederdi , Lars böyleydi işte ,
babama söz vermiş olmasına karşın niçin böyle başını alıp gitmeye
devam ettiğini sorduğumda elimden başka bir şey gelmiyor cevabı­
nı alırdım, uzaklaşmalı , ortadan kaybolmalıydı, babama da böyle
söylemişti , bir keresinde hatırlıyorum babam Lars'a demişti ki , bazı
zor anlarında çekip gitmeni anlıyorum ancak birlikte bir iş yapmaya
karar verdiğimizde ortadan kaybolman çok fena , yaptığım pek çok
şeyde yardımına ihtiyacım var çünkü olta hazırlamak ağ toplamak
gibi şeyler iki kişi olunca kolaylaşıyor, böyle demişti babam kulakla­
rımla duydum, Lars ben de yardım etmek istiyorum ama gözlerimin
gerisinde şöyle bir baskı hissediyorum, demişti Lars sanki başım
çatlayacakmış gibi oluyorum, sonra Lars demişti ki babam benim
böyle çatlamama razıysa adada dolaşmamı engelleyebilir, demişti ,
hep böyle yapardı Lars adada tek başına dolaşırdı, babam sen de ya­
pabildiğinin en iyisini yap demişti , sonra babam Lars'tan kürek çek­
mek için yardım istemişti kayıkla epey açılıp ağları toplayacaklardı,
Lars tabii yaparım , demişti babam da kıyıya doğru inen patikada yü­
rümeye başlamıştı , Lars'ın öylece durup yere baktığını hatırlıyorum,

278
sanki utanmış ya da ıstırap çekmekteymiş gibiydi, öylece duruyor­
du , yüzünden acılar içinde olduğunu görebiliyordum.
Babama yardım etmem gerek, demişti Lars.
Başımla onaylamıştım .
Ama birdenbire ortadan kaybolma, demiştim.
Hayır, demişti Lars.
Hayır, kaybolmam.
Kaybolmamam gerek, demişti .
Kaybolma ve babama yardım et, demiştim.
Evet, demişti Lars.
Bu sözlerin ardından Lars'ın başını öbür tarafa çevirdiğini ve evin
arkasındaki tepeye doğru tırmanmaya başladığını görmüştüm baba­
ma yardım etmem gerek dedikten sonra gözleri dolmuştu Lars'ın ve
fırlayıp gitmişti, Lars yine ortadan kaybolacak karanlık basana dek
dönmeyecek eve , babam da açıkta ağlan tek başına çekmek zorunda
kalacak diye düşünmüştüm, Lars'ın bütün geceyi dışarda geçirdiği
de olurdu , sabah perişan bir vaziyette dönerdi, üstü başı kan içinde
soğuktan donmuş bir halde , eve kapkara gözlerinde vahşi bir ifade
ve üstü başı kan içinde gelirdi , neredeydin dediğimde cevap vermez,
o kapkara gözlerini gözlerime diker hiç ses çıkarmazdı , ona ne söy­
lersem söyleyeyim cevap vermezdi, annem nerede kaldın diye sorsa
bile cevap alamazdı, hatta babama da cevap vermezdi Lars, hatır­
lıyorum bir keresinde babam sorgulamaktan vazgeçmemiş, tekrar
tekrar neredeydin diye sormuştu , neredeydin Lars? Ne yapıyordun?
lşte o zaman Lars ağlamaya başlamış ve kaçıp gitmişti , eve ne zaman
döndüğünü bilmiyorum bile , işte şimdi Lars kıyıdaki yığma taşlar­
dan oluşan sette oturuyor ve benim onu seyrettiğimi görürse yine
fırlayıp kaçacak, beni görmemeli ama Lars kaçıp gittiğinde bütün
gün ne yaptığını merak ediyorum ben, o yüzden onu takip etmek
istiyorum, şimdi Lars'a bakıyorum, onu takip etmeli miyim yok­
sa rahat mı bırakayım, diye düşünüyorum, Lars'ın kıyıdaki yığma
taşlardan oluşan sette oturmuş ve denizi seyrettiğini görüyorum ve
düşünüyorum ki şimdi Lars yerinden fırlayıp setten inecek ve kaya-

279
lıklara doğru koşmaya başlayacak, Oline delikli ahşap kasa üzerinde
oturuyor birazcık daha bir şey çıkarabilse diye düşünüyor, ne var ki
çıkmayacak gibi , anlaşılan sadece donuma kaçacak, hepsi bu diye
düşünüyor Oline , ömrünün sonuna doğru böyle olacaktı demek,
bir zamanlar çok gençti Oline , Borg0ya'da çalılar arasında koşturup
dururdu dilediğince, tepelere tırmanır, en sık fundalıklara bile dala­
bilirdi , ne kadar engebeli olursa olsun aldırmaz adanın her tarafına
giderdi, bunları düşünüyor Oline şimdi kulübede oturduğu yerden
dik dik bakan balık gözlerine balıkların üzerindeki kana bakarken,
Oline kanın neredeyse kurumuş olduğunu fark ediyor, eliyle balık­
lardan birine dokunuyor, derisinin hafiften kurmuş ve yapış yapış
olduğunu hissediyor, balık gözleri de dipdiri bakmıyor artık, do­
nuklaşmış biraz , sanki kendini toplayıp küçülmeye başlamış gibi,
herhalde çok da uzun bir süredir oturmuyordur burada Oline , yok
canım az önce oturmamış mıydı? Bu sabah her zamanki gibi balık
almak üzere deniz kenarına inmiş sonra yürüyerek eve dönmüş an­
cak eve girmeden önce hacetini gidermek üzere için kulübeye yö­
nelmiş, elindeki iki balığı da beraberinde götürmüştü çünkü mec­
bur olduğundan fazla yol yürümek istemiyordu, o yüzden de Oline
elindeki balıklarla önce mutfağa girmek yerine doğru kulübeye git­
mişti , bacakları pek ağrıyordu yürürken ama şimdi geçmişti ağrısı ,
biraz dinlenince kurtulmuştu ağrılarından, böyle düşünüyor Oline
elini balıktan çekiyor ve bacağının üstüne koyuyor, etleri nasıl da
gevşeyip kırışmış, kat kat olmuş, rengi solmuş. Oline elini bacağına
koyduğunda hiçbir şey hissetmediğini fark ediyor, etini çimdikliyor
ama yine bir şey hissetmiyor, hayır olamaz diye düşünüyor Oline ,
bacaklarında his kaybı var, elini diğer bacağına götürüyor ve etini
çimdikliyor, orada da aynı , hiçbir şey hissetmiyor, artık kalkayım,
balıklan alıp eve gideyim, mutfakta balığı ayıklayıp, parçalayarak
pişirmeye hazır hale getireyim diye düşünüyor, sonra oturup örgü
örer ya da tığ işi yapar, hava da epey soğuduğuna göre sobasını yakar
belki? Aslında havalar soba yakmayı gerektirecek kadar soğumuştu
ne var ki yakacağı çok bol olmadığından Oline odundan tasarruf

280
ediyor, sobayı yakmaktansa kat kat giyiniyor, kalın ve güzel bir hır­
kası var, el örgüsü , geçen yıl kendi örmüştü , eski hırkası o kadar
yıpranmıştı ki sıcak tutmuyordu, o yüzden Oline kendine yeni bir
yün hırka örmeye karar vermişti , bu hırkayı satmayacaktı ama şim­
di sonbaharın sonuna yaklaştıkları bu günlerde sobayı yakabilirim
belki , diye düşünüyor Oline , kapıda çengele asılı balıklara bakıyor,
diriliğini kaybetmeye başlamış balıklar, balık gözlerinin donuklaş­
mış olduğunu görüyor Oline , kıyıdaki yığma taşlardan oluşan sette
oturan Lars'ı hatırlıyor, Lars dönüyor ve o parlak kapkara gözleriyle
bana bakıyor ve niçin beni gözetliyorsun diye sesleniyor.
Hayır gözetlemiyorum, diyorum.
Hiç bile değil, gözetmiyorsun, diyor.
Hayır.
Gözlerini üzerime diktiğini görüyorum, diyor Lars.
Sana bakamaz mıyım, diyorum.
Hayır, diyor Lars.
Lars'ın eğilip yerden bir taş aldığını, elinde taş oturduğu yerde
bir süre bana baktığını sonra ayağa kalktığını görüyorum, kolunu
baş hizasında yukarı kaldırıyor ve yüzüme bakarak orada durup dik
dik bakma bana diye sesleniyor, Lars'ın taşı bana doğru savurduğu­
nu görüyor, başımı eğiyorum, havada yol alan taşın bizim eve doğru
gittiğini ve duvara gürültüyle çarptığını görüyorum, Lars yığma taş­
lardan oluşan setten aşağı atlıyor ve tam o sırada babam sesleniyor,
neydi o? Eve doğru bakıyorum, babam kapıda.
Neydi o? diyor, babam ve bana bakıyor.
Bir gürültü duydum, diyor
Babamın gözlerinde korku görüyorum. Evet anlamında başımı
sallıyorum.
Kimdi, biliyor musun? diyor.
Biliyorum ama taşı atan Lars'tı, bana atmıştı da evin duvarına
isabet etti diyemem ki babama!
Bilmiyor musun? diyor babam.
Ben de bir gürültü duydum , diyorum

281
Evet tam da o . Ama neydi bilmiyor musun?
Başımı iki yana sallıyorum.
Sanki iri bir taş isabet etti evimize , diyor babam.
Evet anlamında başımı sallıyorum.
Bir şey görmedin mi yani? diyor babam .
Başımı iki yana sallıyorum.
Çok oldular ama, diyor babam.
Evet anlamında başımı sallıyorum.
Komşular çok oldular ama , diyor.
Komşular mı?
Eh başka kim olabilir? diyor babam.
Önüme bakıyorum.
Evimize başka kim taş atabilir? diyor babam.
Başını iki yana sallayarak eve giriyor babam , Lars da görünür­
lerde yok, kaçıp sahildeki kayalıklara gitmiş olmalı , onu izlemeyi
düşünüyordum ama bulamayabilirim şimdi , diye düşünüyorum ,
hemen peşine düşersem bulma şansım olabilir belki , bunları düşü­
nürken babamın evin içinde konuştuğunu duyuyorum, yahu kom­
şular evimizi taşlamaya başladılar, işi bu kadar ilerlettiler, annem
evet diyor sahiden de eve bir taş veya benzeri bir şey attı birisi , öyle
gürültü çıktı ki , babam Oline dışardaydı ama bir şey görmemiş
diyor, öyleyse taş arkamızdaki tepeden atılmış olmalı , annem bana
ön taraftan atılmış gibi geldi diyor, babam aslında evet ses ön ta­
raftan geldi diyor ama Oline görmediğine göre böyle bir şey olmuş
olamaz diyor, doğru diyor annem, ben gökyüzüne bakıyorum, ak
bulutlar geçiyor maviliklerden, lacivert denize bakıyorum, beyaz
çırpıntilar var, Lars deniz ve gökyüzü gibi diye düşünüyorum, sü­
rekli değişim halinde , açıktan koyuya , beyazdan kapkaraya , böyle
işte Lars tıpkı deniz gibi , bense taş ve bataklık gibiyim ne dümdüz
ne çok engebeli , sarı ve kahverengi , kendime özgü çiçeklerim de
var benim diye düşünüyor ve patikadan aşağı yürümeye başlıyo­
rum , Lars görünürlerde yok, deniz kıyısına kayalıklara ineyim di­
yorum, belki orada oturuyordur Lars yani yığma taşlardan oluşan

282
setin arkasında , öyledir mutlaka , diye düşünüyor ve patikadan aşa­
ğı yürümeye devam ediyorum, galiba Lars'ı bulamayacağım diye
geçiriyorum aklımdan ve patikadan aşağı yürümeye devam ediyo­
rum , yığma taşlardan oluşan setin yanından dolaşıyorum, deniz
alçalmış , sular çekilmiş olduğundan ben de setin arkasına geçebili­
rim diyorum ancak Lars hala görünürde yok , derken kumda ayak
izlerini fark ediyorum, Lars suları çekilmiş kıyıda koşmuş olmalı,
böyle düşünüp sahilde yürümeye devam ediyorum , ve kendime
soruyorum nedir Lars'ın bu hali? Niçin bu kadar öfkelenip bana
taş attı? Ben şimdi babama yalan söyledim ama başka çarem var
mıydı? Babam taşı atanın Lars olduğunu öğrense ne yapardı? Bun­
ları düşünerek yürüyor ve hafif hafif kıyıya vuran dalgaların sesini
dinliyorum, deniz mutedil şimdi , iri dalgalar görünmüyor, sakin ,
sahilde yoluma devam ederken Lars beni görmemeli diye düşünü­
yorum, çok kızar çünkü , peşimden gelme rahat bırak beni der ve
beni taş yağmuruna tutabilir, böyle yürüyerek onu bulamayacağım
diye düşünüp sahilden içeri kara tarafına geçiyorum , bodur ağaç­
lar ve çalılar arasından yoluma devam ederken aşağı kıyıdaki yassı
kayalara bakıyorum, Lars'ın buralarda olduğundan eminim sanki ,
saatlerce ortadan kaybolduğunda neler yaptığını hiç bilemiyorum
ama sahilde olduğundan , yassı kayaların üzerinde oturduğunu dü­
şünüyorum, şimdi bir tepeciğe gelmiş bulunuyorum, çok iri bir
yassı kaya denize doğru iniyor, kayanın üzerinden martılar yük­
seliyor çığlıklarla, martılar denizin üzerinden uçuyorlar, ben yassı
kayadan aşağı kıyıya doğru yürüyorum, orada küçük bir kumsalı
bulunan ufacık bir koy var, kardeşimi orada yuvarlak bir kayanın
üzerinde oturuyor buluyorum.
Lars, diye sesleniyorum.
Lars dönüp bakıyor bana .
Ah sen misin diyor ve gülümsüyor.
Evet, diyorum.
Lars'ın öfkesinin geçmiş olduğuna inanamıyorum.
Gel sana bir şey göstereceğim, diyor Lars.

283
Eliyle gelmemi işaret ediyor, çömeliyor ve yassı kayadan aşağı
kayıyorum, epeyce bir eğim var ama kaya ıslak değil, ellerimle ve
ayaklarımla kayanın yüzeyinden destek alarak aşağı kayıyorum, der­
ken ayaklarım yumuşak kuma değiyor, Lars'a bakıyorum; oturduğu
yerden kalkmış bana gülümsüyor.
Gel bir şey göstereceğim, diyor Lars bana bakarak, ona doğru
yürüyorum.
Gel , diyor Lars.
· Lars koyun en iç kısmına gidiyor, tepeden denize doğru çıkıntı
yapmış büyük ve yassı kayanın altına doğru yürüyor. Dönüp bana
bakıyor.
Gel, diyor Lars.
Lars gel diye elini sallıyor bana, yürüyorum, çıkıntı yapmış bü-
yük ve yassı kayanın altıda Lars'ın yanında duruyorum.
Burada, diyor Lars.
Bak, diyor.
Kayanın içinde bir deliği , kara bir şeyi işaret ediyor. Anlayamı-
yorum.
Nedir bu? diyorum.
Kömür bu diyor, biraz suyla karışık.
Neye yarar? diyorum.
Bunu kullanıyorum ben, diyor.
Nerede kullanıyorsun?
Sana göstereyim, diyor Lars .
Sonra dört ayak emekleyerek yassı kayanın altına daha da içeri­
lere doğru ilerliyor, o kadar karanlık ki sadece Lars'ın siluetini gö­
rebiliyorum, sonra Lars emekleyerek dışarı çıkıyor, elinde bir şeyler
getirdiğini görüyorum, denizden gelmiş birkaç tahta parçası gibi
şeyler bunlar, Lars bana dönüp gülümsüyor ve şimdi bir şey göste­
receğim sana diyor.
Bak şimdi göreceksin, diyor.
Yerinden kalkıyor elindeki denizin getirmiş olduğu tahta parça­
larından bir tanesini yavaşça havaya kaldırıyor ve bakıyor.

284
Gel , diyor.
Bana bakıyor. Lars'a yaklaşıyorum, elindeki tahta parçasına ba­
kan Lars'ın gülümsediğini görüyorum. O tahta parçasına bakıyo­
rum . Lars'ın elinde tuttuğu ve gülümseyerek baktığı denizden gelen
tahta parçasının üzerine bir resim çizili.
Güzel mi? diyor Lars.
Bana gülümsüyor, başımla evet diyorum. Lars'ın bu tahta parçası
üzerine çizdiği küçük resmi güzel buluyorum.
Bayağı güzel, diyorum.
Evet, diyor Lars.
Neyi betimliyor bu? diyorum.
Bulutları , diyor Lars.
Bulutların resmi yani?
Evet.
Ama bu resim siyah .
Sana kömür ve su karışımını gösterdim ya , diyor Lars.
Evet anlamında başımı sallıyorum.
Kömür ve su karışımını uçlarını püskül gibi yonttuğum kamışlar
aracılığıyla sürüyorum, sonra da parmaklarımla yayıyorum, diyor
Lars .
Bana sorsan bulut olduklarını söyleyemezdim, diyorum.
Sorun değil , diyor Lars.
Değil tabii , diyorum.
Ama biraz dikkatli bakarsan , diyor Lars.
Bana tahta parçalarından birini uzatıyor, dikkatle bakıyorum,
evet dikkat ettiğimde Lars'ın bulutları çizmiş olduğunu görüyorum,
hareket halinde bulutları resmetmiş Lars , görüyorum ki gayet de
güzel bulutlar yapmış, Lars bunun gibi bir sürü resim yaptım diyor,
çoğunda bulutları çizmiş ama ara ara dağlar, tekneler de var, tepe­
den denize doğru çıkıntı yapmış yassı kayanın altında , içerilerinde
bunlardan daha fazlasını saklamış, ne var ki bir keresinde gelgitte
sular aşırı yükselince resimlediği tahta parçalarının çoğunu kaybet­
miş, elimde az sayıda kaldı diyor Lars , bizim kayığın da bir resmi

285
varmış, görmek isteyip istemediğimi soruyor Lars başımı evet anla­
mında sallıyorum, Lars yassı kayanın altına içerilere doğru emekle ­
yerek giriyor bir kez daha , çok karanlık olduğundan sadece Lars'ın
siluetini görebiliyorum, sonra dışarı çıkıyor Lars ayağa kalkıp bana
bir tahta parçası daha uzatıyor, üzerine bizim evin oradaki dağı ve

kayığımızı resmetmiş, çizdiği görüntüleri tanımak hiç de zor olmu­


yor, kardeşim Lars'ın çok yetenekli olduğunu düşünüyorum o an .
Güzel, diyorum.
Evet, diyor Lars.
Evden uzaklaştığın zamanlar bu resimleri mi yapıyorsun? diye
soruyorum.
Yaptığım da oluyor, diyor.
Sessinde bir hırçınlık hissediyorum.
Bazen, diyor.
Kalan zamanında adada dolaşıyorsun yani? diyorum.
Önceleri sadece adada dolaşıyordum, diyor.
Sonra sonra resim yapmaya başladın, öyle mi?
Lars başıyla onaylıyor beni .
Ama sadece kendini böyle hissettiğin zamanlarda mı resim yap­
mak istiyorsun?
Lars yine evet anlamında başını sallıyor. Evimizin oradaki dağı
ve kayığımızı betimleyen resme bakıyorum, kendini böyle hissettiği
zamanlardaki Lars'a çok benziyor bu resim. Bu resmin Lars'ın ken­
dini böyle hissettiği zamanlardaki haline benzemesi bana çok ilginç ,
çok tuhaf geliyor. Tıpkı Lars'ın kapkara olduğu anlardaki gibi kara
bu resim. Aynı karalık. Ölü bir karalık değil bu, ışık verir gibi, ışık
veren bir karalık gibi bir şey.
Resim sana benziyor, diyorum.
Lars ansızın yüzüme bakıyor.
Nasıl yani?
Bilmiyorum.
Ama benziyor, diyorum.
Senin de bir resmini yapayım mı? diye soruyor Lars.

286
Kimsenin resmimi yapmasını istemiyorum ben . Başımı iki yana
sallıyorum.
Ben yapmıştım aslında, diyor Lars.
Demek ki resmimi zaten yapmış o halde yapma dememin bir
anlamı yok, resmetmiş bile . Yapacak bir şey yok artık.
Getireyim resmi, diyor.
Sesinden ne kadar mutlu olduğu anlaşılıyor, bir kez daha dört
ayak yassı kayanın altına içerilere doğru emekliyor, adım adım göz­
den kayboluyor, siluetini bir de ayaklarını görebiliyorum sonra yavaş
yavaş tekrar görünür oluyor, ayağa kalkıyor ve bana bir tahta parçası
uzatıyor, hafiften yana ve yukarı bakan bir çehre görüyorum, iri bu­
runlu, kocaman gözlü , ağzı biraz çarpık. Lars benim resmimi yaptı­
ğını söylüyor. Ama bu resim bana benzemiyor ki . Ben böyle mi gö­
rünüyorum? Lars'a ben böyle görünmüyorum diyebilir miyim şimdi?
Beğenmedin , diyor Lars ve gülmeye başlıyor, sonra tahta parça­
larını toplayıp kıyıya doğru yürüyor. Lars'ın kıyıda durup bir süre
açıklara baktığını görüyorum, sonra kolunu kaldırıp tahta parçala­
rından birini denize fırlatıyor.
Atmasana resmi , diyorum.
Lars elindeki tahtaların tümünü bir defada denize savuruyor ve
koşarak bana doğru geliyor, Lars yanımdan koşarak geçiyor, yassı
kayadan yukarı tırmanmaya başladığını görüyor ve hiçbir şey an­
lamıyorum, ne yapacağımı bilemiyorum, ona bir şey söylemediğim
halde yaptığı resimleri denize attı benim yüzümden, bir şey var
bunda diye düşünüyorum, Lars'a göre yapılan her şey yanlış, hiçbir
şey kolay değil, bunları düşünürken yassı kayadan yukarı tırmanı­
yorum, yüksekçe düzlüğe geldiğimde oradan sahile iniyor ve koşa
koşa eve giden patikanın yolunu tutuyorum, eve yaklaşınca duvara
dayanmış üç beş yassı granit çatı taşı görüyorum, babam çatıda bir
şeyler yapıyor, bir yandan da hay iblisler götürsün seni, vay iblis,
cehennemin dibine diye küfrediyor ve bir granit çatı taşını aşağıya
savuruyor, taş yere saplanıyor, yansı toprağa gömülü eğri bir şekilde
duruyor, babam bana bakıyor.

287
Uzak dur şuradan ! diye bağırıyor babam.
Dikkat et, koru kendini ! diye bağırıyor babam.
Annem kapıda görünüyor, her iki kolunda birer bebe , küçük
Elizabeth bacaklarına sarılmış , annem bana bakıyor ve umutsuz­
luk içinde başını sallıyor. Duruyorum. Elinde yassı bir granit daha
tutan babam çatıda ayakta duruyor. Çabuk uzaklaş oradan diye
bağırıyor ve taşı elinden bırakıyor, bir süre çatıdan kayan yassı
granit hızla yere iniyor ve yumuşak toprağa saplanıyor, yarısı top­
rağa gömülü eğri bir şekilde durduğunu görüyorum, annem ufa­
cık evimizin kapısında duruyor ve ağlıyor. Babam çatıdan bana
bakıyor.
Taşınacağız artık buradan, diye bağırıyor babam.
Yetti artık, diye bağırıyor babam bana .
İnsanların evini taşlamaya başladılarsa işin sonu geldi demektir,
diye bağırıyor babam .
Anlıyorsun değil mi? diyor babam.
Başımı evet anlamında sallıyorum.
Evi yıkacak ve kendi ellerimle yeniden inşa edeceğim, diyor.
Bu evi ben inşa ettim, ben yıkarım, sonra yeniden yapanın, diyor.
Peki ya ufacık çiftliğimiz ne olacak? diye soruyorum.
Alsınlar onu da, bize attıkları taşa teşekkürümüz olarak, diyor
babam.
Alsınlar onu da, diyor.
Toprağımıza ne isterlerse yapsınlar, diyor.
Alsınlar toprağı da! diye bağırıyor babam.
Çatıda durduğu yerde dengesini kaybederek yana devrildiğini
görüyorum, son anda çatının mahyasına tutunuyor, annemin iki
kolunun altında birer bebe bana doğru geldiğini görüyorum, sessiz
sessiz ağlıyor, Tanrı'nın iradesi buymuş, Tanrı'nın bizim için müna­
sip gördüğüne itiraz edemeyiz , diyor, babamın dengesini bularak
çatıda ayağa kalktığını görüyorum, küçük kız kardeşim Elizabeth'in
baba baba, dikkat et kendine seslendiğini duyuyorum, babam bir
granit çatı taşını daha yerinden söküyor ve elinden bırakıyor, bir

288
süre çatıdan kayan granit hızla yere iniyor ve aşağıdaki granit taşlar­
dan birine isabet ediyor, taşların ikisi de yarıya bölünüyor, babamın
vay iblis ! vay iblis! diye haykırdığını işitiyorum, annem babama küf­
retme diye sesleniyor, Lars nerelerde acaba? diye soruyor, annemin
kucağındaki bebeler ağlamaya başlıyor.
Sakinleş biraz, diyor annem ve babama doğru bakıyor.
İn aşağı , evi bir gün içinde sökmen gerekmiyor.
Eh tamam , diyor babam.
Çatıda çömeliyor, yavaş yavaş aşağı kayarak el merdivenine ula­
şıyor, basamaklardan iniyor. Babam bize doğru geliyor şimdi .
Bir an önce Stavanger'e gidin siz, kardeşimin evinde oturabilirsi­
niz bir süre, diyor babam, ben arkanızdan gelirim, evin altına teker­
lek koyar çekerek getirmelerini sağlarım.
Peki, diyor annem.
Annemin gözleri yaşlı öylece durduğunu görüyorum.
Böyle birdenbire , diyor annem .
Evet birdenbire , diyor babam.
Sonra yere attığı granit çatı taşlarını eline alıp gidiyor ve diğer
taşların yanına duvara dayıyor.
Yağmur yağacak, diyor annem.
İçeri yağmur dolacak, diyor.
Anlıyor musun? diyor annem.
Ve babama bakıyor, lanet olsun içeri yağmur girsin o zaman di­
yor babam, yarın al çocukları Stavanger'e git , bir teknede size yer
ayarlayacağım, düşündüm bunları diyor, peki peki diyor annem,
ben gözlerimi kıyıya çeviriyorum , deniz kararmaya başlamış , gök­
yüzü kapkara ve yağmurun ilk damlalarını hissediyorum.
Yağmur başlıyor, diyor annem .
Çocukları içeri götür, diyor babam.
Lars nerede? diye soruyor babam.
Ve bana bakıyor, başımı iki yana sallıyorum.
Bu çocuk niye böyle koşturup duruyor adada, bir türlü aklım
ermiyor, diyor.

289
Bu oğlan en büyük çocuğumuz, pek çok işimizde bize yardımı
gerekli, bu kadar çocuğun karnı doyurulacak.
Annemin her iki kolunda birer bebe , küçük kardeşim Elizabeth
peşinde kapıdan eve girdiğini görüyorum. Birdenbire şiddetli bir
yağmur başlıyor, ardından rüzgar çıkıyor, tıpkı yağmur gibi ansı­
zın, rüzgar şiddetle denizden karaya doğru esiyor, babam havanın
böyle bozacağını bilseydim çatı taşlarını sökmezdim diyor, kim tah­
min edebilirdi ki , az önce pırıl pırıl güneş vardı diyor babam, işime
devam etmeliyim, bir kısmını sökmekle olmaz, acayip görünüyor
böyle , hayır devam edeyim diyerek el merdivenine yöneliyor, sa­
ğanak yağmurda babam merdine tırmanıyor, o çıkarken rüzgar el
merdivenini sallıyor, merdivenin dengesinin bozulmakta olduğunu
görünce koşup tutuyorum, babam bana bakıyor ve teşekkür ederim,
teşekkürler Oline diyor, rüzgarın el merdivenini salladığını görü­
yorum, şakır şakır yağmur yağıyor, gözlerimi kıyıya çeviriyorum ,
Lars'ın aşağıda olduğunu görüyorum, kayığı denize indiriyor, böyle
bir havada denize mi açılacak, ne geçiriyor aklından bu deli , diye
düşünüyorum, niçin, niçin böyle bir havada denize çıkacak? Bu ara­
da Lars'ın dalgalar arasında bir inip bir çıkan kayığa bindiğini görü­
yorum, böyle bir havada asla kürek çekmemeli , denize açılmamalı ,
ben bunları düşünürken babam çatıya bir ayağını atıyor, öbür ayağı
en üst basamakta , babam el merdivenini yana kaydırıyor ben ite­
rek ortalamaya çalışıyorum, Lars'ın kayığın ortasındaki enlemesine
tahtaya oturup kürekleri suya indirdiğini ve dalgalara karşı kürek
çekmeye çabaladığını görüyorum, kayık ilerlemiyor bile , Lars'ın bü­
yük bir gayretle küreklere asıldığını görüyorum, el merdiveninden
yukarı bakınca babamı gözden kaybettiğimi fark ediyorum, babam
çatıya çıktı demek, diye düşünüyorum, Lars bu havada açık denize
kürek çekmemeli , kıyıya koşup onu yolundan döndürmeliyim, bu
fırtınada açık denize kürek çekmemeli, bunları düşünürken ellerimi
merdivenden çekiyorum, sağanak yağmurun altında patikanın yolu­
nu tutuyorum, arkama baktığımda babamın bacaklarını iki yana aç­
mış mahyada oturduğunu görüyorum , bir granit çatı taşını yerinden

290
sökmeye çalışıyor, rüzgarın el merdivenini fena halde salladığını ve
merdivenin yana kaydığını görüyorum, daha da şiddetli bir rüzgarın
esmesiyle merdiven yere devriliyor, babam mahyada oturmuş işiyle
uğraşırken merdivenin devrildiğini fark etmiyor, bu arada Lars'ın
kıyıdan biraz uzaklaşmış olduğunu görüyorum, bu havada açık de­
nize kürek çekmemeli , diye düşünerek kıyıya doğru koşmaya başlı­
yorum, Lars'ı yolundan çevirmeliyim, kıyıya doğru koşuyorum sa­
ğanak yağmur altında, bir yandan rüzgar esiyor, sahile vardığımda
Lars'ın kayıkta oturduğunu ve her ne kadar tüm gayretiyle kürek
çekmekteyse de kayığın ilerleyemediğini görüyorum.
Kıyıya dön Lars, diye bağırıyorum.
Bu havada açık denize çıkmamalısın, diye bağırıyorum.
Gitme Lars!
Geri dön Lars !
Gidemezsin! diye bağırıyorum.
Lars'ın kürekleri topladığını görüyorum ve o sırada gelen büyük
bir dalga kayığı kıyıya doğru itiyor, derken yeni bir dalga daha geli­
yor ve kayığı daha da yaklaştırıyor kıyıya.
Babam evi yıkıyor! diye bağırıyorum.
Baksana Lars babam yassı granit taşlarını söküyor çatıdan! diye
bağırıyorum.
Lars çatıya bakıyor ve kahkahalarla gülüyor sonra kürekleri ye­
niden suya indirip kayığı geri döndürmeye çalışıyor, kayığın hızla
karaya doğru yol aldığını görüyorum, Lars bir kez daha kürekleri
topluyor ve baş tarafına geçip ayakta duruyor, kayık suda bir inip
bir çıkmakta şimdi, Lars bir ayağını kayığın kenarına dayamış ka­
raya yanaştığı anda meydana gelecek sert çarpışmayı engellemeye
hazırlanıyor, kayık hızla kıyıya yaklaşırken babam Lars'a sesleniyor,
bırak kayık da parçalansın ! Lars kayık yanaştığı anda karaya ayak
basıp sert çarpmayı engelliyor, babam sesleniyor, yazık oldu , bı­
raksaydın da kayık da parçalansaydı, Lars kayığı bağlıyor sağanak
yağmur hiç durmamacasına indiriyor, ben iliklerime kadar ıslanmış
durumdayım ve Lars sahilde durmuş kayığa bakıyor.

291
Hadi gel Lars, diyorum.
Lars dönüp bana bakıyor.
Gel, diyorum.
Ve Lars bana doğru yürüyor.
Hadi eve gidelim, diyorum.
Lars başını evet anlamında sallıyor.
Ansızın fırtına çıktı, diyor.
Adanın havası böyle , diyorum.
Evet aniden değişiveriyor, diyor.
Patikadan yukarı yürüyorum, Lars da yanında yürüyor.
Ne sen ne de ben vaftiz edilmedik, diyorum.
Bizim dışımızda herkes vaftiz edildi .
Vaftiz edilmediğimiz için bize komünyon ayini de yapılmayacak,
diyorum.
Babam rahipleri sevmez, diyor Lars.
Öyle , diyorum.
Ama bizden başka herkes vaftizli ve komünyonu yapılmış, öyle
duydum ki vaftiz edilmemiş ve komünyon ayini yapılmamış olanla­
ra iş vermiyorlarmış, diyorum.
Buna inanıyor musun? diyor Lars.
Evet, diyorum.
Ben vaftiz edilmeyi ve komünyon ayinimin yapılmasını arzu edi-
yorum, diyorum.
Lars başıyla onaylıyor.
Stanvanger'e gidecekmişiz .
Eminim ki Stavanger'de vaftiz edilebiliriz , komünyon ayinimiz
de yapılır, diyorum.
Belki , diyor Lars.
Ben bunları tamamlayacağım, diyorum.
Ben de katılırım sana belki , diyor Lars.
Patikadan yukarı tırmanıyoruz.
Ama babamın böyle bir havada çatıyı sökmeye karar vermesi. . .
diyor Lars.

292
Bunu komşular evimize taş attılar diye yaptığını söylüyor babam,
diyorum.
Lars'a bakıyorum, anladım der gibi başını sallıyor.
Benim yaptığımı söylemedin değil mi? diyor.
Başımı iki yana sallıyorum, Lars ve ben patikayı tırmanıyoruz.
Öyle görünüyor ki el merdiveni kayıp düşmüş, diyorum.
Ben yerine geri dayarım onu , diyor Lars .
Eve doğru gidiyoruz, Lars merdiveni yerden alıp dikleştiriyor,
rüzgar sağa sola sallıyor Lars'ın elindeki merdiveni , sonunda Lars
merdiveni evin duvarına dayıyor, bu rüzgarda Lars'ın merdivene
tırmanmaya başladığını görüyorum. Kesinlikle kayacak bu mer­
diven! Koşup yakalıyorum merdiveni ve devrilmesin diye sıkı sıkı
tutuyorum, yukarı tırmanan Lars'ın babama bu havada çatıyı sö­
küyorsun dediğini işitiyorum, babam taşınıyoruz burada kalamayız
artık, diyor, Stavanger'e , şehre gideceğiz, buradan daha da kötü ol­
maz orası , evimizi de beraberimizde götürüp Stavanger'de yeniden
inşa edeceğiz , diyor babam, Lars yardım edeyim mi diye soruyor, iyi
olur iki el daha, diyor babam, Lars çatıya çıkıp gözden kayboluyor,
bu çok yanlış bir iş, neden babam bu sağanak yağmur ve şiddetli
rüzgarda granit çatı taşlarını sökmeye kalktı sanki , Lars bu duru­
mu pek garip bulmuşa benzemiyor, hatta sana yardım edeyim mi
diye de sordu babama, daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı yani,
olmuş muydu acaba? Hatırladığım kadarıyla olmamıştı, diye düşü­
nüyorum, burada durup el merdivenini tutmaya devam edemem,
donuyorum, iliklerime kadar ıslağını ve de çok sert soğuk bir rüzgar
esiyor, Lars'a anlattım, işte vaftiz edilmeyi ve komünyon ayinimin
yapılmasını arzu ediyorum, dedim , Lars da böyle düşünüyor galiba,
diğer insanlar gibi vaftiz edilir ve komünyon ayini yapılırsa ressam
olabileceğini düşünüyordur muhtemelen, bunları aklımdan geçi­
rirken el merdivenini tutmayı bırakıyor ve evin duvarından birkaç
adım uzaklaşıyorum, Lars ve babamın bacaklarını iki yana açmış
mahyada oturduklarını görebiliyorum şimdi . Mahyada bacaklarını
iki yana açmış, karşılıklı oturuyorlar.

293
Çok üşüyorum, merdiveni tutmaya devam edemeyeceğim, diye
sesleniyorum.
Ne Lars ne de babam onlara seslendiğimi işitiyorlar gibi, bir kez
daha sesleniyorum o zaman Lars'ın dönüp bana baktığını görüyo­
rum.
İçeri giriyorum, diye sesleniyorum.
Lars başını evet anlamında sallıyor.
Merdiven her an devrilebilir, aşağı inmek istiyorsanız çatıya vu­
rup çağırın beni .
Tamam, tamam, diye sesleniyor babam.
Babamın bir çatı taşını daha aşağı bıraktığını görüyorum, bir
süre çatıdan kayan yassı granit hızla yere iniyor ve yarısı yumuşak
toprağa saplanıyor. Çatıyı örten yassı taşların çoğunun yerinden
sökülmüş olduğunu görüyorum. Çok üşüyorum. İçeri girdiğimde
ufaklıkların ağladığını duyuyorum, bizim evde her daim bebek sesi
ve ağlaması var, diye düşünüyorum, yerdeki gölcüğü görünce çatı­
nın akmaya başladığını anlıyorum, annem her iki kolunun altında
birer bebe köşeye büzülmüş, ayaklarının dibinde Elizabeth ve Ceci­
lia oturuyor, annemin sessiz sessiz ağladığını fark ediyorum. Anne­
me bakıyorum, Oline bu kulübede oturmaya devam edemem diye
düşünüyor, bu kulübede oturmaya ve kendi çocukluğumu hatırla­
maya devam edemem. Ama işte annem orada oturmuş ağlıyordu .
Ertesi sabah evin zemini tamamen suyla dolmuştu . Oline artık ayağa
kalkmalı ve gitmeliyim, diye düşünüyor, burada oturmaya devam
edemem, bacaklarının da ağrısı dinmiş gibi, artık ayağa kalkması
balıkları alıp mutfağa götürmesi gerek, kulübe epey soğuk, üşümeye
başladı, burada daha fazla oturamaz, böyle düşünüyor Oline , ama
bir şeyler çıkmış mıdır acaba? Sanmıyorum, diye düşünüyor, epey­
dir oturuyor burada ama bir şey çıkmadı, evet biliyor bir şey çıkma­
dı , azıcık bir şey çıkmıştı , ufacık, o da donuna isabet etti , çok değil ,
azıcık bir şey, diye düşünüyor Oline , ama şimdi kendini toplamalı ,
balıkları alıp mutfağa götürmeli , zira burası çok soğuk, evde sobası­
nı yakabilir, biraz suyu da var, torunları yardımsever çocuklar, gidip

294
su getiriyorlar ona, aslında suya giden yol çok uzak değil ama öyle
bir hale geldi ki her şey çok yoruyor onu , şu kulübeden çıkmak
bile yorgunluk, her şey yorgunluk, her şey bir mücadele , azıcık bir
yol yürüse bile bacakları ağrıyor, böyle oldu artık, en zor iş de su
almaya gitmek, pek bir yorgunluk, çok gayret ederse yapabiliyor
ama torunları yardımsever çocuklar, gidip su getiriyorlar ona , onlar
olmasa, diye düşünüyor Oline , evet torunları , çocukları ve torunları .
Ama artık yerinden kalması gerek. Böyle oturamam, diye düşünüyor
Oline , elleriyle oturmakta olduğu delikli kasadan destek alarak hela
deliğinin biraz önüne kayıyor, zorlukla bacaklarının arasında duran
donuna uzanıyor ve biraz çekiyor donunu , Oline donunun pek de
temiz olmadığını görüyor, üstelik ıslanmış, Oline donunu kaba et­
lerinin yansına kadar gelecek şekilde çekiyor, önce bir ayağını yere
basıyor, sonra diğer ayağını , Oline şimdi poposu hela deliğinden bi­
raz daha önde , ayaklarını yere basmış iki büklüm dururken değne­
ğine uzanıyor, tüm ağırlığını vererek yaslanıyor değneğine ve ayağa
kalkmayı başarıyor, hala iki büklüm ve yüzü yere dönükken başını
kaldırıp kapıdaki çengele asılı balıklara bakıyor.
Eh işte balık mı balık, diyor Oline .
Balık olmasa mahvolurduk, diyor Oline .
Balıksız yapamayız, diyor.
Her ne kadar hiç iştahı yoksa da yemek yemesi gerek, insanın bir
şeyler yemesi lazım, diyor Oline .
Serbest olan eliyle kapının çengelinden kurtarıyor balıkların asılı
olduğu tel kancayı, ayaklarını sürterek kapıya gidip , aralıyor kapıyı.
Gözlerini kısarak dışarı bakıyor. Oline yağmurun başladığını görü­
yor ama çiseliyor şimdilik. Tüm gücünü topluyor bacakları kaskatı ,
neredeyse cansız gibi ve Oline vücudunu hareket ettirmeye çalışıyor,
önce bir ayağını öne atıyor, sonra diğerini. Oline kulübeden dışarı
çıkıyor. Bir elinde değnek, öbür elinde balıklar Oline kulübeden dı­
şarı çıkıyor. Evine doğru yürüyor. Şimdi dosdoğru mutfağa gidecek,
balıkların içini ayıklayıp, temizleyerek pişmeye hazır hale getirecek,
sonra sobayı yakacak ve oturup örgüsünü örecek ya da tığ işini ala-

295
cak eline . Evet evet böyk yapacağım, diye düşünüyor, Oline ufacık
güzel evinin kırmızıya boyalı kapısını açıyor, bir elinde balıkların
asılı olduğu tel kanca güzel kırmızı kapıyı açıyor Oline ve evine giri­
yor, holde zemini örten yassı granit taşlara bakarken babasını Borgo­
ya'daki evin çatısında, bacaklarını iki yana açmış mahyada otururken
görüyor, babası bir bir aşağı bırakıyor yassı çatı taşlarını, yumuşak
toprağa saplanmış taşlar eğik vaziyette duruyorlar, ah baba ah, diye
düşünüyor Oline , aman şu an ne yapacağımı unutmayayım da di­
yor Oline , mutfağa gideceğim, balıkların içini ayıklayıp yıkayacağım ,
sonra oturacağım, diyor Oline , mutfağa giriyor, elindeki balıkları
masaya bırakıp kendisi de oturuyor, değneğini masaya dayıyor, ba­
lıkları üzerinde ayıklayacağı tahtayı çekiyor önüne , bıçağı kınından
çıkarıyor ve balıklardan birini alıyor eline, balık biraz kuru hem de
yapış yapış, parmakları balığın derisine yapışıyor, Oline balığın ka­
fasını kesiyor. Kanın pıhtılaşmış olduğunu görüyor. İkinci balığın da
kafasını kesiyor. Oline balık kafalarının yan yana tel kancada asılı
kaldıklarını görüyor. Birinci balığın içini temizliyor. Diğer balığın
da içini temizliyor. Ayağa kalkıyor, balıkları alıyor, sendeliyor biraz
çünkü değneğinden destek almadan yürüyor şimdi , mutfak tezga­
hının yanı sıra gidiyor, ah düşmesem bari diye düşünüyor Oline ,
sendeleyerek mutfak tezgahının yanı sıra gidiyor, elindeki balıkları
tezgahın üzerinde duran çanağın içine koyuyor, maşrapaya su dol­
duruyor, sonra maşrapadaki suyu balıkların üzerine boşaltıyor sonra
titreyen bacaklarıyla yavaş yavaş masaya dönüyor Oline , masanın ya­
nında duvarda bulunan dolaptan bir tabak çıkarıyor, balık kafalarını
ve iç organları elindeki tabağa sıyırıyor. Değneğine uzanıyor, yeniden
evden çıkması gerekiyor, dur dinlen yok bana diyor, balık artıklarını
atması gerek, o da ne , şey mi acaba? Kamında bir sıkışma mı var?
Şey mi acaba? Galiba haceti gelmiş gibi? Evet evet öyle hissediyor
Oline , bir eliyle değneğine tutunarak, öbür elinde balık artıkları bu­
lunan tabağı taşıyarak evinden çıkıyor, yoldan birinin geldiğini fark
ediyorsa da uzaktan kim olduğunu seçemiyor, halbuki birkaç yıl ön­
cesine kadar gözleri görüyordu ama şimdi öyle mi ya! Gözlerim bile

296
eskisi gibi değil artık, diye düşünüyor Oline , şimdi eğilip elindeki
tabağı bırakması gerekiyor kediler yesin , martılar yesin, kim isterse
yesin diye ! Tabağı yere bırakacak ama eğilmesi çok zor, yine de bunu
yapmak zorundayım, diye düşünüyor Oline , bu arada yoldan gele­
nin yaklaşmakta olduğunu görüyor, evet şimdi kedi payına düşeni
alacak, diyen bir ses işitiyor ve gelenin Alida olduğunu anlıyor. Ah
Alida ile iki çift laf etmek iyi olacak, diye düşünüyor. Evet Alida'yla.
Kedi payına düşeni alacak, evet, diyor Oline .
Ve Alida'nın gelip karşısında durduğunu görüyor.
İçeri girip bir fincan kahve içmek istemez miydin?
Neden olmasın, gayet iyi gider, diyor Alida, zaten acelesi de yok,
buraya gelmemin sebebi de bir fincan kahve içmek olabilir yani , kim
bilir diyor Alida ve gülüyor.
Ah Alida sen yok musun sen, diyor Oline .
Gel , gir içeri , diyor Oline .
Balık artıklannı atmayacak mısın? diyor Alida .
Kulübenin yanı başında yere döküveririm hep , diyor Oline
Hayır yani , yıllar boyu böyle yapmıştı , artıkları toprağa dökerdi
martılar kediler yesin diye , hemen kapıp giderlerdi zaten ama bu­
gün tabağa koyup kapının önüne bırakmak gelmişti aklına. Kafam
iyice gitti benim, diye düşündü Oline .
Ben gidip atayım mı? diye soruyor Alida .
Yok ben yaparım , diyor Oline , bacakları ne kadar ağrırsa ağrısın ,
kendi işini kendi yapabilmeli , toparlanıyor ve iki büklüm kulübeye
doğru yürüyor ağır ağır, bu arada kulübeye de bir gireyim bari di­
yor, kamında bir sıkışma var, öyle ya , haceti gelmiş gibi ama şimdi
olmaz ! diyor kendi kendine . Alida ziyaretine gelmişken gidip ku­
lübede oturamaz, elindeki tabağı yere boşaltıyor, balık kafalarının
çimenlerin üzerine düştüğünü görüyor, sonra tabakta kalan diğer
artıklara dokunuyor, yapış yapış geliyor parmaklanna , ellerini silke­
leyip kurtulmak istiyor yapışkan artıklardan, bir kısmını daha yere
boşaltıyor, kalanını parmaklarıyla sıyırıp atıyor tabaktan, sonra elle­
rini eteğine siliyor. Dönüp Alida'ya doğru yürüyor.

297
İhtiyarlık tahmin edilenden de zormuş, diyor Oline .
Çok daha zor, diyor.
İhtiyarlık boktan bir şey, diyor Oline .
Ve sonra bacaklarının ağrısını hissedip inliyor.
Ağrın var, diyor Alida.
Bacaklarım, diyor Oline .
Bacaklarım, evet, diyor.
Bacaklarım ağrıyor.
En fenası yürüdüğümde , otururken o kadar ağrımıyor.
Ama kendi başının çaresine bakabiliyorsun, diyor Alida .
Oline evin kapısının açık olduğunu görüyor, ikisi birlikte içeri
giriyorlar.
Evin boyanınca pek güzelleşti , diyor Alida .
Beyaz ev ve kırmızı kapı , diyor.
Alida arkasından kapıyı örtüyor. Oline mutfağa gidiyor.
Eh kahveyi koyalım bari , diyor Oline .
Alida mutfağa geliyor.
Ben yapayım istersen, diyor Alida.
Evet evet teşekkür ederim, diyor Oline .
Ben odaya geçip , oturayım bari , diyor.
Öyle yap , diyor Alida.
Oline odaya giriyor, Alida'yı uzun yıllardır tanıyorum, diye dü­
şünüyor son zamanlarda unutmaya başladı, kimdi Alina çıkara­
mıyor şimdi ama tanıyor. Alida kahvenin yerini biliyor, bu evi iyi
tanıyor olmalı. Ama iyi değil bu iş. Alida'nın kim olduğunu bilme­
si lazım. Yine de Alida'nın kim olduğunu çıkaramadığını Alida'ya
söylememesi gerek, onu yıllardır tanıyor elbette ama kim olduğunu
bilmiyor, zor olan da bu . Alina'nın kim olduğunu hatırlamam lazım,
diye düşünüyor Oline . Bir sürü şeyi hatırlıyor, Alina'nın da kim ol­
duğunu hatırlaması lazım, Oline odaya girip koltuğuna oturuyor.
Oturmak ne iyi geldi diye düşünüyor üzerine bir ağırlık, bir sükunet
çöküyor sanki , ağrıları azalıyor ve giderek sakinleşiyor.
Oturmak iyi geldi, diyor Oline .

298
Oturmak nasıl da güzel bir şeymiş, diyor.
Alida'nın mutfakta bir şeyler yaptığını işitiyor, Alida kahve şimdi
hazır oluyor, diye sesleniyor.
Oh pek iyi gelecek, diyor Oline .
Evin içi biraz soğuk diyor Alida, sıcak bir şeyler içmek iyi gele­
cek.
Oline Alida'nın elinde iki fincanla odaya girdiğini görüyor, Alida
fincanları Oline'nin önündeki sehpaya bırakıyor ve kahve hazır di­
yor, birkaç yudum alır eski günleri yad ederiz.
Evet tabii , diyor Oline .
Eski günler evet, diyor Alida .
Ve gülüyor, Oline Alida eskiden beri böyleydi bir söyler, bir gü­
lerdi diye düşünüyor, bir söyler, bir gülerdi .
Evet tabii, diyor Oline.
Alina'nın tekrar mutfağa gittiğini görüyor Oline , demek ki Alida
ile aramızda konuşulacak çok şey varmış, diye düşünüyor, Alida'yı
deniz kıyısındaki küçük bir evin penceresinde dururken görüyor,
bana gelsene laflarız biraz diye sesleniyor Oline'ye . Tamam diyor
Oline eve gidip yemeği ateşe koymam gerekmiyor henüz, bayırı çı­
karken Lars'ın kısacık bacakları ve orantısız uzun gövdesiyle koşa­
rak kıyıya inmekte olduğunu görüyorum, Lars'ın başkalarına ben­
zemeyen bir yürüyüşü var, yürüyor ya da koşuyor diyemeyiz buna,
küçük adımlarla koşturmaca belki , bunları düşünürken Lars'ın
uzun sakalının hızdan yana savruluşunu görüyorum, gözleri kah­
verengi , bugün bir sakinlik var bu kahverengi gözlerde , koyu renk
uzun saçları esen rüzgarda geriye uçuşuyor. Lars omzuna bir testere
asmış, kolastar testere der o buna, en iyi testere budur, der. Lars'm
omzunda kolastar testeresi bayır aşağı küçük adımlarla bir koştur­
maca tutturmuş olduğunu görüyorum. Lars kesecek bir şeyler bul­
muş olmalı. Ahaliye yakacak odun temin ediyor Lars. Karşılığında
bir fincan kahve ve biraz harçlık veriyorlar ona. Lars şimdi oduna
ihtiyacı olanlara odun kesmek üzere yola düşmüş. Lars beni görün­
ce kara sakalının gerisindeki yüzünde bir gülümseme beliriyor.

299
Odun kesmeye gidiyorsun , diyorum.
Evet tabii, diyor Lars.
Tam karşımda duruyor, koşturmaktan nefes nefese kalmış.
Birilerinin kesilmiş oduna ihtiyacı varsa, diyor Lars.
Odun her zaman gerekli, diyor.
Sen gidip balık almışsın , diyor.
Evet, diyorum.
Senin için de biraz odun keseyim mi? diyor.
Yok benim yeterince odunum var, diyorum.
Ama Alida'nın ihtiyacı vardır belki, diyorum, beni evine , lafla­
maya çağırdı, soranın ona , diyorum.
İyi olur, diyor Lars, Alida'nın kesilmiş oduna mutlaka ihtiyacı
vardır, ona odun temin etmeyeli epey oldu , diyor Lars. Birilerinin
ihtiyacı vardır belki derken zaten Alida'yı düşünmüştüm diyor Lars.
Birlikte gidelim de sorarız Alida'ya, diyorum.
Lars başıyla onaylıyor ama biraz tereddüt ediyor gibi.
Benimle gelebilirsin, diyorum.
Ablan sana göz kulak olur, diyorum.
Ha tamam, tamam, diyor Lars.
ve gülüyor, Lars'la beraber Alida'nın evine, mutfağına giriyoruz,
Alida Lars'n omzunda kolastar testeresiyle karşısında görünce , aman
da Lars mı gelmiş, ne iyi , tabii ki biraz oduna ihtiyacım var benim,
diyor, Lars da ben de öyle düşünmüştüm, Alida'ya odun kesip gö­
türmeyeli çok oldu diye düşünmüştüm, diyor.
Evet çok zaman geçti , diyor Alida.
Bir daha hiç gelmeyeceksin zannetmeye başlamıştım, diyor.
Çok iş vardı, diyor Lars.
İyi , iyi, diyor Lars.
Kesilmiş odunum neredeyse bitmişti , diyor Alida.
Gelmekle iyi ettim yani, diyor Lars.
Ismarlamışım gibi denk geldi , diyor Alida .
Ha evet, diyor Lars.
Sen ne kadar da kendine has bir adamsın Lars , diyorum.

300
Hı , hı , diyor Lars.
Sesinin biraz değişik çıktığını fark ediyorum, bu Alida'nın da
dikkatini çekmiş olmalı çünkü aman ne iyi oldu da Lars geldi, diyor,
kahveyi henüz koymuştum ocağa , Lars arzu ederse işe başlamadan
önce kahve içebilir, adet olduğu üzere sadece iş bittikten sonra değil
daha işin başındayken veririm kahve , diyor Alida, Lars başını iki
yana sallıyor, gözlerinin kararmaya başladığını fark ediyorum, sonra
o karanlık perde gelip oturuyor gözlerine .
Tabii istersen, diyor Alida .
Ya da her zaman yaptığımız gibi yapalım, önce sen odunları kes
bitir, sonra bir fincan kahve içersin, diyor Alida.
Her zamanki gibi yapmak en iyisi , diyorum.
Evet, evet, diyor Lars.
Çünkü yılan kıvıl kıvıl kıpraşıyor, diyor.
Doğru haklısın, diyor Alida .
Biliyorum yılan kıvıl kıvıl kıpraşıyor, gözümle gördüm, diyor Lars.
Orada duruyor işte , kısacık bacakları ve uzun gövdesiyle, Lars'ın
durup yere baktığını görüyorum.
Evet Lars, biliyorsun, diyorum.
Sanattan da anladıkları yok zaten, diyor Lars.
Hiç ama hiç anlamıyorlar, diyor.
Dana götünün anladığı kadar bile anlamıyorlar sanattan, diyor
Lars.
Lars Alida'nın mutfağında duruyor ve yere bakıyor, sesinin titre-
diğini fark ediyorum, Alida'yla bakışıyoruz .
Sanattan hiç mi hiç anlamıyorlar, diyor Lars.
Bütün ressamların öldürülmesi gerekmez, diyor.
Ama hemen hepsinin öldürülmesi gerek, tümünün değil ama he­
men hepsinin, diyor.
Alida'nın durup yüzüme baktığını görüyorum, pes etmiş bir şe­
kilde başını iki yana sallıyor. Lars da Alida'nın mutfağında durmuş
yere bakıyor.
Ben ressamların hemen hepsini öldüreceğim, diyor.

301
Öldürülmeleri gerek, iyi resim yapamıyorlar çünkü , bu yüzden
öldürülmeleri gerek, diyor lars.
Hı, hı , diyorum.
Onları öldüreceğim evet, diyor lars.
Biraz kahve istemez misin şimdi , diyor Alida .
Öldürülmeliler, evet, diyor lars.
Alida kahve ister misin diye soruyor sana, diyorum.
Lars'ın Alida'nın mutfağında durup ve yere baktığını görüyorum,
Alida'yla bakışıyoruz.
Biraz kahve alırsın herhalde , diyor Alida .
lars başını kaldırıp Alida'ya bakıyor.
A tabii teşekkürler, biraz kahve alırım , diyor.
Lezzetli olur şimdi , diyor.
Şöyle otur biraz , hadi diyor Alida.
Peki teşekkür, diyor lars.
Sonra ihtiyacın olan odunları kesip hazır edeceğim, diyor lars .
İyi olur lars, diyor Alida .
Önce biraz kahve , diyorum.
Evet tabii, diyor lars.
lars'ın gidip Alida'nın mutfak masasına bitişik sandalyeye otur-
duğunu görüyorum.
Sen lars, sen! diyor Alida.
Kimse senin kadar çabuk ve düzenli odun kesemez, diyor.
Hele boya , kimse senin kadar iyi boya yapamaz, diyor.
Öyledir, evet, diyor lars .
Alida gidip bir fincan getiriyor ve lars'ın önüne bırakıyor ve fin­
canına kahve koyuyor, lars'ın piposunu , o iri , ucu kıvrık piposunu
çıkardığını görüyorum, tütün dolduruyor pipoya büyük titizlikle ,
sonra lars bir kibrit çakıyor, piponun üzerinden alev çıkıyor, lars
bir nefes çekiyor ve alev dönüp piponun içinde kayboluyor, lars'ın
çektiği
her nefeste o sert ama güzel koku Alida'nın mutfağına yayılıyor,
Alida , otursana, diyor bana, lars'ın tam karşısına oturuyorum, Alida

302
elinde iki fincanla geliyor, birini benim önüme diğerini yanımızdaki
boş yere bırakıyor, sonra kahve servisi yapıyor Alida , önce bana,
sonra kendisine kahve koyuyor, Lars'ın orada oturmuş piposundan
nefesler çekmekte olduğunu görüyorum, derken Lars fincanı du­
daklarına götürüyor ve sıcak kahveyi höpürdeterek içiyor.
İyi kahve , çok iyi , diyor Lars.
İyi bir pipo ve bir fincan iyi kahve , diyor Lars.
Oline Alida' iıın mutfaktan kahve hazır, kahvelerimiz içebiliriz
dediğini işitiyor, başını kaldırdığında Alina'yı mutfak kapısında ona
bakarken görüyor.
Lars'ı düşünüyordum, diyor Oline .
Ah, Lars, evet, diyor Alida.
Bir gün sizin evdeydik, Lars odun kesmeye gelmişti, işini bitir­
dikten sonra kahve içmek adetiydi ama o gün kesme işe başlamadan
önce kahve ikram etmiştin ona , diyor Oline .
Birlikte oturup kahve içerken birden yerinden fırlayıp dışarı koş-
tuğu gündü , diyor Alida.
Evet, evet, diyor Oline .
Fırlayıp gitmişti evet, diyor Oline .
O gün bütün ressamları öldüreceğim diye feci şeyler söylemişti
de neye inanacağımızı bilememiştik, diyor Alida .
Evet hatırlıyorum, diyor Oline .
Ama geri dönmüştü , diyor Alida .
Evet öyle , diyor.
Elbette geri dönmüştü , diyor Oline .
Elbette öyle yapmıştı , diyor Alida .
Ve döndüğünde de öyle hızlı ve öyle çok odun kesmişti ki eşi ,
emsalini görmedim ben hiç , diyor Alida.
Çok kendine has bir adamdı Lars, diyor Oline .
Evet, hiç sorma , diyor, diyor Alida.
Kahvemiz hazır, diyor Alida.
Oline Alida'nın elinde fincanlarla odaya girdiğini görüyor, fin­
canlardan birini sehpada Oline'nin önüne diğerini de karşısına ko-

303
yuyor. Oline Alida'nın kim olduğunu hatırlamam lazım diye dü­
şünüyor, onu o kadar iyi tanıyor ki , sık sık onun kıyıdaki evine
giderdi , ah bir hatırlasam Alida'nın kim olduğunu , diye düşünüyor
Oline , Alida'nın kim olduğunu bilemeyecek kadar mı kötüledi , ya­
kında kendini bile unutacak, ne zaman oldu bütün bunlar, o nere­
deydi bunlar olup biterken? Çocuklarının isimleri ne? Torunlarının?
Hayatını nasıl geçirdi? Üf ne fena sorular bunlar, diye düşünüyor
Oline , her ne kadar kendisinin kim olduğunu bilemese de , Alida'nın
kim olduğunu hatırlamaya mecbur, aslında biliyor tabii , o günü ,
yıllar önce Alida, Lars ve kendisinin Alida'nın mutfağında oturup
kahve içtiklerini sonra Lars'ın kahvesini fincanda yarım bırakarak
birden yerinden fırlayıp dışarı koştuğu öylesine iyi hatırlıyor ki ,
olup bitenler tıpkı az önce yaşanmışçasına ayrıntılarıyla gözünün
önünde , Oline Alida'nın mutfağındaki masada Lars'la karşı karşıya
oturduğunu görüyor, derken Lars'ın bakışları adeta bir şeye takılı­
yor, sonra bacaklarını indirip kaldırarak küçük küçük tepindiğini
işitiyorum, giderek şiddeti artıyor bunların, bakışları bir yere takıl­
mış, gözlerinin etrafında kasılmalar başlıyor, gözlerinin nemlendiği­
ni görüyorum, bakışları hala bir yerlere takılı , adeta çakılı kalmış­
lar da alamıyor oradan gözlerini , Lars ayaklarıyla tepinmeye devam
ediyor, gözleri daha da nemleniyor, şimdi gözlerinin çevresi fena
halde kasılmakta , Lars bütün gücüyle bir şeyleri yırtıp kurtulmak
ister gibi, Lars tüm gücünü toplayıp adeta ona dar gelen bir şeyi
yırtıyor ve yerinden kalkıyor, odayı koşarak geçiyor, Alida ve Oline
birbirlerine bakıyorlar, ve Oline Alida'nın mutfaktan kahve geliyor
diye seslendiğini işitiyor, kahve hazır diye bağırıyor Alida , Oline
Alida'nın elinde kahve demliğiyle odaya girdiğini görüyor, kendi­
mi toplamalı Alida'nın kim olduğunu bulmalıyım , kim bu Alida,
diyor içinden. Kim bu Alida , kardeşinin karısı mı acaba? Alida'da
ihtiyar bir kadın ama beni ;n kadar değil , diye düşünüyor Oline , hiç
de gülünecek bir şey değil bu diye düşünüyor, yıllar önce akıl etme­
liydim bunu , Alida'nın kim olduğunu bile unutacağımı , Oline böyle
düşünürken Alida'nın evet kahve hazır işte dediğini işitiyor, Alina

304
Oline'nin fincanına kahve koyuyor, Oline Alida'nın diğer fincana da
kahve doldurduğunu görüyor.
Kardeşini sormayacak mısın? diyor Alida.
Ah diye düşünüyor Oline , tabii ki sensin! Bunu ilk anda nasıl
da bilemedim, Alida'nın kardeşimle evli olduğunu nasıl unuttum.
Alida Sivert'in karısı değil. Sivert Signe'yle evli . Az önce Signe onu
evlerine çağırmamış mıydı , Sivert gelmeni istiyor, dememiş miydi?
Böyle olmamış mıydı? Yoksa Alida mı sormuştu da buraya kadar
onu almaya gelmişti?
Kardeşinle ilgili yeni bir haber yok, diyor Alida.
Pek bir değişiklik yok yani , diyor Oline.
Sonra evet böyle diye düşünüyor, Alida kardeşinin karısı, bir
sürü çocukları var ama kardeşi şimdi ihtiyarladı ve çok hasta, tıpkı
ben gibi, diye düşünüyor Oline , evet, evet böyle, diyor içinden.
Evet, diyor Alida .
ve içini çekiyor, kardeşim biraz daha iyice mi, yoksa kötüledi mi
diye sorayım ona diye düşünüyor Oline .
Pek bir değişiklik yok yani diyor Oline .
Alina'nın elinde kahve demliği mutfağa gittiğini ve döndüğünü
görüyor Oline , Aline gelip karşısına oturuyor, kamı sıkışıyor, geli­
yor gibi, fena bir sıkışma bu , diye düşünüyor Oline , altına bir şey
kaçırmasa bari, kulübede de epeyce oturmuş beklemişti , hatta elin­
deki balıklarla girmişti oraya , öyle yapmıştım, diye düşünüyor, uf
fena halde sıkışıyor kamı , ama gelmesin şimdi , en azından büyüğü
gelmesin, küçüğü olsa neyse ama , gelecekse büyüğü gelmesin , gel­
medi değil mi? Ay alt tarafta bir şeyler mi oluyor? diye düşünüyor
Oline , ah ömrünün sonuna doğru böyle mi olacaktı , ah sonu böyle
olacaktı demek, kim tahmin edebilirdi ki bu sonu , diye düşünü­
yor Oline tam bu sırada Alida'nın sözlerini duyuyor ah kardeşinde
hiçbir değişiklik yok, hep aynı, çok zor yürüyor; zihni her zaman
bulanıktı zaten, diyor Alida ve gülüyor.
Evet öyleydi , diyor Oline .
Alida gülmeye başlıyor.

305
Kardeşim hep kendine has bir adam olmuştur, diyor Oline .
Kvekar cemaatine mensup bu adamlar hep kendilerine has tip-
lerdi , diyor Alida.
Her konuda kavga çıkanrdı.
Askere gitmeyi, çocuklan vaftiz ettirmeyi reddetti.
Evlenmemizi de istemedi .
Şimdi de geleneklere uygun bir biçimde gömülmek istemiyor,
diyor Alida .
Ah evet öyle , diyor Oline .
Diğer insanlar gibi olamaz mıydı sanki , diyor Alida.
Ah olamaz mıydı sanki, diyor Oline .
Yok işte , diyor Alida.
Ama Lars iyice sapıttı , diyor.
Öbürlerinde de gariplik vardı ama Lars hepsinden daha beter
oldu , diyor.
Yine de sözlerime dikkat etmeliyim, ölülerin arkasında kötü ko-
nuşulmaz , diyor Alida.
Lars, evet Lars, diyor Oline .
O kadar okumuşluğu filan var, diyor Alida.
Büyük adam olabilirdi, diyor.
Evet, diyor, Oline .
Ama hastalanıverdi işte , zavallı adam, diyor Alida.
Ya öyle oldu , diyor Oline .
Ne çok şey olabilirdi ama sonu böyle oldu işte , diyor Alida.
Ağnlannın durumu ne?
Oturursam ağnmıyor, diyor Oline ama yürüyünce çok ağnyor,
ne var ki yürümesi gerek, hep oturulmaz ki , olmaz , bu kadar ça­
buk pes edemez, mümkün değil, her gün gidip balık satın almaya
mecbur Oline , Alida hayır diyor pes etmek yok, olamaz, devam ede­
ceğiz diyor, bacaklar gövdelerimizi taşıyabildikleri sürece yürümek
zorundayız diyor Alida . Oline Alida'nın kahve güzelmiş dediğini
duyuyor, kahvenin tadını hep severim diyor Alida.
Kahve , evet diyor, Oline .

306
Kahve iyidir, diyor.
Sert ve leziz oldu , diyor Oline .
Kahve çok güzeldi, diyor Alida.
Kocanın kötülemiş olması pek üzücü , diyor Oline .
Hı, hı, diyor Alida .
Ölüm döşeğinde yatıyor olması çok fena, diyor Oline .
Alida birdenbire Oline'nin yüzüne bakıyor.
Hayır ölüm döşeğinde değil ki , diyor Alida .
Oline düşünüyor Alida bir süre önce böyle dememiş miydi ona,
ölüm döşeğinde yatıyor, Oline Alida'nın evine gidip gelip kardeşini
görmeliydi çünkü kardeşi son nefesini vermeden Oline ile görüşmek
istediğini söylememiş miydi Alida'ya, Alida öyle dememiş miydi?
Hayır ölüm döşeğinde yatmıyor, diyor Alida.
Oline kıyıdan elinde balıkla evine dönerken Alida pencereden
kafasını uzatıp ondan evine gelmesini ve kardeşiyle , Sivert'le son
kez görüşmesini istememiş miydi, öyleydi tabii , o zaman vakit kay­
betmeden , son nefesini vermeden gidip Sivert'le konuşmalı Oline ,
burada oturup kahve içerek kaybedecek zamanı yok Oline'nin, ha­
yır mümkün değil bu .
Sivert, evet, diyor Oline .
Evet, Sivert, durumu kötüymüş, diyor Alida.
Ölüm döşeğindeymiş, gidiciymiş, diyor Oline .
Öyle mi diyorsun, diyor Alida.
Hı, hı, diyor Alida .
Yok ben bunu bilmiyordum , diyor Alida.
Pek fena , diyor.
Sana Signe mi söyledi bunu? diyor Alida.
A tabii bunu söyleyen Signe'ydi diye düşünüyor Oline , bir an
önce kalkıp Sivert ölmeden yetişmesi gerek, ölüm döşeğindeymiş ve
onunla konuşmak istiyormuş, eh tabii gitmeleri lazım, Sivert orada
ölüm döşeğinde ablasıyla konuşmak isterken onlar burada oturup
kahve içemezler ki , olacak iş değil.
Bir an önce gidelim, diyor Oline .

307
Gidelim mi? diyor Alida .
Nereye? diyor Alida.
Sivert'le konuşmaya , diyor Oline .
Onu rahat bırakmamız daha iyi değil mi? diyor Alida .
Oline hah şimdi anlaşıldı, diye düşünüyor, ömrünün sonunda
bu da mı gelecekti başına, tabii ya, diyor Sivert'in karısı değil ki Ali­
da, Alida Sivert'in ölüm döşeğinde olduğunu bile bilmiyormuş, nasıl
da karıştırdım her şeyi ! Ne hale geldim ben! Hiçbir şey hatırlamıyor,
gözleri görmüyor, bacakları ağrıyor, şu hallere düştüm, ne çişimi
tutabiliyorum ne de ötekini, of ama of, diye düşünüyor.
Hı evet, evet, diyor Oline .
Mutfakta yerler pek temiz görünmüyor, diyor Alida.
Alida zaten hep böyleydi, diye düşünüyor Oline , eskiden de pa-
saklı olduğumu söylerdi , böyle derdi bana .
Silivereyim yerleri sana, diyor Alida.
Yaparım hemen, diyor.
Çabucak biter, diyor Alida.
Ben kendim yaparım, diyor Oline .
Bacakların çok zayıf, diyor Alida
Biraz yardıma ihtiyacın var, diyor.
Benim henüz sıhhatim yerinde , yerleri siliveririm sana , diyor
Alida .
Eh yani bu teklifinde samimiysen yap bari , diyor Oline .
Oline Alida'nın kahvesini içip bitirdiğini ve ayağa kalktığını gö­
rüyor, kova ve yer bezini almaya gideyim, sonra siliveririm yerleri
diyor Alida.
Oline başıyla onaylıyor.
Eh öyle yap istersen, diyor Oline .
Oline Alida'nın mutfağa gittiğini görüyor, Alida hep böyleydi
diye düşünüyor, benim yaptığım hiçbir şeyi beğenmezdi, diye dü­
şünüyor Oline , beni hiçbir zaman becerikli ve yeterli bulmamıştır
asla , diye düşünüyor Oline , hatta beni beğenmemekte öyle ileri
gitti ki , evimin pisliğini temizlemeye kalkıyor şimdi , aslında haysi-

308
yet kırıcı, diye düşünüyor ama haysiyet mi kalır bu saatten sonra?
Haysiyetimin bu denli kırılmasına izin verdiğime göre pek aciz bir
hale gelmiş olmalıyım diye düşünüyor Oline . Alida'nın mutfakta
tangır tungur bir işler yaptığını işitiyor, şu Alida benim mutfağım­
da neyin nerede olduğunu biliyor, her şeyin yerini biliyor yani ,
diye düşünüyor Oline , zaten yaptıklarımdan hiç hoşnut olmaz­
dı Alida, hatta kocasından da hoşnut değildi , beğenemezdi Lars'ı,
yüzüne karşı iyi davranır arkasından hep gülerdi, hiç iyi şeyler
söylemezdi onun hakkında . Oline mutfakta yer bezinin çıkardığı
sesleri işitiyor. Yok hayır Alida Lars'a iyi davranmazdı, hayır hayır,
Lars onun için ne kadar çok odun keserse kessin, Lars neredeyse
bedavaya odun keserdi Alida için , teşekkür yerine aldığı karşılık
Alida'nın kahkahaları olurdu . Yok hayır kahkahadan başka bir
karşılık almazdı Lars , diye düşünüyor Oline , Alida gelmiş kolunu
çekiştiriyordu .
Gel bak, Lars odun kesiyor, diyordu Alida.
Orada durmuş yüzüme bakıp gülüyordu .
Bak Lars yine odun kesmeye başlamış , hadi gel , gel benimle de
Lars'ın nasıl çalıştığını gör, diyordu Alida.
Gel, diyordu Alida.
Gelmek istemiyor musun? diyordu
Gel gel , bak nasıl bir manzara .
Gel hadi, diyordu Alida .
Ceketimin kolundan çekiştiriyordu , onu takip etmekten başka
çarem yoktu , bu kadar istediğine göre gitmeliydim onunla, Alida
beni yatak odasına götürdü , pencere açıktı , pencereden Lars'ın ba­
ğırtıları işitiliyordu , seni mahvedeceğim, lanet olası Alman diye ba­
ğırıyor ve bir kütüğe baltasıyla vuruyordu, istemiyorsun ha herifçi­
oğlu , istemesen de al sana ! diye bağırıyordu Lars, baltanın kütüğe
vururken çıkardığı sesi duyuyordum, Alida perdenin arkasında dur­
muş kıkırdıyordu , gel bak diye fısıldadı bana , şu durumu gerçekten
görmelisin bak nasıl da dayılanıyor, yüzünü kocaman bir tebessüm
kaplamıştı durduğu yerde .

309
Gel , gel diyordu Alida usulca.
Gidip Alida'nın arkasına geçtim. Lars üzerinde odun kırdığı iri
kütüğün önündeydi , testeresini evin duvarına dayamıştı , elinde bir
balta tutuyordu ve yüzünde vahşi ve deli bir ifade vardı .
Bu Alman'a geliyor işte , diyordu Lars.
Şimdi de Norveçli bir ressama geldi sıra, evet öyle , diyordu .
Şimdi Norveçli bir ressam çıksın karşımıza bakalım, diyordu .
Lars eline bir odun alıp iri kütüğün üzerine koydu .
Şimdi senin canına okuyacağım lanet olası , diyordu .
Billahi mahvedeceğim seni , diyordu .
İşin bitik senin, diyordu.
Lars baltayı havaya kaldırdı ve tüm gücünü toplayarak kütüğe
indirdi, odun yarılmış ve iki parça olarak yere düşmüştü .
İşte bitirdim işini, diyordu Lars.
Sen iblisin tekiydin, lanet olası bir Norveçli ressamdın ama işin
bitik artık, diyordu.
Senin canına okudum, diyordu .
Canına okuduğumdan hiç şüphen olmasın artık, diyordu Lars.
Bu son kaçınılmazdı , diyordu .
Günün birinde senin defterini düreceğimden emindim, diyordu
Lars.
Seni iblis, seni !
Hiçbir zaman iyi resim yapamadın sen, buna rağmen iyi resim
yapanların rahatını kaçırmaktı işin gücün, seni seni , diyor Lars.
iblis!
Burada Sandviken'de , Stavanger şehrinde senin gibi iblislere yer
yok!
Burada, bu sade insanlar arasında yerin yok ! diyordu Lars.
Lars bir odun yığınından bir odun daha aldığını görüyorum, kü­
tüğün üzerine koyuyor ve baltayı havaya kaldırıyor.
Çık karşıma ! diye bağırıyor Lars.
Alida kıkırdamaya başlayıp elleriyle ağzını kapatıyor, omzuyla
beri dürtüyor.

310
Buldun belanı adi ressam, diyor Lars.
Tam da layığındı bu, diyor.
Hak ettin bunu !
Tam da olması gereken buydu , diyor Lars.
Lars pek de temiz görünmüyor, yıkanması lazım diye fısıldıyor
Alida kulağıma, ben ablası olarak onu yıkanmaya ikna edebilirmi­
şim, Lars'ın kendi kendine şimdi biraz daha odun keseyim dediğini
duyuyorum, Lars kıyıdan toplayıp kuruttuğu ağaç dallarından bir
tanesini taburenin üzerine koyuyor, testeresini eline alıp başlıyor
kesmeye , pencereye yaklaşıyorum.
Nasıl gidiyor işler Lars? diye sesleniyorum.
Lars kesmeye ara verip yüzüme bakıyor.
Hiç sorunsuz gidiyor, diyor.
Ya sen ne durumdasın? diye soruyor.
Gayet iyiyim, diyorum.
Sen odunları testereyle kesip , baltayla kırmakla meşgulsün, di­
yorum.
Canım kesmek istediğinde kesiyor, kırmak istediğinde kırıyo-
rum, diyor Lars.
Canım ne isterse onu yapıyorum, diyor.
Evet öyle yapıyorsun, diyorum.
Lars doğruluyor, dönüp etrafına bakınıyor.
Evet evet, diyor.
Sahilde evet, diyor Lars.
Başını kaldırıp bana bakıyor ve soruyor: Alida iki Şillinglik mi ,
dört Şillinglik mi odun istiyor? Pencereden uzaklaşıyor ve odanın
içine doğru yürüyorum. Alida perdenin arkasında durmuş eliyle ağ­
zını kapatıyor, Alida iki Şillinglik mi , dört Şillinglik mi odun istiyor
diye soruyor Lars diyorum, Alida başını sallıyor ve iki diyor elini
hızla ağzından çekerek sonra yine kapatıyor ağzını , pencerenin önü­
ne gidiyor ve Lars'a dört Şillinglik diye sesleniyorum, Lars da dört
Şillinglik odun getireceğim diyor, Lars'ın taburenin üzerine eğildi­
ğini görüyorum, testere ileri geri hareket etmeye başlıyor, ileri geri,

311
ileri geri , Oline Alida'nın mutfak kapısında durduğunu görüyor.
Mutfakta yerler tertemiz oldu , diyor Alida.
Alida hep böyleydi zaten, eskiden de evimi temiz tutamadığı­
mı , yeterince becerikli olmadığımı söylerdi , pasaklı derdi bana , Oli­
ne bunları düşünüyor, Alida niçin benim evimi temizliyor, kocası
ölüm döşeğinde yatarken niçin gelip evimi temizliyor, diye düşünü­
yor Oline , böyle de davranılmaz ki sanki benim mutfağın temizliği
onun kocasından önemliymiş gibi, diye düşünüyor Oline . Ama bir
şey söylüyor mu , hayır, neye yarayacak ki bu, diyor içinden. En iyisi
çenesini tutmak. Tek kelime etmeyecek. Zaten bir faydası da olmaz .
Balığı pişireyim mi sana? diyor Alida.
Ben kendim pişirebilirim, diyor Oline .
Elbette yapabilirsin, diyor Alida.
Ama yardım edeyim sana bacakların ağrıyor, ben buradayım na­
sılsa , diyor Alida .
Tabii ki buradasın ama ben kendi balığımı pişirmeyi becerebili-
rim, diyor Oline .
Biraz daha kahve ister misin? diyor Alida.
Yok yeter, diyor Oline .
O zaman ben eve gideyim, diyor Alida .
Eh öyle yap , diyor Oline .
Hasta yatan kocana git, diyor.
Senin yardımına ihtiyacı var, diyor.
Artık o kendi başına olabilir, diyor Alida .
O kadar da yardıma muhtaç değil, diyor Alida.
Yine de git sen, diyor Oline .
Çok yorgunum, biraz uzansam iyi olacak, diyor Oline .
Peki o zaman, diyor Alida .
Gideyim o zaman, diyor Alida .
Yine görüşürüz diyor Oline , Aline başını evet anlamında sallıyor
ve odadan çıkıp mutfağa doğru yürüyor, Oline Alida'nın sokak ka­
pısını kapattığını işitiyor, Alida bugün buraya geldi ve nihayet gitti
diye düşünüyor Oline , Alida niçin gelip beni rahatsız etti sanki? Oh-

312
ne neler yapacağını bir bir aklından geçirmişti , sobayı yakıp evini
sıcacık ve keyifli bir hale getirecekti , sonra kahve yapacaktı ken­
dine ve oturup yün örgü örecekti, belki de tığ işi yapacaktı, böyle
düşünmüştü , ama ansızın Alida gelmiş, mutfağı silmeye girişmiş­
ti , kulübeye gitmeliyim şimdi yoksa lazımlığı mı çıkarayım, haceti
gelmişti yine , bunu biliyordu da Alida kimdi hatırlayamıyordu bir
türlü , Lars'ı bir kere onun evinde odun keserken görmüştü , bunları
düşünüyor Oline , ah yine sıkışma mı var kamında? Kulübeye gitme
eziyetine katlanır mıyım şimdi? Yo hayır, lazımlık yeter, lazımlığı
bulmalıyım şimdi , eh bu kadarcık şeyi becerebilirim herhalde , diye
düşünüyor, değneğinden destek alarak ayağa kalkıyor, kör topal
yatak odama kadar gidip yatağın altından alayım lazımlığı, sonra
odaya getirir sehpanın üzerine koyarım, her zaman yaptığım gibi,
diye düşünüyor Oline , ağır aksak adımlar atmaya başlıyor, of ağrısı
tuttu yine , ayağa kalkıp birkaç adım atar atmaz bacakları ağrımaya
başlıyor, ama yürümesi lazım, yatak odasına gidecek zira bayağı bir
sıkışıyor kamı .
Ah, ah, diyor Oline .
Ne boktan şey bu ihtiyarlık, diyor.
Ah, ah, diyor Oline .
Yatak odasının girişine kapı yerine astığı perdeyi eliyle yana iti­
yor, topallaya topallaya içeri giriyor, işte lazımlığı orada taburenin
üzerinde duruyor, lazımlığı yatağın altına gizlemeye bile üşenmiş,
ay çok fena diye düşünüyor Oline , bir eliyle lazımlığı kulpundan
kavrayıp kaldırıyor, aman aman, bir de ne görsün epeydir boşalt­
mamış şu lazımlığı , ah bu hallere geldim demek, pek fena , diye
düşünüyor Oline , ya bu koku , ah bunu düşünecek hali yok, zaten
kokulara karşı hassasiyeti de kalmadı, bu iyi bir şey aslında, diye
düşünüyor ve değneğini kavrıyor, yere sıkıca bastırıyor, Oline iki
büklüm öylece duruyor, değneğine dayanmış bir elinde lazımlık.
Sonra yürümeye başlıyor, ağır ağır, adım adım ilerliyor Oline , ba­
cakları ağrıyor da ağrıyor, o an ön taraftan aşağıya doğru bir sıkış­
ma hissediyor, ah olamaz bir şeyler geldi galiba, azıcık bir şey, çok

313
değil, bacak arasından aşağı inen bir sıcaklık, ah böyle mi olacak­
tım diye düşünüyor Oline , çişini altına kaçıracaktı , öyle habersizce
akıverecekti , o hiç farkında olmadan, akıverdi işte diye düşünüyor,
sehpaya doğru yürüyor, lazımlığı bırakıyor üzerine , Oline sehpanın
bir ucundaki lazımlığa ve diğer tarafta duran iki kahve fincanına
bakıyor, sonra Oline iki kat eteğini kaldırıyor ve donunu aşağı çe­
kiyor, Oline donunun fena halde ıslak olduğunu görüyor, temiz de
değil hayır, diyor Oline , don değiştirmem lazım bu sırılsıklam , diye
düşünüyor Oline , donunu biraz daha aşağı indiriyor bir eliyle seh­
padan destek alıp lazımlığın üzerine oturuyor, diğer bir eliyle seh­
paya tutunuyor ve öylece oturuyor Oline oturma odasında sehpaya
koyduğu lazımlığının üzerinde, oturuyor iki eliyle sehpadan destek
alarak, eh gelsin artık bir şeyler, uzun uzun oturacak, oturup bek­
leyecek bir şey geliyor mu diye Oline , arka taraftan bir sıkıştırma
mı var? Biraz var değil mi? Geldi mi acaba bir şey? Eh gelmeli artık
bir şey, diye düşünüyor Oline , düşünsene böyle odanın ortasında
sehpa üzerindeki lazımlığa oturuyor olmak, ah bir an önce gelse de
bu şekilde oturmak zorunda olmasa , sehpa üzerinde lazımlığa otu­
rup , bir şeyler gelsin diye beklemek, hayır, mümkün değil, bu böy­
le olamaz , diye düşünüyor, Alida çıkıp gelecekti evine ha , bunca
yıldır tanıyor Alida'yı bundan emin, ama kim olduğunu bilemiyor
bir türlü , Alida kim? Gelmiyor işte aklıma , diye düşünüyor Oli­
ne , lazımlığa da bir şeyler gelmedi, ah düşünsene odanın ortasında
böyle oturuyor olmak, ya birisi görse onu şimdi , ya Alida onu böyle
görseydi , diye düşünüyor Oline , Alida pat diye odaya girseydi de
Oline'yi böyle lazımlık üstünde görseydi , yok böyle oturmaya de­
vam edemem, en iyisi kulübeye kadar gidip orada oturmak, böyle
oturma odasında lazımlığın üzerinde oturmaya devam edemem,
diye düşünüyor Oline , ya birisi geliverse içeri , kapıyı kilitlemeyi
akıl etmemişti , sobayı da yakamadı henüz , yakmaya niyetliydi oysa,
nihayet yakacağım sobamı diye düşünmüştü , ama henüz yapama­
dım işte ,diye düşünüyor Oline , sonra da oturup yün örmeye ve tığ
işi yapmaya niyetlenmişti , yapabildi mi, yoo , Sivert'in onu görmek

314
ve konuşmak istediğini söyledi Signe , Sivert ölüm döşeğindeymiş,
öyle dedi Signe , Sivert Signe'ye git Oline'ye söyle gelsin beni görsün
demiş , o halde yeniden kıyıya inmesi gerekecek Oline'nin bacakları
çok ağrısa da, Sivert onunla konuşmak istemiş, o halde gidip ko­
nuşması lazım ama kadının kafası karışıktır belki Sivert git Oline'ye
söyle gelsin dememiştir de Signe öyle anlamıştır, evet öyledir belki ,
diye düşünüyor Oline , evet, evet. Ama bir şeyler gelsin artık! Böy­
le oturma odasında lazımlığın üzerinde oturmaya devam edemem,
mümkün değil. Ama madem ki bir kere oturdu , birazcık daha otur­
sun bakalım , az biraz daha oturayım diye düşünüyor Oline , sonra
Sivert'e gitmesi lazım , öyle ya Sivert ölüm döşeğinde , seninle görüş­
mek istedi demişti Signe , gelsin benimle konuşsun diye rica etmiş
Signe böyle dedi bana , o halde kendini toplayıp aşağıya Sivert'in
evine gitmesi lazım, başka bir yolu yok bunun , diye düşünüyor
Oline ama bir şeyler gelsin artık diye düşünüyor Oline iki eliyle
sehpayı kavramış lazımlığın üzerinde otururken. Yok hayır böyle
oturmaya devam edemez. Ve babaları . Ve de babamızla yaşayan
Lars , şu çiziktirmelerini yaptığı zamanlarda tavan arasına çekilir
kapıya da beni rahatsız etmeyin diye bir yazı asardı. Lars kapıya
bu yazıyı asarsa resim yapıyor demekti . O zaman çatı penceresinin
önüne oturur, dışarıyı seyrederdi. Sonra da bu garip karalamalarını
yapardı. Asılı kağıtta tam olarak şöyle yazardı , "rahatsız edilmeme­
lidir" . Tavan arasına kapanırdı Lars resim yapacağı zaman. Ensiz
ve kısa bir yatak. Bir sandalye . İçinde resim gereçlerini ve bitmiş
resimlerini koyduğu bir sandık. Sandığa kocaman bir kilit asılıy­
dı. Pencerenin önüne oturmuş dışarıyı seyreden Lars, uzun siyah
saçları , sakalı , yumuşacık ve deli deli bakan kahverengi gözleri . Ve
babam önce koltuğunda kıpırdanır sonra başlardı anlatmaya , ra­
hiplerin sürekli Tanrı'nın kelamını ve adını kötüye kullandığını ,
sıradan insanların hayatını nasıl da çekilmez bir hale getirdiklerini ,
namuslu insanlar onlara itaat etmeyip çocuklarını vaftiz etmeye ya­
naşmadığında rahiplerin nasıl da zora başvurup bu insanların bü­
yük baş hayvanlarını sattırdıklarını anlatırdı.

315
O rahipler, derdi babam.
O rahipler Tanrı'nın hizmetinde değiller.
O rahipler birer domuz sayılabilir, dedi babam ve deli deli bakan
gözleriyle etrafına bakınır, başını sallardı.
Bu halk nasıl olur da Kvekar cemaatine katılmaz anlayamıyo­
rum , diyor babam .
Ah o rahipler, diyor.
Lars ve ben belli etmeden bakışıyoruz, aslında ikimiz de vaftiz
edilip , komünyon ayinimizin yapılmasını sağlayacağız, buna karar
verdik, dini kitapları okumaya da başladık ama babama söylemeye
cesaret edemedik henüz.
isyan etmek lazım , diyor babam.
Bunun sonu gelmeli, diyor.
Lars'ın yerinden kalkıp dışarı çıktığını görüyorum, babamın iyi
ki ben pes etmedim dediğini duyuyorum, karşı çıkmak pahalıya mal
oldu , ne çok maddi kaybım oldu ama pes etmedim , diyor babam,
hayır pes etmedi .
Tek bir çocuğumu ile vaftiz ettirmedim, diyor babam.
Bir tekini bile .
On ikisinden birini bile vaftiz ettirmedim, diyor.
Boyun eğmedim, diyor babam . Eğmedim asla, diyor.
Babama vaftiz edilip, komünyon ayinimin yapılmasına karar ver­
diğimi söylemeye cesaretim yok, çok gücüne gider diye düşünüyo­
rum, onun görüşüne öylesine ters ki babam müthiş öfkelenir, ben
bunları düşünürken Lars'ın eve geldiğini ve kapının ağzında durup
bana baktığını görüyorum.
Ben vaftiz edilmek ve komünyon ayinimin yapılmasını istiyo­
rum, diyor.
Oline de bunu istiyor.
Babama bakıyorum, oturduğu yerde gözlerini indirmiş kuca­
ğında birbirine kenetlediği ellerini seyrediyor. Babam bir şey söy­
lemiyor. Gözlerini kapatıyor. Babam oturuyor, kucağında birbiri­
ne kenetlediği elleri . Tek bir kelime bile etmiyor. Babam gözlerini

316
kapatmış. Babam bir şey söylemiyor. Lars kapıda duruyor ve bir
şey söylemiyor. Ben de bir şey söylemiyorum. Gözlerimi kapatıyor,
ellerimi kucağımda birbirine kenetliyorum. Lars içeri giriyor ve kar­
şıma oturuyor, o da bir şey söylemiyor, öylece oturuyoruz, babam ,
Lars ve ben. Sessizlik içinde oturuyoruz. Uzun bir süre oturuyoruz.
Sonunda babam ayağa kalkıyor.
Kararı siz kendiniz verin , diyor.
ve babam kapıdan çıkıyor, Oline hayır ama hayır diye düşü­
nüyor, geçmişte yaşamaya devam edemez, kendini toplamalı, seh­
padaki lazımlık üzerinde böyle oturamaz, bu sehpayı yıllar önce
edinmişti pek de sever, hayır oturma odasında lazımlığın üzerinde
böyle oturmaya devam edemem, diye düşünüyor Oline , bir şey de
gelmiyor galiba! Ah evet! Geldi geldi ufacık bir kazurat evet evet
ufak bir parça, tamam tamam buna sevinmem lazım, öyle büyük bir
şey de çıkaramaz zaten, her zaman az yerdi , yıllar geçtikçe daha da
az yemeğe başladı , neyse ben zaten boğazsızın tekiydim, diye düşü­
nüyor, ama böyle oturma odasında sehpanın üzerindeki lazımlıkta
oturmaya devam edemem, diyor Oline . Mümkün değil. Gitmeliyim
Sivert'e diye düşünüyor.
Sivert'e gitmeliyim, diyor Oline .
Yanılmıyorum, Signe benden gelip Sivert'le konuşmamı rica etti ,
diyor Oline .
Böyle oturmaya devam edemem, diyor Oline .
Düşünsenize biri içeri girse de onu odada sehpanın üzerindeki
lazımlıkta böyle otururken görse , ay pek feci olurdu , diye geçiriyor
aklından, tam o sırada kapı çalınıyor. Oline lazımlıktan kalkıyor, iki
eliyle sehpadan destek alarak odanın ortasına bir adım atıyor, iki
kat eteği kendiliğinden yere iniyor ama donu hala yerde , bacakları­
nın arasında . Oline sehpa üzerindeki lazımlığa bakıyor, iki fincan ve
bir lazımlık var sehpanın üzerinde , değneği sehpanın kenarına da­
yanmış , Oline kapının bir kez daha çalındığını duyuyor, değneğini
kavrıyor, lazımlığı eline alıyor derken bir ses geliyor evde kimse var
mı? Signe'nin sesi değil mi bu? Cevap vermeliyim diye düşünüyor

317
Oline , oturma odasının kapısına doğru bakıyor, kapının açıldığını
ve Signe'nin kapının ağzında durduğunu görüyor.
Ay ne fena , diyor Signe .
Çok fena yani , diyor.
Böyle palaspandıras girmemeliydim içeri , diyor Signe .
Oline bir elinde değneği öbür elinde lazımlık odanın ortasında
duruyor ve yere bakıyor.
Ama sokak kapın açıktı, diyor Signe .
Bir terslik mi var diye merak etmeye başlamıştım, diyor Signe .
Oline bir eliyle değneğine dayanmış öbür elinde tuttuğu lazımlığı
öne uzatmış odanın ortasında duruyor, sonra dönüyor Oline ve ya­
tak odasına doğru yürümeye başlıyor, bacakları ağrıyor ve Signe'nin
onu böyle görmüş olması da çok feci, Signe ne düşünecek şimdi?
Lazımlıktaki şeylerin tümünün şimdi çıktığını zannedecek değil mi?
Ama aslında ufacık bir parça çıkartabilmişti Oline , bacakları müthiş
ağrıyor ama şimdi bunu düşünmenin zamanı değil , Oline eliyle per­
deyi itip yatak odasına giriyor, tabureye yaklaşıp lazımlığı taburenin
üzerine bırakıyor, odaya geri dönüyor.
Sivert iyice kötüledi sana haber vermek istedim, diyor Signe .
Benimle gelmelisin Sivert gelip seni almamı istedi benden , diyor
Signe .
Oline anladım der gibi başını sallıyor.
Hemen gelebilsen çok iyi olur, diyor Signe .
Gel benimle , diyor.
Oline başıyla onaylıyor, bakıyor ki donu yerde bacaklarının ara­
sında sürünüyor, gidip sandalyeye oturuyor, donunu tutup dizle­
rine kadar getiriyor sonra bir eli donunda diğer eliyle değneğinden
destek alarak ayağa kalkıyor ve donunu yukarı çekiyor.
Evet, durumu görüyorsun işte , diyor Oline .
Evet, diyor Signe .
Böyle oldu , evet, diyor Oline .
Ama hemen gelmelisin, diyor Signe .
Gel ama lütfen, diyor.

318
Oline başıyla onaylıyor.
Unutmadan söyleyeyim, kapının dışında yarısından fazlası yen-
miş iki balık duruyor, diyor Signe.
Balık mı? diyor Oline .
Evet, neredeyse tamamı yenmiş, diyor Signe .
Tam kapının önünde , diyor.
Öyle mi diyorsun, diyor Oline .
Derhal eve dönmeliyim, Sivert çok kötü , diyor Signe .
Geleceğim, diyor Oline .
Signe kapının önünde yerde iki balık var dedi , ne demek oluyor
bu? diye düşünüyor Oline . Acaba mutfağa kedi girdi de yemeğini
mi çaldı? Ah ne fena bir vaziyet, Sivert ölüm döşeğinde ve ölmeden
benimle konuşmak istiyor ve de Sivert belki ölmek üzereyken ben
odada sehpanın üzerindeki lazımlığa oturmuşum, olacak şey değil
ama oldu işte , diye düşünüyor Oline . Signe kapı açıktı dedi ama ka­
pının açık durmaması lazım, Signe kapının önünde yarısı yenmiş iki
balık duruyor demedi mi? Mutfağa kedi girdi de yemeğini mi çaldı?
Signe Sivert ölüyor dedi , o halde kendini toplayıp gitmesi ve onunla
konuşması gerek, diye düşünüyor Oline , derhal gitmeliyim, diyor
ve değneğine dayanarak iki büklüm mutfağa doğru yürüyor, nereye
koymuştu balığı acaba? diye düşünüyor, şuralarda bir yerlere koy­
muş olmalı , diye düşünerek mutfak tezgahına gidiyor Oline , içinde
su bulunan tas orada duruyor, balığı bu tasa koymuş olmalı , ama
yok, suyun içinde kan ve balığın iç organlarının artıkları yüzüyor,
nerede bu balıklar? Ne yaptım acaba balıkları? diye düşünüyor. Oli­
ne mutfakta etrafına bakınıyor, balıktan eser yok, o halde kapının
önünde duran yarısı yenmiş balıklar onun olmalı , gidip bakayım,
diye düşünüyor Oline , eğer balıklar onunsa yeniden kıyıya inip ba­
lık almaktan başka çaresi yok, aç duramaz ki , eğer kedi yemeğini
çaldıysa gidip kendine yeniden yemeklik almak zorunda, düştüğü
bu duruma kötünün iyisi de denebilir belki çünkü zaten Sivert'i zi­
yarete etmek üzere yola koyulacak, Oline mutfaktan çıkıyor, ağrıları
çok ama aldırmayacağım diyor Oline , kapıyı açık bırakmamalıyım

319
diyor holden geçerken ve evet görüyor ki kapının önünde yarısı
yenmiş iki balık var.
Demek ki kedi gelmiş buralara, diyor.
Eh, kedilere de yiyecek lazım, diyor.
Yani kedilerin bile bir şeyler yemeye ihtiyacı var, diyor Oline .
Bu iş böyle , kediler de yemek yiyecek, diyor Oline .
Tamam diye düşünüyor, kedilere de yiyecek lazım ama neden
hepsini yememişler? Niçin yarısını bırakmışlar? Niçin tek bir balık
yerine iki balığı da yarımşar yarımşar yemişler? Oline bunları düşü­
nerek değneğiyle balık artıklarını duvar dibine itiyor.
Hah, böyle işte , diyor Oline .
Oline yeniden kıyıda inmeli , yeni bir balık almalıyım diye düşü­
nüyor, balıkçı Svein Oline'nin aynı gün ikinci kez gelmesine şaşıra­
cak ama mutlaka daha önce de olmuştur bu , eskiden balık almaya
günde birkaç kez gittiğim de olurdu , diye düşünüyor Oline , tabii
tabii olmuştu , şimdi de gidip bir kez daha balık almak zorunda, ama
her ihtimale karşı kulübeye bir uğrasa iyi olmaz mı? Kulübeye bir
girse iyi eder, tabii, diye düşünüyor ama aynı zamanda balık almaya
de gitmesi lazım, yine de her ihtimale karşı kulübeye gitmeli , diye
düşünüyor Oline ve kulübeye doğru ağır aksak yürüyor, ah nasıl
da ağrıyor, çok ağrıyor bacakları ama bugün epey yürümesi lazım,
düşünmemeli ağrılarını , başka çaresi yok, hiç kalkmamacasına da
yatamaz ki , hele şimdi , kedi gelip yemeğini çalmışken, diye dü­
şünüyor Oline , bir de şeyine hakim olamıyor, gelince geliveriyor
işte , ah böyle oldu , bu duruma mı gelecekti Oline , Tanrı acısın
artık ona , bitsin çilesi , Tanrı Lars'ın çilesini sonlandırdı, şimdi de
Sivert yolcu , o halde sıra bana gelmiş demektir, diye düşünüyor
Oline , kulübe kapısındaki çengeli indiriyor, kapıyı hafif sürü yerek
açıp içeri giriyor, delikli ahşap kasanın kıyısına ilişiyor, Oline hela
deliğinin ucuna ilişmiş oturuyor orada, sonra eğilip kapıyı çekiyor
ve çengeli takıyor, orada kapının üzerine Lars'ın yaptığı resim asılı,
bir at resmi , benim yapabileceğinden daha iyi değil bu resim, diye
düşünüyor Oline , teşebbüs etse şu kahverengi tepeleri o da resme-

320
debilirdi ama yine de bu resmi özel yapan bir şey var çünkü bunu
Lars yaptı , bu yüzden de bir şey var, daha da fazla bir şeyler var bu
resimde, hiç şüphesiz özel bir şey var, ama şimdi Oline hazırlanma­
lı ve bir şeyler gelmesini beklemeli, sonra balık satın almak üzere
kıyıya gidecek, Oline böyle düşünerek hafifçe doğrulup eteklerini
kaldırıyor ve donunu indiriyor ahşap kasadaki deliğin üzerine otu­
ruyor, Lars'ın yaptığı at resmine bakıyor şimdi , bu at Lars olmalı
ama aynı zamanda da Oline , tabii ki böyle diye düşünüyor Oline
çünkü her ikisi de at sayılabilir, Lars ürkek bir attı , insanlar baba­
mın kapısına gelince Lars kaçıp gider, uzaklaşırdı , ben de babamın
kapısını çalmıştım, babam kapıyı açmıştı Lars oturma odasından
çıkmış , başı öne eğik yüzüme bile bakmadan yanımdan fırlamış git­
mişti , babam bana bakarak başını sallamış Lars tavan arasına çıkan
merdivende gözden kaybolmuştu .
Lars böyle , diyor babam.
Ürkek , utangaç , diyor.
Ablasıyla bile konuşamıyor bu çok fena işte , diyor babam.
Başımı sallayarak onaylıyorum Lars benimle bile konuşmak is-
temiyor diye düşünüyorum, başka insanlarla karşılaşmak istemezdi
bunu biliyordum ama benden de kaçması. . . Öz ablasını , onu en iyi
tanıyan ablasını da görmek istemiyorsa başka kimleri görecek?
Evet çok üzücü , diyor babam .
Ama Lars hep böyle değil , zaman zaman böyle yapıyor, diyor
babam.
Bazen insanlarla kendi rızasıyla konuştuğu da oluyor, inişli çı-
kışlı yani .
Ama bazı günler, gözü kimseyi görsün istemiyor.
Benimle de tek kelime konuşmuyor.
Tek bir kelime , Lars'ın ağzından tek bir kelime çıkmadan günler
geçiyor.
Öylece oturuyor orada, diyor babam.
Sakin olduğu günler var de gözlerinin şöyle deli deli hareket et­
tiği günler var, diyor babam.

321
Onu anlayamıyorum, diyor babam.
Gerçekten de anlayamıyorum, diyor.
O böyle biri işte , diyorum.
Babam hadi gel içeri diyor, oturma odasına geçiyor ve oturuyo­
ruz.
Lars kendine has bir adam, diyor babam.
Lars her zaman kendine has bir adam olmuştur diyorum, babam
evet anlamında başını sallıyor.
Şu bölgenin dışına çıkmak istemiyor Lars, diyor babam.
Hayati bir önem taşısa bile çıkmaz , diyor.
Çıkmaz mı, diyorum.
Babam başını iki yana sallıyor.
Asla, asla çıkmak istemez, diyor.
Hayır, Lars bir kere karar verdiyse asla caymaz kararından, diyor
babam.
Yine de ablasıyla, ablasıyla konuşabilmeli , diyorum.
Haklısın ben de öyle düşünüyorum, diyor babam.
Lars'ın tavan arasında, tam tepemizde volta attığını işitiyorum.
Sık sık böyle yapıyor mu?
Evet sık sık, diyor babam .
Gidip geliyor yani?
Bir gidip, bir geliyor, evet diyor babam.
Biliyorsun volta atılacak pek bir alan yok tavan arasında , diyor.
Ayrıca başını eğmeden yürümek de neredeyse imkansız , diyo-
rum.
Evet, öyle yani , diyor babam.
Eh işte , diyor babam.
Ama Lars böyle , diyor.
Lars böyle, elden gelen bir şey yok.
İnsanlar oldukları gibidirler, diyor babam.
Ben yukarıya, yanına gideyim mi? diye soruyorum.
Babam Lars'ın böyle olduğu zamanlarda yanına gitmeyi hiç de­
nemediğini söylüyor, uğraşmadım çünkü Lars'ın nasıl tepki göstere-

322
ceğini kestiremiyordum, diyor, ne yapacağı o kadar belli olmaz biri
ki belki de çok öfkelenir, delirir ama belki de buna memnun olur,
ah bilemiyorum, diyor babam, ama istersem deneyebilirim, diyor.
Belki de öyle yapman gerekecek, diyorum.
Denerim , diyor babam.
Bana öyle geliyor ki seninle konuşmak istemiyor, diyor.
Ama sen de bir dene , diyor babam .
Peki , diyorum.
Ayağa kalkıyorum, babam sen kolay tırsan biri değilsin, diyor,
sert adımlarla tavan arasına çıkan merdiveni tırmanıyorum, Lars
beni işitsin diye attığım adımlara acayip kuvvet veriyorum, yukarıda
Lars volta atmayı kesiyor, odanın kapısına bir yazı asmış "rahatsız
etmeyin", duruyorum, Lars'a içeri girebilir miyim diye sormam ge­
rek, ablasıyla konuşmak istemese de ben soracağım.
Lars, diyorum.
Kapısının önünde duruyorum, içerden hiç ses gelmiyor.
Lars ablan Oline'yle birazcık konuşmak istemez misin, diyorum.
Hadi Lars . . .
Bak benim, ben.
Oline , diyorum.
Seni görmeyeli çok oldu birazcık konuşmak istemez misin be-
nimle , diyorum.
Bak benim Oline , diyorum.
Hadi Lars . . .
İçerden hiç ses gelmiyor, Lars ablasıyla en azından bir iki kelime
konuşmalı, diye düşünüyorum, başkalarıyla konuşmuyor tamam
ama ablasıyla konuşması lazım yani , ablasıyla iki çift laf edebilmeli
diye düşünerek kapının kolunu tutuyorum, kapının kolunu yerin­
den kımıldatamıyorum, biraz daha sıkı tutup sarsınca sanki açıla­
cakmış gibi oluyor, orada durmuş kapı kolunu zorluyorum, aşağı
doğru bastırınca biraz daha kımıldıyor, o zaman anlıyorum ki Lars
kapının arkasında kapı kolunu tutuyor, böyle olmalı evet Lars kapı
kolunu tutuyor sanırım, ablası onu görmeye gelmişken Lars'ın bunu

323
yapması , onunla konuşmayı reddetmesi, nasıl mümkün olur böyle
bir şey anlayamıyorum.
Lars kapıyı açmalısın, diyorum.
Ablan var burada sadece .
Ablan Oline geldi .
Aç kapıyı Lars, diyorum.
Açabilirsin değil mi Lars? diyorum.
Kapı kolunu aşağı doğru bastırmaya devam ediyorum, Lars ka­
pının arkasından kolu sımsıkı yakalamış, ne kadar zorlarsam zorla­
yayım kapı kolunu yerinden oynatamıyorum.
Benimle konuşmak istemiyorsun öyle mi Lars? diyorum.
Belki ablanla bir iki kelimecik konuşabilirsin, diyorum.
Bu kadarını yapabilirsin, diyorum.
Kapı kolunu bir kez daha aşağı doğru bastırarak zorluyorum,
Lars arkadan sımsıkı tutuyor, ben elimi çekiyorum, bunun üzerine
kapı kolunun hızla aşağı indiğini ve Lars'ın kapının önünde dur­
duğunu görüyorum, Lars kapıyı açmış, her şey o kadar çabuk olup
bitiyor ki . . . Lars'ın açılan kapının önünde durduğunu görüyorum,
başını çevreleyen siyah saçları ve sakalı darmadağın , gözleri kapkara
ışıklar saçıyor, ansızın kapıyı itiyor Lars ve kapı öyle şiddetle kapa­
nıyor ki ellerim titremeye başlıyor, derken Lars kapıyı tekrar açıyor
ve aynı şiddetle bir kez daha kapatıyor, çıkan o gümbürtünün ve
gözlerinin saçtığı kapkara ışığın etkisinde öylece duruyorum. Lars
aynı şeyi bir kez daha tekrarlıyor, kapıyı açıp yine yüzüme kapatı­
yor.
Tamam gideceğim, diyorum.
Kapıda ne yazıyor görmüyor musun, diye bağırıyor Lars .
Rahatsız edilmek istemiyorum, diye bağırıyor.
Dönüyor ve basamakları inmeye başlıyorum Lars arkamdan ses­
leniyor rahatsız edilmemek için yazı astım kapıya , bu demektir ki ra­
hatsız etmeyin beni , diye bağırdığını duyuyorum Lars'ın, basamak­
ları iniyorum, Lars'ın arkamdan insanların tümü geri zekalı , hiçbir
şeyden anlamıyorlar, ablam da geri zekalının teki , işini yapabilmesi

324
için ona saygı gösterilmesi gerek, huzur içinde rahat bırakılması ge­
rek, diye haykırdığını duyuyorum, sonra kapısını bir kez daha açıp
gürültüyle kapatıyor, ben basamakları iniyorum, Lars bağırıyor: La­
net olsun! Kan tayfası ! Şu kahrolası ressamlar! Lars haykırıyor ve ka­
pıyı yeniden çarpıyor, kapıyı bir kez daha açıp, çarparak kapatıyor,
ben oturma odasına giriyorum, babam bana bakıyor, gülümsüyor ve
başını iki yana sallıyor.
Lars hiç iyi değil, diye fısıldıyor babam .
Hayır hayır, hiç iyi değil .
Böyle bir öfke geliyor üstüne .
Sonra ağlamalar, ansızın ağlamaya başlıyor, diyor babam.
Ve yine ansızın öfke nöbetine kapılıp insanları tehdit ediyor.
Hiç iyi değil, Lars, hiç iyi değil, diyor babam.
Tavan arasında gürültünün sona erdiğini fark ediyorum, Lars
kapılan çarpmıyor artık, haykırmıyor, volta da atmıyor, yukarıda
Lars'ın odasında sessizlik var şimdi. Birazcık konuşmak istemiştim
onunla, diye düşünüyorum, nasıl da öfkelendi , babamın aldırma
sen Lars'ın davranışına dediğini duyuyorum, o böyle artık, kötü bir
niyeti yok aslında, diyor babam.
Evet, diyorum.
Lars böyle artık, diyor babam.
Evet sanının o böyle artık, diyorum.
Evet diyor, babam .
Öyle sanıyorum ki yaptığı resimler onu bu hale getiriyor, diyor
babam.
Normal bir insan değil Lars, diyor babam.
Bu öfkeli ruh hali.
Ve de bu ağlama krizleri .
Hayır hayır, olması gerektiği gibi değil Lars, diyor.
Değil , evet, diyor.
Ama onunla beraber yaşayacağız, diyor babam.
Onu böyle kabul ederek yaşayacağız , diyor.
Evet, diyorum.

325
Gideyim ben , diyorum.
Pek kısa oldu bu ziyaret, diyor babam.
Şöyle bir uğramıştım, diyorum.
Babam başıyla onaylıyor.
En yakın zamanda yine uğra, diyor.
Tabii gelirim, diyorum.
Kalkıyor ve babama veda ediyorum, Lars'a selam söyle ben­
den diyorum, söylerim tabii, diyor, artık bu durumda olduğuna
göre Lars'ı böyle kabul ederek yaşayacağız , diyor, böyle işte , haya­
tı olduğu gibi yaşamak mecburiyetindeyiz , başımı evet anlamında
sallıyor ve çıkıyorum, babam beni geçirmeye geliyor, en kısa za­
manda yine görüşürüz diyor, evet görüşürüz diyorum, babamın
arkamdan kapıyı kapattığını işitiyorum, yürüyorum, bir yandan
da Lars'ın niçin benimle konuşmak istemediğini anlamaya çalı­
şıyorum, derken geriden gelen küçük adımlarla koşturmaca sesi
duyuyorum, Lars'ın peşimden koştuğunu fark ediyorum, duruyor
ve bana doğru gelen Lars'a bakıyorum, Lars önümde duruyor ve
gözleri yerde , al bak diyor ve bana üzerine resim çizilmiş bir ka­
ğıt parçası uzatıyor, Lars'a bakıyor ve gözlerinde yaş görüyorum,
sonra dönüyor Lars ve bayır yukarı , eve doğru küçük adımlarla
bir koşturmaca tutturuyor, Lars'ın bana verdiği resme bakıyorum,
bir tütün paketi etiketinin arka yüzüne yapılmış resimde sarı bir
at var, atın arkasında tepeler, ve insana benzeyen iki figür, bun­
ların sanki boşluktaymış gibi durduklarını görüyorum, babamla
oturdukları eve doğru bayır yukarı küçük adımlarla koşmakta olan
Lars'ın arkasından bakıyorum, kapıyı açıp içeri girdiğini görüyo­
rum . Elimde Lars'ın verdiği resim öylece duruyorum. Yürümeye
başlıyorum, artık diye düşünüyor Oline bu kulübede oturup Lars'ı
hatırlamaya devam edemem, mümkün değil, diye düşünüyor, kedi
gelip balığını çaldı , kendini toplayıp kıyıya yeni bir balık almaya
gitmesi lazım , her halükarda burada oturmaya devam edemez, ha­
yır olamaz bu , diye düşünüyor, şu an tuvalette oturuyor ama hiç­
bir şey çıkmıyor, şu bacaklarımın ağrısından yakınmaktan vazge-

326
çeyim de deniz kenarına ineyim, bayır aşağı inmek nispeten kolay,
güç olan dönüşte tepeye yürümek, zira bayır öyle dik ki zorlukla
çıkabiliyor, bunları düşünerek ayağa kalkıyor Oline , donunu çe­
kiyor, bu akşam don değiştirmesi lazım, aslında çoktan yapmalıy­
dı bunu , evet ama bu akşam mutlaka , diye düşünüyor Oline ve
kapının çengelini kaldırıyor, değneğini kavrıyor, ah nasıl da canı
acıyor, nasıl da ağrı var bacaklarında, gücünü toplayıp kapıdan
dışarı çıkıyor, kapının çengelini takıyor, kendini topluyor, vücu­
dunu harekete geçiriyor ve kıyıya doğru bayır aşağı yürümeye baş­
lıyor Oline , bacaklarının ağrısına aldırış etmemeli , hayır hayır hiç
düşünmemeli bunu , yürümeye devam etmeli ve kıyıya varmadan
da durmamalı, deniz kenarında balıkçı Svein'i ya da satacak balığı
olan başka balıkçıları bulacak Oline , şimdi kıyıya kadar yürüye­
ceğim, hiç durmadan yürüyeceğim, diyor kendi kendine Oline ,
evde balıklarına sahip çıkamayıp kediye kaptırdı, deniz kıyısına
bir daha gitme zahmetine katlanmayı hak etti işte Oline , böyle­
sine bir aptallık yaptığına göre bunu da hak etti, Balıkçı Svein'in
evinin yanından aşağı inerken durmayacak, sadece bayırı tırmanır­
ken durup dinlenecek, Svein'in evinin orada duracak biraz , diye
düşünüyor Oline , değneğine dayanmış güçlükle yürürken birinin
seslendiğini işitiyor, aaa yine dışarı mı çıktın sen , diyor o ses , Oli­
ne seslenenin Balıkçı Svein olduğunu anlıyor.
Konuşmasan daha iyi , diyor Oline .
Duruyor ve balıkçı Svein'in evinin önünde durmakta olduğunu
görüyor.
Kolay pes etmiyorsun, Oline , diyor Balıkçı Svein.
Yok, yok, diyor Oline .
Şehre mi iniyorsun? diyor Balıkçı Svein.
Yok, yok, diyor Oline .
Şöyle bir tura çıktın yani, diyor.
Hı, evet, diyor Oline .
Balıkçı Svein'e bana verecek balığın var mı diye sorayım diye
düşünüyor Oline .

327
Torunlarını ziyarete gidiyorsun herhalde , diyor Balıkçı Svein.
Bana verecek balığın var mıydı? diyor Oline .
Demek ki Oline'nin balığa ihtiyacı varmış, diyor Balıkçı Svein.
Bugün tuttuğum bütün balıkları bitirdim, diyor.
Sana da vermiştim bir kısmını , diyor.
Ama kedi alıp kaçmış, diyor Oline .
Yaa demek kedinin marifeti , diyor Balıkçı Svein.
Öyle mi diyorsun, diyor.
Pek üzüldüm, diyor.
Ama kedinin de yiyeceğe ihtiyacı var, diyor Balıkçı Svein.
Tabii ki yiyecek bir şeyler, diyor.
Kedinin de yaşaması lazım, diyor.
Şimdi yeni bir balığa ihtiyacın var, diyor.
Eh, öyle evet, diyor Oline .
· Pek ters gitti bu iş, diyor Balıkçı Svein.
Elimdeki tüm balıkları bitirdim ben, diyor.
Ama senin hatırın için Oline , bakalım bir şeyler yapacağız, diyor.
Küreklere asılıp biraz açılayım, belki bir iki balık gelir oltama,
diyor.
Küreklere asılayım da Oline , belki senin için bir şeyler tutarım,
diyor Balıkçı Svein.
Yok yok sana çok zahmet olacak, diyor Oline .
Yok canım, yardım etmek istiyorum anlasana, diyor Balıkçı Svein.
Beraber kıyıya kadar yürüyelim, sonra ne yapacağıma bakarım,
diyor.
Yok yok sana çok zahmet olacak, diyor Oline , seni böyle rahatsız
etmem pek fena , zaten sık sık yardım ediyor, balık veriyorsun bana
diyor Oline , biz birbirimize yardım etmek üzere varız bu dünyada,
diyor Svein, Oline ile Svein yan yana deniz kenarına doğru yürüyor­
lar, bacaklarının ağrısına aldırış etmemeli , yürümeye devam etmeli­
yim tıpkı eski günlerde yaptığım gibi , diye düşünüyor Oline , Balıkçı
Svein'in insanın da kedilerin de yiyeceğe ihtiyacı var, dediğini du­
yuyor, evet yemezsek olmaz diyor Oline , birlikte Signe ve Sivert'in

328
evinin yanından geçiyorlar, benim Signe'yle aram asla düzelemez ,
birbirimize hep garez besleyeceğiz, hayatım boyunca kaç kez adım
attım evlerinden içeri acaba, hemen hemen hiç , ama bunca yıl hep
kapılarının önünden yürüyüp gittim diye düşünüyor Oline , yıllar
boyu her gün Signe'yle Sivert'in oturduğu evin önünden geçmişti
de asla yüz yüze gelmemişti onunla, böyle olması yani hiç karşılaş­
mamaları garip tabii ama ikisi de birbirini görmemek için elinden
geleni yapmıştı , Oline bunları düşünürken Balıkçı Svein Sivert'i so­
ruyor, hiç iyi değilmiş diyor Oline , bugün Signe iki kez karşıma çık­
tı, Sivert'i görmeye gelmemi istedi benden, ölüm döşeğindeymiş ve
benimle konuşmak istemiş, Signe böyle anlattı bana, gelip Sivert'le
konuşamaz mısın biraz, dedi bana Signe , diyor Oline , sonra soruyor
kendine , yoksa böyle olmadı da ben mi kafamda canlandırıyorum?
Öyleyse Sivert'e gitmesi ve onunla konuşması lazım, zira Sivert gi­
diciyse ve de son nefesinden önce onunla konuşmayı istediyse Oli­
ne'nin gidip onu görmesi lazım, bu kadarcık bir şey de yapsın yani ,
aslında Oline ile Sivert çocukluk ve gençlik dönemlerinde çok iyi
geçinirlerdi ama sonra Sivert Signe'yle beraber oldu , Oline hiç geçi­
nememiştir Signe'yle , şimdi gidip balığımı alayım dönüşte uğranın
Sivert'e diye düşünüyor Oline , eğer yanıldıysa yani Signe gelip on­
dan Sivert'i görmesini istemediyse , o bütün bunları kafasında can­
landırdıysa da Signe'nin kapısını çalmanın vereceği utanca katlana­
cak artık, hayır hayır hiç Signe'nin kapısını çalmadı, rahatsız etmedi
onları , Signe gelmesini istemese bugün de yapmazdı bunu , ah pek
çabuk unutuyor, hani şöyle bir deyim var ya, saat on ikiden günün
tam ortasına kadar geçen sürede unutuvermek öyle işte , ama Signe
Sivert'in onunla konuşmak istediğini söylemişti gerçekten değil mi?
Bu nedenle gidecek Signe'nin evine , yani eğer Sivert gidiciyse ve de
son nefesinden önce onun gelmesini istediyse Oline'nin gitmemesi
olmaz, bunları düşünürken Balıkçı Svein'in küreklere asılıp biraz
açılayım bakalım, Oline'ye akşam yemeği için bir şeyler tutanın bel­
ki dediğini işitiyor, yok yok sana çok zahmet olacak, elinde balık
kalmadığını bilseydim sormazdım hiç , ama sordum ve de hata et-

329
tim diyor Oline , balık var buralarda, yakalarım mutlaka, zor olmaz
diyor Balıkçı Svein , Oline'nin bacakları müthiş ağrıyor, yoksa bu
arada donuna bir şeyler mi kaçırdı? Ah biraz dursalar da dinlense ,
Oline bin bir güçlükle Balıkçı Svein'i takip etmeye çalışıyor, adam
rahatça yürüyor, aynı yaşta olmalarına rağmen Balıkçı Svein'in ba­
caklarından bir derdi yok gibi sanki , diye düşünüyor Oline , az sonra
deniz kenarına gelmiş olacaklar, kıyıya varır varmaz dinlenecek Oli­
ne , birazcık dinlenirsem bacaklarımın ağrısı hafifler, az biraz din­
lenmem yeterli olur, bu iyi işte diyor kendi kendine Oline , Balıkçı
Svein'in kayıkhane duvarına bitişik banka oturup dinlen biraz Oline
dediğini işitiyor, o az sonra denize açılacağım, ben şu balıkları biraz
tanıyorsam çok fazla beklemem gerekmeden yakalanın bir tane , di­
yor Balıkçı Svein .
Çok çok teşekkür ederim sana, diyor Oline .
Dur hele bakalım ne çıkacak denizden, diyor.
Her halükarda bana yardım ediyorsun ya , diyor Oline .
Bu kadar da yapalım yani, diyor Balıkçı Svein.
Ben küreklere asılmak istemiyorum diye sen aç mı kalacaksın
Oline , diyor.
Hayır tabii ki olmaz, diyor Balıkçı Svein.
Balıkçı Svein'in iskelede ilerlediğini görüyor Oline , kendisi de
kayıkhaneye doğru yürüyor, kayıkhanenin duvarına bitişik banka
oturuyor, oturur oturmaz bataklarının ağrısının hafiflediğini his­
sediyor, ama ne kadar da yorgun, Oline kayıkhane duvarına da­
yanmış otururken Balıkçı Svein'in kayığını iplerini çözüp denize
ittiğini görüyor, Balıkçı Svein küreklere geçiyor, Oline Balıkçı Sve­
in'in kürek çekerek açıldığını görüyor, çok geçmez birkaç balık ya­
kalarım sana diye sesleniyor Balıkçı Svein , Oline Balıkçı Svein'in
kürekleri bırakıp bir olta çıkardığını ve denize saldığını görüyor,
adeta olta suya girer girmez Balıkçı Svein kayıkta ayağa kalkıyor ve
uzun kollarıyla oltayı çekmeye başlıyor, Balıkçı Svein Oline'ye dö­
nerek sesleniyor, işte geldi bile , bir azman var burada , Oline Balıkçı
Svein'in çırpıntılı suya doğru eğildiğini görüyor, şahane bir morina

330
bu diye sesleniyor Balıkçı Svein , Oline Balıkçı Svein'in morinayı
kayığa aldığını görüyor.
Çok güzel bir morina, diye bağırıyor Balıkçı Svein.
Ben tam salmadan geliverdi oltaya, diyor.
Güzel balık.
Capcanlı, şahane bir yemeklik , diye sesleniyor Balıkçı Svein.
Oline Balıkçı Svein'in kayığın ortasındaki enlemesine tahtaya
oturup kürekleri eline aldığını görüyor, Balıkçı Svein sahile doğru
kürek çekmeye başlıyor, Oline balığı eve götürmeliyim burada ka­
yıkhane duvarına dayanmış oturmaya devam edemem, diyor kendi
kendine, eza cefa o bayırı çıkmak zorunda , kıyıdan eve kadar tır­
manmak pek güç olacak, bu gün ikinci kez ağrıyan bacaklarıyla o
eziyete katlanmak zorunda Oline , şu alt tarafından gelene de pek
müdahale edemiyor artık, of ihtiyarlık çok feci bir şey, ulu Tanrı
tez elden onu yanına çağırmaya karar verse de kurtulsa , ah yakın­
da kurtulsam keşke , diye düşünüyor Oline , Balıkçı Svein'in kayığı
bağladığını , bir eline balığı alıp ona doğru yürüdüğünü görüyor,
balığı bir sicime bağlayayım da taşıyacak bir sap olsun elimde , diye
düşünüyor Oline , Balıkçı Svein gelip önünde duruyor.
Bu akşam da sofranda yemek olacak Oline , diyor Balıkçı Svein .
Çok çok teşekkür ederim, büyük zahmet oldu sana, diyor Oline .
Seni böyle rahatsız etmiş olmak ne fena , diyor.
Hiç sorun değil, diyor Balıkçı Svein.
Sicim var mı yanında?
Tabii tabii , diyor Oline .
Sicimi uzatıyor, Balıkçı Svein sicimi balığın gözüne sokup itiyor,
Oline sicimin ucunun balığın öteki gözünden çıktığını görüyor, Ba­
lıkçı Svein sicimin iki ucunu birbirine düğümlüyor ve sapından tut­
tuğu balığı Oline uzatıyor, Oline değneğine dayanıyor, değnek top­
rağa gömülüyor hafiften, Oline toparlıyor kendini, bir kez daha kuv­
vetimi toplamam lazım, diye düşünüyor Oline , değneğine abanıyor
ve ayağa kalkıyor boştaki eliyle Balıkçı Svein'in uzattığı balığı alıyor.
Çok çok teşekkür ediyorum, diyor Oline .

331
Teşekkürler, teşekkürler.
Para meselesini halledeyim sana bunu ödeyeceğim, diyor Oline .
Hiç acelesi yok, diyor Balıkçı Svein.
Şu sıralar elim biraz dar, diyor Oline .
Öyledir mutlaka öyledir, diyor Balıkçı Svein.
Yine de çok çok teşekkür, diyor Oline .
Vücudunu hareket ettirme zamanı geldi , diye düşünüyor Oline ,
eza cefa çıkacak yine o bayırı , eve gitmesi gerek, evet buna mecbur,
hele bir girsin evine çaresine bakar, Balıkçı Svein'in yapacak biraz
işim var eve gitmeliyim dediğini duyuyor ve Oline Balıkçı Svein'in
yokuş yukarı çıkmakta olduğunu görüyor, bayırdaki evlerin ara­
sından hızlı hızlı yürüyor Balıkçı Svein , Oline de şimdi o bayırı
tırmanacak ve evine gidecek, her şeyin çaresi bulunur hele bir eve
varayım, diye düşünüyor Oline ve vücudunu harekete geçirir ge­
çirmez ağrılar kendini gösteriyor, ah yakında kurtulsa keşke , ulu
Tanrı tez elden kurtarsa onu , serbest bıraksa , işim bitsin artık diye
düşünüyor Oline , bir elinde değnek öbür elinde balık denizden
yukarı çıkan yamacı tırmanıyor, adım adım , bugün ikinci kez çı­
kıyor bu bayırı Oline , bacaklarının ağrısı tahammül edilemez du­
rumda , çok feci, çok, diye düşünüyor Oline , önce eve varacak,
sonra kulübeye girecek ve biraz oturacak orada, belki bir şeyler
gelir diye , karnında bir sıkışma var sanki , ah o istemeden gelmese
bir şeyler şimdi! Tutmayı başarabilsem! diye düşünüyor Oline , ah
kendiliğinden çıkmasa bir şeyler, ama hayır gelmesin şimdi , şimdi
olmaz , başıma iş açmasın , diye düşünüyor Oline , şimdi olmaz, ah
çok mu sıkıştırıyor? Böyle düşünüyor Oline değneğine dayanmış
elinde balık iki büklüm yürürken. Oline başını kaldırdığında Sig­
ne'yi evinin önünde görüyor, Signe durmuş Oline'ye bakıyor, pek
de iyi görünmüyor, Signe'yle hiç dost olmadılar, hatta tam tersi ,
Signe Oline'yi gelirken görse hemen içeri girer, yok hayır Signe ile
aramız iyi olmadı hiç , kardeşimle evli oldukları halde kapısından
içeri adımımı atmadım, diye düşünüyor Oline , oysa çocukken kar­
deşi Sivert'le ne kadar da severlerdi birbirlerini , büyüdü pek hoş

332
bir adam oldu Sivert, diye düşünüyor Oline ama şimdi Signe kapı­
nın önünde duruyor ve içeri girmeye niyetli de görünmüyor, sanki
Oline'yi bekler gibi bir hali var ama halinden Signe'nin iyiliğini
ister gibi de görünmüyor, yok yok öyle görünmüyor ama Signe'nin
kapının önünde durup beni beklediği gayet açık, diye düşünüyor
Oline , peki ama Signe niçin orada duruyor? Bugün konuşmamışlar
mıydı zaten? Pek hatırlayamıyor, hiçbir şey hatırlayamıyor zaten,
çok eskiden olup bitenleri hatırlıyor ama , gayet açık seçik hem de ,
eh böyle oldu işte , diye düşünüyor Oline , vücudunu hareket ettirir
ettirmez bacaklarına musallat olan bu ağrı , ah bu ağrı diye düşü­
nürken Signe'nin seslendiğini duyuyor, gel hadi ölmekte olan kar­
deşinle konuşmayacak mısın, sen inançlı birisindir herhalde değil
mi , diyor Signe , Oline demek böyleymiş , kardeşim ölüm döşeğin­
deymiş diye düşünüyor, doğru ya Signe bu gün kaç kere söyledi
ona kardeşin seninle konuşmak istiyor diye , şimdi hatırlıyor, ah
kardeşi ölüm döşeğindeyken o kıyıya inip balık alıyor, bu hallere
düşmesi ne kadar feci.
Umurunda değil senin, diyor Signe .
Kendinden başka hiç kimse umurunda olmadı senin, diyor.
Ama kardeşin bu.
Kardeşin hasta yatıyor, belki de gidici, sense onunla konuşmaya
zahmet etmiyorsun, diyor.
Ah nasıl mümkün olabilir böyle bir şey, diyor.
Olamaz , diyor.
Çok feci, diyor.
Zamanı kalmadı, belki de ömrü bitmek üzere , çok geç artık çok
geç , diyor.
Ah nasıl mümkün olabilir böyle bir şey.
Ah nasıl mümkün olabilir böyle bir şey, diyor Signe .
Oline güçlükle yürüyor, bir eliyle değneğine tutunuyor, öbür
elinde balık Signe'nin önünde duruyor.
Çok unutkan oldum ben, diyor.
Unuttum.

333
İnsanlann kapısını aşındırmak adetim değil ama elbette karde-
şimle konuşmayı arzu ediyorum, diyor Oline .
Bu kadarcık da yap bari, diyor Signe .
Hemen gir içeri diyor, Signe .
Signe dönüp eve yürüyor Oline de peşinden , Oline benim de
gücüm tükendi artık, ne kadar da bitkinim, kardeşim gidiciyse eğer
ona ne söylemem lazım şimdi, diye düşünüyor, belki Tann'ya beni
de hatırlatmasını isteyebilirim, kardeşim Tann'ya rica etsin beni de
almasını hatırlatsın, Oline Signe'nin evinin kapısından içeri giriyor,
hol tertemiz kokuyor, her şey yerli yerinde , bir eksiklik yok gibi
diye düşünüyor Oline , buraya daha önce gelmişliği yok, bu evin
kapısından içeri bile girmedi , Oline bunlan düşünürken Signe'nin
merdivenden yukan çık, sağa dön, yatak odasını geç, Sivert tavan
arasındaki odada perdenin arkasında yatıyor, dediğini duyuyor,
merdiven çıkmak Oline için büyük eziyet, ah merdiven çıkmak en
zor şey bana , diye düşünüyor.
İstersen balığını alayım elinden, diyor Signe .
Oline başını iki yana sallıyor, balığını bırakmaya niyetli değil .
Ama merdivenlerden çıkmana yardım etmemi istersin herhalde ,
diyor Signe .
Her ne kadar istemesem de Signe'nin yukarı çıkarken bana yar­
dım etmesine müsaade edeyim, diye düşünüyor Oline , Signe yar­
dım etsin yoksa tek başına beceremeyecek bunu , Signe Oline'nin
değneğini alıyor ve Oline'nin koluna giriyor, neredeyse sürükleye­
rek merdivenlere kadar götürüyor, Oline bacaklarının kopacak gibi
ağndığını hissediyor, Signe önden bir basamak çıkıyor Oline'yi çe­
kiyor, Oline'nin feci ağnsı var, Signe basamak basamak çekerek Oli­
ne'yi yukan kadar çıkanyor.
Evet Oline soldaki kapı, diyor Signe .
Önce sen konuş onunla , sonra ben girerim içeri .
Ben aşağı iniyorum, diyor Signe .
Konuşman bitince seslen bana, diyor.
Ya da istersen değneğinle yere vur, diyor Signe .

334
Sivert yardım istediğinde böyle yapardı, diyor Signe .
Değneğini Oline'nin eline veriyor, Oline bir eliyle değneğine tu­
tunmuş, öbür elinde balık öylece duruyor orada , kardeşi Sivert'in
yanına gitmesi lazım şimdi , o zaman küçük bir çocuk olan kardeşi
şimdi ihtiyar bir adam ve de ölüm döşeğinde , ölmeden önce ab­
lasıyla konuşmak istemiş, Signe öyle söyledi, eh kendimi toplayıp
Sivert'in odasına gireyim bari , diye düşünüyor Oline . Mecbur buna ,
evet öyle , diye düşünüyor.
Eh peki , diyor Oline .
Eh peki , diyor.
Oline yatak odasının kapısını açıyor, çift kişilik güzel bir yatakla
karşılaşıyor, üzerine tığ işi bir örtü örtülmüş, güzel bir el işi , diye
düşünüyor Oline , bu örtüyü o yaptıysa hem becerikli hem de çalış­
kan biri olmalı Signe , duvarda büyük bir ayna asılı, ne güzel bir oda
burası diye düşünüyor Oline , uzunlamasına duvann tam ortasın­
da bir perde görüyor, bu perdenin arkasında yatıyor olmalı Sivert,
tavan arasındaki oda burası olmalı diye düşünüyor ve bir elinde
balık değneğine tutunarak oraya doğru yürüyor, boştaki eliyle per­
deyi yana itiyor, perdenin altından geçip Sivert'in odasına giriyor,
yatakta yatan kardeşinin saçlarını daha önce hiç böyle ağarmış ve
karmakarışık görmediğini düşünüyor Oline , başucundaki sehpada
Sivert'in piposu ve tütün tabakası duruyor, bu iyi işte , ama ak sakal­
ları öylesine uzamış ve biçimsiz ki son zamanlarda kimsenin onun
sakalını kesip şekil vermemiş olduğu belli oluyor, ak saçları başı­
na yapışmış, Sivert bir elini çenesine dayamış, ince , kemikli ve eğri
büğrü parmakların yanağına yaslanmış olduğunu görüyor Oline , Si­
vert hiç kıpırdamadan yatıyor, karyolanın yanında bir sandalye var,
şuraya oturayım da bakalım Sivert'le konuşmak mümkün olacak mı
diye düşünüyor Oline , zaten pek konuşkan biri de değildi Sivert,
bugün de pek konuşacağa benzemiyor, gözleri bomboş bir ifadeyle
Oline'ye bakıyor Sivert'in, Oline gidip iskemleye oturup, değneğini
karyolaya dayıyor, balığını da kucağına koyuyor.
Bak ablan Oline burada, diyor Oline .

335
Kardeşinin yüzüne bakıyor ama cevap gelmiyor.
Sen zaten eskiden de pek konuşmazdın, diyor Oline .
Küçükken sana bir şeyler söylerdim de hiç cevap vermezdin , di-
yor Oline .
Düşünsene hatırlıyorum bunları .
Ah Sivert , ah Sivert.
Sen hep kendine has biriydin Sivert, diyor Oline .
Sen de , Lars da çocukluğunuzdan beri kendinize has, kimselere
benzemez tiplerdiniz .
Ama sen Lars gibi çabuk öfkelenmezdin.
Çok sakin bir çocuktun sen Sivert, diyor Oline .
Ah Sivert, ah Sivert, diyor Oline .
Oline Sivert'in eline bakıyor, bu yanağına yaslanmış el sanki te-
nine gömülüyor.
Bak görüyorsun yanımda balıkla geldim buraya, diyor Oline
Balıkçı Bj 0rn8 verdi bana, diyor.
Bugün kötü şey geldi başıma, bak anlatayım Sivert, diyor Oline .
Bugün pek kötü şeyler oldu .
Günün erken saatlerinde balık için kıyıya indim ve her zamanki
gibi Balıkçı Bj 0rn bana balık verdi.
İki tane .
Balığı mutfağa götürdüm, her zamanki gibi .
Her şey her zamanki gibiydi .
Ama inanır mısın bir kedi gelip çalmış balıklan.
Yani olay nasıl meydana geldi bilmiyorum ama balığı yani iki
tane balığı yansı yenmiş olarak kapının dışında buldum.
Benim akşam yemeğim kediye mama olmuştu .
İşte bu yüzden sana gelmekte geciktim, önce ikinci kez deniz
kenarına gidip yeni bir balık almak zorunda kaldım, işte ondan geç
kaldım, diyor Oline .

8 Yanlışlıkla mı yoksa yaşlı kadının kafası karışık olduğu için mi böyle tam anla­
şılamadığından Balıkçı Svein Balıkçı Bj0rn olarak geçiyor bundan sonra metnin
sonuna dek (ç.n).

336
Ama nihayet bir balık alabildim.
Oline siciminden tuttuğu balığı kaldırıp Sivert'e gösteriyor, Si­
vert konuşmak istemiyor, Oline ne yapsa ne söylese boş, Sivert
cevap vermek istemiyor, sanırım hemen gelmedim diye gücenmiş
bana, Sivert oturup konuşmamızı arzu etmiş ve gelmem için haber
yollamıştı , Sivert çok yaşlı ve bitkin bir adam , yakında gidici zaten,
o yüzden gelmemi istemişti , ben de geldim ama şimdi o hiçbir şey
söylemiyor, tek bir söz bile etmek istemiyor, diye düşünüyor Oline
ve balığı tekrar kucağına koyuyor.
Ama sen her zaman kendine has biriydin Sivert, diyor Oline .
Ufacık bir oğlan çocuğu olduğun günleri biliyorum, seni iyi ha-
tırlıyorum.
Aslında dünyaya geldiğin günden itibaren hatırlıyorum seni .
Yani böyle oyun oynama ablana.
Sen ve ben hep iyi geçinirdik Sivert.
Elimde büyüdün Sivert, sonra yetişkin bir adam oldun ve ihti­
yarladın .
Ben senin ablanım, ablana bir şeyler söyleyebilirsin.
Gelmemi istemişsin, benimle konuşmayı arzu etmişsin, ben geli-
yorum senden tek söz bile etmiyorsun, olur mu böyle şey, diyor Oline .
Yok, olmaz böyle şey, diyor.
Ablana bir şeyler söyle , diyor Oline .
Orada öyle yatmak olmaz, diyor.
Kardeşi Oline'nin odaya girdiği andaki pozisyonunu hiç bozmu­
yor, Sivert ince , kemikli ve eğri büğrü parmaklı elini yanağına yas­
lamış yatıyor, ağarmış sakalı darmadağın, adeta bir çalı yığını gibi,
kafasına yapışmış bembeyaz saçlarıyla yastığa uzanmış Sivert, mavi
gözleri kararmış, donuk bir şekilde karşıya bakıyor, başucundaki
sehpada piposu ve tütün tabakası duruyor, acaba Sivert pipo içmek
ister mi, diye düşünüyor, bak bunu sorabilirim ona, diye geçiriyor
aklından, Oline pipoyu alıp Sivert'e doğru uzatıyor, pek iyi durumda
değilsin ama canın pipo içmek isteyebilir, sana doldurayım mı pipo,
diyor, istersen doldururum, hatta yakarım bile , kadınım ama bunu

337
becerebilirim, diyor, hatta kendim bile pipo içmeye başlayabilirim,
yani pek kötü görünmesine aldırmadan, diyor Oline ve oturduğu
yerden pipoyu Sivert'e uzatıyor, ne var ki Sivert o ana kadar yaptığı
gibi kıpırdamaksızın yatıyor, tek parmağını bile yerinden oynatma­
dan, hiç hareket etmeden öylece yatıyor, ağzından bir hayır kelimesi
bile çıkmadan yatıyor Sivert, diye düşünüyor Oline , yani her ne kadar
ben koşa koşa gelmemiş olsam da onun bana böyle terslik edeceğini
düşünemezdim, diye geçiriyor aklından Oline ama hep öyleydi bu
zaten, dik kafalı ve kendine has, çocukluğundan beri Sivert dik kafalı
ve kendine has biri olmuştu , bir şey yapmaya karar verdiğinde hiçbir
güç onu vazgeçiremezdi , tıpkı Lars gibi, Sivert de Lars da dik kafalı
ve inatçıydılar, bir şeye karar verdikleri taktirde asla vazgeçmezlerdi,
diye düşünüyor Oline ve pipoyu başucundaki sehpaya geri koyuyor,
her ikisi de , hem Lars hem de Sivert pipoyu severlerdi , nereye git­
seler pipolarını da yanlarında götürürlerdi diyor. ikisinin de saçları
sakallan uzundu . Başlangıçta siyah olan saçı sakalı sonunda ağardı .
Lars'ın gözleri kahverengi, Sivert'in maviydi. İkisi de orta boylu ama
güçlü kuvvetli adamlardı. Lars sakalınla gurur duyardı bazen hat­
ta sık sık onun ağır hareketlerle sakalını sıvazladığını görür, Lars'ın
sakalıyla gurur duyduğunu anlardım, sıvazlama şeklinden belliydi
sakalıyla gurur duyduğu , piposunu sakalının üst yanına yani ağzına
götürürken Lars'ın kendinden memnun olduğu izlenimini edinir­
dim, her zaman değil ama bazen kendinden memnuniyet duyduğu
çok belli olurdu . O kulaklarının arkasına attığı uzun saçları . Ah o
cadaloz kadın Lars'ın saçını kesti ya! Hem saçını hem sakalını kesti .
Saçı sakalı kesildikten sonra Lars hep yüzünü saklamak istedi ,
ah sonu böyle mi olacaktı Lars'ın ! Düşkünlerevi'nde son günlerini
yaşayan Lars'ı ziyarete gitmiştim. Odanın kapısından içeri girdiğimi
gören Lars yüzünü yatakta duvardan yana dönmüştü , nasılsın diye­
rek yüzünü bana dönmesini istediğimde , dönmemiş yüzü duvara
karşı yatmaya devam etmiş, ellerini yüzüne kapatarak saklamaya
çalışmıştı , uzun beyaz saçlarından geriye kalan birkaç tüyden ibaret
olan kafasını gizlemeye çalışmıştı . Sana ne yaptılar Lars?

338
Ablanla konuşmalısın, diyorum.
Lars saçını , sakalını kesmişsin, bunu yapabileceğine inanamıyo­
rum, diyorum.
Cılız bir ses duyuluyor, o saçını sakalını kestirmek istemedi, ke­
sinlikle istemedi ama kestiler işte , diyor o cılız ses, bu sesin Lars'ın
yanındaki yatakta büzülmüş yatan kadına ait olduğunu görüyorum,
kadının yüzü neredeyse tamamen yok olmuştu , niçin Lars'ın saçlı sa­
kallı olmasına izin vermediler diye soruyorum, hijyen içinmiş diye
cevap veriyor kadın, uzuri saç ve sakala iyi bakmak lazımmış, o yüz­
den kestiler işte , erkekler saç uzatıp sakal bırakmamalıymış, böyle
traşlı daha iyiymiş dedi o kadın, diyor yatakta yatan kadın ama Lars
kestirmek istemedi, kesinlikle istemedi, diyor, Lars'ın orada yüzü du­
vara dönük olarak yattığını görüyorum, elleriyle yüzünü ve kafasını
saklamaya çalışıyor, odaya birileri girdiğinde Lars hep duvara döner
yüzünü kimseye göstermek istemez, dediğini duyuyorum yan yatakta
yatan kadının, ünlü şair Kielland bizzat geldi buraya, hatta Lars'ın fo­
toğrafını çekmek istedi, elinde resim çekmeye yarayan bir alet vardı,
hayret yani, diyor kadın, bizzat şair Kielland geldi Lars'ın fotoğrafını
çekmeye ama Lars sırtını döndü , yüzü duvara dönük tek bir söz bile
söylemedi, her ne kadar şair Kielland bizzat onunla konuşmaya ça­
lıştıysa da Lars hiç cevap vermedi , diyor kadın, işte o günden sonra
Lars bu odada yatanlardan başka hiç kimseye yüzünü göstermedi,
zaten elinden gelse buradakilere de göstermeyecekti, diyor kadın ve
karşımdaki yatakta Lars yüzünü ve kafasını gizleyerek yatıyor.
Ah o güzel saçlarını ve sakalını mı keseceklerdi senin! diyorum.
Ah, ah bunu da mı yaptılar! diyorum.
İstediklerini yapar onlar, diyor Lars'ın yanındaki yatakta yatan
kadın.
Canları ne isterse , diyor kadın .
lki iri yarı adam Lars'ı tuttular, üçüncüsü sakalını kazıdı , diyor.
O cadaloz kadın istedi ama bunu , diyor.
Lars'ın duvara dönük, elleriyle yüzünü ve kafasını gizleyerek yat­
tığını görüyorum.

339
Kielland onunla konuşmaya çalıştığında bile cevap vermedi, di-
yor.
Ama çok kabalık etmişsin Lars, diyorum.
Neyse , bak sana tütün getirdim, diyorum.
Burada yatarken biraz tütüne ihtiyacın olur diye düşündüm, di­
yorum.
Başucundaki sehpaya koyuyorum, diyorum.
Tütün tabakasını çıkarıp Lars'ın başucundaki sehpanın üzerine
koyuyorum, Lars bir an için bana bakıyor, gözlerine çökmüş o ağır
karanlığı görüyorum, o an sanki her şey değişiyor, gözündeki bir
anlık bakış, sonra her şey başka bir şey oluyor, Lars böyledir işte ,
diye düşünüyorum, ne çok şey var Lars'a dair, diye düşünüyorum,
ben yine gelirim üzülme o zamana kadar saçın sakalın biraz uzamış
olur, diyorum, yanındaki yatakta yatan kadın her on beşte bir ge­
lip kazıyorlar, diyor, Düşkünlerevi'nden çıkıyorum ve nasıl insan
bunlar, diye düşünüyorum, uzun saçları ve sakalı yıllar boyu tek
gurur kaynağı olmuştu Lars'ın, kesivermişler, hem saçını hem de
sakalını , nelere oldu bu insanlara , ah nasıl yapabildiler bunu , hepsi
o cadaloz yüzünden, erkelerin saçı sakalı olmamalıymış, suratları
kafaları pırıl pırıl olmalıymış, o böyle arzu ediyormuş, Lars'ın sa­
çını ve sakalını kesmek istememesini kim dinler, Tanrının emridir
erkekler kısa saçlı ve traşlı olacaklar demiştir mutlaka , bu insan­
lar bakılmak üzere o kadının eline teslim edildiğine göre kadının
dediği oluyor tabii , istemeyen kendi başının çaresine baksın ama
bakamıyorlar işte o yüzden de o cadalozun yönettiği Düşkünle­
revi'ne yatırıldılar, diye düşünüyorum Düşkünlerevi'nden çıkmış
yürürken, ama Sivert bana cevap vermeli artık, diye düşünüyor
Oline , böyle yatmaya devam edemez , haber gönderdi geleyim diye ,
benimle konuşmak istiyormuş, ben de geldim karyolanın yanında
oturuyorum işte ama söylediklerime cevap vermiyor Sivert, aynı
Lars gibi o da konuşmamıştı benimle , diye düşünüyor Oline , ney­
se ki Sivert'in saçı da sakalı da yerli yerinde duruyor, ama cevap
versin artık bana .

340
Buraya gelmemi istedin, diyor Oline .
Benden istediğin bir şey vardı, diyor.
Öyle değil miydi yoksa?
Oline Sivert'in hala kıpırdamadan yattığını görüyor, boş boş ba-
kan gözlerle , elini çenesine dayamış.
Eh n'apalım, diyor Oline .
Sana yardıni edeyim mi? diyor Oline .
Bir şeye ihtiyacın var mı?
Signe sana iyi davranmıyor mu?
Senin için yapabileceğim bir şey var mı?
Oline merdivende ayak sesleri duyuyor, gelen Signe'dir diye dü-
şünüyor.
Bak Signe geliyor, diyor.
Karın geliyor Sivert, diyor.
Birisinin geldiğini duyuyorsun değil mi? diyor.
Oline bir kapının açıldığını ve yerdeki ayak seslerini duyuyor,
sonra perdenin yana çekildiğini ve Signe'nin tavan arasındaki odaya
girdiğini görüyor, Signe durup Sivert'e bakıyor.
Görüyorsun ki Sivert ölmüş, diyor Signe .
Oline kardeşine bakıyor öyle kıpırtısız yatıyor ki ölmüş olabilir,
diye düşünüyor.
Konuştun mu onunla? diyor Signe .
Evet ama o cevap vermedi, diyor Oline .
Demek ki geç kaldın, diyor Signe .
Şu hale bak kucağında balıkla oturuyorsun burada, olacak şey
değil, diyor Signe .
Her neyse Sivert ölmüş artık, diyor Signe .
Oline sesinden Signe'nin ağlamak üzere olduğunu anlıyor, ar­
dından yanaklarından akan gözyaşlarını fark ediyor, Signe gidip Si­
vert'in gözlerini kapatıyor, elini çenesinden çekiyor, parmaklarını
bastırdığı yerde cildin bembeyaz olduğu görülüyor, Signe Oline'ye
dönüyor.
Sen git artık, diyor.

341
Kardeşin hiç umurunda olmadığından ölüm döşeğinde onunla
konuşabilmek için vaktinde gelmeye bile çalışmadın, diyor
Artık burada oturmana gerek yok, diyor Signe .
Oline değneğini kavrayıp ayağa kalkmaya çalışırken Signe'nin
merdivenlerden inmene yardım edeyim dediğini işitiyor, Oline sa­
dece kendimden kuvvet alarak inebilseydim aşağıya ne kadar iyi
olurdu ama bu imkansız , diye düşünüyor, Oline basamakları tek
başına inemez, o sırada ağrılarının başladığını hissediyor, Oline Sig­
ne'nin bak oturduğun sandalye ıslanmış dediğini duyuyor, arkasına
dönünce sandalyenin oturulan kısmında bir birikinti görüyor, vah
vah diyor Oline , yine geldi başıma, farkına bile varmadan kaçmış,
ah sonu böyle olacaktı demek, ömrünün sonuna doğru bu hallere
mi düşecekti , artık Tanrı ona da acısın, Sivert'i yanına aldığı gibi
onu da alsın, diye düşünüyor, o sırada Signe sen ne zavallı bir hal­
desin, çişini bile tutamıyorsun, kardeşinin ölüm döşeğinde yanında
otururken altına kaçırıyorsun, şimdi senin sidiğini temizlemek bana
düşecek diyerek Oline'yi kolundan sürükleyip odanın ortasına gö­
türüyor, Oline Signe'nin hızına yetişmekte zorlanıyor zaten güçlükle
ayakta durabiliyor, Signe nasıl da çekiştiriyor kolundan .
Yok hayır, kardeşin umurunda bile değil senin, diyor Signe .
İsteseydin kardeşin ölmeden iki çift söz etmeye yetişebilirdin,
gidip seni getirmemi istemişti benden.
Geldin ama .
Evet geldin de geç geldin .
Sen nasıl bir şeysin diyor Signe .
Oline ile Signe merdivenlerden inmeye başlıyorlar, bacaklarım
çok ağrıyor, diye düşünüyor Oline , şimdiye dek hiç ağrımadığı ka­
dar ağrıdığını hissediyor, ah şu basamaklar bitse de dışarı çıksam
diye düşünüyor, merdivenin son basamağına geldiklerinde Signe
kolunu bırakıyor, al balığını da git artık evine , bu balık senin için
kardeşinden önemliymiş anladık, diyor Signe , Oline değneğini kav­
rıyor, bir eli değneğinde öbür eliyle balığın siciminden tutarak iki
büklüm kapıya doğru yürüyor, arkasından Signe'nin kardeşin hiç mi

342
hiç umurunda olmadı senin bu çok belli , dediğini duyuyor, Oline
bayırı tırmanmaya başlıyor, bu dik yamacı ağır ağır çıkacak, bugün
ikinci kez kıyıya balık almaya indi , şimdi evine gitmesi lazım, balığı
ayıklayıp temizleyecek, ağrılarına aldırmamalı , adım adım yürüye­
cek şimdi, Balıkçı Bard'un evine gelince duracak, durup dinlenecek,
bacaklarının ağrısının hafiflemesini bekleyecek, sonra da evine gide­
cek, o küçük beyaz evine gidecek, beyaza boyandıktan sonra güzel­
leşen, sokak kapısı kırmızı evine gidecek, bayır yukarı yürürken bir
yandan da bunları düşünüyor Oline , şimdi elindeki şu balıkla evine
gitmeli önce , sonra dinlenmeli , bugün ağrıyan bacaklarıyla iki kez
deniz kenarına inmek zorunda kaldı, o balıkları çalan kedi yüzün­
den, balığı yarı yenmiş olarak kapısının önünde bulmuştu ya, ama
Balıkçı Bj 0m iyi adam, ona yardım ediyor, balık veriyor, Balıkçı
Bj 0m olmasaydı o da çocukları da açlıktan ölürdü , Balıkçı Bj 0m
öbür dünyada büyük bir mükafatı hak ediyor, Tanrı o ve çocukları
için yaptıklarından ötürü Balıkçı Bj 0m'ü ödüllendirir diye umuyor
Oline , artık eve gitmeli sonra da Sivert'e uğramalı, zira Signe ondan
Sivert'e uğramasını istemişti. Sivert ablasını görüp, konuşmak iste­
miş, Signe öyle dedi, git Oline'ye söyle kardeşiyle konuşmak üzere
bize gelsin demiş Signe'ye , Oline bunları düşünüyor bayır yukarı iki
büklüm yürürken, Oline değneğine dayanarak kamburu çıkmış bir
şekilde tırmanıyor yamacı, bacakları nasıl da ağrıyor, hiç kurtulamı­
yor bu acıdan , biraz yürüyünce başlıyor ağrıları, hafiflemek bir yana
giderek artıyor, şimdi bir kez daha aşağı inmesi gerekiyor mu? Sivert
gelmesini , onunla konuşmak istediğini söylemiş. Yoksa öyle değil
miydi, Sivert onunla konuşmak istememiş miydi? Yok yok Sivert
öyle istemiş, diye düşünüyor Oline , şimdi eza cefa biraz daha yürü­
mek zorunda , Balıkçı Bj 0m'ün evinin oraya varınca durup dinlene­
cek biraz , bacaklarındaki ağrının nasıl hafiflediğini , nefesinin düze­
ne girdiğini ve hayatın daha yaşanır gibi hissedildiğini deneyimleye­
cek, kendimi zorlamam lazım, diye düşünüyor Oline , biraz daha ,
biraz daha diyor, sonra dinlenecek Oline, bir eliyle değneğinden
destek alarak, öbür eliyle balığın siciminden tutarak iki büklüm yü-

343
rüyor Oline , adım adım tırmanacak bayırı , bir an önce küçük güzel
evine varmalı , beyaza boyandıktan sonra güzelleşen, sokak kapısı
kırmızı evine gidecek, küçük güzel evime diye düşünüyor Oline , az
sonra duracak ve biraz dinlenecek, çok değil birazcık dinlenecek,
eza cefa bayırı tırmanmaya devam edecek, Oline başını kaldırıyor ve
küçük güzel evini görüyor, ne kadar da güzel evi , küçük ama güzel,
evet işte evi beyaza boyandıktan sonra nasıl da güzelleşti , diye düşü­
nüyor Oline , yamaçta Balıkçı Svein'in evinin yanında duruyor Oline
bir eliyle değneğine dayanmış, öbüründe balığı duruyor ve evine
doğru bakıyor, ayakta duruyor olmasına rağmen ağrılarının azaldığı­
nı ve bacaklarını terk ettiğini fark ediyor Oline , bacaklarındaki ağrı­
nın hafiflediğini , nefesinin düzene girdiğini, her şeyin daha bir iyiye
gittiğini hissediyor, Oline eve girip örgümü ya da tığ işimi elime al­
maya geldi sıra, diye düşünüyor, belki sobayı bile yakar, hava bu
kadar serinlediğine göre bu gerekecek, odunu da var zaten, sahiden
var odunu , ama önce kulübeye mi bir uğrasa? Evet yani uğraması
lazım kulübeye , baksana kamı biraz sıkışıyor yine , ah alt taraftan bir
şeyler gelmeden kulübeye girmeye yetişebilse , arka taraftan gelmese
bir şeyler, habersizce önden gelmesine alıştım zaten, diye düşünüyor
Oline , burada durmaya devam edemez, bir an önce yolu bitirip evi­
ne varmalı, buna mecbur, kuvvetini toplayıp vücudunu hareket et­
tirmeli, yolun son kalan kısmını da çıkabilmeliyim, kendimi topla­
malıyım diye düşünüyor Oline , tüm kuvvetini toplayıp değneğini
bir adım daha ileri atıyor, iki büklüm son gücünü de seferber ediyor
Oline , gözleri yerde , adım adım yukarı yürüyor Oline , aman arka
taraftan bir şeyler gelmeden kulübeye yetişsin, bir şeyler gelmeden
otursun delikli ahşap kasanın üzerine , balığı yanında götürebilir ku­
lübeye , kapıdaki çengele asar balığı, eh öyle yapar artık, zira balığı
alıp evine götüremeyecek yine ortadan kaybolur balık, yok oluverir,
diye düşünüyor Oline, bin bir gayretle tırmanıyor bayırı, elinden
geldiğince acele etmesine rağmen çok yavaş gidiyor, tüm kuvvetini
toplayıp yokuş yukarı ilerlemesine hatta biraz dinlenip nefeslenme­
sine rağmen evine ancak biraz yaklaşabildi . Oline güçlükle çıkıyor

344
yamacı, evime yaklaşıyorum, küçük güzel beyaz evime , diye düşü­
nüyor, dosdoğru kulübeye gitmesi gerek arka taraftan bir şeyler gel­
meden, zamanında yetişmeliyim kulübeye , diye düşünüyor Oline
güçlükle tırmanıyor bayırı , adım adım, derken evinin kırmızı sokak
kapısı çıkıyor karşısına Oline'nin ama şimdi evine girmeyecek, kulü­
beye gidecek ilkin, kamını bu kadar sıkıştırdığına göre bir an önce
kulübeye gitmek zorunda , evin köşesinden dolaşıyor ve kulübeyi
görüyor, ah evet arkadan bayağı sıkıştırıyor, diye düşünüyor Oline ,
kulübeye bakıyor, değneğine dayanarak iki büklüm kulübeye doğru
yürüyor, ah zamanında yetişebilsem bari diye düşünüyor Oline ,
değneğine dayanarak yürüyor Oline , elinde sicime takılı balık salla­
nıyor, kulübeye yaklaşıyor, bir an önce içeri girmeli ve oturmalıyım
diye düşünüyor Oline , kapının çengelini kaldırıyor, kapıyı hafif sü­
rüyerek açıyor, hayır ama olamaz bir şeyler gelmiş tam da kapıdan
içeri girmişken kaçırmışım, diye düşünüyor Oline , delikli ahşap ka­
sanın kıyısına ilişiyor, ah evet gelmiş işte arkadan bir şeyler, ah ola­
maz kendini tutmayı beceremiyor, giderek kötüye gidiyor vaziyet,
her geçen gün biraz daha kötüye gidiyor, ah ömrünün sonuna doğru
böyle mi olacaktı , ulu Tanrı acısa da tez elden kurtarsa beni, diye
düşünüyor Oline , ah yakında kurtulsa keşke , Tanrı yüce efendimiz
beni yanına alsa , diyor Oline , balığı kapıdaki çengele asıyor, Oline
balığın çengelde asılı olduğunu görüyor, iri güzel bir balık aldı bu­
gün, akşam yemeğinde yiyecek onu , Balıkçı Svein tuttu bu balığı
benim için, diye düşünüyor Oline , ah evet Balıkçı Svein her zaman
çok iyi davranıyor ona, balığın yanında Lars'ın yaptığı resim asılı, ata
binmiş bir adam, arkada tepeler, her şey sarı ve kahverengi tonların­
da boyanmış, bir gün Lars koşarak peşinden gelmiş ve ona bu resmi
vermişti , teşekkür ederim bile dememiştim, diye düşünüyor Oline ,
resmi güzel de bulmamıştı zaten, resimden çok bazı çiziktirmelerdi
bunlar, ama kabul etmiş, almış ve kulübenin kapısına asmıştı , yıllar­
dır orada durur, diye düşünüyor Oline , zaman geçtikçe resmi güzel
bulmaya başlamış, Lars'ın ne anlatmak isteğini anlamıştı , evet evet
anlıyordu artık. Ama bunu söylemek! Lars'ın ne anlatmak istediğini

345
dile getirmek, mümkün değil, bunu söylemesi imkansız, çünkü o
zaman Lars'ın bu resmi yapmış olmasının bir manası kalmaz diye
düşünülebilir, diye düşünüyor Oline , ama resim güzel, her ne kadar
çiziktirme olsa da güzel resim, Lars yaptığı için güzel bu resim, böy­
le düşünüyor Oline , Lars'tan başka biri yapmış olsaydı Oline resmi
güzel bulmazdı ama şimdi Oline resmi o kadar güzel buluyor ki ba­
kınca gözlerinden yaş geliyor, yok yok ağlamasın hela deliğinin ke­
narına ilişmiş, donu boklu bu ihtiyarcık, diye düşünüyor Oline ve
başını iki yana sallıyor, Lars'ın kıyıda küçük adımlarla bir koşturma­
ca tutturduğu gün geliyor gözlerimin önüne , saçları bir inip bir kal­
kıyor, bir inip bir kalkıyor Lars'ın, peşinden kıyıya gidiyorum, diye
düşünüyor Oline , Lars'ın kıyıda bir kayanın üzerine oturduğunu
gö rü'yorum, Lars orada oturmuş denizi seyrediyor, rüzgar saçlarını
havalandırıyor, sakalı hafiften yana uçuyor, rüzgarda uçuşan siyah
saçlar siyah sakal, Lars'a doğru yürüyorum, bana bakıp ayağa kalkı­
yor ve kıyı boyunca küçük adımlarla koşmaya başlıyor, Lars'ın be­
nimle konuşmak istemediğini anlıyorum, koşarak uzaklaşıyor, sonra
arkasına dönüyor, iri kahverengi gözlerini bana dikiyor, o an Lars'ın
gözleri gökyüzü kadar büyük görünüyor, kahverengi iri gözleri gök­
yüzü kadar büyük, Lars dönüyor ve bana sesleniyor rahat bırak beni
diye , peşime düşme diye bağırıyor Lars, onu görüyorum üzerinde
mor kadife takım elbisesiyle gemiden iniyor, Lars tanınmayacak gibi,
siyah saçları uzamış dümdüz omuzlarına dökülüyor, mor kadife ce­
ketinin sırtına kadar iniyor siyah saçları , kolunun altında siyah deri
bir çanta var, Lars beni rıhtımda gördüğünde gülümsemişti , kolu­
nun altındaki çantada resim gereçleri olduğunu söylemişti, Alman­
ya'da çok güzel resim yapmayı öğrenmişti , bana gösterecekti , böyle
demişti Lars, yaz tatili için evine dönmüştü ve çok güzel resimler
yapacaktı burada, sonbahar gelince de Almanya'ya geri dönecek re­
sim yapmanın daha bir inceliklerini öğrenecekti, Almanya'da man­
zara ressamı olmak üzere eğitim görüyordu , bu arada birkaç hafta
içinde ne kadar güzel resimler yapabildiğini gösterecekti bana , böyle
demişti Lars, bu yazı Norveç'te geçirecek ve en güzel resimlerini ya-

346
pacaktı , onun yaptığı resimleri çok beğenecektim, böyle dedi Lars ,
sonra annemize , babamıza ve kardeşlerimize doğru yürüdü , birer
_
birer kucakladı onları , o sabah Stavanger'deki rıhtımda beni de ku­
cakladı Lars, yaz tatilini geçirmek üzere Almanya' dan Norveç'e dön­
müştü , birlikte evimize yürüyorduk, Lars mor kadife takım elbisesi
içinde omuzlarına dökülen uzun saçları ve kolunun altında deri çan­
tasıyla ne kadar da yakışıklıydı. İnsanlar dönüp dönüp bakıyordu ,
hakkında söylenen güzel sözleri duymuşlardı , Lars öylesine iyi resim
yapıyordu ki şehrin kibar camiası onu Almanya'ya göndermişti daha
da güzel resimler yapabilsin diye . Lars Stavanger sokaklarında gu­
rurla yürüyordu . Babam gazetede Lars'la ilgili bir yazı olduğunu söy­
lemişti, o haberi kesip saklamıştı, sana dair hiç de azımsanmayacak
kadar güzel sözler yazdı gazetede , demişti babam , Lars da başıyla
onaylamıştı , annem babam Lars ve kardeşlerimiz Stavanger sokakla­
rında yürüyorduk, babam küçük bir iş için şehir merkezine gider
misin dediğinde Lars'ın gözleri deli deli bakmaya başlamıştı .
İstemiyorsun yani , diyor babam.
Lars hayır anlamında başını sallıyor.
Tamam ben kendim gider hallederim, diyor babam .
Bana bu kadarcık bir yardımın dokunabilirdi , diyor babam.
Ama yapmak istemiyorsun , diyor.
Lars'ın durup babama o deli gözlerle baktığını görüyorum.
Seni mecbur edemem, diyor babam .
Ama bu kadarcık yardım edebilirdin bana, diyor.
Samimi fikrim budur.
Bu kadarını yapabilirdin, diyor.
Lars'ın durup yere baktığını görüyorum, Lars eskiden böyle de­
ğildi diye düşünüyorum, o zamanlar şehrin sokaklarında rahat rahat
dolaşırdı, şimdi ise istemiyor, şimdi neredeyse evden dışarı çıkmak
istemiyor, çıkması gerekince de küçük adımlarla bir koşturmaca
tutturuyor çevrede , bir süre önce sağlığına kavuşsun diye Lars'ı Ga­
ustad Akıl Hastane'sine göndermişlerdi ama eve döndükten sonra
da hiçbir şey yapmak istemez olmuştu Lars.

347
Senden gelecek bir yardım pek yok, diyor babam.
Yetişkin bir adamsın , biraz yardım edebilirsin babana , diyor.
Lars'ın fırlayıp koşmaya başladığını görüyorum, Lars Stavanger
sokaklarında bir daha hiç gezinmeyecek, Stavanger'in merkezine
hiç gitmeyecek, insanları ne görmek ne de konuşmak istiyor, beni
bile görmek istemiyor Lars, diye düşünüyorum, Lars'ın kıyıya doğ­
ru koşturduğunu görüyorum , oturup bir evin duvarına yaslandığını
ve gökyüzünü seyrettiğini görüyorum, yüzü bir duman bulutunun
gerisinde , Lars sırtını duvara dayayıp piposunu yakmış, başını du­
man bulutu sarmış, Lars kafasını kaldırıp gökyüzüne bakıyor, orada
oturduğu yerde kendi kendine kıkırdıyor ve resminin üzerini bo­
yayıp , yok edeceğim, diyor Lars, bu kulübede , hela deliğinin ke­
narına ilişmiş bir şekilde oturmaya devam edemem, bari dosdoğru
oturayım deliğin üzerine , diyor Oline , böyle kenara ilişmiş otura­
mam , eteklerimi de kaldırmadım daha, her ne kadar donuna biraz
kaçırdıysa da böyle oturmaya devam edemez, hazırlanıp , eteklerini
kaldırıp öyle oturmalı helaya , yani delikli ahşap kasanın kıyısına
şöyle ilişip Lars'ın bir zamanlar yapmış olduğu çiziktirmeleri ve de
kapıda asılı balığı seyretmekle olmaz , aslında balığı kapıya asmaya­
caktı , mutfağa götürüp ayıklayıp temizleyecekti , ama şimdi kapıda
asılı işte o balık ve kocaman balık gözleri ! Nasıl da dik dik bakıyor
bu kocaman balık gözleri donuk, kapkara, ışıksız bakıyor balık göz­
leri Oline'ye , ta içimi görüyor sanki diye düşünüyor Oline , bu balık
gözleri içine , dosdoğru ruhuna bakıyor, dosdoğru , ifadesi hiç değiş­
meksizin dik dik bakıyor, bir şey görüyor da ne olduğunu ifşa etmek
istemiyor sanki bu bakışlar, öylesine bakıyor, bakıyor, bakıyor, ba­
kıyor, ne görüyor acaba bu balık gözleri? Ruhunun derinliklerinde .
Balık gözleri ne görüyor Oline'nin ruhunun derinliklerinde? Bir şey
görüyor mu? Acaba bu balık gözleri ruhunun derinliklerinde bir şey
görebiliyor mu? Yoksa Lars mı bakıyor balık gözlerinden Oline'ye
doğru? Uzaklardan bir yerden Lars mı bakıyor Oline'ye bu donuk,
kapkara balık gözleri vasıtasıyla? İçine mi? İçine , en derinlerine mi
bakıyor? Eğer öyleyse en içinde ne var? Oline'nin en içi en derini var

348
mı? Yoksa sadece dışı mı var? Var mı en içi en derini? Balık gözlerin­
de ayak sesleri işitiyor? Acaba dışarda biri mi yürüyor? Oline otur­
muş balık gözlerine bakarken dışarıda birinin yürüdüğünü , adımla­
rını işitiyor, bir ses mi duyuyor? Biri bir şey mi söylüyor? Bir ses her
şey yolunda mı? diye soruyor galiba. Oline cevap vermeli , her şey
yolunda demeli , evet böyle demeli, böyle diyeyim diye düşünüyor
Oline , her şey yolunda , demeli , ama o ses neydi? Bir erkek sesi miy­
di? Lars mıydı? Lars'ın sesi miydi? Kulübenin kapısının önünde du­
rup onunla konuşan Lars mıydı? Balıkçı Bard muydu? Ya da Sivert?
Sesleniyor yine , iyi misin diyor, tanıdık bir ses bu, ama kimin sesi
olabilir? Alida olabilir mi acaba? Evet Alida olmalı, Oline Alida'nın
bir kez daha iyi misin, dediğini işitiyor, Oline cevap vermeliyim ar­
tık diye düşünüyor, kulübede böyle otururken Alida kapıya gelip
nasılsın dediğinde cevap vermemek olmaz , cevap vermeliyim diye
düşünüyor Oline ve donuk kapkara balık gözlerine bakıyor, balık
gözleri de ona bakıyor, Oline birden kendisini bu balık gözleri gibi
hissediyor, balık gözleri tarafından içine , en derinlerine bakılan biri
değil de balık gözlerinin ta kendisi olduğunu fark ediyor, Oline do­
nuk kapkara . balık gözlerine bakıyor, Oline sakin, balık gözleri de
sakin, bu donuk balık gözlerinde başka bir şey var, Oline'nin ne
kadar isterse istesin yiyemeyeceği bir şey, Oline nefesinin çok sakin
olduğunu fark ediyor, kendisiyle konuşan Alida'ya cevap vermesi
gerek, nefesinin çok sakin olduğunu fark ediyor Oline , şimdi ken­
disini çok halsiz hissediyor, müthiş halsiz ve sakin, balık gözlerinin
açıldığını görüyor, Lars'ın resminden, ve balık gözlerinden saçılan
ışığı görüyor, Oline kendini şimdiye dek hiç olmadığı kadar sakin
hissediyor, usulca kulübenin duvarına yaslanıyor, Oline başı duvara
dayalı öylece oturuyor ve alt tarafından bir şeyler aktığını hissediyor
ve şimdi artık yalnızca balık gözleri ve o dingin ışık var.

349

You might also like